Etiket: Turkish Forum

  • Anastasiadis’in Güvenlik ve Garantiler paranoyası .. Prof. Dr. Ata ATUN

    Anastasiadis’in Güvenlik ve Garantiler paranoyası .. Prof. Dr. Ata ATUN

    Anastasiadis’in Güvenlik ve Garantiler paranoyası

    New York zirvesinden “Kıbrıs Rum tarafının takvimlerden, sürelerden kaçındığı ve kendini güçlü, Türkleri de zayıf hissettiği bir döneme kadar müzakereleri sürdürerek adanın tümüne hakim olmayı istediği” sonucu çıktı.

    Anastasiadis’in takvimlerden kaçmak istemesinin nedeni, Kıbrıslı Rumların asla Kıbrıslı Türklerin ortak olacağı bir devleti kurmak istememelerinden kaynaklanıyor. Kıbrıslı Rumların değişmez hedefi ve isteği, adanın tümüne hakim olana dek müzakereleri sürdürmek. Anastasiadis’in New York’ta gerçekleştirilen 3’lü görüşmeden sonra yaptığı açıklamada “1960 öncesine geri dönmek için çaba harcıyorum” demesi gerçekleri ve aklındakini tüm çıplaklığı ile ortaya koyuyor.

    16 Ağustos 1960 tarihinde ilan edilen Kıbrıs Cumhuriyetinin Anayasasının Ek-1’inde İttifak ve Garantiler Anlaşması olması ve bu nedenle de ada üzerinde Türkiye’nin Garantörlüğü, tek taraflı müdahale hakkı ve 650 kişilik Türk Alayı olması nedeni ile Anastasiadis, Türkiye’nin garantörlüğünün olmadığı, Garanti Anlaşmasının bulunmadığı ve ada üzerinde Türk Askerinin yasal olarak yer almadığı günlere, yani İngiliz Sömürge dönemindeki koşullara dönmek için çaba harcadığını söylemekte. Tek fark, 1960 öncesinde İngilizler adaya hakimdi ve adayı yönetmekteydi, Anastasiadis kendini İngiliz Valisi Sir Hugh Foot’un konumunda, Kıbrıs Rum Temsilciler Meclisini ve Rum Yönetimi hükümetini de İngiliz Sömürge İdaresi olarak görev yapacağı günler için çalışmakta ve uğraşmakta olduğunu söylüyor. Kıbrıslı Türklerin ise bu tarz bir oluşum içinde “Şamişicilik, köftecilik (gubez) ve Rum evlerinde hizmetkarlık” yapmak dışında da herhangi bir görevlerinin olmayacağı yeni garantörsüz, askersiz bir oluşum için çalışıyormuş.

    Anastasiadis’in önceki akşam İngiltere’de yaşayan Kıbrıslı Rumların düzenledikleri etkinlikte yaptığı konuşmada, “Kıbrıslı Türklerin güvenlik konusundaki endişelerini görmezden gelmeyeceğini ancak Kıbrıslı Rumlara haksızlık yapmak için Kıbrıslı Türklerin güvenlik konusunda olmayan endişelerine de gereğinden fazla önem vermeyeceğini” söylemesi ise ne denli art niyetli olduğunu ortaya koymakta.

    Anlaşılan Anastasiadis, 1963 yılı sonunda ve 1964 yılının ortalarına kadar olan dönemde dönemin Rum Cumhurbaşkanı Makarios’un Kıbrıslı Türklerin anayasada kendilerine ortaklık hakkı tanıyan 13 maddenin kaldırılmasını kabul etmedikleri için kendisinin bizzat verdiği talimatla başlatılan Kıbrıslı Rumların silahlı saldırıları sonucunda 133 Türk köyünün Rumlar tarafından yakılıp yıkıldığını ve bu köylerde ikamet eden 36 bin Kıbrıslı Türklerin topluca göç etmek zorunda kaldığını belgeleyen Birleşmiş Milletlerin kurduğu “Fict Finding Mission”, “Gerçekleri Tespit Heyeti” veya “Keşif Heyeti” başkanı A. Ortega’nın 1964 yılının Temmuz ayında hazırladığı yürekler acısı raporu unutmuşa benziyor. (The Ortega Report, 2. Hamur, karton, 580 sayfa, Yeniden Basım 2011, ISBN: 978-605-4598-038)

    Anlaşılan Anastasiadis, Rum saldırılarının başladığı 1964 yılı ile 1974 Mutlu Barış Harekatı arasında kalan 11 yıllık zaman dilimi içinde de toplamda 103 köy talan edilip yıkılırken, Lefkoşa’da 40, Gazimağusa’da 13, Larnaka’da 11, Limasol’da 10, Baf’ta 10 ve Girne’de de 11 caminin silahlı Rumlar tarafından yakılıp, yıkılmasını ve yerle bir edilmiş olmasını unutmuşa benziyor.

    Anastasiadis ayrıca, 1974 yılında silahlı Rumların Taşkent’de (Dohni), Baf’ta, Atlılar’da, Sandallar’da ve Muratağa’da 3 aylık bebek demeden, çocuk, kadın, erkek, 93 yaşında yaşlı demeden tüm Kıbrıslı Türkleri insafsızca katlederek yaralılarla birlikte canlı canlı çukurlara koyup, üzerlerine toprak atarak öldürülmüş olmalarını da unutmuşa benziyor.

    Birde utanmadan, arlanmadan, Kıbrıslı Türklerin güvenlik konusunda duydukları endişelerini anlamadığından bahsetmekte. Biz de, Kıbrıslı Rumların niye Türk askerinden ve Türkiye’nin garantisinden tavuk gibi korktuklarını bir türlü anlayamıyoruz Sayın Anastasiadis, eğer 1963-1974 dönemi içinde yaptığınız gibi, bir bahane uydurup sizin istediğiniz şekli ile savunmasız, garantörsüz ve Türk askerinden yoksun Kıbrıslı Türklere saldırmak niyetiniz yoksa…

    Ata ATUN
    e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com

    Facebook: AtaAtun1

    30 Eylül 2016

  • Güzel şeyler olacak..

    Güzel şeyler olacak..

    223457

     

    Eshabil Üstündağ
    adanams@gmail.com

    28.9.2016 22:50

    Yazısız..

    Yazı isterseniz (falın meâli) şurda;

    1-  https://www.turkishnews.com/tr/content/2015/03/14/hukumetin-yeni-pakedini-acikliyorum/

     

    2- https://www.turkishnews.com/tr/content/2016/08/11/benim-yorumlamam-bugadar/

     

     

  • Anastasiadis’in dahiyane planı  … Prof. Dr. Ata ATUN

    Anastasiadis’in dahiyane planı … Prof. Dr. Ata ATUN

    Anastasiadis’in dahiyane planı

    KKTC’nin III. Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu döneminde Kıbrıs konusunu müzakere yapmamak, masadan kaçmak için elden geleni yapan Anastasiadis, Mustafa Akıncı seçilir seçilmez masadan kaçmaz oldu.

    Dahiyane, geniş çaplı ve iki ayaklı bir planı var Anastasiadis’in.
    Bu iki ayaklı planının her ikisini de sonunda kazanacak ki zaten kazanmaya ayarlamış daha ilk baştan. Sonuçta müzakere masasında bir anlaşmaya varmayacak ve 2018 yılının Şubat ayında yapılacak Rum Başkanlık seçimlerine bir kahraman gibi girecek.

    Öte yandan Amerika Birleşik Devletlerinde Kasım ayında seçim var. Obama seçimlere giremeyeceği için Kasım 2016-Ocak 2017 arası ABD hükümeti hiçbir stratejik karar alamaz. Yeni seçilen Başkan ancak Ocak ayının ilk haftası yemin eder ve Beyaz Saray’a taşınır. Adaptasyon, bilgilendirme ve uyum dönemi ay sonuna kadar sürer. Bu nedenle de 2016 yılında Kıbrıs konusunda hiç bir şey olmaz.

    Trump seçilirse, ABD üst düzey yönetimi ve Bakanlıklar kısa süreli de olsa bir karmaşa içine girecek. Kıbrıs konusu Trump’un çok da umurunda değil. Daha ağzından Kıbrıs konusunda ne düşündüğünü ve planının ne olduğunu duymadım. Hillary seçilirse, üst düzey kadro belki aynı kalacak ama Kıbrıs konusu gündemin üst sıralarında yer almayacak.

    Anastasiadis, Kıbrıs Rum halkına doğruları söylememekte ve hedefi de bir halk kahramanı olarak seçime girmek için Andersen masallarının Kıbrıs versiyonunu anlatmakta.

    Geçen hafta içinde BM Genel Kurulunda yaptığı konuşmada ağzından gerçekten inciler döküldü Anastasiadis’in. Birleşik Kıbrıs’ın tek yasal kişiliği, tek egemenliği ve tek vatandaşlığı olacakmış. Bu belayı başımıza II. Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat sarmıştı Rumların 6. Cumhurbaşkanı Dimitris Hristofyas’la müzakereleri sürdürürken.

    Devamla Kıbrıs adasının tümünde, tüm Kıbrıslılar için “Dolaşım özgürlüğü, toprakları sahiplenme, ikamet özgürlüğü, çalışma özgürlüğü ve herhangi bir iş kolunda istediği yerde iş kurma garantisi olacakmış. İlk yıl toprağın 1974 öncesi sahibi olan Rum karar verecekmiş kuzeydeki Rum topraklarının ne olacağına, eğer karar vermezse “Toprak Komisyonuna” gidecekmiş ve komisyon karar verecekmiş söz konusu toprağın sahibinin kim olacağına ve tazminatın ne kadar tutacağına.

    Özel kişilerin toprak mülkiyet hakkına tam saygı olacakmış ve Anlaşmanın daha ilk gününde de adanın 1960 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti kurulurken ki demografik yapısının aynısı uygulanacakmış. O dönemde 450 bin Rum ve 120 bin Türk vardı, şimdi de 802 bin Rum ve 220 bin Türk olacakmış ve dıştan gelecek yerleşimcilerle bu oran asla bozulmayacakmış Anastasiadis’e göre. Tüm bunlara ilaveten “Birleşik Kıbrıs” AB’ye otomatikman kabul olacakmış ve asla kalıcı derogasyonlar bulunmayacakmış, AB müktesebatı da adanın tümünde eksiksiz bir şekilde uygulanacakmış. Türkiye’nin garantörlüğü ve garantisi kalkacakmış ve Türk Silahlı Kuvvetleri de daha ilk günden adayı terk edecekmiş, geriye 650 kişilik bir Türk Alayı (Turdik) kalacakmış.

    Şaka gibi bir konuşma yaptı Anastasiadis BM Genel Kurulunda. 1960 öncesi nüfus oranı olacak, Türk askeri gidecek ve Rumlar sil baştan aynen 1963-1974 arası uyguladıkları soykırımı bu sefer adada bir tek Türk kalmayacak şekilde uygulayacak ve Türkiye’nin de müdahale hakkı olmayacak demek istiyor üstü kapalı olarak.

    Anastasiadis’in maksadı, Türklere referandumda “Hayır” dedirtmek ve müzakere masasından kendisi kalkmadan ve kaçmadan, müzakerelerin son bulmasında Türkleri suçlu konumuna sokmak. Sonra da Kıbrıslı Rumlara “Ben her istediğinizi masaya koydum, Akıncı’ya Kabul ettirdim ama Kıbrıslı Türkler kabul etmedi” deyip bir kahraman gibi Başkanlık seçimlerine girmek… Zaten Türkiye’nin “Garantörlüğü”nü ve “Garanti Anlaşmasını” masaya koydurup tartışmaya açtırdığı için halü hazırda bir Milli Kahraman konumunda, daha evvelki Rum liderler bunu yaptırmayı başaramadığı için.

    Yemezler sayın Nikos Anastasiadis. Biz bu filmi 1980’de de görmüştük, başrolde Rumların 2. Cumhurbaşkanı Spiros Kyprianou vardı. Sonra 3. Cumhurbaşkanı Yorgo Vasiliu Gali Fikirler dizinde benzeri bir senaryoyu oyuna soktu, sonra da 4. Cumhurbaşkanı Glafkos Klerides ile 5. Cumhurbaşkanı Tassos Papadopulos aynı senaryoyu eksiksiz oynadılar.

    Teşekkür ederiz Sayın Anastasiadis, biz almayalım.

    Ata ATUN
    e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com

    Facebook: AtaAtun1

    26 Eylül 2016

  • Bahçeli AKP’nin kış lastiği konumundadır

    Bahçeli AKP’nin kış lastiği konumundadır

    z_ucar

     

    Zahide UÇAR

    AKP ne zaman patinaj yapsa Bahçeli kış lastiği olup AKP yi düze çıkarır.

    Kılçıktaroğlu da AKP’nin PKK yı büyüten poitikalarına PKK lı belediyelere sahip çıkarak tersten destek oluyor. Kısacası Bahçeli ve Kılçıktaroğlu’nun eylem ve söylemleriyle halka verdikleri mesaj:
    Bizden bir halt olmaz. AKP ye mahkumsunuz.

    Bunların hiçbirine oy vermemek, hatta sandığa gitmemek adamlıktır da, adam olmaya talip olan var mı?

    23.9.2016

     

  • EYLÜL GAYRETİ

    EYLÜL GAYRETİ

    izmir_city_tour_04

    EYLÜL GAYRETİ

    Hüseyin MÜMTAZ

     

    Hiç olmazsa Eylül’ün bitmesini bekleseydiler.

    “9 Eylül” güzeldir, Eylül İzmir’dir, “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz”dir Eylül…

    Papaz, 94 yıl sonra, Eylül bitmeden 33rövanş almış.

    Fener’in, 94 yıl sonra, Cumhuriyet tarihinde ilk kez İzmir’e atamasını yaptığı metropolit Bartholomeos Samaras için tören düzenlenmiş. Basmane’deki Aziz Vukolos Kilisesi’ndeki törene, Fener’deki asıl Bartolomeos da katılmış.

    Yunanistan’ın Volos şehrinde doğan ve ancak 3 yıl önce Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan 44 yaşındaki yeni Bartholomeos’u;  asıl Bartholomeos başkanlığında toplanan yüce Sen – Sinod Meclisi İzmir’e metropolit olarak atamış.

    Yetmemiş, İzmir Rum Ortodoks Kilisesi Başrahibi Kyrillos Sykis de fırsattan istifade Urla, Çeşme ve Karaburun bölgesinden sorumlu piskopos olmuş.

    Vatandaşımız olan Rumların dine böyle özgürce örgütlenmeleri hoşuma gidiyor, saygı ve sevgiyle karşılıyorum da aklıma hemen Batı Trakya geliyor.

    AB vatandaşı Batı Trakya Türkleri de, aynen Türkiye Rumları gibi dinlerini özgürce yaşayabiliyorlar mı? Müftülerini kendileri mi seçiyor, yoksa Yunan hükümeti, valileri mi atıyor?

    Camilerini serbestçe onarabiliyorlar mı? Minarenin, komşu evin çatısından yüksek olmaması kuralı kalktı mı, halâ yürürlükte mi?

    Atina’da cami var mı, cami?

    Fener’deki asıl Barthalemeos’un İzmir’e atadığı yeni Barthalemeos’un 94 yıl önceki selefi, Hrisostomos Kalafatis’ti.

    Yunanistan doğumlu yeni metropolitin aksine o Mudanya’nın Zeytinbağı köyünde doğmuştu.

    Vikipedi kendisinden “Rum din ve siyaset adamı” diye bahseder.

    Hem din, hem siyaset adamı nasıl olunabildiğinin şifreleri ise Yunan işgali sırasındaki davranışlarında gizlidir.

    Yunan ordusunca İzmir’in işgali esnasında Yunan İşgal Komutanı Zafiriu’nun bildirisi halka dağıtılırken komutanı ve onunla birlikte bulunanları takdis etmesi, Türk halkında büyük tepki uyandırır. Yunan ordusunun işgal ettiği bölgelerdeki eylemlerine dair şikâyetler üzerine Ekim 1919’da Paris Barış Konferansı’na sunulan Milletlerarası Tahkik Komisyonu Raporu’nun 9. maddesinde “Metropolit’in askeri birlikleri takdis için yaptığı tören ateşe benzin dökmekten başka bir işe yaramamıştır.” denilmiştir.

    İşgalden bir gün önce bir bildiri yayımlamış olduğu; “Kurtarıcılarımız yarın şehre gelecektir. Yaşasın milletimiz!” şeklinde ifadeler kullandığı bilinmektedir.

    İzmir’in kurtuluşu sonrası linç edilir.

    Linç edilir ama Yunan kilisesi, Türk kanı içmeyi sevap kabul eden Hrisostomos’u 1993 senesinde ‘aziz’ ilan eder.

    Atina’daki Nea Smyrna “Yeni İzmir” semtine, Hrisostomos’un yüzü İzmir’e dönük heykeli dikilir, altına da “İzmir şehidi” yazılır…

    Peki, o halde Bodrum-Turgutreis yolu üzerinde Gümbet sapağında, şaha kalkmış atının üzerinde hem de Mareşal üniformasıyla ve kolunu kaldırarak İstanköy’e zeytin dalı uzatan Atatürk heykelinin mantığını bana kim, nasıl izah edecek?

    Papaz, cübbesiyle İzmir’e dönük haç tutarken; Atatürk atın üzerinde üniformayla neden zeytin dalı tutar?

    Bu kafayla daha çok ilimize, ilçemize metropolit, piskopos “atanır”.

    Atatürk’ün zeytin dallı heykelinden bahsetmişken Anıtkabir’deki çocuk parkını es geçersek ayıp olacak.

    Yaver, Muhafız Alayı, Meclis Muhafız taburu kalktı mı, kalktı.

    Çocukluğumda Ortaköy-Beşiktaş tramvayında önünden geçerken ağzım açık seyrettiğim Dolmabahçe’nin o muhteşem kapısında da artık nöbet tutan askerler yok.

    Dolmabahçe Sarayı ve diğer bütün saraylar nereye bağlı?

    Milli Saraylar Daire Başkanlığı’na.

    Milli Saraylar Daire Başkanlığı’nın görevi ne?

    Yönetiminden sorumlu olduğu “milli sarayların idaresi, bakımı ve restorasyonu”…

    Peki, Milli Saraylar Daire Başkanlığı nereye bağlı?

    TBMM’ne.

    Şimdi…

    Genelkurmay’ın bağlısı Anıtkabir; çocuk parkı, kaydırak, dönme dolap gibi rengârenk plastik oyuncaklar inşa ettirip, yaptıran şirkete teşekkür levhası astırıp reklâma aracılık eder hâle gelmişse el değiştirmesinin de zamanı gelmiştir.

    Anıtkabir de, Milli Saraylar gibi TBMM’ne bağlanmalıdır.

    Meclisi açan ve ilk başkanı zaten Atatürk değil miydi?

    “İdaresi, bakımı ve restorasyonu” mutlaka şimdikinden iyi olur.

    Yakışır da… 25 Eylül 2016

     

     

  • Sinan MEYDAN: Osmanlı’da medreselerde Türkçe yasaktı. Şimdi de yeniden Osmanlılaşma projesi kapsamında..

    Sinan MEYDAN: Osmanlı’da medreselerde Türkçe yasaktı. Şimdi de yeniden Osmanlılaşma projesi kapsamında..

    s_meydan_01

     

    Sinan MEYDAN:

    Osmanlı’da medreselerde Türkçe yasaktı.Şimdi de yeniden Osmanlılaşma projesi kapsamında medreseleri açıp Arapça eğitim vermeyi amaçlıyorlar. 15:25 – 24 Eyl 2016

    Osmanlı’da medreselerde Türkçe yasaktı.Şimdi de yeniden Osmanlılaşma projesi kapsamında medreseleri açıp Arapça eğitim vermeyi amaçlıyorlar. 15:25 – 24 Eyl 2016

    s_meydan_02

     

  • Kâbe’yi Artık İsrail Koruyacak! – Ey Müslümanlar! Sessiz Kalmayın..

    Kâbe’yi Artık İsrail Koruyacak! – Ey Müslümanlar! Sessiz Kalmayın..

    7654

    Kabe’yi İsrail koruyacak!

    Bu nasıl çelişki dedirten gelenek bu yıl da bozulmadı ve Suudi Arabistan Kabe’nin güvenliğini İsrailli şirkete verdi.

     

    Bugün İsrail basınının verdiği son dakika bilgisine göre bundan önce de söylentilere konu olan ve geçtiğimiz yıl itiraf edilen İsrailli şirket gerçeği bir kez daha Müslümanların karşısına çıktı. Üstelik tarihi uzatılarak. Terör devleti İsrail’in resmi(!) radyosunun verdiği haber göre Suudi Arabistan yönetimi bu yıl da hacıların güvenliği için İsrailli G4S şirketi ile anlaştı!

     

     

    Geçtiğimiz yıl Kabe’de yaşanan Vinç faciasında çok sayıda hacının hayatını kaybetmesi üzerine İsrail’li şirketlerin bir dahli olup olmadığı konusu tartışılmıştı.

    Geçtiğimiz yıl Kâbe‘de yaşanan Vinç faciasında çok sayıda hacının hayatını kaybetmesi üzerine İsrail’li şirketlerin bir dahli olup olmadığı konusu tartışılmıştı..

    Önce vinç kazası sonra Mina’da yaşanan izdihamda hayatını kaybeden yüzlerce insan..

     

    Suudi Arabistan’da bu yılki hac organizasyonu büyük olaylara sahne oldu. Vinç kazasından sonra bayramın 1. günü yaşanan Mina’daki izdiham olayı dünyanın gündemine oturdu.

     

    Herkesin aklındaki soru şu oldu; Acaba bir güvenlik zaafiyeti mi var?

     

    Yeni Şafak yazarı Mehmet Şeker, bir Arap gazetesine dayandırdığı iddiaya göre hac organizasyonunun güvenliğini bir İsrail şirketinin üstlendiği yazdı.

     

    Bu şirket, hacıların Cidde’den Mekke’ye nakillerinden tutun da milyonlarca hacının parmak izi ve fotoğraflarından tutun da her türlü bilgiyi saklama hakkına sahip.

     

    İşte Şeker’in Lübnan gazetesine dayandırdığı iddiası;

     

    Haccın güvenliğini sağlayan, İsrailli bir şirket

     

    ***
    Şimdi gelin, Lübnan’a uzanalım.
    Al Akhbar gazetesinin 7 Ekim 2013 tarihli nüshasında yer alan bir habere bakalım.
    Arşivden çıkarıp okuyoruz…
    El Ahbar, tam iki yıl önce, Haccın güvenliğinin 2010 yılından beri İsrailli bir şirket tarafından sağlandığını yazdı.
    G4S isimli şirketin müdürü ise Halit Bağdadi.
    *
    İşgal altındaki topraklarda Yahudilere silah ve teçhizat desteği sağlayan…
    Ayrıca İsrail hapishanelerindeki Filistinli mahkûmlara işkence uygulayan şirket.
    Al Majal G4S, kâğıt üzerinde bir İngiliz-Danimarka şirketi olarak görülüyor.
    İsrail’de bilindiği üzere, şirketin faaliyetleri arasında, Cidde’deki hacıların Mekke’ye transferleri sırasında oynadığı etkin rol de göze çarpıyor.
    İnternet sitesi Asrar Arabiya (Arap Sırları), G4S’nin 2011 yılında “Mekke’de Hacc zamanı 7 günlüğüne görevlendirilecek adaylar almak için” ilan vermiş olduğunu yazdı.
    Gilles Munier bu şekilde bildiriyor.
    Devamı da var, atlamayalım.
    *
    Başta Bağdat ve Dubai havalimanları olmak üzere, G4S, 16 ülkede 44 bin görevli istihdam etmekte.
    Şirketin bu ülkelerle yapmış olduğu anlaşmalar gereği, milyonlarca Hacı’nın, parmak izinden fotoğrafına varıncaya kadar her türlü bilgiyi saklama hakkını sahip.
    Haziran 2014’de Londra’da yapılan G4S’in genel kurul toplantısında, Filistin yanlısı BDS militanlarının baskını üzerine, G4S’in idarecilerinden Ashley Almanza, 2017 yılından evvel olmamak üzere İsrail cezaevleriyle tekrar kontrat yapmayacaklarını açıkladı.
    Bu açıklama, elbette ciddiye alınmadı.
    (BDS olarak kısaltılan Boycott Desinvestissement Sanctions, Uluslararası anti Siyonist teşkilat.)
    *
    İlginç bir vaziyet.
    Okuyup da dudak bükenler olursa, isimler ve cisimler üzerinden araştırabilir.
    Hepsini zikrettik.
    Arşivler zata mahsus değil, herkese açık.

    habertube.org

  • Erdoğan, ABD’de siyonist küresel çete ile bir araya geldi!

    Erdoğan, ABD’de siyonist küresel çete ile bir araya geldi!

    123

     

    Erdoğan, ABD’de siyonist küresel çete ile bir araya geldi!

     

    12345

    23456

    Erdoğan, Michael Bloomberg’in organize ettiği toplantıda ABD’nin en önemli Yahudi lobilerinden Henry Kissinger ve Rothschild ailesi üyesi James Rothschild ile buluştu.

    Toplantıda, yatırımcı ve iş adamlarından EMEA Citi İcra Başkanı James C. Cowles, Coxton Associates ortağı Jeff Enslin, Lazard CEO’su Ken Jacobs, Blackstone Başkanı Hamilton E. Jones, Warburg Pincus CEO’su Chip Kaye, Kissinger Associates’i temsilen Henry Kissinger, BBVA İcra Kurulu Direktörü Jose Manuel Gonzalez-Paramo, WL Ross and Co. Başkanı Wilbur Ross, BM Personeli Emeklilik Fonu Başkanı Carol Boykin, satranççı Magnus Carlsen ve temsilcisi Espen Agdestein ile Rotschild ailesi mensubu James Rotschild yer aldı.

    kaynak: face, Banu Avar sayfası

  • Ümit KOCASAKAL:Ülkede ne kadar iktidar sıkıntısı varsa, bir o kadar da muhalefet sıkıntısı vardır; Kuvai Milliye Ruhuyla Muhalefet gerek!

    Ümit KOCASAKAL:Ülkede ne kadar iktidar sıkıntısı varsa, bir o kadar da muhalefet sıkıntısı vardır; Kuvai Milliye Ruhuyla Muhalefet gerek!

     

    Ümit KOCASAKAL:

    “Ülkede ne kadar iktidar sıkıntısı varsa, bir o kadar da muhalefet sıkıntısı vardır; Kuvai Milliye Ruhuyla Muhalefet gerek!”
    24.9.2016 00:07 Halk Tv. Canlı

  • Ümit KOCASAKAL: “O Anıtkabir’deki Park kalkacak ve aksi halde ben gider Grayderle kaldırırım!”

    Ümit KOCASAKAL: “O Anıtkabir’deki Park kalkacak ve aksi halde ben gider Grayderle kaldırırım!”

     

    Ümit KOCASAKAL:

    “O Anıtkabir’deki Park kalkacak ve aksi halde ben gider Grayderle kaldırırım!”
    24:9.2016 00:15 Halk Tv. Canlı

  • Ümit KOCASAKAL: Tarikatlar bir zenginlik değil PESPAYELİKTİR!

    Ümit KOCASAKAL: Tarikatlar bir zenginlik değil PESPAYELİKTİR!

     

    Ümit KOCASAKAL: Tarikatlar bir zenginlik değil PESPAYELİKTİR!
    23.9.2016
    Halk Tv. Canlı Yayın

  • Sinan MEYDAN: Gözlerimizin içine bakarak Birileri Türkiye Cumhuriyetini Tasfiye ediyor..!

    Sinan MEYDAN: Gözlerimizin içine bakarak Birileri Türkiye Cumhuriyetini Tasfiye ediyor..!

    s-meydan

     

    Sinan MEYDAN:

    Gözlerimizin içine bakarak, Birileri Türkiye Cumhuriyetini Tasfiye ediyor..!
    23.9.2016 21:19
    Halk Tv. Canlı Yayın

  • HEM “CENNETMEKÂN”, HEM “ULU HAKAN”, HEM DE “SULTAN” ABDÜLHAMİT HAN

    HEM “CENNETMEKÂN”, HEM “ULU HAKAN”, HEM DE “SULTAN” ABDÜLHAMİT HAN

    occupation_of_constantinople_3

    HEM “CENNETMEKÂN”, HEM “ULU HAKAN”, HEM DE “SULTAN” ABDÜLHAMİT HAN

    Hüseyin MÜMTAZ

    İlginç bir ülkede yaşıyoruz. İki, üç yılda bir siz de; “Yahu bu geleceğe/geçmişe dönüş filmini daha önce seyretmemiş miydik” duygusu taşımıyor musunuz?

    Günlük yazıp yorum yapanlar için de inanılmaz kolaylık sağlıyor bu durum. Karıştırıyorsunuz dosyalarınızı; ortama/olaylara şak diye bire bir uyan bir yazınızı bulup kullanabiliyorsunuz…

    O saat yazılmış gibi.

    Malûm çevrelerin artık kronikleşen Abdülhamit aşkı nüksedince aynı hisse kapıldım.

    Buyurun işte arşivden çıkardığım, 22 Mayıs 2013 tarihli tam üç buçuk yıl önceki yazım:

    https://www.turkishnews.com/tr/content/2013/05/22/malaya-ve-antelope/

    “MALAYA VE ANTELOPE

    Başlıktaki isimler size hiç yabancı gelmesin.. Her ikisinin de Türk tarihinde çok önemli yerleri var.. Hiç unutulmamalıdırlar, asla akıldan çıkarılmamalıdırlar.

    Gelecek nesillere öğretilmeli, millî bir miras gibi nesilden nesile aktarılmalıdırlar.

    1839’da başlayan yolculuk devam ediyor.. ‘Gâvura gâvur denilmeyecek’den 174 yıl sonra ilk olarak ‘teröriste terörist denilmeyecek’ durağına ve son olarak da ‘haine hain denilmeyecek’ kavşağına geldik.

    Karabük’te bir konuşma yapan M.A.Şahin,  yıllardır Vahdeddin’in vatan haini gösterildiğini ve bu görüşe katılmadığını söyleyerek, ‘Milli Eğitim Bakanımız Nabi Avcı’ya çağrıda bulunuyorum, son padişahla ilgili hala aynı hüküm devam ediyorsa tarih kitaplarını değiştirin’ demiş.

    Olur..

    Her şeyi hallettik, de sıra Vahdettin’e geldiydi..

    Tarihin, M.A. Şahin’in okumadığı bölümünü biz okuyalım..

    Bütün bildiklerinizi unutun, şu tek örnek yeter mi yetmez mi karar verin.

    ‘İngiliz Yüksek Komiseri Sir Rumbold, Halife Vahdettin’in görüşme isteğini öğrenince 6 Kasım 1922 günü tercümanı ile birlikte kendisini ziyarete gitti. Vahdettin sözü uzatmadan sordu: -İki yıl önce yetkili makamlarınız, bir tehlike olduğu takdirde, beni koruyacakları hakkında söz vermişlerdi. Bu söz şimdi de geçerli mi?-

    -Evet efendim şimdi de geçerli.-

    Vahdettin korku içindeydi: -İlk fırsatta İstanbul’dan ayrılmak istiyorum. Beni nereye götürürsünüz? Mısır’a mı, Kıbrıs’a mı, nereye?-

    Sir Rumbold, -Mısır tehlikeli, Kıbrıs da olmaz. Geçici olarak başka bir yer olabilir. Mesela Malta. Ayrılış gününü kararlaştırdığınız zaman General Harrington’a birini yollayınız- dedi.

    Vahdettin 10 gün sonra General Harrington’a gizli bir mektup gönderdi:

    -İstanbul’da hayatımı tehlikede gördüğümden İngiltere devlet-i fahimanesine iltica ve bir an evvel İstanbul’dan Mahall-i ahara naklimi (başka yere götürülmemi) talep ederim, efendim. 16 Kasım 1922. Müslümanların Halifesi Mehmet Vahdettin.-

    Ertesi sabah saat 06.00’da Vahdettin Efendi, oğlu Ertuğrul ve bazı adamları ellerinde bavullar, çantalar ve içi para ve mücevher dolu olan çantayı sıkı sıkı tutan Halife’nin doktoru Reşat Paşa sarayın Merasim Köşkü’nün arka kapısında buluştular.

    İngilizlerin gönderdiği iki ambulansla iki otomobile bindirildiler ve Kabataş rıhtımına getirildiler. Oradan İngiliz bayrağı taşıyan bir motora bindirilerek açıkta bekleyen Malaya Zırhlısı’na götürüldüler.

    Motor, Malaya Zırhlısı’na yanaştığında Vahdettin, General Harrington’a teşekkür ettikten sonra -Eşlerimi size emanet ediyorum general- dedi.

    Malaya Zırhlısı’na çıkan Vahdettin işbirliği ettiği İngilizlere sığınarak ülkesinden kaçtı’.

    İşte böyle..

    Malaya; Vahdettin’in memleketten tüymek için kapağı attığı İngiliz Zırhlısının adıdır.

    Söz Malaya’ya gelince ister istemez Antelope de geliyor akla..

    Sultan II’inci Abdülhamit; ‘Cennetmekân’, ‘Ulu Hakan’, ‘Kızıl Sultan’, ‘Gök Sultan’ Abdülhamit; Vahdettin’in ağabeyidir.

    ‘Padişah ve bakanları devamlı toplantı halindeydi. Her an İstanbul’un Rusların eline geçmesinden korkuyorlardı. 24 Ocak 1878’de İngiliz Hükümeti donanmasını İstanbul önlerine göndermeye karar verdiğinde, Londra’dan gelen şifreyi Layard, Yıldız Köşkü’ne iletti. Ertesi günü bu haber İstanbul’da yayıldı. Türkler ve yabancı azınlıklar haberi sevinçle karşıladılar. Binlerce azınlık mensubu insan Marmara Denizi’ni gören yerlerde toplanarak coşku ve sevinç içinde İngiliz donanmasının İstanbul önlerine gelişini beklemeye koyuldu.

    Fakat İngilizler bu kararı ani olarak değiştirdi…

    …İngiliz donanmasının gelişini iptal eden karar İstanbul’da bir şok etkisi yaptı; İngilizlerin yardımına bel bağlayanları derin bir hayal kırıklığına uğrattı. Babı Âli panik içindeydi. Başta Padişah Abdülhamit olmak üzere devlet büyükleri Rusların İstanbul’u ele geçirmek için harekete geçecekleri korkusu içinde sığınacak bir yer arıyorlardı…

                    …Padişah Abdülhamit bu düzensizlik ve panik içinde hayatının tehlikede olduğuna inanıyordu. İngiliz Büyükelçisi Layard’a gizli bir mesaj göndererek fevkalade ahval tahtında kendisi ve ailesi için İngilizlere sığınma isteğinde bulundu. Böyle bir durumda Abdülhamit ve ailesi için İngiliz Elçiliği hücumbotu Antelope hazırlandı’.

                 (“İngiliz Yönetiminde Kıbrıs-2”. Ahmet Gazioğlu. CYREP Yayınları. İstanbul. Nisan 1996. Sayfa 8. Layard’ın eşinin hatıralarına atfen)

                 Ağabey Abdülhamit’in Antelope’sinin, kardeşi Vahdettin’in Malaya’sı gibi hiçbir zaman kullanılmamış olması; böyle bir istekte bulunulduğu gerçeğini örtbas etmeye, tarihten silmeye yetmez..

    Şimdi soru şu; Yabancı bir orduya sığınan-sığınmaya kalkana; devlet başkanı/padişah/sultan/kral… bile olsa ne denir?

                    Demek ki neymiş, içinde bulunduğumuz –restorasyon- döneminde -teröriste terörist/haine de hain denilmeyecek-miş..

                    Malaya ile Antelope’yi de bir kenara not alın..

                    Tarih yazmak öyle kolay değildir efendiler, herkesin harcı da değildir… Ama önce okumak, hazmetmek gerekir.

                    Çünkü -Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir, yazan yapana sadık kalmazsa, değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır-“.

    Demişiz…

    Şimdi alın bu yazıyı; Abdülhamit’in bilmem kaçıncı doğum yıldönümü nedeniyle Dolmabahçe Sarayı’nda düzenlenen “anma sempozyumu”nun gölgesinde bir daha okuyun.

    Buradan itibaren konu biraz karışıyor.

    Abdülhamit, 622 senelik Osmanlı İmparatorluğu tarihinde “en çok toprak kaybeden” padişahtır.

    Mısır, Bulgaristan, Bosna-Hersek, Kıbrıs, Girit, Teselya, Romanya ve Kars-Ardahan-Batum.

    Kars ve Ardahan ile Kıbrıs’ın üçte biri hariç diğerleri bir daha asla geri alınamamıştır.

    Kıbrıs’ta ise diplomaside ilk defa görülen bir uygulama örneği tarihe geçmiştir; Ada İngiliz’e güya verilmemiş, “kiralanmıştır”.

    Ama kiralanırken de “padişah efendimizin mülkü şahanelerine halel” gelmeyeceği kaydı düşülmüştür.

    Kıbrıs tarihi açısından Abdülhamit’in işte böyle “özel” bir yeri; Abdülhamit’le Kıbrıs arasında dünya diplomasi tarihinde bir örneği daha bulunmayan böyle bir diplomatik bir dipnot ilişkisi vardır.

    Onun için ne zaman Abdülhamit konusu açılsa ister istemez; “Kıbrıs’ta yoksa yine bir şeyler mi oluyor?” düşüncesi gelip saplanır aklıma.

    Ağzımdan yel alsın…

     

    Konu açılmışken Kıbrıs’ta hayli revaçta olan bir fıkrayla, sonra da fıkra gibi bir olayla bitirelim;

    Lefkoşa’da dolmuş şoföründen duymuştum; Hatay’ın merkezine bir İHA düşmüş, hiçbir Hataylı’ya bir şey olmamış.  Çünkü bütün Hataylılar KKTC’deymiş.

    Fıkra gibi olaysa yazıya son noktayı koyarken ekranlara düştü; Kilis’te Pazar yerine Suriye’den atılan bir Katyuşa roketi düşmüş, beşi çocuk altı Suriyeli yaralanmış!

  • Millet-i Sadıka,  Ermenistan Nasıl Bir Ülkedir?

    Millet-i Sadıka, Ermenistan Nasıl Bir Ülkedir?

    8765

     

    Millet-i Sadıka… Ermenistan Nasıl Bir Ülkedir?

    Bakalım kimmiş bu Millet-i Sadıka…

    ERMENİ DOSYASI

    Ermenistan; denizlere çıkışı olmayan, Alp-Himalaya dağ sisteminde yer alan ve Ermeni Platosu adını taşıyan sıradağlarının bir kısmında yerleşen bir dağ ülkesidir.

    Yüzölçümü 29.800 km2 olmakla birlikte, Kuzeyde Gürcistan’la (164 km), doğuda Azerbaycan’la (566 km), batıda Türkiye ile (268 km) ve güneyde de İran’la (35 km) sınır komşusudur.

    Başkenti Erivan’dır. Ermenistan’ın nüfusu 2015 yılı verilerine göre 3.056.382’dir.

    Nüfusun %98’i Ermeni, %1,1’i Kürt’tür. Resmi ve en yaygın dil Ermenicedir. Rusça da yaygın diller arasındadır, %1 oranında da Kürtçe konuşulmaktadır. En yaygın din olarak Ortodoks Hıristiyanları görülmektedir.[1]

    Ülkenin iklimi karasaldır. Yazlar kurak ve sıcak (başkent Erivan’da hava sıcaklığı 40 dereceyi bulabiliyor), kışlar soğuk ve kar yağışlı geçmektedir. Su kaynakları açısından zengin bir ülke olan Ermenistan’da, zengin bakır, molibden yatakları var. Demir, boksit, altın, kurşun ve çinko yatakları da bulunmaktadır.

    Ülkenin en önemli ihraç sektörü de madenciliktir. Ülkede çok sayıda taş ocağı da mevcuttur. Taş bakımından o kadar zengindir ki, bütün yapılar neredeyse taştan yapılmıştır.

    Ermenistan’ın tarıma uygun yeterince alanı bulunmamaktadır. Süt ve süt ürünleri ihtiyaçlarının ise sadece üçte birini üretebilmektedir. Bu nedenle ekonomisi en kötü olan ülkeler arasındadır. Dış dünyaya bağlantısı Gürcistan üzerindendir. Açık olan İran sınırı ekonomik faaliyetlerde yeterince kullanılamamaktadır. Eski Sovyet döneminden kalan üretim yapısı da dünyaya ihracat için gerekli kaliteyi sağlayamamaktadır.

    Karabağ Savaşı ve yaşadıkları ambargolar da ekonominin geri kalmasında önemli bir etkendir.

    Ermenistan ekonomisi halen Rusya Federasyonu’nun ticari ve hükümet yardımlarına büyük ölçüde bağımlıdır. Ülkenin ekonomik altyapısı, özellikle enerji sektörü ya Rusya’nın kontrolünde ya da bu ülke tarafından işletilmektedir. Sınırlı ekonomi koşulları nedeniyle işsizlik ve ekonomik sıkıntılar çeken Ermeni vatandaşlarının Türkiye ile ilişkilerin gelişmesini temenni ettikleri bilinmektedir, bu nedenle ekonomik yönden Türkiye’nin desteğine ihtiyaç duyan bir ülkedir.

    Ermeni adına ilk defa M.Ö. 6. yüzyıla tarihlenen Pers Kralı Darius’un kitabelerinde rastlanır. Ermeniler kendilerine hiçbir zaman “Ermeni” dememişler, bilâkis kendilerini “Haiklar” olarak adlandırmışlardır.[2]

    Ermenilerin Anadolu’daki tarihleri M.Ö. 6. yüzyıldan daha geriye gitmemektedir. Halbuki, çivi yazılı metinlerden öğrenildiğine göre Türkler, M.Ö. 3. Binyılın sonlarından itibaren Anadolu’da mevcutturlar ve Anadolu’nun kaderinde önemli roller oynamışlardır.

    Ermeniler, Pers İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra Büyük İskender’in daha sonra sırasıyla Selevkosların, Romalıların, Bizanslıların, Selçuklu Türklerinin ve nihayet Osmanlı Türklerinin egemenliğinde yaşamışlardır.

    Ermeniler, Anadolu’da yaşadıkları uzun zaman içerisinde hiçbir zaman bağımsız olamamışlar, mütemadiyen himaye altında yaşamışlar ve karşılığında da vergi ödemişlerdir. Osmanlı döneminde çok iyi muamele gördükleri ve devletin üst kademelerinde yer aldıkları bilinmektedir. Osmanlılar tarafından Ermenilere uzun yıllar sadık millet (millet-i sadıka) denmiştir.

    Ancak, özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren dış devletlerin teşvik ve tahrikleriyle, memleket içerisinde karışıklıklar çıkarmaya ve devlet için problem olmaya başlamışlardır. Birinci Dünya Savaşı sırasında ise devlet isyan ederek sivil Anadolu halkını katletmeye başlamışlardır. Osmanlı yönetimi de 27 Mayıs 1915 tarihinde çıkarmış olduğu Tehcir Kanunu ile Ermenileri göçe zorlamıştır.

    Ermeniler, tehcir sırasında Osmanlı ordusunun yüz binlerce Ermeni’ye soykırım uyguladığını iddia etmektedirler. Halbuki, gerçek bunun tamamen aksini ortaya koymaktadır. Özellikle Doğu Anadolu Bölgesinde yapılan kazılarda çok sayıda toplu mezarlar ortaya çıkarılmıştır ki, Müslüman Türklere ait olan bu mezarlar, Ermenilerin değil Türklerin soykırıma uğradığının en açık delillerindendir.[3] Osmanlı Devletinin Ermenilere güveni ve verdiği değer aşağıdaki görev dağılımı listesinden anlaşılmaktadır.

    Osmanlı Devlet idaresinde;

    Maliye Bakanı ……………………………………………..………… 1
    PTT Bakanı ………………………………………………..………… 3
    Bayındırlık Bakanı ………………………………………..…………. 5
    Dışişleri Bakanı …………………………………………..…………. 1
    Hazine-i Hassa Bakanı ………………………………………………. 3
    Senato Üyesi ……………………….………………………..………. 4
    Birinci Meşrutiyet Dönemi (1876):
    Meclis-i Mebusan Reis Vekili …………………………..….……… .. 1
    Millet Vekili ……………………………………………..……………8
    İkinci Meşrutiyet Dönemi (1908).
    Millet Vekili ve Başbakanlık Divan Katibi ……………..…………… 1
    Millet Vekili ……………………………………………..…………. 11
    Bakanlıkların Üst Kademelerinde Görevli Memurlar:
    İç işleri Bakanlığı’nda ………………………………….….…… 16 kişi
    Vali Yardımcısı …………………………………………..………4 kişi
    Mutasarrıf Yardımcısı …………………………………….…….31 kişi
    Bayındırlık Bakanlığı’nda ………………………………….…….9 kişi
    Orman ve Ziraat Bakanlığı’nda …………………………….…….8 kişi
    PTT Bakanlığı’nda ………………………………………………17 kişi
    Milli Eğitim Bakanlığı (memur ve öğretmen) ..…………………16 kişi
    Adalet Bakanlığı’nda ………………………………………… 20 kişi
    Belediyelerde ……………………………………………………10 kişi
    Asker ve Devlet Hekimliğinde ……………………………… 37 kişi olarak hizmette bulunmuşlardır.
    Bunlardan başka, Ermenilerden 17’den fazla gazeteci ve yazar, 11’den fazla mimar, 140 kişi
    baruthane görevlisi, 20.000 kişi Gümrükler Müdürlüğü’nde görev yapmışlardır.[4]

    Osmanlı Hükümeti ayrıca, Ermenilerin göç ettirilmesiyle ilgili olarak bir de talimat metni yayınlamıştır.

    Bu metinde şöyle denilmektedir: “Nakli gereken Ermenilerin yeni yerleşme bölgelerine hareket ettirilmeleri ve yolculukları sırasında rahatları sağlanmalı, canları ve malları korunmalıdır. Varışlarından, yeni yurtlarına tamamıyla yerleşmelerine kadar, iâşeleri, mülteci tahsisatlarından karşılanmalıdır. Bunlara daha evvelki mali durumları ve halihazır ihtiyaçlarına göre, mal ve toprak dağıtılmalıdır. İhtiyaç sahipleri için, hükümet evler yapmalı, çiftçi ve ihtiyaç sahibi zanaatkârlara tohum, âlet, teçhizât temin etmelidir.”[5]

    Bütün bu bilgilerin yanı sıra Türkiye tarafından arşivler açık tutulmakta ve tarihçilerin olayı incelemesine sıcak bakmaktadır. Buna rağmen bu ılımlı yaklaşımlara çoğunluğu ABD, Fransa ve Rusya’da bulunan Ermeni Diasporası tarafından olumsuz cevap verilmekte, olay politik bir şantaj haline dönüştürülmektedir.

    Türkiye Ermenistan tarafından kurulan ASALA terör örgütü nedeniyle de sıkıntılı günler geçirmiştir. 1973 ile 1994 yılları arasında 30 diplomatımız ASALA tarafından şehit edilmiştir.

    Sovyetler Birliği’nin himayesinde barındıktan sonra 1991 yılında bağımsız olan Ermenistan’la Türkiye arasında diplomatik ilişki söz konusu değildir. Ancak AKP Hükümeti, 2009 yılında hiçbir sebep yokken Ermenistan’la ortak sınırın açılması konusunda bir protokol imzalamıştır.

    Protokolde Ermenistan’ın Türkiye’den toprak talebinden ve soykırım iddiasından vazgeçeceğine, Azerbaycan topraklarında sürdürdüğü işgali sona erdireceğine dair hiçbir hüküm yoktur. Protokol Türkiye’ye hiçbir kazanım sağlamazken, ekonomik yönden Türkiye’ye muhtaç olan Ermenistan’ın nefes alması için fırsat olmuştur.

    Türkiye bu çabasıyla kazanım sağlayamadığı gibi Azerbaycan ile ilişkilerin de kısa süreli gerginliğine sebep olmuştur.

    Şimdi günümüze gelindiğinde, hala Türkiye’den toprak iddiasında bulunan Ermenistan, İsrail ile müttefik olarak PKK terör örgütünü desteklemektedir.

    Türk-Rus ilşkilerindeki gerginliği fırsat bilen bu Ermenistan hem Rus askerlerini çağırmış hem de hava sahasını Rus S 400 füzeleleriyle koruma altına almıştır.

    Ve bugün, arkasını dayadığı güçten cüret alarak Azerbaycan’a karşı saldırgan bir tavır takınmıştır.

    Ermenistan, BATI’nın oyunlarına gelerek bu aksi tavırlarından vazgeçmediği sürece Kafkaslar huzur bulmayacak ve Türk-Ermeni ilişkileri de düzelmeyecektir.

    1915 tehcirine geri dönersek, Anadolu’dan Suriye doğusuna Ermeniler tehcir edilmiştir, Osmanlı’ya karşı Ruslarla ittifak kurduğu için, bu ittifakla isyan çıkardığı için ve Rus işgalini desteklediği için.

    Ama şimdi Suriye’den gelen 3.5 milyon sığınmacıya bakıldığında, zamanında tehcir edilen bölgelerden geldikleri görülmektedir.

    Bu durum insan ister istemez şu soruyu sormaktadır; isyancılar şimdi geri mi dönüyor?


    [1]
    [2]
    [3]
    [4] Bu bilgiler, Genelkurmay Başkanlığı Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı tarafından
    1989’da yayınlanan “Geçmişten Bugüne Kadar Türk-Ermeni İlişkileri” adlı kitabın 19. ve 20.
    sayfalarından alınmıştır.
    [5]
    bilgeturksam.com
  • Türkiye’nin durdurulamaz yükselişi … Prof. Dr. Ata ATUN

    Türkiye’nin durdurulamaz yükselişi … Prof. Dr. Ata ATUN

    Türkiye’nin durdurulamaz yükselişi

    İçimizde de, dışımızda da Türkiye’yi eleştirenler çok ama ağzı olup da Türkiye’yi savunmayanlar, atılan çirkefleri temizlemek için uğraşanlar az.
    Özellikle de Batı dünyası her fırsat, ortam ve platformda Türkiye’yi itibarsızlaştırmak için elden geleni yapıyor.
    Avrupa Üniversiteler Birliği EAIE’nin (European Association for International Education) İngiltere’nin Liverpool kentinde düzenlediği ve 80 ülkeden 250 üniversitenin katıldığı “Eğitim Fuarı”nın açılış konuşmasında Başkan Zora Howard’ın “Türkiye’de akademisyenlere
    özgürlük yok ve bu nedenle de Türkiye’den katılım az oldu” diyerek planlanmış ve Türkiye’yi aşağılayıcı bir konuşma yapmasına tepki sadece İstanbul Aydın Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Dr. Mustafa Aydın’dan geldi.

    Dr. Mustafa Aydın’ın Bayan Howard’ın bu çirkin karalamasına tepkisi, hak ettiği şekilde bayağı sert oldu. Geri durup, utanıp da konuşmamak, Kıbrıs tabiri ile “sin de gülle geçsin” diyerek ağzını açmamak yerine, gerekeni söyledi, Howard’a ağzının payını verdi Aydın. Dr. Aydın kendisine ve yardımcılarına verdiği notada “gerçeği yansıtmayan bu sözlerini derhal düzeltmesini, Türkiye algısına zarar verdiklerini, Türkiye’de akademik bir kısıtlamanın asla olmadığını ancak terör olaylarına bulaşmış ve Türkiye’nin birlik ve beraberliğine ve darbe girişimine katkı sağlamak için girişimde bulunmuş olan her akademisyene dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye’de de müeyyidelerin uygulandığını” belirterek kapanışta özür dilemesini talep etti. Başkan Zora Howard kapanış seremonisinde “Türkiye’deki akademisyenler konusunda yanlış bilgilendirildiğini, Türkiye’nin dışarıdaki algısına asla zarar vermek istemediğini” ifade ederek özür dilemiş ve aynı gün içinde de bu özrünü yazılı olarak kendisi elden sunmuş.

    Bu bahsettiğim olayların benzerleri hemen hemen her platformda gerçekleşmekte. Türkiye’de yaşayan ama görev başında bulunan hükümetten hoşlanmayan kişiler, yurt dışına çıktıklarında veya da yabancı birileri ile yazıştıklarında bir marifetmiş gibi hemen ve derhal konuyu Türkiye’deki yaşama getirmekteler ve bir düşman gibi yanlış ve uyduruk bilgiler vererek Türkiye’yi karalamaya çalışmaktalar nedense. Ben bu tür insanlara hem Türkiye içinde, hem de Türkiye dışında çok rastlıyorum. Konuşmamız bir müddet devam ettikten ve suçlamalar başladıktan sonra söylediklerinin sadece kahvehane dedikodusu olduğu, aslı astarı bulunmadığını ispatlayıcı ve ikna edici şekilde konuşunca bana ilk sordukları “sen kimsin ve ne iş yaparsın” oluyor hep. Kafadan atarak desteksiz/mesnetsiz konuşmak başka oluyor, konuları derinlemesine bilerek konuşmak başka… Tabi dağarcığınız dolu ve yüreğinizde Türkiye sevgisi var ise…
    ***

    Bakın Türkiye, uluslararası istatistiklere göre ne haldeymiş!
    Bu yılın ilk ve ikinci çeyreğinde tüm jeopolitik risklere, küresel dalgalanmalara, teröre ve sözde darbecilerin yaratmaya çalıştığı kaosa rağmen Türkiye ekonomisi yüzde 4,8’lik büyüme oranıyla, Türkiye Avrupa ekonomileri arasında ilk sıraya yerleşmiş. Bunda Türkiye’nin son 27 çeyreklik dönemde yani neredeyse son 7 yıllık dönem içinde kesintisiz büyümesi ve Batı dünyasının Türkiye’ye yönelik planladığı ve hazırlayarak eyleme soktuğu tüm ölümcül girişimlere, teröre, finansal kısıtlamalara ve ihracatın önünü kesmek girişimlerine rağmen büyüme hızının yüzde 3’ün altına düşmemesi çok etkili oldu tabi. Buna karşın gelişmekte olan ülkeler arasında son derece güçlü olduğu iddia edilen Brezilya ekonomisi ise dünyada sürmekte olan ekonomik durgunluğa ve küresel dalgalanmalara dayanamayarak ikinci çeyrekte yüzde 3.8 küçüldü, terör ve jeopolitik riskler olmamasına rağmen.

    Türkiye şimdi yüzde 4’lük büyüme hızı ile G20 (Group Twenty), yani gelişmiş ülkeler içinde en hızlı büyüyen dördüncü ülkesi olmak konumunda. Bunun da nedeni küresel krizin başlangıcından itibaren 6.9 milyon kişiye, 2015 yılında da 880 bin kişiye istihdam sağlaması. Kısaca bu dönem içinde Avrupa Birliğinde birçok ülke batarken, birçoğu da negatif büyüme hızı, kapanan işyerleri, işten durdurulanların sayısının yükselmesi ile boğuşurken Türkiye, attığı akıllı adımlarla, teşvik ettiği yatırımlarla ve çağdaş projelerle ekonomi büyütmüş, kıskanılacak hale getirmiş.

    En önemlisi de “Ekonomik ve İşbirliği Kalkınma Örgütü’nün (OECD) bulguları, değerlendirmeleri ve ön görüsü. OECD’ye göre Türkiye büyümede, 34 üye ülke arasında bir basamak daha yukarı tırmanıyor ve yılsonunda da yeri ilk üçün içinde olacak. OECD’nin ön görüsüne göre de 2017’de sıralamadaki yeri İrlanda’dan sonra ikincilik.

    İşte bazılarının hiç araştırmada, kahvehanede duyduklarına dayandırıp gözleri kapalı, insafsızca ve acı acı eleştirdiği Türkiye bu.

    Ata ATUN
    e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com

    Facebook: Ata Atun

    23 Eylül 2016

  • Türkiye, İran ve Suriye’den koparılacak parçalar!…

    Türkiye, İran ve Suriye’den koparılacak parçalar!…

    barzani

     

    22.9.2016

    Türkiye, İran ve Suriye’den koparılacak parçalar!…

    ***

    DEMiRTAŞ: ‘BARZANİ’NİN, BİR ABİ OLARAK TARAFLAR ARASINDAKİ DİYALOĞU DESTEKLEMESİNİ BEKLİYORUZ’

    Mesut Barzani’nini ‘kardeşim’ diye hitap ettiği Demirtaş Erbil’de 5 saat süren toplantı ardından şu açıklamayı yaptı: , “Başkan Barzani’nin barış sürecinin yeniden başlaması için ciddi çaba sarfederek, bir abi olarak taraflar arasındaki diyaloğu desteklemesini bekliyoruz. Çünkü sizin göstereceğini rol önemli bir etki yaratacaktır. Diyaloğun başarılı olması için herkese sorumluluk düşer. Kürt gençleri savaş cephelerinde Kürdistan topraklarını koruyor. Ancak maalesef Kürt medyası kardeşliğe, siyasi partiler arasındaki iş birliğe hizmet etmiyor, üstelik liderleri azarlıyor. Halk da bu dilden sıkılmış durumda. Bu yüzden siyasi partiler ilk adımda medya dilini değiştirerek kardeşliğe ve diyalog yolunda hizmete yönlendirilmeli. Medya şimdi sorunun bir parçası haline gelmiş durumda” dediği belirtildi.
    HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş başkanlığındaki heyet, Irak’ın kuzeyinde gerçekleştirdikleri temaslar kapsamında peşmerge reisi Mesud Barzani ile bir araya geldi. HDP’den yapılan yazılı açıklamada, ziyarete, HDP Kadın Meclisi Sözcüsü Besime Konca, Eş Genel Başkan Yardımcıları Fatma Kurtulan ve Nadir Yıldırım ile İstanbul Milletvekili Celal Doğan, Diyarbakır Milletvekilleri İmam Taşçıer ve Nimetullah Erdoğmuş, Mardin Milletvekili Mithat Sancar, Şanlıurfa Milletvekili Osman Baydemir ve Parti Meclisi Üyesi Abdullah Alagöz’ün de katıldığı kaydedildi. Irak’a hareketinden önce havalimanında gazetecilere açıklamalarda bulunan Demirtaş, şunları söyledi: “Tabi ki bütün Kürtler’in ve Kürt hareketlerinin dünyaya ortak mesajı barıştır. Biz zulüm altında olan bir halkız ve kendi topraklarımızda özgür yaşam dışında bir talebi olmayan bir halkız. Bu çerçevede bütün siyasi hareketlerimizin birbiriyle kardeşlik hukukuna bağlı kalması ve bütün dünyaya birlik mesajı vermesi, barış mesajını vermeye devam etmesi eminim ki hepimize güç verecektir. Bu çerçevede Sayın Mesut Barzani’yle hem bölgedeki gelişmeler, hem dünyadaki gelişmelerle ilgili karşılıklı fikir alışverişinde bulunmamızın diğer partilerle bu konuda fikir alışverişinde bulunmamızın önemli olacağına biz inanıyoruz.” Demirtaş, “Zulüm altındayız. Özgür yaşam dışında talebimiz yok. Kürtlerin dört parçada en büyük özlemi birlikte, Kürt liderlerinin ve partilerinin yan yana durabilmesi” dedi.
    Öte yandan, Erbil’de bulunan HDP heyetinin bugün önce Irak Kürdistan Demokrat Partisi (IKDP) Genel merkezi ve Irak Bölgesel Kürt yönetimi Başbakanı Neçirvan Barzani’yi ziyaret edeceği belirtildi.
    Yenicag/

    face, Banu Avar sayfası