Etiket: Terör s

  • Mezhepçilik Dinci Bölücülüktür.

    hqdefault

     

    VEDAT AKBAŞAK

    25 Mart 2015 Çarşamba

     

    Mezhepçi anlayış; dinci bölücü anlayıştır. Kan ve göz yaşıdır.
    Yaklaşık 3000 yıllık dinler tarihinde din ve mezhep farklılıkları bahane edilerek yapılan savaşlarda
    250 milyon kişinin öldüğü tahmin edilmektedir. Bunların yaklaşık 175 milyonu Hıristiyan, 25 milyonu Yahudidir geri kalan 50 milyon ise Müslümanlardır.
    Hıristiyan dünyasında mezhep savaşları 1648 de sona eren Otuzyıl Savaşları’ndan sonra imzalanan Vestfalya Barış Anlaşması’yla son bulmuşken; günümüzde İslam dünyasında ne yazık ki, farklı mezhep mensubu Müslümanlar birbirlerini öldürmeye devam etmektedir.
    İslam dünyasında mezhep farklılıklarının bahane edildiği iktidar çekişmelerinden dolayı yaşanan acılardan bazıları şunlardır:
    * Emevi hanedanlığının Arap ırkından olmayanlara bu arada Hz. Peygamberimizin Ehli Beyti’ne
    ve sahabelere uyguladığı zulüm ve soykırım sonucu ikiyüzbinden fazla Müslümanın öldürülmesi
    * Muaviye’nin altmış yıl boyunca Cuma Hutbelerinde Hz. Ali ve soyuna Küfür ettirmesi.
    * Su kanalı açılması bahanesiyle Hz. Ömer’in mezarının talan edilmesi.
    * Cemel savaşında yaklaşık 20.000, Sıffın savaşında ise 70.000 kadar Müslümanın birbirini
    öldürmesi.
    * Halifeliğine biat etmeyen Medine halkı üzerine ordularını gönderen Yezit’in Medine’li hanımları
    da savaş ganimeti ilan etmesi sonucu bin civarında gayri meşru bebeğin (evladü’l Harre)
    dünyaya gelmesi ve dokuz binden fazla Medine’li Müslümanın katledilmesi.
    * Haccac komutasındaki Emevi ordusunu mancınıklarla 64 gün boyunca taş ve ateş yağdırarak
    Mekke’yi ve Kabe’yi yakıp, yıkması.
    * Emevi’lerden sonra saltanatı ele geçiren Abbasilerin, Emevi sultanları ve halifelerinin
    mezarlarını talan ederek çıkardıkları kemikleri köpeklere yedirmeleri .
    * Çıkarlarına hizmet etmeyi reddeden Ebu Hanife İmam’ı Azam’ı katletmeleri.
    * 930 yılında batinilerin Kabe’yi istila etmeleri yüzlerce sünni Müslümanı katletmeleri.
    * Şah İsmail’in İmam’ı Azam’ın mezarını talan etmesi ve binlerce sünni Müslümanı katletmesi.
    * Yavuz Selim’in Şah İsmail’e karşı sefer düzenlemesi ve binlerce şii Müslümanın katledilmesi.
    * Yakın tarihimizdeki Kahramanmaraş, Çorum katliamları ve “Allahü Ekber” nidalarıyla Madımak
    Oteli’nde insanların diri diri yakılmaları.
    * Günümüzde Irak’ta, Suriye’de, Pakistan’da ve diğer bir çok İslam ülkesinde yaşanan kaos ve
    farklı mezhep mensuplarının birbirlerini -camilerde bile- bombalamaları, Yüce Allah’ın ikazına
    (Enam-153) emrine (Aliimran-103 Şura-13) uymayan ve mezheplere ayrılan, bölünüp, parçalanan
    İslam ümmetinin başına gelen felaketlerden bazılarıdır.

    Bu zihniyyetin daha neler yapabileceğini görmek isteyen 13 asır geriye dönerek Muaviye, Yezit dönemini incelemeleri gerekir. Dini saltanat imtiyazı haline getiren; dinci, bölücü faşist zihniyyetin fikir babaları Muaviye ve Yezit’tir. Emevi şeriatıdır.

    “Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez.

    Toplu vurdukca yürekler, onu top sindiremez..” (Mehmet Akif Ersoy)

    Saygılarımla.

  • Türkiye Bölünme Noktasına Kimlerin Eliyle Nasıl Getirildi? (Aralık 2013-Ekim 2014) / Prof. Dr. Cihan DURA

    Türkiye Bölünme Noktasına Kimlerin Eliyle Nasıl Getirildi? (Aralık 2013-Ekim 2014) / Prof. Dr. Cihan DURA

    321-0

     

    Prof. Dr. Cihan DURA

    Şub 12, 2015

     

    Kürdistan’ı Türklere kurduracağım.
    Barack Obama (ABD Başkanı)

     

    Yazımın ilk satırlarını Şubat 2015’in ilk günlerinde kaleme alıyorum. Şu olaylar ise o tarihten en fazla onbeş gün öncesine ait:

    -Şırnak’ın İdil İlçesi’nde PKK’lılar Kobani kutlamaları bahanesiyle yüzleri kapalı ve ellerinde Kalaşnikof tüfeklerle yürüdü. Daha sonra bebek katili Abdullah Öcalan posteri açan PKK’lılar ilçedeki Kobani kutlamalarına katıldı. Olaylara güvenlik güçlerinin müdahale etmemesi dikkat çekti.

    -Diyarbakır merkez Bağlar İlçesi’nde Kürtçe eğitim verilen ve Milli Eğitim Bakanlığı’nca özel okul statüsü tanınan Ferzat Kemanger Eğitim Destek Evi öğrencileri, ilk kez karne aldı. Kürtçe yazılı karnelerin dağıtıldığı törende konuşan DTK Eş Genel Başkanı ve HDP Şırnak Milletvekili Selma Irmak, Kürtlerin 90 yıldan beri bugünü beklediğini belirterek, “30 yıldır verilen mücadele tam da bunun içindi” dedi.

    -Açılım süreci ve Ayn el Arap’taki gelişmeler sonucunda Batı destekli bir ayaklanma provası hazırlığına girişen PKK, güçlü olduğu illerde anadil kullanımı kampanyası başlatıyor.

     

     

    Bunları okuyan her yurtsever kendi kendine sormak zorunda: Biz bu noktaya kimlerin eliyle, nasıl geldik? İşte ben de öyle yaptım, şu güzel sözlerden aldığım dersi kendime yol gösterici yaparak:

    -Tarihe bakan bugünü de görür, geleceği de.

    -Bugün, dünün öğrencisidir.

    -Tarihi bilmiyorsan daha dün doğmuşsun demektir. O zaman liderler sana istediği masalı anlatabilir.

    Başlıyorum.

    ARALIK 2013’DE OLANLAR

    -Başbakandan sonra, “Kürdistan” diyen diyene… ¦ , (4.12.2013)

    -T.C. Başbakanı RTE: “Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır. Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır” Kimse bu vatan toprakları üzerinde operasyon düşünmesin. Boş hayaldir, bedelini ağır öder. 780 bin kilometrekare Türkiye Cumhuriyeti vatan topraklarıdır, bitti”. ¦ Star, (6.12.2013)

    -AKP iktidarı; Abdullah Öcalan ve PKK’lılarla sürdürdüğü “açılım” görüşmelerinde Güneydoğu bölgesini fiilen PKK’ya teslim etti. Yasal düzenlemeler beklenmeden fiili özerklik için düğmeye basıldı. AKP’nin istenilen yasal düzenlemelerin hepsini yapamayacağına işaret eden, sürecin bozulmamasını ve AKP’nin hoş görülmesini ima eden Öcalan, yasalar beklenilmeden gerekenlerin yapılmasını istemişti. Öcalan’ın bu açıklaması BDP çevrelerinde “Siz gerekeni yapın, Hükümet ses çıkarmayacak” şeklinde algılandı.

    Örgütün en üst organı olan KCK Yürütme Konseyi’nin Eş Başkanı Bese Hozat, devletten yasal düzenleme beklemeden kendi demokratik özerk sistemlerini kuracaklarını, bundan sonraki sürecin ise “gerçek bir halk savaşı süreci olacağını bildirdi.

    Emekli Jandarma Kurmay Albay Ergen: “Bölgeye getirilen ve kırsaldan indirilen silahlar milislere dağıtılmış durumda. Şu anda her evde yeteri kadar silah mevcut… TSK’nın eli kolu bağlandığı için PKK bu işleri elini kolunu sallayarak yaptı. Şu anda bölge sanki PKK’ya terk edilmiş görüntüsü veriyor. Yapılan hatalar telafi edilemez noktalara doğru ilerliyor. Bu durumu görünce Ergenekon, Balyoz gibi operasyonların kimler tarafından, neden yapıldığı da anlaşılıyor.” ¦ Aydınlık, (9.12.2013)

    -Güneydoğu yanıyor, Kürdistan adım adım inşa ediliyor. Yüksekova’da başlayan kalkışma Diyarbakır, Van, Bitlis ve Şırnak’a sıçradı ki, bunun adı isyan sürecinin fiili olarak başlatılmasıdır. Sözde barış süreci ile PKK hem uluslararasılaştı, hem de derlenip toparlandı. İlaveten Büyük Kürdistan’ın iki ayağı olan Irak ile Suriye Kürdistan’ı bizzat AKP iktidarı tarafından ihya edildi. Dolayısı ile bu meselede artık dönüşü olmayan bir yoldayız. ¦ Sabahattin Önkibar, Aydınlık, (10.12.2013)

    -Başbakanlık’a bağlı Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı (KDGM) tarafından hazırlanan “Sessiz Devrim: Türkiye’nin Demokratik Değişim ve Dönüşüm Envanteri (2002-2012)” isimli kitap, “Şoreşa Bêdeng” adıyla “Kürtçe” olarak basıldı. Kürtçe’nin yaygın kullanımı olan Kurmançi lehçesiyle kaleme alınan 264 sayfalık kitap, Türkiye’nin ilkleri arasında yer aldı. Kitapla birlikte Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından 30 Eylül 2013 tarihinde açıklanan “Demokratikleşme Paketi”ndeki, “Türkçeden başka dil ve lehçelerin kullanılması”nın önünü açan yeni düzenleme sonrası sessiz sedasız bir adım daha atılmış oldu. Kitap daha önce Türkçe, İngilizce ve Arapça olarak basılmıştı. ¦ Hakkı Kurban, Akşam, (11.12.2013)

    -PKK bir silah, tetik ise AKP’de… AKP Hükümeti iktidara geldiğinde, eğer isteseydi, terörü bitirirdi. Yapmadı. Terörü siyasi zemine çekip, terör taleplerini Kürt kimliği ile yan yana getirdiler, Kürt kimliği üzerinden siyasi çözüm aradılar. Oysaki sorun Kürt kimliğinde değil küresel siyasi projelerde yatıyordu, dış politik alanda mücadele etmek yerine işbirliğine gittiler.

    Bu katil şebekesinin yapısı açık: Başı, yöneticileri, para kaynakları, arşivleri, iç ve dış destekleri… Bu yapıyı kim çökertecek? Hükümet! Ya paraları? İsviçre’de ama el koyan yok, donduran yok. Arşivleri? AB-Irak’ta, ele geçirmek için adım atan yok.

    Terör küresel bir katil şebekesidir; bir hükümet “mücadele ediyorum” diyorsa eğer, bu şebekenin tüm yapılarıyla mücadele etmesi gerekmektedir. İşte Türkiye, bu noktada kendi yöneticileri eliyle tuzağa çekilmiştir. Bizim ülkemizde teröristler artık dağda değil, AKP siyasetindedir. Şehitlerimizi mezara götüren silah ve cephane PKK terör örgütünün elindedir, ama bu silahların tetiğini çeken doğrudan doğruya ülkemizi yönetenlerdir. ¦ Erdal Sarızeybek, Sarızeybek Haber, (12.12.2013)

    -Kuzey Irak’ta Barzani’ye yakın yayın yapan Rudaw TV’nin metoroloji haberlerinde Türkiye’den 7 ili ‘Kürdistan’ sınırları içinde göstermesiyle ilgili konuşan Millî Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, “Bunu ciddiye alınacak bir husus olarak görmüyorum” dedi. ¦ Cumhuriyet, (14.12.2013)

    -Kürtçe ticaret dili oluyor. Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı’ndan (KDGM) hükümete, ticari işletmelerde yerel dillerin kullanılmasına izin verilmesini önerdi. Böylece ticari işletmeler yazışmalarını Kürtçe yapabilecek. Kürtçe’nin yazışma, sözleşme ve şirket defterlerinde kullanılabilmesi için İktisadi Müesseselerde Mecburi Türkçe Kullanılması Hakkında Kanun’un 1. maddesi değiştirilmesi tavsiye edildi. Hükümetin, kendisine sunulan teklifi Meclis’ten geçirmesi durumunda bankalarla vatandaş arasındaki tüm işlemler Kürtçe yapılabilecek. ¦ Cumhuriyet, (14.12.2013)

    -Kürdistan’ın parası ABD’ye … Türkiye üzerinden dünya pazarına sevk edilecek Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin petrol paraları, Irak Kalkındırma Fonu (DFI) adına Birleşmiş Milletler tarafından 2003 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde açılan hesaba yatırılacak. Söz konusu hesap numarası, ABD finans devleri arasında yer alan JP Morgan Bankası’nda bulunuyor. ¦ Taraf, (29.12.2013)

    OCAK 2014’DE OLANLAR

    -AKP iktidarının Oslo’da başlattığı müzakere süreciyle birlikte hâkimiyet alanını genişleten“terör yapılanması”, meşru devlet otoritesini fiilen ortadan kaldırdı. İktidarın“Aman barış süreci bozulmasın” diyerek askeri kışlaya polisi karakola mahkûm etmesi paralel yapıyı kurumsallaştırdı.

    Bölücü terör örgütü, “Kürdistan kurulduğunda hepiniz asker, polis olacaksınız” propagandası yaparak, dağa çıkışlarda patlama yarattı. Bir yandan belediyeler eliyle devletleşme süreci geliştirilirken, bir yandan da ihaleler ve işçi alımları PKK’nın denetimine girdi. PKK milisleri’asayiş’ adı altında bir yandan halkı terörize ederken, diğer yandan dağdaki unsurları kentlere indirip propagandaya başlatarak psikolojik üstünlüğü ele geçirdi. PKK, kırsal alanda askerin ve polisin girmesini yasakladığı “gerilla alanları” ilan etti! ¦ Yeniçağ,(13.1.2014)

    -2006’da Oslo’da PKK ile MİT aracılığı ile başlayan müzakereler neticesinde AKP Hükümeti PKK’nın önüne barış süreci içinde legalleşme imkânı koymuştur. 2012’de başlayan ikinci müzakere sürecini Öcalan’ın yönetimi ile daha akıllıca değerlendiren PKK, Güneydoğu Anadolu’dan terörist unsurları “geri çekeceğim”diyerek, AKP Hükümeti’ni tuzağa düşürmüştür. PKK’nın bu önerisini kabul eden hükümet TSK ve polis güçlerine yasalara aykırı bir şekilde “çekilen PKK’lılara müdahale etmeme” emri vermiştir. Böylece PKK meşrulaşmaya doğru en önemli adımını atmıştır. Asker ve polis PKK eylemlerine müdahale etmedikçe, PKK’nın meşrulaşması ve psikolojik üstünlüğü artmıştır.

    “PKK şehitleri” adı altında inşa edilen ve şehir merkezlerine yakın olan, çoğunda 24 saat PKK’lıların nöbet tuttuğu mezarlıklar, 1984’den bu yana Türk Ordusu, jandarması ve polisinin canı pahasına vatan savunması için verdiği canların, döktüğü kanların inkârı anlamına gelmektedir. PKK gösterileri sırasında tahrik vesilesi olmaması için askerî lojmandan Türk bayrağı indirilmektedir. Adları geçici köy korucusu olmasına rağmen 1984’den bu yana PKK ile savaşan köy korucuları müzakere sürecinde PKK’nın insafına terk edilmişlerdir. Mücadelenin en ön safında yer alan ve PKK’ya korku salan en seçkin, milliyetçi, vatanperver korucular PKK tarafından tutsak ve şehit edilmektedir.

    PKK-KCK, belediyeler eliyle devletleşme sürecini geliştirirken, KCK unsurları ile yargı dahil kendi mekanizmalarını kurmuştur. Bölgede ihaleler,alım-satımlar, işçi almalar tamamen PKK’nın denetimindedir. Demokratik özerklik hukuken olmamakla birlikte, fiilen yaşama geçmiş durumdadır.

    Bütün bunlar olurken, Oslo’da yapılan anlaşma gereğince 1990’lı yıllarda PKK’ya karşı savaşan Türk subayları, yargılanmaya başlamıştır. Halen 1992-1994 dönemi ile ilgili olarak 200 subay ve emekli subay hakkında dava açılmış bulunuyor. ¦ Ümit Özdağ, Yeniçağ, (13.1.2014)

    -Asıl “paralel” Güneydoğu’da… PKK, kendi “Asayiş Birliklerini” kurdu. PKK/KCK Yapılanmasının sonucu olan bu birlikler, bölgede her akşam, her il ve her ilçede toplantılar yapıyor. Bu toplantılara PKK üst düzey yetkilileri de katılıyorlar.

    PKK, kendi “Vergi Dairelerini” kurdu, kendi “Yargı Sistemini” kurdu. Kadastro Mahkemeleri bile kurdular. Bu Mahkemelerin verdiği kararların itiraz mercii “Faraşin’de” çalışıyor. En üst Temyiz Mahkemesi ise “Kandil’de” faaliyettedir. Yargı-Vergi faaliyetlerini yürütmek için,şikâyetçiler ve suçlananlar, silahlı araçlarla herkesin gözü önünde TC Karayollarında bu merkezlere taşınıyor.

    Bölgede artık Türk Bayrağı görülmemektedir. Aksine PKK bayrağı ve Öcalan posterleri her yerde bulunmaktadır. *Bölgede “Türkçe” konuşmak Belediyelerce yasaklanmıştır. Pazar yerlerinde “Kürtçe” konuşmak zorunludur. Türkiye Cumhuriyeti’nin yanında olan korucular, PKK tarafından teker-teker öldürülmektedirler.

    Tüm bunlar olurken sizler; Cumhurbaşkanı Gül’den-Başbakan Erdoğan’dan- Genelkurmay Başkanı’ndan- Milli Savunma Bakanı’ndan- İçişleri Bakanı’ndan veya MİT Müsteşarı’ndan, “Burada paralel devlet yapılanması var. Bu kabul edilemez. Tek Devlet vardır, o da Türkiye Cumhuriyeti Devletidir” diye bir feryat ve engelleme çabası duydunuz mu, gördünüz mü? ¦ Rıfat Serdaroğlu, Dünya48, (16.1.2014)

    -Kürtler Rojava’da özerklik ilan etti: Suriye’nin kuzeyindeki Kürtler, bugün düzenledikleri büyük bir mitingle başkenti Kamışlı olan özerk bir devlet ilan etti. Suriye’de bazı Kürt internet siteleri, Rojava denilen Türkiye sınır kesimindeki bölgeyi ellerinde bulunduran Kürtlerin, Cizire denilen kantonda özerklik ilan ettiğini yazdı.
    Cizire Kantonu Başkanlığı ve bakanlıklara ilişkin önerilerin yapıldığı toplantıda Demokratik Özerk Yönetim ilan edildi. Cizire’den sonra diğer iki kantonun da aynı yolu izleyerek demokratik özerkliklerini ilan edecekleri ve geçici hükümeti kuracakları belirtiliyor. ¦ Radikal, (21.1.2014)

    -Şırnak’ın Beytüşşebap İlçesi’nde belediye başkan adayı gösterilen Nurettin Ataman’ın konvoyunu bekleyen BDP’liler, sınırdaki birliklere giden askeri konvoya sarı, kırmızı yeşil flamalar salladı, ‘Yaşasın Başkan Apo’ sloganları attı. Beytüşşebap Belediye Başkanı Yusuf Temel, yaptığı konuşmada, “Bizler Sayın Öcalan’ın yolunda yürüyoruz. Bugünden sonra inanıyorum ki hiç bir annenin ağlamasına izin vermeyeceksiniz” dedi. ¦ Sözcü,(25.1.2014)

    -Surıyelı Kürtlerden flaş hamle: Suriye’nin kuzeyindeki Kürt bölgesi Rojava’nın Cizire kantonunda demokratik özerklik ilan edilmesinin ilanından sekiz gün sonra, Kürtler Kobani Kantonunda da özerk yönetim ilan etti. 29 Ocak’ta Rojava’nın son kantonu olan Efrin de demokratik özerk yönetimi ilan edilecek. ¦ Akşam,(27.1.2014)

    ŞUBAT–MART 2014’TE OLANLAR

    Kürdistan’ı Türklere kurduracağım.
    Barack Obama (ABD Başkanı)

    “İktidarın Fidan’ı Öcalan’la görüşüyor. Öcalan’dan 7 Haziran’a kadar olay çıkarmama konusunda söz alıyor. Karşılığında da Öcalan’a “özerklik” garantisi veriyor. Yani bölünme işi tamam! Alan memnun satan memnun! Ola ki memnun olmayan bir kesim olursa diye de, “iç güvenlik yasası” çıkartılıyor. Ülkenin değil ama saraylarının ve iktidarlarının güvenliğe çok ihtiyacı var! 7 Haziran’da ülkenin parçalanması oylanacak.” Yusuf Karaca, Yeni Mesaj gazetesinde daha dün (6. 2. 2015) bunları yazıyordu.

    Peki, nasıl düşürüldü anlı şanlı Türkiye Cumhuriyeti böylesine onursuz bir duruma, kimler tarafından?

    HEDEF ÖZERKLİK

    BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş Diyarbakır’da konuşuyor: “Kürtler artık kendilerini yönetme aşamasına geldi. Seçimden sonra “demokratik özerklik”i inşa edeceğiz; muhtarlar, mahalle meclisleri vs. Halkımızın ana dilinde eğitimi olacak, ders kitapları olacak. BDP’li belediyeler bunları hayata geçirecek” ¦ Yeniçağ, (14.2.2014)

    BAŞBAKANDAN TIS YOK

    Gel de kahrolma! Bu ülkenin bir bölgesinde bölücü paralel örgüt kimlik kontrolü yapıyor, vergi topluyor, ceza kesiyor; bu ülkenin Başbakan’ı bu konuda tek bir kelam etmiyor. Hizmet Hareketi’ne günde on kez tehdit savuran Başbakan, fiilî ‘paralel örgüt’ün silahlarını ve militanlarını görmüyor, tek bir cümleyle bile KCK’yı ağzına almıyor. PKK lideri Abdullah Öcalan’ın posterleri ‘billboard’lara asılıyor. Ne Başbakan’da tık var, ne AK Parti yetkililerinde. PKK, Öcalan’ın tutuklanış yıldönümünü vesile ederek ortalığı ateşe veriyor, Başbakan yine susmayı tercih ediyor. “Seçimlerden sonra özerklik”ten bahsediliyor, bu ülkenin Başbakan’ı [suskunluğunu] inatla koruyor. ¦ Ekrem Dumanlı, Zaman, 17.2.2014

    GÜNEYDE FEDERASYON

    BDP Diyarbakır Büyükşehir Belediye başkan adayları Gültan Kışanak ve Fırat Anlı konuşuyor: 30 Mart’ta oylarımız tavan yapacak, özerklik tescillenecek. Kürtler bir halk olarak varsa, kendini yönetme hakkı da vardır. “Güney’de bağımsızlığa yakın bir federasyon oluştu. Rojava kendi özerkliğini kurdu. ¦ İsmail Avcı, Zaman, (20.2.2014)

    VALİLERİN GÖREVİ TSK’YI ENGELLEMEK

    Emekli General İsmail Hakkı Pekin anlatıyor: PKK ile AKP hükümeti arasındaki görüşmeler 2006 yılında başladı. PKK’ya verilmiş taahhütler var. Şu anda devlette bölgenin nabzını tutan bir kurum yok. Mülki amirler TSK’nın terörle mücadelesini engellemekle meşgul. TSK sindirilmiş durumda. Hükümet desteği ile gerçekleştirilen Ergenekon, Balyoz, faili meçhul soruşturmaları ile, bölgede görev yapan komutanlar etkisiz hale getirildi. Devletten maaş alan korucuların bir bölümü aldıkları maaşın yarısını PKK’ya verir hale geldi.

    Çok küçük bir azınlık bağımsız devlet istiyor, ezici çoğunluk ise Türkiye topraklarında eşit yurttaş olarak yaşamak istiyor. Ancak, ne yazık ki, Türkiye’de eşit yurttaş olarak yaşamak isteyen kesim hızla PKK terör örgütüne kaptırıldı. AKP iktidarı bu konuda siyasal bir irade ortaya koymadı. ¦ Aydınlık, (27.2.2014)

    TSK’YA OPERASYON YAPTIRILMIYOR

    Emekli General Haldun Solmaztürk anlatıyor: PKK ile müzakere için masaya oturulduğu andan itibaren büyük kayıp yaşandı. Şu anda fiili bir durumla karşı karşıyayız. Hükümetin tavrı ne yazık ki bölgede terör örgütüne psikolojik üstünlük kazandırmıştır. Üstelik bölgede TSK’ya operasyon yetkisi verilmemektedir. Valiler üzerinden TSK’nın eli kolu bağlanmıştır. Hükümet PKK’ya bu konuda garanti vermiştir; Oslo tutanaklarında çok net ifadeler var. Demokratik özerklik denen şey federal yönetim talebidir. Ergenekon, Balyoz, faili meçhul davalarıyla TSK’nın direncinin kırılması amaçlanmıştır.

    Norveç’in başkenti Oslo’da PKK ile görüşmeler yapılırken, o dönem Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı olan MİT Müsteşarı Hakan Fidan, PKK yöneticilerinden, şikâyetçi oldukları mülki amirlerin isimlerini istedi.

    Uludere ilçesinde yapımı süren güvenlik yolu inşaatına sık sık yapılan PKK baskınlarını önlemek için, Tümen Komutanı, Şırnak Valisi’nden operasyon izni istiyor. Vali izin vermeyince Komutan ile Vali arasında tartışma yaşandı. En sonunda Tümen Komutanı, Vali’ye küfür edip, Vali’nin odasından kapıyı vurup çıkıyor. ¦ Aydınlık, (27.2.2014)

    AKP’DEN PKK’YA ÖZERKLİK DESTEĞİ

    Genelkurmay’ın eski İstihbarat Başkanı emekli Korgeneral İsmail Hakkı Pekin’in yorumu: Suriye savaş uçağının düşürülmesi ve Esad yönetiminin zayıflatılması çabası PKK’nın özerklik ilanına destektir. TSK’nın hükümet emriyle IŞİD’i temizleme operasyonu yapan Suriye Ordusu’nun hava unsurlarını hedef alması, dinci terör gruplarının ve PKK/PYD’nin “Kanton” denilen özerk bölgelerinin rahat nefes almasını sağlıyor. Bir komşu ülke teröristlerle savaşırken yapılan bu hareket doğru değildir. Suriye uçakları kendi ülkesini teröristlerden korumaya çalışırken onlara yönelik saldırı, onların bölgeden uzaklaşmasına yol açar. Bu da terör gruplarına fiili yardımdır. Karşı tarafın uçaklarının hareketinin engellenmesi teröristleri rahatlatır. Şu anda Türkiye teröristlere fiilen yardım etmektedir.

    Şam yönetiminin zayıflatılması PKK ve El Kaide’ye yarar. Bu da Türkiye’nin bütünlüğünün tehlikeye girmesidir. Ne yazık ki, Türkiye kendi ayağına kurşun sıkıyor. ¦ Aydınlık, (25.3.2014)

    KILIÇDAROĞLU DA DESTEKLİYOR

    AKP hükümetinin Abdullah Öcalan’la başlattığı “açılım süreci”yle birlikte özerklik talebi Türkiye’nin gündemine sokuldu. BDP yerel seçimlerle birlikte Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun bazı illerinde fiili özerk bölgeler yaratmak için harekete geçti. BDP’nin “demokratik özerk yönetim” diye tarif ettiği bu projeye hem iktidar partisi hem de ana muhalefet partisi sessiz ve kayıtsız kalıyor.

    Dersimli Kemal konuşuyor: Dersim’den sesleniyorum, barış süreci kimsenin tekelinde değildir. Bu ülkede barış sağlanacaksa bunu yapacak olan parti CHP’dir. Herkes çok iyi bilsin bunu. Bu ülkede barış süreci durmaz.

    Eski CHP Milletvekili ve emekli Büyükelçi Onur Öymen: Kılıçdaroğlu özerkliğe zımnî değil, açık destek veriyor. Hiç ‘teröristlerle müzakere edilmez, sen nasıl masaya oturursun?’ dediğini duydunuz mu? Bunu biz yönetimde olduğumuz zaman söylüyorduk. Kılıçdaroğlu daha önce de “Avrupa Özerklik Şartı’ndan çekinceleri kaldıracağız” sözünü verdi. Oysa Avrupa Özerklik Şartı dediği metni iyi okumak lazım. Orada ne yazıyor? Ne gibi seçenekler bırakıyor ülkelere. Bizden başka hangi ülke tamamını rezervsiz kabul ederim demiş? ¦ Zihni Erdem, Aydınlık, (25.3.2014)
    Prof. Dr. Cihan DURA, 9 Şubat 2015

    Güncel Meydan

     

  • IŞID: Big Beni de Eiffel Kulesinide indiririz

    IŞID: Big Beni de Eiffel Kulesinide indiririz

    Britani Londra'ki Big Ben'i  ve Paris'teki Eiffel Kulesi'ni  yerle bir edeceği tehditinde bulundu
    Britani Londra’daki Big Ben ve Paris’teki Eiffel Kulesi’ni yerle bir edeceği tehditinde bulundu

    İngiliz Işıd üyesi Beyaz Saray’a saldırı tehditinden sonra şimdi de Londra’nın Big Ben’i ve Paris’in sembolu Eiffel kulesini ezip tuz buz edecekleri korkunç bir planları olduklarını belirtti.

    Türkiye’de gösterimde en popüler dizilerden biri olan Kurtlar Vadisinde Işıd’ın yöneticisi(Dizide Şedit olarak geçiyor) rolündeki Britani ile aynı isme sahip olan 32 yaşındaki Abu Abdullah Britani  ve asıl ismi Abu Rahin Aziz olduğu sanılan IŞID’lı Mirror.co.uk’in haberine göre Britani ülkelerin sembolleri olan yerlere saldırı tehditinde twitter’i kullandı.

    Britani daha önceden de Buckingham Sarayını camiye çevireceği tehditinde bulunmuş, Twitter’ın Işıd’ı destekleyenleri susturmaya büyük çaba harcamasına rağmen tehditlerine devam etmişti.

    “İngiltere’nin köpekleri o gün geldiğinde zamana ihtiyacınız olduğunu anladığında tek göreceğiniz insanların yüzlerindeki dehşet ve tuzla buz olmuş bir Big Ben olacak” diye tweet atan Britani geçen yıl İngiltere’den ayrılıp Işıd’a katıldı.

    Geçtiğimiz günlerde İngiliz İstihbarat servisi MI5 VE Amerikan İstihbarat servisi CIA Twitter’de binlerce radikali hedef almasına rağmen birçok radikal başka isim ve detaylarla tekrardan yeni hesaplar açmış bu kurumlar kamuoyunda ve sosyal medyada alay konusu olmuştu.

    Işıd sözcüsü Abu Mohammed Al- Adnani tüm destekçilerine Beyaz Saray’ı da içeren ünlü binalara saldırı çağrısında bulunmuş, geçtiğimiz hafta da Nijeryalı radikal grup  Boko Haram’da gruba halef olduğunu belirtmişti.

  • Suriye’den Gelen Bombalar Sokaklarda

    Hatayın Reyhanlı ilçesinde 1 bomba yüklü araçta 2 bomba bulundu. Polis ekipleri bulduğu bombaları imha etti. Bomba yüklü araç Suriye plakalıydı. Bu olanlar bizzat evimin önünde oldu haberler duyurur mu bilmiyorum size güveniyoruz

    10407863_1561496760800843_2294688674330679040_n

  • Libya’dan Türkiye’ye ağır suçlama

    Libya’dan Türkiye’ye ağır suçlama

    Libya’nın uluslararası toplum tarafından tanınan, Tobruk hükümetinin başındaki Başbakanı Abdullah el Sani, Türkiye’nin Trablus’taki hükümete silah yardımı yaptığını öne sürdü. Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Tanju Bilgiç, Libya Başbakanı Sani’nin iddialarını sert dille yalanladı.

    2011 yılında Kaddafi rejiminin devrilmesinin ardından siyasi kaosun yaşandığı Libya’da, uluslararası toplumun ülkenin temsilcisi olarak tanıdığı Başbakan Abdullah el Sani, ülkenin doğusundaki “hükümetinin Türkiye ile anlaşamadığını, çünkü Türkiye’nin Libya halkının birbirini öldürmesi için  Trablus’taki rakip gruba silah gönderdiğini” iddia etti. Libya’da uluslararası camia tarafından tanınan ve ülkenin doğusundaki Tobruk’a çekilmeye zorlanan iktidarın karşısında, Trablus merkezli yönetim var.

    İki yönetim Fecr-i Libya (Libya Şafağı) adı altında birleşen ve aralarında Müslüman Kardeşler taraftarlarının da bulunduğu İslamcı grupların başkent Trablus’u ele geçirmesinin ardından iktidar için savaşıyor. Sani’nin hükümeti bu hafta, Türkiye’nin Trablus’taki hükümete destek verdiğini öne sürmüş, ülkede projeleri olan tüm Türk şirketlerini uzaklaştırma kararı almıştı.

    İngiliz Reuters ajansının haberine göre Mısır televizyonu CBC’ye perşembe günü demeç veren Sani, Türkiye’nin Libya’ya karşı dürüst bir tutum sergilemediğini ileri sürerek “Türkiye, Libya halkının birbirini öldürmesi için silah ihraç ediyor” suçlamasında bulundu. Sani, ayrıca  Türk şirketlerinin kendilerinin kontrolündeki topraklarda anlaşma yapmasına izin vermeyeceklerini, ödenmemiş borçların ödeneceğini belirterek “Türkiye’ye karşı düşmani bir tutum içerisinde olduğumuzu söylemiyoruz, muhatap olmayacağımızı söylüyoruz” dedi. Sani, ayrıntı vermeden Katar’ın da Libya’daki rakip gruba  yardım yaptığını da söyledi.

    DIŞİŞLERİ’NDEN YALANLAMA

    Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Tanju Bilgiç, Libya Başbakanı Sani’nin iddialarını sert dille yalanladı.

    Bilgiç, “Libya’ya somut bir şeye dayanmayan ve doğru olmayan iddiaları tekrarlamak yerine, Birleşmiş Milletler’in siyasi diyalog çabalarını desteklemelerini tavsiye ediyoruz. Libya politikamız net. Libya’ya dışarıdan yapılacak her tür müdahaleye karşıyız” dedi. Bilgiç, geçtiğimiz günlerde de Tobruk Hükümeti’nin ülkede projeleri olan tüm Türk şirketlerini uzaklaştırma kararıyla ilgili ise “Türk firmalarının ülkeden çıkarılmaları kararı, Libya’nın yaşamakta olduğu siyasi ve güvenlik krizi ile meşruiyet tartışmaları dikkate alındığında,  bir değer taşımamaktadır” demişt

  • Büyük şerefsizlik!!! PKK’lılar İstanbul Üniversitesi’nde Fırat Çakıroğlu’nun öldürülmesini kutladı

    111

    İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde PKK’lılar eylem yaptı.

    PKK’lılar Ege Üniversitesinde şehit olan Ülkücü Fırat Çakıroğlu’nun öldürülmesini kutladılar.

    Okulun bahçesine PKK paçavralarını asan grup, “Selam olsun Ege’yi faşizme dar eden yoldaşlara” (demokratik yurtsever ögrenci meclisi) imzalı olan pankartları okulun bir çok yerine astı.

    Akşam saatlerinde okul içerisinde hergele meydanın da halay çekip eylenen PKK’lılara okul yönetimi ve polisin hiç bir müdahalede bulunmadığı göründü.

    İlk kurşun

     

    222

    333

    555

    666

    777

     

     

     

     

     

     

  • Pozantı tecavüzcülerine takipsizlik, mağdur çocuklara müebbet

    pozanti

    23/02/2015 12:16
    Pozantı Cezaevi’nde 2012’de cezaevinde çocuklara taciz ve tecavüz eden görevlilerle ilgili davada takipsizlik kararı verildi. Buna karşın şikayetçi olan 4 mağdur çocuk hakkında müebbet hapisle yargılama başlatıldı.

    RADİKAL – Toplumsal olaylara karıştıkları ve taş attıkları gerekçesiyle 2012’de Pozantı Çocuk Cezaevi’ne konulan çocuklara taciz ve tecavüz ettiği ortaya çıkan zanlılar hakkında açılan dava takipsizlik kararı verildi. Tecavüz zanlıları hakkında davacı olan Pozantı mağduru 4 çocuk ise, davalı duruma getirilerek müebbet hapis cezası istemiyle yargılanıyor.

    Evrensel’de yer alan ve ANF’den Ferhat Aslan’ın hazırladığı habere göre 3 yıl önce taş attıkları gerekçesiyle Pozantı Çocuk Cezaevi’ne konulan onlarca çocuğu taciz ve tecavüz eden devlet memurlarının yargılanması yerine taciz ve tecavüze maruz kalan çocuklar müebbet hapis cezası ile yargılanıyor. Onlarca çocuğu yüzlerce yıl hapis cezası verilirken, aileleri de para bir milyonu aşkın para cezalarıyla karşı karşıya bırakıldı.

    578 YIL HAPİS, BİR MİLYON TL PARA CEZASI

    Pozantı Çocuk Cezaevi’nde taciz ve tecavüze maruz kalan Kürt çocukların teker teker cezaevine konulduğunu söyleyen İHD Mersin Şube Başkanı Ali Tanrıverdi, 18 yaşını dolduran çocukların büyük bir kısmının tutuklama ve para cezalarıyla sindirilmeye çalıştığına dikkat çekti. Tanrıverdi, “Son bir yılda derneğimize yapılan resmi başvuru kayıtlarına göre; bir yıl içerisinde, toplam 129 çocuk gözaltına alınmış, tutuklanmış ve çocuk mahkemeleri tarafından yargılanmıştır. Bunlardan 67 çocuk hakkındaki davalar sonuçlanmıştır. Sonuçlanan davalardan hiçbir beraat kararının çıkmaması çocukları sindirme politikalarının açık bir göstergesidir. Bu çocuklara Toplam: 578 yıl, 11 ay 6 gün hapis cezası ve 978.180.00 T.L. adli para cezası verilmiştir. Yine 2012 yılı içerisinde Mersin Valiliği tarafından Pozantı çıkışlı çocukların ailelerine toplam olarak 1.270.000.00 (Bir milyon iki yüz yetmiş bin) T.L. idari para cezası verilmiştir” dedi.
    Tanrıverdi, Pozantı Çocuk Cezaevi’nde Kürt çocuklarına taciz ve tecavüz eden devlet memurları hakkında açılan davanın takipsizlikle sonuçlandığını belirtti.

    Davacı olan 4 çocuğun davalı duruma düştüğünü ve müebbet hapis cezasıyla yargılandığını ifade eden Tanrıverdi şunları söyledi: “Taciz ve tecavüz suçlamasıyla tespit edilen 20 zanlı hakkında açılan dava takipsizlikle sonuçlandı. Tecavüz zanlısı olan devlet memurların yerine davacı olan 4 Pozantı mağduru çocuğun ‘devlet malına zarar verdiği’ gerekçesiyle Mersin 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 302. Maddeden müebbet hapis cezasıyla yargılanıyorlar. Bugün çıkartılmak istenen İç Güvenlik Paketi zaten Mersin’de Kürt çocuklarına uygulanmaya başlanmış bile.”
    Pozantı mağduru çocukların büyük bir kısmının yaşı dolduğu andan itibaren Kürkçüler F Tipi Kapalı Cezaevi’ne konulduğunu dile getiren Tanrıverdi, Kürt çocuklarına yaşatılan travmanın sürdüğünü altını çizdi.

    Tanrıverdi, “Bu çocuklara Pozantı Cezaevi’nde uygulanan insanlık dışı baskı uygulamaları, şimdi de farklı yöntemlerle Adana Kürkçüler F Tipi Cezaevi’nde devam ettirilmektedir. Pozantı ve Sincan çocuk cezaevlerinden tahliye olan çocuklar, 18 yaşını bitirir bitirmez, düzmece fezleke ve iddianameler hazırlanarak yeniden tutuklanmaları sağlanmaktadır. Daha önce Kürkçüler Cezaevi’nde kalan siyasi tutsakların tümüne yakını Karadeniz bölgesindeki çeşitli illere sürgün edilerek boşaltıldı. Çeşitli cezaevlerindeki Pozantı kökenli bu çocuklar Kürkçüler Cezaevi’ne getirildi. Bu çocuklara uygulanan; keyfi tutuklamalar, yaşlarının katı kadar hapis cezaları, astronomik miktardaki para cezalarının üstüne, şimdi de Kürkçüler Cezaevi’nde insanlık dışı uygulamalarla karşı karşıya kalmaktadırlar” diye konuştu.

    ‘TECAVÜZ, HAPİS, PARA CEZASI’

    Gösterilere katıldıkları gerekçesiyle gözaltına alınan çoğu çocuğun direkt tutuklama istemiyle mahkemeye sevk edilerek tutuklandığını söyleyen Tanrıverdi, adli kontrol hükmü büyükler için uygulanırken çocuklar için uygulanmamasını hukuk dışı olduğunu ifade etti.

    “Mersin Defterdarlığı’nın gösterilere katıldığı ileri sürülen çocuklar hakkında açtığı davalar devam ederken çocukların ailelerinden binlerce TL para istenmektedir” diyen Tanrıverdi, daha çocuğun yargılanması bile başlanmadan, çocuğun suçlu olup olmadığı bile belli olmadan, sadece bir iddia olmasına rağmen, çocukların ailelerinden kamu malına zarar verdiği gerekçesiyle para tahsil edildiğini de sözlerine ekledi. Tanrıverdi, usulde ve hakkaniyette uygun olmayan uygulamaların yapıldığını kaydetti.

    ‘BU ÇOCUK CİN GİBİ HER ŞEY YAPAR’

    Tutuklanan Kürt çocukların tutuklu olduğu cezaevlerinde gelen raporlar doğrultusunda ceza verildiğini söyleyen Tanrıverdi, “Mahkemelerin çocukların ceza ehliyeti olup olmadığına ilişkin Adli Tıp Kurumu’ndan istediği raporların yetersiz ve sağlıksızdır. Biz cezaevinde çocuklarla görüştüğümüzde kendilerini ifade edecek cümleler kuramazken bir rapor geliyor, ‘bu çocuklar cin gibi her şeyi anlayabilir, yapabilir’ raporu üzerinden çocuklara öyle ağır cezalar veriliyor ki. Çocuğun gençliğini bırakın yaşlılığını bitirecek kadar. Bir defada 44 yıl hapis cezası veriliyor. Adalet sisteminde insaf, vicdan ve hakkaniyet gerekiyor” diye konuştu.

     

  • GAZİ SÜLEYMAN ŞAH VE TÜRKİYE SELÇUKLU DEVLETİ’NİN KURULUŞU

    GAZİ SÜLEYMAN ŞAH VE TÜRKİYE SELÇUKLU DEVLETİ’NİN KURULUŞU

    Gâzi Süleyman Şah’ın Ailesi

    Gâzi Süleyman Şah, Türkiye Selçuklu Devleti’nin kurucusudur. Türkiye Selçuklu Devleti’ne gelince, XI. yüzyılın son çeyreğinde, Anadolu’da kurulan Gâzi devletlerin en önemlisidir.

    Türkiye Selçuklu Devleti’ni kuran Gâzi Süleyman Şah, ünlü Selçuklu ailesine mensuptur. O’nun büyük babası Arslan Yabgu, aileye adını veren Selçuk’un oğullarından biridir. Selçuk Bey’in vefatından sonra Oğuzların reisi olmuştur. Arslan Yabgu ailenin ve onlara tabi olanların sorumluluğunu üstlendiği zaman, Maverâünnehir’de yeni bir düzen teşkil olunmaktaydı. Maverâünnehir, Türkistan’da, Sir Derya ile Amu Derya nehirlerinin hayat verdiği, eski zamanlardan beri insanlarla meskûn, son derece de verimli araziye deniyordu. Maverâünnehir bu özelliği ile bölge devletleri arasında egemenlik mücadelelerine sahne oluyordu. Arslan Yabgu’nun sorumluluk üstlendiği tarihlerde bölge üzerinde Karahanlı Devleti ile Gazneli Devleti arasında mücadele vardı. Bölgede kurulmuş Sâmanoğulları Devleti son demlerini yaşıyordu. Bu devlet 999 yılında rakip iki devlet tarafından ortadan kaldırılmış, toprakları taksim edilmiştir.

    Arslan Yabgu sorumlu bulunduğu toplum adına adı geçen devletler arası ilişkilerde yer almıştır. O’nun amacı bölge devletlerinden herhangi birine hizmetkâr olmak değil, yeni geldikleri bu topraklarda en az zayiatla tutunmayı ve barınmayı gerçekleştirmektir. O ve maiyetindekiler gerçek anlamda vatan garibi idiler. Düşman bir topluma ve vahşi bir tabiata karşı koymak ve meydan okumak denildiğinde Selçuklu Türkleri akla gelmelidir. Arslan Yabgu’nun olağanüstü kuvvet kazanması hem Karahanlıları hem de Gaznelileri endişelendirmiş, ona karşı düşmanca davranmalarına sebep olmuş, nihayet Arslan Yabgu Gazneli Sultanı Mahmud tarafından ele geçirilerek hapsedilmiş, hapis hayatı 1032’de O’nun vefatı ile sonuçlanmıştır. Arslan Yabgu’ya mensup iken vefatı sebebiyle başsız kalan, aynı zamanda Çağrı ve Tuğrul Beylerin emrine girmeyerek Irak-ı Acem’e geçen Oğuzlara “Irak Türkmenleri” adı verilmiştir. Orta zamanlarda Irak kıtası iki kısma ayrılıyordu. Bağdat, Basra, Küfe ve Samarra’nın yer aldığı, Mezopotamya’nın güney kesimine Irak-ı Arap denirken buradan Tahran’a kadar uzanan bölgeye de Irak-ı Acem deniyordu.

    Büyük Selçuklu Devleti, 1040’ta kurulduktan kısa bir süre sonra, geniş çaplı bir fütuhat planı hazırlamış, batı istikametindeki fetihler için aileye mensup beyleri görevlendirmiş ve harekâtın üç koldan yapılmasını kararlaştırmıştır.

    Selçuklu tarihinde yönetilenlerin çıkardığı bir meselenin bulunmamasına karşılık yönetenlerin sebep olduğu meseleler vardır. Bunlar çoğunlukla siyaset ile ilgilidir ve en önemlisi de taht mücadelesidir. Taht mücadelesi, Türk egemenlik anlayışının doğal bir sonucudur. Türkiye Selçuklu Devleti’nin kurucusu Gâzi Süleyman Şâh’ın babası olan Kutalmış da taht mücadelesinde bulunmuş ve bu uğurda hayatını vermiştir.

    Kutalmış’ın, Selçuklu ailesinin müstesna şahsiyetlerinden biri olduğu anlaşılmaktadır. Başlıca kuvvet kaynağını Oğuzların-Türkmenlerin teşkil ettiği Kutalmış, her zaman kendisini Büyük Selçuklu Sultanı ile eşit haklara sahip bir hükümdar saymaktadır. O, gayrı meşru telakki ettiği bir yönetimi devirmek için harici bir devletin desteği yerine merkezi yönetimden memnun olmayan Oğuzlara-Türkmenlere güvenmekle yetinmiştir. Amcası Mikâil’in çocukları Çağrı ile Tuğrul’un, babasının Gazneliler elinden kurtarılması için ciddi bir girişimde bulunmadıklarını, hatta onların kendi başlarına hareket ettiklerini görmüştür. Kutalmış, mevcut uygulamadan memnun olmayan Oğuzlar-Türkmenler ile birlikte Büyük Selçuklu tahtını ele geçirmek için önce Tuğrul Bey’e karşı harekete geçmiş ve ordusunu bozmuş, sonra Büyük Selçuklu başkenti Rey’i kuşatmış, ilk başkent olan Nişapur’dan yola çıkan yeni sultan, Çağrı Bey, oğlu Alparslan ile karşılaşmış, şiddetli ve kanlı bir savaşta taraflar ağır kayıplar vermiş, netice itibariyle Kutalmış ve maiyetindekiler bozguna uğramıştır. Savaş meydanında ölümden kurtulan Kutalmış atını sarp dağ yollarına sürmüş, takip sırasında atı sürçmüş, yere düşmüş ve aşırı kan kaybından ölmüştür. Cesedi Rey’de toprağa verilmiştir (1064).

    Sultan Alparslan Kutalmış’ın isyanına ve ölümüne çok üzülmüştür. Kutalmış’ın kardeşi Resul-Tekin, çocukları Mansur, Süleyman ve faaliyetleri hakkında fazla bir bilgimizin olmadığı Alp Yülek ve Devlet, Rey’de bir süre esir tutulduktan sonra serbest bırakılmışlar, bir tür sürgün olarak, Anadolu sınırlarında mecburi ikâmete tabi tutulmuşlardır. Vezir Nizamülmülk’ün “öldürülmeleri aileye uğursuzluk getirir…” demesi üzerine Kutalmış’ın çocukları ölümden kurtulmuşlardır.

    Bir hadiseye meydan vermemeleri için Kutalmışoğuları, ya gaza yaparak hizmette bulunmaları veya şehit olarak bertaraf edilmeleri için, Bizans sınırlarına sürülmüştür. İlk geldikleri yer Diyarbakır, Urfa ve Birecik çevresidir. İlk faaliyet alanları da Fırat boyları, Urfa-Halep-Antakya üçgenidir.

    XI. Yüzyılın İkinci Yarısında Anadolu

    Anadolu, erken tarihlerde Bizans-Sasani mücadelelerine sahne olmuştu. Sasani İmparatorluğu son bulduktan sonra Anadolu, bu defa üç yüzyıl devam edecek olan Emevi-Bizans ve Abbasi-Bizans mücadeleleri sonucunda iyice tahrip olmuş ve ıssızlaşmıştı. Selçuklu Türkleri Orta Doğu’ya geldiğinde ve Anadolu kapıları Türklere açıldığında bu ülke gayet tenha idi. Sınır boylarında, garnizonlar ve müstahkem mevkiler dışında kimse yaşamıyordu. İç kesimlerde ise ancak şehirlerin iç kalelerinde ve şehirlere yakın köylerde meskun insanlar vardı. Denilebilir ki bu tarihlerde Anadolu bir kaleler ülkesi idi, yeni varislerini bekliyordu.

    Tarım ve hayvancılık orta zamanlar Anadolusunun esas uğraşısı idi. Mevcut şartlar gereği tarım şehirler civarında köylerde ve surların hemen dışında yapılıyordu. Bu yerleşim hali Anadolu’ya yönelik Türk akınlarının başarısını artıran etkenlerden biri idi. Vergilere gelince, normal zamanlarda bile ağırdı. Olağanüstü zamanlarda konan vergiler Bizans tebasını bezdirmiş idi. Sivil ve asker yöneticilerin aşırı vergi alımından kaynaklanan zulümleri sebebiyle Anadolu ahalisi mevcut yönetimden memnun değildi. Bizans tebası, yaşadıkları toprağın sahibi veya mutasarrıfı olmak şöyle dursun aksine toprağa bağlı köle konumunda idi. Anadolu’nun bu durumu ahalinin, fatih Türkleri bir kurtarıcı gibi karşılamasına yardımcı olmuştur. Anadolu’nun nüfusunun azlığı, mevcut nüfusun yoksulluğu ve teşkilatsızlığı Oğuzların-Türkmenlerin az bir kuvvetle ve çok kısa bir zamanda, ciddi bir direnme ile karşılaşmadan Orta ve Batı Anadolu’yu kolayca fethetmelerine sebep olmuştur.

    Türklerin Anadolu’ya yerleşmeye başlamaları burada vatan kurma bakımından büyük bir önem taşımaktadır. Büyük Selçuklu sultanlarının Türkmen kitlelerini Anadolu’ya sevk etmeleri, onların akın ve yağmalarından İslâm ülkelerini korumakla, devletin genel asayişini sürdürmekle, kendilerine yeni bir vatan bulmak, böylece Bizans’a karşı kuvvet kazanmakla ilgilidir. Anadolu, Malazgirt zaferinden 8­10 yıl sonra bir baştan bir başa fethedilmiştir. Issız Anadolu Oğuzlar-Türkmenler tarafından benimsenmiştir. Adı geçenler bir daha geri dönmedikleri gibi, Türkistan ve İran’da yaşayan soydaşları tarafından sürekli takviye edilmişlerdir.

    Kutalmışoğularının tarih sahnesine çıkışları, Anadolu’ya gelişleri veya gönderilişleri ile ilgili tarihi kayıtlar oldukça karışıktır. Bunlardan çıkarılan sonuca göre Kutalmışoğuları Anadolu’ya gelmiş, büyük bir Türkmen kitlesinin başına geçmiş, içlerinden Gâzi Süleyman Şah Anadolu toprakları üzerinde ilk Türk sultanlığını kurmuştur.

    Eserini Türkiye Selçuklu Sultanı I. Gıyaseddin Keyhüsrev adına yazan Ravendî, Kutalmış oğlu Süleyman için “nesebinde ismini Kara Arslan, lakabını Gazi buldum” demektedir. Şu sözler de Ravendî’ye aittir: “Yüce Allah Arslan Yabgu neslinden bir Süleyman gönderdi ki, O’na miras kalmış hükümdarlık, tıpkı Nuşirevan Devri’ne benzer. İnsanlar, şeytan, peri, hayvan ve kuşlar Süleyman gibi, O’nun huzurunda da hizmet ve itaat kuşağını bağlayacaklar ve O’nun maiyyetindekiler cihan zapt etmekte “sabah yürüyüşü bir ay, akşam ilerleyişi bir ay” ayeti ile işaret edilen yürüyüşü meslek edineceklerdir (Ravendî, c.I, s.86). Gerçek odur ki; Türkiye Selçuklu Devleti’ne varis olan Osmanlı Türkleri, muhtemeldir ki Ankara bozgunu ve İran gaileleri olmasaydı, Atlantik sahillerine kadar varmış olacaklardı. “Süleyman Şah” diye zikredilmesi, O’nun Anadolu kale ve şehirlerini fethedip egemenliğini kurduktan sonradır. Yönetimi altındaki Türk kuvvetleri Marmara, Ege ve Akdeniz arasındaki beldelere girerek hakim olmuşlardır.

    Kutalmışoğularının Anadolu’daki Faaliyetleri

    Kutalmış’ın çocukları üç koldan Anadolu’nun fethine girişmişlerdir. Mansur ve Süleyman ayrı ayrı fethe çıkarken Alp Yülek ile Devlet bir gurup teşkil etmiştir. Mansur ve kumandanları, İç Batı Anadolu’da fütuhatta bulunurken, Birecik’i üs edinen Süleyman, Güneydoğu Anadolu’yu fethe çalışıyordu. Alp Yülek ile Devlet Bizans arazisinde fetihlerle meşgul oldukları sırada Suriye’den bir çağrı mektubu almışlardır. Mektubu gönderen Türkmen beylerinden Şökli’dir. Şökli, mektubunda Suriye hakimi Atsız’ın Selçuklu soyundan olmadığını, kendisine hizmette bulunmak istemediğini, buraya gelecek olurlarsa onların hizmetine gireceğini bildirmiştir. İki kardeş çağrıya uyarak Suriye’ye gitmişler ve Atsız’a karşı yapılan savaşta yenilerek esir düşmüşlerdir. Antakya çevresinde bulunan Süleyman esir kardeşlerinin iade edilmesi için büyük Sultan Melikşah nezdinde teşebbüste bulunmamış veya buna cesaret edememiştir. Antakya kuşatmasını kaldıran Süleyman Anadolu’ya geçmiş, Konya ve çevresini fethetmiştir. Aynı tarihlerde İzmit Körfezi’ne kadar ilerleyen Emir Tutak’ın ve emrindeki yüz bin kişilik kuvvetin Anadolu’da Süleyman’a katıldığı düşünülmektedir.

    Büyük bir Türkmen kitlesinin başında olarak Anadolu’da fetihleriyle ünlenmiş Artuk Bey’in, büyük Sultan Melikşah tarafından merkeze alınıp bilahare Irak’a tayin edilmesinden sonra iki kardeşin, Mansur ile Süleyman’ın, Bizans’a karşı ortak hareket ettikleri görülmektedir. Mansur ve Süleyman’ın Bizans’a karşı izledikleri stratejinin esası, meşru otoriteye karşı isyan eden generalleri desteklemek, böylece yürüyüşlerine engel olabilecek kuvvetleri bertaraf etmekti. Bizans’a karşı harekatta iyi sonuçlar alındığı bir sırada kardeşlerin arası açılmıştır. Bunu Süleyman’ın Anadolu’da tek başına hakim olma isteğiyle açıklamak mümkündür. Süleyman, Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah’a bağlılığını göstermek, Büyük Selçuklu başkentinde şahsına duyulan güveni pekiştirmek maksadıyla kardeşini merkeze karşı isyana hazırlandığı biçiminde büyük Sultan Melikşah’a ihbarda bulunmuştur. Büyük Selçuklu Sultanı konuyu ciddiye almış, Mansur’un cezalandırılması için ordu sevk etmiştir. Mansur, olup bitenlerden habersiz olarak İstanbul’da Bizans İmparatorunun yanında bulunuyordu. Büyük Sultan Melikşah, İmparatordan elçisi marifetiyle Mansur’u ortadan kaldırmasını istemişse de onun bu isteği İmparatorca geri çevrilmiştir. Gelişmelerden haberdar edilen Mansur, Anadolu’ya dönerek kardeşi ile mücadeleye girişmiştir. Meselenin çözümü için Büyük Sultan Melikşah, Emir Porsuk kumandasında büyük bir orduyu Anadolu’ya göndermiş, Süleyman’ın kuvvetleriyle birleşen müttefik ordu Mansur’u yenmiş, ortadan kaldırmış, Süleyman da Anadolu’da tek başına kalmıştır.

    Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah, 1077 tarihli bir fermanla Kutalmış oğlu Süleyman’ı Türkiye Selçuklu Devleti’nin başına geçirmiştir. Abbasi halifesinin de tasdik ettiği fermanı hükümdarlık elbisesiyle birlikte alan Süleyman, Anadolu’daki askeri kuvvetlerin başına geçmiş, Batı Anadolu’nun bir çok kale ve şehirlerini almış, bu arada İznik’i de fethederek kendisine başkent yapmış ve Üsküdar’a kadar ilerleyerek İstanbul Boğazı’nı kontrol altına almıştır (1078).

    Batı Türklüğünün, Oğuzların-Türkmenlerin, Anadolu’da kurduğu devletler, Sakarya boylarında inkışâf etmiştir. Türkiye Selçuklu Devleti, Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti burada vücut bulmuştur. Diğer taraftan her üç devletin kurucusu “Gâzi” unvanını taşımaktadır. Bu unvanın özelliği, doğrudan veya dolaylı olarak millet tarafından verilmiş olmasıdır.

    Gâzi Süleyman Şah

    Doğum tarihini tespit edemediğimiz “Rükneddin” Gâzi Süleyman Şah’ın gaza ve cihat faaliyetlerinde Bizans İmparatorluğu’nun önemli bir yeri vardır. Bizans İmparatorluğu, Malazgirt bozgunu sonrasında sürekli iç karışıklıklar içinde idi. Bu durum Gâzi Süleyman Şah’a imparatorluğun iç işlerine karışma fırsat ve imkanını veriyordu. Bizans taht müddeilerinin yardım isteklerini Gâzi Süleyman Şah olumlu karşılıyordu. Buna göre 1078’de, Anadolu soylularının tipik bir temsilcisi olan Nikeforos Botanyates, O’nun yardımını sağladıktan sonra İstanbul üzerine yürümüştür. 1080’de İznik’te kendisini imparator ilan eden Nikeforos Melisenus, Gâzi Süleyman Şah’ın yardımı ile Bizans kuvvetlerini mağlup edebilmiştir. Bizans’taki iç kavgalar Selçuklu Türklerinin Anadolu’yu kolayca fethine yardımcı olmuştur. Nitekim Çukurova’dan Marmara Denizi’ne kadar uzanan bir sahada hakim olan Gâzi Süleyman Şah, Bizans toprakları üzerinde Türkiye Selçuklu Devleti’ni kurmuştur. Selçuklu Türklerinin Anadolu’nun her tarafına yayılmaları Bizans İmparatoru Alexi Komnenos’u Gâzi Süleyman Şah ile siyasi bir antlaşma yapmaya mecbur etmiştir. 1081 tarihli antlaşma ile Bizans İmparatoru Alexi Komnenos Gâzi Süleyman Şah’ın Anadolu’daki egemenliğini, Türkiye Selçuklu Devleti’nin siyasi ve hukuki varlığını kabul etmiştir. Daha önce elden çıkmış Bizans arazisi Türkiye Selçuklu Devleti’ne bırakılmış, Bizans’ın Anadolu yakasındaki Drakon suyu, iki ülke arasında sınır kabul edilmiştir. Çağdaş Bizans tarihçisi Anna Komnena’ya göre antlaşmanın imzalandığı tarihte Gâzi Süleyman Şah “Sultan” unvanını taşıyordu. Büyük Selçuklu hükümdarı Melikşah’ın “en büyük Sultan” unvanını taşıdığına bakılırsa, tâbi bir devlet olarak Türkiye Selçuklu Devleti’nin hükümdarının Sultan unvanını taşıması doğaldır. Şu halde 1081 tarihli antlaşma iki bağımsız devlet arasında imzalanmıştır. Önemine gelince, her şeyden önce Gâzi Süleyman Şah’ın Anadolu’ya hakyeti tasdik edilmekte, diğer taraftan hukuken Bizans İmparatorluğu’na ait bulunan Sinop ve Antakya’nın fethine bu imparatorluk tarafından itiraz edilmemektedir.

    Türkiye Selçuklu Devleti’nin başlangıçta bağımsız olup olmadığı konusu netlik kazanmış değildir. Hakim olan düşünceye göre Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah’ın, İslam dünyasının yegane sultanı olmasından dolayı, Gâzi Süleyman Şah’ı kendisine denk ve ortak bir rütbeye eriştirmesi düşünülemez. Öte yandan Kutalmışoğuları ile Mikâil oğulları arasındaki, bazen aleni, bazen gizli olmak üzere, iktidar mücadelesinin devam etmekte olduğunu da unutmamak lazımdır. Dolayısıyla Büyük Sultan Melikşah’ın Gâzi Süleyman Şah’a “Melik” unvanını vermesi varit olabilir. Başka bir düşünceye göre de Büyük Selçuklu Devleti bir devletler topluluğundan ibarettir. Merkezinde “Metbu Devlet” olarak Büyük Selçuklu Devleti bulunmaktadır. Tâbi devletlere gelince, bunların en kıymetlisi, başlarında Selçuk’un soyundan hükümdarların bulunanıdır. Türkiye Selçuklu Devleti’nin başlangıçta, doğal olarak, Büyük Selçuklu Devleti’ne Tâbi olduğunu, bu devletin yıkılmasından itibaren, Sultan II. Kılıçarslan Devri’nde müstakil hüviyetine kavuştuğunu söyleyebiliriz.

    Kutalmışoğularının Anadolu’da, büyük Oğuz-Türkmen topluluklarına dayanarak saltanat davası ile ortaya çıkıp bir devlet kurmaya çalışmaları büyük Sultan Melikşah’ı daima endişelendirmiştir. O’nun, Anadolu’nun doğusunda, Saltuk oğulları, Mengücekoğulları, Danışmend oğulları ve Artukoğulları gibi, Türk soylu tabi devletlerin kurulmasına izin vermesi, Kutalmışoğularından gelebilecek tehditlere karşı aldığı ihtiyat tedbirleriyle ilgilidir.

    Türkiye Selçuklu Devleti’nin kurulduğu Anadolu, İslâm medeniyetinin parlak beldeleri değil, tam aksine medeni ve iktisadi bakımdan çökmüş, sürekli savaşlarla yıkıma uğramış bir ülke idi. Anadolu’ya yeni bir yurt edinmek için gelen Türkler burada Kutalmışoğularının önderliğinde devletli oldular, yüksek bir kültür ve medeniyet kurarak dünya tarihinde de büyük izler bırakmışlardır.

    Türkiye Selçuklu Devleti’nin dayandığı askeri kuvvet, ailenin de mensubu bulunduğu Türkmenler idi. Oğuzlar-Türkmenler, Anadolu’ya geldikten sonra tedricen yerleşik hayata geçmeye başlamışlardır. Devletin kurucusu Gâzi Süleyman Şah’ın, bu konuda çok dikkatli olduğu anlaşılmaktadır. Türkmenler, hem yeni kurulan hem de daha önceden terk edilmiş olan köylerde iskan ediliyorlardı. Oğuzlar- Türkmenlere, yerleşik hayata geçtikten sonradır ki “Türk” denilmeye başlanmıştır. Yerleşik hayata geçişin, fethedilen arazinin vatan edinilişinin en önemli sonucu ise, birbiri ardınca Orta Doğu’ya musallat olan “Haçlı Seferlerinden” sonra Türkiye Selçuklu Devleti’nin, bu ülkede varlığını devam ettirmesi ve bölgenin en kuvvetli devleti konumuna yükselmiş olmasıdır.

    Anadolu’da Türklerin menşei meselesi üzerine de birkaç söz söylemek gerekirse, denilebilir ki Anadolu Türklüğü, Oğuzlar-Türkmenler ile yerli halkların kaynaşmasından meydana gelmiş melez bir toplum değildir. Ayrıca geniş çaplı bir ihtida hareketinin olmadığı, Müslüman olmayan toplulukların varlıklarını zamanımıza kadar devam ettirmiş olmalarından anlaşılıyor. Öte yandan Türkler geldikleri zaman burada Etiler, Sümerler, Urartular, Galatyalılar vs. gibi milat öncesi kavimler de yoktu. Buna karşılık Anadolu’da Rumların, Süryanilerin, Ermenilerin ve kısmen Yahudilerin mevcudiyeti bir gerçektir. Bunların çok az bir kısmının İslamlaşarak Türkler ile karıştıklarını, önemli bir bölümünün Balkanlar’a gittiklerini, nihayet kalanlarının da cumhuriyete kadar milli hüviyetleriyle Anadolu’da varlıklarını sürdürdüklerini bilmekteyiz. Mübadeleden sonra bile Türkiye’de Rum, Süryani ve Ermeni asıllı Hıristiyan vatandaşlarımız vardır.

    Çağdaş kaynaklar Gâzi Süleyman Şah’ın Anadolu’ya hakim olduğunu bildirmelerine mukabil Türkiye Selçuklu Devleti’nin sınırlarının nerelere kadar uzandığını belirtmemektedirler. Gâzi Süleyman Şah’ın, Antakya ve Suriye seferine çıkarken tayin ettiği valilerden ve valilik merkezlerinden ülkenin sınırlarını belirlemek mümkün görünmektedir. Ebu’l Gâzi Hasan Buldacı Kapadokya’ya, Çaka Bey İzmir’e, Kara Tekin Bey Çankırı, Kastamonu ve Sinop Yöresine vali atanmışlardır.

    Gâzi Süleyman Şah’ın, Doğu siyasetinde Büyük Selçuklu Devleti ve vasalleri ile ilgili ilişkiler önemli yer tutmaktadır. Fırat boylarında bir Ermeni Prensliğinin kurularak büyük Sultan Melikşah’ın desteğini alması Gâzi Süleyman Şah’ın birinci kez doğuya bir sefere çıkmasına sebep olmuştur.

    1082’de Çukurova’ya giren Gâzi Süleyman Şah, bölgenin önemli kenti olan Tarsus’u fethetmiştir. Daha önce Arap-İslam orduları tarafından fethedilmiş iken, Bizans İmparatorluğu tarafından istirdad edilen Çukurova bir yıl zarfında, bu defa Müslüman Türkler tarafından fethedilmiş, yeniden İslam beldesi haline getirilmiştir.

    Gâzi Süleyman Şah, Büyük Selçuklularla karşılaşma ihtimalini daima göz önünde bulundurmuştur. Böyle bir ihtimalin gerçekleşebileceğinden hareketle, gerekli tedbirleri almak ve hazırlıklarda bulunmak için başkent İznik’e dönmüştür. Gâzi Süleyman Şah, ülkesi ile İslam ülkeleri arasında bir perde oluşturan, başında Flaretos’un bulunduğu, Harput’tan Çukurova’ya kadar uzanan bir bölgede yer alan Ermeni Prensliğini ortadan kaldırmak ve Anadolu’da Türk bütünlüğünü sağlamak amacıyla, 1084’te yeniden Çukurova’ya hareket etmiştir. Bu, Onun son hareketidir. Büyük Selçuklularla çatışmaktan ne kadar uzak durmaya çalışmışsa, olayların akışı kendisini Suriye ve Filistin Selçuklu Devleti’nin hükümdarı Tutuş ile karşılaşmasına engel olamamıştır.

    Gâzi Süleyman Şah, yakın adamlarından Ebu’l-Kasım’ı İznik’te, hükümdar naibi olarak, bırakmış tayin ettiği valilerden bölgelerini korumalarını istemiştir. Türkiye Selçuklu hükümdarının Çukurova harekâtı geniş çaplı olmuştur. Dayısı ve aynı zamanda Danışmendli Beyliği’nin de kurucusu Gümüş Tekin Ahmet Gâzi Malatya’yı, adı geçen valilerden Kara Tekin Bey Sinop’u fethe girişiyorlardı. Ebu’l Gâzi Hasan Buldacı, Muncuk oğlu ve Arslantaş gibi kumandanlar da Gâzi Süleyman Şah’ın Çukurova harekâtına katılmışlardır.

    Çukurova Harekâtı ve Antakya’nın Fethi

    Hazreti Ömer’in devlet başkanlığı sırasında fethedilen Antakya, 968 yılında yeniden Bizans imparatorluğunun eline geçmiş idi. “Hıristiyanlık” adının ilk defa ortaya çıktığı ve Hıristiyanlarca önemli bir merkez kabul edilen Antakya, bu tarihlerde Ermeni Prensliği’nin elinde bulunuyordu. Flaretos, daima iki yüzlü bir politika takip etmiş, muhalif Hıristiyanları öldürmüş, Ermenilerin bile nefretini kazanmıştı. O’nun kötü muamelesinden askerler ve oğlu da nasibini almıştı. Antakya’da mevcut yönetime karşı genel bir memnuniyetsizlik vardı. Nitekim Flaretos’un oğlu ile bu şehrin güvenlik sorumlusu aralarında anlaşarak, Antakya’yı teslim etmek üzere Gâzi Süleyman Şah’ı buraya davet etmişlerdir. Gâzi Süleyman Şah, 300 süvari ve çok sayıda piyade ile başkenti İznik’ten yola çıkmış, harekâtını gizlemek amacıyla, gece yürüyüşü yaparak on iki gün zarfında Antakya’ya varmıştır. O’nun, askerlerini Çukurova kıyılarında gemiye bindirdiği ve Saman Dağı yakınında, Âsi nehrinin mansabında karaya çıkartarak Antakya üzerine yürüdüğü bildirilmektedir. Kurulan merdivenlerle şehrin surlarına çıkılmış, Halep kapısından şehre girilmiş, Dış kale 13 Aralık 1084’te, İç kale de 12 Ocak 1085’te ele geçirilerek 117 yıldır Bizans elinde bulunan Antakya’nın fethi tekrarlanmıştır. Gâzi Süleyman Şah, bir fetihname ile Antakya’nın fethini büyük Sultan Melikşah’a müjdelemiş, fethi büyük Sultan adına gerçekleştirdiğini bildirmiştir. Antakya’nın fethine çok sevinen büyük Sultan Melikşah, bu kutlu haberi her tarafta duyurmuş, müjde davulları çalınmış, Isfahan halkı fethi kutlamış, büyük Sultan da halkın tebriklerini kabul etmiştir.

    Antakya’nın fethinden hemen sonra Gâzi Süleyman Şah’ın şehirdeki tutum ve davranışları, yayınladığı buyrukları, savaş esnasında ve sonrasında Türk ve İslam teamülleri bakımından önemlidir. O’nun tutum ve davranışları, buyrukları “Gâzi” ve “Şah”lığının, dolayısıyla yüksek şahsiyetinin benzersiz örnekleridir. Antakya’da yaptığı ilk iş, geleneğin icabı olarak, Kavasyana adlı kiliseyi açtırarak ve içindeki değerli eşyayı toplattırarak Camiye çevirmiş olmasıdır. 17 Aralık 1084 Cuma günü, 110 müezzin tarafından okunan ezandan sonra, oldukça kalabalık bir cemaatle burada Cuma namazı kılınmıştır. Şehrin Hıristiyan halkına inanç ve ibadet hürriyeti tanınmış, Meryem Ana ve Aziz Circis adlı kiliseleri inşa etmelerine izin verilmiştir. Gâzi Süleyman Şah, yerli halktan kimseye kötülük yapmamış, onları hür teba yapmış, esirleri azat etmiş, askerlerine Hıristiyanlara ilişmemelerini, mallarına el koymamalarını, evlerine girmemelerini ve kızları ile evlenmemelerini emretmiş, şehir halkına oldukça müşfik davranmış, gönüllerini kazanmıştır. Türkiye Selçuklu Sultanı, Antakya’da ele geçirilen ganimetlerin şehir içinde satılmasını istemiş, kuşatma sırasında şehrin yıkılan kısımlarını onartmış, Antakya’nın fethinde kolaylaştırıcı olan şehrin Şahnesi ile kale kumandanını görevlerine iade etmiştir.

    Gâzi Süleyman Şah’ın Çukurova harekâtı ve bu arada Antakya’nın fethi sonucunda genişleyen hâkimiyeti kendisini Büyük Selçuklu Devleti ile rekabet ve çatışmaya sürüklemiştir. İlk çatışmaya girdiği devlet, Büyük Selçuklu Devleti’nin bir vasali olan Ukayloğulları emirliğidir. Emir Şerefü’d-Devle Müslim, Musul hâkimi idi. Fetih öncesinde Antakya hâkimi Flaretos, ona yıllık haraç ödüyordu. Emir Şerefü’d-devle Müslim, fetih sonrasında Gâzi Süleyman Şah’dan söz konusu haracı ödemeye devam etmesini istemiş, aksi halde büyük Sultan Melikşah’a karşı gelmiş olacağını bildirerek kendisini tehdit etmiştir. Emir Şerefü’d-devle Müslim’in teklifini reddeden Gâzi Süleyman Şah, ona şu cevabı göndermiştir:

    “Antakya’nın önceki hâkimi bir Hıristiyan idi. Bu sebeple kendisinin ve adamlarının cizyesini gönderiyordu. Bana gelince, Allah’a şükür ki Müslümanım ve sana hiçbir şey gönderemem. Büyük Sultan’a itaat meselesine gelince, ona itaatim başlangıçtan beri uygulaya geldiğim bir harekettir. Antakya ve diğer kafir şehirlerinin fethini büyük Sultan Melikşah adına ve Allah’ın izni ile gerçekleştirdiğimi kendisine bildirdim. Ülkemde hutbeyi onun adına okutuyor, sikkeyi onun adına kestiriyorum”.

    Gâzi Süleyman Şah’ın bu cevabına Emir Şerefü’d-devle Müslim, Antakya’yı yağmalatmakla karşılık vermiştir. Türkiye Selçuklu Sultanına gelince, mukabele-i bi’l-misilde bulunarak Halep’i yağmalatmıştır. Şehir halkının Selçuklu askerlerinin yağmacılığından şikayet etmeleri üzerine Gâzi Süleyman Şah: “Bu tür işlerden nefret ederim. Benim dinin yasakladığı bir malı almak, bir Müslümanın malını yağmalamak gibi geleneğim yoktur. Beni böyle davranmaya sizin emiriniz zorlamıştır”. Askerlerine köylülerden aldıkları malları iade etmelerini emretmiş, bu emir askerleri tarafından yerine getirilmiştir.

    Karşılıklı iddialar tarafların savaşmasına sebep olmuştur. Türkiye Selçuklu ordusu ile Ukayloğulları ordusu 23 Haziran 1085’te Amik ovasında Kurzahil mevkiinde karşılaşmıştır. Emir Şerefü’d-Devle’nin safında bulunan Emir Çubuk ve maiyetindeki Türkmenler savaş başlar başlamaz Gâzi Süleyman Şah’ın tarafına geçmiştir. Emir Çubuk’un saf değiştirmesi savaşın sonucunu belirlemiş, Ukayloğulları ordusu ağır bir yenilgiye uğramış, Emir Şerefü’d-Devle Müslim savaş meydanını terk edip kaçarken kendi askerleri tarafından öldürülmüştür. Gâzi Süleyman Şah, Halep’i kuşatmış, mağlup Emir Şerefü’d-devle Müslim’in cesedini Halep kapısında defnetmiştir.

    Büyük Selçuklu-Türkiye Selçuklu Rekabeti ve Sonucu

    Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah’ın, Gâzi Süleyman Şah’ın, Antakya seferine çıkmasından yararlanarak, ortada meşru bir saltanat halefi kalmadığı için, Türkiye Selçuklu Devleti’nin egemenliğine son vermek üzere bir teşebbüste bulunduğu anlaşılmaktadır. Gâzi Süleyman Şah’ı Antakya ve Suriye seferine çıkarken, yakın adamlarından Ebu’l-Kasım’ı İznik’te hükümdar naibi olarak bıraktığını biliyoruz. Ebu’l-Kasım, Gâzi Süleyman Şah ve çocukları İznik’e dönünceye kadar kardeşi ile birlikte Türkiye Selçuklu Devleti’ni yönetecektir. İznik naibi Ebu’l-Kasım, sorumluluğunu üstlendiği ülkesini hem Bizans İmparatorluğu’na, hem de Büyük Selçuklu Devletine karşı korumak zorunda kalmıştır. Bizans İmparatorluğu’na karşı başlangıçta aktif bir politika izleyen Ebu’l-Kasım, Türkiye Selçuklu Devleti’nde ilk denizcilik faaliyetlerini de başlatan kimsedir. O, Bizans’tan sağladığı teknik elemanlar vasıtası ile küçük bir donanma kurmuş ve Marmara Denizi’ndeki adalardan bazılarını ele geçirmiştir. Bizans İmparatorluğu’na yönelik gaza faaliyetleri sürekli olamamıştır. Çünkü Bizans ile Büyük Selçuklu Devleti arasında kendisi aleyhine bir gizli antlaşmanın olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah, Kutalmışoğularına mutlak anlamda bağlı olan ve aynı zamanda bağımsızca hareket eden Ebu’l-Kasım’ı hizaya getirmek için üzerine kuvvetler sevk etmiş, bu arada Büyük Sultan Melikşah’ın girişiminden haberdar olan Ebu’l-Kasım, Bizans İmparatorluğu ile bir ittifak antlaşması yapmaya mecbur kalmış, ancak “kurnaz ve entrikacı Bizans” kuvvetli olan tarafla yani büyük Sultan Melikşah ile işbirliği yapmıştır.

    Büyük Sultan Melikşah, Kafkasya-Suriye hattında ciddi tedbirler almış, bu cümleden olmak üzere Emir Bozan’ı, Urfa merkez olmak üzere, hudut valisi tayin etmiştir. Emir Bozan vasıtası ile Ebu’l- Kasım’ı itaat altına almaya çalışmıştır. Bu maksatla Emir Bozan komutasında bir orduyu İznik üzerine göndermiştir. Emir Bozan’ın İznik’e yönelik iki seferi olmuştur. İznik naibi Ebu’l-Kasım, birincisinde sağladığı başarıyı ikincisinde gösterememiştir. Ebu’l-Kasım, Emir Bozan’a karşı İznik’i korumuş, boğazlara kadar ileri harekâtta bulunmuştur. Yalnız kalan Ebu’l Kasım Gâzi Süleyman Şah adına itaatini yenilemek üzere büyük Sultanın nezdine, Isfahan’a giderek kendisini affettirmek istemiş, büyük Sultan Melikşah’ın vefatı sebebiyle buna fırsat bulamamış, muhtemeldir ki kendisini takip eden Emir Bozan’ın eline geçmiş ve öldürülmüştür.

    Halep’e sahip olma isteği Türkiye Selçuklu Sultanı ile Suriye ve Filistin Selçuklu Sultanını karşı karşıya getirmiştir. Selçuklu ailesinden iki hükümdarın karşı karşıya gelmesinde Halep hâkimi İbn Hutaytî’nin rolü vardır. İbn Hutaytî, şehrin kendisine teslim edilmesini isteyen Gâzi Süleyman Şah’a, konuyu Büyük Selçuklu Sultanına ilettiğini, cevap gelinceye kadar beklemesini söylerken diğer taraftan Suriye ve Filistin Selçuklu hükümdarı Tutuş’a haber göndererek, Halep’i kendisine teslim edeceğini bildirmiştir. İki Selçuklu hükümdarının İbn Hutaytî’nin, iki taraflı oynamasından habersiz oldukları anlaşılıyor. Tutuş, şehri teslim almak üzere harekete geçtiğinde Gâzi Süleyman Şah, süratle onun üzerine yürümüştür. Vaktiyle Anadolu kuvvetlerinin büyük bir bölümüne komuta ederken, Kutalmışoğularının isteği üzerine, bu görevinden alınarak Irak bölgesine tayin edilen Artuk Bey, Tutuş ile beraber idi.

    İki Selçuklu ordusu Halep’e 5-6 km uzaklıktaki Ayn Saylam’da 5 Haziran 1086’da karşılaşmıştır. Çok şiddetli gerçekleşen bu savaşta taraflar birbirlerini acımasızca kırmışlar ve yok etmişlerdir. Daha önce Ukayloğulları ile Kurzahil’de yapılan savaşta Gâzi Süleyman Şah’ın safına geçtiğini belirttiğimiz Emir Çubuk ve maiyetindeki Türkmenler, Ayn Saylam’da Suriye ve Filistin Selçuklu hükümdarı Tutuş’un yanında yer almıştır. Emir Çubuk ve daha başka Beyler burada Büyük Selçuklu Devleti’ni tercih etmek suretiyle Gâzi Süleyman Şah’ın ordusunun bozulmasına sebep olmuştur. Merkez kuvvetlerinin başında bulunduğu halde Gâzi Süleyman Şah, sabırla savaşmış, üstün gayretler göstermişse de ordusunun mağlubiyetini önleyememiş, askerlerinin çekildiğini görünce de savaş meydanından ayrılmış, atından inerek kalkanını yere koymuş, oturmuş ve beklemiştir. Tutuş’un askerleri kendisini götürmek için geldiklerinde, bir rivayete göre üzerinde bulundurduğu bıçağı ile hayatına son vermiş, ikinci bir rivayete göre ise kendisini alıp götürmek isteyenlerce öldürülmüştür. Başta veziri Hasan bin Tahir olmak üzere askerlerinin önemli bir kısmı esir edilmiştir.

    Gâzi Süleyman Şah’ın, babası Kutalmış gibi, Büyük Selçuklu tahtını ele geçirmek isteyip istemediğini kesin olarak bilmiyoruz. Anadolu’ya gelip, Türkiye Selçuklu Devleti’ni kurup, Anadolu’daki Oğuzlar-Türkmenler üzerinde hâkim ve müessir olan Gâzi Süleyman Şah’ın başlangıçtan beri bundan çekindiğini ancak kaderin bir cilvesi olarak Büyük Selçuklularla çatışmaya sürüklendiğini, bunun bir hâkimiyet mücadelesi olarak algılanabileceğini söyleyebiliriz. Eski Türk devlet geleneği ve egemenlik anlayışı, çatışmanın bu biçimde yorumlanmasını gerektirmektedir. Çünkü gelenek, devlet ve toplumu, hanedanın ortak malı saymakta ve hanedan üyelerinden her birinin tahta geçmeye hakkı olduğunu uygun görmektedir. Kutalmışoğularının, Selçuklu ailesinin en çileli mensupları olduğu anlaşılmaktadır. Suriye ve Filistin Selçuklu Devleti hükümdarı Tutuş’un, Gâzi Süleyman Şah’ın cenazesinde yaptığı konuşma bunu doğrulamaktadır: “Biz, sizlere çok çektirdik, sizleri kendimizden uzaklaştırdık, şimdi de böyle öldürüyoruz”. Tutuş, Gâzi Süleyman Şah’ın ölümünden son derece elem duymuş, ağlamış cesedini değerli kefenle sardırmış, Halep’e götürerek Şerefü’d-devle Müslim’in mezarı yanında defnetmiştir. Tutuş, veziri Hasan bin Tahir’i, eşini ve çocuklarını Antakya’ya, o sırada buraya gelmiş olan büyük Sultan Melikşah’ın yanına göndermiştir. Anadolu’da Kutalmışoğularının egemenliğine fırsat vermek istemeyen Büyük Selçuklu Sultanı, Gâzi Süleyman Şah’ın aile bireylerini İsfahan’a götürmüş ve ölünceye değin onları serbest bırakmamıştır.

    Sonuç

    Kara Arslan Gâzi Süleyman Şah’ın en büyük eseri kurucusu bulunduğu Türkiye Selçuklu Devleti’dir. 1086’da tirajik bir şekilde vefatından sonra Türkiye Selçuklu Devleti çok kısa bir süre hükümdarsız kalması dışında gittikçe inkışaf etmiş ve bu ülkeye “Türkiye Mührü” bu devlet sayesinde vurulmuştur. O’nun, en övgüye değer taraflarından biri de Kılıçarslan gibi bir mükemmel oğula sahip olmasıdır. Çünkü Onun kurduğu devleti en buhranlı bir zamanda yönetmiş, Anadolu’da Türk birliğinin sağlanması yolunda büyük gayretler sarfetmiştir. Kılıçarslan, Hıristiyan batının yüz karası olan, birbiri ardınca Anadolu’ya gelen Haçlı orduları ile yapılan çetin savaşların muzaffer komutanıdır.

    1071 Malazgirt Zaferi’nden sonra Anadolu’nun, bazı sahil bölgeleri hariç, her tarafı Oğuzlarla-Türkmenlerle dolmuştur. Çok sayıda Türkmen Beyi, Anadolu fütuhatına katılmış olmakla beraber, belki de dağınık olmalarındandır, kalıcı bir hâkimiyet kuramamışlardır. Esasen o tarihlerde Anadolu’da Selçuklu hanedanına mensup bulunmadıkça bütün Oğuzlara-Türkmenlere şamil kalıcı bir devletin kurulması imkansız idi. Gâzi Süleyman Şah’ın kurduğu Türkiye Selçuklu Devleti’dir ki Anadolu’da fethedilmiş yerlerdeki Türkmenleri birleştirerek istikametlerini tayin etmiş ve bu ülkenin tarihinde yepyeni bir devir açmıştır.

    Türkiye Selçuklu Devleti, Anadolu’da bir yandan Türk nüfusunun artmasına, iktisaden, fikren ve siyaseten kuvvetlenerek hâkim unsur olmasına çalışırken öte yandan Bizans hâkimiyetinde iken sürekli savaşlar, sivil ve askerî ayaklanmalar ve ağır vergiler yüzünden perişan olan yerli halkın da huzur ve istikrara kavuşmasına imkan sağlıyordu. Böylece Türkiye Selçuklu Devleti, sağlam bir beşeri ve fiziki temele oturtulmuş oluyordu. Osmanlı Devleti’nin dış politikasında önemli bir yeri olan “İstimalet Siyaseti” nin başlangıcını Türkiye Selçuklu kültür ve medeniyetinde aramak lazımdır. Gâzi Süleyman Şah’ın tesis ettiği bu siyaset sayesinde, Bizans İmparatorluğu’nun bir devlet politikası haline getirdiği cebrî Ortodokslaştırma ve Rumlaştırma uygulamalarından memnun olmayan, baskı ve takibe maruz kalan, farklı inanç ve öğretilere sahip olan Ermeniler, Süryaniler vs. cemaatler Selçuklulara yaklaşmışlardır, fütuhatın kolay gerçekleşmesine yardımcı olmuşlardır. Kendi dini inanç ve kanaatlerinde dinlerinin gereklerini uygulamada tam bir serbestliğe kavuşturulan bilcümle Hıristiyan ahali, can, mal ve namus emniyet vergisi diye tanımlayabileceğimiz “Cizye” vergisini ödemek şartı ile ülkede barış ve huzur içinde yaşamaya başlamıştır.

    Anadolu’da büyük arazi sahipleri elinde esir veya topraksız bulunan köylüler de Türkiye Selçuklu Devleti ile birlikte hem toprağa hem de hürriyete kavuşmuştur. Gâzi Süleyman Şah ve halefleri, eski Türk göçebe geleneğinin bir yansıması olarak, toprağı köylülere dağıtmışlar, devlet mülkiyeti altında üzerinde yaşayanların tasarrufuna imkan veren “Mirî Toprak Rejimi”ni kurmuşlardır. Türkiye Selçuklu Devleti tarafından yürürlüğe konan ve bilahare Osmanlı Devleti’ne intikal eden bu toprak rejimi, mülkiyeti devlete ve tasarrufu köylülere ait olan arazi sistemi Gâzi Süleyman Şah zamanında kurulmuştur. Yurt tutmak üzere üç kol halinde Anadolu’ya gelen sayısız Türkmen, Gâzi Süleyman Şah tarafından sistemli olarak iskana tâbi tutulmuş, yeni yerleşim yerleri teşekkül etmiştir. Türkiye Selçuklu Devleti’nin ordusunun kaynağını ve dayanağını söz konusu Türkmenler teşkil edecektir.

    Anadolu’daki milli tarihimizin ilk merhalesi olarak niteleyebileceğimiz Türkiye Selçuklu Devleti’nin çok sağlam temeller üzerine kurulmuş olduğunu söyleyebiliriz. Selçuklu kültür ve medeniyetinde parlak sayfalar açan Selçuklu Türklerinin, devlet ve toplum hayatında derinlik boyutuna çok önem verdikleri, tabiatın ve istilaların yıkım ve aşımına rağmen, çok sayıda tarihî, iktisadî ve medenî eserin zamanımıza kadar gelmesinden anlaşılıyor. Bu eserler, Türkiye Selçuklu Devleti’nin egemen olduğu yerlerde ziyaretçilerini hayran bırakmaya devam ediyor.

    Prof. Dr. Mustafa KESKİN
    Erciyes Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye


    Alıntı Kaynağı: Türkler Ansiklopedisi, Cilt: 6 (Pdf. Formatından Aktarılmıştır)

    KAYNAKLAR:

    ♦  CAHEN, Claude: “Osmanlı Öncesi Türkiye”, Tercüme eden: Yıldız Moran, E Yayınları, Tarih Dizisi, İstanbul 1979.
    ♦  CAHEN, Claude: “Türklerin Anadolu’yu İlk Girişi”, Tercüme edenler: Yaşar Yücel-Bahaeddin Yediyıldız, T.T.K. Yayını, Ankara 1992.
    ♦  DEMİRKENT, Işın: “Türkiye Selçuklu Hükümdarı Sultan I. Kılıç Arslan”, T.T.K. Yayını, Ankara 1996.
    ♦  GREGORY, Abu’l-Farac: “Abu’l-Farac Tarihi”, c.I, çeviren: Ömer Rıza Doğrul, T.T.K. yayını, Ankara 1945.
    ♦  GÜNGÖR, Erol: “Tarihte Türkler”, Ötüken Yayınevi, İstanbul 1989.
    ♦  IBNÜ’L-ESİR: “El-Kâmil fi’t-Tarih”, c.x, çeviren: Abdülkerim Özaydın, Bahar yayınları, İstanbul 1987.
    ♦  İMADÜ’D-DİN KÂTİP El-isfehânî: “Irak ve Horasan Selçukluları Tarihi”, çeviren: Kıvame’d-Din Burslan, T.T.K. yayını, Ankara 1943.
    ♦  KAFALI, Mustafa: “Anadolu’nun Fethi ve Türkleşmesi”, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı yayını, Ankara 1997.
    ♦  KAFESOĞLU, İbrahim: “Selçuklular”, İ.A., c.X, M.E.B. yayını, İstanbul 1966.
    ♦  KESKİN, Mustafa: “Güneydoğu Anadolu’da Türk Devletleri”, Türk Milli Bütünlüğü İçinde Doğu ve Güneydoğu Anadolu Sempozyumu Bildirileri, Erciyes Üniversitesi yayını, Kayseri 1990.
    ♦  KÖPRÜLÜ, Mehmed Fuat: “Anadolu Selçukluları Tarihinin Yerli Kaynakları”, Belleten, c.7, sayı 27, Ankara 1943.
    ♦  KURAT, Akdes Nimet: “Çaka”, ilk defa İstanbul’da 1936’da yayınlanan bu eser 1971’de Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü tarafından da Ankara’da yayınlanmıştır.
    ♦  KÖYMEN, Mehmet Altay: “Selçuklu Devri Türk Tarihi”, Ankara 1963.
    ♦  OSTROGORSKY, Georg: “Bizans Devleti Tarihi”, çeviren: Fikret Işıltan, T.T.K. yayını, Ankara 1981.
    ♦  RAVENDİ: “Rahatu”s-Sudur ve Ayetü’s-Sürûr”, c.I., çeviren: Ahmet Ateş, T.T.K. yayını, Ankara 1957.
    ♦  RUNCIMAN, Steven: “Haçlı Seferleri Tarihi”, c.I, çeviren: Fikret Işıltan, Ankara 1986.
    ♦  SADRU’D-Din Ebu’l-Hasan Ali İbn Nasır İbn Ali El Hüseynî: “Ahbaru’d-Devleti’s-Selçukiyye”, çeviren: Necati Lugal, T.T.K. yayını, Ankara 1943.
    ♦  SEVİM, Ali: “Anadolu Fatihi Kutalmışoğlu Süleyman Şah”, T.T.K. yayını, Ankara 1990.
    ♦  SEVİM, Ali: “Suriye ve Filistin Selçukluları Tarihi”, T.T.K. yayını, Ankara 1989.
    ♦  SEVİM, Ali-SÜMER Faruk: “İslam Kaynaklarına Göre Malazgirt Savaşı”, T.T.K. yayını, Ankara 1989.
    ♦  SIBT İbnü’l Cevzî: “Miratü’z-Zaman fi Tarihi’l-Ayân”, hazırlayan ve yayınlayan: Ali Sevim, D.T.C.F. yayını, Ankara 1968.
    ♦  SÜMER, Faruk: “Oğuzlar-Türkmenler”, D.T.C.F. yayını, Ankara 1972.
    ♦  TURAN, Osman: “Selçuklular Tarihi ve Türk İslam Medeniyeti”, Turan Neşriyat Yurdu yayını, İstanbul 1969.
    ♦  TURAN, Osman: “Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi”, Turan Neşriyat Yurdu Yayını, İstanbul 1973.
    ♦  TURAN, Osman: “Süleyman Şah”, İ. A., c. XI:, M.E.B. yayını, İstanbul 1970.
    ♦  TURAN, Osman: “Selçuklular Zamanında Türkiye”, Turan Neşriyat Yurdu Yayını, İstanbul 1971.
    ♦  URFALI Mateos: “Vekâyinâme-952-1136”, çeviren: Hırant D. Andreasyan, T.T.K.yayını, Ankara 1987.
    ♦  YİNANÇ, Mükremin Halil: “Türkiye Tarihi-Selçuklular Devri”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi yayını, İstanbul 1944.
  • İçişleri’nden Gezi’de gözü çıkan yurttaşa: Tedbirli gitseydin

    B-Pg9aCIQAAc8y2

     

    18/02/2015

    Gezi Parkı eyleminde polisin attığı biber gazı fişeğiyle bir gözünü kaybeden Erdal Sarıkaya’nın açtığı tazminat davasında İçişleri Bakanlığı savunması: “Her makul insanın alacağı tedbirleri almadan, olayların merkezine doğru gittiği açıktır…”
    Haber: İSMAİL SAYMAZ – ismail.saymaz@radikal.com.tr / Arşivi

    RADİKAL – İstanbul ’daki Gezi Parkı eyleminde polisin attığı biber gazı fişeğiyle bir gözünü kaybeden Erdal Sarıkaya’nın açtığı tazminat davasına bir savunma gönderen İçişleri Bakanlığı, “Her makul insanın alacağı tedbirleri almadan, olayların merkezine doğru gittiği açıktır” diyerek, mağduru suçladı. Bakanlık ayrıca, Sarıkaya’nın bir gözüne karşılık istediği 100 bin TL’lik tazminatı da çok buldu.

    Sarıkaya, Taksim’deki Gezi Parkı gösterileri sırasında, 11 Temmuz 2013’te, polisin attığı gaz fişeğiyle gözünü kaybettiğini belirterek İçişleri Bakanlığı aleyhine İstanbul 9. İdare Mahkemesi’nde tazminat davası açtı. Bakanlık adına Hukuk Müşaviri Yardımcısı Adnan Türkdamar tarafından gönderilen savunmada, Gezi Parkı gösterisi için “yasa dışı olay” denilerek, “Kolluk kuvvetlerine şişe, taş ve sert cisimlerle saldırıldığı, etrafa ve kamu mallarına zarar verildiği” ileri sürüldü. Yazıda, “Bunları önlemek amacıyla gösteri yapan gruplara biber gazı ve tazyikli su ile müdahale edilmiştir” denildi. Yönergelere göre polisin “toplumsal olaylarda direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkili olduğu” anlatılarak, “İdaremizin olay günü yasaların kendisine yüklediği görevleri yerine getirmekten öte bir eylemi olmamıştır” denildi. Savunmada, Sarıkaya’nın kendisi suçlanarak, “Tazmin sorumluluğun doğması zararın, idarenin ağır hizmet kusuru sonucu meydana gelmiş olması koşuluna bağlıdır. Davacı aktif olarak eylemcilerin arasında yer alıp güvenlik güçlerine direniş göstermediği kabul edilse dahi, her makul insanın alacağı tedbirleri almadan, olayların merkezine doğru gittiği açıktır” ifadesi kullanıldı. Bakanlık savunmasında ayrıca 100 bin TL manevi zarar talebinin de çok olduğu ileri sürüldü.

    Daha önce, Erdal Sarıkaya’nın yaralanmasına ilişkin görüntüleri inceleyen bilirkişiler, olay yerinde biber gazı silahı (ZET) kullanmış iki polisin, savcılığa gönderilen şüpheliler listede yer almadığını ortaya çıkarmıştı. Raporda ayrıca “listelerde raporlu olarak görülen bir ZET memurunun aslında İnönü Caddesi’nde Alman Konsolosluğu ana kapısı önünde ZET operasyonunda görüldüğü dikkat çekmiştir” denilmişti.

     

  • #SendeAnlat

    #SendeAnlat

    ÖZGECAN-1

    17.02.2015 00:05:49

    Özgecan Aslan 19 yaşında psikoloji öğrencisi. Sabah sütünü içmişti çıkarken annesinin ısıttığı, bir süredir telefonu bozuktu. Akşam okuduğu üniversiteden çıkmış biraz oyalanmıştı arkadaşlarıyla oralarda…20:00’da evine doğru gitmek için bindiği minibüste saldırıya uğradı, çantasında taşıdığı biber gazıyla kendisini korumaya çalışırken bıçakladı onu defalarca minibüs şöförü…babasından, arkadaşından yardım istedi evinin önüne kadar gidip yaralı bedeni minibüsün içindeyken Özgecan’ın. Hırıltıları duyunca işini iyice bitir dedi arkadaşı, şahdamarını kestim o zaman diye anlattı ifadesi alınırken. Tırnaklarında adamın deri parçaları var diye ellerini kestiler bir poşetin içine koydular. Baba-oğul-arkadaş benzin aldılar bir yerlerde durup, cesedi yuvarladılar bir kuytu köşeye, 40 liraya aldıkları benzini üstüne döküp yaktılar, kızın elleri poşetin içinde, kağıtlar önce tutuşmadı. Tanınmasın diye hunharca öldürdüğü bedeni yakalım diye düşündü adam, yardım etti babasıyla bir arkadaşı. Tanınmasın diye yaktıkları bedeni…

    Şimdi bütün Türkiye tanıyor hem onları hem de Özgecan’ı. Onlar nasıl çirkinse Özgecan inadına güzel bütün fotoğraflarında ve bundan sonra anılarımızda…seni öyle güzel güzel yaşarken tanıyamadık diye bizim boğazımızda bir yumru.

    Ya ölmeseydi Özgecan…adam istediğine ulaşmış tecavüz edip orada öyle iğdiş edilmiş bedeniyle yol kenarında bırakıp gitseydi onu…gözyaşları içinde ve korkuyla hem de utançla bir arkadaşına ya da ailesine sığınsaydı…olanları hiç anlatamazdı belki de gözyaşlarına boğulur utancından odalara saklanırdı. Belki anlardı annesi, ablası, bir arkadaşı tutar elinden karakola götürürdü. Anlattıkça daha çok yaralanır daha çok mu saklanırdı. Babası belki hiç bakamazdı kızının güzel yüzüne…Adli muayeneler, bilirkişi raporları, mahkeme salonları, adamın pişkin bakışları…o saatte yalnız başına bir kız…kadın istemezse olmaz böyle şeyler…19 yaşında koskoca kız…kadın mı kız mı…adam da düzgün birşeye benziyor…iyi hal indirimi alsa bari…baksana evliymiş çocuğu da varmış, böyleleri adamı yuvasından eder…kadın mıymış kız mı…

    Boğulur muydu o zaman Özgecan…belki nefesini tutup bir daha nefes almak istemezdi. İyice küçülür yüzü, kamburlaşırdı sırtı, gözlerindeki ışıltı sönerdi belki…

    tek başına ne işi varmış sokaklarda o saatte…aleviymiş kız, dersimli…ağrı’lı adam…daha önceden yokmuş adamın böyle bir vukuatı, yok canım taciz etmiş minibüste birkaç kızı…am erkeğin elinin kiri nihayetinde…bebek falan varsa doğurmalı, kürtaj olmaz, o daha günah…mini etek mi varmış üstünde…insanın annesi bile olsa dizinin üstü açık olursa tahrik olur erkekler. Kısa yoldan gidelim demiş adama, ıssız bir yolmuş orası…o saatte…Kikirdiyomuş o da yolda yanındaki kız arkadaşıyla…kadın mı kız mı bilmiyorum.

    Yeter…yeter…tüm ikiyüzlü kadınlara ve erkeklere yeter…biraz susun…artık biraz susun…

    Radikal blog

     

  • BANU AVAR’DAN SAHTE MUHALEFET UYARISI..

    BANU AVAR’DAN SAHTE MUHALEFET UYARISI..

    8968

    14.2.2015

    Ünlü gazeteci Banu Avar, dün sosyal medyadan yaptığı açıklamada Sahte Muhalefete dikkat çekti.
    İşte o paylaşım ve resimler..

    ***DİKKAT! Bu ve benzeri sahneler çoğalacak…
    Yunanistan’ın SYRİZA ‘sol ittifak’ numarası Türkiye’de sahneleniyor!
    Kadıköy’deki işbirlikçi bölücü miting ‘Laik eğitim’ sloganıyla sahnedeydi. Chp Hdp Ödp Tkp li siyasiler Öcalan posteri yanına Atatürk posteri koymaya cesaret etti.
    Sahte muhalefetin daha büyük numaraları yolda!***

    936093_958723464137667_5980741341670179497_n

    1503289_958723397471007_2919159751880841091_n

    11001861_958723537470993_8666280865843333235_n

     

    1508177_958723507470996_4897650228482236296_n

    face, Banu Avar sayfası..
    ________________

    BANU AVAR, “Üretilmiş Muhalefet yazısı için tıklayınız..”

     

  • IŞİD saldırıyor, Peşmerge komutanı öldü

    IŞİD saldırıyor, Peşmerge komutanı öldü

    Terör örgütü IŞİD militanları, dün akşamki sisten faydalanarak gece saatlerinde Kerkük ve Musul’daki cephelerde Peşmergelere saldırdı. Çatışmalarda Peşmerge 1’inci Tugay Komutanı Şerko Fatih hayatını kaybetti. Şiddetli çatışmalar sürüyor.

    9Sitene Ekle

    Irak’ta terör örgütü IŞİD militanlarının, eşzamanlı olarak Kerkük ve Musul’daki cephelerde Peşmerge birliklerine saldırdığı bildirildi.

    Güvenlik kaynaklarından alınan bilgilere göre IŞİD militanları, gece saatlerinde Kerkük’ün 12 kilometre güneyinde Peşmerge kontrolündeki Tel el-werid, Mektep Halit, Meryembeg ve Molla Abdullah köylerine saldırdı.

    IŞİD TERÖRİSTLERİ BÖYLE VURULDU

    IŞİD, şiddetli çatışmalar sonrası Mektep Halit ve Molla Abdullah köylerini ele geçirdi. Peşmerge, iki köyü tekrar kontrolüne almak için IŞİD’le sokak çatışmalarına girdi.

    IŞİD militanlarının zaman zaman bombalı intihar araçlarıyla saldırdığı çatışmalarda Peşmerge 1’inci Tugay Komutanı Şerko Fatih hayatını kaybetti. Peşmerge Bakanlığı, IŞİD’i püskürtmek için bölgeye daha fazla askeri güç sevketti.

    Al Jazeera’nin ulaştığı kaynaklara göre kentin büyük bir kısmına elektrik verilmiyor.

    IŞİD, dün akşamdan itibaren kentin güneybatısından büyük çapta bir saldırı başlattı. Bu bölgede Kuzey Petrolleri olarak bilinen petrol şirketinin tesisleri ve şirket binaları bulunuyor.

    IŞİD kent merkezinin bazı bölgelerine sızmayı başardı. Çatışma sesleri Kerkük kent merkezine kadar ulaşıyor. Koalisyon uçakları da sabah saatlerinden itibaren bölgeyi bombalamaya başladı. Kerkük’te sabah yerel saatle 10.00’dan itibaren sokağa çıkma yasağı ilan edildi.

    Bölgedeki Al Jazeera muhabiri Velid İbrahim’in aktardığı bilgilere göre çatışmalar kent merkezinde devam ediyor. Kent merkezinde şiddetli patlama ve silah sesleri sürüyor.

    IŞİD sabah saatlerinde ise Kerkük kent merkezinde Irak polis Müdürlüğü ve Kürt partilere ait asayiş karargahının olduğu bölgeye bombalı bir araçla saldırı düzenledi. Bir grup IŞİD mensubu, kent merkezinde bulunan Kasr Kerkük adlı otel binasına saldırdı ve orada da çatışmalar başladı.

    Anadolu Ajansı’nın güvenlik kaynaklarına dayandırdığı bilgilere göre IŞİD mensupları, gece saatlerinde Kerkük’ün 12 kilometre güneyinde Peşmerge kontrolündeki Tel El Verd, Mektep Halit, Meryembeg ve Molla Abdullah köylerine saldırdı. IŞİD, şiddetli çatışmalar sonrası Mektep Halit ve Molla Abdullah köylerini ele geçirdi. Peşmerge, iki köyü tekrar kontrolüne almak için IŞİD’le sokak çatışmalarına girdi.

    Ankara yakından izliyor

    Al Jazeera Türk’ün Ankara’daki kaynaklardan edindiği bilgiye göre, Ankara gelişmeleri bütün gece takip etti. Bu kaynaklara göre Türkiye fiilen Kerkük’e müdahil olmayacak ancak koalisyon ülkeleriyle sürekli iletişim halinde. Kerkük’teki yetkililer de koalisyon ülkelerinin yetkililerini aradılar ve Kürt hükümetinden de destek istediler.
    Ankara’dan gelen bilgilere göre şu anda çatışmalar sürüyor ancak geceye göre durum sakin, IŞİD ciddi bir ilerleme kaydedemedi.

    Kerkük’ün Türkmen Milletvekili Hasan Turan, Al Jazeera Türk’e yaptığı açıklamada IŞİD güçlerinin dün akşamki yoğun sisten faydalanarak kentin güneybatısından büyük bir saldırı başlattığını açıkladı.

    Sis nedeniyle koalisyon uçaklarının uzun süre keşif ve bombardıman uçuşu yapamaması nedeniyle IŞİD’in Peşmerge savunma hattına yüklendiğini söyleyen Turan, bir grup IŞİD mensubunun Kasr Kerkük oteline mevzilenerek kargaşa yaratmaya çalıştığını ve güvenlik güçlerinin gerekli önlemleri aldığını, otelin kuşatma altında olduğunu söyledi.
    IŞİD’in son bir aydır uyguladığı taktik, kötü, sisli havalarda, hava saldırısı yapılma şansı yokken saldırmak.
    Irak Kürt Bölgesi’nde KDP’ye yakınlığıyla bilinen Rudaw haber kanalına göre IŞİD ayrıca Musul’a bağlı Hazır ve Mahmur cephelerinde de sabaha karşı saldırıya geçti.
    Nüfusu 1,4 milyon olan Kerkük’ün şehir merkezinde ise 900 bin kişi yaşıyor. Dolayısıyla Kerkük’ün IŞİD’in eline düşmesi yeni bir insani krize sebep olabilir.

    Peşmerge komutanı öldü

    IŞİD mensuplarının zaman zaman bombalı intihar araçlarıyla saldırdığı çatışmalarda Peşmerge 1’inci Tugay Komutanı Şerko Fatih hayatını kaybetti. Peşmerge Bakanlığı, IŞİD’i püskürtmek için bölgeye daha fazla askeri güç sevketti.
    IŞİD’in Kerkük’teki saldırıları bölgede bulunan birçok petrol sahasını ve boru hatlarını da tehdit ediyor. Daha önce IŞİD’in havan toplarının vurduğu boru hattında yangın çıkmıştı.

    Yorum Yazın

    Gönder

    Yorumlar 9 yorum
    • TÜRK,KÜRT,ARAP DEMEDEN BU BÖLGEDE BİRLİK OLUP BU YABANCI GÜÇLERİN MAŞASI OLAN BU İSLAMLA ALAKASI OLMIYAN BU İŞID PİSLİĞİNİ BÖLGEDEN ATALIM.KENDİNE GEL ARTIK EY İSLAM ALEMİ

      hantürk – 1 gün önce

    • nerde kalmıştık

      mert422 – 1 gün önce

    • Uyan ey gafil uyan sen işiddi kürttü türktü diye oyalanırken kimleri zengin ediyorsun bir düşün eyy..

      bychat – 1 gün önce

    • petrol bölgelerine saldırıyorlar.

      fbtr – 1 gün önce

    Tüm Yorumlar +

    • Video Haber
    • Eğlence
    • Tüm Videolar
    Aşırı yük taşıyan kamy…
    • Buz tutan Niagara Şelale…
    • Danimarkalıları şaşırtan…
    • Freni patlayan TIR dehşe…
    • Kütüphanede porno skanda…
    Bilgi YarışmasıTürkçe sevdalısı Türkiye’nin büyük şairi Nazım Hikmet’in, 1941’den sonra hapishanede geçirdiği dönemle beyazperdeye yansıtıldığı film hangisidir?

    • AMavi Gözlü Dev
    • BMelinda ve Melinda
    • CNabız
    • DNe Biliyoruz ki?
    • Genel Kültür
    • Spor
    • Tarih
    • Müzik
    • Sinema
    İstanbul Avrupa BAHÇEKENT FLORA
    İstanbul Avrupa Büyükçekmece 245.000 TL
    İstanbul Avrupa Eyüp 9.483.000 TL
  • Barış Terkoğlu’nun yazısı: ”O gün oraya Sakine Cansız’ı öldürmeye gitmiştim”

    Barış Terkoğlu’nun yazısı: ”O gün oraya Sakine Cansız’ı öldürmeye gitmiştim”

    image002115

    O gün oraya Sakine Cansız’ı öldürmeye gitmiştim

    20.01.2013

    PKK’nın kurucularından Sakine Cansız, Paris’te iki kadın arkadaşıyla birlikte öldürüldü. Cansız, Diyarbakır’da görkemli bir cenaze töreniyle  gömüldü. Cansız, dünyanın en kötü on cezaevinden biri olarak gösterilen Diyarbakır Cezaevi’nde de kaldı, dağda da savaştı. Yıllar önce Sakine Cansız’ı öldürmeye giden bir komutan, emekli Albay Levent Göktaş ise Silivri Cezaevi’nde. Göktaş, o gün yaşadıklarını hiç unutmuyor.

     

    Yılmaz Özdil onu şöyle anlatıyor: “Hukuk fakültesi mezunu, işletme masteri yaptı, İngilizce, Arapça, Rusça, Kürtçe bilir, kara kuşak kareteci, hem de üçüncü mertebesinde, yüksek irtifa paraşütçüsü, 15 bin feet’ten 3 bin 500 defa, 30 bin feet’ten 30 defa serbest atlayış yaptı, derin su dalgıcı, uluslararası özel kuvvetler şampiyonasında üç defa dünya şampiyonu oldu, sıkı durun bin 500’e yakın sıcak çatışmaya girdi, Zap kampı basılırken sadece 18 gün içinde 54 defa namlu namluya vuruştu, 3 tane üstün cesaret madalyası var… Bir albay bu.

    Tahmin etmek zor değil. Bu kadar meziyeti olan o Albay, Silivri Cezaevi’nde tutuklu bulunan Levent Göktaş.

     

    Tarih: 7 Ocak 2009…

    Emekliliğinin ardından avukat olarak yaşamına devam eden Göktaş için o gün diğerlerinden farklı değildi. Ofisinde çalışıyordu. Televizyon açıktı, Ergenekon operasyonlarını gösteriyordu. Çalışma arkadaşı “sence böyle bir örgüt var mı” diye sordu. Göktaş “olmasa bu kadar operasyon yapmazlar” diye yanıt verdi. Derken kapı çaldı. Gelenler polisti. Göktaş’ın ofisinde arama yapacaklardı. Polis, Göktaş’ın odada olmadığı sırada meşhur 51 Nolu DVD’yi masanın üstündeki bir dosyanın içinde bulduğunu iddia etti. Gidiş o gidiş… Göktaş’ın tutukluluğu 5. Yılında.

     

    SAKİNE CANSIZ ORADAYDI

    Levent Göktaş, dün gibi hatırlıyor: “Kuzey Irak harekatındayken birden mesaj geldi. Cudi Dağı Ballıkaya Bölgesi’nde 250 kadar teröristin bulunduğu, içlerinde Cemil Bayık, Sakine (Sakine) gibi üst düzey PKK’lıların da yer aldığı Mehmetçiğin girmesi halinde çok şehit verilebileceği söylendi”. Göktaş’a gelen emir Ballıkaya’ya birliği ile girmesiydi.

     

    Göktaş, birliği ile sabaha karşı Ballıkaya’ya sızdığını anlatıyor.

    Ve girmeleriyle çatışmanın başladığını…

    Çatışma sabah altıdan akşam yirmiye kadar, neredeyse beş metre yakınlıkta yaşanıyor. Levent Göktaş, sert kayaya çarpıyor. Geri püskürtülüyorlar. Bir asker şehit oluyor. 10’u ise yaralanıyor.

     

    Göktaş bundan sonra yaşananları şöyle anlatıyor: “Şehit arkadaşın naaşını bir türlü bulamadık, gece saat bire kadar en az 5-6 kez içeri girdik fakat yoğun ateşle karşılaştığımız için şehit naaşını alamıyorduk.”

     

    CENAZE İÇİN BİR ŞARTIM VAR

    Hava -35 dereceydi. Nefesleri havada bir duman gibi yayılıyordu. Gün ertesine devrildi. Saat 02:00’de telsizden bir ses geldi. Karşıdaki PKK’lı Göktaş’a kod adı olan ‘Ozan’ diye hitap ediyordu. Seslenen PKK’nın bölge sorumlusuydu. “Şimşek” kod adlı PKK’lının sözlerini Göktaş şöyle anlatıyor: “Bakıyorum cenazeyi almak için durmadan aşağı inip çıkıyorsun. Hiç gelme alamazsın ama istersen bir şartla sana cenazeyi veririm.

     

    Göktaş, PKK’lının şartlarını merak etti. Ölen askerini almak zorundaydı. “Şartın nedir” diye sordu. Aldığı yanıt şöyleydi: “Gidiş yolunuz üzerinde Armut Boğazı var. İlk girişteki çam ağacı altına yiyecek, oksijen, tentürdiyot, konserve ve pamuk koy. Ancak o zaman izin veririz.Göktaş  teklifi kabul etti.

     

    Şimşek “söz mü” dedi. “Ozan” kod adlı Göktaş “söz” diye yanıt verdi. Şimşek devam etti : “O zaman sabah dokuzda  tek başına aşağı yanımıza gel. Cenazeyi al, git.”. Göktaş “tamam” dedi. Beraber olduğu arkadaşları karşı çıktılar. PKK, yanlarına gelen Göktaş’ı oracıkta infaz edebilirdi. Göktaş birliğin komutanı olarak son kararı verdi. İnip ölen askerin cenazesini alacaktı.

     

    PKK’LILARIN SAYGI DURUŞU

    Göktaş kısa ama uzun olan o yolculuğu şöyle anlatıyor: “Sabah 09:00’da PKK’nın yanına indim. Çocuğun naaşı yerdeydi. Yüzü tertemizdi, yıkamışlardı. Yüzüğü parmağında takılıydı. Her şeyi tamdı. Askeri sırtıma aldım. Çıkarken sağ ve solumda kayaların arasında duran PKK’lılar ayağa kalkıp beni selamladılar. Şehidin cenazesini aldım ve yukarı çıktım.”

     

    Levent Göktaş sırtında askerin cenazesiyle yukarı çıktı. Bütün gün savaştığı düşmanlarının arasına silahsız inmişti. Çatışma anında onu öldürmek için hedef alan PKK’lılar askerini almak için ölümle alay eden bu komutana ve sırtındaki ölüye saygı duruşunda bulunmuştu. Göktaş, ölümle yaşamın iç içe geçtiği bu hikayenin içinde boşlukta yürür gibiydi. “Ozan” kod adlı Levent Göktaş, telsizini açtı. PKK’lılara verdikleri izin için teşekkür etti. PKK’lı komutan da verdiği söz için teşekkür etti.

     

    Göktaş, Armut Boğazı’ndan geçerken arkasında bıraktığı çam ağacının altında konserve, tentürdiyot, yiyecek, oksijen, pamuk dolu bir çuval vardı.

     

    O ARTIK SİLİVRİ GAZİSİ

    Levent Göktaş yıllar sonra kendisini savaşa gönderen devlet tarafından “terörist” suçlamasıyla yargılanıyor. Bu kez başının etrafından kurşunlar değil; DVD’ler geçiyor. Karşısında dişe diş savaştığı militanlar değil, “otur yerine “ diye bağıran hakimler var. Savcılar ise özel hayatına dair konuşmalarını, kim olduğunu bilmediği isimsiz ihbar mektuplarını, yüzünü bile görmediği gizli tanık ifadelerini karşısına koymakla meşgul.

     

    Göktaş hikayesini şöyle devam ettiriyor: “mahkemede şunu söyledim; PKK bile mertçe savaştığımızda bize saygı gösteriyor. Ama uyduruk delillerle bizi buraya tıkanlar ve siz bize saygı göstermiyorsunuz.”

     

    Göktaş, çarpıcı bir karşılaştırmayla sözlerini bitiriyor: “ABD’de bir kahramanlık madalyası almış adam için uçak durduruyorlar. Uçağa binen madalya sahibini ayağa kalkıp alkışlıyorlar. Benim için önemli değil, ben sadece görevimi yaptım. Üç tane kahramanlık madalyası aldım.  Ama sıfır saygı, sıfır sevgi gördüm. Kimsenin umurunda değil.”

     

    Levent Göktaş’ın tutukluluğu geçtiğimiz günlerde beşinci yılına girdi. Yüzlerce çatışmadan sağ kurtulan Göktaş, Silivri’de yaralandı. Katarakt ameliyatı için Silivri Devlet Hastanesi’ne yatan Göktaş’ın gözündeki retina ve kornea tabakası hata sonucu lazerle kesildi. Sağ gözünün görme yeteneği yüzde 30’a düştü.

     

    Kısacası dağlardan sağ salim kurtulan Levent Göktaş, artık bir “Silivri gazisi”.

     

    Barış Terkoğlu

    (Yurt gazetesi)

    Odatv.com

  • Türk düşmanlığı gen haritası

    Türk düşmanlığı gen haritası

    3a14822a75c2233a7c2d703679e114c9_1419257177

    Güneri Cıvaoğlu ngunericivaoglu@gmail.comMay 12, 2014

    güneri

        FRANSA‘da kabul edilen ve Anayasa Mahkemesi’ne götürülen “inkâr yasasını” sadece Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin Türk düşmanlığıyla izah etmek sığlıktır. Bugün hâlâ ve yüzyıllardır çok etkili isimler “Avrupa’da Türklere nefret tohumları” ekmiştir. İşte örnekler…   TÜRKLER YOK EDİLMELİ ÖNCE güncelden başlayayım. İsveç’in önceki Türkiye Büyükelçilerinden Eric Cornel’in, “Bir İslam ülkesinin kutsal Roma İmparatorluğu” başlıklı makalesinden satırlar: “Avrupalılık bilinci, Türklerin İslami yayılmacılığının önlenmesi için yürütülen mücadele sürecinde gelişmiştir. Dolayısıyla, Hıristiyanlığın İslam’a karşı konumu, Avrupa’nın Türklere karşı tutumu gibi, soğukluk ve umursamazlık temelindedir.” Sarkozy’nin kafası “tek” değil. Büyükelçi Cornel ve onun gibiler çok. O kafalar geçmiş yüzyıllardan bu yana aynı tohumların zehirli ürünleriyle beslendiler. Bakınız nasıl?   Alman Papaz Martin Luther (1483-1576) Hıristiyanlıkta Reform hareketini başlatan kişidir. Hoşgörüyü esas alan, özgürlükçü bir din anlayışını savunmuştur. Protestanlık mezhebinin kurucusudur. Hoşgörünün yolunu açan Luther’e göre Türkler Katolik Kilisesi’nin yanlışlarına, yolsuzluklarına karşı “Tanrı’nın gönderdiği cezadır.” İşte satırları: “Türkler, Tanrı’nın öfkeli kırbacı, yakıp yıkan şeytanın uşağıdır.Türk’ün tanrısı olan şeytanı yenmeden Türk’ü yenmek kolay olmayacaktır. Tanrı, işlenen sayısız günah ve nankörlük nedeniyle şeytan Türkleri Almanların başına bela etmiştir.Bir Türk’ü öldüren vicdan azabı duymamalı; tersine Hıristiyanlığın düşmanını yok ettiği için vicdanı rahatlamalıdır.Eğer Samson gibi güçlü olsaydım, çaresini bulur her gün bir Türk öldürürdüm…”   ………………….Fransız Filozof Voltaire… Fransız Devrimi ve Aydınlanma hareketinin öncülerindendir. Günümüzde özellikle düşünce ve ifade özgürlüğünün temel taşı sayılan “Efendi, fikirlerine katılmıyorum; ama fikirlerini özgürce dile getirmeni sonuna kadar savunacağım!” sözüyle tanınmaktadır. Ama bakın Rus-Osmanlı Savaşı sürerken Rus Çariçesi II. Katerina’ya yazdıklarına: “Yüce majesteleri, Türkleri öldürerek bana yeniden hayat veriyorsunuz. Siz Avrupa’nın gücünü aldınız. Türk dilini ve onu konuşanları Avrupa’dan sürmek gerek… İnsanlığın iki büyük baş belası var: Birincisi veba, ikincisi Türkler… (…) Hümanizm ilkem olmasaydı, Türklerin hepsinin kökünün kazınmasını görmek isterdim. Ben en azından birkaç Türk’ün öldürülmesine katkıda bulunmak isterdim. Gerçi bu benim hoşgörü ilkeme uymuyor, ama insanlar çekilişlerle yoğrulmuştur…” Prusya Kralı’na yazdığı mektupta ise “Yunanistan’a zulmeden Türklerden her zaman nefret edeceğim. Ne barbar şeyler! Onlara 60 yıldır Cenevre saatleri satıyoruz, ancak hâlâ bunlarla ne yapacaklarını bilmiyorlar. Saatleri nasıl kuracaklarını bile bilmiyorlar.”   ………………İngiliz şair George (Lort) Byron (1788-1824), romantik akımın öncesi Byron Türklerden nefret konusunda romantik değil. Osmanlı’ya karşı Yunan isyanı sürecinde isyanlara fiilen katılmak için Yunanistan’a gitmişti.   ………………Fransız şair, yazar ve devlet adamı Victor Hugo (1802-1885): Bu katil imparatorluktan, “Osmanlı”dan yakamızı kurtaralım. Bağnazlığı ve zorbalığı susturalım. Elde kılıç dolaşan boş inançları, doğmaları etkisiz hale getirelim.   ………………   Alman filozof Friedrich Engels (1820-1895): “Avrupa’nın en güzel toprakları ayak takımının egemenliğinden kurtarılacaktır. Avrupa Türkiye’sinde Yunan Slav kent soylu sınıfının etki ve zenginliği sürekli artmakta, Türkler her geçen gün gerilemekte. Zaten Türkler devleti ve asker gücünü ellerinde tutmasalardı çoktan yok olup giderlerdi. Türklerin sahip oldukları -uygarlığı engelleyen- bu tekel ve güç artık güçsüzlüğe dönüşecektir. İşin doğrusu, Türklerin ortadan kaldırılmaları gerekir.”   GÜRKAN’IN DÖNÜŞÜ MESLEKDAŞIMIZ Uluç Gürkan’ı siyasete kaptırmıştık. Politikada da başarılı oldu. Yıllarca Meclis Başkan Vekili olarak zorlu oturumları sağduyuyla yönetti. Bir süredir ODTÜ’de öğretim üyesi. Yukarıdaki satırları da onun son kitabından alarak yansıttım. Uluç Gürkan’ın “ERMENİ SORUNU’NU ANLAMAK” başlıklı kitabı “ciddi” bir araştırma. Ancak… “Bilgileri/belgeleri” arşivlerden gün ışığına çıkartan kitaplardan çok önemli farkları var. Uluç Gürkan yorumlarla teori oluşturuyor. Ayağı yere sağlam basan çözümler öneriyor. Teorisini başka bir yazıda irdeleyeceğim. Şu kadarını belirteyim ki “inkâr yasasıyla” Martin Luther’e kadar uzanan zaman tünelinde Prof. Huntington’un “medeniyetler çatışması (Hıristiyanlarla Müslümanlar arasında kehaneti!)” yeni bir başlangıcın durağı. Miliyet.om.tr   —————————————– —————————————–     Editörün notu:Belge  ile Analiz.Ne dersiniz,Türkiye’de yaşayan ve gençleri habire sömüren ve yönlendiren Bunların kırıntıları, Bu TÜRK DÜŞMANLARI BAŞTACI YAPAR VE BİR “RUHANİ LİDER GİBİ SUNAR.” ..ve dahi marks, lenin, stalin ve uygur türk katili mao’yu..?BU BİR TESADÜF MÜDÜR?Bakınız aşağıdaki Sayın Halaçoğlu’nun yazısına, jpg.Sahi “Hepimiz Ermeniyiz diyen kimdi, yani hangi grup yani sol grup?”Bunun için tekrar bakınız yukarda söylediğim jpg’ye..Eğer daha derine inmek istiyorsanız Şu lingi tıklayınız, mîzahî usul bir yazı bulacaksınız, yani Türkiye’nin Öteden Beri Durumu.    ..Hem biraz eğlenidsiniz.. 🙂    ..yiyin gari..
    22.12.2014Saygılarımla.e.ü     https://www.turkishnews.com/tr/content/2014/09/11/turk-milletini-yoketme-ordusu-kuruluyor/    

    halaçoğlu
  • TERÖR İTHALİ

    TERÖR İTHALİ

    zahide

     

    Çarşamba, 07 Ocak 2015 11:18

    Zahide Uçar tarafından yazıldı.

    AKPKK Çetesi terör ithal etmeye bayılıyor. İhanete programlanmış beyinleri, Türk düşmanı kim varsa kucak açıyor.

    Irak Türklerini, Suriye Türklerini ülkeye sokmadı. Türk yurduna sokmadı. Yeizidileri içeri aldı. Kampa yerleştirdi. Peki onlar ne yaptı?

    “PKK çaputları ve bebek katilinin resimleri ile gösteri yaptı. Bebek katiline özgürlük istedi. Yani, dağdan gelip, bağdakine meydan okudu.”

    Böyle bir nankörlüğe, alçaklığa dünyanın hangi ülkesi izin verir?

    ÖSO’nu beslediler, donattılar, tedavi ettirdiler. Onlar da Reyhanlı’yı kana buladı.

    İŞİD ile aynı yatağa girdiler. Sapık İŞİD katillerini tedavi ettirdiler. İŞİD’in Türkiye’den terörist devşirmesine göz yumdular. İŞİD’e Türkiye’yi tehdit edecek cesareti verdiler.

    Nerede sapkın bir terörist grup var, AKPKK kucak açıyor.

    Bu kadar azanın sonunun ne olduğunu tarih kitapları yazıyor.

    AKPKK; yalakalarına, çıkar ortaklarına bakıp zulmünün ilelebet süreceğini sanıyor. Oysa bu ülkenin gerçek sahipleri, bu yapılanların hepsini kaydediyor. Öfke biriktiriyor. Patlamaya hazır bir nefret birikiyor. Bir defa o öfke ve nefret patlarsa, sonunu kimse tahmin edemez.

    Kıssadan Hisse

    İzmir’de arkadaşımla bir kır lokantasında oturuyorduk. Sohbetin derin bir yerinde, yan masada oturan genç çift bize dönerek, masamıza gelip gelemeyeceklerini sordu. Buyurun dedik. Sohbet sohbeti açtı. Konu Ermeni iddialarına geldi. Genç bayan anneannesinin Ermeni olduğunu söyledi. Tehcir’de geride kalmış. Bir aile evlat edinmiş. Müslüman olmuş. Kardeşleri Amerika’dan gelip kendisini bulmuş ama onlarla gitmemiş.

    Ermeni kalkışmasını ve o kalkışma sonunda nasıl yerlerinden gitmek zorunda kaldıklarını biliyoruz ama, bir başka yönünü de o genç bayan şöyle anlattı:

    “Bana Grogoryan olan bir Ermeni arkadaşım dedi ki;

    -Bizimkiler o dönem çok zenginleşmiş. Türkler çok fakirmiş. Zenginlik ve varlık bizimkileri çok şımartmış. Türkleri çok aşağılamışlar. Yanlarında, çiftliklerinde çalışan Türkleri küçümsüyorlarmış. Aslında bizimkiler çok şımarmış. Büyüklerimiz böyle anlatıyor.” Demiş.

    İşte bir Ermeni kökenli vatandaşımızın genç bayana söyledikleri… Osmanlı’nın yanlış yönetim anlayışı Türkleri kendi ülkesinde ikinci sınıf vatandaş haline getirmiştir. Türkleri yoksulluğa, cehalete teslim eden Osmanlı yönetimi, azınlıkları azdırdıkça azdırmıştır. Kendi besledikleri yılan boyunlarına dolanmıştır. Şimdinin sapkınları da aynı yolu izliyor. Bir de utanmadan, Abdülhamit’i alaşağı edenlerin biri Rum, biri Ermeni, biri Yahudi diyorlar. Derken de Osmanlı’nın düştüğü zavallı hali görmemezliğe geliyorlar. Bir Rum, bir Ermeni, bir Yahudi’nin Padişah’ı alaşağı edecek noktaya gelmesini Osmanlı sağladı… O cesareti kendileri verdi. Saraya Türk sokmayan Osmanlı… Türkleri aşağılayan Osmanlı… “Türkler Saraya girerse isyan eder” diyen Osmanlı… Devleti; dönme-devşirme saltanatına dönüştüren Osmanlı ailesi, ektiğini biçmiştir. Bizde ki dönme devşirmeler de aynı yolu izliyor. Yedikçe azıyor, azdıkça kuduruyor. Bu şımarıklığın sonu, “tarihi gerçekler ışığında” kendilerine mutlaka dönecektir.

    Bu topraklar yeniden sürülecek, bütün ayrık otları, çalılar, kara dikenler temizlenecek, yılan yuvaları sürülecektir. Türkiye hastalık üreten bağırsaklarını temizleyecektir.

    AKPKK aynı azgınlık içindedir. Osmanlı’nın Türk Milleti üzerine koyduğu ağır vergilerin bir başka benzeri Türk Milletinden alınıyor. Aldıkları Delidumrul vergileri ile saltanat sürüyorlar. Hırsızlık, yolsuzluk, ahlaksızlık sıradan vakalar haline geldi. Hatta AKPKK’lı olmanın ilk şartı;

    Hırsızlığı, rüşveti, yalanı, talanı kutsamak olmuştur.

    Türk adını, dilini aşağılıyorlar. PKK ortağı AKP ve AB-D’ye yaslanarak, bir avuç yandaşıyla 75 milyon Türk insanı üzerinde ahkam kesiyor.

    Azın azın!!. Nekadar çok azarsanız, sonunuz da o kadar yakın demektir!!.

    zahide@zahideucar.com

  • 1.9 milyon adet biber gazı kartuşu alınacak

    1.9 milyon adet biber gazı kartuşu alınacak

    254

    02.01.2015 00:04

    Güney Koreli bir firma tarafından üretilen yaklaşık 1.9 milyon adet biber gazı kartuşu ve gaz bombasının Türkiye’ye satılacak olmasına bazı insan hakları kuruluşları tepki gösterdi.

    Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi, İnsan Hakları Derneği ve İnsan Hakları Gündemi Derneği’nden “Kore Bize Gaz Verme” başlığıyla yapılan açıklamada, “Türkiye’de barışçıl protestolar sırasında toplumsal olaylara müdahale teçhizatı sıklıkla kötüye kullanılıyor. Son günlerde Güney Kore’den büyük miktarda öldürücülük düzeyi az silahın ihraç edileceğine dair haberleri kaygı ile izliyoruz.” denildi. Açıklamaya göre sevkiyatın ilk bölümünün 2015’in Ocak ayının ortasında Türkiye hükümetine teslim edilmesi planlanıyor. Ortak açıklamada şu ifadelere yer verildi: “Güvenlik güçlerinin protestolarda biber gazını kötüye kullanma ve sıklıkla doğrudan gaz bombası atma konusunda Türkiye’nin kötü bir sicili bulunuyor. 2013 yılının yaz aylarında gerçekleşen Gezi Parkı eylemleri sırasında güvenlik güçleri barışçıl protestoculara yönelik defalarca, kimi zaman ölümcül sonuçları olacak şekilde aşırı ve keyfi biçimde güç kullandı.

    Aşırı güç kullanımı
    Yakın mesafeden atılan gaz bombalarının başlarına isabet etmesi sonucu ölen 15 yaşındaki Berkin Elvan ve 22 yaşındaki Abdullah Cömert’in de aralarında bulunduğu en az dört kişi doğrudan polisin aşırı güç kullanımı sonucu öldü. Bazıları çok ciddi olmak üzere 8 binden fazla kişi yaralandı. Güvenlik güçleri 1 Mayıs 2014’te de Taksim Meydanı yakınlarında barışçıl protestoculara yönelik aşırı güç kullandı. Türkiye yetkilileri bu tür eylemlerin bir daha yaşanmayacağını güvence altına alıncaya ve güvenlik güçlerinin geçmişte gerçekleştirdiği hak ihlallerine yönelik kapsamlı, tarafsız ve bağımsız soruşturmalar yürüteceğini taahhüt edinceye kadar ülkeye biber gazı ve diğer öldürücülük düzeyi az silahların sevkiyatı durdurulmalıdır.”
    Yeniçağ

  • Erdoğan’ın ‘Esad’ ve ‘savaş suçu’ korkusu

    Erdoğan’ın ‘Esad’ ve ‘savaş suçu’ korkusu

    1465405_4058_n

    ABD ve Batılı ülkelerin ‘Esad’lı çözüm’e yönelmesiyle Tayyip Erdoğan’ı “Uluslararası mahkeme” korkusu sardı.

    Suriye krizinin çözümünde “Esad’lı çözüm” formüllerine yönelim ve Batı’da AKP hükümetinin IŞİD ile olan ilişkilerinin sorgulanmasıyla birlikte Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “uluslararası mahkeme” kaygısının ortaya çıktığı ifade edildi.

    Erdoğan’ın MİT Müsteşarı Hakan Fidan’dan bu yönde kullanılabilecek ve kanıt olarak değerlendirilebilecek bütün kayıtların, belgelerin ve raporların imha edilmesini, bu yöndeki girişimlerin engellenmesini ve bütün güvenlik/istihbarat birimlerinin bu konuya hassasiyet göstermesini istediği öğrenildi.

    Bu dönemde arka arkaya yayınlanan uluslararası raporlarda ve bağımsız gözlemcilerin değerlendirmelerinde AKP’nin IŞİD’e destek sağladığı bilgilerinin ayrıntılarıyla yer alması Erdoğan’ı harekete geçirdi. Aydınlık’ın edindiği bilgilere göre Erdoğan, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’a, AKP’nin IŞİD’e desteğini gösterebilecek bilgi, belge, kanıt ve dokümanları tamamen yok etmesi talimatını verdi. Erdoğan’ın talimatı sadece bununla sınırlı kalmadı. Cumhurbaşkanı, özellikle, kendisini “savaş suçu, insanlığa karşı suç ya da teröre destek” anlamında suçlayabilecek her türlü çalışma ve girişimin de engellenmesini istedi. Erdoğan’ın ayrıca bütün güvenlik/istihbarat birimlerinin bu konuya hassasiyet göstermesini istediği de öğrenildi.

    Son olarak BM Güvenlik Konseyi’nin El Kaide Yaptırımlar Komitesi’ne destek sağlayan Analitik Destek ve Yaptırımları İzleme Birimi, Güvenlik Konseyi’nin 15 Ağustos 2014 tarihinde kabul ettiği 2170 sayılı karar uyarınca “IŞİD, El-Nusra Cephesi ve El-Kaide’yle bağlantılı diğer kişi, grup ve oluşumlardan kaynaklanan tehdit ve alınabilecek tedbirlere ilişkin tavsiyeler” konusunda bir rapor hazırlamıştı. Raporda, “IŞİD ordusunda geleneksel savaş deneyimi olan, tank ve ağır silahlar da dahil pek çok silah sistemine hâkim savaşçılar bulunmaktadır. Silah ve teçhizat, 1980’ler ve 1990’larda depolanmış mühimmatın yanı sıra daha yeni malzemelerden oluşmaktadır. Bunların pek çoğu ya Irak ya da (daha nadiren) Suriye Arap Cumhuriyeti’nin silahlı kuvvetlerinin el konulmuş teçhizatıdır veya öncelikle Türkiye üzerinden geçirilen kaçak silahlardır” değerlendirmesine yer verilmişti.

    sonhabergazete.com

  • NATO; ÖNCELİKLİ TEHDİTTİR

    nato

    Nurullah AYDIN
    29 Kasım 2010

    Wikileaks bombaları patlattı.
    ABD’nin son 3 yıl içindeki gizli diplomatik yazışmalarının da
    aralarında olduğu onbinlerce belge dün yayınlandı. 250 bini aşkın belgenin
    7 bininde Türkiye geçiyor

    Türkiye; füze kalkanı projesiyle müttefikini sorguluyor.
    Rasmussen’in NATO genel sekreterliğe seçilmesi de sancılı olmuştu.
    AKP’nin iki lider ters düşmüştü.

    AB ile NATO‘nun 21 üyesi ortak, ancak uygulamada ilişkiler
    Kıbrıs’a takılıyor. Zira NATO müttefiki Türkiye, Kıbrıs Rum
    kesiminin Türkiye politikası devam ettikçe, AB üyesi Kıbrıs Rum kesimi de
    Türkiye’nin Kıbrıs politikası devam ettikçe AB-NATO ilişkilerinin
    yoğunlaşmasına razı değiller.

    Türkiye, NATO-İsrail ilişkilerinde de sert. Kalkan projesinde füzelerle
    ilgili toplanacak istihbaratın İsrail’e aktarılmaması gibi tuhaf bir
    talebi var. Zirvelere gözlemci olarak katılan İsrail bu zirvede yoktu.
    Türkiye’nin ara sıra NATO’ya alternatif olarak düşündüğü
    müstakbel stratejik müttefik Rusya, hesapta yokken NATO ile hareket ederek
    Avrupa savunmasına ortak olma yolunda. Bütün bunlar Türkiye’nin
    elini güçlendirmiyor aksine fazlasını istemesini engelliyor.

    Bakın; Herman Achille Van Rompuy bir yıldır Avrupa Birliği Başkanı. Eski
    Belçika Başbakanı olup kuzey Avrupalı Hıristiyan Demokrat camiaya mensup.
    Başkan olmadan 2004’te Türkiye’nin üyeliği konusunda şunları
    söylemişti: AB’nin Türkiye ile genişlemesi hiçbir surette
    önceki genişlemelerle kıyaslanamaz. Türkiye Avrupa değildir ve hiçbir
    zaman da olmayacaktır. Şurası bir gerçektir ki Avrupa’da geçerli
    olan evrensel değerler -ki bunlar Hıristiyanlığın da temel değerleridir,
    Türkiye gibi Müslüman bir ülkenin dâhil olmasıyla güç
    kaybedeceklerdir.

    Van Rompuy AB Başkanlığı’na seçilince bu ifadeler dün
    dündür diye yorumlanmış, artık daha tarafsız
    davranacaktır denmişti. Başkan Berlin’de AB’nin
    genişleme felsefesini anlatmış ama Türkiye’yi anmayı unutmuştu.
    Hıristiyan Demokrat Konrad Adenauer Vakfı’nın düzenlediği etkinliğin
    onur konuğu olarak yaptığı konuşmada ilk on ayda yedi Balkan
    ülkesini ziyaret ettim diyor. Bu dönem zarfında herhangi bir
    Türkiyeli yetkili ile resmen görüştüğü veya görüşmek istediği kayıtlarda
    yok.
    (bkz:http://www.consilium.europa.eu/uedocs/cms_data/docs/pressdata/en/ec/117623.pdf
    )

    Etkinliğin içeriği değil ama adı da pek iddialı: ABD başkanlarının yaptığı
    yıllık değerlendirme State of Union’dan esinlenerek State of Europe
    yani Avrupa’nın Durumu! Üstelik 9 Kasım 1989 Berlin
    Duvarı’nın yıkılmasının yirmi birinci yıldönümüne rastlatılmış.

    Washington Zirvede proje onaylansın teknik detaylar daha sonra
    konuşulur mesajı verilirken, ABD’nin saygın politika dergisi
    Politico’ya konuşan bir Beyaz Saray yetkilisi Komuta kesinlikle
    ABD’de olacak çıkışı yaptı. Dergi haberinde Amerikalı yetkililerin
    komuta ve kontrol merkezinin Almanya’daki ABD üssünde olmasını
    planladıklarını yazdı.

    Türkiye’nin, milli sınırlarının savunmasını, kime bırakılacağının,
    müzakeresi dahi söz konusu olamaz. Savunmayı başkasına teslim etmek en
    hafif ifade ile ihanettir. Tarihden ders alınmalıdır.

    İslam dünyasında yapılan bazı değerlendirmeler, Türkiye’nin var olan
    son süreçte özellikle İslam dünyasındaki imajını zedeleyebileceğine dair
    bir takım değerlendirmeler yapılıyor.

    Füze savunma sistemi 2002 Irak zirvesinden başlayan ondan sonraki bütün
    zirvelerde konuşulan, İstanbul zirvesinde de konuşulan ve neticede bu
    noktaya gelen bir süreçtir. Dün
    başlamış değildir.

    NATO müttefiklerinin herhangi bir balistik füzeye karşı korunmasıyla
    ilgili böyle bir
    çalışma eskiden gelen bir çalışmadır.

    NATO‘nun bir tehdit, bir taciz edici örgüt olduğu açıkça ortadadır.
    Herhangi bir ülke hedef gösterilmese dahi düşman konseptine göre planlar
    projeler gerçekleştirilir.

    Balistik füzeler birçok ülkede vardır, bugün olmayan ama yarın balistik
    füzeye sahip olacak olan ülkeler de söz konusu olabilir. Dolayısıyla NATO,
    bunlara karşı bir savunma-saldırı örgütüdür.

    Türkiye piyon olmamalıdır. Füze kalkanı ABD’nin bütün dünyayı sindirip
    teslim alma projesidir. Barışın önündeki engel ABD kontrolündeki
    NATO‘dur.

    Irak-İran savaşı çıkarıldığı gibi Türkiye-İran savaşı olursa kimse
    şaşırmasın.

    Günün Sözü: Çıkarını düşünen yönetici, devletin ve milletinin çıkarını
    düşünmez.