Halide Edip 10 Ağustos 1919 günü Mustafa Kemal Paşa’ya bir telgraf çeker. Telgrafta Halide Edip der ki; “Biz İstanbul’da kendimiz için, bütün eski ve yeni Türkiye sınırlarını içine almak üzere geçici bir Amerikan mandasını “Ehven-i şer” olarak görüyoruz.”
Mustafa Kemal Paşa’nın yanıtı çok nettir: “Ehveni şer, şerlerin en kötüsüdür.”
Erzurum’dan Sivas’a gelmek için hazırlık yapan Mustafa Kemal’e sorarlar; “Paşam, Sivas’ta galiba manda meselesi bizi çok üzecek ve yoracak.”
Paşa heyecanla şu cevabı verir: “Ahmaklar, memleketi Amerikan mandasına, İngiliz himayesine terk etmekle kurtulacak sanıyorlar. Kendi rahatlarını temin etmek için bir vatanı ve tarih boyunca devam edip gelen Türk istiklalini feda ediyorlar .”
***
1919 yılının 9 Eylül’ü. Günlerden Salı. Gece bir hayli uzun olacak gibi. Sivas Lisesinde gecenin bu geç saatlerinde hararetli bir tartışma almış başını gidiyor. Manda ve himaye tartışılıyor! Türk aydını Türk’e güvenemiyor. Çözüm basit! Türk istiklalini geçici bir süre Amerika’ya devretmek! Sonrası mı? Hele bir Amerika’nın şefkatine girelim, gerisi basit!
Bu hararetli manda tartışmasının ortasında genç bir tıbbiyeli olan Hikmet ayağa kalkar ve tüm heyecanıyla: “Paşam delegesi bulunduğum tıbbiyeliler beni buraya istiklal davamızı başarma yolundaki mesaiye katılmak üzere gönderdiler, mandayı kabul edemem. Eğer kabul edecek olanlar varsa, bunlar her kim olacak olurlarsa olsunlar bu duruma şiddetle karşı çıkarız. Örnek olarak manda fikrini siz kabul ederseniz, sizi de reddeder, Mustafa Kemal’i vatan kurtarıcısı değil, vatan batırıcısı olarak adlandırır ve lanetleriz.” Büyük bir heyecanla söylenmiş bu sözler kurultayda(kongre) soğuk duş etkisi yaratır ve belirli bir süre kimseden çıt çıkmaz. Birden sessizliğin yerini bir coşku seli alır ve Mustafa Kemal üyelere dönerek şu yanıtı verir: “Arkadaşlar, gençliğe bakın; Türk millî bünyesindeki asil kanın ifadesine dikkat edin! Gençler, vatanın bütün ümit ve istikbali size, genç nesillerin anlayış ve enerjisine bağlanmıştır,” diyerek genç tıbbiyeli dönmüş ve “Evlat; müsterih ol. Gençlikle iftihar ediyorum ve gençliğe güveniyorum. Biz, azınlıkta kalsak dahi mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir ve değişmez: Ya istiklal, ya ölüm!
***
Bugün, Doğu Türkistan için mandadan bir farkı olmayan Amerika menşeli demokrasi reçetesini Orta Asya’nın Türk’üne reva görenler, 1919’da İngiliz ve Yunan işgalinden kurtulmak için Amerikan gölgesinde ehven-i şerre(kötünün en iyisi) ihtiyaç duyanlara ne kadar da çok benziyor. Evet, Doğu Türkistan halkı sindiriliyor, baskılara maruz kalıyor, Urumçi’den Turfan’a kadar Doğu Türkistan’da Çin’in eritme politikası yıllardır Uygur Türk’ünde kendisini gösteriyor. Türkiye ve Türk halkı ise bu durumu sadece Amerika’dan servis edilen birkaç fotoğraf ve videonun sonucunda fark edebiliyor. Sokaklara dökülüyor.
Peki, adama sormazlar mı arkadaş? Aklınız başınıza yeni mi geldi? Bu, uzun yıllardır süre gelen bir eritme politikası değil mi? Önüne, ne idüğü belirsiz birkaç fotoğraf servis edilince mi aklın başına geldi? Yıllardır neredeydin? Senin tepkin iki yılda bir aynı fotoğrafların veya benzer fotoğrafların senin önüne tekrar tekrar servis edilmesi sonucunda oluşan kısa vadeli bir tepki mi yoksa? Çözümün de Amerikan gemisine binmiş ve özgürlüğü Amerikan fonlarında arayan, ‘Rabia anamız’ diye dilinden düşürmediğin tescilli ajan Rabia Kadir mi? Hiç kusura bakmayın arkadaşlar. Sen 1919’da mandayı kabul etmeyeceksin, kendi göbeğini kendin keseceksin, kalkıp tüm mazlum ülkelere örnek olup bağımsızlık ateşleri yakacaksın, senin sayende Hindistan ayağa kalkacak, Mısır ayağa kalkacak, sonra da kalkıp kardeşim dediğin insanları Türkçüyüm, Turancıyım naraları atarak bir kucaktan alıp başka bir kucağa iteceksin. Kendine reva görmediğin kaderi, kardeşim dediğin insanlara mı reva göreceksin? Senin kucağına itelediğin Rabia Kadir ve onun gibileri Doğu Türkistan’ı ve mazlum halkını temsil edemezler. Amerikan emperyalizminin ve istihbaratının fonladığı maşalar Türk olamazlar, Türk’ü temsil edemezler. The National Endowment for Democracy (NED), Freedom House, IRI ve CIA güdümlü ve fonlu Türk olamaz. Sen kalkıp bağımsızlıktan, özgürlükten söz edeceksin, sonra da Amerikan Emperyalizminde ve mandasında çözümü arayacaksın. Madem sömürgeciliğe karşısın, madem hakkını hukukunu savunuyorsun, madem bağımsızlık savaşı veriyorsun senin ne işin var CIA ile NED ile IRI ile?
Bakınız beyler ve hanım efendiler; çözüm ehveni şerde aranmaz. Biz bunu Mustafa Kemal’den öğrenmedik. Biz bu ülkeyi nasıl kurduk, ne zorluklar çektik, neler yaşadık eminim ki hepiniz biliyorsunuzdur. Biz boynumuza geçirilmiş olan o ipi kafalarında parçaladık. Bizim sayemizde tüm mazlum milletler emperyalizmin yenilebileceğini ve onların Tanrı olmadığını fark edip, boyunlarına geçirilen o ipleri ülkelerini işgale gelenlerin kafalarında parçaladı. “Mustafa Kemal İngilizleri yenene kadar, Tanrı’yı İngiliz zannediyordum” dememiş miydi Mahatma Gandhi? Daha neyin ehveni şerrinden, neyin çözümünden bahsediyorsunuz?
Farkında mısın? Yedi düvelin belini kıran Türkiye, şimdi bölünmeyi tartışıyor. Birileri seni masaya yatırıp ameliyat ediyor. Ciğerlerini temizleyeceğine, senin ciğerine kocaman bir ur yerleştiriyor. Irak’ın kuzeyinde Kürdistan’ı kuruyor, Suriye’nin kuzeyinde ise koridoru açıyor. Türkiye’nin güneyini de bölünmeye hazırlıyor. Türk’ün ismini tarihten kazıyamayanlar, senin kökünü kazımak için bir oluyor. Hani bizde bir söz vardır, hepimiz biliriz: “Kendine faydası olmayanın; anasına, atasına faydası mı olurmuş hiç.” Önce kendine bakacaksın arkadaş. Sen boğazına kadar pisliğin içine gömülmüşken, başkasına nasıl faydan dokunabilir?
Önce kaybettiği ruhu, “Ya İstiklal, Ya Ölüm!” parolasını yeniden kazanacaksın ki bu yapmadığın şey değil, tarihte örneği çoktur, sonra da kalkıp Urumçi’ye, Bakü’ye, Tebriz’e, Aşkabat’a, Komrat’a, Priştine’ye bakacaksın. Önce kendi içindeki gafilleri yok edecek ve boynundaki ipi kafalarında parçalayacaksın, sonra da kalkıp kardeşim dediğin Uygurları, Azeri Türklerini, Kosovalıları, Gagavuzları birilerinin kucağına atmak yerine alıp bağrına basacaksın.
Çözüm kardeşim dediklerini, birilerinin kucağına atmak değildir. Çözüm Mustafa Kemal’in Gagavuzya’ya gönderdiği “Kemal’in üretmenleri” ile birlikte trenler dolusu Türkçe kitaplar gönderip, benliklerini korumalarını sağlamaktır. Çözüm Türk ruhunu ve benliğini diri tutmaktır. Çözüm onları geleceğe hazırlamaktır. Çözüm Ankara merkezli politika üretmektir.
Birilerinin uşağı olacaksak ve sömürgecilerin kucağında oturacaksak, bizde dâhil olmak üzere Doğu Türkistan’da, İran Türkleri de yok olsun daha iyidir. Çünkü biz çözümü, başka ellerde değil, Muhammed Mustafa’dan, Mustafa Kemal’den, Selahattin Eyyubi’den, Metehan’dan, Fatih’ten öğrendik. Biz atalarımızdan ve geçmişimizden Türk’ün istiklalini, gururunu, haysiyetini asla feda etmemeyi öğrendik. Biz “parola vatan, işareti namustur!” dedik. Biz bunu biliriz, bunu konuşuruz.
06.07.2015
Millî İrade Birliği