Etiket: Kıbrıs Rum kesimi-İsrail

  • İSRAİL VE KIBRIS

    İSRAİL VE KIBRIS

    İSRAİL VE KIBRIS

    Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN 

    (Bu makale, Kıbrıs’ta yaşanan gelişmelerin İsrail merkezli bir değerlendirmesini içermektedir.)

    Kıbrıs Sorunu ile İsrail Yakından İlgili

    İsrail ve Kıbrıs, Türk basınında fazlasıyla yer alan iki ülke olarak, Türkiye’deki tartışmalarda sürekli olarak en başta yer almışlardır. Ne var ki, ayrı ayrı fazlasıyla ele alınan bu iki ülkenin beraberce düşünüldüğüne pek sık rastlanmamıştır. Sanki, Kıbrıs ile İsrail birbirinden çok uzak ve farklı konumda iki ülke gibi bir durum yaratılmıştır. Kıbrıs ile ilgili konular incelenirken bu bölgede sanki İsrail yokmuş gibi hareket edilmiş, İsrail ile ilgili durumlar ele alındığında ise, Kıbrıs çok uzaklarda imiş gibi yorumlar yapılmıştır. Köşe yazarları sürekli olarak Kıbrıs’ı inceleyen yazılar yazarlarken, hiç İsrail bağlantısı üzerinde durmamışlar, İsrail ile ilgili incelemelerde ise, İsrail’in yeri ve konumu açısından Kıbrıs faktörü görmezden gelinmiştir. Haritaya bakıldığı zaman, Kıbrıs ile İsrail’in aynı bölgede yer aldığı ve birbirine çok yakın bir konumda bulundukları açıkça görülebilmektedir. Her nedense, bu jeopolitik gerçek Türk kamuoyunun gözlerinden kaçırılmış ve İsrail ile Kıbrıs sorunlarının ne kadar birbirlerine yakın bir konumda bulunduğu gizlenmek istenmiştir. Türk basınını ekonomik olarak kontrol altında tutan Türkiye’deki İsrail lobisinin, bu doğrultuda kendi çıkarları açısından başarılı bir çalışma gösterdikleri görülmektedir.

    Yahudiler’in Ortadoğu’dan Roma İmparatorluğu tarafından kovulmasından iki bin yıl sonra, yeni bir Yahudi devleti olarak İsrail Ortadoğu’da kurulurken, aradan geçen iki bin yıllık tarihin Ortadoğu’ya getirmiş olduğu siyasal coğrafya ile Siyonist lobiler karşı karşıya kalmışlardır. Aradan geçen uzun süre zarfında bölgedeki nüfus yapısı değişmiş, Roma İmparatorluğu tarihte kalırken, bunun üzerine bölgeden, Bizans ve Osmanlı olmak üzere iki farklı imparatorluk daha geçmiştir. 20. yüzyılın koşullarında, I. Dünya Savaşı’nın galibi olan İngiliz ve Fransız imparatorlukları, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü üzerine, Ortadoğu’nun haritasını yeniden çizmişlerdir. Bir İngiliz subayı ile Fransız subayı Kahire’de bir araya gelerek, cetvel ile dünyanın merkezî bölgesinin haritasını çizmişler ve imparatorluklar sonrası modern çağda bu bölge, iki emperyalist gücün çıkarları doğrultusunda biçimlenmiştir. 20. yüzyılın başlarında dünyanın egemenleri olan İngiltere ve Fransa’nın çizmiş oldukları günümüz haritasını, II. Dünya Savaşı sonrasında kurulmuş olan İsrail ile günümüzün süper gücü olan Amerika Birleşik Devletleri kabul etmemektedirler. Dünyayı geleceğe doğru yönlendiren İsrail ve Amerika ittifakı, kendi çıkarlarına göre bir yeni plânı; Büyük Ortadoğu Plânı olarak açıklanmıştır.

    İsrail’in Güvenlik Sorunu ve Kıbrıs

    Ortadoğu’nun Arap ve Müslüman nüfus çoğunluğu karşısında dünyanın merkezinde bir Yahudi devleti kurulabilmesi, normal koşullarda mümkün değildir. Böylesine bir sonuç alabilmek için kesinlikle olağanüstü koşulların yaratılması gerekmektedir. Üç yüz yılı aşkın bir süre Siyonist lobiler bu doğrultuda çalışmışlar ve ekonomik-siyasal güçlerine dayanarak yarattıkları olağanüstü koşullarda, Arap ve Müslüman nüfus çoğunluğunun ortasına bir küçük Yahudi devleti oturtabilmişlerdir. Yâni İsrail’i kuran Siyonist hareketin yönetimi, tarihin getirdiği bilgi birikimine sahip olarak, bölge koşullarını çok iyi değerlendirmişlerdir. Bilindiği üzere Filistin’de günümüzde varolan Yahudi devleti, üçüncü kez kurulmuş bir devlettir. İlk kurulan İsrail devleti Mezopotamya güçleri tarafından yıkılmış ve Yahudiler’in Babil sürgünü gündeme gelmiştir. Daha sonraları kurulmuş olan ikinci Yahudi devleti ise, Roma İmparatorluğu tarafından yıkılmış ve bunun sonucunda da Yahudiler; Akdeniz ve Avrupa üzerinden dünyanın çeşitli bölgelerine yayılmışlardır. Filistin’de kurulmuş olan Yahudi devletine yıkıcı tehdit önce Mezopotamya’dan, sonra da Kıbrıs üzerinden Avrupa’dan gelmiştir. Bu bölgede üçüncü kez devlet kuran Siyonist hareket, Filistin’deki devletin güvenliği için, hem doğudaki Mezopotamya bölgesine hem de Batı’dan gelecek saldırı ya da tehditlere karşı ülkenin batısında yer alan büyük kara parçası Kıbrıs’a dikkat etmek zorunda olduklarını iyi biliyorlardı. Nitekim, bu doğrultuda Irak’ta görev yapan Saddam yönetimi kullanılmış ve müdâhale gerekçesi yaratılarak Amerikan ordusunun Mezopotamya’yı İsrail’in bölgesel egemenlik çıkarları doğrultusunda işgal etmesi sağlanmıştır. Böylece Filistin’de üçüncü kez kurulmuş olan Yahudi devleti, Bâbil döneminde olduğu gibi muhtemel bir Mezopotamya gücünün saldırısına karşı güvence altına alınmıştır.

    İsrail’in güvenliği sorunu sâdece ülkenin doğusunda yer alan Mezopotamya’nın ele geçirilmesi ile sağlanamaz. Aynı zamanda ülkenin batısında yer alan Kıbrıs’ın da kontrol altına alınması gerekmektedir. Ortadoğu bölgesine Avrupa kaynaklı olarak gelen bütün saldırı hareketleri Kıbrıs’ı Doğu Akdeniz’de bir üs olarak kullandığı için, böylesine bir büyük adanın batıdan ya da Avrupa’dan gelecek bir Ortadoğu hareketine karşı kullanılması gerekmektedir. Bu doğrultuda İsrail kendisini, tarihteki ikinci Yahudi devletini yıkan Romalılar’ın üs olarak kullandıkları, Kıbrıs adasını kesinlikle denetim altında tutmak zorunda görmüştür. Avrupa’dan kalkarak Kudüs ve civarını ele geçirmek isteyen on bir Haçlı Seferi sırasında da Kıbrıs bir Doğu Akdeniz üssü olarak kullanılmıştır. Bölgenin günümüzdeki haritasını çizen İngiltere’de 19. yüzyılın sonlarında Filistin’e girerken önce Kıbrıs’ı ele geçirmiş ve daha sonra Kıbrıs üzerinden düzenlenen askerî hareket ile Ortadoğu topraklarına İngiliz orduları ayak basmıştır. İngiltere’nin indiği yolu Fransa’da takip etmiş ve Doğu Akdeniz üzerinden Lübnan’a girmiştir.

    Siyasal tarihin ortaya koyduğu gerçekler açısından İsrail ve Kıbrıs beraberce ele alınırsa, Kıbrıs adasının İsrail’in karşı kıyısı olduğu görülmektedir. Jeopolitik gerçek bu doğrultuda olmasına rağmen Türk basın ve siyaset çevrelerinin Kıbrıs ile İsrail arasındaki bu bağlantıdan habersizmiş gibi hareket etmeleri, son derece düşündürücüdür. Çünkü bilim kitaplarına göre; her kıyı ülkesinin güvenliği, karşı kıyıda yer alan kara parçasının izlenmesinden geçer. Ada ülkeleri karşı kıyıda kendi çıkarlarına göre siyasal yapılama yaparlar. İngiltere ve Japonya, birer ada ülkesi olarak, karşı kıyıda büyük ülke olmasını engellemişlerdir. Kore’nin Çin’den kopmasında Japonya etkin bir rol oynamıştır. Aynı şekilde Hollanda’nın Almanya’dan, Belçika’nın Fransa’dan kopmasında da İngiltere son derece etkili olmuştur. Böylece iki ada ülkesi karşı kıyılarında hiç bir biçimde kendilerinden büyük bir devletin yer almasına izin vermemişlerdir. Kıyı ülkeleri bir anlamda, güçlü ada ülkelerinin etkisi ile, küçük devletler biçiminde ortaya çıkabilmişlerdir. Ada ülkeleri kendi güvenlikleri açısından kıyı ülkelerinin oluşumuyla yakından ilgilenirlerken, kıyı ülkeleri de kendi güvenlikleri açısından karşı kıyıda yer alan ada ülkeleri ile yakından ilgilenmişler ve hatta daha da ileri giderek, bu adaları kendi egemenlikleri altına alarak, sınırları içine katmışlardır. Uluslararası hukuk açısından bunu yapamayanlar ise, bu doğrultuda oluşumları kendi ulusal çıkarları için dolaylı yollardan yönlendirmenin çabası içerisinde olmuşlardır.

    İsrail, Ortadoğu’da en son kurulan ülke olduğu için karşı kıyısındaki Kıbrıs adası üzerinde uluslararası hukuka göre, doğrudan etkili olamamıştır. Bölgenin hukuk düzeni iki dünya savaşı sonrasında ortaya çıktığı için ve bu bölgedeki eski devletlerin devletler hukukundan gelen çeşitli hakları bulunduğundan, Kıbrıs adasının kendine özgü bir hukukî statüsü olmuştur. Kıbrıs’ın eski bir Osmanlı toprağı olması, daha sonra ada üzerinde İngiliz dominyonu kurulması, 20. yüzyılın ikinci yarısında adanın bağımsız devlet olarak ilân edilmesi, adada Türkler ve Rumlar’dan oluşan iki halk topluluğunun bulunması gibi durumlar; Kıbrıs’ın uluslararası hukuka göre durumunu belirlemiştir. Bu nedenle, Kıbrıs üzerinde Osmanlı’nın devamı olan Türkiye Cumhuriyeti, Rum nüfusun koruyucusu olan Yunanistan devleti ve adanın son egemen gücü olan Britanya İmparatorluğu, uluslararası hukuka göre hak sahibi olmuşlardır. II. Dünya Savaşı sonrasının süper gücü olan Amerika Birleşik Devletleri bile Kıbrıs adası ile herhangi bir hukukî bağlantı içinde olmadığı için, adaya doğrudan müdâhale edememiştir. Akdeniz kıyılarında elli senedir dolaşan Amerikan 6. Filosu uluslararası hukuk yüzünden adaya bir türlü girememiş ve Amerika Birleşik Devletleri de Kıbrıs üzerinde doğrudan etkili olamamıştır.

    İngiltere’nin koruyuculuğunda I. Dünya Savaşı sonrasında Filistin’e yerleşen Yahudiler, daha sonra bağımsız devlet kurmak isteyince İngiltere ile ihtilafa düşmüşlerdir. II. Dünya Savaşı sonrasında, savaşın galibi olan Amerika Birleşik Devletleri’ni kullanan Siyonist lobiler, Birleşmiş Milletler kararıyla Filistin toprakları üzerinde İsrail devletinin üçüncü kez kurulmasını sağlamışlardır, İsrail devleti kurulur kurulmaz hemen Ortadoğu bölgesinin her köşesi ile yakından ilgilenmeye başlamış ve bu doğrultuda karşı kıyısı olan Kıbrıs’ı da yakın izlemeye almıştır. Üç tarafı Müslüman kitleler ve Arap ulusunun çeşitli ülkeleri ile dolu olan Yahudi devleti, Kıbrıs adasını dış dünyaya çıkış kapısı olarak görmüştür. Doğu Akdeniz’de bir uçak gemisi konumunda olan Kıbrıs adası, İsrail’in karşı kıyısı olarak, üç tarafı Müslümanlarla çevrili Filistin bölgesinden Yahudiler’in dış dünyaya çıkış noktası kabul edilmiştir. Bu konumu nedeni ile Kıbrıs, İsrail için her zaman âcil çıkış kapısı olarak görülmüştür. Kıbrıs’ı böyle gören İsrail, ada üzerindeki siyasal gelişmeler ile yakından ilgili olmuş ve kendisinin aleyhine olabilecek herhangi bir gelişmeye izin vermemeye çalışmıştır.

    Adanın Kaderinde Etkili Olan Üç Yahudi

    Kıbrıs ile Filistin bağlantısı her zaman için tarihin çeşitli dönemlerinde gündeme gelmiş ve bu doğrultuda Yahudiler, Kıbrıs adası üzerinde etkili olmak istemişlerdir. Dünya siyasî tarihinde üç önemli Yahudi asıllı kişinin, Kıbrıs adasının siyasal konumu üzerinde yönlendirici etkisi olduğu kabul edilmektedir. Haçlılar’ın, Romalılar’ın ve İngilizler’in Kıbrıs üzerinden Filistin’e girdiklerini gören Yahudi lobilerinin yöneticileri, yeniden İsrail’in kurulmasında ve Ortadoğu’da Yahudi egemenliğinin oluşturulmasında Kıbrıs adasını bölgeye giriş kapısı olarak görmüşler ve bu doğrultuda adayı kullanabilmenin yollarını aramışlardır. Orta Çağ’ın sonlarında İspanya’dan kovulan Yahudiler Akdeniz’in batısından doğusuna gemilerle geçerek Osmanlı ülkesine gelmiş ve yerleşmişlerdir. 16. yüzyılda Osmanlı ülkesine yerleşen Yahudiler, Tevrat’ta belirtilen kutsal topraklara kavuşmaları aşamasında Kıbrıs’ı bir ara istasyon olarak kullanılmak istemişler ve zengin Yahudiler’in önde gelen temsilcilerinden olan Nassi, Osmanlı padişahını Kıbrıs’ın alınması konusunda ikna etmiştir. Kıbrıs’ta Osmanlı koruması altında bir Yahudi krallığı kurmak isteyen Nassi, bu amacını gerçekleştirmek üzere Osmanlı ordusunun Kıbrıs adasını Venedikliler’den almasını sağlamıştır. Ada Osmanlı yönetimine geçtikten sonra, epeyce bir Yahudi asıllı Osmanlı vatandaşı adaya yerleşmiştir ama imparatorluk yönetimi, Kıbrıs üzerinde bir Yahudi krallığı kurulmasına izin vermemiştir. Yahudiler kutsal toprakların karşısındaki bu adayı kendi ülkelerine çevirmek için çeşitli girişimlerde bulunmaya devam etmişlerdir.

    İngiliz ve Fransız İmparatorlukları’nın sömürgecilik düzenini kullanarak aşırı zenginleşen Yahudi lobileri on yedinci yüzyıldan sonra Siyonizm’in etkisi altına girince, bu kez Ortadoğu’ya yeni bir göç dalgası ile yerleşmek istemişlerdir. 19. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı İmparatorluğu “hasta adam” ilân edilmiş ve çöküş süreci gündeme gelmiştir. Osmanlı’nın bu durumundan yararlanmak isteyen Siyonist lobiler, Osmanlı padişahı Abdülhamit’ten imparatorluk toprağı olan Filistin’i bir Yahudi devleti kurmak üzere istemişlerdir. Ne var ki, Abdülhamit bu öneriyi reddedince, ikinci kez padişahın kapısını çalmışlar ve bu kez de bir Yahudi krallığı kurmak üzere Kıbrıs adasını istemişlerdir. Osmanlı sarayı bu ikinci öneriyi de reddedince Yahudiler, İngiltere’yi devreye sokarak İngiliz işgali altında Kıbrıs’a gelmişler ve Kıbrıs üzerinden Filistin’e geçmişlerdir. Yahudiler’in Kıbrıs üzerinden bölgeye ikinci kez gelmeleri sırasında Britanya İmparatorluğu’nun Yahudi asıllı Başbakanı Benjamin Disraelli’nin çok büyük rolü olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünü gören bu Yahudi asıllı İngiliz Başbakan, bölgede dörtlü bir konfederasyonu İngiltere’nin egemenliği altında oluşturmak isterken, bu plânın bir parçası olarak da Yahudiler’in Filistin’de İsrail’i yeniden kurmalarını plânlıyordu. Osmanlı sonrası Ortadoğu yapılanmasında böylece hem İsrail plânı devreye giriyor hem de İngiliz işgali altındaki Kıbrıs üzerinden Yahudiler’in bölgeye girişleri plânlanıyordu. Kıbrıs üzerinde İngiliz işgali hem adayı Osmanlı’dan koparıyor hem de ada üzerinden, İngiliz sömürge yönetimi kontrolünde, Yahudiler’in batıdan gelerek müstakbel İsrail’e geçmeleri sağlanıyordu.

    Kıbrıs tarihi üzerinde Nassi ve Disraelli’den sonra etkili olan üçüncü Yahudi, Henry Kissinger’dır. Kissinger, 20. yüzyılın ikinci yarısında ada üzerinde etkili oluyordu. Disraelli plânı ile Osmanlı adayı terk ederken İngiltere Kıbrıs’ı ele geçiriyordu. Kissinger sayesinde ise, Amerika Birleşik Devletleri Kıbrıs’ta Türkiye üzerinden bir egemenlik sağlıyordu. Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışı üzerine, imparatorluğun ana topraklarında kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti, Kıbrıs üzerinde taraf olma hakkına sahip değildi. Lozan Antlaşması sırasında Mîsak-ı millî sınırları içerisinde Kıbrıs ilân edilmemişti. Çünkü Kıbrıs o zaman bir İngiliz dominyonu idi. Önceliği Mîsak-ı millî sınırlarına veren Türk devleti, Kıbrıs konusunu sonraya bırakmıştı. İsrail’in kurulmasına kadar da Kıbrıs sorunu bir ulusal sorun olarak Türkiye’de görülmemişti. İsrail’in kurulduğu ay Türkiye’de yayınlanmaya başlayan bir gazete, Türk kamuoyunu İsrail’in çıkarları doğrultusunda yönlendirmeye çalışmış, 1952 yılından sonra “Kıbrıs Türk’tür” kampanyasına girişmişti. Yâni İsrail’in 1948 yılında kurulmasından dört yıl sonra Kıbrıs’ın Türk kamuoyuna bir ulusal sorun olarak taşındığı görülmektedir.

    Türkiye’deki Yahudi lobilerinin temsilciliğini yapan bir büyük gazetenin Kıbrıs’ı bir ulusal sorun hâline getirdiği yıl olan 1952’de Avrupa Konseyi kurulmuş ve bugünkü Avrupa Birliği’ne giden ilk adımlar atılmıştır. Günümüzden elli yıl önce ortaya çıkan bu girişimin sonuçlarını önceden iyi hesap eden Yahudi lobileri, birleşen Avrupa’nın bir gün Kıbrıs adasını da sınırları içine alarak, Doğu Akdeniz’de Roma İmparatorluğu gibi egemenlik arayışına gireceğini çok iyi biliyordu. İşte günümüzdeki Kıbrıs’ın Avrupa Birliği’ne girme sürecini elli yıl önceden gören Siyonist lobiler, kendilerinin denetimindeki bir gazete ile Kıbrıs’ın Türkiye’nin ulusal sorunu düzeyine getirilmesinde önemli roller oynamışlar ve Türkiye’yi İngiltere’nin çekildiği Kıbrıs’a yönlendirerek, ada üzerinde merkezî Avrupa kıtasının hâkimiyetinin önüne geçmek istenmişlerdir. Kıbrıs mitingleri ile ada Türkiye’ye taşınırken, adada Osmanlı döneminden kalan Türk nüfusa Türkiye’nin sahip çıkması sağlanmış ve adanın Türk nüfusu üzerinden Türkiye, Kıbrıs sorununda taraf olmuştur Böylece ada Hıristiyan Rumlar’a bırakılmamış ve Rumlar üzerinden Hıristiyan Avrupa’nın ada üzerinde egemen olması da Türkiye sayesinde önlenmiştir. İsrail açısından bu sonuç, istediği politikaları ada üzerinden yürütebilmesi için son derece elverişli bir ortam yaratmıştır. Şüphesiz Türkiye’nin kendi stratejik gerekçeleriyle adaya mühadil olması söz konusudur ama İsrail’in de yukarıda söylediğimiz endişelerle hareket ettiği gözden ırak tutulamaz.

    İsrail, bir Yahudi devleti olduğu için, Kıbrıs üzerinde hiçbir zaman ne Hıristiyan ne de Müslüman bir devlet istememiştir. Bu nedenle, geleneksel Yahudi politikasına uygun olarak Kıbrıs’da Hıristiyan Rumlarla Müslüman Türkler’in karşı karşıya gelmesi gibi bir durum yaratılmış ve böylesine bir çıkmaz günümüze kadar İsrail’in bölgeye egemen olabilmesi doğrultusunda sürdürülmüştür. Adada Müslüman ya da Hıristiyan egemenliğinin tam olarak kurulmaması İsrail’in işine yaramıştır. Adanın kuzey ve güney olarak ikiye bölünmesi, Müslümanlarla Hıristiyanlar’ın sürekli çatışması, adaya müdâhale etmek için İsrail’e elverişli bir durum sağlamıştır. Ada üzerinde sürekli bir çözümsüzlük ortamının sürüp gitmesi de, İsrail’in gelecekte kendi karşı kıyısı olan Kıbrıs’a egemen olabilmesi için uygun bir süreci gündeme getirmiştir. Bu anlamda Rum ve Türk kesimlerinde anlaşmama konusunda ısrar eden kesimler, çözümsüzlük politikasının sürekliliği için yardımcı olmuşlardır denilebilir. Kıbrıs’ta çözümsüzlük giderek tırmanırken, adaya Avrupa Birliği’nin müdâhale ederek Kıbrıs’ı Birliğe dahil etmek istemesine de gene İsrail lobileri karşı çıkmışlar. Türk tarafında Avrupa lobileri etkili olduğu aşamada Rusya üzerinden Rum tarafında çözümsüzlüğü devam ettirecek bir tutumun gündeme gelmesini sağlamışlardır. Annan Plânı ile çözüme kavuşturulmak istenen Kıbrıs, Rum tarafının olumsuz tutumu nedeniyle gene çözümsüzlük sürecinde bırakılmış ve Türk tarafı Avrupa Birliği’nin dışında kalmıştır. Bu sonuçun Türkiye Cumhuriyeti ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti açısından etkileri şüphesiz farklı şekillerde değerlendirilebilir ve değerlendirilmelidir ama İsrail açısından olaya baktığımızda ada üzerindeki İsrail planları bu gelişmeler sonucunda yine bir varlık zemini bulmuştur.

    Soğuk savaşın döneminde Sovyetler Birliği, 1958 darbesiyle, Bağdat üzerinden Irak’ta üstünlük sağlayınca, Irak üzerinden Suriye’ye geçmiş ve bu ülkedeki Fransız üstünlüğünü devre dışı bırakmıştır. Sovyetler Birliği daha sonra da Suriye üzerinden Kıbrıs’a geçerek, bu ada da Akdeniz bölgesinin en güçlü komünist partisi olan Akel’in kuruluşunu sağlamıştır. 20. yüzyılın son çeyreğine doğru Rusya’nın, Akel partisi aracılığı ile bir siyasal darbe yaparak Kıbrıs’ı Akdeniz’in Küba’sı yapma projesine Amerika Birleşik Devletleri karşı çıkmış ve Rum tarafındaki militanları aracılığı ile komünist darbeyi önleyen bir Amerikancı darbeyi gündeme getirmiştir. Kıbrıs üzerinden ABD çıkarlarını güvence altına alan Batıcı Rum darbesi, adada Hıristiyan egemenliğini artıracağı için, o aşamada Türkler’e yönelik fiilî saldırıların oluşturduğu Kıbrıs’a bir Türk müdâhalesi haklı düşüncesi de İsrail lobileri tarafından desteklenmişlerdir. Adaya müdâhale eden harekâtı yönlendiren Türk politikacısının eski hocası, ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’in talimatı ile Akdeniz’deki Amerikan 6. Filosu Türk müdâhalesini izlemiştir. Kıbrıs’a Türk müdâhalesi, adada bir komünist rejim projesini önlenirken aynı zamanda Türkler’in asimile edilmesini, Kıbrıs’ın Rumlaşması’nı ve Yunanistan üzerinden Avrupa’nın etkisi altına girmesini de önlemiştir. Böylesine bir sonuç ABD ile beraber İsrail’in da işine gelmiş ve Türkiye’nin adada etkin olması beraberinde Kıbrıs’ın geleceği için her iki ülkenin politika geliştirme şansının da devam etmesine imkân tanımıştır. Ortaya çıkan yeni tabloda Kıbrıs ne Rumlar’a ne Türkler’e yâr olmuştur. 

    Kıbrıs’a Yahudi Göçü Gündemde 

    Uluslararası kuruluşlarda son derece etkin olan İsrail lobileri, Kıbrıs sorununda çözümsüzlük sürecinin devam etmesini kolaylaştırıcı bir süreci sürekli olarak gündemde tutmuşlardır. Türk tarafında Avrupa etkili olmaya başladığında; Amerika, Rusya ve İsrail üzerinden zaten çokça tartışılan ve haklı gerekçeleri olan Avrupa karşıtı girişimler desteklenmiş ve böylece bölgede Büyük Ortadoğu Projesi adı altında Büyük İsrail Projesi devreye sokulana kadar ada üzerinde Türk, Rum, Hıristiyan, Müslüman, Rus ve Avrupa egemenlikleri önlenmiştir. Büyük Ortadoğu Projesi adı altında bütün Ortadoğu’ya ve çevresine egemen olmak isteyen Siyonizm açısından, Kıbrıs üzerinde Yahudi egemenliği olmazsa olmaz bir koşuldur. Gelecekte bütün belgeye egemen olabilmenin yolu karşı kıyıyı kontrol etmekten geçmektedir. Adadaki gelişmelere önce dolaylı olarak müdâhale edilen İsrail’in ikinci aşamada adada doğrudan bir egemenlik arayışına gireceği anlaşılmaktadır. İkiye bölünmüş Kıbrıs’ta her an için çatışma çıkarılabilir ve adanın Rum nüfusunun Yunanistan’a, Türk nüfusunun ise Türkiye’ye göçü özendirilebilir. Ada nüfusunun Kıbrıs’ı boşaltmasına gidecek olan süreç, adaya yavaş yavaş Yahudi nüfusun yerleşmesini sağlanabilir. Önceleri küçük gruplarla başlatılacak Kıbrıs’a Yahudi göçü süreci daha sonraları daha geniş kitlelerle tırmandırılabilir.

    Avrupa Birliği’ne Kıbrıs’ın bir ada ülkesi olarak bütünüyle katılması için hazırlanmış olan Annan Plânı öncesi ve sonrasında Kuzey Kıbrıs’ta çok büyük bir inşaat etkinliği göze çarpmıştır. Özellikle adanın Türk tarafındaki kentler sanki yeniden inşa edilmiş ve Kıbrıs’ın gelecekteki müstakbel yeni sakinleri için Batı standartlarına uygun bir ülke yaratılmıştır. Çeyrek yüzyıl önce Türk ordusunun fethettiği Kuzey Kıbrıs aradan geçen süre içerisinde yeniden inşa edilmiş, kentlerin altyapıları tamamlanmış ve otoyollarla birbirine bağlanarak tam bir Batılı ülke konumunda Kuzey Kıbrıs düzenlenmiştir. Adadaki Türk toprakları üzerinde, parselasyon çalışmaları ile beraber iki yüz bin ev yapmak üzere izin alınmıştır. Referandum öncesi hızlanan arsa ve ev satışları son dönemlerde daha da artmıştır. Türk yönetimi altında bulunan Kuzey Kıbrıs bölgesindeki yeni yapılan binalar daha çok İngiliz ve Amerikan Yahudiler tarafından satın alınırken, referandum sonrasında Kuzey Kıbrıs’ın Avrupa dışında kalmasıyla beraber İsrail vatandaşı Yahudiler de adada gayrimenkul edinmek ve yerleşmek üzere KKTC’ye gelmeye başlamışlardır. Ambargo nedeniyle durgun olan Kuzey Kıbrıs ekonomisinde Türkler fakir sayılabilecek bir düzeyde kalırlarken, son zamanlarda artan inşaat işlerinde yabancı firmalar devreye girmişler. Âdeta, İngiltere ve Türkiye üzerinden yeni yapılaşma girişimleri desteklenerek, gelecekte İsrail’in karşı kıyısında Yahudiler için yeni bir yerleşim bölgesi yaratılmaya çalışılmaktadır.

    Avrupa Birliği’nin dışında bırakılan Kuzey Kıbrıs’ta önümüzdeki dönemde birkaç yüz bin Yahudi’nin yerleştirilmesi gündemdedir. Böylece zaman içerisinde Kuzey Kıbrıs’ın Türk nüfusunun Türkiye’ye geri dönmesi sağlanacak, para gücüne sahip olan zengin Yahudiler Kuzey Kıbrıs’a yerleşerek yeni bir Yahudi bölgesini İsrail’in karşı kıyısında yaratacaklardır. Gelecekte adanın tamamına sahip olmayı düşünen İsrail, karşı kıyısında ikinci bir Yahudi devleti kuramaya çalışmaktadır. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde kendisine bağlı firmalar aracılığı ile yeni yerleşim alanları yaratmakta ve hızlı bir gayrimenkul satışı ile adanın kuzeyinde Yahudi nüfusu artırmaktadır. Kısa zamanda önemli miktarda Yahudi’nin adaya yerleşmesiyle, İsrail’de Kıbrıs üzerinde tıpkı Türkiye ve Yunanistan gibi taraf olabilecek ve böylece adanın Avrupa ya da Hıristiyan egemenliği altına girmesine izin vermeyerek, Doğu Akdeniz bölgesinde İsrail merkezli olarak kurulmuş olan Yahudi hegemonyasını koruyabilecektir. İsrailli Yahudiler’in son yıllarda Türkiye’nin Antalya kentine de gayrimenkul almak ve yerleşmek üzere ilgi göstermesi, İsrail merkezli gündeme getirilen Doğu Akdeniz hegemonya düzeninin; İsrail, Kıbrıs ve Antalya arasında kurulmakta olan bir egemenlik üçgenine dayandırılmak istendiğini de açıkça gözler önüne sermektedir.

    Adanın güneyinde yer alan Rum kesiminde ise elli bin civarında Rus asıllı insanla beraber sayıları tam olarak tahmin edilemeyen önemli bir miktarda Yahudi yaşamaktadır. Aslında Kıbrıs’ın her iki kesiminde de Yahudiler ekonomiye egemen durumdadırlar. İsviçre gibi Kıbrıs’ta banka sayısının fazla olmasında ve bu adada kıyı bankacılığının öne geçmesinde Kıbrıs’ta varolan Yahudi ağırlığının rolü bulunmaktadır. Ortadoğu ve Uzak Doğu kaçakçılığında ara istasyon olarak kullanılan Kıbrıs adasında önemli bir ölçüde mafya ile yeraltı ilişkileri kotarılmaktadır. Kayıt dışı para ve sermaye kaçakçılığında Kıbrıs bankaları birer üs olarak kullanılırken, bunların ABD ve İsviçre merkezli olarak çalışan büyük Yahudi bankaları ile de yakın ilişkileri bulunmaktadır. Daha önceleri Lübnan üzerinden yürütülen bu tür ilişkiler, Lübnan’ın, Ortadoğu’yu yeniden yapılandırmak isteyen emperyalist ve Siyonist çevrelerin isteklerine uygun olarak bir terör üssüne çevrilmesinden sonra, Kıbrıs adasına kaymıştır. Böylece Kıbrıs siyasal çekişmelerin odağı olduğu kadar kara para ve yeraltı ilişkilerinin de merkezi konumuna getirilmiştir. Dünya ekonomisini yönlendiren Yahudi lobilerinin Kıbrıs’ın bu yeni konumunu İsrail’in çıkarlarını düşünerek hazırladıkları ve Büyük İsrail Projesi doğrultusunda bir Büyük Ortadoğu egemenliğine yönelik olarak geliştirdikleri anlaşılmaktadır.

    Kıbrıs’a İsrail ve Yahudi lobilerinin artan ilgisi, Türkiye’deki benzer kesimleri ve lobileri de harekete geçirmiştir. Doğu Akdeniz üzerinden bütün Ortadoğu’yu kapsayacak biçimde oluşturulmaya çalışılan Yahudi hegemonyasında, Türkiye Yahudileri ve Sabetaycıları da etkin olmak istemişler ve bu kesimlerin içinden çıkan bazı temsilciler Kıbrıs sorununun önde gelen izleyicisi, savunucusu ya da uzmanı olarak ortaya çıkmışlardır. Aynı doğrultuda bir eğilimi Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti yönetiminde de izlemek mümkündür ve adanın kuzey ve güneyinde yer alan Maronitler’i de benzer doğrultu da hareket eden bir grup olarak görmek mümkündür. Maronitler Ortadoğu’nun eski bir halk topluluğu olarak Yahudiler ve İsrail ile çok yakın ilişkiler kurmuşlar ve giderek bölgede artan Yahudi hegemonyasından dolayı ekonomik olarak öne geçmişlerdir. İsrail Ortadoğu’da Büyük İsrail’in kurulması amacı doğrultusunda Kürt Yahudileri’ni kendi doğrultusunda yönlendirdiği gibi Maronitler’i de kendisine yakın tutarak, bölgenin yeniden yapılanmasında Arap ve Müslüman çoğunluğa karşı Arap ve Müslüman olmayan haklar koalisyonunda Maronitler’e önde gelen bir yer vermiştir. Türkiye’de yaşayan Sebataycılar’ın eski Osmanlı bölgesi olan Ortadoğu ülkelerindeki uzantılarını da İsrail gene Arap ve Müslüman olmayan halklar koalisyonu içerisinde düşünmüş ve onların konumundan Kıbrıs üzerinde de yararlanmaya çalışmıştır. İsrail’i Ortadoğu’da rahatlatacak kozmopolitizm böylece bölgede örgütlenmek istenmiştir. Kıbrıs bu açıdan da İsrail merkezli Ortadoğu içerisinde görülmektedir.

    Tahriklere Dikkat

    Bölgesel gelişmeler içerisinde İsrail’in Kıbrıs’a giderek artan ilgisi bu devletin kurulmasından tam on yıl sonra 1958 yılı itibarıyla diplomatik olarak öne çıkmıştır. İngilizler adadan çekilirken İsrailliler adaya girmeye başlamışlardır. Ortadoğu’da İsrail’in yalnız kalmasını önleyebilmek için Kıbrıs’ı da bir başka İsrail konumuna getirmek istemişlerdir. Tek İsrail ile bütün Ortadoğu’ya egemen olamayacaklarını gören Siyonistler hem Kürt Yahudiler aracılığıyla ikinci İsrail’i Kuzey Irak’ta kurma yoluna gitmişler hem de Türkiye’deki Yahudi lobileri ve Maronitler üzerinden üçüncü İsrail’i de Kıbrıs’ta kurabilmenin yollarını aramışlardır. İsrail dünyanın çeşitli ülkelerinde etkinliklerini sürdüren Yahudi lobilerini Kıbrıs’ın bağımsız bir ülke olarak tanınabilmesi için seferber etmiş ve bunların desteği ile ada üzerindeki etkinliğini giderek artırmıştır. Kıbrıs’ın bağımsız devlet olması İsrail tarafından yakından izlenmiş ve İsrail’in bölgedeki etkinliğinin artırılabilmesi için ada; Türkiye, Yunanistan ve İngiltere gibi ada sorunu üzerinde taraf olan ülkelerden uzak tutulmaya çalışılmıştır. Kıbrıs bağımsız devlet olunca İsrail ile yakın ilişkiler içinde olmuş, böylece bölgenin Arap ve Müslüman ülkeleri tarafından boykot edilen İsrail karşı kıyısında kendisini tanıyan ve normal ilişkiler içerisinde olan bir partner kazanmıştır. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Makarios’un cumhurbaşkanlığı döneminde bağlantısız bir politika izlemesi de İsrail’in Doğu Akdeniz’de rahatlamasına yardımcı olmuştur. Karşılıklı olarak açılan diplomatik temsilcilikler, iki ülkenin birbirlerine yaklaşmasına ve daha sonra İsrail’in Kıbrıs üzerindeki etkisinin artmasına yardımcı olmuştur. Giderek artan ticarî ve ekonomik ilişkiler, bölgede yeni dengeleri gündeme getirmiştir. İsrail, Kıbrıs’ın bağımsızlığının ilânından bir yıl sonra resmen açtığı elçilikle Kıbrıs’a girmiş ve o yıldan sonra da bu ada üzerindeki etkisini diplomatik yollardan artırmıştır.

    Dünya Yahudi lobilerinin en büyük organizatörü Lord Rothschild, 20. yüzyılın başlarında Filistin’in Yahudiler için çok küçük bir ülke olduğunu belirterek, Kıbrıs ile beraber bazı Arap topraklarının da Filistin’e eklenerek daha geniş bir Yahudi yurdu yaratılması düşüncesini savunmuştur. Bu doğrultuda, İngiliz Hükümeti’nin izni ile 20. yüzyılın ilk yıllarında itibaren zaman zaman Yahudi aileleri Kıbrıs adasına yerleştirilmiştir. İsrail’in Tevratsal sınırları içerisinde yer alan Kıbrıs’ın geleceği, Ortadoğu’daki yeniden yapılanma ile yakından ilgili bulunmaktadır. Kıbrıs, İsrail’e hem bir giriş kapısı hem de çıkış bölgesidir. Kıbrıs’tan zaman içinde Türkler’in kaçırtılması, Hıristiyanlar’ın topraklarının para ile satın alınması yolu ile adanın bütünüyle Yahudileştirilmesi, Siyonizm’in ana hedeflerinden biricidir. Yahudi Kolonileştirme Birliği adını taşıyan uluslararası kuruluş, Kıbrıs nüfusunun hızla Yahudileştirilmesi konusunda ciddî plânlar uygulamaktadır. ABD’deki Yahudi lobileri bu tür uluslararası kuruluşlar aracılığı ile Kıbrıs sorununu yakından izlemişler ve kendi çıkarları doğrultusunda sorunu yönlendirmeye çalışmışlardır.

    Kıbrıs’ta uzun süre görev yapan bir Türk diplomat Kıbrıs adasının sonunda ne Türkler’e ne de Rumlar’a kalmayacağını, İsrail’in Büyük İsrail ya da Ortadoğu plânı çerçevesinde adaya sahip olacağını iddia etmiştir. Çok şaşırtıcı bir iddia olarak öne sürülen bu düşünce bölgedeki gelişmeler ile Kıbrıs ve İsrail’in özel durumları dikkate alınınca ve beraberce değerlendirilince pek de yabana atılamayacak bir düşünce olarak görünmektedir. Türkler’in ve Rumlar’ın birbirlerine karşı kışkırtılması ile yeniden sıcak çatışmalara sürüklenecek Kıbrıs’a, Ortadoğu’da askerî birlik bulunduran Amerika Birleşik Devletleri’nin müdâhale edebileceği öne sürülmektedir. ABD’nin bir askerî işgali sonrasında ya da NATO’nun Ortadoğu’ya taşınmasından sonra, NATO üzerinden Kıbrıs’ta oluşturulacak Amerikan etkisinden yararlanılarak, Kıbrıs adasına önemli sayıda Yahudi göçü gündeme getirilebilir. Türk kesimine yerleştirilecek bu yeni nüfus topluluklarıyla adanın demografik yapısı değiştirilecek ve İsrail üzerinden kurulacak ekonomik ilişkiler ile Yahudiler yeni dönemde Kıbrıs’a egemen olacaklardır. Büyük Ortadoğu Projesi adı altında gündeme getirilen Siyonist plânın Kıbrıs adasına düşen kısmı bu doğrultuda sonuçlanırsa, ABD askerinin desteği ve İsrail lobilerinin ekonomik yönlendirmesi sonucunda Kıbrıs Ortadoğu’da yeni bir İsrail olarak ortaya çıkabilecektir. Siyonizm’in Büyük İsrail Projesi çerçevesinde oluşturulacak “Üç İsrail”in üçüncüsü İsrail’in karşı kıyısındaki Kıbrıs adası üzerinde kurulmuş olacaktır. Kürt Yahudileri’ne kurdurulan Kürdistan ile beraber Ortadoğu’da üç tane Yahudi devleti kurulmuş olacak ve böylece merkezî Yahudi devleti Kürdistan ile Doğu’ya karşı, Kıbrıs ile de Batı’ya karşı kendisini koruyabilecek sınır ötesi yeni üsler elde etmiş olacaktır.

    İsrail lobilerinin denetimi altında yönlendirilen Türk medyasınca bilinçli olarak gizlenen İsrail ve Kıbrıs ilişkisi, çeşitli kaynaklara bakıldığında tarihin ilk dönemlerinden bu yana sürüp gelmektedir. Giderek bölgede etkisini artıran İsrail’in Kıbrıs’ı gelecekte rahat bırakmayacağı ve kendisinin dışında bir inisiyatifin karşı kıyısında yer alan bu ada üzerinde kurulmasına sıcak bakmayacağı açıktır. İsrail ve Kıbrıs arasında bu kadar hayatî öneme sahip ilişkiler bulunduğuna göre; İngiltere, Yunanistan ve Türkiye, Kıbrıs sorununda son derece dikkatli davranarak durumundadırlar. Amerika Birleşik Devletleri ya da Avrupa Birliği Kıbrıs konusuna eğilirken, ada üzerinde Doğu Akdeniz’de hegemonya kurmakta olan İsrail etkisini hesap etmek zorundadırlar. Adayı gelecekte İsrail’in kontrolüne sürükleyebilecek her türlü komploya ya da provokasyona karşı adada taraf olan kesimlerin daha dikkatli politika sürdürmelerinde, bölge barışı açısından yarar bulunmaktadır. Kıbrıs’ın geleceği dünya konjonktürüne kilitlenmişken, Türkiye’nin bütün bu durumları dikkatle izleyen bir politika takip etmesi gerekmektedir.

    Yararlanılan Kaynaklar

    1 Zach Levy;  İsrael’s entry into Cyprus, 1959-1963, MERİA – Middle Eeast Review of International Affairs, Volume 7, No.3- September, 2003

    2 Avrasya Dosyası, İsrail Özel Sayısı, İlkbahar, 1999, Cilt:5, Sayı:1

    3 Cevat Eroğlu; İsrail’in Beka Stratejisi ve Kürtler, Sayfa Yayınları, İstanbul, 2003.

    4 Hasan Yurtsever; İsrail ve Büyük Ortadoğu Projesi, Düşünce Yayınları, İstanbul, 2004.

    5 Yalçın Küçük; Tekeliyet, Cilt:I, İthaki Yayınları, İstanbul, 2003.

    6 Ufuk Ötesi; Aylık Dergi, Mayıs, 2004.

  • İsrail Yakında Komşumuz Olacak

    İsrail Yakında Komşumuz Olacak

    İsrail Yakında Komşumuz Olacak by Ata ATUN

    Rumlar bize inat, Doğu Akdeniz’deki güya kendi Münhasır Ekonomik Bölgeleri içinde yer aldığını iddia ettikleri hidrokarbon yataklarının değerlendirilmesi bahanesiyle yanlarına İsrail’i alma yönünde baya büyük çabalar sarf etmişlerdi geçmiş senelerde.

    Maksatları Türklere karşı Yunanistan, Kıbrıs Rum ve İsrail işbirliğini resmileştirip, Münhasır ekonomik Bölgelerini birbirleri ile birleştirerek Türkiye’nin 1958 Birinci Deniz Hukuku Konferansında hak sahibi olduğu -neredeyse Doğu Akdeniz’in yarısını kaplayan- Münhasır ekonomik Bölgesine el koymak ve 3 tarafı denizle kaplı Türkiye’yi Akdeniz’den koparmak.

    Bu amaç doğrultusunda, hem yanlarına ABD’yi de çekebilmek hem de birleştirilmiş Münhasır Ekonomik Bölge ilan edebilmek için İsrail’e kurtarıcı olarak ellerini uzattılar.

    İşbirliği başlamaya başladı ama Rumların uzun vadede, uzattıkları ellerine ilaveten kollarını ve vücutlarını da İsrail’den kurtaramayacakları açık.

    Kısa bir zaman içinde İsrail, Rum tarafını ekonomik ve politik olarak hap gibi yutup adanın güneyinin görünmez sahibi olacak.

    İşin açığı yakında yanı başımıza yeni bir komşu gelecek demektir

    Yahudileri stratejik müttefik olarak doğalgaz işine bulaştırabilmek için her tür tavizi veren bir evvelki Rum Yönetimi başkanı Papadopulos, çıkarılacak olan doğalgaz ve petrolde yüzde 10 gibi küçücük bir rakama razı olup, ‘Doğalgaz ve petrol çıkarım ve işletim’ anlaşmasının altına imzasını atmıştı.

    Rumlar bu anlaşmadan müthiş bir gol yediler.

    Politik olarak kazanım elde ettiklerini varsayarken, ticari olarak büyük kayıplara razı oldular.

    Bu anlaşma ile Rumları teslim alan İsrailliler, doğalgazın borular ile taşınabilmesine olanak sağlayacak ve yapım değeri milyar dolarla telaffuz edilen “Gaz Sıvılaştırma Tesisinin” Kıbrıs adasında kurulabilmesi için açıkça toprak istediler Rumlardan.

    İşin sonunda Rumlar hem toprağı verecek, hem de “Gaz Sıvılaştırma Tesisini” kurmak için gerekli olan sermayenin bir kısmını da ödemek zorunda kalacak.

    Görüldüğü gibi İsrail’in dişleri yukarılara doğru hareket etmeye başladı. Bir kere ellerini kaptırdılar artık. Gerisi gelecek.

    Rum Yönetimi Savunma Bakanının 9 Ocak 2012’de gerçekleştirdiği ziyaret sırasında İsrailli mevkidaşı Ehud Barak ile Tel Aviv’de imzaladığı askeri anlaşma, dün Rum Meclisi tarafından onandı.

    Askerini güçlendirmek için Yunanistan’dan ümidini kesen Kıbrıs Rum Yönetimi, Meclisinde onanan bu anlaşma ile Rum Milli Muhafız Ordusunu tamamen İsrail’e teslim etti.

    “Gizli Bilgilerin Karşılıklı Korunması Anlaşması” başlığını taşıyan bu anlaşma ile Rumlar savunma ve askerî programlarını Yahudilerin ellerine bırakmış oldular. Silah, teçhizat ve araç gereç alım ve tamirlerinde, bakımlarında, revizyonlarında ve güncelleştirilmelerde artık İsrail söz sahibi.

    Rumların can damarını ele geçiren Yahudilerin kısa bir zaman içinde Güney komşularımızı “Yat Arap, kalk Arap” konumuna düşürecekleri kesin.

    Yahudilerin istedikleri olmadığı takdirde, savunmanın açık vereceği ve “Türklerin geleceği” kendilerine hatırlatılacak hemen.

    Bunlar daha işin başı.

    Arkadan ekonomiyi de ele geçirme girişimleri masaya kondu.

    Rumlar, İsrail’den doğalgaz ithalatı yapılması ve elektrik alınması için görüşmeleri sürdürüyorlar ve kahve falında, yakında İsrail taraflarına doğru yolculukları gözüküyor, hem de arka arkaya.

    Bu batık hallerinde ve iflas konumlarında Rumların, İsrailli’lere tavla teslim olacakları açık ve İsrail’in avucuna düştükten sonra da kurtuluşları olanaksız.

    Yakında İsrail’in güney komşumuz olacağı fikrine şimdiden kendimizi alıştırmamız gerekiyor. Bu durumda üniversitelerimizde İbranice kursları başlatmamızın adanın geleceği dikkate alındığında çok akıllıca bir uygulama olacağı kesin.

     

    Ata ATUN

    ata.atun@atun.com

    4 Temmuz 2012

  • İsrail, Kıbrıs Açıklarında Hava Tatbikatı Yaptı

    İsrail, Kıbrıs Açıklarında Hava Tatbikatı Yaptı

    İsrail’in, önceki gün Kıbrıs adasının güneyinde büyük bir hava tatbikatı icra ettiği bildirildi. Rum Fileleftheros, “İsrail’in Büyük Hava Tatbikatı” başlıklı haberine göre; tatbikata 28 savaş uçağı 5 tanker uçak ile elektronik savaş uçağı katıldı.

    İsrail’in, önceki gün Kıbrıs adasının güneyinde büyük bir hava tatbikatı icra ettiği bildirildi. Rum Fileleftheros, “İsrail’in Büyük Hava Tatbikatı” başlıklı haberine göre; tatbikata 28 savaş uçağı 5 tanker uçak ile elektronik savaş uçağı katıldı. - 062012 israil kbrs acklarnda hava tatbikat yapt 1İsrail’in askeri hava tatbikatının Rum yönetiminin bilgisi dâhilinde icra edildiğini yazan gazete, Yunan haber portallarında; İsrail’in icra ettiği askeri hava tatbikatının “İsrail Hava Kuvvetleri’nin birçok istikamete yönelik güç gösterisi olduğu” şeklinde yorumlandığını kaydetti. Gazete İsraillilerin bu hareketliliğinin Suriye’deki gelişmelerle de alakalı olduğu görüşünü belirtti.

    Bir başka Rum gazetesi Alithia da, “Tatbikatın icra edildiği saatler boyunca Moskova’nın Suriye’deki varlığını hissettirdiğini yazdı.

    CİHAN

  • İsrail Üssü ve Oyunun Kuralı

    İsrail Üssü ve Oyunun Kuralı

    "Hedefe Giden Her Yol Mübahtır" N. Machiavelli by Ata ATUN

    İsrail hükümetinin, Kıbrıs Rum Yönetiminden Doğalgaz Sıvılaştırma Tesisi adı altında açıkça üs istediği konusu ile ilgili yazdığım yazıya oldukça çok yorum aldım.

    Elbette ki herkesin görüşü kendisine.

    Tüm yorumları dikkatle okudum ve değerlendirdim.

    Bazılarından bilgiler aldım ve ipuçları edindim, olaya ve geleceğe yönelik.

    Bazılarını da doğrudan çöpe attım. Özellikle yazılanları değil de yazara sövmeyi ve yazarı aşağılamayı marifet sayanlardan gelenleri…  Onlara tavsiyem, konuyu çok iyi bildiklerine inanıyorlarsa, ellerine kalemi alıp yazılarını yazsın ve bir gazeteye veya internet sitesine göndersinler. O vakit göreceklerdir; Sürekli okunabilir yazı yazmak ne demektir, kaç kişi okumaktadır ve yazıların arkasını getirebilmek için ne gibi, ne boyutta bilgiye sahip olmak gerekmektedir…

    Yazı yazmak için bilgi dağarcığınızın ağzına kadar dolu olması gerekiyor.

    Dağarcığınız dolu değilse veya kulaktan duyduklarınızla yazarcılık oynuyorsanız, üç beş yazıdan sonra tıkanır, okunabilir hiçbir şey üretemezsiniz.

    İşleyeceğiniz konuyu en ince ayrıntısına kadar bilmenin yanı sıra, başkalarının yazdıklarını anlayabilmek için “oyunun kuralını” da bilmeniz şart.

    ***

    İsrail’in Kıbrıs adasından toprak istemesi 19. Asrın son yarısına kadar gidiyor. Yeni bir olay değil yani. Osmanlı Padişahı Abdülhamid’in Yahudilerin Kıbrıs adasını satın almak isteklerine “Kanla, şehit pahasına aldım, aynı pahaya satarım” yanıtı üzerine çatışmaya girmeyi göze alamadıkları için vazgeçmişler ama İngilizler adayı kiralayınca da bu sefer hemen İngilizlerin kapısını çalmışlardır.

    Kolonizasyon için ilk girişim 1883 yılında Baf’ın Orides mevkiinde başlamış, Limasol’da toprakları alınarak içinde Sinagog’u ve Yahudi okulu da olan bir kasaba kurulmuş, 1897’de de Margo çiftliği hayata geçirilmiştir. Tüm bu yerleşimler Londra Ahawat Zion kuruluşu ve Yahudi Koloni Kurmak Kurumu tarafından organize ve finanse edilmiştir.

    Filistin topraklarında 1948’de ilan ettikleri İsrail devletinin, gelecekte bir gün kaybedecekleri bir savaş nedeni ile haritadan silineceğini bilen Yahudi Devleti kendilerine her zaman, adına “vatan” diyecekleri yedek bir yer arayışı içinde olmuşlardır. 1969-74 yılları arasında Başbakanlık yapan Golda Meir’in bu konuda çok çarpıcı bir açıklaması vardır.

    Bu toprak parçası Arap halklarının yaşadığı topraklarda ve Türkiye’de olamayacağından, Kıbrıs adası olarak belirlenmiştir, daha o günlerde.

    2012 yılında girişim yapmak için ortam uygun hale gelmiş ve hedef gerçekleştirilmek üzere sahneye konmuştur.

    Rum tarafı ile doğalgaz araması ve çıkarması adı altında çok derin bir yakınlaşma sağlanmış, Rumların ezeli düşmanı Türkiye’ye karşı her tür işbirliği anlaşması imzalanmış ve yürürlüğe konmuştur, Makiavelli’nin “Hedefe giden her yol mubahtır” kuralı uyarınca.

    Rum tarafı ve anavatanı Yunanistan, ekonomik olarak iyice batağa saplanmış durumdadır. Tam zamanıdır ve bunlara paranın ucunu gösterip her tür tavizi koparmak mümkündür artık. Yıllardır beklenen an gelmiştir.

    Oyun kuralına göre oynanmalıdır!

    Konuyu ortaya atarsın, tepkileri ölçersin ve herkesin hazmetmesini beklersin.

    Tepkiler azalınca konuyu tekrar biraz daha farklı bir versiyonda gene ortaya atarsın.

    Bu sefer tepkiler azalmışsa ve büyük aktörlerden itirazlar gelmiyorsa, görüşmeleri resmi olarak başlatırsın.

    Şimdi, birinci adım atılmış ve konu basına sızdırılmıştır.

    İsrail’in toprak talebi yüzde yüz gerçektir ve konuşulmuştur. Ağzını tutamayan bir bürokrat bunu aylar sonra basına sızdırmıştır. Gerekirse bu bürokrat cezalandırılır.

    Şimdi başta Türkiye olmak üzere BM Güvenlik Konseyi üyelerinin, Kıbrıslı Türk ve Rumların gösterecekleri tepki beklenecektir, perde arkasında da tüm BM GK üyeleri yoklanıp bilgilendirilecektir.

    Gerekirse AB içinde kulis yapılacak ve Rum tarafına biraz daha havuç verilerek “Evet” demeleri sağlanacaktır.

    İsrail uçaklarının Kıbrıs Türk hava sahasını ihlali ise bir tesadüf değildir. Bir ülkenin hava savunma gücünü ölçmenin en kolay yolu yanlışlıkla hava sahasına girmektir.

     

    Ata ATUN

    ata.atun@atun.com

    23 Mayıs 2012

  • İsrail: Güney Kıbrıs’a Asker Yerleştirme Talebimiz Olmadı

    İsrail: Güney Kıbrıs’a Asker Yerleştirme Talebimiz Olmadı

    İsrail Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Yigal Palmor, Güney Kıbrıs’a asker yerleştirme talebinde bulunmadıklarını söyledi.

    Rum yönetimine yakın bir kaynak İsrail'in, Güney Kıbrıs'ta doğalgaz terminali kurarken, güvenliği sağlamak üzere "20 bin komando" göndermek istediğini söylemişti. - 052112 israil guney kbrsa asker yerletirme talebimiz olmad 1

    Rum yönetimine yakın bir kaynak İsrail’in, Güney Kıbrıs’ta doğalgaz terminali kurarken, güvenliği sağlamak üzere “20 bin komando” göndermek istediğini söylemişti.

    Anadolu Ajansı’na açıklama yapan Palmor bu konunun Başbakan Binyamin Netanyahu’nun Güney Kıbrıs’a şubat ayında yaptığı ziyarette gündeme gelmediğini söyledi. Palmor, bu yönde bir taleplerinin de olmadığını vurguladı.

    İsrail Başbakanı Binyamin Natanyahu’nun şubattaki bir günlük Güney Kıbrıs ziyareti, İsrail’den Başbakan düzeyinde Rum Kesimine yapılan ilk ziyaret olmuştu.

    KUDÜS – (AA) – Taner Aydın

    ileİsrail: Güney Kıbrıs’a Asker Yerleştirme Talebimiz Olmadı.

  • Kıbrıs’ta İsrail’e Üs

    Kıbrıs’ta İsrail’e Üs

    Kıbrıs Adasındaki Devletler by Ata ATUN

    Kıbrıs Rum kesimine 16 Şubat 2012’de kısa bir resmi ziyarette bulunan İsrail BaşbakanıBinyamin Netanyahu Kıbrıs Rum yönetimi lideri Dimitris Hristofyas’la doğalgazın karaya taşınması için Limasol’a bağlı Vasiliko’da doğalgaz terminali yapılmasıkonusunu görüştü. Netenyahu’nun, terminalin İsrail tarafından yapımına karşılık hem hava hem de deniz üssü talebinde bulunması ve Hristofyas’ın da buna olumlu yaklaşması tam bir skandal.

    Ekonomik açıdan zor günler geçiren ve neredeyse iflasın eşiğinde bulunan Kıbrıs Rum yönetiminin, maliyeti yaklaşık 10 milyar dolar olarak hesaplanan santrali yapması şimdilik olanaksız.

    Bunu fırsat bilen İsrail, tüm maliyeti üstelenerek santrali yapmayı teklif ediyor ama bunun karşılığında da yönetimi tamamen İsrail’e ait olacak, adı “doğalgaz terminali”olan bir kara parçası istiyor. Aynen 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasında yer alan “Egemen İngiliz Üsleri” gibi yönetimi, idaresi, koruması, kontrolü, ulaşımı sadece İsrail’e ait olan bir yer istiyor.

    Ağrotur (Akrotiri) ve Dikelya’da kurulu İngiliz üsleri tamamen 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti sınırlarıdışında kalan, yönetimi İngilizlere ait olan ve bağımsız bir devlet statüsünde bir toprak parçası. CIA’nin dünya devletleri listesinde en başta yer alıyor. Kendi FIR hattı, telefon hattı, Posta idaresi, askeri, havaalanı, deniz limanıve en yüksek rütbeli subayın devlet başkanı addedildiği, uluslararasıtanınmışlığı olan bir yönetimi var.

    İsrail’in bu kara parçasını talep etmesinin gerekçesi, gaz halindeki doğal gazı borular, tankerler, tanker konteynerler veya gemiler içinde bir başka yere götürüp satabilmek için doğalgazı gaz halinden sıvı hale dönüştürecek bir tesisin de yer alacağı doğalgaz terminalini içine kurmak. Bu tesiste tüm personelin Yahudi olmasını da şart koşuyor tabi.

    Terminalde çalışacak sayıları yaklaşık 10 bin olarak öngörülen tüm personelin ailelerinin de yanlarında bulunmasını istediğinden, İsrailli çalışanların aileleri ile birlikte kalacakları bir şehri de bu kara parçasının içine kurmak istiyor.

    Tüm çalışanları ve aileleri Yahudi olacağı için de doğalgaz terminalini olasıherhangi bir tür hava, deniz ve kara saldırılarından korumak için de İsrail ordusundan 20 bin seçkin askeri doğalgaz terminalini korumak için bulundurmayı şart koşuyor.

    Kısaca bunun adına masumane olarak “doğalgaz terminali” denecek ancak buna “İsrail Kara Üssü” dense daha doğru olacak… Veya “Vasiliko Yahudi Üssü…”

    İsmi bile janjanlı!

    Adıve maksadı ne olursa olsun, böylesi bir kara parçasının ya da üssün İsrail yönetimine tahsis edilebilmesi ve İsrail Devletinin burada Kara, Deniz ve Hava Kuvvetlerini bulundurmasına izin verilebilmesi için 1960 Zürih ve Londra Anlaşmaları ile 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası altında imzaları bulunan garantör devletlerin, yani Türkiye, Yunanistan ve İngiltere ile Kıbrıs Türk ve Rum tarafının onayı gerekmektedir.

    Bunun aksine bir davranış, hiç kuşkusuz adada yeni koşulların, yeni yapılanmaların kapısının açılmasına ve Orta Doğu’daki dengelerin de tekrar gözden geçirilmesine sebep olur.

       KKTC’nin ve Türkiye’nin oluru ve onayıalınmadan bu yönde atılacak herhangi bir imza ve verilecek herhangi bir kara parçasının egemence kullanım hakkı, KKTC’ye ve Türkiye’ye de aynı hakkıotomatikman vermiş olacaktır.

    Bunun sonucunda ise adadaki silah dengesinin ve yabancı asker mevcudiyetinin değişeceği kesin.

    Gerekİran’ın, gerekse de ABD veya Çin’in fırsat bu fırsat deyip, İsrail’i örnek göstererek Türkiye’yi de aracı olarak koyup adanın kuzey kısmında egemen olan KKTC’den kapalı kapılar ardında üs isteyeceklerinden adım gibi eminim.

    Rumların ekonomik çıkarları doğrultusunda, kendi başlarına ve gerek Garantör devletleri gerekse de adadaşları Kıbrıs Türklerini dikkate almadan yapacakları böylesi dramatik bir hatanın adayı felakete sürükleyeceği kesin. 

    Bundan sonra yaşanacak gelişmeleri düşünmek bile istemiyorum.

     

     

    Ata ATUN

    ata.atun@atun.com

    http://www.ataatun.com 

    21 Mayıs 2012

  • İsrail’den Türkiye’ye ‘münhasır’ çalım

    İsrail’den Türkiye’ye ‘münhasır’ çalım

    Ömer BİLGE/LEFKOŞA

    Türkiye ile ilişkileri bozulan İsrail’in Yunanistan ile ittifak arayışındaki çabaları sürerken, Tel Aviv, Kıbrıslı Rumlar’a da göz kırptı.

    Kıbrıs Rum yönetimini iki ay içinde ikinci kez ziyaret eden İsrail Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman, Rum Dışişleri Bakanı Markus Kipriyanu ile görüşmesinin ardından Rumlar’la Doğu Akdeniz’deki Münhasır Ekonomik Bölge sınırlarının belirlenmesi konusunun masada olduğunu ve teknik sorunların çözülmesinin ardından sınırların belirleneceğini açıkladı.

    Rum Yönetimi’nin, denizdeki zengin doğalgaz yataklarından yararlanabilmek için İsrail ile paylaştığı sınırlar konusunda anlaşmaya çalıştığı öne sürülmüştü. Rumlar, 2006’da Mısır ile anlaşma imzalamış, ancak Türkiye’nin şiddetli tepkisi üzerine İsrail, Lübnan ve Suriye bu yönde adım atmaktan kaçınmıştı.