AVRUPA BİRLİĞİ’NİN TÜRK VATANDAŞLARINA YÖNELİK HAKSIZ VİZE UYGULAMASI SONA ERMELİDİR
Avrupa Birliği Adalet Divanı 19 Şubat 2009 tarihinde almış olduğu Soysal Kararı ile (C-228/06), Türkiye ile AB arasında imzalanan Katma Protokol’ün 41/1 maddesinin, hizmet sunmak amacıyla AB ülkelerine giden Türk vatandaşlarına yeni kısıtlamalar getirilmesini yasakladığını belirtmiştir.(standstill) Divan, Schengen Anlaşması ile kurulan Schengen vizesinin ek mali külfetler getirdiğini belirlemiş, bunun yeni bir kısıtlama olduğuna karar vermiştir.
Divan, 1 Ocak 1973 tarihinde yürürlüğe giren Katma Protokol’ün 41. maddesinin 1. fıkrası uyarınca, bu Protokol’ün yürürlüğe girdiği tarihten itibaren hizmet sunmak amacıyla AB ülkelerine giden Türk vatandaşlarına yeni kısıtlamalar getirilemeyeceğini açıklamıştır. Bu anlamda vizenin yeni bir kısıtlama olduğunu, bu tarihte uygulanmayan vizenin bugün uygulanmasının hukuka aykırı olduğunu tespit etmiştir.
Karar, Avrupa Birliği’nde hukukun üstünlüğünün devam ettiğinin bir kanıtıdır. Avrupa Birliği’nin Türk vatandaşlarına vize uygulaması, Türkiye ile AB arasında eşit şartlarda ticaret yapılmasını engellemektedir. Erasmus burslarıyla AB ülkelerine gidecek öğrencilere veya AB içinde fuarlara katılacak Türk işadamlarına geç vize verilmesinden ya da hiç verilmemesinden kaynaklanan çok sayıda sorun ortaya çıkmaktadır. Buna engel olmak için Komisyon’un, sorumluğu gereği Soysal Kararı’nı üye devletlere uygulatması gerekir.
Karar, vizenin 41. madde kapsamında yeni bir kısıtlama olduğunu belirlemesi açısından, Eran Abatay- Nadi Şahin (06.09.1995 tarih, C-317/01 ve C-369/01) ile Veli Tüm-Mehmet Darı (20.09.2007 tarih ve C-16/05) kararlarının da tescili anlamındadır. Türk vatandaşlarının Karar sonrasında AB ülkelerine vizesiz girebilecekleri söz konusu olmamakla birlikte Türk vatandaşlarının kararın sonuçlarından yararlanabilmeleri için üye devletlerin kararı fiilen uygulamaya geçirecek adımları atması gerekmektedir. Adalet Divanı’nın tüm üye devletleri bağlayan kararı, otomatik olarak yerleşme ve hizmet sunma serbestisi bağlamında vize uygulamasının kaldırılması sonucunu sağlamamaktadır.
Avrupa Birliği Adalet Divanı, önceki kararlarında olduğu gibi üye devletlerden gelen baskılara rağmen, hukukun üstünlüğü doğrultusunda karar vermiştir.
Divan, Katma Protokol’ün 41. maddesinin 1. fıkrası (standstill hükmü) uyarınca, üye devletler tarafından hizmet sunmak (veya almak) veya iş kurmak amacıyla AB ülkelerine giden Türk vatandaşlarına uygulanan maddi şartların ağırlaştırılamayacağını kararlaştırmıştır.
Karar ile Katma Protokol’un üye devletlerde yürürlüğe girdiği tarihte olmayan vize uygulamasının yeni bir kısıtlama getirdiği bir defa daha kabul edilmiştir. Bir AB üyesi devlet Katma Protokol’ün yürürlüğe girdiği 1 Ocak 1973 tarihinden sonra 41/1 madde hükmü kapsamındaki Türk vatandaşlarına (hizmet sunmak veya almak veya iş kurmak amacıyla AB ülkelerine giden Türk vatandaşları) vize uygulamıyorsa, bugün de uygulayamayacaktır. Eğer uyguluyorsa, bunun şartlarını ağırlaştıramayacaktır.
Karar, sadece Katma Protokol’ün 41/1 maddesine giren Türk vatandaşlarını kapsamaktadır. Bunlar; işadamları, avukatlar, sporcular, doktorlar ve akademisyenler ile turizm, öğrenim veya tedavi amacıyla AB ülkelerine giren Türk vatandaşlarıdır. Her bir üye devlet için Katma Protokol’ün kendi hukuk düzeninde yürürlüğe girdiği tarih, diğer bir deyişle AB üyelik tarihi burada kriterdir.
Almanya için tarih 1 Ocak 1973, Yunanistan için 1981, İspanya ve Portekiz için 1986, Avusturya, İsveç ve Finlandiya için 1995, Estonya, Letonya, Lituanya, Polonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Slovenya, Slovakya, Malta ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi için 1 Mayıs 2004, Romanya ve Bulgaristan için 2007’dir. Türk vatandaşlarına ilk vize uygulayan AB üyesi ülke Yunanistan’dır. (24 Nisan 1965) Daha sonra Almanya ve Fransa 5 Ekim 1980, Benelüks ülkeleri 1 Kasım 1980, Danimarka 1 Mayıs 1981, İngiltere 23 Haziran 1989, İrlanda 19 Kasım 1989, İtalya 3 Eylül 1990, Portekiz 24 Haziran 1991 ve İspanya (1 Ekim 1991) gelmektedir
Türklere vize uygulamasını AB içinde başlatan ilk ülke Almanya’dır. Federal Almanya 4 Temmuz 1980 tarihli nota ile Türkiye ile 1953 yılında imzalanmış olan karşılıklı vize muafiyeti öngören anlaşmayı fesh ederek, 5 Ekim 1980 tarihinden sonra vize uygulamasına başlayacağını açıklamıştır. O tarihte hükümet, Ankara Anlaşması ve Katma Protokol kapsamındaki haklarını Almanya’ya karşı kullanamamıştır. Zamanın Almanya Dışişleri Bakanı Hans Dietrich Genscher, diğer AB üyesi ülkelerin de Türk vatandaşlarına vize uygulamaları için onlara baskı yapmıştır.
O dönemde Avrupa devletleri arasında sınır denetimleri olmasına rağmen Genscher, bu ülkelerden Almanya’ya göç olacağı korkusuna kapılmıştır. Önce Fransa’yı ikna etmiş, bu ülkeyi Benelüks ülkeleri ve diğer Avrupa ülkeleri izlemiştir. Genscher uygulamanın geçici olacağını, bunun bir ayırımcı davranış olmadığını belirtmiştir ama, gelişmeler Genscher’i haklı çıkarmamıştır. 12 Eylül 1980 darbesi, Genscher’in elini kuvvetlendirmiştir. 12 Eylül’den sonra Almanya siyasi mülteci akınına uğramıştı. Çünkü, siyasi mültecilere bazı ekonomik haklar veriliyordu. Bunu istismar eden Türk vatandaşları da vardı. Bu ortamda vize, geçici olarak yürürlüğe konsa bile sonradan kalıcı olmuştur.
Almanya, AB’nin kurucu üyesi olduğundan ve Katma Protokol’ün yürürlüğe girdiği tarihte 41/1 kapsamındaki Türk vatandaşları için vize uygulamadığından, (1973 yılı) Divan Türk vatandaşlarına yönelik vize uygulamasını hukuka aykırı bulmuştur. AB üyesi devlet, Birliğe üye olduğu tarihte zaten Türk vatandaşlarına vize uyguluyor idiyse günümüzde de uygulaması, Divan Kararı’na göre 41/1 madde açısından mümkündür.
Türkiye’yi AB’ye bağlayan Ankara (Ortaklık) Anlaşması, taraflar arasında gittikçe gelişen bir gümrük birliğinin kurulmasını öngörmekte ve Roma Anlaşması’nın 238. maddesine dayanmaktadır. Topluluk ile imzalandığı için AB içinde doğrudan uygulanan bir Topluluk hukuku belgesidir. Ankara Anlaşması’nda yürürlük süresi öngörülmediği için Anlaşma’nın amaçları (Md.2) gerçekleşene kadar yürürlükte kalması gerekir.
Ankara Anlaşması, Türkiye ile Topluluk ülkeleri arasında ekonomik bir birleşmeyi, işgücünün serbest dolaşımını ve taraflar arasındaki sosyal bağların kuvvetlendirilmesini öngörmekte, Türkiye’nin ileride Topluluklara tam üyeliğini amaçlamakta, ekonomik olduğu kadar politik bir nitelik taşımaktadır. Anlaşma’nın 28. maddesi, nihai aşamada Türkiye’nin AB’ye üye olabileceği bir ortaklık içermektedir.
Adalet Divanı, Costa-Enel kararıyla Topluluk hukukunun ulusal hukuktan üstün olduğunu kabul etmiştir. Divan’ın Sevince Kararı ile de, Ankara Anlaşması ve Katma Protokol kapsamında alınan Ortaklık Konseyi Kararları’nın Topluluk hukukunun ayrılmaz parçaları oldukları tespit edilmiştir. Ayrıca, Müzakere Çerçeve Belgesi’nin 10. maddesinde Ankara Anlaşması ve Katma Protokol, Topluluk müktesebatı içinde sayılmıştır. (Birlik faaliyetlerine ilişkin olarak Topluluğun, Toplulukla üye ülkelerin, birliğin ve kendi aralarında üye devletlerin akdettiği uluslararası anlaşmalar)
AET Komisyonu’nun ilk Başkanı Alman Profesör Walter Hallstein, Ankara Anlaşması’nın imzalanması dolayısıyla Ankara’daki imza töreninde yapmış olduğu konuşmada, “Belli bir geçiş döneminden sonra Türkiye’nin AET’ye tam üye olarak kabul edilmesi gerektiğini” özellikle belirtmiştir. Türkiye’ye devamlı imtiyazlı ortaklık öneren Almanya Başbakanı Merkel’e birilerinin bu durumu açıklaması gerekmektedir.
Ankara Anlaşması, tıpkı Yunanistan ile imzalanan Atina Anlaşması gibi bir “ön katılım antlaşması” (preadhesion) olduğu için, geçiş döneminden sonraki dönemde Türkiye’nin AB üyesi olma hakkı vardır. Bu hak, ayrıcalıklı ortaklık gibi Ankara Anlaşması’nda olmayan bir tanımlama ile sulandırılamaz. Ankara Anlaşması, üyelik için bir önkoşul da içermemektedir. Nitekim Yunanistan’ın üyelik başvurusu üzerine hazırlanan Komisyon görüşü ile ilgili belgede de, Türkiye ile Topluluk arasındaki yasal ilişkilerin nihai amacının tam üyelik olduğu yoruma gerek bırakmayacak şekilde yer almıştır.
Tüm bu değerlendirmelerden çıkan sonuç şudur: AB, nasıl şimdi Ankara Anlaşması’nın Türkiye’nin tanımadığı Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne gümrük birliği kapsamında genişletilmesini istiyor ve bu sebeple Ankara Anlaşması’na atıf yapıyorsa, o zaman Ankara Anlaşması’nın 12 nci madde (işçilerin serbest dolaşımı), 13 ncü madde (yerleşme serbestisi) ve 14 ncü madde (hizmet edimi serbestisi) hükümlerine uymalı ve bu konularda alınmış Adalet Divanı kararlarını da yerine getirmelidir. Ankara Anlaşması’nın yukarıdaki üç maddesinin AET’yi kuran Roma Anlaşması’nın 48, 49, 52, 53, 54, 56, 57, 58, 59, 62 ve 65 nci maddelerine dayanmış olduğunu da göz ardı etmemelidir.
Adalet Divanı, Katma Protokol’ün yürürlüğe girdiği 1 Ocak 1973 tarihinden bu yana “teşebbüs kurma ve hizmet sunma serbestisine” yönelik getirilen her türlü yeni kısıtlamanın AB hukuku bakımından “yok” hükmünde olduğunu çok açık bir şekilde belirlemiştir. AB üyesi ülkeler (AB-15) Türk vatandaşlarına 1980 yılından itibaren vize koyarak bir uluslararası hukuk metni olan Katma Protokol’ü açık bir şekilde ihlal etmişlerdir.
Teşebbüs kurma ve hizmet sunma serbestisi, kişilerin veya şirketlerin bir üye devlette ekonomik faaliyette bulunabilmesini ve bir üye devlette yerleşme zorunluluğu olmaksızın geçici olarak ekonomik faaliyette bulunabilmesini öngörmektedir. Uluslararası taşımacılık yapan bir Türk şirketinin Almanya’da bu ülkeye yaptığı taşımacılık işi ile ilgili olarak şube açması hizmet sunma, (Almanya’ya kayıtlı kamyonlarla uluslararası taşımacılık yapan Türkiye’de yerleşik kamyon şoförünün hizmet sunumu) Türkiye’den bir berberin Almanya’da berber salonu açması ise teşebbüs kurma serbestisidir.
2000 yılına kadar Almanya Federal Cumhuriyeti tarafından verilen vize çerçevesinde taşımacılık faaliyetlerini sürdüren ve AB’ye giriş yapan Tır şoförlerinin vize yenilenmesine yönelik istemleri 2001 yılında red edilmiştir. Bunun üzerine öncelikle Berlin İdare Mahkemesi’nde dava açan, ancak açtıkları davanın reddedilmesi üzerine Berlin Yüksek İdare Mahkemesi’nde temyize giden davacıların başvurusu AT Anlaşması’nın 234. maddesine dayanılarak Mahkeme tarafından “ön inceleme kararı” için ATAD’a gönderilmiştir. AB hukukunda ön inceleme kararına ilişkin süreç, ulusal mahkemelerin AB hukukunu farklı şekillerde yorumlamalarının önüne geçilmesini esas almaktadır.
Yüksek İdare Mahkemesi’nin istemini ve bu çerçevede davacıların başvurusunu değerlendiren ATAD, Türkiye ile AB arasında 1970 yılında imzalanarak, 1973 yılında yürürlüğe giren Katma Protokol’ün 41. maddesine dayanarak, tarafların teşebbüs kurma serbestisi ile hizmet sunma serbestisine yeni kısıtlamalar getiremeyecekleri kuralını genel kural olarak olarak kabul etmiştir.
Mevcut dava örneğinde olduğu gibi bu iki serbestiye yönelik getirilecek vize şartının ve asıl önemlisi benzeri her türlü kısıtlamanın mümkün olamayacağını Divan belirlemiştir. Bir örnekle durumu açıklayalım. Bir Türk firmasının Almanya’da inşaat ihalesi kazandığını varsayalım. Alman hukuku inşaatın başında bulunacak Türk mühendisten herhangi bir AB üyesindeki bir üniversitede tahsilini tamamlamış olması şartını arasın. Oysa 1973 yılında Alman mevzuatında böyle bir şart yok, daha sonra eklenmiş. Mahkeme bunu “yeni bir kısıtlama” olarak değerlendirmektedir.
Divan kararları ile öne çıkan diğer husus da, Türkiye-AB Ortaklık Anlaşması ile Katma Protokol hükümlerinin her türlü AB ikincil hukuk düzenlemesinin ve bu alandaki ulusal mevzuatların üstünde olması durumudur. Bunun iki sonucu söz konusudur. Birincisi, gerek Ankara Anlaşması, gerek Katma Protokol hükümleri Topluluk hukukunun bir parçasıdır ve bütün üye devletleri bağlar. İkincisi ise Topluluk hukukundaki doğrudan etki ilkesinin uygulama alanı bulmasıyla Türk vatandaşlarının Anlaşma ve Katma Protokol hükümlerine dayanarak, bundan doğacak hak ihlallerini mahkeme önüne getirebilmeleridir.
19 Şubat 2009 tarihinden itibaren, eğer AB’de hukukun üstünlüğü söz konusu ise, üye devletlerin geriye dönerek mevzuatlarında Ankara Anlaşması ve Katma Protokol’e aykırı hükümler varsa, bunları kaldırmaları gerekmektedir. Topluluk hukuku, üye ülkeler açısından üye oldukları andan itibaren bağlayıcı olur. Ankara Anlaşması ile Katma Protokol’ün, Topluluk hukukunun bir parçası olduğunu Adalet Divanı belirlemiştir.
Katma Protokol’ün ilgili maddesinin uygulanmaması sebebiyle bundan zarar gören Türk vatandaşları Topluluk İlk Derece Mahkemesi nezdinde eylemden veya eylemsizlikten doğan zarara dayanarak dava açabilirler. Bu durumda, Türk Devleti’ne ve de Avrupa Parlamentosu’ndaki Türk kökenli milletvekillerine büyük iş düşmektedir. Türkiye, altına imza attıkları uluslararası hukuk belgelerine, AB ülkelerinin ve de Komisyon’un saygı göstermesini sağlamalıdır. Bu bakımdan 19 Şubat 2009 tarihi bir başlangıç olmalıdır.
Çifte standardı yıkabilmek için Almanya Fedaral Parlamentosu’ndaki Türk kökenli milletvekillerinin de çaba harcaması gerekir. Bir adım daha ileri giderek, bu yıl yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimlerinde Adalet Divanı Kararını uygulamamakta direnen ülkelerde, kararları yok sayan politikacılara oy verilmemesi için Almanya’daki Türk sivil toplum kuruluşları harekete geçmelidir. Tıpkı, Ermeni diyasporasının Türkiye aleyhine yaptığı girişimler gibi.
AB ile yürütülen katılım müzakerelerinin ilk dört başlığı, mal, işçi, iş kurma ve sermayenin serbest dolaşımıdır. Müzakere sürecinde Türkiye, diğer aday ülkelere göre ayrımcılığa maruz kalmaktadır. Avrupa Birliği Türkiye’ye karşı samimi olmalı, Kopenhag kriterleri dışında Türkiye’ye özel kriterler koymamalı ve ayrımcı davranmamalıdır.
Eğer AB, hukukunu ve tüm müktesebatını yok sayarak (Savaş ve Atabay Kararları ile Divan, Katma Protokol ve Ortaklık Konseyi Kararlarının geçerliliğini dikkate alarak hakların geriye doğru kötüleşmemesi ilkesini onaylamıştır) devamlı Türkiye’nin önüne engel çıkarır ve Türkiye’yi bizden değildir diyerek dışlarsa, Türkiye-AB ilişkileri mutlu sonla bitmeyebilir.
Haegemann Kararı ve de Amsterdam Anlaşması’nın 300. maddesinin 7. bendi ( bu maddede belirtilen şartlara göre yapılan anlaşmalar, Topluluk kurumlarını ve üye devletleri bağlar) ile kesinleşen bir gerçek vardır. O da, AB’nin Türkiye ile imzaladığı anlaşmalar (AA ve KP) kişilere doğrudan hak sağlayan etkiye sahiptir.
KP’ün 41/1 maddesi, Türk vatandaşlarına kişisel haklar da vermektedir. AB üyesi ülkeler bu hakları kendi yasaları ile geri alamazlar. Zaten ABAD 1996 yılında, KP’ün bu maddesinin 2000 tarihli AB Vize Yönetmeliğinin üstünde olduğunu, çatıştığı noktalarda Vize Yönetmeliği hükümlerini ikame edeceğine karar vermiştir. Çünkü Topluluk hukukunda ikincil hukuk kaynakları, birincil hukuk kaynaklarının üstünde değildir. Bu sebeple başta Almanya olmak üzere hiçbir AB üyesi ülke, Türk vatandaşlarına KP’ün uygulanmasında yerleşim, hizmet ve serbest ticaret alanında bir ayırım yapamaz.
Ayrıca, 1 Ocak 1996 tarihinden sonra başlayan gümrük birliği içinde vize uygulaması, AB’nin ortak rekabet hukukuna da aykırıdır. AB işadamları Türkiye’ye vize almadan ya da sınırda vize alarak girebilirken, Türk iş adamları vize alma zorunluluğunda bırakılmakta, günler süren vize çilesi sonunda da vize alamama durumuyla da karşılaşmaktadırlar. Böylece taraflar arasında eşit rekabet şartları ihlal edilmiş olmaktadır. Türk nakliyecilerine AB’nin kota uygulaması da, ayrı bir rekabet hukuku ihlal uygulamasıdır.
Nitekim Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ve Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu Başkanı M. Rifat Hisarcıklıoğlu, 21 Mayıs 2009 tarihinde “Mahkemeleri kazanmamıza rağmen mallar serbest dolaşırken iş adamlarımız (AB’de) vize engeli ile karşı karşıya. Bu haksızlığın bir an önce giderilmesini istiyoruz” diyerek bu hukuk dışı uygulamaya itiraz etmiştir.
Ankara Anlaşması kapsamında malların hareketinin Türkiye ile AB arasında serbest olduğunu, ancak bunu taşıyan TIR’lara, kamyonlara kota uygulandığını ifade eden Hisarcıklıoğlu şunları söylemiştir: “Bir tarafta ‘ticaret serbest’ diyeceksiniz ama öteki tarafta o malı taşıyan kamyonlara kota koyacaksınız. Bu herhalde tarife dışı engelin somut göstergesidir. Bir başka engel mahkemeleri kazanmamıza rağmen mallar serbest dolaşırken iş adamlarımızın vize engeli ile karşı karşıya olmalarıdır. Ama o ülkeden herhangi bir iş adamı Türkiye’ye gelmek isterse hiçbir vize engeli ile karşı karşıya kalmamaktadır.”
Divan’ın Soysal Kararı’na rağmen AB’de vize uygulamalarından sorumlu birimler, kararın uygulamasının AB geneline yayılmaması, sadece Almanya ve Danimarka ile sınırlı kalması gerektiği yönünde görüş bildirmişlerdir. Komisyon, Kararı, bir direktifle AB geneline yayarak müktesebatın parçası haline getirmek yerine, talimatlar aracılığıyla uygulanmasının daha yerinde olacağı görüşündedir. Vize istenmeyecek kesimlerden durumlarını kanıtlamaları amacıyla istenecek belgelerde yetki ilgili devletlere bırakılmak ve gümrük kapılarındaki görevliler de bu belgeleri kabul edip etmeme konusunda yetkilendirilmek istenmektedir. AB’nin bu konudaki kararını en erken Haziran ayında açıklaması beklenmektedir.
Bundan sonra açılacak dava süreçlerinde hükümetin dava açanlara maddi ve hukuki destek vermesi, bunun için bir fon oluşturması, vatandaşlarını AB kurumları ya da üye devletlerle baş başa bırakmaması gerekir. Çünkü vize uygulamalarından hem Türkiye Cumhuriyeti ve hem de Türk vatandaşları zarar görmektedir. Bu amaçla hükümet zaman geçirmeden dava işlerini koordine edecek ve yürütecek bir ofis kurmalıdır.
Ofis’te, Türk vatandaşlarının işlerini bedelsiz takip edecek Türk ve AB vatandaşı avukatlar istihdam etmelidir. ABAD’a ne kadar çok dava giderse, Türk vatandaşlarına vize uygulayan ülkeler üzerinde o kadar çok baskı oluşur. Komisyon da bu durumdan etkilenerek Divan kararlarının uygulamamakta ısrar eden AB üyesi hükümetler aleyhine dava açar.
Bundan sonra Soysal ve benzeri kararların etkilerinin uygulamaya yansıması açısından hükümetin, ilgili kamu kurumlarının ve sivil toplum kuruluşlarının yer alacağı bir eylem planı oluşturularak birlikte hareket edilmesi gereklidir. Bu konuda hükümet, AB Genel Sekreterliği, İKV ve TOBB öncü olmalıdır.
Avrupa Adalet Divanı, 28 Nisan 2009 tarihinde Kıbrıs’taki mülkiyet sorunuyla ilgili Rum mahkeme kararlarının, bütün Avrupa Birliği ülkelerinde dikkate alınması gerektiği yönünde karar almıştır. (Orams Kararı) Kıbrıslı Rum Meletis Apostolidis, KKTC’de 1974 öncesinde sahip olduğu araziye villa inşa eden İngiliz David-Linda Orams çifti hakkında, Rum Kesimi’nde dava açmış ve mahkeme arazinin iadesi ile tazminat kararı almıştı.
Apostolidis, icra edilmesi talebiyle kararı İngiliz mahkemelerine taşımış, İngiliz mahkemeleri de Avrupa Adalet Divanı’ndan görüş istemişti. Adalet Divanı, Rum Kesimi’ndeki kararların diğer Avrupa Birliği ülkelerinde de uygulanması tavsiyesinde bulunmuştur. Nihai kararın İngiltere Yüksek İstinaf Mahkemesi’nde verileceğini söylense de, Divan kararının uygulanmaması söz konusu olamaz.
Eğer Orams Davası örnek alınacak ve uygulanması tüm AB ülkelerinde mümkün olacaksa, Soysal ve diğer Türk vatandaşları lehine olan kararların da uygulanması gerekir. AB’de bir tek hukuk vardır. Türkler için ayrı, Kıbrıslı Rumlara için ayrı hukuk kuralları yoktur, zaten olamaz da.
Soysal Kararı’nın ardından bazı meslek gruplarına vizelerin kaldırıldığına ilişkin olarak Almanya İçişleri Bakanlığı, Federal Emniyet Genel Müdürlüğü ve Eyalet İçişleri Bakanlıkları’na gönderdiği iki ayrı genelgede, 1980 yılından bu yana Türk vatandaşlarına uygulanan vizelerin bazı meslek grupları ve bazı özel seyahatler için kaldırıldığını duyurmuş ve kararını Brüksel’e bildirmiştir.
Almanya’nın kararından yaralanacak olanlar, daha önce satılmış aletlerin montajı, tamiri, revizyonu ve benzeri çalışmalar için Almanya’ya giden Türk firmaları çalışanları. taşımacılık sektöründe çalışanlar (iki ayı geçmemek şartıyla) ve bilimsel seminer, sanat ve spor faaliyetleri gerekçesi ile seyahat edenlerdir.
Bakanlığın genelgesine göre, üç meslek grubunun seyahatine vizesiz Almanya yolu açılmıştır. Bu üç grubun dışında diğer grupların, Soysal Kararı’ndan etkilenmediği açıklanmış, özellikle hizmet almak amacıyla yani pasif hizmet olarak bilinen turistik amaçla yapılan seyahatlerin vizesiz olamayacağı vurgulanmıştır. Genelgeye göre futbolcu maç için vizesiz AB ülkesine gelebilecektir ama maçı izlemek isteyen bir Türk seyirci vize almak zorundadır.
Almanya bu defa en az vize kararı kadar etkili bürokratik engelleri yürürlüğe koymuştur. Almanya’nın genelgesine göre, vizesiz seyahat edebilecek mesleklere sahip kişilerin, seyahat amaçlarını davet ya da benzeri belgelerle ispat etmeleri gerekmektedir. Almanya’ya gitmek isteyenlerin formaliteler sebebiyle sınırlardan geri çevrilmeleri de mümkündür. Seyahat edeceklerin, seyahat amaçlarını ve mesleki konumlarını ispat etmek zorunda olmaları, en az vize kadar seyahat özgürlüğünü kısıtlamaktadır ve Soysal Kararının özüne ve ruhuna tamamen aykırıdır.
Almanya İçişleri Bakanlığı sözcüsü Stefan Paris, aktif şekilde hizmet sunmak amacıyla Almanya’ya kimlerin vizesiz girebileceği konusunda diğer AB ülkelerinin hükümetleriyle de görüş alışverişinde bulunduklarını belirterek şunları söylemiştir: “İncelemeler sonucunda bakanlığımız 3 hizmet grubuna daha Almanya’ya vizesiz giriş yapabilmelerine imkan verilmesi konusunda karar aldı. Ancak bu karar henüz uygulanmaya konulmadı. Bunun ne zaman uygulanabileceği konusunda da bir şey söyleyemeyiz. Karar sınır kapılarını bildirilmediği için de şimdilik Türk kamyon şoförleri dışında tüm Türk vatandaşlarının vizeye ihtiyacı bulunuyor.”
Almanya’nın uygulaması AB Komisyonu tarafından inceleme aşamasındadır. Komisyon, yukarıda da bertildiği gibi Haziran ayında bu konuda bir rapor yayınlayacaktır. Çünkü, Soysal Kararını uygulamakla yükümlü 10 AB ülkesi bulunmaktadır. ABAD’ın Soysal kararına esas oluşturan 1973’teki Katma Protokol’ün imzalandığında AET üyesi olan altı ülke ile (Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda, Lüksemburg ve İtalya) o tarihte Türk vatandaşlarına vize uygulamayan (İngiltere, Portekiz, İspanya ve Danimarka) 4 ülkenin kararı uygulamaya koyması bir hukuki zorunluluktur.
Soysal Kararı’ndan sonra Türkiye’nin Schengen’in vize uygulanan ülkeleri içeren birinci listesinden, vize uygulanmayan ikinci listesine dahil edilmesi gerekmektedir. Eğer bu yapılmaz ise, Türk vatandaşlarının haklarını aramak için yeni davalar açması kaçınılmaz olacaktır.
Prof. Dr. S. Rıdvan Karluk
Anadolu Üniversitesi
Eskişehir
Türkiye