Etiket: PKK

Bölücü terör örgütü

  • PKK’ya uyuşturucu cezası ‘idam’

    PKK’ya uyuşturucu cezası ‘idam’

    A.A

    Terör örgütü PKK’nın uyuşturucu kaçakçılığı faliyetlerini yoğunlaştırdığı bildirildi. İran’da yakalanan 8 örgüt mensubunun idam cezasına çarptırıldığı kaydedildi.

    Güvenlik kaynaklarından alınan bilgiye göre, terör örgütüne yönelik operasyonlarını aralıksız sürdüren İran güvenlik güçleri, geçtiğimiz aylarda Sine kentinde düzenledikleri bir operasyonda, 8 teröristi 60 kilogram uyuşturucuyla yakaladı.

    Tutuklanarak İran Devrim Mahkemesi’nde yargılanan terör örgütü mensuplarından Adnan Hasanpur, Abdulvahid Hiva Botimar, Ferzad Kemanger, Enver Hüseyinpenahi, Ferhad Vekili, Eli Heyderiyan, Erselan Evliyayi, Hebibulla Letifi’nin, “terör örgütü adına uyuşturucu satmak, silahlı eylem yapmak, cinayet, silahlı gasp ve teröre başvurmak, adam kaçırmak, bölge halkını tehdit etmek ve İran’daki karşı devrimci gruplarla işbirliği yaparak, İran’ın toprak bütünlüğünü hedef alan terörist eylemlerde bulunmak” suçlamalarıyla idamla cezalandırıldıkları kaydedildi.

    Bu arada, İran’ın, terör örgütü kadrolarına yönelik “idam” cezası uygulamasının, örgüt kadrolarında büyük panik ve korkuya neden olduğu, terör örgütü yönetiminin İran’a gönderilecek kadro temininde büyük sıkıntılar yaşadığı bildirildi.

    PKK’NIN UYUŞTURUCU SABIKASI

    Terör örgütünün uyuşturucudan topladığı paralarla terör eylemlerini finanse ettiği geçtiğimiz aylarda “ABD Uyuşturucu İle Mücadele İdaresi” (DEA) tarafından yayımlanan raporla teyit edilmişti. PKK’nın asıl gelir kaynağının uyuşturucu olduğuna ve Avrupa’da eroin pazarının kontrolünü ele geçirdiğine dikkat çekilen raporda, İran, Irak ve Güney Kıbrıs üzerinden Avrupa ülkelerine ulaştırılan uyuşturucu trafiği ile ilgili olarak narkotik birimlerinin PKK’ya karşı daha somut tedbirler almaları yönünde uyarılarda bulunulmuştu.

    Avrupa Birliği (AB) Polis Teşkilatı’nın (EUROPOL) “AB Terörizm Durum ve Eğilimler 2008” başlıklı raporunda ise AB’nin terör örgütleri listesinde yer alan PKK’nın, uyuşturucu ticareti, insan kaçakçılığı, sahtecilik, haraç alma gibi organize suç faaliyetlerinden elde ettiği milyonlarca avroyu silah alımı ve terör eylemlerinin finansmanı için kullandığı belirtilerek, PKK’nın Avrupa ülkeleri için “en tehlikeli örgüt” olduğu vurgulanmıştı.

    “Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Organize Suçlarla Mücadele Bürosu” (UNODC) tarafından yayınlanan raporda da Afganistan’dan getirilen eroinin, terör örgütü PKK tarafından İran, Irak, Güney Kıbrıs, Yunanistan, İtalya ve Romanya üzerinden Avrupa ülkelerine taşınan uyuşturucunun örgüte önemli miktarda finansman sağlandığı belirtilerek, terörizm ve uyuşturucuyla mücadele konusunda uluslararası işbirliğinin önemine dikkat çekilmişti.

    Source: www.hurriyet.com.tr, 20 Ağustos 2008

  • TSK: PKK mağarasını vurduk

    TSK: PKK mağarasını vurduk

     
    BBC – 17 Ağustos, 2008 – TSİ 16:19
     
    Genelkurmay Başkanlığı, Irak’ın kuzeyinde Avaşin-Basyan bölgesinde tespit edilen bir mağaranın vurulduğunu bildirdi.

    Uçakların emniyetle üslerine döndükleri belirtildi

    Mağarada, Türkiye’ye karşı eylem hazırlığında oldukları belirtilen kalabalık bir grup PKK/KONGRA-GEL mensubunun barındığı ifade edildi.

    Genelkurmay Başkanlığı’nın internet sitesinde yer alan konuya ilişkin bilgi notunda, mağaranın dün gece Türk Hava Kuvvetleri Komutanlığına ait uçaklar tarafından tam isabetle vurulduğu belirtildi.

    Bilgi notunda uçakların görevi başarıyla tamamlamalarının ardından emniyetle üslerine döndükleri de belirtildi.

    Genelkurmay Başkanlığı, Temmuz ayında da Kandil bölgesinde PKK’nın barınak olarak kullandığı büyük çaplı bir mağaraya hava saldırısı düzenlemişti.

    Operasyon sırasında “mağara yakınlarında 30 ila 40 kişilik PKK üyesi olduğu belirtilen bir grubun etkisiz hale getirildiği” açıklanmıştı.

    Hava saldırısı Temmuz ayında İstanbul’da düzenlenen ve 17 kişinin hayatını kaybettiği bombalı saldırıları takip etmişti.

    Bu saldırının ardında PKK’nın olabileceği yolunda haberler basında yer almıştı.

    Genelkurmay Başkanlığı, bir süredir Kuzey Irak’taki çeşitli hedeflere yönelik operasyonlarını yoğunlaştırmıştı.

    Türk ordusu bu yıl Kuzey Irak’taki PKK hedeflerine yönelik çeşitli hava saldırıları düzenlemiş, geçen Şubat ayında da karadan sekiz günlük bir operasyon gerçekleştirilmişti.

  • Gürcistan’ın Gül Devrimi ile Kıbrıs’taki Yeşil Devrim’in Bağlantısı

    Gürcistan’ın Gül Devrimi ile Kıbrıs’taki Yeşil Devrim’in Bağlantısı

     

    Emete GÖZÜGÜZELLİ CİVAN

    ayse@aysekocaturk.com

    Gürcistan’da 2004 yılında Miheil Saakaşvili Gül Devrimi ile iktidara gelmesi 2003 yılında ve onun öncesinde örgütlendirilen sivil toplum hareketlerinin etkin faaliyetleri neticesinde gerçekleşti. Saakaşvili Amerika’nın desteği ile iktidara getirildi. Medya ve sivil Toplum örgütlerinin sokak eylemleri sonucunda önceki Cumhurbaşkanı olan  Eduard Şawardnadze’nin görevinden ayrılmak zorunda kalması ile sonuçlandı. Bu sivil devrime Gül Devrimi dendi. Gürcistan’da cereyan eden bu olaylar yaşandığı sırada eş zamanlı denilecek kadar örtüşen bir zamanda Kıbrıs’ta da Yeşil Devrim düzenlendi ve tıpkı Gürcistan’da olduğu gibi KKTC’de de batı yanlısı ve Amerikan çıkarları ile örtüşen siyaset izleyen kişiler iktidara getirildiler.

    Bu konunun detaylarını irdemelemeden önce bugünkü durumu tekrar ele almak gerekir. Geldiğimiz süreçte, Kıbrıs Türkü tedirgin bir bekleyiş içinde olduğu görülüyor… Bu tedirginliği ise esasen Talat ve Hristofyas arasında varılan tek egemenlik ve vatandaşlık konusuna dayanıyor. Rumlar ise tek egemenlik ve vatandaşlık konusunda varılan anlaşmadan hayli memnunlar. Yaptıkları basın açıklamalarında bu memnuniyetlerini devamla dile getirerek “Tek egemenlik ve vatandaşlık” temelinden asla geri adım atmayacaklarını dile getiriyorlar. Aslında KKTC’de iktidara getirilen Yeşil Devrimin temsilcileri imza koydukları metinlerin yarattığı aleyhteki sonuçların farkında bile değiller. Zira kendilerine batılı unsurlar tarafından çizilen pembe tablo oldukça farklı.

    Netice itibarıyle, taraflar arasında varılan anlaşmalardan oldukça memnuniyet duyan Rum yönetimi elde ettiği kazanımlardan o kadar memnun ki bugüne kadar imzalanan anlaşmalardan geri adım atılmayacağını devamla duyurma ihtiyacı hissediyor. Bu noktada ise akla gelen konu şudur ki, bugüne kadar en sarih haklarımızı dahi bize vermekten sakınan Rumlar acaba neden bugün bu gidişattan ve varılan mutabakatlardan memnuniyetlerini dile getiriyorlar?  Merak konusudur.

    Ülkede bu kritik süreç devam ederken, var olan hatalı anlaşmaları(tek egemenlik gibi) görmezden gelerek etrafa sahte umutlar salmaya devam eden bir yönetimin halen hiçbirşey olmamış gibi 2009’da Rumlarla çözüm olacağı umudunu taşıyarak halka sahte mesajlar vermeye devam etmesi iki farklı kutubun sahip olduğu uç noktaları da gözler önüne seriyor. Bugün gelinen süreçte Kırbıs Türkü iktidar ve CB’nın görüşmeler sürecinde izlediği tutumdan oldukça rahatsız. Dolayısıyla da halk, kendi görüşünün görüşmeler sürecine yansıtılmadığının farkına varmış durumda. 

    Bu duruma ilaveten, yeşil devrimin seçilmişlerinin sözde Kıbrıs Türk egemenliğinin devam edeceği şeklindeki sahte ve yanlış  telkinleri aralıksız sürdürmeye devam etmeleri esasen işin ciddiyetini de gözler önüne seriyor. Aslında, bu çizgide olanların  öne sundukları savlarında “Biz yıllarca bu Kıbrıs sorununu yaşadık, artık kendi çocuklarımız bir 50 yıl daha bu sorunla boğuşmasınlar biz bu işi bitirelim” düşüncesinin hakim olduğu görülüyor. Bu düşünce sonucunda Kıbrıs Türkünü nasıl bir idam sehpasına oturttuklarının farkında bile değiller. Neymiş efendim ; iki kesimli, siyasi eşitliği olan federal bir Kıbrıs oluşturmanın zamanı artık gelmiş(!).

    Halbuki “Çözüm adil olmalı” görüşü birçok yetkilinin dilinde olsa da işin adil tarafı kalmamış durumda. Bu bağlamda Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Ağustos ayının başında yaptığı bir açıklamada “Çözüm için iki kesimlilik, siyasi eşitlik ve garantörlük şart” açıklaması dahi Kıbrıs Türkünün içini rahatlatmış değil. Peki neden? Bir kere AKP’nin iktidara geldiği günden bu yana Kıbrıs politikası devamla değişikliğe uğraması ve değişken olması ana sıkıntılardan biri. Bugün ise gelinen süreçte artık Kıbrıs Türkü kendi egemenliğinin tanınmasını ve birleşik Kıbrıs yaratılması  konusunda yaşadığı isteksizliği açığa çıkarmış bir ortamdayız. Bu en son KADEM anket sonuçlarında da iyice açığa çıktı. Bu gerçekler göz ardı edilerek iktidardaki kişilerin ille de birleşik Kıbrıs diyerek Kıbrıs Türkünün gerçek arzusunun görmezden gelmeleri  hayli düşündürücüdür.

    Gürcistan’ın Gül Devrimi ile Kıbrıs’taki Yeşil Devrim’in Bağlantısı(II)

     

    Şimdi gelinen süreçte konuyu daha geniş perspektiften ele alarak incelemeye çalışalım. Daha önceki yazılarımda sıklıkla ifade ettiğim Türk halkının gerek Kıbrıs’ta gerekse Türkiye’de bir psikolojik harp kıskacında olduğu bilinen bir gerçek. Medyanın rolü şüphesizki bu savaştaki en büyük etken ve pek tabii ki silah olarak yer almakta. Hatırlanacağı üzere Annan planı sürecinde Kıbrıs Türklerine “evet” çağrısında bulunan Akp yönetimi adadaki Türkiye’den gelen pek çok soydaşımızı etkileyerek “Anavatan evet denmesini istiyor, o halde biz de evet diyeceğiz” psikolojisine girerek, Plana hayır diyen cephenin elinin zayıflamasına imkan kılmıştı. Şüphesiz ki Kıbrıs Türklerinin plana evet demesi için gerek Amerika gerekse diğer dış unsurların da yoğun çabaları vardı. Sonuçta 24 Nisan 2004’te yapılan eş zamanlı referandumda Kıbrıs Türkleri %65 oranında bir evet ile adada birleşik Kıbrıs’a onay verdiklerini gösterdiler. Bu oranın şekillenmesinde adada 1974 sonrası bulunan Türk soydaşlarımız da çok büyük etken oldular. NTV’nin o dönemde yaptığı açıklamada ise adaya 1974 sonrası gelen soydaşlarımızın %95’inin plana “evet” dediğini belirtmekteydi. Buraya kadar herşey normaldi. Kıbrıs Türkü bugüne kadar Anavatan’daki Türk hükümetinin Kıbrıs konusundaki siyasi veçhesi ne ise o şekilde duruş sergilemiş ve siyaset oluşturmuştur.

    Ancak Annan planına evet Kıbrıs Türküne bir sonuç getiremedi. Bilakis birçok alanda zemin kaybetmesine imkan kıldı. Ne Türkiye’deki AKP hükümetinin “çözüm sağlanmazsa, KKTC’nin tanınması için mücadele vereceğiz” sözleri ne de “AB Komisyonu’nun izolasyonların kaldırılması yönünde aldığı kararı” yerine getirilmedi. Hatta BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın Güvenlik konseyi’ne sunduğu raporu ki burada Kıbrıs Türkleri üzerinden izolasyonların kaldırılması çağrısı da vardı Rusya vetosu ile bu rapor da kabul edilmedi.

    Annan planı ardından Kıbrıs Türkleri hep uyalama taktiği ile sırtı sıvazlandı. Dünya konjektüründe ise birtakım olaylar gerçekleşmeye başlamıştı. Kosova’nın bağımsızlığını ilan etmesi ve bunu dünya devletlerinin Rusya itirazlarına rağmen tanıma yoluna gitmesi adada birtakım kesimlerin artık KKTC’nin tanınmasına doğru gidileceği umudunun da doğmasına imkan kıldı. Bu umut çok sürmedi. Ne KKTC CB Mehmet Ali Talat ne de Türk hükümeti bu yönde siyasi amaçları olmadığını batılı ittifaklarına yüksek sesle söyleyerek içlerinin rahatlamasına imkan kıldılar. Ancak ne olduysa oldu ve bu süreçte Rusya’nın ani çıkışı gündeme oturdu. Rusya federasyonu başkanı Putin Kosova bağımsızlığı konusunda görüş beyan edenlere cevaben Kuzey Kıbrıs’ın tanınması teklifini yaptı. Putin’in bu sözü pek gündeme getirilmedi ve sürçü lisan etmiş gibi gösterilerek süreç birleşik Kıbrıs yaratılması yönünde yeni atılımlar ile sonuçlandı.

    Talat Papadopulos arasında imzalanan 8 Temmuz 2006 anlaşması 5 maddeye dayanıyordu. Bu koşullar Annan planının artık ortadan kalktığını ve oluşacak çözümün federal zeminde iki toplumlu iki bölgeli siyasi eşitliğe dayalı bir anlaşma olacağı belirtilmekteydi.. Ancak bu üst söylemlerin altı doldurulmamıştı. Nasıl bir federal çözüm? Eyalet sistemi temelindemi  yoksa egemen devletler seviyesinde mi bir çözüm olacaktı?

    Özellikle de devamla dile getirilen siyasi eşitlik temelindeki çözümün taraflar arasında kabul edileceği söylemi iktidardakilerin ruhunu okşadı. Federal bir çözümün modellerinin dünyadaki örnekleri bile dikkate alınmadan üstünkörü bir şekilde anlaşmalar sağlandı. 2008’de Rum başkanlığına Dimitris Hristofyas gelince birleşme yanlısı mücadele verenlerin yüreklerine su serpildi. Zira iktidarda olan CTP partisi ile AKEL yani Hristofyasın partisi arasında olan kardeşlik bağı yıllar öncesine dayanıyordu. Her ikisi de ortak vatan yaratma hayalinde mücadele veriyorlardı. Hristofyas iktidara geldikten sonra Talat ile yapılan mutabakatlarda 21 Mart 2008 süreci dahil olmak üzere, 23 Mayıs, 1 Temmuz, 25 Temmuz görüşmelerinde anlaşmaya varılan ortak metinlerde “sovereignty” yani egemenlik tanımlaması yapılmazken yeni bir çözüm modeli yaratıldığı görüldü. Buna tek egemenlik ve vatandaşlık dendi. İki egemen halkın yaşadığı adada tek egemenlik ve vatandaşlık nasıl olabilirdi? İşte bu noktada bir eyalet modeli yaratıldı. Bu modelde Kuzey’de kendi idaresini belirli konularda yapacak olan Kıbrıs Türkleri ayrı egemen varlık olmayacaklardı. Rumlara seçme seçilme hakkı verilirken Türklere de bu hak verilecekti. Nitekim, Kıbrıs Türkleri zoraki ve yalanlarla donatılmış bir  birleşme modeline hazırlanmak istendiği ortaya çıktı.

    Tek egemenlik ve vatandaşlık hassas konulardan biriydi ve rumların yıllardan beri savundukları tezlerinin bir sonucuydu. 1 Temmuz’da bunu Talat kabul etti. Daha önceki mutabakatlarda da buna yer veren açıklamalar yapıldı. Şimdi 3 Eylül’de iki lider arasında görüşmeler yeniden başlayacak ve işin sonunda yani 2009’da anlaşmaya gidilmesi hedeflenecek. Peki 2009’a kadar uzlaşı sağlanabilirmi ?

    Bunun için dünyadaki son gelişmelere bakmakta fayda vardır. Bilindiği üzere Kosova’nın bağımsızlığının ardından gerek bölgede gerekse özerk statüde olarak bağımsızlık etmek isteyen bölgelerde bir kıvılcım başlattı. Bugün Gürcistan’da yaşanan savaş Güney Osetya ve Abhazya’nın bağımsızlık talepleri aslında yeni değil. 1989 yılından  beri konu sürmekte. Güney Osetya’nın bağımsızlık talebi Kosova’dan sonra Kafkaslar’da suların durulmayacağının da göstergesi. Bağımsızlık ve etniik milliyetçiliğin gerek Kafkaslar’da gerekse diğer kritik bölgelerde artmaya doğru gideceği görülüyor. Bu ortamda iki farklı halkın yaşadığı Kbrıs’ta zoraki bir evlilik neden planlandığını iyi analiz etmek lazmdır. Kıbrıs bir kere stratejik açıdan oldukça önemli bir bölgede yer alıyor. Sahip olduğu jeo-ekonomik,jeo-politik, jeo-stratejik konumu itibariyle adaya sahip olan gücün bölgenin egemen gücü olduğunun da göstergesi. Zira tarih bize bunun böyle olduğunu hep bariz bir şekilde ortay koymuştur. Kıbrıs’a sahip olan Anadolu’ya da sahip olacağı gerçeği dikkate alındığında neden bugün batı dünyasının ille de birleşik Kırbıs diyerek Türkiye ve Türk askerini adadan çıkarmak için çaba sarf ettiğini açıkça ortaya koyabiliyor. Hedef Mustafa Kemal Atatürk’ün Lozan başarısı ile kurduğu bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’ni Sevr dönemindeki haritaya kavuşturmaktır. Bunun için de son kale konumundaki Kıbrıs adasındaki KKTC’nin ortadan kaldırılması yani Kıbrıs Türk egemenliğinin son bularak adanın birleştirilmesi ile mümkün olduğunun tespiti yapılmıştır. 

     

    Gürcistan’ın Gül Devrimi ile Kıbrıs’taki Yeşil Devrim’in Bağlantısı(III)

     

    Hatırlanacağı üzere, Amerika’nın desteği ile 2003 yılında Gürcistan’daki Sivil Toplum Örgütleri Gül Devrimini başlatarak Cumhurbaşkanı Eduard Şewardnadze’nin istifa etmesi sağladı ve 2004’te yapılan seçimlerde ezici çoğunlukla Mihail Saakaşvili’nin Cumhurbaşkanı yapıldı. Saakaşvili ile Gürcistan’ın, Rus ekseninden ayrılarak tamamen batı eksenine yönelmesi ise esasen bugünkü krizin bir boyutunu oluşturur. Öte yandan yaşanan krizin diğer önemli bir boyutu da bölgedeki doğal gaz ve petrol kaynaklarının Batıya köprü rolü üstlenen Gürcistan’ın üzerinden Batıya aktarılmasının hedeflenmesi ve bu konuda Rusya’nın büyük tepkisini alması. Kıbrıs ve Gürcistan’ın batı dünyasının elinde tutmak istediği bölgelerden biri. Her iki yer de stratejik ve jeoekonomik değere sahip. Her ikisi de batıya enerji kaynaklarının nakli konusunda seçilen güzergahlardan biri. Her ikisi de düşman olarak algıladıkları unsurların önünde kale olarak belirleyebilecekleri mekanlardan biri. 

    Mesela Rusya bugün, Kafkaslar, Orta Asya, Avrupa’da Amerika ile hakimiyet kurma yarışına girdi. Amerika’nın kendi nüfuz bölgesi yaratmak için Ukranya’da Turuncu Devrim, Kırgızistan’da Lale Devrimi, Gürcistan’da Gül Devrimi, Kıbrıs’ta Yeşil Devrimleri ile kendi ulusal çıkarlarını koruyacak kişilerin iktidara getirilmesine sivil toplum örgütleri kanadı ile öncülük etti. Yani Amerika psikolojik savaşını yalnız Kıbrıs’ta değil, Kafkaslarda da gerçekleştirdi. Örneğin Gürcistan’da Saakaşvili’nin gelmesi ile, Gürcistan AB’ne girmek için kollarını sıvadı. Bağrında taşıdığı Güney Osteya ve Abhazya özerk bölgelerinin kendi içinde eritme metodunu uygulamak istedi.

    İşte bu noktada Kıbrıs konusu ile bu gelişen olayların ne derece bağlantılı olduğunu belirtmekte fayda vardır. Amerika Kosova’nın bağımsızlığını destekledi, Rusya buna karşı çıktı. Kosovanın bağımsızlığı domino taş etkisini uyandırdı. Kafkaslar karşmaya başladı. Gürcistan’daki Güney Osetya da bağımsızlığını ilan etti. Ortalık karıştı. KKTC’de gerçekleştirilen Yeşil Devrim sonrasında iktidara getirilen yönetim de Gürcistan lideri gibi gözünü batıya çevirdi. Amerika ile sıkı ilişki içine girildi. Birleşik Kıbrıs için çalışmalar hızla artırıldı. Amerika’nın verdiği milyondolarlarca fonlar ile ülkedeki sivil toplum örgütleri desteklenerek birleşik Kıbrıs siyaseti desteklenmek istendi.

    Nitekim bu operasyon sonucu Annan planına Kıbrıs Türklerinin evet demesi sağlandı. Ancak bu adanın birleştirilmesi için yetmedi. Zaten Amerika da Rumların plana hayır diyeceğini çok iyi biliyordu. Ama buna rağmen hep KKTC’de Kıbrıs Türkleri üzerinde yoğun bir psikolojik harp gerçekleştirildi. 24 Nisan 2004 referandumunda bir sonuç alınamasa da bu Rumların tüm ada adına tek başlarına AB toprağı olmalarına sebep oldu. Kıbrıs Türklerine hiçbir hak ve söz verilmedi. Şimdi yeni bir süreçteyiz. Hedef birleşik Kıbrıs’ın bu kez yaratılması. Zira Kıbrıs petrol kaynakları açısından oldukça zengin bir ada. Var olan sorun nedeni ile Rumlar henüz petrol arama işine başlayamadılar. Kıbrıs’ın birleştirilerek Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattından alınacak enerjinin ve adadan çıkarılacak enerji kaynaklarının (petrolün) Yunanistan üzerinden Avrupa’ya taşınması hedef. Bunun için Türkiye’nin bölgedeki etkinliği istenmiyor. O nedenle garantiler sistemi üzerinde düzenlemelere gidilecek. Türkiye’nin NATO üyesi olması bahane edilerek, Türkiye’ye NATO şapkası ile adada bulunabileceği mesajı verilecek. Bu kez adanın garantörü NATO Barış Gücü adı altında sağlanmak istenecek. Muhalefet edenlere de Türkiye Nato üyesi dolayısıyle burada adanın güvenliği sağlanabilir denilecek. Bu yolla da “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin NATO üyesi olmasının Türkiye tarafından önü açılsın baskısı gelecek.

    Özellikle de Gürcistan’ın NATO desteği ile Güney Osetya’ya ordularını sürdüğünü iddia eden Rusya’nın NATO temsilcisi Dimitry Ragozin’in açıklamları dikkate aldındığnda, NATO’nun ilerleyen süreçte şayet GKRY’nin de yeni bir olası anlaşma ile NATO’ya alınmasına imkan kılınırsa, Kıbrıs Türkleri daha zorlu bir sürece gireceğini gösteriyor.  

    Bu süreç Kıbrıs’ta birleşik Kıbrıs yaratılması için başlatılacak olan yoğun propaganda sürecinde ele alınabilecek konulardan biri olmakla birlikte, “Adada Kıbrıs Türk egemenliğinin devam edeceği” gibi söylemler ile süslenmek istenecek. Adada birleşik Kıbrıs oluşturulması ile KKTC Devleti ve Kıbrıs Türk egemenliği ortadan kalkması, ayni zamanda Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki egemenliğinin de son bulması anlamına gelir. Bunu büyük bir şiddetle arzulayan batı dünyası,birleşik Kıbrıs ardından Türkiye’yi kıskaca alınıp, Kosova ile başlayan bağımsızlık hareketlerinin, Kafkaslarda devam etmesi ve Türkiye’ye sıçratılması ile sonuçlandırılacaktır. Türkiye’de ayrılıkçı zihniyette olan PKK terör örgütünün eylemlerini daha da artırması, batının da AB yolunda baskısının sağlanarak PKK’lılar ile masaya oturulması istenebilecek veya PKK’lıların istedikleri bölgelerde özerk bir statüye kavuşturulması istenebilecektir…

    Oyunun büyüklüğünü sadece gürcistan veya Kıbrıs’taki sürece bakarak değerlendirmek büyük hata olur. Dünyada yeni haritalar yaratılması için başta Amerika ve batı dünyasının yeni bir mücadelesi baş göstermiş durumda. Ortadoğu, Kafkaslar, Orta Asya, Balkanların yeniden şekilleneceği bir sürece doğru gidiyoruz. Özellikle de İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’ın en son yaptığı Türkiye ziyaretinde ankara değil İstanbul’a gitmeyi tercih etmesi ve sırf Atatürk’ün kabirini ziyaret etmemek için programı istanbula çekerek resmi ziyaret sınıfından bunu çıkarması ve buna da “önemsiz bir konu, görüşmenin özüne bakmak lazım” şeklinde hükümet kanadının cevap vermesi Türkiye’de “kırmızı çizgilerin ve ulusal değerlerin”değişmeye doğru gittiğini gösteren en önemli göstergelerden biri olmuştur.

      Bu gelişmeler ışığında batı dünyasının PKK terör örgütünü desteklediği, Kıbrıs’taki Türk egemenliğine tahammül edemedikleri, Lozan’da kabul gören Türkiye Cumhuriyeti sınırları, kuruluş ilkeleri, çizgisine tahammül edemedikleri gerçeğini her Türkün iyi kavrayarak bugün tüm dünya Türklüğünün maruz kaldığı baskılar karşısında bir onur meselesi olan egemenliğinin daim etmesi için gösterdiği dirençe sahip çıkılmalı ve adanın Rum ve batı esaretine sokulmaması için çaba sarf edilmelidir. Yoksa tarih kendini yeni acılara yenileyebilecektir…

    www.aysekocaturk..com

     

    14 Ağu. 08

    12:19

  • DTP’li Ayna’dan ağır PKK tahriği

    DTP’li Ayna’dan ağır PKK tahriği

     

     

    13/08/2008

    DTP’li Emine Ayna’nın sözleri herkesi şoke etti. PKK’nın ilk silahlı eylemini gerçekleştirdiği günü kutlayan DTP’li Emine Ayna’dan şok sözler…

    Samanyoluhaber’in haberine göre, DTP Lice İlçe Örgütü’nün düzenlediği “Halkla dayanışma” etkinliği PKK’nın gövde gösterisine dönüştürülmek istendi. Bölücü terör örgütü PKK’nın ilk silahlı eylemini gerçekleştirdiği tarih olan 15 Ağustos’un kutlandığı etkinlikte DTP Eşbaşkanı Emine Ayna ilginç sözler sarf etti.

    ANF’nin haberine göre, DTP Lice İlçe Örgütü’nün düzenlediği etkinliğe, DTP Eşbaşkanı Emine Ayna, DTP milletvekili Gülten Kışanak, DTP Diyarbakır İl Başkanı Necdet Atalay, Lice Belediye Başkanı Şeyhmus Bayhan, Lice Belediyesi eski Başkanı Zeynel Bağır ve DTP İlçe Başkanı Niyazi Erdoğan katıldı.

    “Yaşasın 15 Ağustos”, “PKK halktır halk burada” sloganları ile başlayan toplantının açılış konuşmasını yapan DTP Lice İlçe Başkanı Niyazi Erdoğan, katılımcıların ’15 Ağustos’unu kutladı ve hain saldırı ile saldırıyı düzenleyeneleri övdü. “Kürt özgürlük harekatı kendisine dayatılan inkar ve imhaya karşı kurşun sıkarak var oluşunu gün yüzüne çıkarttı. 15 Ağustos yaratıcılarını şahsınızda selamlıyorum.” diye konuşan Erdoğan terör saldırısına ‘demokrasi macadelesi’ diye tanımladı.

    Erdoğan’ın ardından söz alan Emine Ayna ise 15 Ağustos 1984’te Eruh ve Şemdinli’de gerçekleştirilen hain eylemleri överek, “15 Ağustos Zafer Bayramı’nız kutlu olsun.” dedi! Ayna’nın konuşması sırasında katılımcıların sık sık “Yaşasın 15 Ağustos”, “Gerilla vuruyor Kürdistan’ı kuruyor” şeklinde sloganlar atması dikkat çekti. DTP Eşbaşkanı Ayna ayrıca terör sorununun bitmesi için bölücü örgüt PKK’nın muhatap alınmasını istedi.

  • Suçlu kim ise ayağa kalksın

    Suçlu kim ise ayağa kalksın

    Yalçın BAYER

    ybayer@hurriyet.com.tr

    ERZİNCAN civarında uzaktan kumanda ile askeri konvoya mayın saldırısı yapıldı ve biri Kurmay Yarbay olmak üzere 9 vatan evladı şehit edildi.

    Türkiye Cumhuriyeti Devleti, vatani görevini yapan evlatlarını ve bir kurmay subayını toplu halde sıradan bir mayın düzeneğine kurban veriyor.

    Rusya ile Gürcistan arasında sıcak savaş halinde çarpışmalar sürüyor ve neredeyse Elazığ karayolundaki asker kayıplarımız kadar asker kaybetmiyorlar.

    Kendi sınırları içinde subaylarını, askerlerini mayın tuzaklarından koruyamayan bir devlet olduk.

    Gelinen nokta artık tevil kabul etmez.

    Başbakan ile Genelkurmay Başkanı birbirlerini ağırlayıp uğurlarken, rütbeli ve rütbesiz evlatlarımız kimsesiz ve sahipsiz olarak, asker gibi dövüşemeden, kalleş tuzaklarda katlediliyor. Yapılan askeri törenler, klişe lanetleme beyanları bu ayıbı artık örtmeye yetmiyor.

    Ortada açık bir görev ihmali, hizmet kusuru var ve sorgulanmak durumunda; askeri otoritenin payı nedir, sivil iktidarın payı nedir?

    Genelkurmay Başkanı, Milli Savunma Bakanı ve tümünün icraatlarından Anayasa gereği sorumlu olan Başbakan ’görev ihmali-hizmet kusuru’ sonucu katledilen şehitlerin hesabını vermek zorundadırlar.

    Ve Türkiye’de her vicdan sahibi yetkili, üniformaların üzerindeki kanlar henüz kurumadan bu sorumluluğun gereğini yerine getirmek için adım atmalıdır.

    Genelkurmay Askeri Savcılığı, asker evlatlarımızın katledilmesindeki görev ihmalini acilen tahkik etmek konusundaki gerekli işlemlere girişmeli ve emir komuta zinciri dışında resen talimat istemelidir. S.Ö.

  • Erzincan’da hain saldırı: 9 şehit

    Erzincan’da hain saldırı: 9 şehit

    11 Ağustos 2008
     
    ERZİNCAN(DHA)
     

    Erzincan’da sabah saatlerinde askeri araca yapilan mayinli saldiri sonucu 9 asker şehit oldu.

    Teröristlerin yola yerleştirdikleri mayını, bu sabah askeri araç geçerken uzaktan kumandayla patlatması sonucu 1’i subay 9 asker şehit oldu, 2 asker de yaralandı.

    Şehit askerler arasında bir yüzbaşının da bulunduğu öğrenildi.

    Askeri timin Kemah İlçe Jandarma Komutanlığı’na bağlı olduğu belirtildi.

    Erzincan Valisi Ali Güngör, terör örgütünün saldırısını doğruladı. Bölgede operasyonlar sürüyor.

  • HALACOGLU ILE SOYLESI: Yurtdışında Ermeni içeride liberal mutlu

    HALACOGLU ILE SOYLESI: Yurtdışında Ermeni içeride liberal mutlu

    Akşam
     8.8.2008

    Görevden alındığını AKŞAM muhabirinden öğrenen Türk Tarih Kurumu Başkanı Yusuf Halaçoğlu,`Bu operasyonu yapanlar ileride ortaya çıkar. Hükümetin bir tek yetkilisini beni aramadı` dedi

    Türk Tarih Kurumu Başkanı olarak 15 yıl hizmet verdikten sonra resmi yetkililer tarafından bilgilendirilmeden görevden alınan Yusuf Halacoğlu, `operasyon` olarak nitelediği süreci ve yaşadıklarını şöyle anlattı:

    İlk sivil gün nasıl geçti?

    Sırtımdan ağır bir yük kalktı. Yanlış anlaşılmasın, tarihi araştırmaları asla böyle görmüyorum. Ama TTK`nın sorumluluğu çok farklı. Orada söyleyeceğiniz her kelime sorumluluk gerektiriyor. Her gün 200 imzadan kurtuldum. Aşiretler kitabıyla ilgili çalışmalarımı hızlandırdım. Bu ayın sonunda bitiyor. Yaklaşık 42 bin aşireti gösteriyor.

    Herkes kökenini rahatlıkla bulabilecek mi?

    İndeks olacak. Aşiretinizi veya lakabını biliyorsanız bulabilirsiniz.

    Kürtleri kızdıracak mısınız?

    Kürt aşiretlerinin isimleri de var. Ben kafamdan uydurmuyorum. Osmanlı`nın tapu tahrir belgelerindeki bilimsel sonuçları yazıyorum. Anadolu`nun yerleşim tarihiyle ilgili çok önemli bir veri tabanı ortaya koyacağız. Kaynaklarımızı dünya kabul ediyor. 1453-1700 arasındaki süreci inceliyor.

    GİZLİ GÖRÜŞMELERİ BİLİYORDUM

    Ermenistan`la yakınlaşma Halaçoğlu`nu görevden etti` iddiaları doğru mu sizce?

    Fazla etkisi olduğunu düşünmüyorum. Bu gizli görüşmelerden zaten haberim vardı. Herkes biliyor ki, Ermenistan`la diyaloğu en çok isteyen insan benim. 2005 yılında ilk teşebbüsü ben yaptım. Görevden alınmam farklı bir operasyon.

    Arkasında kim var?

    Daha sonra belli olur bu operasyonları kimin yaptığını. Daha sonra açıklığa kavuşur. Kim olduğunu tahmin ediyorum ama şimdi olmaz. Görevden alındığımı da sizden öğrendim zaten. Kimse beni aramadı haber vermedi. Vicdanım çok rahat. Kalsaydım belki devletin hoşuna gitmeyecek planlamalarım vardı. Kafkas, İran. Ortadoğu gibi masaların kurulmasını istiyordum. Kimseyi kızdırdığımı zannetmiyorum. Bugün hükümet budur, yarın diğeri olur. Türkiye`yi yöneten kimse ben bilgileri ona sunarım. İlk defa Bakanlar Kurulu`nda brifing verdiğimde Ermenistan sınırının açılması gündemdeydi. Sayın Başbakan`a, `Ben bilim adamıyım, görevimi yapıyorum. Ermenistan`la sınırın açılması şu an için mümkün değil.

    Bizi soykırımla yani en adi suçla suçlayan Ermenistan`dır. İyi niyetle, jestle devlet yönetilmez` dedim. O da bunu teşekkürle karşıladı ve her zaman destek verdi. Kendisine görevden alırsanız itirazım olmaz da dedim.

    Sevinenler oldu mu?

    Londra`dan aradılar. Ermeniler lokal kiralamış ve cumartesi günü eğlence tertip etmişler. Çok mutlular. Türkiye`deki liberal kesim memnuniyetini belirtiyor.

    Spor gibi etkinliklerin Ermenistan`la ilişkilerimizde yumuşamaya neden olacağına inanıyorum. Cumhurbaşkanı Gül`ün Dünya Kupası Elemeleri`nde yapılacak Türkiye-Ermenistan maçına gitmesi taviz değildir. İnsanlar birbirini tanımalı. Ermenistan`da Diaspora`nın etkisiyle büyüyen yeni nesil -teşbihte hata olmaz-Türkleri boynuzlu, kulaklı zannediyor. İşte bu yüzden diyalog gerekir.

    `Dönme olmak ayıp mı?`

    `Alevileri kötülemedim. Ermeniliği aşağılamıyorum. Yüzde 99`u Türkmen olan Alevileri Anadolu islamının temeli olarak görüyorum. Ermeni, Rum, Türk olmak bir şey ifade etmez. Çünkü yaratanın yarattığı insanlarız. 1.5 milyon Ermeni`yi sordular ben de sayılarıyla verdim. Dönme ayıp olan bir şey mi? Sokullu Mehmet Paşa`yı göklere çıkarırken Müslüman olan Ermenileri kötüleyebilir miyiz? İsim bile vermedim. Bunu benden sonra bir takım yerler araştırıp bulacaktır. Ben sadece listenin Amerikan arşivlerinde olduğunu söylemekle yetindim.`

    Deniz GÜÇER/ANKARA

    2008-08-08 Akşam

  • PKK’ya İran’dan ağır darbe

    PKK’ya İran’dan ağır darbe

    Türk Silahlı Kuvvetleri’nin operasyonlarında büyük darbe yiyen terör örgütü, İran güvenlik güçlerinin gerçekleştirdiği operasyonlarda da ağır kayıplar veriyor.

    İran güvenlik güçlerinin düzenlediği operasyonlarda örgütün yöneticilerinden iki kişinin de aralarında bulunduğu 11 kişi ölü ele geçirilirken, 17 terörist de silahlarıyla birlikte sağ yakalandı.

     İran güvenlik güçleri, Salmas, Merivan, Hoy-Kotur bölgelerinde terör örgütü PKK/PJAK’a yönelik koordineli bir operasyon gerçekleştirdi. Operasyonlar sonucu aralarında PKK/PJAK İran sorumlularından “Harun” kod adlı Faruk Savaşlı ile “Şaho Civanro” kod adlı Celil Kerima’nın da bulunduğu 11 terörist öldürüldü. Operasyonda 17 terörist de silahlarıyla birlikte yakalandı.

    Terör örgütü PKK’nın İran’daki örgütlenmesi PJAK’a yönelik aralıksız operasyonlarını sürdüren İran güvenlik güçlerinin, önceki akşam, PJAK tarafından kullanılan Kandil’in Hınere, Berkim, Kelmar, Sinin, Loran ve Seroke alanlarını top atışına tuttuğu bildirildi. İran topçusunun top ateşinde çok sayıda örgüt mensubunun öldüğü belirtildi.

    Terör örgütü PKK/PJAK sorumlusu 3 kişi geçen ay Tebriz kentinde idam edilerek cezalandırılmıştı. Bir süre önce yakalanan, örgütünün İran sorumlularından Reşit Ehkendi’nin ise “Terör örgütü adına silahlı eylem yapmak, cinayet, silahlı gasp ve teröre başvurmak, adam kaçırmak, bölge halkını tehdit etmek ve İran’daki karşı devrimci gruplarla işbirliği yaparak, İran’ın toprak bütünlüğünü hedef alan terörist eylemlerde bulunmak” suçlamalarıyla idamla cezalandırılabileceği kaydedildi.

    Önümüzdeki hafta Türkiye’ye gelmesi beklenen İran’ın Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad, geçtiğimiz ay Irak’a yaptığı bir ziyarette, bölge ülkeleri için tehdit oluşturan terör örgütü PKK ve İran’daki uzantısı PJAK ile mücadele etmek için Türkiye, İran, Suriye ve Irak hükümetleri arasında işbirliği yapılması gerektiğini belirtmişti.

    Terörizmle mücadelede işbirliğinin önemine dikkat çeken Ahmedinejad, açıklamasında, terör örgütü PKK’nın sadece bölge ülkelerini değil, herkesi etkilediğini vurgulayarak, “PKK teröründen herkes zarar görüyor. Bölge ülkelerinin eşgüdüm halinde terörle mücadele etmeleri gerekir” demişti. Terörle mücadelede iki noktaya dikkat çeken Ahmedinejad, “Birincisi, devletlerin egemenliğine zarar verilmemeli. İkinci nokta ise, terörle mücadelede sivil halk zarar görmemeli. Herkes teröristlere karşı savaşmalı. PKK terör örgütünün bölge ülkeleri arasındaki dostane ilişkileri etkilemesine izin verilmemeli” diye konuşmuştu.

  • BOP DUYARSIZLIĞI VE GÜNGÖREN KATLİAMI

    BOP DUYARSIZLIĞI VE GÜNGÖREN KATLİAMI

     

    Önümüzdeki günlerin Türkiye için son derece kritik dönemeçlere gebe olduğu hiç tartışılamayacak bir hakikattir.

     

    Batı tarafından büyük bir dikkat ve özenle hazırlanmış, tohumu iki yüzyıl önce dikilmiş, bugüne kadar da düzenli olarak bakımı yapılmış olan Kuzey Irak’ta kurulması planlanan bir Kürt devletinden hasat yapılmasının gecikmesi, AB ve ABD için hasadın çabuklaştırılması gereken bir proje konumuna alınmıştır.

     

    Her birisi başlı başına bir baş belası olan ve büyük problemlerle çepçevre kuşatılmış bir halde bulunan Türkiye, bu projede de şu anda ateşten bir çemberden geçiyor ve Irak politikamız ise sisle kaplı ve belirsiz bir vaziyette.

     

    Bu sıkıntılı süreçte güçlü bir halde bulunması gereken Türkiye ise, politik olarak çok zayıf ve çok kolay karışıklık yaratılabilir bir durumda. Ekonomi bitme sınırında, devlet bütçesi borçların faizini ancak ve zorlukla karşılamaya çalışıyor, ana borçlar döndürülemez bir vaziyette bulunuyor.

     

    Ülkemizin zenginliklerinin çoğu yağmalandı, elde edilen karlar yatırıma dönüşmeden dışarıya götürüldü. Israrla yabancı yatırımcı adını verdiğimiz talancı sermayenin gözü hala elimizde kalan milli kuruluşlarımızda. Geriye pek bir şey kalmadı ama ne kaparsak yanımızda kar kalır düşüncesi şu an geçerli.  

     

    Zenginliklerini kaybeden ülkemizde yatırımlar durmuş vaziyette. Çarkın çevrilebilmesi için ekonomi günlük yaşanıyor. Her ne kadar istikrardan söz edilse de politik ve ekonomik arenada durum son derece belirsiz.

     

    1980 lerden sonra gelen hükümetler dertlere deva olmak bir yana, eski dertleri büyüttüler, diğer yandan da dert üstüne yeni dertler ekleyerek kendileriyle beraber ülkemizi de bitirdiler.

     

    Türk halkının ekonomik ve psikolojik anlamda adeta omurgası kırılıyor, dışarıya karşı boynumuz, en umutsuz olduğumuz zamanlarda bile görülmemiş bir şekilde eğriliyor. İçinde yaşadığımız işbirlikçi ve cıvık liberalizm dönemi, toplumun milli refleksini neredeyse yok etmek üzere. Kim bu milletin üstüne nasıl bir ölü toprağı serpti ki bu duruma geldik?  

     

    Kuzey Irak’ta yakında kopacak büyük fırtınayı görmek bile bizi harekete geçiremiyor. Güngören katliamı niçin yapıldı kimse farkında bile değil. Sıradan bir PKK terör saldırısı olarak şimdiden unutuldu bile.

     

    Biraz hafızalarımızı yoklayıp Irak savaşının başlangıcına dönersek, önce Irak tahrip edilecek ve sonra da imar için Irak’ı bir daha soyacak olan emperyalist Batı firmalarının bize vermesi beklenen taşeronluk hesapları yapılıyordu. Nasıl bir ülke olduk biz? Hangi vicdanla bu hesaplar yapılabiliyordu? Kimler bu hesapları yapıyorlardı?

     

    Kirli ellerini BOP adı altında bölgeye uzatan emperyalizm artık Ortadoğu’nun yeni bir haritasını yapmak için olanca gücüyle çalışıyor. Çünkü Batı geçmişte aldıklarını tüketti, şimdi daha fazlasını istiyor. Dünyanın en zengin petrol kaynaklarına sahip ve en stratejik bölgelerinden birisi olan Ortadoğu’yu bütünüyle kendi emrindeki bir uyduya dönüştürmek ve sömürgeleştirmeyi tamamlamaya çalışıyor.

     

    Saldırgan emperyalist güçler, Türkiye başta olmak üzere bölge insanlarının idraksizlik ve tarih bilinci zayıflığından öylesine eminler ki, oynanan oyunun senaryosunu değiştirmeye bile lüzum hissetmiyorlar. Senaryo ana hatlarıyla aynı, sadece aktörlerde değişiklik yapılmış. Geçmişte Türk’ün paçasına Arapları salan emperyalizm bugün onların yerine Kürtleri kullanıyor.

     

    Daha düne kadar Türkiye karşısında hazır olda duran Barzani ve Talabani gibi aşiret başları kendilerini sağlam kayalara yasladıklarından öylesine emin bulunmaktalar ki, bin yıllık Türk şehri Kerkük’ü Kürt şehri ve uyduruk Kürdistan’ın başşehri ilan etme çabalarını hızlandırdılar. Güngören katliamının ucu bunlara kadar uzanıyor.

     

    Bütün Ortadoğu bölgesi göz göre göre ateşe doğru sürükleniyor. Türkiye’nin başına ve herkesin gözleri önünde aynen Osmanlı’nın yıkılışındaki gibi türlü çoraplar örülüyor.

     

    BOP için haritalar yeniden planlanırken, acaba niçin? Türkiye’nin haritasının da hazırlanmakta olduğunun farkında değilmiş gibi davranıyoruz. Böyle bir davranış gaflet sayılabilir mi?

     

    Necmi ÖZNEY

  • Patlatıp seyretti

    Patlatıp seyretti

    Çetin AYDIN – Serkan AKKOÇ – Murat KAZANCI / İSTANBUL
    Güngören’de biri doğmamış bebek, 18 kişiyi katleden ve PKK’lı oldukları belirlenen Hüseyin Türeli ile yedi yardımcısı dün tutuklandı. Türeli, bombaları cep telefonu ile patlatıp yanındaki beş kişiyle beraber olanları seyrettiklerini söyledi.İşte Güngören bombacıları

    İşte patlama anı  / VİDEOde 17 kişi ile doğmamış bir bebeğin ölümüne neden olan bombayı koyan bombacı ile ona yardım eden 7 kişi dün tutuklandı. Sanıklardan 26 yaşındaki Hüseyin Türeli’nin bombayı cep telefonuyla patlattığı ortaya çıktı. Bölücü örgütü PKK üyesi bombacının 5 teröristle birlikte patlamayı ve ardından yaşananları izlediği ve daha sonra olay yerinden yürüyerek uzaklaştığı belirlendi.

    Hain saldırıdan fotoğraflar

    Hurriyet/Gundem
    GÜNGÖREN’

    Görüntüler ele verdi

    Geçen pazar günkü bombalı saldırının ardından İstihbarat ve Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, MOBESE ve işyeri güvenlik kameralarından elde edilen görüntüleri ve cep telefonu trafiğini dikkatle incelendi. Ekipler, kamera görüntülerinden olay yerinde bombacı Hüseyin Türeli ile ona yardım eden 5 teröristi belirledikten sonra emniyetin arşivindeki fotoğraflardan kimliklerini çıkardı. Teröristlerin kendi aralarında yaptıkları konuşmalar da tespit edildi. Bombayı patlatan cep telefonunun araması da saptandı. İstanbul polisi teröristlerin kimliklerinin belirlemesinin ardından geçen Çarşamba günü eş zamanlı operasyonu başlattı. Güngören ve Bağcılar’daki adreslerde Türeli ile diğer teröristler yakalandı.

    K. Irak’ta bomba eğitimi alıp 3 ay önce İstanbul’a gönderildiği belirlenen PKK bombacısı Türeli, bir PKK sempatizanın evine yerleşti. TNT kalıpları kurye aracılığı ile Hüseyin Türeli’ye ulaştırıldı. Cep telefonu düzenekli bombayı bu evde hazırlayan Hüseyin Türeli, eylem için Güngören’de keşif yaptı. Türeli ve beraberindeki teröristler hedef olarak kalabalık olduğu için Menderes Caddesi’ni, zaman olarak da caddenin en kalabalık olduğu akşam saatlerini seçti.

    Geçtiğimiz pazar günü 5 teröristle Menderes Caddesi’ne giden Türeli, 2 bomba poşetini aralıklarla caddeye bıraktı. İki bombayı da görebileceği bir yerde duran Türeli, ilk bombayı cep telefonuyla patlattı. Yeterince kişinin toplanmasını bekleyen bombacı sonra ikinci bombayı patlattı. Caniler, 20 dakika dehşeti izleyip yürüyerek uzaklaştı.

    Dili geç çözüldü

    Yakalandıktan sonra PKK’lı bombacı Hüseyin Türeli’ye, Emniyet’te patlamadan hemen sonra çekilen görüntüler izlettirildi. Gördüğü dehşet manzaraları karşısında şoke girerek saatlerce konuşmayan PKK bombacısının dili, ölen çocukların görüntüleri karşısında çözüldü. Suçunu itiraf eden Türeli “Örgüt yönetimi can kaybının çok olmayacağını söyledi. Bu nedenle eylemi gerçekleştirdim” diyerek Pişmanlık Yasası’ndan faydalanmak istedi.

    7 yardımcısı tutuklandı

    Adliyeye sevk edilen 10 kişiden ikisi serbest bırakıldı. 8 kişi tekrar sorgulandı. Mahkeme, tanıkların beyanına göre, patlamalar öncesi olay yerinde olan Hüseyin Türeli, Ziya Kıraç, Abdurrahman Oral, Şerafettin Kara, Cevat Aydın, Aydın Ağlar, Mehmet Salih Yanak ve Nusret Tebiş’in PKK üyesi olmaktan tutuklanmasını kararlaştırdı.

    İçişleri Bakanı Atalay açıkladı’deki patlamayla ilgili gelişmeleri İçişleri Bakanı Beşir Atalay açıkladı. Atalay, Güngören’deki terörist saldırının bütün boyutlarıyla aydınlatıldığını belirterek, “Kesin tespitler ve güçlü delillerle tereddüte yer bırakılmayacak şekilde olay aydınlatılmış ve faillerin büyük bölümü yakalanmıştır” dedi. Bakan açıklamasında özetle şunlaır söyledi:

    GÜNGÖREN

    Olay bütün boyutklarıyla aydınlatılmıştır. Yardım eden, yataklık yapan, fiilen eyleme katılanlar yakalanmıştır. Bütün deliller değerlendirilmiştir. Hem olay yeri delilleri, hem emniyet teşkilatımızın elinde bulunan önceki bilgiler, veriler, bütün birikim ve tecrübe kullanılmıştır. 4 günlük gözaltı süresi yarın sabah erken saatte sona ereceğinden dolayı bugün gözaltında bulunanlar ve emniyet safhasındaki tespitlerimiz adliyeye intikal ettirilmiştir. 15 Haziran 2008’de Beylikdüzü’nde çay bahçesinde gerçekleştirilen bombalı saldırı da bu vesileyle alydınlatılmıştır. Tesellimiz, hepimizin, şehit ailelerinin ve milletimizin; Olayın kısa sürede aydınlatılması, faillerinin tespit edilmesi, yakalanması ve bunların cezalarını çekecek olmasıdır. Bu, kanlı, bölücü terör örgütünün acımasız insanlık dışı bir eylemidir. Olayda çok pay sahibi var. Gözetleyen, yataklık eden, fiilen yardım eden, bomba düzeneği hazırlayan çok kişi var.”

     

  • İngiliz BBC gene PKK’nın avukatlığına soyundu

    İngiliz BBC gene PKK’nın avukatlığına soyundu

    Londra- İngiliz yayın kuruluşu BBC, tamda Güngürendeki çocuk ve masum sivillerin öldürülmesi ardından PKK terör örgütü lideri Murat Karayılan ile yapılan bir mülakatı yayınlayarak örgütün propagandasını yaptı. Mülakat sırasında Karayılan bu tür saldırıları düzenlemenin hakları olduğunu ileri sürdü. BBC mülakatı 01.Ağustos.2008,

     

  • Türk Tarih Kurumu (TTK) Operasyonu

    Türk Tarih Kurumu (TTK) Operasyonu

    Ağu 01 2008

    Türk Tarih Kurumu Başkanlığı görevini yürütmek üzere Prof. Dr. Ali BİRİNCİ görevlendirildi      
     
     1 Ağustos 2008 CUMA Resmî GazeteSayı : 26954GÖREVLENDİRME KARARI

    Devlet Bakanlığından:

    Karar Sayısı : 2008/10203

    1 – Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumunda açık bulunan 1 inci derece kadrolu Türk Tarih Kurumu Başkanlığı görevini yürütmek üzere Prof. Dr. Ali BİRİNCİ’nin görevlendirilmesi, 4652 sayılı Kanunun 25 inci maddesi ile 2477 sayılı Kanunun 2 nci maddesi gereğince uygun görülmüştür.

    2 – Bu Kararı Devlet Bakanı yürütür.

    31/7/2008

    Abdullah GÜL

    CUMHURBAŞKANI

     

     

    Türk Tarih Kurumu (TTK) Operasyonu

    Mustafa Nevruz Sınacı

    Alaturka E-Gazetesi Yazarı

     

    Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU Görevinden Alındı!

     

    Bu yazı; Alaturka E-Gazetesi tarafından lacivertsanat.net e-posta adreslerine gönderilmiştir. ‘Okurla Paylaşılması Gerekli Yazılar‘ çerçevesinde yayımlanmasını sorumluluk kabul ederek, ilginize sunar, yazarına teşekkür ederiz. 

    KAYNAK:

     

    ABD – AB diyasporanın ısrarlı isteği yerine geldi. Ermenilerin korkulu rüyası Türk Tarih Kurumu Başkanı Yusuf Halaçoğlu görevinden alındı. Ermeni yalanlarını bir bir ortaya çıkaran Halaçoglu%u2019ndan yalnızca Ermeniler değil içerdeki bazı Türk düşmanları da rahatsızdı.

     

    Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU

     

     

    T

    TK (Türk Tarih Kurumu) operasyonu 22 Temmuz günü sessiz sedasız icra edildi.
    Buna gizlice demek de mümkün. Zira kamuoyu olayı 23 Temmuz günü resmi gazeteyi okuyunca öğrendi. (8217 sayılı RG) Bu sırada Başkan Halaçoğlu olup bitenden bihaber tatilde idi. Sadece bazı %u2018medar-ı iftihar%u2019 eylem ve işlemleri nedeniyle haklı bir kaygı duyuyordu.

     

     

    NEDEN?

     

    Ö

    ncelikle belirtmek gerekir ki Hoca (1766 – 2008) 242 yıldır bilinen ve meş%u2019um bir sır olarak asırlardır gizlenen %u201CAleviler ve Kürtler asalaten Türk%u2019tür. Alevi Kürt%u2019üyüm diyenlerde  Ermeni%u2019dirler%u201D tezini açıkladığında bir kısım kripto ve kozalar hop oturup hop kalkmışlardı. %u201Cİnanmayanlar nüfuslarından araştırıp kim olduklarını devlet arşivinden bulabilirler%u201D deyince de krize girenler ve TTK binasına saldıranlar oldu. Saldırganlar ve açıklanan gerçek karşısında paniğe kapılanlar bununla da yetinmeyip, Cumhuriyet Savcılıklarına suç duyuruları verdiler. Aralarında %u2018ırkçılık, dincilik, ayrımcılık ve şovenizm%u2019 iddiaları ile dava teşebbüsünde bulunanlar bile oldu. İddia infial yarattı, çok geniş bir kitle alındı, gocundu ve rahatsız oldu. Demek ki tez doğruydu. Bunun üzerine kurucu Müslüman (Lozan) kesim: %u201CHocam seni artık oralarda fazla tutmazlar, elindeki bütün bilgi, belge ve listeleri kamuoyuna açıkla%u201D diye bilinçli bir zorlama içine girince malum kesimde panik büyüdü. Ülke içinde koza-kripto, dönme orijinli ne kadar dernek, parti ve sivil toplum kuruluşu varsa Halaçoğlu aleyhine işe koyuldular. Olay Ermenistan parlamentosundan bütün diyaspora örgütlerine ve AB localarına kadar sirâyet etti. İhanet şebekeleri sonuç alıncaya kadar ellerinden gelen her şeyi yaptılar. Böylece, son günlerde medyada yer alan ve %u2018sıcak ilişki%u2019 kurma amaçlı Ermenistan%u2019la gizli görüşme iddiaları da somut bir teşebbüsle doğrulanmış oldu. Hani, Temmuz ayı başında Ermeniler ısrarla Abdullah Gül%u2019ü maça davet eden mesajlar vermişlerdi ya, şimdi perde arkası aralanmaya başladı. ABD – AB diyasporanın ısrarlı isteği yerine geldi. Ermenilerin korkulu rüyası Türk Tarih Kurumu Başkanı Yusuf Halaçoğlu görevinden alındı. Ermeni yalanlarını bir bir ortaya çıkaran Halaçoglu%u2019ndan yalnızca Ermeniler değil içerdeki bazı Türk düşmanları da rahatsızdı.

     

     

    BURAYI BİRAZ AÇALIM

     

    T

    emmuz%u2019un ilk haftası Kazakistan’da bulunan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Astana%u2019yı ziyaret eden Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan ile sohbet etti. Bir arada Sarkisyan‘ın koluna girdi ve Türkçe bilen Sarkisyan%u2019la sohbet ederek dostluk ve yakınlık gösterisi yaptı! Astana’nın başkent oluşunun 10’uncu yıldönümü kutlamaları nedeniyle Abdullah Gül, İlham Aliyev ve Sarkisyan‘ın kollarına girerek bir süre sohbet ederek yürüdü. Hatırlanacağı üzere Sarkisyan daha önce yaptığı açıklamalarda, Türk – Ermeni ilişkilerinde yeni adımlar atacağını dile getirmişti. (Mayıs 2008) Tam o sıralar Ermenistan%u2019a gayriresmi bazı ziyaretler ve çeşitli düzeylerde temaslar da yapılmakta; Türkiye%u2019deki Ermeni lobi ve diyasporası ayağa kalkmış %u2018tarihi barış ve sıcak ilişkiler%u2019 adına adeta coşmuştu. Amma TTK başkanı gibi iç sorunlar ve bu dalga ile açığa çıkan önemli engeller vardı! Zira;

     

     

    SOYKIRIM YALANI İSPATLANDI

     

    H

    alaçoğlu kriptolara göre bir bunalım nedeni, kaos ve tıkanma unsuru idi. Çünkü O, 1963%u2019den bu güne sürüp gelen, yalan – iftira ve sahte belgelerle tahkimli, Pamukyan ve benzeri dâhili bedhahlarca (hain Nobel vakfından ödülünü aldı) desteklenen %u201C1915 Ermeni Soykırımı%u201D iddiasının bir yalan, balon ve TTT maksatlı bir %u201Ckomplo teorisi%u201D olduğunu alenen ispatladı. Ermenistan%u2019a, menfur diyasporanın tarihçi ve bilim adamlarına yalanlarını ve sahte belgelerini tek tek ispatlayarak meydan okudu ve Viyana tarih kongresine davet etti. Hain ve yalancılar, müfteriler gelmediler. Gelemediler. Bilim yerine iftira, tehdit ve tefrikada direndiler. 

     

    Daha geçen hafta Ermeni Cumhurbaşkanı Serj Serkisyan ne dedi? %u201CElbette Türk malı alacağız. Türkiye ile ticaret de yapacağız. Ama asla milli davamız olan soykırım tezimizden vazgeçmeyeceğiz. Fakat diyasporanın daha da akıllı ve sabırlı (sinsi) olmasını isteriz.%u201D

     

     

    KANAAT

     

    2

    002 yılında Ermenistan%u2019da yaşadıkları resmi nüfus sayım kayıtları ile sabit 500 bin (TF, ABD) civarında Türk%u2019ün 2007 itibarıyla nasıl olup da sıfıra indiğinin, ne şekilde buharlaştırılıp yok edildiklerinin sorulması; Yerinde inceleme yapılarak akıbetlerinin ortaya çıkartılması; Kara-bağ%u2019da yaşanan dehşet, vahşet, soykırım ve mezâlimin tazmin, gasp-tasallut ve işgâlin kaldırılması; Asala cinayetlerinin yargılanması; Sözde uygar devletlerin büyük utancı, tarihi tahrif, yalan, iftira ve tefrikadan ibaret, hukuki belge, bilgi, ilmi ve ikna edici dayanaktan yoksun, siyaseti gasp (TTT) cebri işgâl ve çıkar amaçlı, örgütlü komplo teorisinden ibaret soykırım iddialarını Ermenistan ve taraf kukla ülkeler ve devletlerce geri çekilmesini talep etmek; Ülkemizi 32 yıldır kana bulayan ve maliyeti 50 bin şehit ve nakit 500 milyar doları bulan terör, tedhiş ve anarşinin Ermenistan odaklı olduğunun açıkça ilân; Bu ve benzer somut olayların takibi, soruşturulması ve adaletle sonuçlandırılması Türk devlet adamlarının vazgeçilmez görevi ve hükümetlerin Milli politikası olmak gerekirken; Sırf Ermenistan AB ve diyaspora istiyor, birkaç kanı bozuk ticaret yapacak, para kazanacak diye bu temel politikalar ve milli tezlerden feragât ederek kırmızı çizgilerimizi (Irak%u2019ın kuzeyi, Kerkük ve Musul vilâyeti ile KKTC%u2019de görüldüğü üzere) paspas yaptırıp alçakça çiğnetmek; Üstüne üstlük bu yolda Türk Tarih Kurumu Başkanı%u2019nı görevden almak bir korkaklık ve kansızlık göstergesidir diye düşünüyorum.

     

     

    BUNA RAĞMEN!

     

    A

    BD – AB himayesinde hareket eden diaspora, lobiler ve Ermenistan’ın asılsız soykırım iddialarına karşı belgeler ve bilim diliyle en büyük ve en cesur tepkilerden birini ortaya koyan TTK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu‘nun sinsice görevden alınmasının sebebi budur. O%u2019nun bu şekilde görevden alınmasında katkısı olanları; bu ayıba göz yumanları ve seyirci kalanları esefle kınıyor; Türkiye’nin ve Türk milletinin onuruyla oynayan, ülkemiz aleyhine alenen faaliyet gösteren menfur odakların hizmetinde olmayı şanına yakıştıranları tarih önünde %u201CTürk Milleti ve Türkiye Cumhuriyeti%u2019ne İhanet%u201Dle suçluyorum.

     

    Ağyarın arzusu ile vatan evlâtlarını yerinden söküp atmak marifet değil alçaklıktır. Onursuzluktur. Mutlaka herkes tepkisini göstermeli.

     

    İpler kimin elinde?

    Türkiye’yi kim veya kimler yönetiyor?

    Onurlu, erdemli ve soylu millî irade nerede?

    Bugün böyle ise, yarın nasıl olacak?

    29 Temmuz 2008 tarihinde eklendi.

  • PKK’dan orman yakma tehdidi

    PKK’dan orman yakma tehdidi

    Hazal ATEŞ ANKARA

     

    PKK’nın sitesinde yer alan bildiride “Güneydoğu’da orman yakmaya devam edilirse, biz de Akdeniz ve Ege’deki ormanları yakarız” denildi..

     

    DTP’liler Güneydoğu’da orman yangınlarının asker tarafından izli mermi atışları ile çıkarıldığını savunurken, PKK da misilleme olarak Marmara, Akdeniz ve Ege’de ormanlık alanların yakılacağı tehdidinde bulundu. PKK, Halk Savunma Güçleri (HPG) adlı internet sitesinde TSK’nın Güneydoğu ve K. Irak’ta sürdürdüğü operasyonlarda binlerce hektarlık ormanlık alanın yandığını ileri sürdü. PKK yöneticilerinden Sedat Doğan imzasıyla, “Kürdistan yanıyorsa Türkiye de yanacaktır” başlığı altında yayınlanan yazıda örgüt tabanına “ormanları yakın” mesajı verildi. Yazıda, son bir ayda K. Irak’ın Zap, Haftanin, Avaşin ile Şırnak, Siirt, Bitlis, Diyarbakır, Erzurum, Bingöl, Ağrı ve Tunceli’de ormanlık alanların ateşe verildiği iddia edildi. Antalya’da devletin tüm imkânlarını seferber etmesine karşın bölgedeki ormanlık alanlardaki yangınlara müdahale edilmediği öne sürüldü. DTP’li Sevahir Bayındır da Meclis Genel Kurulu’nda yangınların asker tarafından izli mermi atışları ile çıkartıldığını öne sürdü. Tunceli’de ise güvenlik güçleriyle teröristler arasında çıkan çatışmada 2 terörist öldürüldü.

     

  • Irak Çalışma Grubu ve emperyalizmin Ortadoğu’yu yeniden şekillendirmesi

    Irak Çalışma Grubu ve emperyalizmin Ortadoğu’yu yeniden şekillendirmesi

    Milli Gazete – 23.12.2006
     

    Amerika’nın derin devletini temsil eden James Baker ve Lee Hamilton önderliğinde Irak’ta yapılan yanlışlıkların düzeltilmesini içeren Irak Çalışma Grubu Raporu(1) 6 Aralık günü Washington’da açıklandı(2). Bu rapor, genel bağlamda Irak’ta işlerin yolunda gitmediğini, bu yüzden bazı değişikliklerin yapılması gerektiğini içeren bir anlayış ile hazırlandıysa da, planda Bush yonetimi ile amaçlanan nokta arasında hiçbir farkın olmadığı gözden kaçan en önemli ayrıntı olsa gerek. Bush’un Irak planı ile Baker/Hamilton önderliğindeki çalışma grubu raporu arasındaki tek fark, amaca ulaşılması için farklı yolların tercih edilmiş olması.

    Irak Çalışma Grubu; Virginia senatoru ve senato askeri komisyon üyesi John Warner’in öncülüğünde 15 Mart 2006 tarihinde ABD senatosunda Demokrat ve Cumhuriyetçilerin desteği ile kuruldu. Çalışma Grubu raporunu yazarken, Bush ve Dick Cheney de dahil olmak üzere, yüzün üzerinde Amerikalı ve diğer ülkelerden milletvekili, asker, elçi, gazeteci, din ve bilim adamları ile görüştüler(3).

    Raporu analiz etmeden önce, bu raporu hazırlayan grubun sadece Baker ve Hamilton’dan ibaret olmadığını, çok daha geniş bir katılımı içerdiğini gözden kaçırmamakta fayda var. Çünkü raporu hazırlayanlar ile “demokrasi” adı altında Irak ve Ortadoğu’yu işgal planına destek verenlerin aynı kişiler olduğunu unutmamak gerekiyor. Baker/Hamilton’ın Irak Çalışma Grubu aslında on kişilik bir ana gruptan oluşmaktadır. Bu grubun üyeleri James Baker ve Lee Hamilton’ın dışında, geri kalan sekiz kişi şunlardır: Musevi asıllı eski ABD Dışisleri Bakanı, Yahudi soykırımından zarar görenlerin sigorta şirketleri tarafından maddi zararlarının karşılanması için oluşturulan şirketin başkanı olan(4), çesitli petrol şirketlerinde ve Dick Cheney’in Haliburton şirketinde de çalışmış bulunan Lawrence S. Eagleburger(5), Clinton’ın danışmanlarından Lazard finansal danışmanlık şirketinin(6) başkanı Vernon E. Jordan, Reagan dönemi Adalet Bakanı Edwin Meese, Amerikan Yüksek Mahkemesi üyesi Sandra Day O’Connor, Beyaz Saray eski Yönetim Müdürü Leon E. Panetta, ABD eski Savunma Bakanı William J. Perry(7), eski Virginia Valisi ve Senatörü Charles S. Robb ve eski Wyoming Senatörü Alan K. Simpson. 

    Irak Çalışma Grubu sadece bu on kişilik ana yönetim komitesinden oluşmamaktadır. Çalışma Grubu 44 uzmanın bulunduğu dört ayrı alt grup tarafından da desteklenmiştir. Bu gruplar sırasıyla ekonomi ve yeniden yapılandırma (Economy and Reconstruction); asker ve güvenlik (Military and Security); siyasi gelişme (Political Development) ve stratejik çevreden (Strategic Enviornment) oluşmaktadır(8).

    Rapor niçin yazıldı?

    Bu çalışma grupları içinde yer alan, Bush yönetiminin başlattığı Irak savaşını destekleyen bazı isimler aslında bu raporun perde arkasını yansıtması açısından önemlidir. Bu isimlerden bazıları şunlardır: Irak savaşının Washington’daki en büyük destekçisi olan muhafazakar Musevi düşünce kuruluşlarından Washington Enstitüsü’nden Michael Eisenstadt ve Jeffrey A. White; Irak savaşının merkezi konumundaki neoconların yönetiminde bulunan American Enterprise Enstitüsünden eski CIA “İslam uzmanı” Reuel Marc Gerecht; Irak savaşını destekleyenlerden Ulusal Savunma Universitesinden Phebe A. Marr ve Judith S. Yaphe; Rand şirketinin eski baskanı Bruce Hoffman.  

    Aslında raporu hazırlayan 44 uzmandan kaç tanesinin Irak savaşını desteklediği göz önüne alınırsa, bu raporun ne kadar Irak veya Amerikan halkının çıkarlarına hizmet ettiği daha iyi anlaşılabilir. Amerika’da yaklaşan 2008 başkanlık seçimleri öncesi, kendilerini Irak çıkmazından Bush yönetimine karşı gelerek temizleyebileceklerini zannedenlerden oluşan bu grubun hazırladığı rapor, iç politika unsuru olarak 2008 seçimleri öncesinde kullanılacak bir seçim malzemesinden öteye geçemez. Savunma Bakanı Rumsfield’in de belirttigi gibi, bu rapordaki bütün opsiyonlar zaten ABD Savunma Bakanlığı tarafından ayrıntıları ile incelenmiştir.

    Eğer bu raporu yazanlar Irak savaşına destek verenler ise, “o zaman rapor niçin yazılmıştır” sorusu akla gelmektedir. İşte bu sorunun yanıtı da Irak’ta işlerin iyi gitmemesi ile 2008 seçimleri öncesi, kendilerini, daha evvel destekledikleri Bush yönetimine mesafeli ve eleştirel göstererek bu büyük emperyalist bataklıktan kurtarabileceklerini zannederek raporu yazanlar aslında kısa vadeli çıkarların arkasına saklanarak ne Irak halkını, ne de yüzde 12.6’si fakirlik sınırının altında(9) yaşayan Amerikan halkını düşünenlerdir. Bu gruplar, Washington’da düşünce kuruluşlarında ve Amerikan hükümetinde Cumhuriyetçi ve Demokrat yönetimlerin iş başına gelmesi ile sistemin musluğundan en fazla çıkar elde eden, bu maddi ve siyasi çıkarı kendi etnik, dinsel ve sınıf çıkarı için kullanan nüfusun geneline ise vatanseverlik nutukları atan elitsel uluslararası sermaye çetesidir.

    Irak Çalışma Grubunun hazırladığı Irak’ta ABD stratejisinin değişmesi gerektiği üzerine kurulu bu raporda(10), en büyük etik eksiklik, Amerikan işgali sonucu Irak’da ölenlerden bahsedilmemesidir. 84 sayfalık bu rapor; Değerlendirme (Assessment) ve İleriye Doğru Yeni Bir Yaklaşım (The Way Forward: A New Approach) başlıklı iki ana bölümden oluşmaktadır.

    Raporun “Değerlendirme” başlıklı ilk bölümünde Irak’taki durumu özetleyen bir yaklaşım ile güvenlik, siyaset, ekonomi, ve uluslararası destek “analiz” bölümlerinde genel bir sunuş yapılmıştır. Bu bölümün “Irak’ta devam eden düşüşün sonuçları” başlıklı bölümünde ise Irak’taki gidişatın Amerikan çıkarlarına zarar verdiği tezi çeşitli örnekler verilerek uzun vadede daha da zararlı olabileceği konusu işlenmektedir. Değerlendirme” bölümün “Irak’ta bazı alternatifler” (Some Alternative Courses in Iraq) başlıklı çalışmasında dört ayrı tavsiyede bulunulmuştur: Acil çekilme, Staying the course [Mevcut durumu sürdürme. KŞ], Irak’a daha fazla asker ve üç ayrı bölgeden vazgeçilmesi konuları işlenmiştir. “Değerlendirme“nin son bölümü ise “Amaçlarımıza Ulaşmak” (Achieving Our Goals) konusu ayrıntılarıyla işlenmektedir.  

    Irak Çalışma Grubu’nun hazırladığı bu raporun “İleriye Doğru: Yeni Bir Yaklaşım” (The Way Forward: A New Approach) başlıklı ikinci bölümü ise iki ana alt bölümden oluşmaktadır: Dış Yaklaşım: Ulusararası İşbirliğinin Yeniden Oluşturulması (The External Approach: Building an International Consensus) ve Irak İçi Yaklaşım: Iraklılara Yardım (The Internal Approach: Helping Iraqis Help Themselves).Raporun İleriye Doğru: Yeni Bir Yaklaşım” bölümü ise dört ayrı alt başlıkta toplanmıştır. Bu bölümde daha çok ABD’nin Irak’taki stratejisinin değişmesi için yapılması gerekenler alt başlıklar halinde sıralanmıştır.

    Aslında rapor genel bağlamda Irak savaşını başlatan Bush/Cheney ve neocon politikalarından ve stratejisinden farklı olmamakla birlikte, Irak konusunda Uluslararası ve bölgesel işbirliğinin ve desteğin arttırılmasının ABD’nin uzun vadedeki ulusal çıkarlarına faydası olacağı tezi ile ön plana çıkmakta, sanki genel politikadan farklı bir yol  çiziyormuş veya öneriyormuş izlenimi doğurmaktadır. Oysa tavsiye edilen bütün öneri ve çalışmalar Pentagon’daki Rumsfield yönetimi ve askerler tarafından zaten üzerinde konuşulmuş ve tartışılmış konulardan oluşmaktadır.

    Raporda Türkiye açısından yeni bir husus olmamakla birlikte, bu raporda Türkiye çok düşük bağlamda 8 ayrı sayfada ufak notlar ile incelenmiştir. Bu yaklaşım tarzının aslında Türkiye’nin Irak konusunda ne kadar dikkate alındığının güzel bir örneklemi olarak algılanabilir. Çalışma grubu Türkiye ile ilgili konuda da Washington elçisi Nabi Şensoy ile de bir görüşme yapmıştır. Raporun 26. sayfasında Türkiye’nin Irak politikasının Irak’taki Kürt milliyetciliğini pasifize etme üzerine kurulduğunu, fakat bunun yanında da Irak Kürdistan’ında Türk şirketlerin yaptığı yatırımların Türk/Kürt işbirliğini artttırdığından bahsedilmektedir. Türkiye’nin Irak’ta bulunan Türkmenleri desteklemesinin Kerkük’ün Irak Kürdistan’ına katılmasını engelleyici siyasi bir malzeme olarak kullandığı görüşüne yer verilmektedir. Ana hatları ile doğru olarak kabul edilebilecek olan Türkiye’nin bu siyasi “stratejisi” ne yazık ki Ankara’yı eline geçirmiş, Irak’a bakışı ancak PKK ve Kürt milliyetciliği ile sınırlı, Türkmenleri Irak’a “göç etmiş işçiler” olarak gören bir zihniyet tarafından idare edildiğinden başarısızlığa mahkumdur. Her ne kadar Mesut Barzani raporu eleştirerek(11),  bu raporun gerçekçi olmadığını iddia etse de, rapor özünde her ne kadar Bağdat’ı merkez içeren ve bölgesel otonomileri merkeze bağlayan bir yapıda da olsa, uzun vadede bölgesel özerklikler ile var olan bağımsız Kürdistan fikrine karşı bir tavır sergilememektedir. Zaten Birinci Körfez Savaşı ile oluşmuş Kuzey Irak bölgesel hükümeti bu aşamadan sonra Bağdat’a bağlanmayı içeren hiçbir planı kabul edemez.

    Barzani ve Kürt siyasiler ne yazık ki Ankara’da bulunan devekuşlarından daha entellektüel ve dünyada gelişen global siyaseti daha iyi özümsemiş ve anlayabilen, küreselleşme ile gelişen ve değişen siyasete daha kıvrak ve ulusalcı bir zihniyet ile yanıt veren ve strateji oluşturan bir Kürt siyasi entelijensyası oluşturduklarından başarı şansları Ankara’ya nazaran daha fazladır. Ankara, Çankaya ile Dışışleri bürokrasisi arasında 1940’larda kalmış bir siyasi yapı ile 21. yüzyıldaki siyasi gelişmelere yanıt verecek bir durumda değildir. İste bu siyasi çıkmazın negatif sonucu ise uzun vadede Türkiye’nin bölünmesi ile noktalanabilir.

    Raporun 31’inci sayfasında belirtildiği üzere, raporu yazanların, George W. Bush ile Irak’taki Amerikan çıkarları konusunda aynı görüşleri paylaştıklarını açıklıkla dile getirmeleri, aslında raporun bir itiraftan öte, bir samimiyet göstergesi olduğunu ortaya koymuştur. Yine raporda belirtildiği üzere, her ay Irak’ta yüzün üzerinde Amerikan askeri ölmekte ve ABD her hafta Irak’a iki milyar dolar harcamaktadır. Bu rapor ile değişimi isteyenler, aslında bu iki önemli noktanın değişmesini istemektedirler.

    79 adet tavsiyenin sonuç bölümünde sunulduğu raporda, aslında yapılan tavsiyelerin bir çoğunun zaten ABD Savunma Bakanlığı ve hükümeti tarafından gözden geçirilen görüşler olduğunu unutmamakta fayda var. “Tavsiyeler”in “Petrol Sektörü” başlıklı bölümünün “Uzun Dönem” alt başlığında Irak’ın petrol zenginliği gözönüne alınarak, ülkede modern bir işletim tarzı oluşturacak kapitalist yönetim yapısına ait kişi ve kurumların oluşturulması için gerekli yardımların ABD tarafindan yapılması öngörülmektedir. Bu çalışmanın bir diğer ilgi çekici yönü ise Savunma Bakanı Donald Rumsfield’ın Pentagon’dan ayrılışı ile aynı döneme denk gelmesidir. Çalışma grubu ayrıca yeni Savunma Bakanı Robert Gates’e de çeşitli tavsiyelerde bulunurken, Gates’in de bu çalışma grubu içinde yer aldığı ve Gates’in görüşlerine de raporda yer verildiği belirtilmektedir.  

    Sonuç olarak; Baker ve Hamilton önderliğinde hazırlanan Irak Çalışma Grubu raporu esasında işgali haklı kılmakla birlikte, dünyada erozyona uğrayan Amerikan imajının yeni bir pazarlama stratejisi (New Marketing Strategy) ile piyasaya sürülmesi olarak algılanabilir. Fakat rapordaki en önemli ve yeni bir açılımı içeren nokta, ABD’de uzun süredir var olan İran ve Suriye ile ilişkilerin geliştirilmesi planını içeren bir yaklaşımın ilk defa bu kadar yüksek bağlamda konuşulmaya başlanmasıdır. Bu yeni yaklaşım, Türkiye’nin bölgedeki gücünü de kırmaya yönelik bir yapı ortaya çıkarabilir. Çünkü İran ve Suriye’nin bölgede güçlenmesi demek, Türkiye’nin “olmayan” gücünün zayıflaması olarak algılanabilir. Suriye ve İran, Irak’taki olumsuz gelişmelerden Türkiye kadar zarar görmeyeceklerdir. İran’ın, Irak’taki Şiilere olan yakınlığı ve politikası, Suriye’nin Filistin sorununda yeni açılımlar kazanarak yeni bir imaj oluşturma çabasında kazançları, Irak’taki kayıplarından daha fazladır. Zaten raporun 28. sayfasında Türkiye’nin bağımsız Kürdistan’ın ilanı ile Kuzey Irak’a asker gönderebileceği işlenmekte, oysa aynı yaklaşımı İran ve Suriye’nin gösterebileceği tezi işlenmemiştir. Bu rapor bazı kesimler tarafından ABD’nin Irak’tan çekilmesinin başlangıcı olarak algılanması, aslında yanıltıcı bir görüş açısıdır, çünkü dünyanın en büyük elçiliği(12) olan ABD’nin Bağdat elçiliği, 21 binası ve binden fazla çalışanı ile 2007 Haziran ayında açılmayı beklemektedir.

     

    DİPNOTLAR

    1- Irak Çalışma Grubu Raporu 

    2-

    3- The Iraq Study Groups Report, sayfa 64.

    4- The International Commission on Holocaust-Era Insurance Claims 

    5- Lawrence S. Eagleburger: Former U.S. Secretary of State Chairman, International Commission on Holocaust Era Insurance Claims. Lawrence S. Eagleburger served as the 62nd U.S. Secretary of State under President George H.W. Bush.

    6-

    7- William J. Perry’in biyografisi için şu an bulunduğu Stanford Üniversitesi’ne bağlı Hoover İnstitüsü internet sayfasından daha ayrıntılı bilgi alınabilir:

    8-

    9- Census Bureau Report, Income, Poverty and Health Insurance Coverage in the United States: 2005, August 2006.  

    10- Irak Çalışma Grubu’nun hazırladığı bu raporu şu sayfadan okuyabilirsiniz: 

    11- Massoud Barzani says the US Iraq Study Group report is “unrealistic and inappropriate” Kurds brand report ‘unrealistic’ BBC December 8 2006.

    12- Giant U.S. embassy rising in Baghdad, USA Today, April 19, 2006.

     

  • ABD’li uzman: Parası biten PKK uyuşturucuya yöneldi

    ABD’li uzman: Parası biten PKK uyuşturucuya yöneldi

    TBMM Uyuşturucu ile Mücadele Komisyonu, ABD Büyükelçiliği’nde özel bir toplantı yaparak, uyuşturucu ticareti ve yolları konusunda ABD’li uzmanlardan brifing aldı.

    ABD Uyuşturucu ile Mücadele Teşkilatı İstanbul Ofisi Uzmanı Cinda Lutz, telekonferansla Ankara’ya bağlanarak, milletvekillerinin sorularını yanıtladı. Lutz, Türkiye’nin geçiş ülkesi olması nedeniyle uyuşturucu kullanımının da son dönemlerde artığını belirtti. Sorular üzerine, terör örgütlerinin uyuşturucuyu önemli bir gelir kaynağı olarak gördüklerini anlatan Lutz, başarılı operasyonlarla para kaynakları kısıtlanan PKK’nın da uyuşturucu kaçakçılığına yöneldiğini” söyledi.

  • ALI SIRMEN KIMIN BORUSUNU CALIYOR

    ALI SIRMEN KIMIN BORUSUNU CALIYOR

    TURKISH FORUMDAN ONSOZ:

    BILIMSEL ARASTIRMALARINA DAYANARAK HAKIKATI SOYLEMEKDEN CEKINMIYEN, SAYIN YUSUF HALACOGLU’NA ALI SIRMEN’DEN  TAHMINLERE DAYANAN ARASTIRMASIZ  VE MESNETSIZ YAPILMIS BIR HUCUM ..  ..  LAIK TURKIYENIN EN KUVVETLI EVLATLARI KENDILERINE EN FAZLA IHTIYAC OLUNAN, ERMENISTANLA MUZAKERELER  DEVRESINE GIRERKEN IKIYE AYRILMAK UZERE ..  .. BU ILK ADIM. .. ACABA KIMIN MENFAATINE ..

    Halaçoğlu’nun Gidişi ve Kimlik Sorunu

    ALİ SİRMEN                                                                                          Cumhuriyet 26.07.2008

    Dün bu sütunda, emekli Büyükelçi Candan Azer’in bir uyarı mektubu yayımlandı. Konunun uzmanı Sayın Azer ile yaptığımız telefon konuşmasında, emekli büyükelçi, başka bazı noktalara da dikkat çekiyor, özellikle Filistin’de Yahudilerin, devletlerinin kuruluşları öncesinde gayrimenkul edinmeleriyle, İngiliz yönetimindeki Kıbrıs’ta Rumların aynı doğrultudaki girişimlerini bir kez daha dikkatlice anımsamamızda yarar olduğunu söylüyordu.

    Sayın Azer, Türk ve Ermeni heyetleri arasındaki görüşmeler için İsviçre’nin seçilmiş olmasının yanlışlığını da mektubunda vurguluyordu.

    Tam bu olaylar olurken Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Halaçoğlu’nun Türk Tarih Kurumu Başkanlığı görevinden alınması (ki, Devlet Bakanı Yazıcı görevden alınmanın söz konusu olmadığını, Halaçoğlu’nun süresinin dolduğunu söylüyor) görüşmelerin bir sonucu olarak yorumlandı, medya tarafından. Dünkü Vatan gazetesinde çıkan bir haber ise, Ermenistan’da Dışişleri Bakanlığı’nda da, diyalog karşıtlarının görevlerinden alındıklarını bildiriyordu.

    Halaçoğlu’nun görevden alınması basında çeşitli tepki ve eleştirilere yol açtı.

    Her şeyden önce, Halaçoğlu’nun başında bulunduğu kurumun, başlangıçtaki statüsünün Atatürk’ün iradesi ve hukukun temel ilkeleri hiçe sayılarak, 12 Eylül yönetimi tarafından değiştirilmiş olduğunu anımsatmakta ve TTK Başkanı’nın görevden alınmasından da çok o göreve siyasi iradenin kararıyla getirilmiş olmasının yadırganmamış olmasının tersliğini vurgulamakta yarar var. Bir özerk kuruluş, darbeyle siyasi iradenin tasarrufu altına sokulursa, başkanının onun isteğiyle gelmesi gibi gitmesini de yadırgamamak gerekir.

    ***

    Doğrusunu isterseniz, ben Halaçoğlu’nun bu olay üzerine değil, çok daha önce görevinden alınmış olmasını yeğlerdim.

    “Kürt Alevi olarak bilinen birçok insan da maalesef Ermeni dönmeleri” sözünü söylediğinde görevinden alınmalıydı Halaçoğlu. Bu maalesef sözcüğünün kabul edilmesi mümkün değildir. Ermeni kökenli olmak da esef edilecek ne vardır? Yaşanmış olan tarihi trajediler, Ermenilerin bu toprakların kültürlerine katkılarını, geçmiş zenginliklerimizdeki paylarını görmezden gelmemize ya da unutmamıza neden oluyorsa, bunun adı, ırkçılık ve şovenizm değil midir? Böyle bir davranışta bulunan kişinin bilimsel çalışmalarının değeri ne olursa olsun, TTK’nin başında kalması esef edilecek bir durum değil midir?

    Halaçoğlu’nun çalışmalarının bilimsel niteliği ne olursa olsun, sonuç değişir mi?

    Hitler Almanyası’nda da, çeşitli alanlarda çalışmalar yapmış olan ırkçı bilim adamlarının çalışmalarının bilimsel nitelikleri onların amaçlarını kabul edilebilir hale getirmemişti.

    Değerli tarihçimiz İlber Ortaylı galiba konunun bam teline parmak basıyor. Ortaylı dün Hasan Pulur’un da köşesinde yayınladığı bir konuşmasında, “Halaçoğlu’nun yazdıklarında ve tebliğlerinde bilime ters düşen bir yan yoktur” diyordu.

    ***

    Ama aynı Ortaylı, yine de Halaçoğlu’nun insanların kimlikleriyle ilgili açıklamalarına itiraz ediyor ve diyor ki:

    – İnsanlar kimliklerini kendileri açıklarlar, Türkiye’de onların yerine birilerinin kimlik açıklama eğilimleri son derecede yanlıştır.

    İşte olayın bamteli burada. Yüzyıllar boyu kültürler etnik gruplardan oluşan zengin mozaik olan Anadolu’da saf ırklar aramak veya toplumsal ya da ulusal birliği ırk esasına dayandırmaya çalışmak, çağdaş ulus kavramını hiç anlamamış olmak demektir.

    Bizleri bir araya getiren öğe ırkımız ya da dinimiz değil, birlikte yaşamak isteğimiz olmalıdır.

    Bu yüzdendir ki, çağdaş bir toplumda, etnik kökenleri ne olursa olsun, bir insan kendini ne olarak hissedip algılıyorsa, odur.

    Kimliğini şu ya da bu olarak açıklayan kişiye, “Hayır sen Ermenisin, Rumsun ya da Kürtsün” demek ırkçılığın dik âlâsıdır.

    Aynı şekilde, varsayalım ki bir kişinin katışıksız olarak Türk Oğuz boylarından geldiğini kanıtladınız. Ama adam kendisini, Türk olarak değil, uyruğunu kabul ettiği başka bir ülkenin kimliğiyle tanımlıyor ya da kendisini Ermeni veya Kürt olarak kabul ediyor. Şimdi bu adama karşı,

    – Hayır kardeşim sen öz be öz Türksün, demenin ne anlamı olabilir?

    Adam haklı olarak size şu yanıtı veremez mi:

    – Bırak da kimliğime kendim karar vereyim.

    Halaçoğlu olayı üzerine bazı konuları daha ciddi olarak düşünmeliyiz sanırım.

    asirmen@cumhuriyet.com.tr

  • Neoconlarla ulusalcıların garip flörtü

    Neoconlarla ulusalcıların garip flörtü

    Semih İdiz
    28 Temmuz 2008 

    Frank Gaffney, Daniel Pipes ve Michael Rubin, Washington’daki Neoconların en keskin “kalemşorları” sayılırlar. Şiddetli derecede İsrail yanlısı olmaları ise üçünün ortak özelliği.
    Bu ekibin son aylarda, Türkiye’de kendilerine “ulusalcı” diyen gruplarla aynı noktalardan hareket ederek, ABD’deki AKP aleyhtarı kampanyanın öncülüğünü yaptıkları görülüyor. Kendilerini tanımak açısından hatırlatmada bulunalım.
    Özellikle Washington Times’taki yazılarından tanıdığımız Frank Gaffney, AKP için “İslamofaşist” tanımını icat eden isimdir. Yazıları Amerikan sağında etkindir. Ankara’daki bir Amerikalı diplomat, kendisini “Emin Çölaşan’ımız” diye tanımlıyor.

    ‘AKP İslamlaştırıyor’

    Amerika’daki İsrail yanlısı sağın en önemli kanaat önderlerinden Daniel Pipes ise, AKP’nin Türkiye’yi kademeli olarak İslamlaştırdığına ve dolayısıyla İsrail’den uzaklaştırdığına dair çok sayıda yazı yazmıştır. Washington ile AB’nin AKP’ye arka çıkmasını da ağır sözlerle yermiştir.
    Washington’daki muhafazakâr “American Enterprise Institute” adlı kuruluşun araştırmacılarından olan Michael Rubin’e gelince, bu grubun en azgınlarından sayılabilir.
    Başbakan Erdoğan’ı Usame bin Ladin’le özdeşleştirerek, AKP’nin kapatılmasını hararetle destekleyen yazılar yazmış ve yazmaya da devam etmektedir. Bir ara Pentagon için çalışan Rubin, geçmişte TSK’nın “e-muhtırasını” da hararetle övmüş ve bir askeri darbenin Türkiye’yi İslamcılardan kurtaracağını açıkça ima eden görüşler beyan etmiştir. 

    ‘Barzani Öcalan’ın yanına’

    Kuzey Irak’ta “eğitmenlik” de yapmış olan Rubin, Türkiye’deki şahinleri memnun edecek ifadelerle, Mesud Barzani’nin ABD silahlarını PKK’ya sattığını, bu yüzden yargılanıp İmralı’da Öcalan’ın yanına konması gerektiğini de söylemiştir.
    Peki, Washington kapatma davası çerçevesinde genellikle “AKP yanlısı” bir tavır sergilerken, aralarında “Karanlıklar Prensi” diye bildiğimiz “Neoconcubaşı” Richard Perle’ın da bulunduğu söylenen bu ekibin derdi nedir?
    İlk etapta elbette ki 3 Mart tezkeresinin reddedilmesinden kaynaklanan ve üstesinden hâlâ gelinemeyen büyük kızgınlık var. Bunun sorumluluğunu ise tümüyle AKP’ye fatura ediyorlar. Ancak dahası var.
    Türkiye’nin İran ve Suriye konularında Washington’un istediği yolda değil de, kendi seçtiği yolda yürümesinin nedenini de AKP’ye bağlıyorlar. İsrail aleyhtarı olarak gördükleri bu gelişme, AKP’ye karşı duydukları kızgınlığı daha da artırıyor. 

    ‘Tuhaf yoldaşlar’

    Başkan Yardımcısı Dick Cheney nedeniyle Washington’da hâlâ etkin olan bu isimlerin, son haftalarda ve aylarda yazdıklarını peş peşe okuduğumuzda, ortaya çıkan görüntü şudur:
    AKP bir an evvel kapatılır ve TSK güdümündeki ulusalcı güçler Türkiye’nin başına geçerlerse, ABD’nin İran planlarının önündeki en önemli engellerden biri ortadan kalkacaktır. Türkiye-İsrail ilişkileri de tekrar Washington’un rotasına çekilip, Ankara’nın bağımsız bir Ortadoğu politikası geliştirmesi önlenecektir.
    Söylenen, ceviz kabuğu içinde budur. Ancak burada esas ilginç olan şey, Neoconların AKP konusunda, Türkiye’de ABD aleyhtarlığının öncülüğünü yapan kesimlerle aynı noktaya gelmiş olmalarıdır. Buna dolaylı bir “flört” dahi denebilir.
    Türkiye’deki gelişmeler gerçekten de, içeride olduğu kadar, dışarıda da tuhaf “yoldaşlar” yaratıyor.
      
  • GÜNGÖREN’DEKİ PATLAMALAR: ALMAN POLİTİKACILARDAN KINAMA

    GÜNGÖREN’DEKİ PATLAMALAR: ALMAN POLİTİKACILARDAN KINAMA

    BERLİN (A.A) – 28.07.2008 – Bazı Alman politikacılar, Güngören’de dün düzenlenen saldırıyı sert dille kınadı.

    Almanya Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier, Afganistan ziyareti sırasında yaptığı açıklamada, saldırıyı kınayarak, ”Almanya bu zor anda Türkiye’nin ve insanlarının yanındadır” dedi.

    Steinmeier, bu ”korkak saldırının” ardında bulunan kişilerin emellerine ulaşmamaları gerektiğini kaydetti.

    Alman Yeşiller Partisi’nin meclis Grubu Başkan Vekili Jürgen Trittin de, yaptığı yazılı açıklamada, saldırıyı şiddetle kınayarak, ”masum insanlara yönelik haince ve vahşi cinayetin” hiçbir şekilde haklı gösterilemeyeceğini belirtti.

    Saldırıda ölen ve yaralananların yakınlarının acılarını paylaştıklarını ifade eden eski Tarım Bakanı Trittin, ”Her kim düzenlemiş olursa olsun bu saldırı, Türkiye’yi Avrupa yolunda durdurma çabalarından biridir” dedi.

    (EA-ŞP)