Etiket: Terör s

  • Alevi köylerini satıyorlar..

    10802042_10152911542581967_3008400612843244025_n

     

    27.11.2014 13:07

    Sivas’ın Kaman köyü sakinleri, Sivas İl Özel İdaresi’nin Alevi köylerini satışa çıkardığını duyurdu
    Sivas’ın Kaman köyü sakinleri, Sivas İl Özel İdaresi’nin 12 dönümlük Maden Suyu işletmesini 800 hektar gösterip köyü satışa çıkardığını duyurdu. Köylüler, amacın “Alevi köylerini boşaltmak” olduğunu açıkladı.

    Sivas İl Özel İdaresi’nin dün yaptığı Maden Suyu ihalesine dört firma katıldığı belirtildi. Açık artırma sonucunda, Maden suyunu ihalesini, Buruciye AŞ.’nin 405.000 TL teklifle kazandı. Köylüler bu şirketin Sivas Valiliği İl Özel İdaresi Sekreterliği’nin kendisine bağlı yan kuruluşu olduğunu öne sürdü.

    Köylüler, “Köyümüzü satışa çıkardılar” başlıklı yazılı açıklamalarında “Sivas İl Özel İdaresi Sekreterliği’nin hazırladığı ve İl Genel Meclisi’nden çıkan kararla ihaleye çıkarılan Kaman Köyü Maden Suyu 12 dönüm arazisi varken ve ruhsat alanı 20 Hektar bile olmayacakken Ruhsat alanını 800 hektar olarak belirleyip köyü kamulaştırmaya açmıştır” ifadeleri yer aldı.

    ‘ALEVİ BEKTAŞİ KÖYLERİNİ GÖÇE ZORLAMAK’
    66-

     

    Sivas İl Özel İdaresi’nin Alevi köylerini boşaltmayı amaçladığını belirten köylüler açıklamalarında şunlara dikkat çekti:

    “Sivas İl Özel İdaresi Sekreterliği Küçücük bir maden suyu ruhsat alanını 800 Hektar tutarak. Maden suyunu değil de? Dolaylı yoldan Kaman Köyü satışa çıkarmıştır. Burudaki amaç maden suyu alanını büyük tutarak köylünün ihaleye girmesini engellemek, boşalan köyleri parselleyerek ranta çevirmek, Alevi Bektaşi köylerini göçe zorlamak, köylünün bilgisizliğinden ve saflığından yararlanarak Köy meralarını ve tarlalarını hazineye kaydederek köylünün tarlasını köylüye veya dışarı bi daha satmak, köylünün yatırım yapmasını engellemek ve 800 Hektar Kamulaştırma alanı içerisine alarak. Şehirdeki köylülerin köye dönmesini engellemek…”

    ‘MADEN SUYU İHALESİ BAHANE’

    7788

    Köy halkı ve dernekleri, kurumları ile madensuyu kaynağının ekonomiye kazandırılmasına karşı olmadıklarını ifade eden köylüler, “Madensuyu ihalesi bahane edilerek köyü satışa çıkaran zihniyete kurum kimliği altında bu tür işleri yapan kişilere karşı olduğumuzu tüm halkımıza ve kamuoyuna duyururuz” açıklamasında bulundu.

     

    988

    Açıklamada şu kurumların imzaları yer aldı: “Kaman Köyülüleri Sivas Derneği, Kaman Köyü Dayanışma Ankara Derneği, Kaman Köyü İzmir Kültür Derneği, Kaman Köyü İstanbul Kalkınma Derneği, Kaman Köyü Tarımsal Kalkınma Kooperatifi, Kaman Köyü Muhtarlığı.”

    Odatv.com

     

     

  • Genelkurmay’dan IŞİD ve asker görüntüleri açıklaması

    Genelkurmay’dan IŞİD ve asker görüntüleri açıklaması

    Genelkurmay, IŞİD üyeleri ve Türkiye askerlerinin Türkiye’ye ait bir nöbet kulübesinin yanında görüntülenmesine ilişkin açıklama yaptı.

    Genelkurmay Başkanlığı, 22 Ekim’de çekildiği belirtilen Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) ve Türkiye askerlerinin görüntüleriyle ilgili bir açıklama yaptı.

    22 Ekim tarihinde Dicle Haber Ajansı tarafından çekildiği belirtilen Türkiye askerleriyle IŞİD üyeleri arasındaki konuşma görüntülerine ilişkin Genelkurmay Başkanlığı tarafından yapılan açıklamada, bir açıklama yayınladı. Yapılan açıklamada, “İddialar tamamen gerçek dışı olup Türkiye Cumhuriyeti Devletini ve Türk Silahlı Kuvvetlerini karalamaya matuftur.” denildi.

    Genelkurmay Başkanlığı tarafından yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi:

    “1.   28 ve 29 Ekim 2014 tarihli bazı gazetelerde “İşte Kanıtı: Ankara – IŞİD İlişkisi Görüntülendi” ve “Bu görüntüler Uluslararası Savaş Mahkemesine götürür” başlıkları ile haberler yayımlanmıştır.

    2.   Söz konusu haberler ile ilgili olarak yapılan incelemede; resmin çekildiği bölgenin, 3’üncü Hudut Alay Komutanlığı (Suruç / Şanlıurfa) Karaca Hudut Karakolu sorumluluk bölgesinde bulunan bir nöbet yeri olduğu, resimde görülen Kobra aracı ve askerî personelin, bu nöbet yerinde görev yapan ve devriye görevi icra eden unsurlarımız olduğu, ancak;

    a.  Sınır hattı olan demiryolunu geçerken hudut nöbetçilerimiz tarafından iki kişinin görüldüğü,

    b.  Bölgeye iki adet Devriye Timi sevk edildiği,

    c.  Bölgeye ulaşan Devriye Timleri tarafından mayınlı sahayı terketmeleri konusunda ikaz edildikleri ve ikaza uymamaları halinde ateş açılacağının kendilerine bildirildiği,

    ç.  Bunun üzerine şahısların “Hududu tel örgü olarak bildiklerini” ifade ederek Suriye topraklarına geri döndükleri tespit edilmiştir.

    3.   Sonuç olarak, bazı basın yayın organlarında yer alan iddialar tamamen gerçek dışı olup Türkiye Cumhuriyeti Devletini ve Türk Silahlı Kuvvetlerini karalamaya matuftur.

    Kamuoyuna saygıyla duyurulur.”

    baluken

  • AİLELERİNE, TÜRK MİLLETİ’NE VE TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ’NE BAŞSAĞLIĞI MESAJI

    AİLELERİNE, TÜRK MİLLETİ’NE VE TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ’NE BAŞSAĞLIĞI MESAJI

    AİLELERİNE, TÜRK MİLLETİ’NE VE TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ’NE BAŞSAĞLIĞI MESAJI

    Hakkari’nin Yüksekova İlçesi’nde ilçenin en merkezi yeri Cengiz Topel Caddesi’nde saat 16.00 sıralarında, caddenin kalabalık olduğu sırada sivil kıyafetli 3 askere silahlı saldırıda bulunuldu. 3 asker şehit oldu…
    Ailelerine, Türk Milletine ve Türk Silahlı Kuvvetlerine başsağlığı dilerim…
    Nurullah AYDIN

  • Ankara Esad’a öncelik vererek IŞİD’in güçlenmesini sağlıyor

    Ankara Esad’a öncelik vererek IŞİD’in güçlenmesini sağlıyor

    Anara

     

    AKP’nin Irak ve Suriye politikalarının ‘bir dizi yanlış hesaplamadan ibaret’ olduğunu söyleyen Cockburn:  Ankara, Esad’ın düşmesine öncelik vererek, pratikte IŞİD’in güçlenmesini garanti ediyor

     

    20 Ekim 2014 / Pazartesi

    ÖMÜR ŞAHİN KEYİF – omursahin@birgun.net

    Irak’ın işgaliyle başlayan süreçte 1. Körfez Savaşı’ndan bu yana ABD’nin Ortadoğu’daki politikasının seyrini sunabilecek en yetkin kalemlerden biri usta gazeteci Patrick Cockburn. Bölgede yaşanan gelişmeleri uzun yıllardır detaylı analizleriyle aktaran Cockburn, ağustos ayında çıkan ‘The Jihadis Return: ISIS and the New Sunni Uprising’ (Cihatçılar geri dönüyor: IŞİD ve yeni Sünni isyan) isimli kitabında da Arap Baharı’yla başlayan süreçte ABD’nin Ortadoğu’daki Şii hattını yarmaya yönelik politikalarının IŞİD’in ilerleyişindeki etkisini anlatıyordu.
    Analizlerinde, Türkiye’nin cihatçıları destekleyerek IŞİD’in ilerleyişini kolaylaştırdığını pek çok kez ifade eden Cockburn, Türkiye’ye ilişkin yeni yazısını, Kobane’yle dayanışma eylemlerine şiddetli saldırıların üzerine yazdı. İngiliz Independent gazetesinde yayınlanan yazısında, “Kobane IŞİD’in eline geçerse Kürtler Ankara’yı suçlayacak. Zaten sallantında olan barış süreci tamamen çökmeye yakın olabilir” diyen Cockburn “Erdoğan’ın Kürtlerin öfkesi karşısındaki ilgisizliği kafa karıştırıcı” ifadelerini kullandı.
    Erdoğan’ın IŞİD tehdidini kullanarak ABD ve Kürtlerden taviz koparmaya çalıştığı söylenen Cockburn, Erdoğan’ın bölgedeki temel hedefinin hâlâ Esad’ı düşürmek oluşunu da sert dille eleştirdi.
    Patrick Cockburn, kendisiyle yaptığımız telefon görüşmesinde de bu görüşlerini yineleyerek, Türkiye’nin bir felakete sürüklenmekte olduğunu ifade etti. Cockburn, “Hatta o felaket halihazırda yaşanmakta” dedi.

    »IŞİD Erdoğan için bir “tehdit değil fırsat” demiştiniz. Bütün dünyanın bir tehdit olarak gördüğü IŞİD nasıl oluyor da Erdoğan için fırsat oluyor?
    Bunu kendim söylemiyorum. Bu sadece Türkiye Hükümeti’nin yönelimi olarak gözüken bir durum. Bu bir fırsattır demiyorum, fakat bence bu Hükümet tarafından bir tehdit kadar hatta tehditten daha çok fırsat gibi görülüyor. Yani bu benim düşüncem değil, Ankara’daki Hükümet’in düşünüp yaptıklarına dair tespitim.

    »Peki bu yaklaşımın nasıl etkilerinin olması beklenir?
    Bence bu bir felaket olabilir. Halihazırda da bir felakettir. Bence baştan beri Türkiye Hükümeti IŞİD ya da El Nusra gibi cihatçı örgütlerin Türkiye tarafından kontrol edilemeyeceğini hesaplayamadı. Hükümet’in Kobane’ye destek olmaması Suriye’deki Kürtlerle IŞİD arasında yaptığı tercihi gösterdi.  Hükümet IŞİD’i güney sınır komşusu olarak koydu, ki bunun çok tehlikeli olduğu görünüyor. Elbette bu aynı zamanda Hükümet’in sadece Suriye’de değil, Irak’ta ve Türkiye içindeki Kürtleri ittiğinin de göstergesi. Bu bana çok yanlış bir politika gibi geliyor.

    ‘ABSÜRD ÇIKIŞ’

    »Batı medyasında sıklıkla Türkiye’nin IŞİD’i desteklediğine dair haberler çıkıyor. Kitabınızda IŞİD’le Suudi Arabistan ve Pakistan arasındaki ilişkiyi anlatıyorsunuz. Peki ya Türkiye ve Katar’ın ilişkisi için ne dersiniz?
    Açıkça, Türkiye ve Katar, Suriye’deki ayaklanmanın başından, 2011 yılından beri, cihatçı hareketlerin örgütlenmesine izin verilmesi konusunda başat bir rol oynadı. Katar parayla, sadece Katar da değil, Suudi Arabistan ve Türkiye; cihatçıların çift taraflı olarak sınırdan geçişine ve Türkiye’de konuşlanmalarına izin vererek destek oldu. Bence bu geçen yıl ABD’nin baskısıyla değişmeye başladı. Fakat Türkiye bu örgütlerin büyümelerini sağlayarak başar bir rol oynadı. Türkiye Hükümeti şu an IŞİD’e karşı olduğunu söylüyor, fakat aynı zamanda IŞİD’i PKK’yle bir tutuyor. Şu an hiç kimseyi öldürmeyen bir PKK’nin IŞİD’le bir olduğunu insanlara anlatmak son derece absürd. Aynı zamanda Beşar Esad’ın devrilmesini öncelikli hedef olarak görüyorlar. Fakat Esad Hükümeti Suriye’de IŞİD’in karşısındaki ana unsur. Eğer Esad düşecek olursa, bu IŞİD’e ve El Nusra Cephesi’ne yarayacak. Türkiye Hükümeti’nin Suriye’deki ılımlı muhalifleri destekleyeceğini söylediğini biliyoruz. Fakat ılımlı muhalifler ya da cihatcı olmayan muhaliflerin ordularının güçsüz olduğu ve git gide güç kaybettiğini de biliyoruz. Bu yüzden Esad’ın düşmesine öncelik vererek,  Ankara’daki Hükümet, pratikte IŞİD’in güçlenmesini garanti ediyor.

    ‘KOALİSYON SEMBOLİK’

    »Türkiye’nin IŞİD’e karşı koalisyona da ABD’nin baskısı nedeniyle mi girdiğini söylüyorsunuz?
    Kesinlikle evet. Bence koalisyon, pek çok üyesi için de son derece sembolik. Suudi Arabistan, Ürdün, Birleşik Arap Emirlikleri pek de bir şey yapmıyor. Bence Amerikalılar bu ülkelerin IŞİD’e desteklerinin önünü kesmek istedi. IŞİD’in güney komşusu olan Türkiye bu koalisyonun en önem parçası olmalıydı. Fakat Hükümet Suriye’ye yönelik politik ajandasının ABD’ninkinden çok daha farklı olduğunu açıkça gösterdi.

    »Peki ABD’nin Suriye üzerindeki son planı ne?
    Bence Suriye üzerinde oturmuş bir planları yok. Ve bence işlemeyecek bir çok kötü yol denemelerinin de sebebi bu. Ağustos ayında Başkan Obama, IŞİD’i yok edeceklerini söyledi. Fakat bu gerçekleşmedi, IŞİD hala yayılıyor. Bağdat’ın batısında pek çok bölgeyi aldılar. Kobane ve Halep’in kuzeyine saldırıyorlar. Yani tek başına hâvâ saldırıları yetmiyor. Bence Amerika burada pek çok tuhaf durumun içinde. IŞİD’e karşı geniş bir koalisyonu destekliyor, fakat  şu anda IŞİD’e karşı savaşan Suriye ordusu, Suriyeli Kürt örgütleri ve İranlılar hariç; yani orada IŞİD’e karşı savaşmayan ya da bu konuda isteksiz olanlarla ilişki içinde.

    ‘ILIMLI ORDU HAYAL ÜRÜNÜ’

    »Pakistan-Taliban örneğini düşünecek olursak, bölge dışında eğitilecek ılımlı muhaliflerin, IŞİD ya da El Kaide’ye biat etmeyeceklerini nereden bileceğiz? Bu planın nasıl etkileri olur sizce?
    Ben bu planın işleyeceğini düşünmüyorum, bu çok açık. Ilımlı oldukları söylenen muhalif grupların El Nusra ve IŞİD’in yanında saf tuttuğunu gördük. Yani bence ılımlı olanla olmayan arasında bir ayrım yapmak iyi bir fikir değil. İkinci olarak, hem IŞİD’den hem de El Nusra’dan çok daha güçsüzler. Bu nedenle ılımlı bir ordunun kurulması ve IŞİD’e ve Şam Hükümeti’ne karşı savaşması, saçma, demek istiyorum ki bu böyle olmayacak. Bence ılımlı muhaliflerden kurulan büyük bir ordu fikri hayal ürünü.

    ‘UZUN SÜRELİ GÜVENSİZLİK’

    »Felaketten kastınız nedir? İç savaş mı?
    Henüz o aşamaya gelmedik. Ankara’nın PKK’nin tekrar savaşı başlatacağını hesapladığını var sayıyorum, belki de bu doğrudur. Fakat bence Kobane’de yaşananlar uzun süreli bir güvensizliğe neden olacak.

    »Barış süreci AKP’nin en önemli enstrümanlarından biriydi. Fakat şimdi bu konuyu önemsemez davranışlar içindeler. Siz de yazınızda “Erdoğan’ın Kürtlerin öfkesi karşısındaki ilgisizliği kafa karıştırıcı” demiştiniz…
    Türkiye Hükümeti ve Kürt militanları arasındaki barış süreci, dış dünyadan Erdoğan’ın büyük başarılarından biri gibi görünüyordu. Fakat şimdi öyle görünmüyor. Bu çok açıkça durumu tersine çevirecek. Türkiye kendini geçmişte olduğundan daha izole edilmiş halde bulacak. Elbette Hükümet buna aldırış etmiyor. Bunun uzun süreli olarak, Türkiye’nin çıkarına olduğuna inanamıyorum.

    TÜRKİYE İÇİN SONUÇ FELAKET OLACAK

    »Suriye, Irak ve Türkiye’deki Kürtler üzerinde bir planı var mı ABD’nin?
    Bence büyük bir plan yok. Bana öyle geliyor ki, Türkiye’nin Suriye’deki Kürtlerin koruyucusu olması, Kobane’de ve başka yerlerde Kürtleri IŞİD’e karşı desteklemesi çok daha iyi olur. Bu kesinlikle Türkiye Hükümeti ve Kürtlerin ilişkilerini de geliştirir. Fakat tam olarak bunun tersini yapıyorlar. Bunu Türkiye’deki protesto gösterilerinden ve Türk uçaklarının PKK bölgelerine saldırmasından da görebiliriz. Bana öyle geliyor ki, öncesini konuşmayacaksak,  Türkiye 2011 yılından beri Irak ve Suriye’deki politikalarını yanlış hesapladı. Esad’ın 2011 ya da 2012’de gideceğini hesapladılar, ama bu böyle olmadı; cihatçıları destekleyerek kontrol altında tutacaklarına inandılar, bu da olmadı… Şimdi hâlâ Esad’ı düşürmeye çalışan bir politikaları var; ki bu da savaşın devam etmesine neden olacak ve IŞİD’e yarayacak. Bence Hükümet’in Irak ve Suriye politikaları bir dizi yanlış hesaplamadan ibaret. Ve bence Türkiye için sonuç felaket olacak, ki zaten olmakta…

    IŞİD’İN KOBANE SALDIRISI ABD’NİN İRADESİ DIŞINDA

    »Obama’nın açıkladığı plan bölgede savaşın üç yıl süreceğini öngörüyor. ABD bölgede savaşın sürekliliğini sağlayacak bir güç dengesi mi yaratmak istiyor? Neden Kobane’de IŞİD’i etkili biçimde vurmuyorlar?
    Bence bunu yapmayı deniyorlar. Dün (15 Ekim) hava saldırıları gerçekleştirildi. Fakat IŞİD’in şehit olmayı bekleyen son derece güçlü savaşçıları var. Bence çok kayıp veriyorlar ama yine de çok etkili ağır silahları var. Yani bence, IŞİD’in hâlâ Kobane’ye saldırıyor olması Amerikan tarafının iradesiyle gerçekleşmiyor.

    WASHİNGTON’UN OTURMUŞ BİR POLİTİKASI YOK

    »Bölgede savaşın üç yıl sürmesi istikrarsızlığı körüklemeyecek mi?
    Bence Amerikalılar çok büyük zorluklar yaşıyor çünkü bölgeye dair oturmuş bir politikaları yok. IŞİD’in karşısındaki en güçlü kuvvet Şam yönetiminin kendisi. Fakat Amerikalıların müttefiki olan Bağdat Hükümeti’ne bağlı Irak ordusu IŞİD’e karşı etkili bir savaş yürütmüyor. Bunun sebebi de ordunun etkisiz hale getirilmiş olması. Ordu aynı zamanda son derece mezhepçi, Şii militanlar üzerine kurulu, bu yüzden de tüm Irak’ta korku hâkim. Amerika’nın Suriye’deki politikası ise hem çok muğlak hem de karmaşık çünkü Amerika’nın desteklemediği Şam Hükümeti IŞİD’in karşısındaki ana unsur. Eğer Amerikalılar kazanırsa bu Şam Hükümeti’ne yarar, eğer Türkiye Şam Hükümeti’ni Suriye’deki karşıtı olarak görürse bu IŞİD’e yarar. Yani bu bence dünyayı daha da kötü bir yer haline getirecek muazzam bir karmaşa. IŞİD’le ilgili olarak aklımızda tutmamız gereken şey IŞİD’in Irak ve Suriye’nin eski ordularının ağır silahlarıyla donatılmış olduğu. Bu bakımdan yapılması gereken IŞİD karşıtı muhalifler ve Şam Hükümeti’yle mücadelenin bir kenara bırakılması. Bir politik çözüm değil, ancak ateşkes Suriye’deki muhaliflerin kendi aralarında yaşadığı ayrılığı sonlandırıp IŞİD’e odaklanmayı ve onu durdurmayı kolaylaştırabilir.

    ***

    NEDEN?
    Patrick Cockburn, İngiliz Independent gazetesindeki analizinde, Kobane’nin IŞİD’in eline geçmesi durumunda zaten sallantıda olan barış sürecinin çökebileceğini yazdı. Cockburn’le Türkiye ve ABD’nin bölgedeki politikalarını konuştuk.
    Birgün

     

     

  • ABD ile Türkiye Asker konusunda anlaştı

    ABD ile Türkiye Asker konusunda anlaştı

    usa

    10.10.2014
    ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Marie Harf, Suriye’deki ılımlı muhalifleri eğitme ve teçhizatlandırma konusunda Türkiye ile anlaşmaya vardıklarını söyledi.

    Düzenlenen günlük basın brifinginde konuşan ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Marie Harf, “Suriyeli ılımlı muhaliflerin eğitilmesi ve teçhizatlandırılması çabalarına destek verme konusunu Türkiye kabul etti” dedi. Konuyla ilgili olarak ABD’li iki üst düzey yetkilinin Türkiye’ye gideceğini söyleyen Sözcü Harf, “Bu konuyu organize etmek için önümüzdeki hafta Ankara’ya bir ekip giderek askeri kanallarla görüşmeler yapacak” dedi.
    Türkiye topraklarında eğitilecek olan Suriyeli muhaliflere Türk ve Amerikan subayları tarafından eğitim verileceği öğrenildi.

    Haberin gündemi

  • TERÖR DOSYASI : Son Gelişmeler Işığında Terörle Mücadele Küresel Forumu ve İşlevi

    TERÖR DOSYASI : Son Gelişmeler Işığında Terörle Mücadele Küresel Forumu ve İşlevi

    Doç. Dr Haldun Yalçınkaya

    TOBB-ETÜ Öğretim Üyesi

    ORSAM Güvenlik Çalışmaları Programı Koordinatörü

    24 Eylül 2014 tarihinde Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi, New York’da Irak ve Suriye’de süregiden çatışmalar ışığında “Şiddet İçeren Aşırılıklara” ilişkin bir karar aldı. Söz konusu karar, IŞİD’in “Yabancı Terörist Savaşçılar”ına dair uluslararası camiada alınacak bir dizi tedbiri içermektedir. Bu kararın detayları başka bir yazının konusu olmakla birlikte BM Güvenlik Konseyinin 24 Eylül tarihli toplantısı 15 üyesinin dışında 28 devletin katılımı ile geleneksel yapının dışında cereyan etti. Bu toplantı esnasında Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’da bir konuşma yaptı. Bu yazının konusunu ise BM Güvenlik Konseyinin bu toplantıyı gerçekleştirmesini sağlayan ve kurulmasında Türkiye’nin ABD ile liderlik ettiği bir mekanizmanın ne olduğu oluşturmaktadır: Terörle Mücadele Küresel Forumu(TMKF – Global Counterterrorism Forum).

    Terörle Mücadele Küresel Forumu (TMKF) 22 Eylül 2011 tarihinde ABD ve Türkiye eş başkanlığında New York’ta kurulmuştur. TMKF ne devletlerin bir araya geldiği bir uluslararası örgüttür ne de bir sivil toplum örgütüdür. TMKF 21nci yüzyılın terörizmine karşı askeri olmayan mücadelenin oluşturulması amacıyla tüm dünyadan konunun uzmanlarını ve karar alıcılarını bir araya getiren bir platform oluşturma amacındaki bir girişimdir. Teoride, bu girişim sayesinde terörizmle mücadelede acil ihtiyaçların tanımlanabilmesi, bu ihtiyaçlara karşı çözümlerin üretilebilmesi ve kaynakların harekete geçirilebilmesi mümkün olabilecektir.

    Bu noktada akla gelen ilk soru “Neden böyle bir girişime ihtiyaç duyulduğudur?” Dünya küresel boyutta terörizmle 11 Eylül 2001 saldırıları ile tanışmış ve ABD liderliğinde başta El-Kaide olmak üzere küresel terör örgütleri ile bir mücadeleye girişmişti. 2011 yılında TMKF kuruluna kadar geçen on yıllık süreçte, dünya, geleneksel uluslararası ilişkiler mekanizmalarının bu yeni tehdit ile mücadelede hantal ve üretkenliğinin kısıtlılığı sorunu ile karşılaştı. En basit anlatımla kimin terörist olduğu veya hangi eylemin terörizm olduğunu tanımlamakta bile gelenekselmekanizmaların yetersizliği görüldü. Bu tür sorunlar nedeniyle uluslararası camia etkili mücadele safhasına geçemeden tanımlama gibi daha ilk adımları bile halledemez oldu. Etkin olması beklenen Birleşmiş Milletler veya NATO gibi uluslararası örgütler dahi üyelerinin değişik pozisyonları nedeniyle sonuç üreten mekanizmalar olamadılar. Bu soruna ilişkin TMKF öncesi en kayda değer girişimlerden birisi 2003 yılında kurulan G-8 Terörizmle Mücadele Eylem Grubu ( G-8 the Counterterrorism Action Group – CTAG) olmuştu. Birlemiş Milletler Güvenlik Konseyi Terörle Mücadele Komitesinin (UN Security Council’s Counter-Terrorism Committee) etkin olmaması nedeniyle kurulan G-8 Terörizmle Mücadele Eylem Grubunun da etkin olamaması TMKF’nin kurulması ile sonuçlanmıştır. 2001 yılından itibaren küresel terörizmin büyüme eğilimi ile uluslararası camianın buna karşı alınacak tedbirlerle ilgili beyhude çabaları ile karşılaştırıldığında hantallıktan kurtulmuş yeni yapıların kurulması gerekliliği ortaya çıkmıştı. TMKF’nin bu ihtiyacı karşılamakta yeterli olup olmayacağını ise zaman gösterecek. Ancak, ilk göstergeler olumlu sinyaller içeriyor.

    11 Eylül saldırıları sonrası küresel terörizmle mücadele eden ABD’nin TMKF’nin liderlerinden birisi olması beklenen bir durumdur. TMKF’nin kurulmasına öncülük eden diğer devlet ise Türkiye olmuştur. Esasen bu anlaşılabilir bir durumdur. Türkiye 1970’li yıllarda ASALA ve 1980’lerle birlikte PKK terörüne mazur kalmıştır. Maalesef bu tecrübeler Türkiye’nin hem alanda hem de uluslararası arenada terörle uzun yıllar mücadele etmesine ve bilgi birikimi edinmesine yol açmıştır. Türkiye terörizme karşı uluslararası arenada destek verilmemesi, terörizmin tanımı ve insan hakları ihlalleri yapmadan terörizmle mücadele etme gibi başlıklarla uzun yıllar boyunca gündeminde tutmak durumunda kalmıştır. Bu durum ise 11 Eylül sonrası dünyada tartışılan sorunların Türkiye’de zaten tartışılmış konular olduğu gerçeğini ortaya koymuştur. Dolayısıyla Türkiye’nin bu tür girişimlerde ön saflarda olması şaşılacak bir durum değildir. Bu kapsamda NATO’nun Terörle Mücadele Mükemmeliyet Merkezi’ni Ankara’da açması tesadüf değildir. Bu nedenle Türkiye’nin TMKF’ye liderlik etmesi de tesadüf değildir. Ez cümle 2011 yılındaki TMKF kuruluş fotoğrafında Hillary Clinton ile Ahmet Davutoğlu beraber yer almış ve göreceli olarak en etkili sonuç üreten bir girişim başlatmışlardır.

    Türk kamuoyunda sadece bakan veya daha üst seviyede gerçekleştirdiği toplantılarla gündeme gelen TMKF’nin evrimleşerek sürekli bir örgüt haline gelmesi beklenebilir. Tarihte bunun örnekleri görülmüştür. Bunun en bariz örneklerinden birisi Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatıdır (AGİT). 1975 yılında Helsinki’de başlayan süreç Soğuk Savaş yıllarının sonunda Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Antlaşmasını üretmiş ve “Demirperde”yi aralamıştır. Sonrasında ise AGİT gibi bir uluslararası örgüt kurulmuştur. TMKF henüz emekleme evresinde oluşan bir girişim olmakla birlikte sonuç alan çözümler ürettikçe kurumsallaşacağı düşünülmektedir.
    TMKF’nin ortaya çıkışını özetledikten sonra faaliyetlerine bakmakta fayda vardır. Böylece 24 Eylül 2014 tarihinde BM Güvenlik Konseyinin toplantısı, bu toplantı sonucunda Güvenlik Konseyinin aldığı karar ve dolayısıyla TMKF daha iyi anlaşılabilir.

    Terörizmle Mücadele Küresel Forumu, BM Terörizmle Mücadele Küresel Stratejisini (UN Global Counter-Terrorism Strategy) temel almakta ve bu stratejiyi daha ileriye götürme işlevini görmektedir. Bu işlevi yerine getirirken ise geçen on yıldaki girişimlerde karşılaşılan hantallıklardan arınılmasını amaçlanmaktadır. Ayrıca belirtilmesi gerekir ki TMKF’nin konusunu askeri olmayan girişimler oluşturmaktadır.

    TMKF’nin Avrupa Birliği dâhil 30 kurucu üyesi vardır: Cezayir, Avustralya, Kanada, Çin, Kolombiya, Danimarka, Mısır, Fransa, Almanya, Hindistan, Endonezya, İtalya, Japonya, Fas, Hollanda, Yeni Zelanda, Nijerya, Katar, Rusya, Suudi Arabistan, Güney Afrika, İspanya, İsviçre, Türkiye, Birleşik Arap Emirlikleri, İngiltere (Birleşik Krallık) ve ABD. Ayrıca çeşitli uluslararası kuruluşlarla ortaklık içindedir: Birleşmiş Milletler kuruluşları, Afrika Birliği, Asya-Pasifik Ekonomik İşbirliği (APEC), Güneydoğu Asya Uluslar Birliği (ASEAN), Avrupa Konseyi, Batı Afrika Ülkeleri Ekonomik Topluluğu (ECOWAS), Hedayah, Interpol, Uluslararası Sivil Havacılık Örgütü (ICAO), AGİT, Amerikan Devletleri Örgütü (OAS).

    TMKF’nin yapısına aşağıdaki gibidir:

    1. Stratejik Seviye İşbirliği Komitesi: Türkiye ve ABD bu komitenin eş başkanlarıdır.

    2.Tematik ve Bölgesel Çalışma Grupları:

    a. Adalet Sistemi Sektörü ve Hukukun Üstünlüğü Çalışma Grubu: ABD ve Mısır eş başkanlığında
    b. Şiddet içeren Aşırılıklarla Mücadele Çalışma Grubu: Birleşik Arap Emirlikleri ve İngiltere eş başkanlığında
    c. Sahel Bölgesi (Sahra Altı Afrika) Kapasite İnşası Çalışma Grubu: Cezayir ve Kanada eş başkanlığında.
    d. Afrika Burnu Kapasite İnşası Çalışma Grubu: Avrupa Birliği ve Türkiye eş başkanlığında.
    e. Alıkoyma ve Topluma Kazandırma Çalışma Grubu: Avustralya ve Endonezya eş başkanlığında
    (Söz konusu çalışma gruplarına gerek duyuldukça yenileri eklenebilir. 2014 yılının son çeyreğinde bu çalışma gruplarına “Yabancı Terörist Savaşçılar” çalışma grubu eklendiğinin ilan edilmesi beklenmektedir.)

    3. İdari Birim: Bu birim özellikle sadece idari işleri yapmaya odaklanmış olup, özellikle hantal bir bürokrasi yaratmamak adına küçük tutulmaktadır.

    TMKF’nin kuruluşundan günümüze kadar gerçekleştirdiklerine baktığımızda bu girişimin işlevi daha iyi anlaşılabilir. Terörizmle mücadele için adalet sistemini geliştirmek adına 230 milyon Amerikan Doları kadar bir kaynağın kullanılmasını sağlamıştır. Abu Dabi’de Hedayah adında “Şiddet İçeren Aşırılıklara” karşı çalışmak üzere bir mükemmelliyet merkezi kurulmuştur. Hedayah’a Türkiye’de katkı sağlamaktadır. Taraflar arasında şiddet içeren terörizme karşı iyi uygulamalar paylaşılmıştır. 2014 yılı içerisinde Malta’da Adalet ve Hukukun Üstünlüğü Uluslararası Enstitüsünün ve Cenevre’de Toplumsal Angajman ve Toparlanma Küresel Fonunun kurulması beklenmektedir. Bunlar TMKF’nin faaliyetlerinden bazılarıdır.

    24 Eylül 2014 tarihinde bahse konu BM Güvenlik Konseyi özel toplantısının bir gün öncesinde TMKF’nin gerçekleştirdiği bakanlar düzeyindeki beşinci Terörle Mücadele Küresel Forumu dünya ve Türkiye kamuoyunun gündeminde dikkat çekmiştir. Şüphesiz bunun temel nedeni Irak ve Suriye’de IŞİD’ın yarattığı terör ve burada bulunan “Yabancı Terörist Savaşçılar” konusudur. Toplantıya Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ve ABD Dışişleri Bakanı John Kerry başkanlık etmişlerdir. Kurucu üyelerin tamamının katıldığı toplantı esasen bir gün sonra BM Güvenlik Konseyinde kabul edilen “Yabancı Terörist Savaşçılar” konusundaki 2178 sayılı karara temel oluşturmuştur. Kamuoyunun gündemini meşgul eden yabancı savaşçılar konusunda BM Güvenlik Konseyinin karar alması önemlidir ve bu yazının konusunu teşkil eden TMKF’nun işlevselliğini gösteren önemli bir belgedir.

    TMKF, 2014 yılında yabancı savaşçılar konusunda Hollanda, Fas ve Birleşik Arap Emirliklerinde toplantılar düzenlemiştir. Bu toplantılarda taraflar bu konudaki mücadelelerini, aksaklıkları, yapılması gerekenleri ve çeşitli iyi uygulamaları paylaşmışlardır. Pratikte TMKF’nin Türkiye için çeşitli faydalı olmuştur. Örneğin kamuoyunda da paylaşıldığı üzere IŞİD’a katılmak üzere bölgeye gitmek isteyen yabancı savaşçıların kullandığı geçiş rotalarından birisi de Türkiye’dir. Ancak gümrük kapılarından Türkiye’ye giriş yapan yabancıların kaynak ülkeler tarafından tespit edilmesi ve Türkiye’ye girişlerinden önce tespit edilerek Türk makamlarına bildirilmesinde yaşanan birçok aksaklık Türkiye için ciddi bir sorun yaratmaktaydı. Kamuoyuna açıklandığından öğrenildiği kadarıyla kabaca 1000 kadar yabancı savaşçının Türkiye’ye girişi engellenmesine bu platformda gerçekleştirilen diplomatik girişimlerin de katkısı olmuştur. Ancak bu konuda Türkiye’ye girişler açısından halen tatmin edici bir seviyeye ulaşılamamıştır. Ancak bunu sağlayacak sistemsel yapı ise yine TMKF’nin alınmasında ciddi katkı sağladığı BM Güvenlik Konseyinin 2178 sayılı “Yabancı Terörist Savaşçılar” kararı ile olabilecektir. Tam bu noktada BM Güvenlik Konseyinin tüm kararlarının uluslararası sistemde her zaman sonuç alıcı kararlar olamayabileceği gerçeğini not etmek gerekir. Anlaşılan o ki bu aşamada TMKF’nin belirgin katkısı terminolojide olmuş ve BM Güvenlik Konseyi kararı sonrasında “Yabancı Savaşçılar” teriminin “Yabancı Terörist Savaşçılar” haline dönüşmüştür. Terörizmle mücadelede on yıllarca süredir uluslararası kamuoyunda terörizmin tanımı tartışmaları düşünüldüğünde bu yazıda konu edilen “hantal”lığın atılmaya başladığının göstergesidir.

  • MENDERES’İN KATİLİ İNÖNÜ’MÜ?..

    MENDERES’İN KATİLİ İNÖNÜ’MÜ?..

    MENDERES’İN KATİLİ İNÖNÜ’MÜ?..

    Mustafa Nevruz SINACI

                Yaklaşık 91 yıllık Milli siyaset ve Cumhuriyet tarihimizde; İki vahim kalkışma, büyük felâket, çökertme teşebbüsü ve kırılma hareketi vaki olmuştur. Bunlardan birincisi, tarihi, tabii ve kadim Halk Partisi, Milli Mücadele ve Kuvva-i Milliye ruhu ile Türk İnkılâbı ve Atatürk’ü; Aziz hatıraları, emanet, eser ve vasiyetleri ile birlikte millet hafızasından silme girişimidir.

    Türk vatandaşlarının bedelini çok ağır ödediği bu cürüm 10 Kasım 1938 günü, saat: 9’u 6 geçe vücuda gelmiş bir kumpastır. Plânı 25 Eylül 1937 tarihinde, memleket ve milletin başına belâ olan ve Lozan suiistimalleri ortaya çıkan İsmet Paşa’nın Mustafa Kemal Atatürk tarafından azledilmesi (kovulması) sonucu, usulen istifa ettiği günden itibaren yapılmıştır.

    İkincisi de, elde olmayan nedenlerle kesintiye uğrayan 1938 sürecinin ulanması ve tamamlanması amacıyla; Dâhili ve harici bedhahlarla müştereken tezgâhlanan 27 Mayıs 1960 isyanı, milleti aldatma, kandırma, sahtekârlık, millet iradesine başkaldırma kalkışmasıdır.

    Dolayısıyla, 15, 16 ve 17 Eylül, bu menfur sürecin ‘hayati önemi haiz’ günleridir.

    15 Eylül 2014 itibarıyla; Türk hukuk, adalet ve yargı tarihinin yüzkarası, büyük utancı; Mahkemelerimizin ‘hükümde hikmet/adalet, tarafsızlık ve bağımsızlığını’ yitirişinin 53. yılını insanlık adına utanç; Türkiye Cumhuriyeti yargı sisteminin iddia, adalet, hukuk ve istisnasız bilumum hukukçular sınıfı adına (bugün itibarıyla) buruk bir üzüntüyle idrak ediyoruz!..

    Ama elbette, 16 Eylül 1961 günü; Milli Dava Kıbrıs Fatihleri; Biri Türk tarihinin en namuslu, dürüst Maliye Bakanı Hasan Polatkan, diğeri 1700 yılından bu yana Türk Dışişleri teşkilâtının gördüğü en şerefli, soylu, milliyetçi ve cesur Hariciye Bakanı Fatin Rüştü Zorlu..

    17 Eylül 1961 günü de; İstiklâl Savaşı Gazisi, Mustafa Kemal Atatürk’ün Baş Vekili, genç Demokrasimizin ilk halk kahramanı.; “Beyaz İhtilâl efsanesi” ve “aç-bi’lâç, sefil-yoksul, sadakaya muhtaç” devraldığı Türk Milleti ve Türkiye Cumhuriyeti devletini 10 yılda 100 yıla baliğ (tekabül eden) bir kalkınma-gelişme hareketi ile ihya eden Adnan Menderes…

    Haksızca, hukuksuzca, alçakça ve hunharca ASILDILAR…

    Asanlar, astıranlar ve Cumhuriyeti askıya alanlardan hâlâ hesap sorulmadı.

    O meş’um kalkışma, sulta, cunta ve ceberut diktanın vasileri sıgaya çekilmedi; Devleti bütün kurum ve kuruluşları ile kuşatmış, bütün genlerine sızmış; Türk Milleti’nin kanı, helâl kazancı, canı ve malı ile beslenen “adaletsiz, haksız, hukuksuz ve nesebi gayri sahih dönme, devşirme, mürai ve mürteci” paraleller sökülüp atılamadı…

    Üstüne üstlük bu mazarratlar; Aziz ve necip Türk Milletinin karar, icra ve muhakeme mercilerine çöreklenip; İnsan hakları, adalet-hukuk, kalkınma-gelişme, ilim, hars-kültür, milli emel ve manevi değerlerin önünü/yolunu tıkadılar.

    Üstelik hâlâ hüküm sürmekte ve her şeye rağmen hükümferma olmaktalar…

                Baştan alıp, menfur ve mütegallib sürece bir göz atalım:              

    27 Mayıs kalkışması: Dâhili ve harici bedhahların (gizli ve kinci düşmanların) isyanı; Dönme, devşirme ve kriptoların devleti “cebren, kalleşçe ve hile ile” ele geçirmesi; Alçakça gasp ve irtikap ederek, şanlı ve şerefli Türkiye Cumhuriyeti’nin dizleri üstüne çökertilmesi ve memleket üzerine “mezar toprağı serpilmesi” olayından ibarettir. Yeni Türkiye, açılım/atılım söylemlerinin tavan yaptığı günümüzde 12 Eylül ve 28 Şubat, kısmen de olsa yargılanmasına rağmen; İnsan hakları, Adalet, Hukuk, Demokrasi, İnsanca yaşama, kalkınma ve gelişmenin çökertilme milâdı olan 27 Mayıs’ın hâlâ yargı önüne çıkartılamamasının nedeni budur.

    O gün bu gündür millet vekilini seçememekte; Devlet idaresinde, millet iradesi tecelli edememekte; İktisatta, siyasette, ticarette, maddi-manevi, ahlâki, ilmî ve kültürel hayatımızda sulta, cunta, vesayet, oligarklar ve güdümlü paralel yapılanmalar hüküm sürmektedir!..

    Bazı menfur unsurlar sayesinde bu gün: Yunan’a adalar, eşkıya’ya Diyarbakır, bir takım paralellere ekonomi, siyaset ve emniyet ve sair devlet ve adalet cihazı terk ve teslim edilmiş haldedir. Kanunsuzluk, ahlâksızlık ve zorbalık had safhadadır. Daha düne kadar katli kabil olan zani, cani, katil ve her nevi hain ortalıkta serbestçe cirit atmaktadır. Tarihin en şanlı ve onurlu ülkesinde “zina” suç olmaktan çıkartılmış; Bebek katili, tecavüz suçluları, suiistimal erbabı, rüşvetçi, hırsız ve yolsuzlar adeta himaye edilir hale gelmiştir.

    Dahası: Halkımızın büyük bölümü AKP narkozu ile uyutuluyor; Dün kapımızı çalan felâket, bu gün içerde kol geziyor; Çalışan ve özellikle emeklilerin kahir ekseriyeti açlık ve yoksulluk sınırı altında maaş almakta iken; Adeta 1155 liraya oyunu satacak hâkim/savcı aranması çok manidardır. Esasen hak/adalet dağıtma mecburiyeti taşıyan ‘kesime’ adaletsizlik ve haksızlık yapılarak, sanki iltimasla, HSYK seçimleri öncesinde rüşvet teklif ediliyor!;

    Adalet ve Dad; Hüküm ve hikmet;

    Merhamet ve muhabbet yok!..

                İte, bütün bunların sebebi/nedeni 27 Mayıs’tır.

    27 Mayıs olmasaydı bu gün Türkiye Cumhuriyeti; Milli geliri fert başına/reel olarak 50 bin doları aşmış; En dip toplumsal ve sosyal hücrelerine kadar adalet, ahlâk, refah, huzur, hukuk, demokrasi ve barışı yaşayan; Dünyanın en gelişmiş üç medeni ülkesi içinde yer alan.; Özgürlük ve güvenlik sorununu “hakkaniyet, hukuk, eşitlik ve adalet” düzleminde halletmiş bir memleket olacaktı. Ama olmadı, olamadı!.. Neden? 27 Mayıs ve İnönü yüzünden…

    Lütfen “şu olanları” tam bir dikkat, insani bilinç ve vicdanınıza vurarak inceleyin:

    05 Eylül 1961  günü görülen “Anayasa ihlâli (!) davası” ile duruşmalar sona erdi.

    Son celse yapılan “Anayasa İhlâli” duruşması, tarihin en komik, mesnetsiz ve aptalca tiyatrosu idi. Zira 27 Mayıs’ta Mustafa Kemal Atatürk’ün Anayasası ilga edilmiş ve kurduğu Cumhuriyet, en zalimane biçimde, alçakça ve hunharca tarihin çöplüğüne atılmıştı.

    13 Eylül 1961’de, Atatürk ve Menderes düşmanlığı/kindarlığı ile maruf İsmet İnönü, başta Berrin Menderes Hanımefendi olmak üzere; Bazı Devlet ve Hükümet Başkanları ile iç siyasi mihraklar ve dış misyondan intikal baskı, rica ve istekleri savmak kabilinden; “henüz belli olmamış kararlar ölüm cezası içeriyorsa” tatbik edilmemesi hususunda tavassut istirhamı içeren bir mektubu orgeneral Cemal Gürsel’e, usulen ve tefhimen yolladı.,

    Hiçbir ciddiyeti, samimiyet ve ehemmiyeti olmayan mektup dikkate bile alınmadı.

    13 Eylül’de yazılan mektubun zamanlaması, zaten etkili olmasına engeldi.

    15 Eylül 1961’de Yassıada Mahkemeleri cezaları açıkladı.,

    16 Eylül’de Zorlu ve Polatkan.,

    17 Eylül’de Menderes idam edildi.,

    15 Ekim 1961’de genel parlamenter atamaları (namı diğer seçim) yapıldı.

    Tarihlere dikkat! Yassıada süreci yaklaşık bir sene sürdü. Bu süreçte yeni anayasa imal edildi. İdamlardan 1 ay önce; Devleti vesayete mahkûm eden “anayasa nam paçavra” oylandı ve % 60’la kerhen kabul edildi. Sözde kurucu meclis, CHP’nin güdümünde ve olağan Meclis hükmünde idi. Buna rağmen İsmet paşa, kendisine “idamları Meclise götür” diye ısrarla teklif edilmesine rağmen bunu kabul etmedi.

    Milli (?) Birlik Kurulu Başkanı ve seçimler sonrası müteakip dönemin Cumhurbaşkanı Orgeneral Cemal Gürsel’in, 15 Kasım1961 tarihli Hürriyet’te bir röportajı var. “Seçimlerin altı ay önce yapılmasını teklif ettim. CHP (İsmet Paşa) idamların sorumluluğunu üstlenmemek için kabul etmedi.” Devamla: “İsmet Paşa, idamların takvimini seçimlerin önüne aldı. ‘CHP Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rütü Zorlu’nun katilidir’ unvanını almamak için meclise gelen idam kararlarını sonuçta onaylamayacaktı; Memleketin bu hale düşmesinde en büyük mesuliyet CHP’ye düşmektedir” dedi. 27 Mayıs’ı yapan adam, seçimlerden bir ay sonra bu lafı söylüyor!. Bu bir itiraf ve günah çıkartmadır.

    Neden? Çünkü “bütün sebeplerle” Menderes’in katili İsmet Paşa’dır da ondan…

    AKP’nin samimiyet, ciddiyet, adalet, hukuk ve ahlâk sınavı:

    17 Eylül 2014 günü Anıtmezar başında nutuk irad ve medyatik ortamlarda halka hitap eden AKP yöneticileri “21. yüzyılın DEMOKRAT PARTİ’si AKP’dir” dediler. Eğer, RTE’yi Menderes’in halefi olarak ilân ve iddia eden söylemlerinde ciddi, samimi ve dürüst iseler; 27 Mayıs’ı derhal yargıya taşırlar. Aksi takdirde, bu yalanları kınar, men, tenzih ve tekzip ederiz.

  • KÜRT SORUNU DOSYASI : ÜZERİMİZE GELEN KÜRT PROBLEMİ

    ÜZERİMİZE GELEN KÜRT PROBLEMİ - image00131

    ÜZERİMİZE GELEN KÜRT PROBLEMİ

    İLETEN : Kaya Toperi [toperi@gtc.com.tr]

    Sayın Toperi’ye bu yazısından dolayı teşekkür ederiz.

    Büyüklü küçüklü yüzlerce kürt isyanı arasında en önemlileri şunlardır:

    · 1806, Baban Aşireti, Abdurrahman Paşa İsyanı

    · 1833-1837, Mir Muhammed (Soran) İsyanı

    · 1843, Bedir Han İsyanı

    · 1855, Yazhan Şer İsyanı

    · 1878-1881, Şeyh Ubeydullah Nehri İsyanı

    · 1919-22, Simko (Ismail Ağa) İsyanı

    · 11 Mayıs 1919, Ali Batı İsyanı

    · 21 Mayıs 1919, Mahmut Berzenci İsyanı

    · 6 Mart 1921, Koçgiri İsyanı

    · 4 Eylül 1924, Beytüşşebab İsyanı

    · 13 Şubat 1925, Şeyh Sait İsyanı

    · 10 Haziran 1925, Nehri İsyanı

    · 7 Ağustos 1925, Reşkotan-Raman İsyanı

    · Kasım 1925, 1. Sason İsyanı

    · 16 Mayıs 1926, 1. Ağrı İsyanı

    · 21 Ocak 1926, Hazro İsyanı

    · 7 Ekim 1926, Koçuşağı İsyanı

    · 26 Mayıs 1927, Mutki İsyanı

    · 13 Eylül 1927, 2. Ağrı İsyanı

    · 7 Ekim 1927, Bıcar İsyanı

    · 6 Temmuz 1929, İt Resul İsyanı

    · 20 Eylül 1929, Tendürek İsyanı

    · 26 Mayıs 1930, Savur İsyanı

    · 20 Haziran 1930, Zilan İsyanı

    · 21 Temmuz 1930, Oramar İsyanı

    · 7 Eylül 1930, 3. Ağrı İsyanı

    · 24 Ekim 1930, Pülümür İsyanı

    · Eylül 1930, 2. Mahmut Berzenci İsyanı

    · Kasım 1931, Şeyh Ahmed Barzani İsyanı

    · Ocak 1937, 2. Sason İsyanı

    · 21 Mart 1937, Dersim İsyanı

    · 1950, Kürt siyasal hereketi yönünde ilk girişimler başlar.

    · 1961, Silopi’de “Kürdistan Demokrat Partisi” siyasi birimi oluşturulur.

    · 1964, Kürt Devrimci Demokratik Kültür Derneği (KDDKD) kurulur.

    · 1974, Türkiye Kürdistan Sosyalist Partisi (TKSP) kurulur.

    · 1974-1976; Kawa, Denge Kawa, KUK, Rizgari, Ala Rizgari, Tekoşin adlı kürt örgütleri kurulur.

    1978, Lice’nin Fis köyünde PKK kurulur.

    Arkadaşlar Gümüşhane ilini duyanınız var mı bilmem… Gümüşhane, Hakkari’den sonra Türkiye’nin en fakir ilidir. İşsizlik, fakirlik had safhadadır. Kastomonu bilmem duyanınız var mı… Türkiye’nin enfakir 5 ilinden biridir. Bazı köylerinde elektriğin, suyun olmadığını bile duydum. Şimdi biraz oranlara bakalım:

    Ücretsiz muayene için yeşil kart kullananların oranı:
    Hakkari: %53
    Gümüşhane: %21
    Kastamonu: %16

    Kaçak Elektrik Kullanımı:
    Hakkari: %70-80
    Gümüşhane: %20-30
    Kastamonu: %5-10

    Milli Savunma Bakanlığının 1998 yılında resmi belgelere dayanarak açıkladığıKurtuluş Savaşı’nda kayıtlı şehit olanların sayısı:

    Hakkari: 21
    Gümüşhane: 329
    Kastamonu: 5160

    Hakkari’nin günümüzde toplam nüfusu: 219345
    Gümüşhane’nin günümüzde toplam nüfusu: 153990
    Kastamonu’nun günümüzde toplam nüfusu: 363700

    Şu anda nüfus artış oranlarını, bir kişinin kaç çocuğu olabildiğiniyse yazmak bile istemiyorum, yalnızca milliyet gazetesinin aşağıdaki haberine bir bakmanızı öneriyorum.

    Benim köyümdeki ilkokul bile görmemiş akrabalarımın niye 2 çocuğu var, niye 3 çocuğu var da 15 çocuğu yok diye bir düşünün…

    Bu İllerimizdeki Kürt kökenli vatandaşlarımızın sayısı:

    Hakkari: %95
    Gümüşhane: %2
    Kastamonu: %1

    Sonucu görmek için kahin olmaya gerek yok sanırım… Sorun bugün başlamadı, bugün bitmeyecektir. Sorunun kaynağı fakirlik, yoksulluk, sosyal sorunlar değil bambaşka sorunlardır.

    Ben hiç Gümüşhane’de, Kastamonu’da öğretmen vuran, doktor yakan,Atatürk büstü asan, PKK’ya yardımda bulunan insan duymadım. Ben hiç Gümüşhane’nin, Kastamonu’nun biz fakiriz, biz açız diye gösteriler yapıp bu gösterilerinde doğrudan devletin kurumlarına, binalarına, vatandaşların araçlarına saldırdıklarını, polise taş attıklarını,ateş açtıklarını duymadım. Bu işin sebebinin eğitimsizlik olduğunu söyleyenler Abdullah Öcalan Mülkiyelidir yani Ankara Siyasal Bilimler bölümünde okumuştur. Bugün gelin ODTÜ’ye bir bakın, etraftaki afişleri bir okuyun. Üniversitede okuyan eğitimli Kürt vatandaşlarımız acaba neler diyor? Gelin, okuyun mideniz kaldırıyorsa. İşgalci, sömürgeci T.C. ibarelerini görmek sizi rahatsız etmeyecekse… İsterseniz Kürt kökenli vatandaşlarımızı ODTÜ’de yurtlarında da ziyaret edin, Sözde Kürdistan bayrakları içinizi acıtmayacaksa…

    Bu sorunun nedenleri fakirlik, işsizlik, eğitimsizlik değil peki ne o zaman bir düşünün. Bir de bu sorunun yüz yıllardır sürdüğünü
    düşünün. Sorunu çıkaranın kim olduğunu düşünün. Ee her şeyi ben söyleyecek değilim ya birazcık düşünün…

    ‘Görevim Kürt nüfusunu artırmak’

    İngiliz The Economist dergisi, çokeşliliğin, aşiret ve dini kuralların ağır bastığı, Kürt kökenli vatandaşların yoğun olarak yaşadığı bölgelerde yaygın bir gelenek olduğunu vurguladı

    DIŞ HABERLER SERVİSİ

    İngiliz The Economist dergisi, son sayısında erkeklerdeki çokeşliliği (poligami) mercek altına alırken, bunun Kürt kökenli vatandaşların yoğun olarak yaşadığı bölgelerde yaygın bir gelenek olduğunu vurguladı. Güçlü çokeşlilik geleneğinin Türkiye’nin bunu suç sayan kanunlarına nasıl meydan okuyabildiğini, Diyarbakır’dan izlenimlerle aktaran The Economist, DTP lideri Ahmet Türk’ün de ölen kardeşinin eşini, ikinci eş olarak kabul ettiğini yazdı.

    ‘Kuran’da 4 eşe izin var’
    Diyarbakır’a bağlı Sarıdal köyünün iki eşli, 13 çocuklu 60 yaşındaki muhtarı Abdülkadir Sümer’in “torunlarının sayısını bilmediğini” aktaran The Economist, Sümer’in bu durumu “Görevim, Kürt nüfusunu artırmak” diye açıkladığını yazdı.

    Sümer’in kardeşi Süleyman’ın da iki eşi olduğunu vurgulayan dergi, köy imamı Tevekelli Yıldırım’ın “Kuran erkeklere dört eşe kadar izin veriyor” dediğini aktardı. Sümer kardeşlerin, gelenek ve modernitenin bazen birlikte yaşadığı, bazen de çatıştığı bir ülkede kanunları çiğnediğini hatırlatan dergide “Kentli Türk kadını ise, Avrupa’nın çoğunda olduğu gibi, sadakatsizliği boşanma nedeni olarak görüyor. Ancak yetkililer, Türkiye’nin 71 milyonluk nüfusunun üçte birine ev sahipliği yapan kırsal kesimde poligamiyi görmezden geliyor” ifadeleri yer aldı.

    Aşiret ve dini kuralların ağır bastığı, statü ve gücün sayılarla değerlendirildiği, Kürtlerin yoğun olduğu bölgelerde yaygın olan çokeşliliğin bazen de hayat kurtarıcı olabildiğini belirten dergi, örnek olarak ölen kardeşinin eşini “onursuzluktan kurtarmak için” ikinci eş olarak kabul eden Türk’ü gösterdi. Dergiye konuşan Sarıdallı Süleyman Sümer, “İlk eşi erkek çocuk doğuramayınca eve ikinci kadın getirmek zorunda kaldığını, tarlada çalışabilmeleri için olabildiğince çok erkek çocuğa ihtiyaç duyduğunu” söyledi.

    Devlet sağlık görevlilerinin, doğum kontrol kavramını öğretebilmek için yılda 2 kez köye geldiğini de yazan dergi, dil bilmemekten kaynaklanan iletişim zorlukları yüzünden köylülerle pek anlaşılamadığını bildirdi.

    The Economist, çokeşlilikte aşkın da bir rolü olduğunu söyleyen Dicle Üniversitesi’nden sosyolog Remzi Oto’nun şu çalışmasına da yer verdi:
    “50 çokeşli erkek üzerinde yapılan araştırma, üçte birinin, âşık olduktan sonra ikinci bir eş aldığını gösteriyor. Bunların çoğu erken yaşlarda evliliğe zorlanmış. İkinci eş almayı, kendini ispat, erkekliklerini keşfetmenin ve gerçek aşkı tecrübe etmenin bir yolu olarak görüyorlar…”

    ÖZEL BÜRO