Etiket: PKK

Bölücü terör örgütü

  • PKK’da dönüm noktası birkaç ay önce geçildi

    PKK’da dönüm noktası birkaç ay önce geçildi

    5 Temmuz 2008
    Özgür EKŞİ-Merve ERDİL / ANKARA

    Bir günlük çalışma ziyareti için Ankara’ya gelen ABD Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral James Cartwright, yaptığı temasların arka planını Hürriyet’e anlattı. ABD’li generalin değerlendirmeleri şöyle:

    Ortak çıkarlar var “PKK’yla mücadelede dönüm noktasını birkaç ay önce geçtik. İstihbarat paylaşımını çok iyi yapıyoruz. Paylaşabildiğimiz kadar, çoğunu zaten paylaşıyoruz. Uzun süreyi amaçlayan bir ilişkiyi inşa ediyoruz. Bugün daha çok tartıştığımız ortaklar arasında önümüzdeki 5-10 yılı içinde ne olacağına yönelikti. Ortak çıkarlarımıza göre hareket etmek, her iki ülkenin de çıkarınadır. Bugün yaptığımız o çıkarların daha çok nerelerde olduğunu ikimizinde iyi anladığından emin olmak ve önümüzdeki 5-10 yıl içinde nerede olmak istediğimizi de bilmektir. Stratejik bir yol haritası oluşturabiliriz. Bugün üzerinde tartıştığımız aslında buydu. Bizim hedefimiz, Irak-Türkiye-ABD arasında işbirliğini uzun dönemde devam ettirecek şekilde kurmaktır. Ortak sınırınız var, ortak çıkarlarımız var. Önümüzdeki 5-10 yıl içinde ne yapmak istediğimize karar vermek hepimizin çıkarınadır.”

  • PKK kasası Nedim Seven, Fransa’da tutuklandı

    PKK kasası Nedim Seven, Fransa’da tutuklandı

    A.A

    Fransa’nın, terör örgütü PKK’nın Avrupa’daki ele başlarından Nedim Seven’i tutukladığı bildirildi.

    Fransız Haber Ajansı (AFP), Fransa’da daha önce hakkında terör örgütüne mali destek sağlamak suçundan dava açılan ve adli denetim altında tutulmak kaydıyla serbest bırakılan Seven’in, “adli denetim şartını ihlal ettiği” gerekçesiyle tutuklandığını duyurdu.

    Hakkında uluslararası tutuklama kararı çıkarılan Seven, Mart ayında sahte diplomatik pasaportla Roma’da gözaltına alınarak sorgulanmıştı. İtalyan basını, terör örgütünün Avrupa’daki “gizli kasası” olarak bilinen Seven’in, Roma’dan Ermenistan’a gitme hazırlığı içinde olduğunu yazmıştı.

    Aralarında Rıza Altun ve Nedim Seven gibi bölücü örgütün Avrupa’daki elebaşılarının da bulunduğu 8 PKK mensubunun, 23 Şubat 2007 tarihinde Paris’te çıkarıldıkları istinaf mahkemesi tarafından tutuksuz yargılanmaları kararlaştırılmıştı.

    Paris’te 5 Şubat 2007 tarihinde düzenlenen operasyonlar çerçevesinde terör örgütünün kullandığı bir “kültür merkezine” baskın düzenlenmiş, çeşitli evraka ve bilgisayarlara el konmuştu. Buraya düzenlenen baskının, terör örgütüne maddi destek sağlayan ve örgütün Avrupa’daki üst düzey sorumluları olduğu tahmin edilen kişilere karşı Paris’in çeşitli banliyölerinde düzenlenen operasyonlar çerçevesinde yapıldığı bildirilmişti.

    Tutuksuz yargılanmalarına karar verilenler hakkında, teröre mali kaynak sağlama dışında, “organize suç” ve “kara para aklama” suçlarından dava açılmıştı. Fransız basını, tutuksuz yargılanmalarına karar verilenlerin uyuşturucu kaçakçılığı yapmaları olasılığının ciddi düzeyde gündemde olduğunu yazmıştı.

    Paris’teki operasyon, 2 PKK’lı teröristin döviz bürosunda kaynağını açıklayamadıkları 200 bin avroyu dolara çevirmek isterken gözaltına alınmaları sonucu başlatılan soruşturma çerçevesinde düzenlenmişti. Fransa tarafından hakkında adli denetim kararı çıkarılan Rıza Altun’un daha sonra Avusturya üzerinden kuzey Irak’a gittiği belirlenmişti.

    Fransa’da terör örgütü PKK’nın faaliyetleri, 1993 yılında yasaklanmıştı.

    Kaynak: , 4 Temmuz 2008

  • PKKNIN SON KOZU : DIN GOREVLILERI

    PKKNIN SON KOZU : DIN GOREVLILERI

    Sinir otesi harekatla buyuk darbe yiyen PKK, simdi de Diyarbakirdaki cocuk katliaminin ardindan yukselen tepkiyi kirmak icin emrindeki “emekli imamlari” devreye sokuyor. Son secimlerde “himayesindeki” DTP Dogu ve Guneydogu Anadoluda “ikinci parti” durumuna dusen ve TSKnin operasyonlariyla buyuk darbe yiyen PKKnin, bolgede etkin bir guc olabilmek icin imamlari devreye soktugu belirlendi.

    DTPnin Diyarbakir gosterisinde ortaya cikan emekli muezzin Muhittin Eryilmazin da, bir grup imamla bu faaliyette bulundugu kaydedildi. PKKnin yandasi imamlarin etkinligini artirabilmek icin Diyanet İsleri Baskanliginin atadigi imamlari olum tehdidiyle baski altina almaya calistigi ogrenildi.

    Diyanet İsleri Baskanliginin atama yapmadigi mescitlerde devreye soktugu “yandas imamlar” araciligiyla, hutbelerde orgut propangandasi yapan PKK, Kurdistan İmamlar Birligi, Kurdistan İslam Partisi, Kurdistan Yurtsever Din Alimleri Birligi gibi olusumlara onculuk etmisti.

    6’si cocuk 9 kisinin oldugu Diyarbakir saldirisinin (3 Ocak 2008) ardindan bolge halkinin tepkisini ceken PKKnin, “kan kaybini” onlemeye calistigi ogrenildi. Oldurulen PKKlilarin taziyelerine giden imamlarin “Bunlar sehittir” sozleri, yore halkinin hem dikkatini hem de tepkisini cekiyor.

    Oysa, APO tarafindan 1992 yilinda yazilan bir kitapta, İslama ve Hz. Muhammede hakaretler yagdiriliyor. APOnun PKK kamplarinda verdigi egitimden derlenerek hazirlanan kitapta, “Muhammed size sanal cenneti vaat ediyor. Oysa ben size Ortadogu cennetini vaat ediyorum” diyor. PKKnin Zerdustlugu yaymaya calistigi da bilinen gercekler arasinda. Hatirlanacagi uzere PKK, Guneydogu Anadolu Bolgesinde 1990 yilindan gunumuze kadar kendileriyle isbirligi yapmayan 32 imami katletmisti.

    Son olarak operasyonlar neticesinde, yakalanan terorist ifadeleri dogrultusunda Agrinin Dogubayazit İlcesinde eski imam Bahattin Yalpa hakkinda, Erzurum 2. Agir Ceza Mahkemesi tarafindan tutuklama karari cikarildi. Daha sonra yapilan operasyonel calismalar neticesinde, İstanbulda yakalanarak Erzuruma getirilen Bahattin Yalpa, tutuklanarak Erzurum Kapali Cezaevine gonderildi. PKK uyesi oldugu iddiasiyla savcilik tarafindan acilan sorusturma nedeniyle Dogubayazit İlce Kaymakamliginin, Bahattin Yalpa hakkinda idari sorusturma baslattigi ve Diyanet İsleri Baskanliginin da yaklasik 1,5 ay once Yalpayi gorevinden aldigi ogrenildi.
     
    Oktay Yurtbay
    oktayyurtbay@mynet.com

  • DTP’DEN GEÇ GELEN İTİRAF

    DTP’DEN GEÇ GELEN İTİRAF

    DTP Parti Meclisinin 20 Temmuz 2008 tarihinde yapilacak 2. Olagan Kongre calismalarini yurutmek amaciyla 9 kisiden olusturdugu Kongre Komisyonu, onceki gun tum il orgutlerine 6 sayfalik bir genelge gonderdi.  Soz konusu genelgede ozetle: Tartismalardan dolayi gercek potansiyeli aciga cikaramadik ve bekledigimiz sonuclari alamadik. DTP icerisinde yasanan gruplasma, ekiplesme ve buna bagli olarak catisma ve cekismelerin, klasik siyaset tarzinda tekrar ve israrin yarattigi sikintilar ve tahribatlar da vardir. Aktif yonetimler olusamamis, toplumsal faaliyetler yeterince gelisememis, halktan kopukluk yasanmistir. DTP, tarihin kendisine yukledigi gorevleri ve halkimizin beklentilerini hak ettigi kadar yerine getiren ve karsilayan bir siyaset ve temsiliyet duzeyini yakalayamamistir.

    Yillar sonra gelen bu aciklama, acaba DTPnin kapatilma davasi oncesinde kamuoyuna sirin gozukmek icin sectigi yeni bir taktik mi, yoksa samimi bir itiraf mi ?  Umariz ki yapilan bu aciklama samimi itiraf olarak kalir ve soylenen bu ciddi sozlerin arkasinda durulur. Aksi takdirde inandiriciligi yerlerde surunen DTP, yalanci coban olmaktan oteye gecemeyecektir !

    Oktay Yurtbay
    oktayyurtbay@mynet.com

  • CIA ajanı Amerikalı kadın aranıyor

    CIA ajanı Amerikalı kadın aranıyor

          Özgür CEBE/DİYARBAKIR, (DHA)
         
          Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, Güneydoğu illerinde faaliyet gösteren Barbara Anna Lakeberg isimli CIA ajanı hakkında yakalama emri çıkardı. Lakeberg’in DTP mitinginde elindeki Kuran’la terörist Öcalan propagandası yapan “PKK’lı İmam”la bağlantısı da tespit edildi.

          Batman’da DTP bünyesinde oluşturulan inanç komisyonu üyesi ve Saidi Nursi düşüncesindeki bir dini cemaat lideri olduğu iddiasıyla tutuklanan Hüseyin Bulut’un da aralarında bulunduğu 14 sanıklı davada adı geçen ve Amerikan gizli servisi CIA elemanı olduğu ileri sürülen Barbara Anna Lakeberg adlı kadın hakkında, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı yakalama emri çıkardı. Polisin her herde aradığı Amerikalı kadın ile ilgili Adalet Bakanlığı da Başsavcılıktan bilgi istedi.

          Batman’da nevruz kutlamaları sırasında teröristbaşı Abdullah Öcalan ve Saidi Nursi posterlerini açıp yasadışı slogan attıkları için tutuklanan 14 sanıkla ilgili davada adı geçen ABD’li kadın ile ilgili Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı harekete geçti. ‘PKK’ya yardım etmek, Atatürk aleyhine işlenen suçlar hakkındaki kanuna muhalefet, halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek ve askerlikten soğutmak, PKK örgütü adına suç işlemek ve örgüt propagandası yapmak’ suçlarından 5 yıldan 20 yıla kadar hapis istemiyle haklarında dava açılan sanıklardan cemaat lideri 53 yaşındaki Hüseyin Bulut ve yardımcısı Aydın Tunçyüzlü’nün, CIA elemanı olduğu iddia edilen Amerikalı Barbara Anna Lakeberg adlı kadın ile olan bağlantıları belirlenince, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı kadın hakkında yakalama kararı çıkardı.

          Budist olan ve iyi derecede Kürtçe konuşabilen Lakeberg’in Kuzey Irak’ta insan hak ve özgürlükleriyle ilgili bir dernek kurduğu, bu derneğin bir şubesini ise Diyarbakır’da açmak istediği, bu konuda da sanıklar Hüseyin Bulut ile Aydın Tunçyüzlü’den yardım istediği telefon görüşmeleri ve sanıkların ev ve işyerlerinde ele geçen dokümanlardan belirlendi.

          Barbara Anna Lakeberg’in Güneydoğu’da yaşayan bölge insanını CIA ajanı olarak gördükleri şeklinde telefonla her iki sanığa bilgi verdiği belirlenince, kadın hakkında yurt çapında yakalama kararı çıkarıldı. Lakeberg’in halen Türkiye’de olabileceği, yasal yollardan yurtdışına çıkış yapmadığı tespit edildi. Adalet Bakanlığı Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü de, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’na bir yazı gönderip adı geçen ABD’li kadın hakkında herhangi bir işlem yapılıp yapılmadığı yönünde bilgi istedi. Banka hesap hareketlerinde yüklü miktarda para tespit edilen sanıklardan Aydın Tunçyüzlü’nün evinde ise Barbara Anne Lakeberg’in kaleme aldığı mektup da kadın ile ilgili dosyaya delil olarak konuldu. Lakeberg kendi el yazısıyla yazdığı mektupta, “Sizin için önemli olan bir ülke ya da toprak parçası var. Afrika ile aynı şekle sahip sizin için çok önemli olan bir yer var bu toprakların ortasında. Kendiniz için önemli olan bir iş var bu topraklarda” dediği yer alıyor.

          ABD’li kadın ile ilişkisi olduğu tespit edilen cemaat lideri Hüseyin Bulut’un ise, ele geçen CD’lerde cemaat üyeleri yönelik konuşmasında, “Türk milleti denen millet kendine istediğini bu millete istiyor mu? Adaletsizlik, zulüm var. Ne zaman harf inkılabı olursa demek ki Deccal (Atatürk’ü kastediyor) ne olmuş çıkmış, kim harf inkılabı yaptı, Deccal olayı bitmiştir. Harf inkılabı yapana destek veren de Deccal’dir. Bugün Sevr anlaşmasından bu yana Kürdistan 8 parça olmuş. Suriye, İran, Irak, Türkiye, Nahçivan, Azerbeycan ve Sovyetler’dedir bu parçalar. İmamlar melündür Arap ırkçılığı yapıyor. Yani Kürdistan’ı kurtaracak Kürtlerdir. Risale-i Nur Kürt’lerin imdadına gönderilmiş. Bizim de devletimiz olsun, dinsiz bir devlet olsun. Şerefime namusuna dinsiz bir devlet bizim Kürtlerin bu halinden hoştur.

          Keşke Rusya’nın, İsrail’in işgalinde olsak, İsrail ne kadar vicdanlı, merhametli şevkatli. Yani Türkiye’ye göre ha. Milletimin kurtuluşu için bin tane oğlum olsa demokratik Cumhuriyet için feda edeceğim. Devlet olsun da bizim olsun, dinsiz olsun. Çünkü Türkler meşrutiyette bize zulmetti” dediği tespit edilmişti.

          Bulut’un telefon dinleme kayıtlarında da din dersi adı altında yanına aldığı kız çocuklarına haraket, fiili livata ve anal ilişki teklifinde bulunduğu belirlenmişti.

    From OYA BAIN [oyabain@gmail.com]

  • Mayınlar Hangi Ülkenin Malı

    Mayınlar Hangi Ülkenin Malı

    Türk vatandaşının ölümüne yol açan mayınlar hangi ülkenin malı, C-4 plastik tahrip maddesi hangi ülkede üretiliyor?

    Turhan FEYİZOĞLU
    04.07.2005/    Sayı:85

    Uzun süren bir aradan sonra 1 Mart Tezkeresi’nin reddedilmesinden sonra son bir senedir Türk devletinin ve Türk vatandaşlarının güvenliğini koruyan güvenlik güçlerinin karşılaştığı iki ciddi sorun yaşanmaktadır.

    Birincisi: Mayınlar.

    İkincisi: C-4 plastik tahrip maddesi.

    Değil en basit bir ürün, özellikle savaş sanayiinde üretilen herhangi bir ürünün kimlere satıldığı kesinlikle bilinir. Bu ürünler gizli veya açık kime verilirse verilsin en son kullanılana kadar üreticiler tarafından takip edilir ve bilinir.

    Bir vatandaş olarak soruyorum.

    “C-4 plastik tahrip maddesi” olan patlayıcıyı hangi ülke üretiyor?

    Bu patlayıcıyı ne için üretiyor, kimlere açık veya gizli olarak veriyor?

    Gazeteci-yazar Uğur Mumcu, C-4 plastik tahrip maddesinin kullanılması sonucu öldürülmüştü.

    Bu plastik tahrip maddesi “terörist” bir örgütün militanlarının eline nasıl geçiyor?

    Türk vatandaşları emperyalist ülkelerin kullandığı maşalar nedeniyle şehit oluyor.

    Bu emperyalist ülkeler, Türk Milleti’nin ve Türk devletinin zararına işler yapmakta, bazı maşaları kendi çıkarları için kollamakta, desteklemekte ve yardımcı olmaktadır.

    Bu iddialar kanıtlanmıştır.

    Emperyalistlerin maşalığını yapan ve emperyalistler tarafından yönetilen PKK denilen terörist örgüt, Türkiye’de 1984-2004 yılları arasında 52 bin 315 terör eylemi gerçekleştirdi.

    Nasıl maşalık yaptıklarını ve kullanıldıklarına bir örnek vermek istiyorum.

    Bundan tam on sene önce yayınlanmış bir habere bakalım.

    19 Haziran 1995 tarihli Cumhuriyet gazetesinde, “PKK’de ABD Füzeleri” başlığıyla yayınlanan haber özetle şöyledir:

    “PKK’nin elinde, karadan havaya atılan, uçaklara karşı kullanılan ısıya duyarlı Stinger füzeleri olduğunu belirleyen istihbarat yetkilileri, örgütün bu silahı Afganistan’dan edindiğini ortaya çıkardılar.”

    Biliyorsunuz ABD, Afganistan’ı işgal etmişti. İşte sonuç.

    Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, 12 Mayıs 2005 günü yaptığı konuşmada, “PKK’nın Kuzey Irak’tan Türkiye’ye çok miktarda C-4 patlayıcı madde soktuğunu”, açıkladı.

    ABD, daha önce Afganistan’da yaptığı şeyi şimdi Irak’ı işgal ederek yapıyor ve bazı örgütleri maşa olarak kullanmaya devam ediyor.

    Sonuç yine aynı.

    Peki mayınlar hangi ülkeden geliyor?

    Ortadoğu gazetesinin 9 Ocak 1999 tarihli nüshasında yayınlanan haber özetle şöyledir:

    “İtalya’nın PKK’ye sattığı mayınlar nedeniyle 368 kişi hayatını kaybetti, 1560 kişi de kol ve bacaklarını kaybetti.”

    Hatta, bu mayınlar nedeniyle Akit gazetesi 8 Temmuz 2000 tarihinde şöyle bir açıklama yapmıştı:

    “Bir çok Mehmetçiğin, polisin ve sivil insanların yaralanmasına veya ölmesine neden olan mayınların Fiat kuruluşu tarafından PKK’ye verildiği ortaya çıktığından ve aylar geçmesine rağmen ilgili firmalarca hiç bir açıklama yapılmadığından İtalyan Fiat-Koç ortaklığındaki TOFAŞ mamüllerinin fiyat listesini yayınlamıyoruz.”

    Emperyalistlere ve onların kullandıkları maşalara, bir gazetede “Her Şey Vatan İçin” başlığıyla 28 Haziran 2005 günü yayınlanan bir gazete haberi ile yanıt veriyorum. Bu Türk toplumunun ortak yanıtıdır:

    “Kütahya’nın Tavşanlı İlçesi’ne bağlı Derbent Köyü’nün düşman işgalinden kurtuluşunun 83. yıldönümü törenlerine yaşlı köylü kadınlar da katıldı. Nineler törende, önlerine Türk bayrakları asıp, ellerinde kılıç ve kalkanlarla yürüdü. Bastonla yürüyebilen bazı nineler, ‘Her şey vatan için’ diye slogan atıp, ‘Gerekirse vatan için ölürüz’ diye konuştular.”

    ABD’nin yenilgisini Vietnam’da gördük. Vietnam’da ABD darmadağın oldu yıkıldı, defolup gitti.

    Güney Amerika’da, 2004-2005 yıllarında, hem de yapılan seçimlerde Brezilya’da, Venezüela’da, Arjantin’de ve Uruguay’da sol partiler iktidara geldi.

    Merkezi Washington’da bulunan ve ABD-Latin Amerika ilişkilerini takip eden “Yarım Küre İlişkileri Konseyi’nin yöneticisi Larry Birns, yaptığı yorumda şunları söylemişti:

    “Bush yönetiminin hedefi, bölgede Küba’yı tecrit etmekti. Ama sonunda kendisi tecrit oldu.”

  • KERKÜK-KIBRIS-KARASU ÜÇGENİNDE CAMBAZLIK

    KERKÜK-KIBRIS-KARASU ÜÇGENİNDE CAMBAZLIK

    From: Mümtaz Bayazıtoğlu [mumtazbay@superonline.com]

    KERKÜK-KIBRIS-KARASU ÜÇGENİNDE CAMBAZLIK
    Hüseyin MÜMTAZ

                    Dış politikada “eşzamanlı” olarak başdöndürücü bir hızla, başdöndürücü gelişmeler yaşanıyor.

                    Devletlerarasındaki bu can pazarında bu hıza kim ayak uyduruyor, rüzgârın önüne mi kapılıp gidiyor, yoksa rüzgârı kontrol mü ediyor, pek merak ediyorum.

                    “Eşgüdümü” kim “güdümlüyor” ?

                    “Başmüzakereci” Babacan’ın son Amerika ziyaretinde Rice’la yaptığı görüşmeyle ilgili söylentilere Dışişleri tarafından yalanlama getirildi.

                    Dışişleri bakanlığı Sözcüsü Özgüergin; “haberde ABD Dışişleri Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice ile yaptıkları görüşmede Sayın Bakanımıza atfen bazı ifadeler ileri sürülmektedir. Söz konusu haberin başlığı, haberdeki ifadeler ve ileri sürülen iddialar hiçbir şekilde gerçeği yansıtmamaktadır” denildi.

                    Öyleyse bahse konu “haberi” (Cumhuriyet. 11 Haziran 2008) irdeleyelim.

                    Haberdeki “ifadeler” iki yönlüdür; a)“Sayın Bakanımıza atfedilenler”;  b) Rice’ın cevabı.            Haberde Babacan’ın iki konuda Rice’dan yardım-aracılık istediği söylenilmektedir; 1. “Türkiye’nin AB’ye alınmayacağını biliyoruz. Ama ortaya çıkan olumsuz havanın dağıtılması ve Türkiye’de kamuoyunun tepki göstermemesi için sizin Fransa’ya baskı yapmanızı istiyoruz”; 2. “BM’nin Irak Özel Temsilcisi Stefan de Mitsura’nın hazırlayacağı öneri paketi öncesi ABD’nin, Türkiye’nin yaklaşımlarına uygun çözümler üretmesi”.

                    Dışişleri’nin açıklamasından anlaşılıyor ki, “Bakan’a atfen” bu söylenilenler “hiçbir şekilde gerçeği yansıtmamaktadır.

                    Kabul..

                    Dışişleri’nin açıklamasına inanmak durumundayız..

                    Peki ya Rice’ın cevaben söyledikleri?

                    Rice’ın halen taraflarca “yalanlanmayan” cevabının içeriğinde ne vardır?

                    Rice’ın AB konusunda ne cevap verdiği haberde yer almıyor. Ancak haberden, Kerkük konusunda şöyle söylediği anlaşılıyor:

                    “Bu konuyu bizimle değil, bölgesel Kürt yönetimi başkanı Mesud Barzani ile konuşun”.

                    Bu lâfı alın bir kenara yazın..

                    Babacan’ın Amerika gezisinden bir hafta kadar sonra Bush Avrupa’ya veda gezisine çıkıyor.

                    Bush bu arada gerçekleştirilen “Başkanlık döneminin son AB-ABD Zirvesi” için bulunduğu Slovenya’da “Türkiye’nin AB üyesi olması gerektiğine inanıyorum” dİyor.

                    Babacan “böyle bir şey istemediği halde”, bunu “kendiliğinden” söylüyor.

                    Türkiye’nin AB üyeliğine sürpriz bir destek de Hristofiyas ve Bakoyanni’den geliyor.

                    Stelyo Berberakis’in haberine göre “Rum kesiminin yeni lideri Hristofyas’la iki gün önce Kıbrıs’ta bir araya gelen Yunan Dışişleri Bakanı Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkan Sarkozy’ye çattı ve Türkiye’nin AB’ye girişine destek verdi…. Yunanistan Dışişleri Bakanı Dora Bokoyanni Rum Kesimi’nin yeni lideri Dimitris Hristofyas ile ilk resmi buluşmasını Lefkoşa’da gerçekleştirdi. Bir saatlik özel görüşmenin ardından gazetecilerle bir araya gelen Bakoyanni, Kıbrıs sorunu hakkında görüştüklerini söyledi. Ve Türkiye’nin AB üyesi olmasının kendileri için çok önemli olduğunu söyleyerek “Fransa Cumhurbaşkanı Nicholas Sarkozy ne derse desin bizim desteğimiz tam” dedi. Türkiye’de yaşanan siyasi krizi de yakından takip ettiklerini belirten Bakoyanni “Sonucu ne olursa olsun Kıbrıs sorununun çözümü için uğraşlar asla kesilmemeli” dedi. Kadın bakan bir gazetecinin garantörlük sistemi ile ilgili sorusuna “Bunlar modası geçmiş sistemler. Adil bir çözüm bulunmasıyla zaten AB ülkesi olan Kıbrıs’ın garantisi AB’nin kendisi olacaktır” demesi dikkat çekti.

                    Siz dikkatinizi her ikisinin de Türkiye’nin AB üyeliği için verdiği desteğe çevirin ama Bakoyanni’nin; “Garantörlüğün modası geçti” sözünü de bir kenara yazın..

                    Peki acaba ABD (ve Yunanistan, Rum kesimi, Ermenistan, Öcalan, Peşmergeler) Türkiye’nin AB üyeliğini neden ister?

                    Üye olunan Kulüpte, Kulübün üyelik kuralları geçerlidir. Kendi tercihlerinizden uzaklaşarak, “Yönetim Kurulu”nun dediklerini yaparsınız.

                    Bir Yönetim Kurulu vardır, bir de üyeler..

                    Yeni Dünya Düzeni “Küresel” vizyona sahiptir. Bu düzende bir “küreselleştirilenler” vardır, bir de “küreselleştirenler”..

                    Yunanistan, Ermenistan ve peşmergeler birçok kereler ancak AB üyesi bir Türkiye’den istediklerini elde edebileceklerini ifşa etmişlerdir.

                    Peki Rice’ın cevabı, Bush ve Bakoyanni’nin söyledikleri doğrultusunda şu an çekilen fotoğrafın Kerkük-Kıbrıs-Karasu’da çerçevelediği resim nedir?

                    Yukarıdaki açıklamalarla eş zamanlı olarak Peşmergeler, “Kerkük referandumundan vazgeçebileceklerini” açıklamışlardır.

                     Irak’ın kuzeyinde kurulan Kukla Devlet’in Başbakanı Neçirvan Barzani, “referandumdan vazgeçebiliriz ve Kerkük’te yönetimi paylaşabiliriz” demiştir.

                    Hayırdır? Âniden vahiy mi inmiştir?

                    Barzani bunu söylerken, “eşzamanlı” olarak Irak’ın Telafer kentinde Sünniler ve Şiiler arasındaki arabuluculuklarıyla tanınan iki Türkmen aşiret lideri ziyarette bulundukları eve yapılan silahlı saldırıda hayatlarını kaybetmişlerdir.

                    Telafer’in nüfusu 250 bindir ve tamamı Şii veya Sünni Türkmendir. Öldürülenler Ubeyd Aşireti lideri Şeyh Abdülnur Muhammed Nur El Tahhan ile Halaybeg aşireti lideri Şeyh Muhammet Faysal’dır. ITC bir açıklama yaparak Faysal’ın Telafer Ağalar Meclisi Başkanı ve Türkmen Meclisi Üyesi olduğunu belirtmiştir.

                    Yine Telafer Ağalar Meclisi üyesi Nureddin Maksud ve koruması da yaralanmışlardır.

                    Yine “eşzamanlı” olarak Rusya ve Fransa’nın ardından Almanya da Kürt Bölgesine “akredite” konsolosluk açma hazırlıklarına girmiştir.

                    Rice’ın “onlarla konuşun” dediği Barzani’nin “Referandum’dan vazgeçebiliriz” açıklamasının ardında ne yatmaktadır?

                    Bahadır Selim Dilek’in haberine göre “BM Irak Özel Temsilcisi Staffan de Mistura’nın hazırladığı ve Irak’taki -itilaflı bölgeler- üzerine çözüm önerileri getirdiği raporda öngörülen ikinci ve üçüncü aşamalar, ülkede üçüncü büyük etnik grup olan Türkmenlerin ellerindeki toprakları tartışmaya açacak. Türkiye sınırına yakın olan ve orta-güney Irak’a açılan bu toprakların Kürtlerin denetimine geçmesi durumunda, Türkiye’nin Irak içindeki stratejik derinliğini yitirmesi söz konusu olacak. Raporda öncelikli olarak ele alınan Akra, Hamdaniye, Mahmur, Mendeli’nin dışında Mitsura, BM’nin bir sonraki adımlarına ilişkin bilgileri de ortaya koydu. Raporun, -Aşama İki: BM Irak’a Yardım Misyonu (UNAMI) Çalışmaları Devam Etmekte- başlıklı bölümünde, -UNAMI, Kuzey Irak’taki Telafer, Telkeyf, Şeyhan, Sincar, Musul, Hanekin ve Diyala’daki diğer ihtilaflı bölgelerin analizini yapmaya aynı yaklaşımla devam edecektir. UNAMI bu analizlerini önümüzdeki haftalarda tamamlamayı planlamaktadır- denildi.  İkinci ve üçüncü aşamada incelenecek bölgelerin büyük bir bölümü Türkmenler ve Asuriler, Yezidiler ve Keldaniler gibi Kürtler dışındaki etnik gruplara ait bulunuyor.  Nüfusunun tamamı Türkmen olan Telafer’in ve Irak-Suriye sınırındaki Sincar bölgesinin –tartışmalı- kabul edilmesi ile birlikte bölgesel Kürt yönetimi, Irak içindeki sınırlarının genişletilmesi konusunda önemli bir mevzii de kazanmış oldu. Raporda üçüncü aşama olarak da Kerkük’ün ele alınacağı bilgisi yer aldı. Raporda, -UNAMI, Kerkük’ün idari yetki sorununun çözümü için tüm tarafların üzerinde anlaşabileceği muhtemel senaryo ve seçenekler üzerinde çalışmaya başlamıştır- görüşüne yer verildi. Raporda, -UNAMI analizi, her ihtilaflı bölge için geniş çaplı siyasi uzlaşının elde edilmesini hedef alan bir ivme yaratmayı amaçlamaktadır- denilse de, De Mitsura’nın ortaya koyduğu yaklaşım Türkmenlerin Kürtler tarafından asimile edilmesine ve haklarının önemli ölçüde erozyona uğratılmasına neden olacak”.

                    Yâni kıymetli okuyucu, Türkmen kenti Kerkük’te Kürt yerleşimini ve hakimiyetini sağlayacak referandumun iptal edilmesinin yolu, yine Türk kenti Telafer’in Kürtlere verilmesinden geçiyor..

                    Referandum da toptan iptal edilmiş olmuyor, “yönetimde nasıl olur da Türkmenlere daha az söz hakkı veririz”in araştırması, yolu yapılıyor.

                    Yâni Rice’ın “onlarla konuşun” sözünün arka planında bu yatıyor..

                    Şimdi geliyoruz, “bir kenara yazın” dediğim ikinci konuya, Bakoyanni’nin “garantörlük eskimiştir” sözüne..

                    Garantörlüğün sigortası kim? Kıbrıs’ta uluslar arası anlaşmalarla bulunan Türk askeri..

                    Bakın Talat, Bakoyanni-Hristofiyas buluşmasından sonra ne dedi?

                    VATAN soruyor, (13 Haziran 2008)

                    “Türk askeri, 1974’de müdahaleyi yaptıktan sonra geri çekilseydi, bugünkü sorunlar yine yaşanır mıydı?

                    Cevap: Bir anlaşma yaparak çekilseydi, Kıbrıs sorunu çözülmüş olurdu. Ama o imkânı bulabildiler mi, bilemiyorum. O günün koşullarında zor herhalde. Çünkü buna Rum tarafı da hazır olmalıydı. Anlaşma sonrasında, uygun bir şekilde asker çekilir, kalacak olanlar da kalırdı. Kıbrıs sorunu çözümlenirdi”.

                    Yâni “Asker çekilseydi, Kıbrıs sorunu çözülürdü”.

                    Demek ki çözüme engel, Türk askeridir.

                    İyi de, “çözüm” nedir?

                    Bakoyanni’nin, “garantörlüğün modası geçmiştir” sözünü hazmetmeye çalışırken şu haber pat diye düşüverdi ekrana..

                    “Washington yönetiminin, askerlerinin Irak yargısından muaf tutulması, Irak hava ve deniz sahasının kontrolü ve Amerikan ordusunun Irak topraklarında hareket serbestliği gibi talepleri nedeniyle SOFA görüşmelerinde çıkmaz yola girdiklerini belirten Irak Başbakanı El Maliki, anlaşacaklarını söyleyen ABD Başkanı Bush’u yalanlamış oldu”.

                    Alternatifi yine sütun aralarında buluyoruz. (Bahadır Selim Dilek’in haberi)

                    “ANKARA – Bağdat yönetiminin, Ankara ve Tahran’a -Irak’ın güvenliğini Türkiye ve İran’ın ortaklaşa garanti etmesi durumunda, Washington yönetimi ile ABD askerlerinin ülke içinde uzun dönemli varlığına olanak tanıyacak kuvvetlerin statüsü anlaşması imzalamayacakları- önerisi getirdiği ortaya çıktı. Cumhuriyet’in ulaştığı bilgilere göre, bu konuda net bir yaklaşım geliştirmeden önce ilk girişim Tahran yönetiminden geldi. Irak’ın, ABD’nin Irak hava ve kara sahasını kullanarak üçüncü ülkelere operasyon yapma hakkını da kapsayan SOFA görüşmelerini sürdürmesinden rahatsız olan Tahran yönetimi, Iraklı yetkililere İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad aracılığı ile -ABD ile anlaşma imzalamanıza gerek yok. Sizin güvenliğinizi bir sağlarız- önerisi getirdi. Ahmedinejad, İran’ın bu önerisini ilk olarak 3 Mart’ta Bağdat’a yaptığı ziyaret sırasında Iraklı yetkililere iletti. Tahran öneriyi, ikinci kez de Irak Başbakanı Nuri el Maliki’nin geçen hafta Tahran’a yaptığı ziyaret sırasında gündeme getirdi. Iraklı yetkililer, Tahran’ın bu yaklaşımına önce olumlu yanıt vermediler. Ardından da -Türkiye ile ittifak içinde böyle bir mekanizma kurulursa ABD ile SOFA’yı imzalamayız. Ancak güvenliğimizin ve stratejik çıkarlarımızın garanti altına alınması gerekir- karşı önerisini sundular. Irak’ın, -stratejik ilişki- bağlamında söz konusu öneriyi Türkiye’nin de gündemine getirdiği öğrenildi. Önerinin fikir babalığını ise Irak’ın Şii kökenli Meclis Başkanı Mahmud el Meşhedani yaparken, Iraklı yetkililerin, -Irak, zengin petrol yataklarına sahip. Irak’ın servetini ve bağımsızlığını koruyabilmesi ve düşman saldırısı karşısında ülkedeki siyasi düzeni savunabilmesi için stratejik bir şemsiyeye ihtiyacı var. İran ve Türkiye, Irak’ın güvenliği konusunda destek verirse ABD ile uzun vadeli güvenlik anlaşmasını kabul etmeyiz- görüşünü ortaya koyduğu belirtildi”.

                    Hani garantörlüğün modası geçmişti?

                    Iraklıların istediği bir tür garantörlük değil midir?

                    Ve ben Meşhedani’nin teklifinin üzerine pat diye atlanılmasa da “Irak merkezi yönetimi ile” çok iyi pazarlıklar sonucu, başkalarının pek hoşuna gitmese de İran-Türkiye-Irak denkleminin çözüleceğine ve “bölgesel” olarak her üç devletin de büyük kazanımlar elde edeceğine inanıyorum.

                    Bakoyanni’nin, “Türkiye’nin AB üyeliğini destekliyoruz” lâfının peşini bırakmayalım.

                    Ve soralım; “Neden?”

                    Türklerin böylelikle “daha iyi bir hayat ve yaşam koşulları”na sahip olacağını düşündüğünüz için mi, Türklerin iyiliği için mi istiyorsunuz gerçekten?

                    Cevabı, Bakoyanni’nin bu “iyi, dileklerinden” sadece üç gün sonra suyun öte yanındaki Gümülcine’den Gümülcine Müftüsü veriyor.

                    Unutmadan hatırlatalım; Batı Trakya Türkleri; 1981’den bu yana AB üyesi olan Yunanistan’ın en doğusunda 1981’den beri AB vatandaşı olarak yaşamışlardır.

                    Peki bu “Türkler”, 1981’den beri; Bakoyanni’nin 2008’de Türkiye için “candan” istediği, iyi niyetle istediği koşullara sahip midirler?

                    Şöyle diyor Gümülcine Müftüsü:

                    “SAKARYA -İHA- YAŞAR KEÇECİ (14 Haziran 2008 Cumartesi 16:55)

                    Yunanistan Gümülcine Müftüsü İbrahim Şerif, Yunanistan’da kendilerine Türk demelerinin yasak olduğunu belirterek, -Yunanistan, 1984’te KKTC kurulmasından sonra Türk kelimesinin düşmanlık ifade ettiğini, Yunanistan’da Türk olmadığını ve Türk isminde derneğin kurulamayacağına yönelik karar aldı- dedi.

                    Sakarya Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen Uluslararası Balkan Buluşması çerçevesinde tertip olunan ‘Balkanların Geleceği’ konulu panel, Adapazarı Kültür Merkezi’nde toplandı. Panel öncesi sinevizyonla Yunanistan’daki Müslüman Türklerin yaşadığı sorunları anlatan Gümülcine Müftüsü İbrahim Şerif, -Yunanistan’da çeşitli sorunlar yaşıyoruz. Bunlardan biri eğitim. Lozan Anlaşması’na göre Türkiye’den Batı Trakya’ya 30 öğretmen gelmesi gerekirken, İstanbul Rumlarının sayılarının azalmasından dolayı, sadece 15 öğretmen Batı Trakya’ya gelebilmektedir. Bizim ikinci sorunumuz kimliktir. Batı Trakya’da Lozan’da Türk olarak bırakılmamıza rağmen, kendimize Türk dememiz yasak. Ben 1990 yılında milletvekili adayı ‘kanınızdan canınızdan olan bizlere oylarınızı verin’ dediğim için, Türk kelimesi iki unsur arası Yunanlılar ile azınlık Türkler arasında düşmanlık doğurduğu gerekçesiyle 18 ay hapse mahkûm oldum. 3 ay hapis yattıktan sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Türkiye’nin müdahalesiyle hapisten çıktım. Yunanistan 1984’te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilân edildikten sonra, isminde Türk olan dernekleri kapattı. Türk kelimesinin düşmanlık ifade ettiğini, Yunanistan’da Türk olmadığını ve Türk isminde derneğin kurulamayacağına yönelik karar alındı- dedi.

                    Batı Trakya’da Türkler tarafından kurulan vakıflara engeller çıkartıldığını ifade eden Gümülcine Müftüsü İbrahim Şerif, -1913 yılında Yunanistan ve Osmanlı arasında imzalanan Atina Anlaşmasına göre, vakıfları bizim idare etmemiz gerekiyor. Bu anlaşma, daha sonra meclis tarafından kanun haline getirildi. Bu kanuna rağmen, vakıflarda tâyinlere karışıyorlar ve kendilerinin istediği kişileri işbaşına getiriyorlar. Türkiye’de azınlık vakıflarına birçok hak verilirken, 2008’de çıkan vakıflar yasası da eski yasa gibi vakıfları Türklerin elinden alıyor. Bundan dolayı toplanarak bu yasayı da kabul etmediğimizi ilan ettik” diye konuştu.

                    Batı Trakya’daki müftülük makamının Türkiye’dekinden farklı olduğunu ifade eden Şerif, -1913 Atina Anlaşması’na göre müftü, Türklerin kadısıdır. Türkiye’deki müftü ile Batı Trakya’daki müftülük ile Türkiye’deki müftülük makamı farklıdır. Lozan’da verilen haklara göre, bizlere aile hukuku, evlenme boşanma, miras gibi konuları İslam hukukuna göre çözüyoruz. Müftüler; vakıfların da başkanı, okulların da başkanı, halkın da lideri, onun için müftülerin ayrı bir yeri var Batı Trakya’da. 1985’te Yunanlılar, Lozan Anlaşması’na göre seçimle gelmesiyle gereken müftüleri kendileri tayin etti. 1985’ten 1990’lara kadar müftülerin seçimle gelmesi için çaba gösterdik. 1990’da Gümülcine’de Cuma günü müftülük seçimi oldu, yüzde 95’lik oyla bu görevi bana tevdî ettiler. Ben hiç kimseye beni müftü seçin demedim ama halkım bu görevi verdi. 1990 yılından beri bu görevi yapıyorum- şeklinde konuştu”.

                    AB üyeliğini desteklediği Türkiye ve Rum’un paçasına yapışmasını istedikleri Kıbrıs Türkleri için Batı Trakya Türklerine reva gördükleri hayat tarzını mı istiyor Bakoyanni?

                    Demek ki bütün mesele galiba Kerkük-Kıbrıs-Karasu (Mesta) üçgeninde “küreselleştirilen” olmayı içe sindirmemekten geçiyor.

                    “Eşzamanlı” cümle tezgâhlara karşı uyanık olurken hem de..

                    Ha, AB mi?

                    Bizi “bekleme odasında” oyalamayı bıraksın da İrlanda’nın “Lizbon Anlaşması”nı vetosuyla uğraşsın..

                    “Hayır” dan sonra Die Welt’in attığı “İrlandalılar kimsenin yararını açıklamadığı bir antlaşmayı neden onaylasınlar ki?” manşetini, AB muhibbanı bilumum dolmakalemler çerçeveletip başuçlarına asmalıdırlar.

                    Helâl olsun şu küçücük İrlanda’ya..