Etiket: Terör s

  • Doğu Türkistan’a Amerikan Reçetesini Reva Görenler! / B. Kağan Kuman

    Doğu Türkistan’a Amerikan Reçetesini Reva Görenler! / B. Kağan Kuman

    43n5

     

     

    Halide Edip 10 Ağustos 1919 günü Mustafa Kemal Paşa’ya bir telgraf çeker. Telgrafta Halide Edip der ki; Biz İstanbul’da kendimiz için, bütün eski ve yeni Türkiye sınırlarını içine almak üzere geçici bir Amerikan mandasını “Ehven-i şer” olarak görüyoruz.”

    Mustafa Kemal Paşa’nın yanıtı çok nettir: “Ehveni şer, şerlerin en kötüsüdür.”

    Erzurum’dan Sivas’a gelmek için hazırlık yapan Mustafa Kemal’e sorarlar; “Paşam, Sivas’ta galiba manda meselesi bizi çok üzecek ve yoracak.”

    Paşa heyecanla şu cevabı verir: “Ahmaklar, memleketi Amerikan mandasına, İngiliz himayesine terk etmekle kurtulacak sanıyorlar. Kendi rahatlarını temin etmek için bir vatanı ve tarih boyunca devam edip gelen Türk istiklalini feda ediyorlar .”

    ***

    1919 yılının 9 Eylül’ü. Günlerden Salı. Gece bir hayli uzun olacak gibi. Sivas Lisesinde gecenin bu geç saatlerinde hararetli bir tartışma almış başını gidiyor. Manda ve himaye tartışılıyor! Türk aydını Türk’e güvenemiyor. Çözüm basit! Türk istiklalini geçici bir süre Amerika’ya devretmek! Sonrası mı? Hele bir Amerika’nın şefkatine girelim, gerisi basit!

    Bu hararetli manda tartışmasının ortasında genç bir tıbbiyeli olan Hikmet ayağa kalkar ve tüm heyecanıyla: “Paşam delegesi bulunduğum tıbbiyeliler beni buraya istiklal davamızı başarma yolundaki mesaiye katılmak üzere gönderdiler, mandayı kabul edemem. Eğer kabul edecek olanlar varsa, bunlar her kim olacak olurlarsa olsunlar bu duruma şiddetle karşı çıkarız. Örnek olarak manda fikrini siz kabul ederseniz, sizi de reddeder, Mustafa Kemal’i vatan kurtarıcısı değil, vatan batırıcısı olarak adlandırır ve lanetleriz.” Büyük bir heyecanla söylenmiş bu sözler kurultayda(kongre) soğuk duş etkisi yaratır ve belirli bir süre kimseden çıt çıkmaz. Birden sessizliğin yerini bir coşku seli alır ve Mustafa Kemal üyelere dönerek şu yanıtı verir: “Arkadaşlar, gençliğe bakın; Türk millî bünyesindeki asil kanın ifadesine dikkat edin! Gençler, vatanın bütün ümit ve istikbali size, genç nesillerin anlayış ve enerjisine bağlanmıştır,” diyerek genç tıbbiyeli dönmüş ve “Evlat; müsterih ol. Gençlikle iftihar ediyorum ve gençliğe güveniyorum. Biz, azınlıkta kalsak dahi mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir ve değişmez: Ya istiklal, ya ölüm!

    ***

    Bugün, Doğu Türkistan için mandadan bir farkı olmayan Amerika menşeli demokrasi reçetesini Orta Asya’nın Türk’üne reva görenler, 1919’da İngiliz ve Yunan işgalinden kurtulmak için Amerikan gölgesinde ehven-i şerre(kötünün en iyisi) ihtiyaç duyanlara ne kadar da çok benziyor. Evet, Doğu Türkistan halkı sindiriliyor, baskılara maruz kalıyor, Urumçi’den Turfan’a kadar Doğu Türkistan’da Çin’in eritme politikası yıllardır Uygur Türk’ünde kendisini gösteriyor. Türkiye ve Türk halkı ise bu durumu sadece Amerika’dan servis edilen birkaç fotoğraf ve videonun sonucunda fark edebiliyor. Sokaklara dökülüyor.

    Peki, adama sormazlar mı arkadaş? Aklınız başınıza yeni mi geldi? Bu, uzun yıllardır süre gelen bir eritme politikası değil mi? Önüne, ne idüğü belirsiz birkaç fotoğraf servis edilince mi aklın başına geldi? Yıllardır neredeydin? Senin tepkin iki yılda bir aynı fotoğrafların veya benzer fotoğrafların senin önüne tekrar tekrar servis edilmesi sonucunda oluşan kısa vadeli bir tepki mi yoksa? Çözümün de Amerikan gemisine binmiş ve özgürlüğü Amerikan fonlarında arayan, ‘Rabia anamız’ diye dilinden düşürmediğin tescilli ajan Rabia Kadir mi? Hiç kusura bakmayın arkadaşlar. Sen 1919’da mandayı kabul etmeyeceksin, kendi göbeğini kendin keseceksin, kalkıp tüm mazlum ülkelere örnek olup bağımsızlık ateşleri yakacaksın, senin sayende Hindistan ayağa kalkacak, Mısır ayağa kalkacak, sonra da kalkıp kardeşim dediğin insanları Türkçüyüm, Turancıyım naraları atarak bir kucaktan alıp başka bir kucağa iteceksin. Kendine reva görmediğin kaderi, kardeşim dediğin insanlara mı reva göreceksin? Senin kucağına itelediğin Rabia Kadir ve onun gibileri Doğu Türkistan’ı ve mazlum halkını temsil edemezler. Amerikan emperyalizminin ve istihbaratının fonladığı maşalar Türk olamazlar, Türk’ü temsil edemezler. The National Endowment for Democracy (NED), Freedom House, IRI ve CIA güdümlü ve fonlu Türk olamaz. Sen kalkıp bağımsızlıktan, özgürlükten söz edeceksin, sonra da Amerikan Emperyalizminde ve mandasında çözümü arayacaksın. Madem sömürgeciliğe karşısın, madem hakkını hukukunu savunuyorsun, madem bağımsızlık savaşı veriyorsun senin ne işin var CIA ile NED ile IRI ile?

    Bakınız beyler ve hanım efendiler; çözüm ehveni şerde aranmaz. Biz bunu Mustafa Kemal’den öğrenmedik. Biz bu ülkeyi nasıl kurduk, ne zorluklar çektik, neler yaşadık eminim ki hepiniz biliyorsunuzdur. Biz boynumuza geçirilmiş olan o ipi kafalarında parçaladık. Bizim sayemizde tüm mazlum milletler emperyalizmin yenilebileceğini ve onların Tanrı olmadığını fark edip, boyunlarına geçirilen o ipleri ülkelerini işgale gelenlerin kafalarında parçaladı. “Mustafa Kemal İngilizleri yenene kadar, Tanrı’yı İngiliz zannediyordum” dememiş miydi Mahatma Gandhi? Daha neyin ehveni şerrinden, neyin çözümünden bahsediyorsunuz?

    Farkında mısın? Yedi düvelin belini kıran Türkiye, şimdi bölünmeyi tartışıyor. Birileri seni masaya yatırıp ameliyat ediyor. Ciğerlerini temizleyeceğine, senin ciğerine kocaman bir ur yerleştiriyor. Irak’ın kuzeyinde Kürdistan’ı kuruyor, Suriye’nin kuzeyinde ise koridoru açıyor. Türkiye’nin güneyini de bölünmeye hazırlıyor. Türk’ün ismini tarihten kazıyamayanlar, senin kökünü kazımak için bir oluyor. Hani bizde bir söz vardır, hepimiz biliriz: “Kendine faydası olmayanın; anasına, atasına faydası mı olurmuş hiç.” Önce kendine bakacaksın arkadaş. Sen boğazına kadar pisliğin içine gömülmüşken, başkasına nasıl faydan dokunabilir?

    Önce kaybettiği ruhu, “Ya İstiklal, Ya Ölüm!” parolasını yeniden kazanacaksın ki bu yapmadığın şey değil, tarihte örneği çoktur, sonra da kalkıp Urumçi’ye, Bakü’ye, Tebriz’e, Aşkabat’a, Komrat’a, Priştine’ye bakacaksın. Önce kendi içindeki gafilleri yok edecek ve boynundaki ipi kafalarında parçalayacaksın, sonra da kalkıp kardeşim dediğin Uygurları, Azeri Türklerini, Kosovalıları, Gagavuzları birilerinin kucağına atmak yerine alıp bağrına basacaksın.

    Çözüm kardeşim dediklerini, birilerinin kucağına atmak değildir. Çözüm Mustafa Kemal’in Gagavuzya’ya gönderdiği “Kemal’in üretmenleri” ile birlikte trenler dolusu Türkçe kitaplar gönderip, benliklerini korumalarını sağlamaktır. Çözüm Türk ruhunu ve benliğini diri tutmaktır. Çözüm onları geleceğe hazırlamaktır. Çözüm Ankara merkezli politika üretmektir.

    Birilerinin uşağı olacaksak ve sömürgecilerin kucağında oturacaksak, bizde dâhil olmak üzere Doğu Türkistan’da, İran Türkleri de yok olsun daha iyidir. Çünkü biz çözümü, başka ellerde değil, Muhammed Mustafa’dan, Mustafa Kemal’den, Selahattin Eyyubi’den, Metehan’dan, Fatih’ten öğrendik. Biz atalarımızdan ve geçmişimizden Türk’ün istiklalini, gururunu, haysiyetini asla feda etmemeyi öğrendik. Biz “parola vatan, işareti namustur!” dedik. Biz bunu biliriz, bunu konuşuruz.

    06.07.2015

    Millî İrade Birliği

  • DEDAŞ’tan IŞİD’e enerji kıyağı

    DEDAŞ’tan IŞİD’e enerji kıyağı

     

    221220141708121821959_2

     

     

     12.6.2015
    IŞİD’in elindeki Telabyad’a Akçakale’den elektrik verildiği iddia ediliyor.

    Akçakale’de olanları akıl almıyor. IŞİD’in elindeki Telabyad’a buradan elektrik verildiği iddia ediliyor. Bir DEDAŞ yetkilisi, “Akçakale’de günde üç-dört kez kesinti olur, ancak Telabyad’a 24 saat boyunca elektrik veririz, bu hattın bakımını da biz yaparız” diyor.

    Saat 23:00 gibi koalisyon uçakları IŞİD’in elinde bulunan Telabyad’ın bir bölümünü birkaç kez vuruyor. Urfa’nın Akçakale ilçesi bomba seslerine alışık! Sokaklar çok erken boşalıyor. Çetecilerle karşılaşıyor muyuz? Elbette! Biraz sert bir cümle olabilir ama IŞİD’in nefesini arkamızda duyuyoruz. Geçtiğimiz her yerde telefonlar açılıyor. Camlardan yolumuza bakanlar çıkıyor. “Her sakallı IŞİD değildir” deniyor ancak Selefi tarzıyla dolaşanların, gözleriyle tehdit eden adamların, yolumuza çıkan araçların kime ait olduklarını anlıyoruz. Söylenen net cümle, aldığımız havayla örtüşüyor: “DEAŞ burada!”

    Akçakale üzerinden, ‘bir iktidarın’ ülkenin başına açabileceği dertlerin ne denli büyük olabileceği görülüyor. IŞİD havası bir yana, Akçakale’nin kısa bir süre sonra başka tehlikelere de gebe olduğu anlaşılıyor. İlçe üzerinden AKP’nin başımıza açtığı belaları sıralıyoruz:

    1. ‘IŞİD’in elektriğini kesmeyiz!’

    IŞİD’le Türkiye arasındaki tampon bölgede Toprak Mahsulleri Ofisi’nin deposu var. Henüz Suriye’de iç karışıklık çıkmadan önce iki ülke arasında yapılan anlaşmaya göre karşı tarafa, ofis deposunun hemen yanından çekilen üç hatla elektrik verilmeye başlandı. Ne var ki karşı taraf yani Telabyad, IŞİD’in eline geçtikten sonra da Dicle Elektrik Dağıtım Anonim Şirketi (DEDAŞ) elektriği kesmedi. Bir DEDAŞ yetkilisinden edindiğimiz bilgiye göre yıllardır karşıya elektrik veriliyor. DEDAŞ yetkilisi, “Akçakale’de günde üç-dört kez kesinti olur ancak Telabyad’a 24 saat boyunca elektrik veririz, bu hattın bakımını da biz yaparız” diyor. Akçakale’de ise elektrik gidince tarım alanlarını sulamak için gerekli olan dinamolar çalışmıyor, toprak kuruyor, ekinler bozuluyor, yanıyor. Görünen şu ki, halka IŞİD kadar sahip çıkılmıyor. IŞİD’in bizden aldığı elektrik savaş bölgesinde daha çok insanın ölümü anlamına geliyor. Trajik ve nihai özet kısmı ise şu; IŞİD’e giden elektrik hepimizin cebinden gidiyor!

    2. Kaçakçı IŞİD’den memnun

    Bölge geleneğinde kaçakçılık var. Ancak bugünkü kaçakçılık geçmiştekine benzemiyor. Suriye’deki savaştan beri insan kaçakçılığı yapılıyor. Karşı taraf ve Türkiye arasında koordinasyonu sağlayan simsarlar var. Bunların, cihatçılara gönderilen adam başına 100 dolar ücret aldıkları iddia ediliyor. Akçakale’de son yıllarda zengin olanların sayısı bir hayli fazla! Sınır kapısında döndüğü söylenen para dudak uçuklatacak cinsten. İddialara göre, Akçakale sınır kapısında günde 7 ila 13 milyon dolar para el değiştiriyor.

    3. Sınırdan başka neler geçiyor?

    İşte tam bu noktada çok daha vahim iddialar bulunuyor. Şahitlerden ve kendisine ‘iş teklif edilenlerden biri’ şunları söylüyor: “Firmamızdan yüklü miktarda boya istediler. Aracılar bizi buldu. Ancak karşı tarafa geçirilen boya ile bomba imal edileceğini anladık. ‘Kana ortak olmayız’ diyerek reddettik. Biz olmazsak, başkası… Adam bulmak zor değil. Bu işi de aldılar! Gümrük bölgesini tanıyan başka bir esnaftan aldığımız bilgi de tüyler ürpertici: “Yüklü miktarda trafo yağı gider. Gübre geçer. Trafo yağı, 0.5’lik gübre ile karıştırılınca çok şiddetli bir patlayıcıya dönüşen kimyasal elde ediliyor. İçinde ne olduğu meçhul saman torbaları geçer. Gönderilen temel gıda ve ihtiyaç maddelerini saymıyoruz bile! Serum ve tıbbi malzeme de sevk eden kamyonların haddi hesabı yok. Tıbbı malzemeler Urfa ve Antep’teki merdiven altı depolardan kayıtsız çıkıyor!”

    4. IŞİD işsizlere göz kırpıyor

    Akçakale’de aşiretler hâkim! Bu aşiretlerin, her türden ‘ticaret ilişkilerinde’ aktif rol oynadığı anlatılıyor. Bölgenin siyasi yapısı da aşiretler tarafından şekillenmiş durumda. Peki, ‘arkası sağlam olmayan halk’ ne durumda? Burada da Suriyelilerin yoğun olduğu tüm bölgeler gibi yerel halk sığınmacılardan şikâyetçi. Çünkü sığınmacılar ucuz işgücü olarak kullanılıyor. Halkın 10 liraya yaptığını onlar 1 liraya yapıyor. Ev kiraları yüksek! Ev sahipleri birkaç kat daha fazla para alabildikleri için sığınmacıları tercih ediyor. Halk yoksullaşıyor. Bu nedenle IŞİD’e katılmayı düşünenlerin sayısının bir hayli fazla olduğu söyleniyor. Onlardan biriyle konuşuyoruz. Şunları söylüyor; “Ailem olmasa giderdim. Öteki tarafta alacaklı olmayasın diye, kredi kartı borçlarını kapatıyorlar. Aylık 5 bin dolar para veriyorlar. Paraları bol, çok sayıda petrol kuyuları var. Akçakale halkı IŞİD’in varlığından rahatsız değil. Kendilerini bulmak çok kolay! Kuran kurslarından, mahalle evlerine kadar her yerde yuvalanıyorlar.” İşte anlatılanlar bunlar. İlave olarak; IŞİD’in cennet ve orada 72 bakire huri vaadi de prim yapıyor!

    5. Polis yok, gizemli araçlar devriyede

    Aslında ilçede yaşananlardan polis de asker de rahatsız. Sabah saatlerinde, bir jandarma astsubaydan bilgi alıyoruz. Sıfır noktasındaki bir ‘kirpi aracı’ karşı tarafı gözlüyor. Aracın ilginç hikâyesini, Süleymanşah Operasyonu’na katıldığını ve orada bir mayının üstünden geçerek yaralandığını öğreniyoruz. Jandarma astsubay, kaçakçıların her türden teklifi yaptığını ancak, bunlara prim vermediklerini anlatıyor. Gece boyunca sınırı geziyoruz. Hemen karşımızda, sınırın öte yanında IŞİD araçları devriye geziyor. 100 metre kadar yakınlaşıyoruz. Jandarma; sertçe uyarıyor: “Fotoğraf çekme!” IŞİD devriyede ve cihatçılarla komşuyuz. Ancak komşumuzun fotoğrafını çekmemize izin verilmiyor, usul bu! Fakat sabah fotoğraf alabiliyoruz. Gecenin bir vakti sınır kapısına yakınlaşıp uzaklaşan araçlar var. Cihatçılar, tampon bölgeyi geçip sınıra yakın rahatça dolaşıyor. Sokaklarda ne bir ekip otosuna ne de tek bir polise rastlıyoruz!

    6. Gecenin bir vakti neler oluyor?

    “Kaçakçılığın ana üssü Hürriyet Mahallesi” deniyor. ‘İşbirlikçilerin’ arabaları rahat rahat dolaşıyor. Suriye plakalı olan da Türkiye plakalı olan da var. Gecenin yarısı sokaklar bomboş fakat çekçekle sınıra karpuz götürenler var. Anlam vermek zor! Gece yarısı iki benzin istasyonunun karşı karşıya olduğu Akçakale meydanında garip bir insan kalabalığına rastlıyoruz. Sınıra yakın bir bölgede sığınmacılar toplanmış, kimilerinin ellerinde bavul var. Kimlikleri meçhul!

    7. Suriyeli taksiciler çok zengin

    Suriyeliler kendi araçlarıyla taşımacılık yapıyor. Vergi yok, kimlik sorulmuyor. İlçede neredeyse herkes Arapça biliyor. Ne var ki sığınmacıların lehçesi farklı. Bu nedenle Arapları taşıyorlar. Suriyeli taksicilerin çok zengin olduğu söyleniyor. Tuhaf bir alışkanlıkları var. Eczanelerden sıklıkla Aferin kapsül, Tranko Buskas, Apranax Plus adı verilen reçeteye tabii, çok kullanıldığında ise,uyarıcı ve uyuşturucu etkisi yaratan ilaçları talep ediyorlar. Sınıra adam taşıdıkları anlatılıyor. Bir görgü tanığı, kısa bir süre önce koalisyon uçaklarının IŞİD bölgesindeki petrol rafinerilerini vurduğu geceyi şöyle anlatıyor: “Petrol rafinerisinin vurulduğu gün tesadüfen sınıra yakındık. Karşı taraftan bir ambulans geldi. Suriyeliler, taksileriyle ambulansın arkasına takılıp konvoy yaptılar. Ambulans hastanede işini bitirdi. Sonra Urfa’ya doğru devam ettiler. Ne taşıdılar, ne yaptılar bilmiyoruz!”

    8. Günde 8-10 resmi araç girip çıkıyor

    Yine buradan, ambulanslar da dahil olmak üzere 8-10 resmi aracın giriş çıkış yaptığı biliniyor. Ambulanslar sakince giriş yapıyor, siren çalışmıyor. Nadiren siren sesi duyuluyor!

    9. Toplanma: Harran; Geçiş: Akçakale

    Akçakale’ye aylar önce geldiğimizde gözlemler yapmış ve kızları karşı tarafa geçip IŞİD’e katılan bir babayla tanışmıştık. Babanın ağzından şu lafları duymuştuk: “IŞİD kandırdı, devlet koridor açtı, kızlar kayboldu.” Acılı babayı evinde ağırlayan kişiyle buluşuyoruz. Yine tüyler ürperten şeyler ve net sözler duyuyoruz: “Şimdi o kadar geçiş yok. Daha çok karşı taraftan geliyorlar. Bunların toplanma yeri Harran, karşıya geçiş noktaları Akçakale. Buranın merkez üssü olduğunu açıkça ifade edebiliriz! Harran’da bir otelde toplandıklarını biliyoruz. Sınıra yakın kuyumcu ve döviz büroları IŞİD hesabına çalışıyor. Suudi ve Katar ortaklıkları var. Bunların da tedarikçileri Urfa’daki daha büyük işletmeler.” Döviz büroları, kuyumcular ve otel isimlerini, istendiğinde savcılığa bildirmek kaydıyla şimdilik saklı tutuyoruz.

    10. Çetecilerle karşılaşıyor muyuz?

    Elbette! Biraz sert bir cümle olabilir ama IŞİD’in nefesini arkamızda duyuyoruz. Geçtiğimiz her yerde telefonlar açılıyor. Camlardan yolumuza bakanlar çıkıyor. “Her sakallı IŞİD değildir” deniyor. Ancak Selefi tarzıyla dolaşan, gözleriyle tehdit eden adamların kim olduğunu ve yolumuza çıkan araçların da kime ait olduklarını biliyoruz. Söylenen net cümle; aldığımız havayla örtüşüyor. “DEAŞ gece orada, gündüz burada!” Akçakale’nin yerli nüfusu 100 bine yakın. Süleyman Şah adlı kampta yaklaşık 50 bin sığınmacı bulunuyor. İlçedeki Suriyeli sayısı ise 70 bini buluyor. Buradaki en yerinde ifade şu olabilir: Kimin eli kimin cebinde belli değil!

    ***
    Yakında kıyamet kopacak

    İlçede duyduğumuz en ilginç şeylerden biri şu: “Suruç halkı nasıl YPG’yi severse Akçakale de öyle IŞİD’i sever.” YPG’nin Telabyad’a üç koldan doğu, batı ve güney batıdan yaklaşmasını bu açıdan değerlendirmekte yarar var. Herkes 10 gün ile bir ay içerisinde kıyamet kopacağını söylüyor. IŞİD az ileride mevzileniyor. Kepçeler mevzi kazıyor. Bununla birlikte büyük bir askeri hareketlilik de göze çarpıyor. Sınır boyunca, IŞID’in canlı kalkan olarak kullanmak istediği savaş mağdurları da Akçakale’ye sığınmak için uğraş veriyor. Her gün yüzlerce kişi sınırı geçmek için uğraşıyor. Bu uğurda bedeller ödeniyor. Sınıra yakın hayvancılıkla uğraşan bir kişi, bir kadının sınırı geçmek için beklerken yolda doğum yaptığından söz ediyor. Bakalım, Akçakale nasıl tehlikeli günlere uyanacak, bunlardan kimler, nasıl rantlar sağlayacak?

    ERK ACARER – BİRGÜN

    Kamalistler

  • Bu memleket senin babanın malı değil

    111246

    12.06.2015

     

     

    111-246

     

    HDP’den Muş Milletvekili seçilen Burcu Çelik Özkan’ın “Bu memleketten defolup gideceksiniz” sözlerine korucu derneklerinden aynı sertlikte cevap geldi

    Milletvekilini ve HDP’yi Kürt olarak görmüyoruz

    Bİz, ne bu vekili ne de HDP’yi Kürt olarak görüyoruz. Kürt de olamazlar. Korucuların sabrını taşırmasınlar. Eğer HDP’ye oy verilmişse de korucu sadece süreç ve tehditlerden dolayı tercihte bulunmuştur. Bu söylemlerinden dolayı Muş Milletvekili’ni kınıyorum.

    Bu memleket babanın tapulu malı değil

    Küstahça bir açıklama. Bu ülke atalarımızın canıyla, kanıyla bize emanet ettiği kutsal topraklardır. Bu memleket ne senin babanın ne de HDP’lilerin tapulu malıdır. Bunlara hükümet yüz verdi. Kendilerine oy vermeyenlere de ’defolun’ diyecek kadar alçaktırlar.

    PKK’nın üst düzey yöneticisi Kadir Çelik’in kızı olan ve HDP’den Muş Milletvekili seçilen Burcu Çelik Özkan’ın köy korucularına yönelik “Bu memleketten defolup gideceksiniz” sözlerine korucu derneklerinden sert tepki geldi. Bitlis Köy Korucuları Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Başkanı Behçet Kandemir, korucuların hiçbir zaman kimseden çekinmediğini ve kimseye boyun eğmeyeceğini söyledi. Seçimden önce köy korucularının teröristler tarafından tek tek tehdit edildiğini, can güvenliği olmayan bazı korucuların da bu tehditler nedeniyle 7 Haziran seçimlerinde HDP’ye oy verdiğini bildiren Kandemir, şöyle dedi: “Biz, ne bu vekili ne de HDP’yi Kürt olarak görüyoruz. Kürt de olamazlar. Korucuların sabrını taşırmasınlar. Korucu her zaman sözünün arkasındadır. Eğer HDP’ye oy verilmişse de korucu sadece süreç ve tehditlerden dolayı tercihte bulunmuştur. Muş milletvekilini kınıyorum.”

    Bu mu kardeşliğiniz?

    Van Geçici Köy Korucuları Şehit Aileleri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Başkanı Ayhan Kahraman ise Özkan’ın sözlerini “küstahça” olarak nitelendirdi. Özkan’ın sözlerinin haddini ve maksadını aştığını belirten Kahraman, hiç kimsenin, ’Bu memleketten defolup gideceksin’deme hakkına ve haddine sahip olmadığını söyledi. “Bu memleket atalarımızın canlarıyla, kanlarıyla bizlere emanet ettiği kutsal topraklardır. Bu memleket ne senin babanın ne de HDP’lilerin tapulu malıdır. Kendilerine oy vermeyenlere de ‘Defolun’ diyecek kadar alçaktırlar. Bu memleketten def olacak biri varsa o da kendisidir” diyen Kahraman, şunları kaydetti: “Bizler dün olduğu gibi yarın da bu memlekette yaşayacak, kanımızın son damlasına kadar mücadelemizi sürüdüreceğiz ve devletimizin yanında yer alacağız. Bunun aksini iddia edenler hak ettikleri cevabı alacaklardır. Daha düne kadar meydan meydan dolaşan HDP Eş Genel Başkanı Selehattin Demirtaş barış ve kardeşlik mesajları veriyordu. Hani bu ülkede herkes kardeşti ve herkes kardeşçe yaşayacaktı? Hani herkes barış ve huzur içerisinde yaşayacaktı? Sizin barışınız, kardeşliğiniz oyları alıp barajı aşana kadar mıydı? Bunlara hükümet yüz verdi.”

    Zihniyetleri hep aynı

    Muş’un Üçevler Köyü korucubaşı Cahit Subaşı da Burcu Çelik Özkan’ın sözlerine ilişkin, “Türkiye partisiyiz diyerek barajı aştılar ama zihniyetleri aynen devam ediyor. Korucular bölgede barış ve huzur istiyor. Bizim de sabrımızı taşırmasınlar” ifadelerini kullandı. Doğu ve Güneydoğu’da görev yapan korucuların aylık 992 lira maaş aldığını ve hiçbir sosyal güvencelerinin olmadığını ifade eden Subaşı, şunları söyledi: “Kelle koltukta çalışıyoruz. Yıllarca bu bölgenin güvenliği için canla başla çalıştık. Muş’ta 30 yılda 12 korucu şehit verdik. Geride bunların çocukları kaldı. Şehre indiğimizde kendimizi koruyacağımız taşıma ruhsatlı beylik silahımız yok. Büyük silahlarla şehirde dolaşamıyoruz. Şehirde olası bir saldırı olsa kendimizi koruyacak silahımız yok.”

     

    “Defolup gideceksiniz” demişti

    HDP Muş Milletvekili seçilen Burcu Çelik Özkan, kutlamalar sırasında yaptığı konuşmada köy korucularını hedef almıştı. Özkan, “Bu memleketten defolup gideceksiniz. Bize uzattığınız o keleşi  (Kalaşnikof) size çevirmesini biz çok iyi biliyoruz” demişti. Gelen tepkiler üzerine, HDP İl Başkanlığı’nda basın açıklaması yapan Özkan, sözlerinin yanlış anlaşıldığını öne sürmüştü. Özkan, şunları söylemişti: “Beyannamemizde açıkladığımız üzere, koruculuk sisteminin bu topraklara vermiş olduğu zarardan dolayı ve bu halk, bu mağduriyeti korucularla beraber yaşamış olduğundan kaynaklı olarak artık bu sistemin bu topraklardan, Türkiye’den tamamen kaldırılması yönünde yaptığım konuşma tamamen farklı anlaşıldı. duygusal bir tepki sonucu bu açıklama gerçekleşmiştir.”

    Yeniçağ

     

     

  • BUYUK ORTADOGU PROJESI .. NASIL BASLADI VE RTE .. BUNDAN GUZEL ANLATILAMAZDI .. INGILIZCE

    BUYUK ORTADOGU PROJESI .. NASIL BASLADI VE RTE .. BUNDAN GUZEL ANLATILAMAZDI .. INGILIZCE

     

    This 100-year-old agreement tells you everything you need to know about the ISIL end game
    by Meghan Thursday, Sep 18, 2014 at 9:31 PM EDT
    It’s the struggle of all struggles, the ultimate quagmire, an abyss of hate and death. Palestinians and Israelis, will it ever end? The answer can be found in one simple word, a word that that will lead us to the end by taking us back to the beginning. On Thursday’s Glenn Beck Program, he explored the only question that matters: Why?

    “I think this hour will change your perspective. It will also help you understand what’s really happening with ISIS and ISIL… What is the real objective,” Glenn said. “Out of all of the peace accords and the cease-fires and the nonviolent pledges, none of them ever get to the root of the problem, and that is the ‘why.’ Until the why is addressed, the cycle of violence and hate is just going to continue.”

    So how do get to the root of the why? Glenn started with a timeline that many have probably seen before. It included the 2014 Israeli/Hamas conflict, the 2012 Gaza conflict, the Second Intifada (2000), the Fist Intifada, the 1968 Six Day War, and the 1948 Arab-Israeli War. While most timelines documented the Israeli-Palestinian conflict would end there, Glenn took it a step further – all the way to the beginning of World War I.

    “The world is at war for the first time, and it is divided,” Glenn said. “You have the Allied Powers… and then you have in the purple the Central Powers. The Allies: U.S., Britain, France, Russia, Italy, Romania, Serbia. And then the Central Powers, the bad guys, if you will, of World War I: Germany, Austria-Hungary, Bulgaria, and the Ottoman Empire.”

    Below is a map of detailing the Allied (orange) and Central (purple) Powers

     

    According to Glenn, this map highlights the “root” of the Middle East tensions we have come to know today, and, for the purposes of this show, Glenn was particularly interested in the Ottoman Empire. “This is the last time the Arab world had a united Islamic state led by a religious leader, the Ottoman Empire, the caliphate,” he explained. “The Allies knew the Ottoman Empire could shut down key shipping routes effectively and then cripple Britain’s economy, France. So they knew the Ottoman Empire was going to be a problem. They had to neutralize it.” Glenn proceeded to show a map of “Ottoman Syria” – the area that made up the caliphate: 

    “Here is a map from 1851 of the Ottoman Syria. It encompassed present-day Syria, Lebanon, Israel, parts of Iraq and Jordan. This is so critical that you remember this map because this map plays a role today,” Glenn said. “Reestablishing these borderlines, it’s at the center of everything that is happening today.”

    Neutralizing the power of the Ottoman Empire was at the center of western strategy at this point in time. Great Britain sent an army officer by the name of T.E. Lawrence to the Middle East to convince Arab leaders to fight against the Ottomans.

    “He promised them absolutely everything, the moon and the stars and everything underneath,” Glenn explained, “including one key thing: Rule over a new united Arab kingdom of Greater Syria.”

    Lawrence was successful in recruiting forces, but Britain never intended to honor the promises he made. Instead, Britain was busy negotiating with France about how to divide the region. After all, they needed to ensure no united Arab kingdom ever got in way of their economic and societal goals.

    Here enters two men who Glenn described as “critical.” Francois Georges-Picot of France and Britain’s Mark Sykes led the negotiations between the two countries that resulted in a whole new set of borders.

    On May 16, 1916, Britain, France, and Russia secretly agreed to the Sykes-Picot Agreement. Below is a map illustrating the new borders:

    “The Middle East was now fractured, which, if you keep it fractured, the British and their allies in the region can control it. They wanted it that way,” Glenn said. “So new lines were drawn, and these new lines never existed before. There were no countries like this before, but they existed under Sykes-Picot.”

    The Arabs were forced to accept the agreement, and, by 1921, modern problems were starting to manifest themselves. To give the Jews facing persecution in Nazi Germany a place to escape to, Britain drew up a two state Palestine.

     

    “Two decades before Israel was officially declared a state by the UN, this was happening. Britain and France set the entire structure up for them,” Glenn explained. “It wasn’t about the Jews, and it wasn’t about the Arabs. They were scapegoats.”

    The Arab leaders new the only way to consolidate power once again was to unite around a common enemy, and that enemy was the Jews. Through the 1920s and 30s, there were a string of violent acts carried out against Jews in the region. It culminated in the 1936 Arab revolt against British peacekeeping troops.

    The true motive of the Arab world becomes clear once you consider what happened in 1947. With the British mandate in Palestine set to expire, the Palestinians were finally offered exactly what they said they wanted: Their own land.

    A two state solution was proposed with 56% of the land going to the Jews and 43% to the Arabs. Jerusalem would be international territory. Below is a map of the 1947 UN Partition Plan:

    The Jews accepted the deal. All the Arabs need to do is sign on the dotted line, and the land will be theirs. But, alas, they refuse. Why? Because peace with Israel means the Jewish scapegoat the Arabs were using to cultivate power suddenly goes away.

    “If the Palestinian homeland was the goal for the Arab world, not the Palestinians, the Arab world, all they had to do was agree. But remember, the scapegoat goes away,” Glenn said. “If you make peace with Israel, that all goes out the window. So when they were presented with what they said they wanted and always wanted, the nation of their own, they said no. And then all hell broke loose.”

    As Glenn explained, there are five key points to keep in mind when considering the history of this conflict:

    1. The Sykes-Picot agreement
    2. The desire for a united Arab kingdom
    3. The quest to regain control of ‘Greater Syria’
    4. The western desire to maintain economic control of the Middle East
    5. The Jewish and Palestinian people are nothing more than pawns in this larger game

    After highlighting some of the little known details of the 1948 and 1968 wars, in addition to the dark history of Arab on Arab violence, Glenn drew the all-important parallel between this historical analysis and today’s world.

    “I know I read about Sykes-Picot years ago when we were at FOX, and I put up on the chalkboard, and I said, ‘Hey, this is what’s going to happen to the Middle East,’” Glenn recalled. “But it didn’t all fall into place until I learned about ISIS and ISIL and the difference between ISIS and ISIL. Now, it all makes sense to me.”The ultimate goal of the Arab world is return the Middle East to its pre-Sykes-Picot glory. How do you do that? By destabilizing the region.

    “You have to go after the dictators,” Glenn explained. “Our president and all of us have cheered when we got rid of the dictators in Egypt. Yay! A revolution, totally isolated. Libya, yay! A revolution, totally isolated. Iraq, yay! A revolution, totally isolated. Now we’re going after Syria. Yeah, let’s get him! Totally isolated. Who’s next?”

    Earlier this week, Glenn explained the important distinction between ISIS and ISIL on his radio program. While ISIS stands for the Islamic State of Iraq and Syria, ISIL stands for the Islamic State of Iraq and the Levant. What modern countries make up the Levant? Syria, Lebanon, Jordan, Egypt, and… Israel

    “The Islamic State of Iraq and the Levant, that’s the difference between ISIL and ISIS. The L stands for Levant. It stands for this part all the way down to Egypt,” Glenn said. “They’re doing nothing but remolding the map closer to their heart’s desire and what they were promised 100 years ago. Now is their opportunity to achieve what they’ve always wanted from the very beginning, a return to a unified Arab kingdom—what a surprise, a caliphate, Islamic rule.”

    Until this region is returned to Arab control, the fighting will not end. There is no easy or obvious solution, but, now more than ever, it is important that Americans and westerners understand the facts so they can understand the end game.

    “Our responsibility is to first tell the truth, because you know what? You know who’s a pawn? It’s the Israelis, the Palestinians,” he said. “And the American people, the Canadian citizen, the British citizen, the French citizen, all the citizens of the world that have shed their blood and their treasure over there for nothing but a mountain of lies. Tell the truth.”

    “Please, take this broadcast and spread it,” Glenn concluded. “This is important information. Before we rush into another war, we’d better at least know what this one’s all about.”

    You can watch the episode on-demand HERE.

     

     

  • Türkmenler kurtarılmayı bekliyor

    z1468_991699257516570_4104094743747891854_n

     

    4 Haz, 2015

    IŞİD ile muhalif gruplar arasında sıkışıp kalan Barakaltı Köyü Türkmenleri’nin, Türkiye sınırındaki bekleyişi sürüyor.

    Deniz Ayas-sozcu.com.tr

    IŞİD’in son bir haftadır Kilis sınırına yakın yerlerdeki köy ve kasabalara saldırı düzenleyerek ilerlemesi muhalifler de karşılık verdi. Çıkan çatışmalarda yüzlerce kişinin öldüğü bildiriliyor. İki ateş arasında kalan Türkmen köylüleri ise Türkiye’den yardım bekliyor.

    IŞİD’in Suriye’nin Azez kentine bağlı Kilis sınırına yakın olan bazı köyleri ele geçirmesinin ardından muhalif gruplarla aralarında başlayan çatışmalar da arttı.

    Kilis sınırındaki onlarca köyde olduğu gibi nüfusunun yüzde 80′si Türkmen olan 2 bin kişilik Barakaltı köyünde de endişeli bekleyiş sürüyor.

    “TÜRKİYE BİZİ ALSIN”

    Barakaltı köylüleri çatışmaların başladığı sabah saatlerinde Türkiye sınırına geliyor. Çatışmaların sona erdiği gece saatlerinde ise tekrar köylerine dönüyorlar. Ölümcül “yolculuk” cuma gününden bu yana devam ediyor. Sınıra gelen ve Türkiye’ye girmek isteyen köylüler ise içeriye alınmıyor.

    Telefonla görüştüğümüz Barakaltı köyü sakinlerinden Muhammet Hoca “Cuma gününden beri bombaların, mermilerin arasında Türkiye sınırı ile köyümüz arasında gidip geliyoruz. Türkiye bizi sınırdan içeriye soksun yoksa hepimiz öleceğiz. Hiç olmadı kadınlarımızı ve çocuklarımızı alsınlar. Perişan durumdayız” dedi.

    Çatışmaların sesi altında telefonla görüştüğümüz Muhammet Hoca; sınır bölgesinde çatışmanın seyrine göre sürekli yer değiştirdiklerini belirterek (sabah saatleri itibariyle) şu an Kilis Ekinci köyü karşısındayız. Perişan durumdayız. Ne olur Türk devleti sesimizi duysun” dedi.

    GÜVENLİK ÖNLEMLERİ HAD SAFHADA

    Öte yandan çatışmalar nedeniyle Kilis sınırında TSK güvenlik önlemlerini en üst seviyeye çıkardı. Gaziantep 5. Zırhlı Tugay Komutanlığı’na bağlı 1. Hudut Alay Komutanlığı ekipleri bölgeye askeri ve lojistik takviye yaptı.

    İLK KURŞUN

  • Erzurumlular PKK’ya miting yaptırmadı!

    Erzurumlular PKK’ya miting yaptırmadı!

    Z6789

     

    4 Haz, 2015

     

    Terör örgütünün yasal görünümlü uzantısı HDP’nin mitingi için pkklılar hazırlık yaparken Erzurum halkı ayaklandı.

    Miting alanı yakınında toplanarak, terör örgütüne Erzurum’da miting yaptırmayacaklarını söyleyen binlerce Erzurumlu’ya polis tazyikli su ve biber gazıyla müdahale etti.

    Miting alanına yakın bölgedeki ev ve işyerleri Türk bayraklarıyla donatılırken, ellerinde ve sırtlarında Türk bayrakları olan yaklaşık 1000 kişilik grup, saat 10.00 sıralarında slogan atarak yürüyüşe geçti.Kalabalığı görenlerin katılımıyla artan, ‘Burası Erzurum, Erzurum’dan çıkış yok’, ‘Apo’nun p..leri’ sloganları atarak yürüyen halka polis engel olmak istedi. Meydanın üzerinden bir helikopter sürekli uçarken, TOMA’lar su sıkarak halkı durdurmaya çalıştı. Çıkan arbedede bir polis başından yaralandı. Yaralı polisi almaya gelen ambulansın geçişine izin vermeyen halk polisle çatıştı. Halktan da çok sayıda yaralananlar oldu.

    Mitingi izlemeye gelen yaklaşık 2 bin pkklıyı halktan korumak için etten duvar ören güvenlik güçleri yetersiz kalınca jandarmadan takviye istendi. Robocop kıyafetli jandarmalar da göstericilere müdahale etti. Kentin diğer semtlerinde toplanan grupların da mitingin yapılacağı İstasyon Meydanı’na gelmesini önlemek için polis yoğun güvenlik önlemi aldı.

    İLK KURŞUN

    z2345

    z55

     

     

  • Samsun’da halk PKK’ya karşı ayaklandı!

    Samsun’da halk PKK’ya karşı ayaklandı!

    unnamed__1_43

     

    31 May, 2015

    Z678

    Samsun’da HDP mitinginde olaylar çıktı. HDP’lilerin miting alanından tahliye edilmelerine rağmen saat 15.00’den bu yana protestolar yer yer devam ediyor.

     

    Z7788

    HDP’nin Samsun’da yaptığı miting öncesi olaylar çıktı. Mitingin yapılacağı alana girmek isteyenlerle polis arasında çatışma yaşandı. Polis göstericilere biber gazı ve tazyikli su kullandı.

     

    Z7890Samsun Cumhuriyet Meydanı’nda HDP Eşgenel Başkanı Figen Yüksekdağ’ın mitingi öncesinde polis çok geniş güvenlik önlemi aldı. Mitingin yapılacağı alana giden tüm yollar araç ve yaya trafiğine kapatıldı. Şehrin her noktasına polis ekipleri yerleştirild

     

    Z6744

    Terör örgütünün mitingini protesto etmek isteyen binlerce kişi, ellerinde Türk bayraklarıyla sloganlar atarak miting alanına girmek istedi. Çevik kuvvetle karşı karşıya gelen göstericiler polise taş ve su şişeleri attı.

    “Burası Samsun buradan çıkış yok”, “Kahrolsun AKP” sloganları atan göstericilerin polis barikatını aşmak istemeleri üzerine müdahale oldu.

     

    Z7766Samsun Valisi İbrahim Şahin ile İl Emniyet Müdürü Vedat Yavuz da olayları yakından takip etti.

    Saat 15:00 sırlarında başlayan gösteriler yer yer devam ediyor.

     

    Z44778

     

    Z1121

     İlk Kurşun

  • TÜRKİYE UYANIYOR, TÜRK MİLLETİ AYAKTA‏

    TÜRKİYE UYANIYOR, TÜRK MİLLETİ AYAKTA‏

    n-aydın

     

    Nurullah AYDIN
    24 Mayıs 2015-ANKARA

    TÜRKİYE UYANIYOR, TÜRK MİLLETİ AYAKTA

    Uyuşturucuların etkisi dağılıyor. Türk Milleti oynanan oyunu görmeye, anlamaya ve hesap sormaya hazırlanıyor.

    Medya ile Din kamuflajı altında kitleleri uyutan ve uyuşturan kin nefret ve öfke dolu güç sahibi azgın azınlık panikte. İslam istismarcılığı ile işbirlikçiliklerini, dönekliklerini gizlediler.

    Yolsuzluk, haksızlık, adaletsizlik, adam kayırma, fuhuş, ahlaksızlık, cinayetler, yalan, talan ve gözboyama ile yüzyüze Türkiye gerçeği var.

    Bizansın çocukları şimdi; Vahhabi, Haşhaşi, ılımlı İslamcı, dinlerarası diyalogcu, liboş, dönek, ateist, sahte demokrat, sahte milliyetçi, sahte sosyalist, sahte Atatürkçü, sahte Türkçü, sahte Kürtçü. Birlikte güç ve yetki sahibi oldular. Halkın, saf temiz iyi niyetli özlem ve beklentilerini istismar edenler, büyük şeytan şer devleti eğitiminden geçtiler, aldıkları programları uygulamaya koydular

    ABD-İngiltere ve Fransa’nın Yeni Ortadoğu düzeni vizyonu son aşamasına girmiş durumda. Afganistan ve Irak’ın işgali ile başlayan Tunus, Libya, Yemen, Mısır’la devam eden süreçte Suriye ve İran hedef tahtasında son aşama ise tabi ki Türkiye.

    İslam ülkeleri kaos içinde. Kardeş kardeşi din adına öldürüyor. Kentleri yakıyor, yıkıyor, yağmalıyor. Ama petrol zenginlikleri, birikmiş dövizleri batının eline geçiyor, farkında değil. Bu derece gaflet içinde olan halklar oynanan oyunun farkında değil.

    Türkiye; haçlı-batı adına hareket ediyor. Yüzyıllar boyunca Ortadoğu’yu, Kuzey Afrika’yı koruyan, uğruna yüzbinlerce evladını feda eden Türkiye, şimdi işgalcinin yağmacının vandalistin, emperyalistin emrinde! İslam ülkelerinde terör can almaya devam ediyor.

    Türkiye Bizanslaşırken, batı, yüzyılların hayallerinin gerçekleşeceğinin sevinci içinde. Türkiye’nin milli ve manevi değerlerini alt üst etmeye devam ediyorlar.

    Meclis; her türlü defolu, sabıkalı suçlu tiplerle oluşmuştur. Kalpazanından teröristine hertürlü suç işleyeni var. Milletvekilleri ayrıcalıklı yaşamlarıyla memnunlar.

    Muhalefet partileri; muhalefet yapıyormuş gözükerek ahkam kesmekten memnunlar.
    İş adamları; Halk yoksullaşırken, servetlerine servet kattıkları düzenin devam edeceği için memnunlar.

    Halkın bir kısmı; Bir lokma ekmeğe razı olduğu için, kanaat sahibi olduğu için, fasık, münafık ve mümin ayrımı yapacak bilgi ve ferasete sahibi olmadıkları için, tarih bilincinden uzak oldukları için, bilimden habersiz oldukları için memnun görünüyor.

    Jeopolitik ve jeostratejik konumu itibariyle çok yönlü politikalar uygulaması gereken Türkiye’nin bölgesel ve küresel aktör olması konusuna ilişkin bir öngörüler var mı? Yok.

    Türkiye; bir psikolojik örtülü savaş ortamındadır. Irki, dini, etnik, mezhep aidiyeti öne çıkartılarak, Türkiye’nin ortak dokusu parçalanmaya başlamıştır.

    Avrupalıların silahla bir türlü ele geçiremedikleri Anadolu toprakları, silahsız işgalle ele geçirilmiş bulunuyor. Yer altı ve yerüstü kaynakları, yabancılarca ele geçirilmiştir.

    Siyasetçiler, aydınlar, akademisyenler, gazeteciler; yabancı ülkelerin sözcülüğüne soyunmuşlar, zihin kirliliğinde araç haline gelmiştir. Beyinler işgal edilmiştir.

    Ne yazık ki, özgürlükçü, demokrat, muhafazakar kimliği altında bu gizli ve sinsi ihanet yapılanması başarılmıştır.

    Batı’nın İslamı ayrıştırma projeleri yürürlüktedir. Ilımlı İslam projesi, Dinler arası diyalog projesi, Medeniyetler ittifakı altında eyaletleşme’ye adım adım gidilmektedir.

    Kimliksizlerin çığırtkanlığı altında açık ve örtülü gizli operasyonları ile işgaller devam etmektedir. Merkezler; ülkelerde kaos meydana getirmek üzere eleman yetiştirmektedir.

    ABD’nin yeni dünya düzeni senaryosu ile Dünya’yı yönetenler; Haydut devlet ve batık/güçsüz devlet ayrımı yaparak kanlı vahşeti medeniyet diye sunmaktadırlar.

    Varolan savaşların teknik sahaları da geliştirilerek psikolojik yönden yıpratma veya bıktırılma yöntemi uygulanmakta, ortak değerlerini parçalamaya yönelik operasyonlar yapılmaktadır.

    Türkiye sevdalıları; ihanet yapılanmasını tanımalı, bilmeli zihinleri aydınlatılmalıdır.

    Günün Sözü: En tehlikeli insan, yalancı yalakalık genine sahip iki yüzlü olan insandır.

     

     

  • Yaralı El Nusra teröristleri İsrail’e taşınıyor

    Yaralı El Nusra teröristleri İsrail’e taşınıyor

    12a

     

    22 May 2015
    İsrail işgal kuvvetleri bu sabah, Nusra Cephesi ve Kardeşleri terör örgütlerine, Suriye’nin Golan’daki ara güçler bölgesinde süregelen desteği çerçevesinde, Suriye’de yaralanan 2 teröristi Tabarayya Burya Hastanesine taşıdı.

    Welayet News – İsrailli Vala Sitesi, yaralı teröristlerden birinin gözlerinde şarapnel parçalarıyla, diğerinin ise 20 yaşında ve ellerinden şiddetli yaralarla yaralı olduklarını söyledi.

    İsrailli site, Burya Hastanesinin şimdiye kadar Suriye’den taşınan 173 yaralı teröristi tedavi ettiğine işaret ederken, bu konuyu izleyenler diğer hastanelere taşınan yaralı terörist sayısının net olmadığını ifade ediyor. İsrailli kaynaklar ise şimdiye kadar 1600 yaralı teröristin bulunduğunu aktarıyor.

    İşgal varlığının terörist örgütlere yönelik bütün destek şekilleri yanı sıra, muhtelif tür gelişmiş silah ve teçhizatları da sunmaya devam ediyor. Bunun yanında birçok hastanesini teröristler için seferber etmiş durumda olup, İsrailli Yediot Ahronot gazetesi birkaç gün önce bir teröristin hastaneye nasıl taşındığını ses ve görüntüyle tescilleyerek belgelemesi de dikkat çekici.

    irib

    kaynak: Welayet NEWS

     

     
    ———————–

     

     

    22a

     

     
    Hemşire, IŞİD’cileri tedavi etmekten bıktı

    17 Eylül 2014 Çarşamba 00:00 |

    Mersin’de özel bir hastanede hemşire olarak çalışan E.G., “Biz tedavi ediyoruz onlar kafa kesmeye gidiyor. IŞİD militanlarını tedavi etmekten bıktım” diye tepki gösterdi
    Suriye ve Kuzey Irak’ta birçok kanlı eyleme imza atan IŞİD militanlarının Türkiye’deki hastanelerde tedavi edilmesi, bölge illerinde bulunan sağlık çalışanlarını isyan ettirdi. Mersin’deki özel bir hastanede hemşire olarak çalışan E.G. de bunlardan biri. E.G., çalıştığı hastanede tedavi edilen IŞİD militanları ve komutanları ile ilgili tanıklıklarını aktaran bir ihbar mektubu kaleme aldı. Hemşire E.G., güvenlik birimlerine verdiği mektupta vicdanının çok rahatsız olduğunu ifade ediyor ve “IŞİD militanlarını tedavi etmekten bıktım” diyor.

    ÖNCE MUHALİF DEDİLER

    TBMM ve Emniyet birimlerine gönderilen mektupta E.G. isimli hemşire, Mersin’de özel bir hastanede yıllardır çalıştığını belirtti. Hemşire, bu sağlık kurumunda pek çok yaralı Suriyelinin tedavi gördüğünü bildirdi. Bugüne kadar, tedavi görenlerin kendilerini hep “muhalif” olarak tanıttıklarını vurgulayan E.G., mektubunda yaşadıklarını şöyle anlattı: “Özel …. Hastanesi’nde çalışan bir hemşireyim. Uzun zamandır Suriye’den savaş yaralıları hastanemize tedavi için getiriliyor. Son gelen yaralıların IŞİD askeri olduklarını öğrendim. Bu duruma çok üzüldüm. Bizim insanımız onların elinde esirken bu kişilerin bizim hastanemizde tedavi görmesinden rahatsız oldum. Ve bu kişileri tedavi ettiğim için de büyük bir utanç yaşadım.”

    IŞİD KOMUTANI GELDİ

    Mektubunda hastanede tedavi edilen IŞİD militanlarının kayıtlara farklı isimlerle geçtiğini ifade eden hemşire, hastane yönetiminin para için IŞİD militanlarını tedavi etmeye devam ettiğini öne sürdü. Ağustos ayı başında bir IŞİD komutanının hastanede tedavi gördüğünü ifade eden hemşire E.G.,mektubunun sonunda şunları yazdı: “7 Ağustos tarihinde hastanemize gelen Muhammet Ali R. isimli IŞİD komutanı, 323 nolu odada kalmış ve tedavi edilmiştir. Adamın birçok koruması da aynı anda hastane çevresinde nöbet tutmuştur. Bu komutan gibi birçok IŞİD yöneticisi ve askeri gelip hastanemizde tedavi görmüştür. Tedavilerinin ardından ise yeniden savaşa dönmüşlerdir. Ben bu kişilere yardım etmek istemiyorum. Sizlerden, bu konuda hastanelerin denetlenmesini istiyorum. Hastanenin sahiplerini ve yöneticilerini de Allah’a havale ediyorum.” HÜSEYİN ÖZAY/ANKARA
    Taraf

     

     

  • : Fuat Avni hep geleceği bilecek?

    : Fuat Avni hep geleceği bilecek?

    10422489_1010335288976484_7206712262470656660_n
    21 Mayıs 2015

     

    Aklınıza damlayan soru; gelecek nasıl bilinir sorusudur.
    Evet, geleceği planlamışsanız, geleceğin çok önemli bir
    kısmını önceden bilirsiniz.
    İyi bir eğitim yapmışsanız, iyi bir iş bulacağınız şimdiden
    çok büyük bir yüzde ile bellidir.
    Geleceği bilmek, bir planlama işidir.
    Eğer düzen ve sistem planlandığı gibi akıyorsa, üç adım
    sonsa, ne olacağı üç aşağı beş yukarı bellidir.
    1950 yılından buyana, hatta Mustafa Kemal’in vefatından
    bu yana, nasıl yaşayacağımız, hangi ülke ile dost
    olacağımız, hangisi ile düşman olacağımız, kimlerin ve
    hangi nitelikteki kişilerin bizi yöneteceği, askerlerle mi
    yoksa mollalarla mı yönetileceğimize, hep Batı ve
    Amerika karar vermiştir.
    Üst paragrafta yazdıklarımı belgeleyelim,
    Amerika ve Batının ülkemiz içindeki kurumlarını sayalım,
    NATO, OECD, Dünya Bankası, Gümrük Birliği, Özel
    Yabancı Bankalar, Amerika ile ikili anlaşmalar, ABD ile
    Gizli Anlaşmalar.
    Bu saydıklarım Amerika’nın Türkiye içindeki resmi
    kurumsallaşmış düzenidir.
    Amerika’dan gelir temin eden sivil toplum örgütlerini ilave edelim; NED, NDI, IRI, Açık Toplum Kuruluşu…
    Almanya’dan para alan Konrad Adenauer Vakfı, Friderich Nauman Vakfı, Friderik Elbert Vakfı, Heinrich Böll Vakfı.
    Bunlara Uçan Süpürge, Mor Çatı gibi, adı Türk kendisi
    yabancı olan, STK’ları da ilave etmemiz gerekir.
    Bu sivil toplum örgütleri, AB yasalarının Türkiye’ye uyarlanması(dayatılması) işlerinde görev aldılar.
    Yavaş yavaş anlıyorsunuz değil mi?
    Bu kadar Batı örgütü içimizde varsa, bu örgütlerin, Türkiye
    için çalıştığını varsayamayız. Bir hatırlatma; Putin
    yabancı ülkelerden para alan STK’ları ajan ilan edince,
    Batı nasılda Putin düşmanı oldu?
    Küresel mali sistemin ülkemiz içindeki hareket kabiliyetini
    hesaba katarsanız, siz isteseniz de bir kozmik odanız
    olamaz. Çünkü her taraf işgal altındadır.
    Osmanlı İmparatorluğu zamanında, Batının ajanları
    çoğunlukla ticaret erbabından seçilirdi.
    Bu gün de, aynı işi finans kuruluşlarının doğrudan veya
    dolaylı olarak yaptığı kesindir.
    Sözgelimi, ABD Açılımı destekliyor. TÜSİAD da
    destekliyor. ABD Kobani’ye (Ayn el Arap) silah yardımı
    veriyor. Silahlar Türkiye üzerinden gidiyor. Türkiye’deki
    sivil toplum kuruluşları hep bir ağızdan Kobani’ye özgürlük
    diye bağırıyorlar.
    Ermeni meselesi gündem yapıyor, “Hepimiz Ermeniyiz”
    diye bağırttırılıyoruz.
    Batının tüm şirketleri sütre gerisinden misyonerlik
    hizmetlerine devam ediyor.
    Fuat Avni, yukarıda anlatmaya çalıştığım, emperyalist kuruluşların, tek merkezde örgütlü halidir.
    Fuat Avni’nin varlığı Türkiye raydan çıkarsa, tekrar raya
    oturmak ve “Biz buradayız” uyarısını yapmak içindir.
    Düzenin planlayıcısı, akışını denetleyicisi Amerika ise,
    gelişen bir bir olayın bir adım sonrasını da bilebilenidir.
    Bakanlardan birisine sordular. Fuat Avni’yi niye
    yakalamıyorsunuz diye…

    Fuat Avni yakalanmaz. Fuat Avni Amerikadır.

    Rast Haber

  • Jandarma’ya ‘MİT’ operasyonu

    Jandarma’ya ‘MİT’ operasyonu

    7788

    15 Mayıs 2015 13:11
    10 muvazzaf askerin gözaltına alındığı öğrenildi.

    Nurettin KURT / Hürriyet

    Adana’daki MİT tırları ile ilgili yürütülen soruşturma kapsamında Ankara ve İstanbul’da bazı askeri noktalara operasyon yapıldı.

    Ankara ve İstanbul’da jandarma kriminalde görev yapan, aralarında üst rütbelilerin de bulunduğu 10 muvazzaf askerin gözaltına alındığı öğrenildi.

    Ayrıntılar az sonra…

    Gerçek Gündem

     

     

     

  • Dışişleri Bakanlığı yalan söylüyor: Vurulan Türk gemisi IŞİD’in elinde bulunan Derne’ye gidiyormuş

    Dışişleri Bakanlığı yalan söylüyor: Vurulan Türk gemisi IŞİD’in elinde bulunan Derne’ye gidiyormuş

    ERDOGAN – DAVUDOGLU HUKUMETI ISIDI HALA BESLEMEGE VE MASUMUN KANINI AKITMAYA DEVAMMI EDIYOR???
    Dışişleri Bakanlığı vurulan kargo gemisinin Tobruk’a gittiğini iddia etmişti, ancak geminin kayıtları Tobruk’a değil IŞİD’in elinde bulunan Derne şehrine gidildiğini gösteriyor.
    Geminin 2 günlük rotasını gösteren harita
    Dış Haberler

    Türkiye’ye ait bir kargo gemisi Pazartesi Libya’ya giderken vurulmuş, geminin kaptanı ölmüştü. Dışişleri Bakanlığı konuyla ilgili açıklama yaparak “Tuna-1” isimli geminin Tobruk’a gitmekte olduğunu söylemişti.

    Ancak geminin Otomatik Tanımlama Sistemi (AIS) kayıtları, geminin IŞİD’in elinde bulunan Derne şehrine gitmekte olduğunu gösteriyor.

    Reuters’e konuşan Libya hükümeti, geminin ayrılması için uyarıldığını ancak gitmediğini söylerken tayfadan bir kişinin yaralı olarak kurtulduğunu da belirtti.

    Tobruk’ta bulunan Libya hükümeti, Türkiye’nin ülkedeki “muhalif” grupları desteklediğini açıklayarak Türkiye ile iletişimi keseceğini söylemişti.

    Derne, aralarında IŞİD’in de bulunduğu İslamcı gruplar tarafından kontrol ediliyor. IŞİD geçen Ekim ayında kentin büyük bir bölümünü ele geçirmişti.

    İşte geminin rotası:

     

  • Kalleş, ihanet şebekesi, işbirlikçi zalim, hain düşman barzani’ler ve Silâhla istifası alınan Türkmen rektör faciası!..

    Kalleş, ihanet şebekesi, işbirlikçi zalim, hain düşman barzani’ler ve Silâhla istifası alınan Türkmen rektör faciası!..

    Ahmet TAKAN

    Seçim gündemli iç kavgalarla meşgulüz!.. Kan çanağına dönen yakın coğrafyamızda Türkmenlerin perişan halini, devam eden Türk soykırımını yine ıskalıyoruz. 
    Ankara oldum olasıya kapı duvar.

    Sessiz sedasız bir yiğit dava adamı geldi Irak’tan önceki gün başkente. Çeşitli temaslarda bulundu. Geldiği gibi sessiz sedasız gece yarısı da ayrıldı öz vatanından. Bir fırsat buldu YENİÇAĞ’ı ziyaret etti. Türk dünyasının en büyük gazetesine, avazına, teşekkür etti. Türkmeneli’nin acılarını anlatmaktan çayını yudumlayamadı. Sinsi oyunun acı gerçeklerini dile getirdikçe Ankara’da yaşayan bir Yörük olarak ezildim büzüldüm. Ne demek istediğimi anladınız!.. Türkmeneli Partisi Genel Başkanı Riyaz Sarıkahya ile yaptığımız geniş söyleşiyi 2-3 günlük dizi halinde sizlere aktaracağım. 
    Önce söyleşinin flaşı;

    Riyaz Sarıkahya, Kerkük Üniversitesi’nin Türkmen Rektörü Abbas Taki’nin, Barzani güçlerince silah zoruyla televizyonda canlı yayına çıkartılarak istifa ettirildiğini söyledi. Sarıkahya, Türkiye dahil hiç kimsenin de buna ses çıkartamadığını kaydetti.

    10 ay öncesinden anlatmaya başladı Riyaz Sarıkahya;

    “Geçen sene Haziran ayında IŞİD örgütü Irak’ın yüzde 40 toprağına el koydu. Bunu da 3-4 gün gibi kısa süre içerisinde yıldırım hızıyla yaptı. Bu da gösterdi ki büyük bir senaryonun yeryüzünde uygulanmasıdır. Irak ordusu ve Irak devleti, IŞİD örgütüne hiç karşı koymadı, hemen  teslim etti. Hatta Irak Savunma Bakanı, bizim milletvekili kardeşimize  demiş ki; ’27 milyar dolarlık silah, Irak ordusundan IŞİD örgütünün eline geçti.’En azından ordu çekilirken kendi silahını yok eder.  Bankada milyonlarca dolarlık paralar kaldı. Demek ki; büyük bir senaryo. Irak’taki birçok politikacı da bu işin uygulamasında rol aldı.  Farklı farklı roller aldılar. 

    IŞİD’in bölgede Irak’ı yeni baştan yapılandırmaya yönelik bir olgu olduğu, bunun en etkin bir araç olduğu artık gözden kaçmamaktadır. IŞİD gelirken Sünni bölgede aylarca ortam hazırlandı. IŞİD gelince halk da IŞİD ile birlikte hareket etti. Polis silahını bıraktı asker de geri çekildi. 

    ABD diyor ki; ’Irak 3 bölge olarak yapılandırılsın.’ Irak’ın yeni baştan bölgesel yapılandırılmasına biz Türkmenler olarak prensipte karşı değiliz. Tabii Türkmenler de göz ardı edilmezse eğer. Yani Arap, Kürt, Türkmen, Şii, Sünni böyle bir yapılanmaya gidilirse karşı değiliz. Ama sadece ana unsur olarak Irak anayasasında da Türkmenleri göz ardı ederek, 2 unsur olarak Irak’ın yapılandırılması, Türkmenlerin yok olması demektir. 3 milyon Türkmen’in yok olması demektir. Bin yıldır orası bizim yurdumuz. Onun için, bu şekilde bir yapılanma bizim için ölüm fermanıdır. Böyle değerlendiriyoruz. Türkmenlerin de tabii ki çıkarını gözeten diğer milletler ile birlikte yeni projelere biz açığız. Bizim de önerimiz var elbette; Kürdistan’ın yanında bir Türkmeneli bölgesinin kurulması. Türkmenler için bu hayati bir ehemmiyet taşımaktadır. Çünkü Irak devletinin 95 yıllık bir tarihi var. Bu bölge içinde bu tarih içerisinde Türkmenlerin yüzde 50’si asimile oldu. Ama Türkmen bölgesi oluşturulursa bu bölge tabii eğitimde, dairelerde Türkçe konuşacaklar, asimile olma şansımız çok daha azalacak. Kaldı ki bugün Kürdistan’daki bir çok Kürtçü partiler de Türkmeneli bölgesindeki topraklarımıza göz dikmektedirler. Çünkü toprağımızın altında petrol var. Bu yüzden de bir an önce bölgelerimizi Kürtleştirmek yönünde projelerini uygulamaya döküyorlar.”

    “Kerkük; düşününüz bundan 12 sene önce yüzölçümü şehir olarak 16 kilometrekareydi. Nüfusu da 850 bindi. Şimdi nüfus 1 buçuk milyon, yüzölçümü de 40 kilometrekare kare oldu. Bu ilavelerin hepsi Kürt’tür, dışarıdan gelen Kürtler. Kerkük’ün kuzey bölgesini bir de doğu bölgesini, Süleymaniye, Erbil’den bağlantısı olan bölgeler Kerkük’ten daha fazla arttı. Bazı Kürtler hatta Türkiye’den, İran’dan da gelip yerleştirildiler. Çünkü Kerkük’ün petrolü çok önemli bir yer tutmaktadır Orta Doğu için. Bize göre de Kerkük salt bir Türkmen şehriydi ama şimdi demografik değişim, Saddam da yıllarca Araplaştırmak için Arap getirdi. Kürtler de son yıllarda 12 sene içerisinde çok sayıda Kürt’ü getirip Kerkük’e yerleştirdiler. Bizim dışarıdan getirecek Türkmenimiz olmadı. Her bölgemiz, kritik hassasiyet vardı diğer şehirlerde. Telafer’de öyle, Erbil’de öyle. Bizim Kerkük’e bu insanları transfer etme şansımız olmadı çünkü bu imkân da ister. Devletle orada yönetimi kontrol ederseniz bunu yaparsınız. Kaldı ki, bu dönem içerisinde bütün Kerkük’teki kamu kuruluşlarının hepsini Amerikalılar, gelir gelmez Kürtlere verdi. 12 tane ana kuruluş var Kerkük’te. 
    İki üç gün önce bir hadise yaşandı Kerkük Üniversitesi’nde!.. 
    Geçen hafta bir Türkmen rektör yardımcısının rektörlüğü onaylandı Başbakanlıktan. 3 gün önce Kürt bölüm başkanını kendisi ile birlikte Kürt partilerin gençlik şeyi ile televizyonda götürdüler adamı (Abbas Taki) silah zoruyla istifasını aldılar, görüntüsünü de verdiler. Adam istifa etti. Tabii silahı televizyonda göstermediler adam ’ben istifa ettim’diyor. Ama tabii kamera arkasında silah var. Abbas Taki, Türkmen kardeşimizi, Irak Yükseköğretim Bakanı Hüseyin Eş Şehristani atamıştı. Ne Türkmen hareketi ne Bağdat’taki Şii hareketi, Irak devleti, ne Türkiye’nin ağırlığı. Bir adamı 3 günden fazla rektör tutmaya yetmedi. Demek ki Türkmen toplumu şu anda tehlikededir. Bir çok iş adamı dedi ki; biz de neyimiz varsa ucuza satıp gideceğiz, bölgede kalmayız. Demek ki

    Bunu yapan Barzani’ye bağlı güçler mi?

     “Birlikte yaptılar. Vali izne gitti. Amerika’da zaten şu anda. Vali yardımcısı Arap. Aramışlar vali yardımcısını. O da polis müdürünü aramış, o da ’biz önleyeceğiz, bir şey yok ortada’ demiş. Hepsi tiyatro. Sonra facebookta da yayınlandı gizli görüntüleri. Kürtler silah zoruyla adamı görevden aldılar.” (KİŞİSEL GELİŞİM; Ahmet TAKAN, 08 Mayıs 2015)

    Gönderen PROF. DR. İSA KAYACAN zaman: 03:35

  • İşte Savcının Otopsi Raporu

    SAVCI

    “Ateşli silah mermi çekirdeğine bağlı kafatası, kot ve skapula kemik (kürek kemiği) kırığıyla birlikte beyin kanaması, beyin doku harabiyeti ve iç organ yaralanmasından gelişen iç kanama.”

  • Batı’nın 7 Haziran sonrası Türkiye projesi!

    Batı’nın 7 Haziran sonrası Türkiye projesi!

    Chatham

    “Kürt devleti kurulacak, PKK’ya otonom verilecek, Türkiye’nin sınırı yeniden çizilecek!”. Bu görüşler, Batı’nın politikalarını belirleyen Londra merkezli Chatham House düşünce kuruluşunun Türkiye projesinde yer aldı. Aydınlık gazetesi, Chatham House’da hazırlanan çalışmalara ve Türkiye üzerine yapılan planlara ulaştı. Planda HDP’ye oldukça önemli görevler düşüyor.

    Batı, 7 Haziran seçimleri sonrası için hazırlıklarını artırdı. ABD ve İngiltere’nin politikalarının belirlenmesinde önemli rolü olan Chatham House’da Türkiye için hazırlanan yeni projeler ortaya çıktı.

    Aydınlık gazetesi, Chatham House’un Türkiye projesine ulaştı. Projede AKP ile PKK işbirliğine büyük önem veriliyor. Dolmabahçe’de yapılan ortak açıklama ile Türkiye Cumhuriyeti’nin çok önemli bir koz verdiği belirtiliyor.  

    Kürt devletinin kurulması ve İran’ın durdurulması konusu da Chatham House’da yapılan toplantının gündeminde konuşuldu. Toplantıda, PKK’ya otonom verilmesinin kaçınılmaz olduğu, Türkiye’nin buna mecbur olduğu belirtildi. Batı’nın geri adım atmasının da olanaksız olduğu ifade edilen toplantıda, Türkiye’nin sınırlarının yeniden çizilmesi gerektiği vurgulandı.  

    Düşünce kuruluşunda yer alan uzmanlara göre, HDP’nin barajı geçmesi hayati önemde. Medyanın da HDP’yi öne çıkarması tavsiye ediliyor.  Toplantıda TSK’nın hazırlanan plana tepkisinin de masaya yatırıldığı öğrenildi.

    Konuşmalarda, Türkiye’de Ordu ve bazı Kemalist unsurların pusuda beklediği, her an yaşananlara müdahale edebileceği, bu nedenle de TSK’nın önünün kesilmesinin önemli olduğu vurgusu yapıldı.  

    ulusalkanal.com.tr

  • Örgütlenme Üzerine Söyleşi / Metin AYDOĞAN

    Örgütlenme Üzerine Söyleşi / Metin AYDOĞAN

    Halkın örgütlenmesi, Türkiye’de adeta cezalandırılması gereken bir eylem durumuna getirilmiş, örgüt sözcüğü yıllarca; devlet karşıtlığının, yasa tanımazlığın ya da gizli işlerin göstergesi yapılmıştır. Oysa, halkın zaman yitirmeden örgütlenmesi ve gelecekte kaçınılmaz gibi görünen ulusal savunmaya hazırlanması gerekiyor. Halkı örgütlemek aydınların görevidir. Aydınlar, önce kendilerini sonra kitleleri örgütler. Örgütlenmenin okulu yoktur ya da bu işin okulu yaşamın kendisidir. Tarihsel gerçekler unutulduğu ve yaşamın gerçeklerinden kopulduğu için, herşey yaşanarak yeniden öğrenilecektir. Türkiye’de yeni bir ulusal uyanış başlamıştır ancak ne yazık ki bu uyanış örgütünü yaratmak için işe sıfırdan başlamak zorundadır.

    Soru: Türkiye’nin ana sorunu sizce nedir. Halk nelerden kaygı duyuyor, neleri tartışıyor?

    Metin Aydoğan: Türkiye, çoksorunlu bir ülke durumuna gelmiştir. Ana sorun, bana göre ulusaldır ve misakı milli sınırlarının korunup korunamaması düzeyine gelmiştir. Halkın tartıştığı konuya gelince; tartışmalar iki konuda yoğunlaşmış durumda. Gelir düşüklüğü, işsizlik ve yoksulluk ile ülkenin geleceğinden kaygı. Bunların dışında oldukça geniş bir kesim, koyu bir karanlık içinde televizyonların ve din tüccarlarının etkisi altında. Türk toplumu yoğun bir yoksullaşma ve yozlaşma içinde. Türkiye Cumhuriyeti, tarihinde gördüğü en tasarlı, en yıkıcı saldırıyı yaşıyor.
    Geçim güçlüğünden yakınanlar, ücret düşüklüğünden, işsizlikten söz ederken; varsıl ya da yoksul, ülke sorunlarına duyarlı insanlar gelecekten kaygı duyarak; evlerde, kahvelerinde, arkadaş toplantılarında, okullarda aynı şeyi tartışıyor, aynı soruyu soruyor: “Ülkenin gidişi iyi değil, ne yapmak gerekir”…

    Soru: Soruya yanıt verilebildi mi?

    Metin Aydoğan: Somut bir sonuca henüz ulaşmasa da, soruna çözüm olabilecek sağlıklı yanıt, aynı noktada buluşmaya yönelmiş durumda. Şöyle özetlenebilir: “Düşünsel ya da inançsal ayrılıklar, kırgınlık ve kızgınlıklar bir kenara bırakılmalı, siyasi ayrım gözetmeden ulusal birlik anlayışıyla bir araya gelinmeli yani örgütlenmeli”.
    Bu sonuç, birçoğumuza yanıtı tam olarak alınamayan soyut bir görüş gibi gelebilir. Daha elle tutulur bir yanıt bekliyor, varılan sonucun anlam ve önemi yeterince kavranmıyor olabilir. Ülkenin geleceği için kaygı duymasına karşın, ne yapılması gerektiğini bilmeyenler, gözleriyle görüp elleriyle tutabileceği bir çıkış yolunu bekleyip, kendilerini işin dışında tutuyor olabilir. Ulusal bilinç, yeterince gelişip toplumun her kesimine yayılmamış olabilir. Ülke gerçekten tehlikede olmasına karşın bu yükselme şimdilik güçlü bir ulusal örgüt yaratamamış olabilir. Ancak, çıplak gözün gördüğü bir gerçek var. Türkiye olağan olmayan bir süreçten geçiyor ve çatışma yüklü bu süreç niteliğine uygun koşulları yaratıyor. İnsanlar istese de istemese de koşulların gerekli kıldığı davranışlara yöneliyor ve toplumsal gerçeklik tarafından eğitiliyor. Türkiye, ulusal varlığın sözkonusu olduğu bir çatışmaya hazırlanıyor.

    Soru: Çıkış yolu ne olmalıdır?

    Metin Aydoğan: Toplumların bu tür geçiş dönemlerinde yaşayacağı karmaşa ve çatışmanın sonucunu belirleyecek ana etmen, kitlesel eylem ve bu eylemi yönetecek olan örgütlerdir. Toplumsal savaşımda, örgütsüz bir devinimin başarılı olduğu görülmemiştir. Örgütlü bir halkın yenilmesi de görülmemiştir.
    Halkı örgütlemek ise aydınların görevidir. Bilinçli insan demek olan aydınlar, önce kendilerini sonra kitleleri örgütler. Kitle örgütlenmesinde ortaya çıkacak halk önderleri, sorunun gerçek sahipleri olarak, içinden çıktığı halkın tüm kesimlerine ulaşır ve savaşımı başarıya ulaştırır. Bunlar genel doğrulardır.
    Türk aydını, Atatürk’ün ölümünden beri yetmiş yedi yıl boyunca, baskı altında yaşamıştır. Bu gerçek göz önünde tutulduğunda, bugün yaşanmakta olan aydın aymazlığını belki de olağan karşılamak gerekiyor. Ulusal bağımsızlığı amaç edinerek, örgütlenmeye çalışan ulusçu aydınlar, bu ülkede şiddetin hemen her türüyle karşılaşmış ve acı çekmiştir.
    Halkın örgütlenmesi, Türkiye’de adeta cezalandırılması gereken bir eylem olmuş, örgüt sözcüğü yıllar boyu; devlet karşıtlığının, yasa tanımazlığın ya da gizli işlerin göstergesi yapılmıştır. Halka açık ya da dolaylı söylenen şuydu: Bu işlere karışma, yetkililer gereğini yapar, bunlarla uğraşırsan başın derde girer.

    Soru: Örgütlenmeyle aydınlar arasındaki ilişkiyi biraz açar mısınız?

    Metin Aydoğan: Türk insanının en yetenekli olduğu ve bugün en çok gereksinim duyduğu eylem örgütlenmektir. Devlet ve ordu kurmak, bunları yönetmek, toplumsal düzeni sağlamak, Türklerin neredeyse genlerine işlemiş bir özelliktir.
    Ancak, sanki gizli bir el ülkemizde birlikte davranmayı önlemeye çalışmış, bunu büyük bir beceriyle başararak Türkiye’yi aydınsız ve örgütsüz bir ülke durumuna getirmiştir. Ülkenin yaşadığı çekinceli durum, bu olumsuz sürecin doğal sonucudur. Ülke, geçmişte ezilip susturulan aydınlarına muhtaç duruma geldi; uzun yıllar süren aydın kırımı nedeniyle ortada aydın bırakmadı. Türkiye, Atatürk’ün en tehlikeli sonuç olarak gördüğü duruma düştü ve iç cepheden çökertildi.
    Aydın denen geniş bir kesim bugün, ulusal çıkarların değil, çok ayrı şeylerin peşindedir. Geçmişteki baskıyı bilen bir başka kesim, ürkek ve çekingendir. Konuya duyarlı genç kuşak ise, örgütsel deneyime ve yeterli bilgiye sahip değildir; ne yapması gerektiğine karar verememektedir.
    Oysa, halkın zaman yitirmeden örgütlenmesi ve gelecekte kaçınılmaz gibi görünen ulusal savunmaya hazırlanması gerekiyor. Bu ise, başarılması güç bir iştir; bilinç kararlılık ve özdeksel güç gerektirir. Halkın bir araya gelme girişkenliği köreltilmiş, örgütlü davranmak neredeyse unutulmuştur.

    Soru: Örgütlenme nasıl öğrenilecek, nasıl uygulanacak?

    Metin Aydoğan: Ulusal eğitimdeki bozulmanın yarattığı bilinçsiz ortam, geçmişten özellikle yakın geçmişten ders çıkarılmasını olanaksız kılmaktadır. İnsana acı veren yalın gerçek, Kurtuluş Savaşı’nın ve dayandığı Müdafaa–i Hukuk örgütlenmesinin bilinmeyen bir konu durumuna gelmiş olmasıdır. Örgütlenmenin okulu yoktur ya da bu işin okulu yaşamın kendisidir. Tarihsel gerçekler unutulduğu için, herşey yaşanarak yeniden öğrenilecektir. Türkiye’de yeni bir ulusal uyanış başlamıştır ancak ne yazık ki bu uyanış örgütünü yaratmak için işe sıfırdan başlamak zorundadır.
    Örgütlenme konusunda yararlanılabilir sonuçlar çıkarmak için, yalnızca bugünü değil, yakın geçmişi ve bu geçmiş içindeki siyasi gelişmeleri incelemek gerekir. Üstelik bu inceleme gerek Türkiye’yi gerekse dünyayı kapsamalı, iç ve dış gelişmeler birlikte irdelenmelidir. Yakın geçmiş ele alınırken, uzak geçmiş de incelenmelidir. Bugün nasıl yakın geçmişin sonucuysa, yakın geçmiş de uzak geçmişin sonucudur.

    Soru: Örgütlenmenin sınırı nedir, bugün ne tür bir örgütlenme gereklidir?

    Metin Aydoğan: Örgütlenmeden söz edildiğinde pekçok insanın usuna, yönetim savaşımı veren siyasi partiler gelmektedir. Partiler (iç ve dış egemenlerin kurdurdukları dışında), sayısız örgüt türü içinde en ileri ve etkili olan siyasi örgütlerdir. Günümüzde yapıldığı gibi, dernek kurar gibi üç beş kişinin biraraya gelerek kolayca oluşturulan etkisiz tabela örgütleri değildir. Kurulup yaşatılması için; bilinç, birikim ve inanç ister; halka ulaşmayı gerekli kılar.
    Örgüt ve örgütlenme, yaşamın her alanında varlığını sürdüren, öncesiz ve sonrasız ilişkiler ağıdır. Tecimsel işletmelerden orduya, pazaryerlerinden spor etkinliklerine, okullardan sayrılarevine (hastahanelere) dek insana yönelik her oluşum birer örgüt, bu oluşumları ayakta tutan her girişim örgütsel ilişkidir. Bu anlamıyla, en az iki kişinin biraraya gelmesini örgütsel ilişki saymak gerekir.
    Aile, en küçük toplumsal örgüttür. Örgütlenelim derken bunun içine kuşkusuz bu küçük birim de girmektedir. Örgütlenme kavramı aile için kullanılırsa, bunun anlamı; kendi içinde bütünlüğü olan, yaşam biçimi ve törel (ahlaki) yapısı oturmuş, düşünsel birliğe ulaşmış düzenli bir yapının oluşmasıdır.
    Aile içinde yurtsever bir anlayışın egemen kılınması, bir eğitim sorunudur ve bu sorun ana ve babanın ödevidir. Çocuklar büyüyüp bilinç düzeyleri ana ve babayı aştığında bu ödev onlara geçer. Bu ödevi, eşe dosta, akrabalara dek genişletmek gerekir. İşte size, çoğu kez önemsenmeyen ancak başarılması gereken örgütsel bir ilişki. Görüşlerini yakın çevresine bile kabul ettiremeyen bir kişi, ülkenin esenliğine katkı koyamayan başarısız bir örgütçüdür.
    Kent ya da köylerde, insanlar çeşitli ilişkiler içindedir. Mahalle esnafları, komşular, muhtar ya da kahvehane arkadaşları hergün ilişkide olunan insanlardır. Bu insanlarla, karşılıklı saygıya dayalı ilişkiler kurmak, ülke sorunlarına yönelik görüş alışverişinde bulunmak, bilgilendirmek ve düşünce birliğine ulaşmak örgütsel bir etkinliktir. Ya da örgütlenmenin ilk adımıdır.
    Okullar, işletmeler ve fabrikalar insanların toplu olarak bulunduğu yerlerdir. Buralarda, kendini saydırmak ve güvene dayalı ilişkiler kurmak önemlidir. Her topluluğun doğal bir önderi vardır. Okul ya da fabrikalarda, yurtseverler doğal önder konumuna gelmelidirler. Bu gerçekleştirilirse, çok sayıda kişi sendika ya da parti gibi daha ileri örgütlenmelere götürülebilir.
    Yaşadığımız ortam içinde, çocukluktan yaşlılığa dek zorunlu ve sürekli ilişkiler içindeyiz. Önemli olan, bu ilişkilerin bilinçli davranışlarla toplumsal yaşamın düzeyini yükseltecek insanca ilişkilerinin kurulup korunmasıdır. Bu öncesiz ve sonrasız sonsuz bir süreçtir. Toplumun kendisi örgütsel bir yapılanma, toplumsal ilişkiler ise örgütsel etkinliklerdir. Örgütlenmeliyiz denildiğinde, içinde yaşadığımız ve sürdürmekte olduğumuz bu denli geniş alandaki çok çeşitli ilişkilerden oluşan etkinliklerden söz ediyoruz demektir. Bu geniş alanda herkesin ülke yararına yapabileceği bir şey vardır. İki kişiyi biraraya getirmekten dernek ve partilere üye olmaya ya da kurmaya dek her türlü eylem örgütsel bir etkinliktir. Geleceğine egemen olmak isteyen her birey, kendine uygun örgütsel çalışmayı sürdürmeli ve bu yönde çalışmalıdır.

    milliiradebildirisi.org

     

  • MİT TIR’larının durdurulmasına ilişkin 34 askere gözaltı kararı

    MİT TIR’larının durdurulmasına ilişkin 34 askere gözaltı kararı

    askere gözaltıCumhuriyet Gazetesi’nin belirttiğine göre Adana ve Hatay’da Ocak 2014’te MİT’e ait TIR’ların durdurulmasıyla ilgili aralarında bir binbaşının da bulunduğu 34 asker hakkında gözaltı kararı alındı. Şüpheli: PKK ile TSK’yı karıştırıyorlar…

    İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından, “yasa dışı dinleme, casusluk, özel hayatın gizliliğini ihlal, kişisel verilerin hukuka aykırı olarak kaydedilmesi, resmi belgede sahtecilik, terör örgütü kurmak, yönetmek, üyesi olmak, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs” iddiasıyla ‘paralel yapıya’ yönelik yürütülen soruşturma kapsamında düzenlenen 3. dalga operasyon askere uzandı.

    Soruşturma kapsamında İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü tarafından yapılan operasyonda, aralarında bir binbaşının da bulunduğu 34 muvazzaf asker hakkında gözaltı ve yakalama kararı çıkarıldı. Soruşturma kapsamında, elde edilen yeni deliller doğrultusunda, Adana ve Hatay’da Ocak 2014’te MİT’e ait tırların durdurulmasının “Selam Tevhid” dosyası kapsamında yapıldığı belirtiliyor.

    Söz konusu şüpheliler, MİT’e ait tırların durdurulmasına ilişkin Adana Ağır Ceza Mahkemesi’nde “casusluk” suçundan yargılanıyor. Bu operasyon kapsamında ise aynı şüpheliler hakkında “Terör örgütüne üye olmak” ve “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs” suçlarından işlem yapılacağı kaydedildi.

    8 KİŞİ ADLİ TIP KURUMU’NA GETİRİLDİ

    Adana’da sabah saatlerinde başlayan operasyon kapsamında gözaltına alınan 8 asker Adli Tıp Kurumu’na getirilerek sağlık kontrolünden geçirildi. Geniş güvenlik önlemi altında Adana Devlet Hastanesi bahçesindeki Adli Tıp Kurumu’na Askeri İnzibat görevlileri tarafından getirilen şüpheliler, görevli doktor tarafından sağlık kontrolüne alındı.

    ‘PKK İLE TSK’YI KARIŞTIRIYORLAR’

    Şüphelilerden biri Adli Tıp Kurumu çıkışında, “PKK ile TSK’yı karıştırıyorlar arkadaşlar. Terörist değilim” dedi. Gözaltına alınan bu kişiler, daha sonra Merkez Komutanlığı’na götürüldü. Konuyla ilgili açıklama yapılmadı.

  • Çözüm Sürecini Fener Rum Patrikhanesi mi yürütüyor?

    Çözüm Sürecini Fener Rum Patrikhanesi mi yürütüyor?

    E-SARIZEYBEK

    04 Nisan 2015

    Çözüm Sürecini Fener Rum Patrikhanesi mi yürütüyor?

    Videoyu Sarızeybek Haber Sitesinde İzleyebilirsiniz, aşağıda.