Etiket: Terörle Mücadele

  • TERÖRLE MÜCADELE DOSYASI /// ERKUT ERSOY : 10 MADDEDE TERÖR & İSTİHBARAT ANALİZİ VE TERÖRLE MÜCA DELE

    TERÖRLE MÜCADELE DOSYASI /// ERKUT ERSOY : 10 MADDEDE TERÖR & İSTİHBARAT ANALİZİ VE TERÖRLE MÜCA DELE

    1) Her terör saldırısı ve suikastta olayın kendisinden çok olayın hemen arkasından gelen bilgi çarpıtma saldırısı önemlidir çünkü terör saldırılarının esas hedefi saldırı sonrası oluşan korku ve öfke gibi duyguları kendi amaçları doğrultusunda yönlendirmektir. Saldırıyı planlayan odak aynen saldırının kendisini ince ince planladığı gibi saldırı sonrasındaki güdümleme operasyonunu da aynı şekilde planlar. Saldırı öncesi ve sonrası toplumun kafasını karıştıracak ve onları daha gerecek birçok sembolik bilgi sosyal medya kanalları üzerinden servis edilir. - image002 11

    1) Her terör saldırısı ve suikastta olayın kendisinden çok olayın hemen arkasından gelen bilgi çarpıtma saldırısı önemlidir çünkü terör saldırılarının esas hedefi saldırı sonrası oluşan korku ve öfke gibi duyguları kendi amaçları doğrultusunda yönlendirmektir. Saldırıyı planlayan odak aynen saldırının kendisini ince ince planladığı gibi saldırı sonrasındaki güdümleme operasyonunu da aynı şekilde planlar. Saldırı öncesi ve sonrası toplumun kafasını karıştıracak ve onları daha gerecek birçok sembolik bilgi sosyal medya kanalları üzerinden servis edilir.

    2) Organize terör saldırıları operatif ekiplerin işidir. Yani ortada tek başına insanlara kurşun yağdıran deliler yoktur. Hedefi belirleyen, hedefin içinde-dışında istihbarat yapan, gerekirse her santimetrekareyi videoya çeken, hedefin korunma önlemlerini analiz eden, hedefe giriş-çıkış yollarını planlayan, tetikçiyi hedefe yönlendiren, eğer kaçacaksa kaçmasını planlayan, saldırı öncesi sosyal medya yoluyla belli duyguların tohumunu atan ve saldırı sonrası gene aynı kanallarla müthiş bir dezinformasyon yapan hep farklı ekiplerdir. Bu tip global terör örgütlerinin ardında mutlaka kendilerinden daha global bir veya iki istihbarat örgütü bulunur.Terör örgütleri hiçbir zaman birkaç kişinin bir araya gelip oluşturdukları basit radikal çeteler değildir.

    3) Saldırılar fiziksel olmaktan çok psikolojiktir ve hedefleri de o ülkedeki inanç, dünya görüşü ve düşünce tarzındaki farklı grupların aralarındaki hassas psikolojik hatlardır. Önce bu alanlardaki tartışmalar ısıtılır daha sonrasında da saldırı gerçekleşir. Saldırının hemen arkasından saldırıya uğrayan kesimin öfkesinin istenilen hedefe çevrilmesi amaçlanır hatta bu öfke yeterli değilse birkaç kışkırtıcı yorum daha ortama sürülür. Bu şekilde hem genel öfke düzeyi artar hem de insan grupları birbirlerine kinlendirilerek sonraki operasyonların alt yapısı hazırlanır.

    4) Bir ülkede yönetimin gerek seçimle gerekse de darbelerle değiştirilmesinin ön şartı ülke insanlarının “ülke yönetilemiyor” algısını kabullenmesidir. Bir ülkeye saldıran güçlerin ilk hedefi gerek terör saldırıları gerekse de ekonomik dengesizleştirme operasyonlarıyla o ülkenin insanlarına “ülkenizi yönetemiyorlar” algısını kabul ettirmek ve yönetim değişikliğine sempati duymalarını sağlamaktır.

    5) Farklı insan gruplarının dünya görüşleri, ideolojileri ve inanç sistemleri doğal olarak farklıdır. İdeal olan bu insan gruplarının tek bir ana şemsiye altında birbirlerinin hayatlarına karışmadan yaşayabilmeleridir. Bir devlet sistemi veya rejimin ömrünü belirleyende esas olarak budur. Bir ülkedeki rejimi yok etmek isteyen odağın ilk inceleyeceği konu, insanların arasındaki hoşgörü ve tahammülü nasıl ortadan kaldıracağı konusudur. Sırf bu sebeple o ülkenin içine sızdırılmış “radikal” görüş temsilcileri yıllar boyunca sabırlı propagandalarla o ülkedeki insan gruplarını birbirine düşmanlaştırılma konusunda görev almış olabilirler.

    6) Terör saldırılarının esas silahı bomba ve tüfekler değil psikolojik araçlardır. Örgütlerin insanları propagandayla kendine çekip onları militan olarak devşirmesi, militanın zaman içinde robotlaştırılıp bir ölüm makinesine dönüştürülmesi ve terör eylemlerinin uygulanıp sonrasındaki düşmanlaştırma safhalarının yerine getirilmesi hep psikolojik araçlar kullanılarak yapılır. Bu sebeple terörle mücadele eden askeri ve polisiye kuvvetlerin içinde mutlaka Sosyal Psikoloji ve Algı Yönetiminden çok iyi anlayan gerçek uzmanların bulunması bir lüks değil şarttır.

    7) Hedef ülkeye önemli miktarda yabancı göçmen girişi olmuşsa bu tür eylemlerle ülke halkının göçmenlere olan tepkisi arttırılarak başka çatışma alanlarının üretilmesi olasılık dahilindedir.

    8) Her “başarılı” terör eyleminde “içerden yardım” ihtimali vardır. Bu konuda özellikle başka terör örgütlerinin o ülkenin güvenlik birimleri içerisine sızdırmış olabileceği “uyuyan ”unsurlarının eylemi yapan terör örgütüne yardımcı olabileceği konusu iyi analiz edilmelidir.

    9) Ağır saldırı altındaki ülkelerde özellikle iç güvenliği sağlayan polis kuvvetlerinin zamanla yıpranması ve görevlerini yapamaz hale gelmesi mümkündür. Bu sebeple saldırı tehdidi altındaki mekanların korumasını üstlenmiş özel güvenlik birimlerinin eğitim ve kalitelerinin arttırılması polisin üzerindeki yükün alınması konusunda büyük önem taşımaktadır.

    10) Saldırının hedeflediği insanların kimlikleri de ayrıca incelenmelidir. Bu insanların gelir durumları, ülke içindeki etkinlikleri, belli bir ortak cemaate veya siyasi görüşe mensup olup olmadıkları konusuna dikkat edilmelidir. Her terör eyleminde eylemin amacının bazen katliam görüntüsü altında tek kişiye suikast olabilme ihtimali de vardır. Özellikle hayatını kaybedenlerin kimlikleri ve bağlantıları çok detaylıca incelenmelidir. Hele kurbanlar dış ülkelerden gelmiş ve oranın etkili ailelerine mensuplarsa bu tür bağlantılara çok daha fazla dikkat edilmelidir.

    Erkut Ersoy

    İstihbarat Uzmanı

  • TERÖRLE MÜCADELE EYLEM PLANI  ELEŞTİRİSİ

    TERÖRLE MÜCADELE EYLEM PLANI ELEŞTİRİSİ

    Başbakan Ahmet Davutoğlu, Artuklu Üniversitesi’nde düzenlenen “Kardeşlik Buluşmaları Mardin Konferansı”na katıldı.
    Davutoğlu burada “Terörle Mücadele Eylem Planı” adıyla bir açıklama yaptı.
     
    *
    Eylem planını, Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’nin önüne koyduğu yeni sivil anayasa yapmak iradesi çerçevesinde analiz etmek gerekiyor…
    Öncelikle Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ortadoğu’nun değişen sosyolojisi çerçevesinde çıkacak mezhepsel ve etnik kimliklerin ulusal ya da bölgesel çatışmalara  neden olmaması için milliyetçi değil çoğunlukçu, otoriter ve  siyasal ılımlı islama açık,
    Zımnî üst kimliğin “İslam Milleti”, fakat anayasal üst kimliğin “Türk Milleti” değil “Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlığı”nın olduğu,
    Cumhuriyetin niteliğinde Atatürk milliyetçiliğine bağlılık ve Atatürk’ün inkilâp ve ilkeleri doğrultusu, devletin bölünmez bütünlüğü ve dilinin Türkçe oluşuyla ilgili bir hükmü içermeyen,
    Devlet odaklı değil birey odaklı, yargı ve askeri vesayete değil güçlü parlamenter sistemi çekip çeviren bir başkana,
    Merkezi değil yerinden yönetime dayanan yeni bir anayasa öngörüyor…
     
    *
    Bu çerçevede Başbakan Davutoğlu’nun 10 maddelik “Terörle Mücadele Eylem Planı”nı açıkladığı konuşmasında;
    “Psikolojik Unsur” başlığında, “Millet ile Devlet arasındaki farklar kalkacak, birleştirici anlayışı yerleştireceğiz” tümcesindeki “Birleştirici Anlayış” ifadesiyle,
    Üst kimliğin Türk Milleti değil zımnî olarak “İslam Milleti” olacağı anlaşılıyor.
     
    *
    “Komşu Ülkelerle Ortak Ruh” başlığında da, “Ortadoğu’da kardeşlik sürecinin başlaması için birleştirici ruh hareketi başlatacağız” ifadesinde “Birleştirici Ruh Hareketi”nden murad edilenin “İslam Milleti” üst kimliği olduğu açıktır. 
     
    *
    Davutoğlu, “Yasal ve İdari Düzenlemeler” başlığında, Büyükşehir yasasının istismar edildiğinden bahisle, edinilen tecrübelerle yerel yönetimlerin yetkilerinin genişletileceğini vurguluyor. 
    İktidar partisi Büyükşehir Yasası’nın kırsal kesim-büyük kent uyum sorunu yaşanacağı, belediyelerin artan hizmeti nasıl karşılayacağı, bütçenin nasıl bulunacağı, dönüşümle birlikte AKP belediye sayısında ve İslami kesim rantlarında artış olacağı tartışmalarıyla istismar edildiğine inanıyor.
    İstismarın; Bölgesel Ağır Ceza Mahkemeleri ve Bölge İstinaf Mahkemelerinden sonra  bu proje ile bir adım sonra Türkiye’nin 1988’de imzaladığı Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nda; 
    Giderek artan yerel hizmet taleplerini karşılamak için yerel yönetimlere yetki ve esneklik verilmesi,
    Yerel yönetimlerin kendi şartlarına ve ihtiyaçlarına göre yönetim yapısı ve biçimini belirlemesi,
    Yerel yönetimlerin merkezi yönetimin karmaşasından korumaya yönelik koyduğu çekincelerin kaldıracağı yönünde oluşturulan algıdan kaynaklandığı varsayıldı. 
    Üniter Devleti tehlikeye düşürecek eyalet sistemine geçişte bir adım daha atıldığı ve  bundan sonra Demokratik Özerklik ilan eden, fakat özerkliğin sürdürülmesi amacıyla AB Yerel Yönetimler Özerklik Şartının benimsenmesini ve Özgür Demokratik Yerel Yönetim Anlayışının geliştirilmesini talep eden Kürtçülüğe prim verildiği savı da bir diğer faktördü.
    Şimdi “Yasal ve İdari Düzenlemeler” konusunda o günlerde tartışılan yukarıdaki konuların istismarının engelleneceği ve bu düzlemde yerel yönetimlerin yetkileri geliştirilirken,
    Yatırım yapmak yerine teröre desteğe ve kamu hizmetinin aksatılmasına izin verilmeyeceğine işaret ediliyor…
     
    *
    Davutoğlu, “Ekonomik Destek” başlığında bölge ekonomisini tahkim edeceğiz, derken;
    Yerel Yönetimler Özerklik Şartında aranılan temel şartlardan biri olan yerel yönetimlerin gelir kaynaklarına sahip olması ve oranlar ile miktarları saptamada tam yetkili olması konusuna dikkat çekti.
    Bu noktada zaten iktidarın yerel yetkililerin girişimleri için merkez onayı şartı koymasında, yerel toplumu aşan bazı düzenlemelerin yerel yönetimlerce yapılmasına ve anayasa-yasalara aykırı kuralların yerel yönetimlerce yerine getirilmesine sınır koyma hakkı bulunuyor.
    Ama İslamcı iktidar, yerel yönetimlerin gelir ve giderlerinde kurduğu Bölge Yatırım Ajansları ve Köylerin ve Belediyelerin Altyapılarını Destekleme Projeleri (KÖYDES-BELDES) vasıtasıyla köylerden kentlere ekonomik kalkınmanın tüm unsurlarında tekeli elinde bulunduruyor! 
     
    *
    Davutoğlu, “Kapsamlı Demokratik Reform Süreci” başlığında bütün bu reformların yeni Anayasa’ya doğru Anayasa Komisyonundaki müzakerelerde belirleneceğini söylerken,
    Kürt Hareketini çukur kazmak yerine Anayasa Komisyonunda çalışmaya çağırıyor…
     
    *
    Ama İslamcılığın şavkı vurmuş bir Anayasa çatısı altında, AKP hükümetinin “Terörle Mücadele Eylem Planı”;
    Kürt Hareketinin demokratik anayasa, ulus, vatan ve siyaset talepleri için örgütlenmeyi hedefleyen Demokratik ilkeye,  
    Türkiye ile barış için toplumsal mutabakatın niteliğini belirleyen Savaş ve Barış ilkesine,  
    Türkiye, Irak, Suriye ve İran Kürtlerinin ortaklığını gösteren Birlik ilkesine,
    Yeni nesillerin yetiştirilmesi amaçlayan Kültürel Hakları ilkesine,
    Siyaset  yapma özgürlüğü ve hareketin kitleleşmesi anlamında Demokratik Siyaset İlkesine hiçbir prim tanımıyor.
    Aksine uzlaşmazlık noktasında İslamcılar Kürtlerin tasfiyesini gerçekleştirmeden iktidarlarının tamamlanmayacağı düşüncesini sürdürüyor.
     
    *
    Ya YCHP?  YCHP için hükümetin açıkladığı “Terörle Mücadele Eylem Planı” ne anlam ifade ediyor?
    YCHP, Arap dünyasındaki demokrasi taleplerini desteklemenin ilkesel olarak doğru bir tercih olduğu,
    Rağmen din, mezhep, ideoloji ve kimlik esaslı değil insan hakları, çoğulcu demokrasi ve hukukun üstünlüğü gibi evrensel değerler esaslı bir dış politikanın icra edilememesi nedeniyle yalnız kalındığı,
    Demokratikleşme, insan hakları ve eşit vatandaşlık olmak üzere temel iç meselelerin halledilmesi halinde Türkiye’nin Ortadoğu’ya anlamlı mesajlar verme ve bölgenin geleceğinde olumlu rol sahibi olacağı iddiası ve Avrupa Birliği üyeliğinin ısrarcısıdır.
    Yalnızca Sosyal Demokrat esvap giydirilmiş “Doğu’nun İslamcılığı, Batı’nın Liberalizmi Konsepti”ne inanıyor, zaten siyaseti de spor olsun diye yapıyor!
     
    *
    Bütün bu tanımlarda Türkiye ulus devletini yapan Atatürk milliyetçiliği çivisinin söküldüğü çok açıktır.
    Bu durumda çaresiz herkesin hakkını  karşıtından söke söke alacağı, tezgahların, işlerin, malın,mülkün, sözleşmelerin,mekânların el değişeceği bir karanlık dönemi kim engelleyecektir? 
     
    7.2.2016
  • Egemen Eşitlik İlkesi ve Terörle Mücadele

    Egemen Eşitlik İlkesi ve Terörle Mücadele

    Egemen Eşitlik İlkesi ve Terörle Mücadele

    Z7890Suruç’taki patlama ve arkasından güvenlik görevlilerimize yapılan saldırılar bir kenarda unutulmuş olan terörle mücadeleyi yeniden gündeme getirdi. ASALA’nın PKK’laşması sonucu 1980’ler ve 1990’lardan günümüze binlerce vatan evladı teröre kurban gitmiş son olarak çözüm süreci ile bu defter kapatılmak istenmişti. Bununla beraber konunun terör örgütünü aşan boyutları bulunmakta olup bunun adı Türkiye ile asırlık hesaplaşmadır. Kısaca Türkleri Anadolu’dan çıkartma ve Filistin’de Yahudi devleti kurma, bunun yanında, Ortadoğu enerji kaynaklarını paylaşma olarak özetleyebileceğimiz bu hesaplaşma günümüzde Türkiye’ye yönelik terör olaylarının temel kaynağını oluşturmaktadır.

    Mustafa Aydın hocamız twitter hesabından haklı olarak “kıt bilgi, sıfır kavramsal çerçeve, yanlış tarih okuması ve anlamsız jeopolitik değerlendirmeyle TV’de yorum yapanları izlemek ızdırap verici” mesajını geçmiş. Gerçekten de konu dış politika hele hele Ortadoğu olunca herkes ahkâm kesmekte, ulu orta savurmaktadır. Bununla beraber bu bölgenin jeopolitiği ve tarihi öyle kolayca bir kavramsal çerçeveye oturtulacak türden olmayıp doluya koysanız almıyor boşa koysanız dolmuyor. Bu bağlamda kavramsal çerçeve olarak devletlerin egemen eşitliğinden başlamak gerekmektedir.

    Zira modern uluslararası ilişkiler, 1648 Westfalia Barışı ile devletlerin egemen eşitliği temelinden başlar. Her devlet komşusunun ülke ve toprak bütünlüğünü kabul etmek bunun gereklerini yerine getirmek zorundadır. Haçlı seferlerinden günümüze Türkiye’yi Orta Asya’ya sürme stratejilerinin bugünkü uygulaması bir yönüyle Suruç hadisesidir. Ki bunun neticesi Türkiye’nin hukuken de bölgesel savaşa çekilmesidir. Bununla beraber Diyarbakır’dan kalkan uçakların IŞİD hedeflerini bombalamasıyla şehitlerimizin kanlarının yerde kalmadığına katılmanın zor olduğu kanaatindeyim. Türkiye’nin alkışlanması gereken bu operasyonlarını, ilgili bütün devletlere haber vermesine rağmen komşumuz Suriye için buna ihtiyaç duyulmaması biraz ayıplı bir durumdur. Halbuki saldırıda bulunanlar sadece Türkiye’nin huzur ve asayişini değil bütün bölge istikrarını hedef almışlardır. Esasen olayların bu aşamaya gelmesinde Suriye’deki istikrarın bozulmasının büyük dahli bulunmaktadır. Öte yandan egemen eşit bir devlet olarak, aynı zamanda toprakları operasyon alanı olarak kullanılan komşumuz Suriye’nin de bundan haberdar olma hakkı bulunmaktadır. Sorun Suriye’nin örgütlere bilgi sızdırma ihtimali olmayıp fakat bu komşumuzun düşman kampa itilmesidir.

    Türkiye’nin ülke ve bölge güvenliği için İncirlik üssünü koalisyon güçlerinin kullanımına açması bir bakıma geri dönüşü olmayan yakın dönemin en önemli kararlarından sayılacaktır. Bu karar ile ülkemiz, yıllardır batılıların büyük bir hırsla arzu ettiği bölgesel savaşa Uluslararası Hukuk anlamında girmiş bulunmaktadır. Sonucunu görmek için ise daha önce ABD’nin mesela Pakistan, Afganistan, Irak, Kosova benzeri ülkelerdeki icraatlarına bakmak gerek. Belirtmek gerekir ki Beyaz Saray ile yapılan sözleşmenin uygulayıcısı sadece başkanlık olmayıp fakat bütün komuta kademeleriyle ABD ordusu bu aşamada yetkili hale gelmektedir. Bu ordunun kilit kademelerinde Türkiye’yi bölgesel savaşa sokma şehvetiyle yanıp tutuşan mesela Yunan kökenli generaller bulunmaktadır. Sonucu görmek için aynı zamanda Güneydoğu’da 1990larda görev yapmış sıradan bir çavuşun İncirlik’ten kalkan uçaklar ile PKK ilişkileri konusundaki bilgisine başvurmak da yeterli olabilir.

    TSK’nın sınır ötesi hedefleri bombalarken diplomatik tarik ile ilgili diğer ülkelere bilgi verilmesine rağmen Suriye’nin bundan istisna tutulduğunun hassaten açıklanması pek şık olmamıştır. Çünkü Suriye de bir komşumuz olarak aynı zamanda güvenlik ilişkilerimizin son derece önemli bir parçasıdır. Türkiye’nin güvenliği Suriye’ninki ile birebir bağlantılı olup Suriye’ninki de Türkiye’nin güvenliği ile birlikte düşünülmelidir. Esasen ülkemizde asayiş önemli ölçüde komşumuzdaki iç savaşla birlikte sarsıntılı döneme girmiştir. Yakın gelecekte güvenliğimizin tehlike zilleri çalmasının nedeni de bu ülkedeki iç savaş olacaktır. Türkiye’deki 2 milyona dayanan mülteci ile bunların neden olduğu/olacağı her türlü güvenlik sorunlarının, bu insanların kendi yurtlarına dönmeden çözülmesi pek mümkün gözükmemektedir.

    Birçok meslektaşımız Türkiye’nin “değerli yalnızlık” politikasına son vererek komşularıyla yeniden sağlıklı ilişkiler kurması gerektiği, bu konuda mesela Mısır’dan başlamanın zamanının geldiği yönünde fikir beyan etmektedir. Eğer böyle bir gereklilik varsa başlangıç olarak Suriye’nin seçilmesi çok daha elzemdir. Elzemiyet devletlerin egemen eşitliği gerçeğinin de bir gereğidir. Belirtmek gerekir ki kurulacak işbirliği Sisi veya Esad ile olmayıp fakat Mısır veya Suriye ile olacaktır. Ülke liderleri geçici olup fakat devletler kalıcıdır. Daha önce de kurulan ilişki Mursi ile değildi fakat Mısır ileydi. Türkiye’nin bölge ve ülke güvenliği için komşularıyla attığı imzalar, okyanus ötesindeki veya Avrupa’dakilerden çok daha sağlıklı ve kalıcı olacaktır/olmalıdır.  Henüz kuruluş amacı ve örgüt yapısı tam olarak bilinmemekte olan IŞİD’in birçok mensubunun İngiltere, ABD, Fransa gibi batılı ülkelerden olması tesadüfi değildir.

    Osmanlı’nın yıkılışını sağlayan İttihat ve Terakki’den beri Türkiye’yi hedef alan örgütlerde Ermeni, Rum, Yahudi gibi azınlıkların oldukça fazla olması da tesadüf eseri değildi. Esasen ASALA’nın faaliyetlerine son vermesi ile PKK’nin ortaya çıkması aynı dönemde gerçekleşmiştir. Önde gelen aşırı sol, sosyalist, komünist, bölücü, etnik ayrılıkçı örgütlenmelerde genellikle Ermeni, Rum ve diğer genellikle gayr-i müslim üyeler bulunmaktadır. Masum aynı zamanda ilginç bir örnek olarak Hrant Dink daha öğrencilik yıllarında Marksist-Leninist çizgide siyaset yapmaya karar verince mahkeme kararıyla ismini Fırat olarak değiştirmiştir. Çünkü 1970lerin çalkantılı Türkiyesinde bir Ermeni olarak Marksist-Leninist Komünist Partisi’nde boy göstermek istememişti.

    Suriye’nin dağılması ile ortaya çıkan terör örgütlerinin hangi etnik gruplardan eleman devşirdiği, bunların nihai amaçlarını da ortaya koymaktadır. Genellikle örtülü kimliklerle terör saflarında Türkiye’yi hedef alan bu örgütler bataklığına karşı köklü politikalar ve işbirliğine ihtiyaç vardır. Ankara’nın “Esat gitmeli” nakaratı ile çalkalandığı günlerde görmesi gereken gerçek, Esat sonrası bölgenin ne hale geleceği idi. Suruç hadisesi aslında o nakaratın eseridir. Çözüm ise hatanın nereden kaynaklandığında saklıdır. Türkiye’nin sadece Suriye ile değil aynı zamanda Mısır, İran, Suudi Arabistan, Ürdün, Lübnan bu arada Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ile aynı masaya oturması sadece Suriye’yi değil fakat aynı zamanda Türkiye’yi kurtaracak olan bir proje olarak görülmelidir. Öncelikle ÖSO ile Suriye’yi masaya oturtacak tek güç ise Türkiye’dir ki bu durum birçok aleyhteki tezgâhı temelinden yıkacaktır.

    Usgam, 27.07.2015

    alaeddinyalcinkaya@gmail.com

  • TERÖR DOSYASI : Son Gelişmeler Işığında Terörle Mücadele Küresel Forumu ve İşlevi

    TERÖR DOSYASI : Son Gelişmeler Işığında Terörle Mücadele Küresel Forumu ve İşlevi

    Doç. Dr Haldun Yalçınkaya

    TOBB-ETÜ Öğretim Üyesi

    ORSAM Güvenlik Çalışmaları Programı Koordinatörü

    24 Eylül 2014 tarihinde Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi, New York’da Irak ve Suriye’de süregiden çatışmalar ışığında “Şiddet İçeren Aşırılıklara” ilişkin bir karar aldı. Söz konusu karar, IŞİD’in “Yabancı Terörist Savaşçılar”ına dair uluslararası camiada alınacak bir dizi tedbiri içermektedir. Bu kararın detayları başka bir yazının konusu olmakla birlikte BM Güvenlik Konseyinin 24 Eylül tarihli toplantısı 15 üyesinin dışında 28 devletin katılımı ile geleneksel yapının dışında cereyan etti. Bu toplantı esnasında Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’da bir konuşma yaptı. Bu yazının konusunu ise BM Güvenlik Konseyinin bu toplantıyı gerçekleştirmesini sağlayan ve kurulmasında Türkiye’nin ABD ile liderlik ettiği bir mekanizmanın ne olduğu oluşturmaktadır: Terörle Mücadele Küresel Forumu(TMKF – Global Counterterrorism Forum).

    Terörle Mücadele Küresel Forumu (TMKF) 22 Eylül 2011 tarihinde ABD ve Türkiye eş başkanlığında New York’ta kurulmuştur. TMKF ne devletlerin bir araya geldiği bir uluslararası örgüttür ne de bir sivil toplum örgütüdür. TMKF 21nci yüzyılın terörizmine karşı askeri olmayan mücadelenin oluşturulması amacıyla tüm dünyadan konunun uzmanlarını ve karar alıcılarını bir araya getiren bir platform oluşturma amacındaki bir girişimdir. Teoride, bu girişim sayesinde terörizmle mücadelede acil ihtiyaçların tanımlanabilmesi, bu ihtiyaçlara karşı çözümlerin üretilebilmesi ve kaynakların harekete geçirilebilmesi mümkün olabilecektir.

    Bu noktada akla gelen ilk soru “Neden böyle bir girişime ihtiyaç duyulduğudur?” Dünya küresel boyutta terörizmle 11 Eylül 2001 saldırıları ile tanışmış ve ABD liderliğinde başta El-Kaide olmak üzere küresel terör örgütleri ile bir mücadeleye girişmişti. 2011 yılında TMKF kuruluna kadar geçen on yıllık süreçte, dünya, geleneksel uluslararası ilişkiler mekanizmalarının bu yeni tehdit ile mücadelede hantal ve üretkenliğinin kısıtlılığı sorunu ile karşılaştı. En basit anlatımla kimin terörist olduğu veya hangi eylemin terörizm olduğunu tanımlamakta bile gelenekselmekanizmaların yetersizliği görüldü. Bu tür sorunlar nedeniyle uluslararası camia etkili mücadele safhasına geçemeden tanımlama gibi daha ilk adımları bile halledemez oldu. Etkin olması beklenen Birleşmiş Milletler veya NATO gibi uluslararası örgütler dahi üyelerinin değişik pozisyonları nedeniyle sonuç üreten mekanizmalar olamadılar. Bu soruna ilişkin TMKF öncesi en kayda değer girişimlerden birisi 2003 yılında kurulan G-8 Terörizmle Mücadele Eylem Grubu ( G-8 the Counterterrorism Action Group – CTAG) olmuştu. Birlemiş Milletler Güvenlik Konseyi Terörle Mücadele Komitesinin (UN Security Council’s Counter-Terrorism Committee) etkin olmaması nedeniyle kurulan G-8 Terörizmle Mücadele Eylem Grubunun da etkin olamaması TMKF’nin kurulması ile sonuçlanmıştır. 2001 yılından itibaren küresel terörizmin büyüme eğilimi ile uluslararası camianın buna karşı alınacak tedbirlerle ilgili beyhude çabaları ile karşılaştırıldığında hantallıktan kurtulmuş yeni yapıların kurulması gerekliliği ortaya çıkmıştı. TMKF’nin bu ihtiyacı karşılamakta yeterli olup olmayacağını ise zaman gösterecek. Ancak, ilk göstergeler olumlu sinyaller içeriyor.

    11 Eylül saldırıları sonrası küresel terörizmle mücadele eden ABD’nin TMKF’nin liderlerinden birisi olması beklenen bir durumdur. TMKF’nin kurulmasına öncülük eden diğer devlet ise Türkiye olmuştur. Esasen bu anlaşılabilir bir durumdur. Türkiye 1970’li yıllarda ASALA ve 1980’lerle birlikte PKK terörüne mazur kalmıştır. Maalesef bu tecrübeler Türkiye’nin hem alanda hem de uluslararası arenada terörle uzun yıllar mücadele etmesine ve bilgi birikimi edinmesine yol açmıştır. Türkiye terörizme karşı uluslararası arenada destek verilmemesi, terörizmin tanımı ve insan hakları ihlalleri yapmadan terörizmle mücadele etme gibi başlıklarla uzun yıllar boyunca gündeminde tutmak durumunda kalmıştır. Bu durum ise 11 Eylül sonrası dünyada tartışılan sorunların Türkiye’de zaten tartışılmış konular olduğu gerçeğini ortaya koymuştur. Dolayısıyla Türkiye’nin bu tür girişimlerde ön saflarda olması şaşılacak bir durum değildir. Bu kapsamda NATO’nun Terörle Mücadele Mükemmeliyet Merkezi’ni Ankara’da açması tesadüf değildir. Bu nedenle Türkiye’nin TMKF’ye liderlik etmesi de tesadüf değildir. Ez cümle 2011 yılındaki TMKF kuruluş fotoğrafında Hillary Clinton ile Ahmet Davutoğlu beraber yer almış ve göreceli olarak en etkili sonuç üreten bir girişim başlatmışlardır.

    Türk kamuoyunda sadece bakan veya daha üst seviyede gerçekleştirdiği toplantılarla gündeme gelen TMKF’nin evrimleşerek sürekli bir örgüt haline gelmesi beklenebilir. Tarihte bunun örnekleri görülmüştür. Bunun en bariz örneklerinden birisi Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatıdır (AGİT). 1975 yılında Helsinki’de başlayan süreç Soğuk Savaş yıllarının sonunda Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Antlaşmasını üretmiş ve “Demirperde”yi aralamıştır. Sonrasında ise AGİT gibi bir uluslararası örgüt kurulmuştur. TMKF henüz emekleme evresinde oluşan bir girişim olmakla birlikte sonuç alan çözümler ürettikçe kurumsallaşacağı düşünülmektedir.
    TMKF’nin ortaya çıkışını özetledikten sonra faaliyetlerine bakmakta fayda vardır. Böylece 24 Eylül 2014 tarihinde BM Güvenlik Konseyinin toplantısı, bu toplantı sonucunda Güvenlik Konseyinin aldığı karar ve dolayısıyla TMKF daha iyi anlaşılabilir.

    Terörizmle Mücadele Küresel Forumu, BM Terörizmle Mücadele Küresel Stratejisini (UN Global Counter-Terrorism Strategy) temel almakta ve bu stratejiyi daha ileriye götürme işlevini görmektedir. Bu işlevi yerine getirirken ise geçen on yıldaki girişimlerde karşılaşılan hantallıklardan arınılmasını amaçlanmaktadır. Ayrıca belirtilmesi gerekir ki TMKF’nin konusunu askeri olmayan girişimler oluşturmaktadır.

    TMKF’nin Avrupa Birliği dâhil 30 kurucu üyesi vardır: Cezayir, Avustralya, Kanada, Çin, Kolombiya, Danimarka, Mısır, Fransa, Almanya, Hindistan, Endonezya, İtalya, Japonya, Fas, Hollanda, Yeni Zelanda, Nijerya, Katar, Rusya, Suudi Arabistan, Güney Afrika, İspanya, İsviçre, Türkiye, Birleşik Arap Emirlikleri, İngiltere (Birleşik Krallık) ve ABD. Ayrıca çeşitli uluslararası kuruluşlarla ortaklık içindedir: Birleşmiş Milletler kuruluşları, Afrika Birliği, Asya-Pasifik Ekonomik İşbirliği (APEC), Güneydoğu Asya Uluslar Birliği (ASEAN), Avrupa Konseyi, Batı Afrika Ülkeleri Ekonomik Topluluğu (ECOWAS), Hedayah, Interpol, Uluslararası Sivil Havacılık Örgütü (ICAO), AGİT, Amerikan Devletleri Örgütü (OAS).

    TMKF’nin yapısına aşağıdaki gibidir:

    1. Stratejik Seviye İşbirliği Komitesi: Türkiye ve ABD bu komitenin eş başkanlarıdır.

    2.Tematik ve Bölgesel Çalışma Grupları:

    a. Adalet Sistemi Sektörü ve Hukukun Üstünlüğü Çalışma Grubu: ABD ve Mısır eş başkanlığında
    b. Şiddet içeren Aşırılıklarla Mücadele Çalışma Grubu: Birleşik Arap Emirlikleri ve İngiltere eş başkanlığında
    c. Sahel Bölgesi (Sahra Altı Afrika) Kapasite İnşası Çalışma Grubu: Cezayir ve Kanada eş başkanlığında.
    d. Afrika Burnu Kapasite İnşası Çalışma Grubu: Avrupa Birliği ve Türkiye eş başkanlığında.
    e. Alıkoyma ve Topluma Kazandırma Çalışma Grubu: Avustralya ve Endonezya eş başkanlığında
    (Söz konusu çalışma gruplarına gerek duyuldukça yenileri eklenebilir. 2014 yılının son çeyreğinde bu çalışma gruplarına “Yabancı Terörist Savaşçılar” çalışma grubu eklendiğinin ilan edilmesi beklenmektedir.)

    3. İdari Birim: Bu birim özellikle sadece idari işleri yapmaya odaklanmış olup, özellikle hantal bir bürokrasi yaratmamak adına küçük tutulmaktadır.

    TMKF’nin kuruluşundan günümüze kadar gerçekleştirdiklerine baktığımızda bu girişimin işlevi daha iyi anlaşılabilir. Terörizmle mücadele için adalet sistemini geliştirmek adına 230 milyon Amerikan Doları kadar bir kaynağın kullanılmasını sağlamıştır. Abu Dabi’de Hedayah adında “Şiddet İçeren Aşırılıklara” karşı çalışmak üzere bir mükemmelliyet merkezi kurulmuştur. Hedayah’a Türkiye’de katkı sağlamaktadır. Taraflar arasında şiddet içeren terörizme karşı iyi uygulamalar paylaşılmıştır. 2014 yılı içerisinde Malta’da Adalet ve Hukukun Üstünlüğü Uluslararası Enstitüsünün ve Cenevre’de Toplumsal Angajman ve Toparlanma Küresel Fonunun kurulması beklenmektedir. Bunlar TMKF’nin faaliyetlerinden bazılarıdır.

    24 Eylül 2014 tarihinde bahse konu BM Güvenlik Konseyi özel toplantısının bir gün öncesinde TMKF’nin gerçekleştirdiği bakanlar düzeyindeki beşinci Terörle Mücadele Küresel Forumu dünya ve Türkiye kamuoyunun gündeminde dikkat çekmiştir. Şüphesiz bunun temel nedeni Irak ve Suriye’de IŞİD’ın yarattığı terör ve burada bulunan “Yabancı Terörist Savaşçılar” konusudur. Toplantıya Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ve ABD Dışişleri Bakanı John Kerry başkanlık etmişlerdir. Kurucu üyelerin tamamının katıldığı toplantı esasen bir gün sonra BM Güvenlik Konseyinde kabul edilen “Yabancı Terörist Savaşçılar” konusundaki 2178 sayılı karara temel oluşturmuştur. Kamuoyunun gündemini meşgul eden yabancı savaşçılar konusunda BM Güvenlik Konseyinin karar alması önemlidir ve bu yazının konusunu teşkil eden TMKF’nun işlevselliğini gösteren önemli bir belgedir.

    TMKF, 2014 yılında yabancı savaşçılar konusunda Hollanda, Fas ve Birleşik Arap Emirliklerinde toplantılar düzenlemiştir. Bu toplantılarda taraflar bu konudaki mücadelelerini, aksaklıkları, yapılması gerekenleri ve çeşitli iyi uygulamaları paylaşmışlardır. Pratikte TMKF’nin Türkiye için çeşitli faydalı olmuştur. Örneğin kamuoyunda da paylaşıldığı üzere IŞİD’a katılmak üzere bölgeye gitmek isteyen yabancı savaşçıların kullandığı geçiş rotalarından birisi de Türkiye’dir. Ancak gümrük kapılarından Türkiye’ye giriş yapan yabancıların kaynak ülkeler tarafından tespit edilmesi ve Türkiye’ye girişlerinden önce tespit edilerek Türk makamlarına bildirilmesinde yaşanan birçok aksaklık Türkiye için ciddi bir sorun yaratmaktaydı. Kamuoyuna açıklandığından öğrenildiği kadarıyla kabaca 1000 kadar yabancı savaşçının Türkiye’ye girişi engellenmesine bu platformda gerçekleştirilen diplomatik girişimlerin de katkısı olmuştur. Ancak bu konuda Türkiye’ye girişler açısından halen tatmin edici bir seviyeye ulaşılamamıştır. Ancak bunu sağlayacak sistemsel yapı ise yine TMKF’nin alınmasında ciddi katkı sağladığı BM Güvenlik Konseyinin 2178 sayılı “Yabancı Terörist Savaşçılar” kararı ile olabilecektir. Tam bu noktada BM Güvenlik Konseyinin tüm kararlarının uluslararası sistemde her zaman sonuç alıcı kararlar olamayabileceği gerçeğini not etmek gerekir. Anlaşılan o ki bu aşamada TMKF’nin belirgin katkısı terminolojide olmuş ve BM Güvenlik Konseyi kararı sonrasında “Yabancı Savaşçılar” teriminin “Yabancı Terörist Savaşçılar” haline dönüşmüştür. Terörizmle mücadelede on yıllarca süredir uluslararası kamuoyunda terörizmin tanımı tartışmaları düşünüldüğünde bu yazıda konu edilen “hantal”lığın atılmaya başladığının göstergesidir.