ABD’nin Türkiye planı çöktü. PKK hendeğe gömüldü. Dün Afrin Operasyonunda önemli mevkilerden biri olan Burseya dağı düştü. Peş peşe gelen bu bozgunlardan sonra ABD yoğunlaştığı Suriye üzerinde bundan sonra dahada ciddi dayanacak. Onuda hatırlatayım ki, ABD tehditlerini sürdürüyor. PKK/PYD’ye silah sevkiyatını da bırakmış değiller. O silahlar namlularını Türkiye’ye çevirmiş durumda. Kilis’e, Reyhanlı’ya, …, atılan füzeler ortada. PKK/PYD piyon. Türkiye’de de Suriye’de de savaştığımız asıl düşman ABD. ABD’liler son günlerde, “ABD ordusu ile Türk ordusunun karşı karşıya gelme tehlikesini”çok vurgular oldu. Tehdit kokan açıklamalar duyuluyor. Yani düşman büyük. O nedenle Türkiye bu gerçeğe uygun hareket etmeli. Dikkatli ve çok akıllı politika yürütmelidir. Yani o toprakları azat ettikten sonra içinde şimdiden zemin yaratan bir politika hazırlamalıdır. Mesela Irak’ın kuzeyinde yaşananlar Suriye’de de örnek olmalı. Sınanmış ve sonuç alınmış bir model. Bunun için zaman kaybetmemek lazım. Özelikle hatırlatıyım ki, Türkiye’nin, Suriye topraklarında operasyon yaparken Şam yönetimi ile ilişkiye geçmemesi ABD’nin işine geliyor. Suriye Dışişleri Bakan Yardımcısı Faysal Mikdat’ın Türkiye’ye yönelik eleştirilerinin Batı basınında günlerdir büyütülerek verilmesi de bunun göstergesi. Odur ki, ABD’nin planladığı oyunun gerçekleşmemesi için Esad yönetimi ile ilişkiye geçmek zorundayız. Türkiye Esad yönetimi ile temasa geçerse hiçbir kaybı olmayacak. Ama geçmezse, maliyeti büyük olacak. Unutmamalıyız ki siyasette dost yada arkadaş olmaz. Devlet kaygıları, çıkarları olur. Dünün dostları olan devletler devlet kaygıları yüzünden bu gün omuz omuza yürüyerek müttefik olabilir. Bunu siyasetten azcık anlayışı olanlar onaylayabilir. İç siyasette dünün düşmanı olan parti ve kesimlerin bu gün Devletin bekası için aynı safta adımlaması gibi ters düştüğümüz devletlerle de devletimiz namına yürümeliyiz. Onuda hatırlatalım ki, bu birlik tek Türkiye için değil Suriye içinde çok önemlidir. Bu gün Türkiye’nin Suriye’nin toprak bütünlüğünü tanıması, komşumuzun topraklarında “Kürdistan” kurulmasının önlemini almış olur. Şam yönetimi yıllardır giremediği ve bundan sonra hiç bir zaman giremeyeceği toprakları TSK terörist ve işgalcilerden kurtarmış olur. Aynı zamanda Ankara yönetimi, bizzat Cumhur başkanı ilan eder ki, bizim kimsenin toprağında gözümüz yok. Orası Suriye toprakları. O yüzdende Türkiye’den daha çok Suriye’nin bu müttefikliğe ihtiyacı var. Ve düşünürüm ki, Socide bu konu da masaya yatırılacak. Ve yakın günlerde eski dostlar yeniden aynı masaya oturacaklar… Doğrudur ABD açıkça ve aynı zamanda İran alttan alttan bunun açıklanmasını istemiyor. Ama Türkiye’nin stratejik davranışı onların çabasını ayaklar altına alabilecek. Siyasetin hiç bir zaman bir yüzü olmaz. Yakında diğer yüzünü görmeye hazırlanalım…
Etiket: Esad yönetimi
Suriye rejimi
-
Rus basını: ABD kimyasal buldu Suriye’yi vuracak
Suriye’de Esad yönetiminin muhaliflere karşı ilk kez kimyasal silah kullandığı iddialarını ABD’nin doğruladığı öne sürüldü. Rus basınına göre “Agent 15” adlı kimyasal silahın Humus’ta kullanıldığını tespit eden Beyaz Saray, Şam’ı vurabilir.
Humus’un Halidiye bölgesinde altı muhalifin öldüğü çatışmalarda, sarin gazına benzeyen, ama onun kadar öldürücü olmayan bir kimyasal silahın kullanıldığı öne sürülmüştü.
Syrian American Medical Society (Suriyeli Amerikan Tıp Derneği), muayenelerin ardından bugün bu gazın, NATO tanımlamasına göre “BZ” diye bilinen “Agent 15” olduğunu duyurdu.
“Bu Beşar Esad için bir dönüm noktası olabilir” diye yazan Rus basını, ABD’nin kimyasal silah kullanımını uluslararası müdahale için bir “kırmızı çizgi” olarak tanımladığını hatırlattı. Rus haber sitesi News.ru, ABD’nin Suriye’ye karşı kapsamlı bir müdahale başlatmasa bile, başkent Şam’da bulunan Devlet Başkanlığı Sarayı ve Savunma Bakanlığı’nı şu anda Akdeniz’de bulunan savaş gemilerinden atılacak füzelerle vurabileceğini öne sürdü.
Bu arada İsrail’den de ilginç bir çıkış geldi ve iç savaşta kimyasal silah kullanıldığına dair Tel Aviv’e henüz bir kanıtın ulaşmadığı açıklandı.
DHA
-
Esed Yönetiminden Türkiye’ye Tehdit
İsrail basınında yer alan iddiaya göre Esed, Türkiye’nin muhaliflere silah yardımını kesmemesi halinde PKK’lılara füze verme tehdidinde bulundu.
İsrail basını Şam yönetiminin, Türkiye ‘yi muhaliflere silah sağlamakla suçladığını, yardımın devam etmesi halinde de PKK kartını oynama tehdidinde bulunduğunu yazdı. İsrail istihbaratına yakınlığı ile bilinen Debka internet sitesi, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esed’in, muhaliflere verilen FIM-92 Stinger uçaksavar füzelerinden Türkiye’yi sorumlu tuttuğunu, silah sevkıyatının sürmesi durumunda, 2 bin 500 PKK’lıyı silahlandıracağını öne sürdü.
ANKARA: SAVAŞ NEDENİ
Esed’in aracılarla Ankara’ya ilettiği mesajında, Türkiye’nin silah yardımını kesmemesi halinde sınırdaki PKK’lılara, Türk savaş uçakları ve helikopterlerine karşı kullanılmak üzere Rus yapımı SA-8 uçaksavar füzelerinden vereceğini söylediği belirtildi.
Haberde Ankara’nın mesaja cevaben, böyle bir hamlede bulunulması halinde bunun savaş anlamına geleceği uyarısında bulunduğu kaydedildi.
Haberde ABD ve müttefik ülkelerin, Esed rejiminin muhaliflere karşı kimyasal silah kullanma ihtimali üzerine hazırlık yaptığı da ifade edildi. Debka Ürdün ve Türkiye’deki üslerde konuşlanan Amerikan özel birliklerinin kimyasal/biyolojik silah tehdidine karşı hazırlık yaptığını da belirtti. Debka, Suriye’nin kitle imha silahı stoklarının havadan imha edilmesi seçeneğinin, saldırının oluşturacağı çevre felaketi nedeniyle gözardı edildiğini, buna karşın silahların kontrol altına alınması için gereken kara gücünün ise 60 bin asker olarak hesaplandığını yazdı.
Stinger
ABD üretimi karadan havaya atılabilen Stinger füzeleri 1981’de hizmete sokuldu. 30 ülke ordusunca kullanılan ve uçaklara karşı son derece etkili olan silah omuzdan ateşlenebiliyor ve ağırlığı 15.2 kilogram.
SA-8
Rus yapımı, orijinal adı “9K33 OSA” olan SA-8’ler, radar sistemi ile füzeatarın biraraya getirildiği ilk mobil hava savunma sistemi. 5 ayrı modeli bulunan uçaksavar sisteminin gelişmiş versiyonlarında füzelerin menzili 12 kilometreye kadar çıkıyor. 21 ülkede kullanılan silahın üretimi 1988’de durduruldu.
Habertürk
-
K Ö Ş E D E
Kürtler dört ulusun toprak ihlali ve bu ihlali meşru sayan siyasi,sosyo-ekonomik uygulamalarıyla yok edilmek istendikleri savunusuyla, eşgüdümde -fakat, kendi şartlarının gerektirdiği yönde başkaldırıdadır.
PKK iki haftayı aşkın süredir Devrimci Halk Savaşı Stratejisi ile Hakkari Şemdinli’de alan hakimiyeti kurmuştur-yarın,nerede-ne yapacakları bilinmiyor.
Önceden öngörülmesi gerekirken beklenmedik bir şekilde gelişen Kuzey Suriye Kürtleri şaşkınlığı sürmektedir,sınır boyunca askeri varlığın takviye edilmesiyle daha fazla militarize olmak muğlaklığından ileri gidilmiyor.
Irak’ta Kürtler uluslararası petrol şirketleriyle anlaşmalar yapmakta küresel ekonomiye doğrudan ortaklık avantajını bağımsız devlet olmak gayretine katmaktadır
-fakat,Irak Parlamentosunun Türkmenlere ülkenin üçüncü etnik unsuru olduklarını teyidle bir çok haklar veren kararı çerçevesinde -yarın,Türkiye’yi hangi sorunlara muhatap edecekleri endişe veriyor.
İran Kürtleri ise Ortadoğu düğümünün ülkelerinde çözüleceği o güne hazırlanıyor.*
Başbakan Erdoğan kaza- kader icabı lâik ulusal yönetimlere tabi olmuş ümmet parçaları arasında din kardeşliği temelinde birliği korumak,dayanışmak,çatışmamak,
parçalanmamak-teminen, ümmete din kardeşliği şuuru,imanı ve hayatını güçlendirmek ve giderek ümmetin birliğini kurma ütopyasını,
Neoliberalizmin bilginin iktidar ve gücü,iktidar ve gücün de bilgiyi ürettiği teorisine ya da dünyanın her yerinden insanların faydaları ve mutlulukları için bilgi teknolojilerini talep etmeleri gerçeğine karşı,bilgi teknolojilerini elinde bulunduran gücün veya iktidarın da baskı kurma,kontrol etme ve sömürme karşılığında arz etme niteliğine bağlamıştır.
Üstelik Türkiye Cumhuriyetinin icra,yürütme,yargı erklerini,tüm merkezi-yerel-özerk idareleri,TSK’yı bu düşünceye kayıtsız-şartsız ilişiklemiş bulunuyor.*
Bu suretle Büyük Atatürk’ün,”Tam bağımsızlık denildiği zaman, elbette siyasi, mali, ekonomik, adli, askeri, kültürel vs. her hususta tam bağımsızlık ve tam serbestlik demektir. Bu saydıklarımdan herhangi birinde bağımsızlıktan yoksunluk, millet ve memleketin gerçek manası ile bütün bağımsızlığından yoksunluğu demektir” ifadesini hiçe sayıyor.
Çünkü kurgusu yüzlerce yılın emperyalist birikimden gelişen neoliberal felsefe ile din temelinde bir ütopyanın kombinasyonu sömürgeciliğini, insandan geliştirip tüm dünyada felsefelere ve ütopyalara işleyip onları tüketmenin çabasıdır,yeni hayat tarzını modern zamanın ulus devletleri ötesinde dizayn ediyor,karşıtlar ise eşitliğin ve bağımsızlığın mücadelesini veriyor…*
Esad,”Suriye lâik olan tek Müslüman Arap devletidir. Lâik ülkede mezheple uğraşılmaz.Suriye’yi karıştırmak için olayı mezhep boyutuna indiriyorlar.Her adımı atarım ama din eksenli şeriat partilerine izin vermem. Laikliğe zarar verecek örgütlenmeye izin vermem”diyor ve ülkesine uygulanmak istenen modele direniyor.
Irak’ta ABD’nin oluşturduğu yapıda etnik-mezhepsel ayrımlar federal yapının en zayıf yanıdır,Irak’ın tek bir kimlik etrafında bütünleşmesini zorluyor.
Osmanlı’dan beri ülkenin yönetiminde olan ve ABD işgali sırasında El Kaide etkisiyle radikalleşen Sünni azınlık ile işgal sırasında kazanımlarını korumanın peşinde gerekirse ülkenin üçe bölünmesini dahi kabul eden Kürt gruplar,ülkeyi bütün halde toplamak isteyen Başbakan Nuri El Maliki şahsında Şiilerden giderek ayrışıyor.
Irak’ı bir arada tutan iç dinamikler bir-bir tükenirken her bir grup Irak’ın geleceğini dış dinamiklerde arıyor.
İran barışçıl amaçlarla olduğunu savunduğu nükleer altyapısının kilit önemdeki bileşenlerini yoketmek çabasında bulunan güçlere karşı giderek nükleer gelişimi konusunda batı ile diplomatik yollarla görüşmelerde bulunmaya aldırmıyor,kendine uygulanan tecrite karşı ayakta kalabilme güdüsüyle iç anlaşmazlıklarına rağmen birleşiyor,tecrit baskısı altında hızla “nükleer milliyetçiliğe” yöneliyor.
Kürtler ise bu süreçte yok edilmemek için yerleşik konuma oturtmak üzere Kürt kimliği ile uluslaşma hedefindedir.*
Halbuki Türkiye Suriye’yi,Irak’ı ve İran’ı da birlikte tutan unsurların dağılmasıyla oluşacak istikrarsızlıkta çevreye yayılabilir çatışma riski ve Kürtlerin konumuyla en büyük riski yükümlenmektedir.
Türkiye ve bölge ülkeleri mezhepler ve etnik kimlikleri aralarında kanlı ayrışmalara giderken,bölünmeye neden olan başlıca etmenin -bizzat, Başbakan Erdoğan’ın ütopik dünyasını Neoliberalizme bağlayan siyaseti olduğu görülüyor.
Çünkü Erdoğan dünyaya lâik,ulusal ya da milliyetçi -isterse,nükleer milliyetçi felsefede herhangi bir ülkenin ümmeti bölen ve belli bir kavmiyeti herkese dayatan siyasetine karşı mücadele etmenin de müslüman ümmetin vazifesidir çerçevesinden bakıyor.
İslam Birliğini, vatandaşlık yerine din’i,eşitlikler yerine din birliğini,adalet yerine insan olma düşünü siyaset sanıyor.*
O noktadan hareketle Erdoğan Hakkari’de yaşanan terör saldırıları sonrası CHP’nin TBMM’yi olağanüstü toplantıya çağırmasını,”AKP, bölücü terör örgütünün CHP gibi kuyruğuna takılacak bir parti değildir. Buyurun, Meclis orada, sen gidersin oturur, orada ne yapacaksan yaparsın.AKP böyle bir genel görüşme gündemiyle Parlamento’ya gelmeyecektir” ifadesiyle reddediyor.
Türkiye ve Suriye,Irak,İran’ıda birlikte tutan unsurların dağılmasıyla oluşacak istikrarsızlık ve çatışma riski giderek büyürken,durumun milletin iradesini temsil eden TBMM’de görüşülmesinden kaçırıyor.
Ulusal siyaseti dışlarken ulusal birliği,bütünlüğü,ulusun bölünmezliğini tekeline alıyor-doğrusu,cesareti titretiyor!*
Ya da Suriye’de kan dökülmesinden Türkiye’yi sorumlu tutan İran Genelkurmay Başkanı Hasan Firuzabadi’nin “Türkiye’nin ABD savaş planlarına yardımcı olması bir komşu ülke için doğru bir temel değildir.Eğer Türkiye bu temelde hareket ediyorsa o zaman şunu bilmelidir ki,bir sonraki seferde sıra o’na ve diğer ülkelere gelecektir”açıklamasına
sert karşılık veriyor,İran’ın önce kendini hesaba çekmesi gerektiğini söylüyor!
Ne alâka? Halbuki akıl,-mesela,Türkiye’nin kabusu Kürt Sorununu ancak aynı sorunu yaşayan Suriye,Irak ve İran ile müştereken çözebilecekleri yönündedir.
Erdoğan’ın yanıtı Türkiye’nin en can alıcı sorununda -aslında, hemderd olan İran’ın, Suriye ve Irak’ın dışlandığı -yani,ulusal bir çözüm yöntemine sahip olunmadığını gösteriyor.*
Ya da Rusya,Dışişleri Bakanlığı Enformasyon ve Basın Departmanı yoluyla hem Suriye’de barışın tesis edilebilmesi hemde Suriye’yi,Irak’ı ve İran’ı da birlikte tutan unsurların dağılmasıyla oluşacak istikrarsızlığa Kürtlerin dahliyle çevreye yayılabilir çatışma riskinin bölgeye sirayetini önleyebilir yeni bir öneride bulunuyor.
Suriye’de barışın sağlanabilmesi için uluslararası ve yerli insani yardım kuruluşları ve BM Gözlem Misyonunun çabalarına,Türkiye’nin askeri manevralar gerekçesi ile sınıra sevk ettiği askeri birliklerinin çatışan taraflara silah sevkiyatını durdurması görevinde kullanılmasını-ayrıca, Türkiye’nin Suriye barışı için İran’ı da çözüm sürecine katan bir siyaset izlemesi öneriliyor- bu yolla,Türkiye’nin bütünlüğünü teminen İran-Suriye-Irak’la ortaklaşması gereğine işaret ediliyor.
Halbuki Türkiye hâlâ Adana’da,Hatay’daki karargahında Suriye muhaliflerine gerilla eğitimi ve her türlü lojistiği vermekte,istihbaratı ve paralı katilleri de yönlendirmektedir.
İşte Türkiye’den İnsan Hukukunu Koruma Derneği kurucusu,El Kaideci avukat Osman Karahan Halep’te Suriye ordusu ile girdiği çatışmada öldürülmüştür!*
Ütopyasıyla neoliberalizmin kullandığı Başbakan Erdoğan Türkiye’nin istikrarsızlığa savrulması, çatışmaya girmesi,bölünmesi,yaşanan acılar,kan,gözyaşı,kaybedilen ulusal birlik ve beraberlik benzeri sorunlarının çözümünde yalnızca ABD’den eşgüdüm arıyor.
İç dinamikler gerginleştiğinde -işte,en nihayetinde,”gelişmelere seyirci kalmayız, gerekirse müdahale ederiz”diyor,askerler bir oraya-bir buraya mütemadiyen kaydırılıyor-ne ki,muğlaklıktan bir adım öteye gidilmiyor.*
Ancak Suriye’de gelişmelerin çok kritikleştiği bu sırada Türkiye’nin verdiği muğlak resim tam da Başkanlık seçimi öncesinde ABD’nin neşesini kaçırmaya yetiyor gibidir.
Başkan Obama’nın elinde beyzbol sopası Erdoğan ile telefon görüşmesi fotoğrafıyla müttefiklerine verdiği mesajın ütopyaperest Erdoğan’ı kesmediği anlaşılıyor.
Rusya ve İran’dan gelen önerilerinde çerçevesinde Dışişleri Bakanı Hilary Clinton Türkiye’ye geliyor.*
Kemal Kılıçdaroğlu,”Her şeyin Başbakan Erdoğan’ın kontrolü altında olduğuna inanmıyorum. Gelişmeler bunu açıkça gösteriyor”derken, doğru söylemektedir.
Neoliberalizm Türkiye Başbakanı Erdoğan’ı köşeye sıkışmış boksör etmiştir-iyi ama,Türkiye’nin dayak yemesinin ne gereği var -derken,imdat ring dışından da geliyor…9.8.2012
-
Suriye: “Bomba, Rejim, Paranoya ve Topyekun Savaş”…
Doç. Dr. Mehmet Seyfettin EROL, USGAM Başkanı
Suriye, son günlerde ülkenin ve rejimin geleceği açısından oldukça kritik sayılabilecek bir dönemden geçiyor. Hama’da Suriye ordusu tarafından gerçekleştirilen ikinci katliam sonrası rejimin güvencesi ve kalbi konumunda bulunan Ulusal Güvenlik Binası’na yönelik gerçekleştirilen bombalı saldırının akabinde yaşanan olağanüstü gelişmeler; diplomasi seçeneği dışında “topyekun savaş” olasılığı dahil olmak üzere bir çok seçenek, öngörü ve senaryoyu gündemin en üst sıralarına taşımış bulunmakta.
Bir diğer ifadeyle söz konusu bombalı eylem; yarattığı yıkıcı etki kadar, bu türden “hassas nokta hedeflere” yönelik eylemlerin gerçekleştirilebilme kapasitesini ve bunun karşısında rejimin içinde bulunduğu güvenlik zafiyeti ve acziyetini ortaya koyması itibarıyla Suriye krizinde önemli bir dönüm, hatta kırılma noktası olarak karşımıza çıkmaktadır.
Biraz daha açmak gerekirse… Söz konusu patlama, her şeyden önce muhaliflerle ilgili “klasik algıyı” kökten değiştirmeye yönelik radikal ve oldukça derin manalar taşımaktadır. Bundan sonraki süreçte muhaliflerin gücü ve bu kapsamda sahip oldukları istihbarat (özellikle de insani istihbarat boyutuyla), sızma (rejim içine kadar uzanan geniş bir yelpazede) ve nokta hedefleri vurma yetenekleri artık daha fazla ciddiye alınacağa benzemektedir.
Bu saldırının bir diğer anlamı ise, muhaliflerin diplomasi masasında ellerinin güçlenmesi demektir ki, bu açıkçası Esad rejiminin bundan sonraki süreçte yürütülecek olan müzakere sürecinde şu ana kadar sahip olduğu bir takım inisiyatiflerin ciddi anlamda kaybı anlamına gelmektedir. Daha somut bir ifadeyle, Esad rejiminin önümüzdeki bir kaç ay içinde (en geç eylül, ekim ayına kadar) kayıtsız şartsız teslim olmasını hedefleyen çok boyutlu, eş zamanlı yeni bir eylem-saldırı stratejisinin uygulamaya konulduğu bir dönem söz konusudur.
Nitekim bu saldırı, Esad rejiminin yönetimden çekilmesini isteyen muhalifler kadar, onların arkasındaki bölgesel-küresel güçlerin bu konudaki kat’i kararlılığını ve atabilecekleri adımları göstermesi açısından da oldukça dikkat çekici olmuştur. Dolayısıyla, Suriye krizinde yaşanan “vekaleten savaş”ta muhalefetin arkasındaki bu destek boyutu, Libya sonrası bir kez daha alanda iş başında olup, krizdeki tıkanmayı ve bunun müsebbibi olarak kabul edilen “Direnç Cephesi”ni benzer yöntemlerle pasifize etmeyi hedeflediğini ortaya koymuştur.
Bu da, rejimi yıldırma ve arka plan destekçilerine göz dağı verme noktasında sürecin daha da hızlandırılması, şiddetlendirilmesi ve sonuç getirici nokta hedeflere yönelik saldırıların daha da artması anlamına gelmektedir. Buradaki en temel hedeflerden biri de, yaratacağı psikolojik etkiyle Esad ve çevresini paranoya durumuna sokma, böylece mevcut yönetimin irrasyonel bir takım davranışlar-tepkiler içine sürüklenerek, bu ülkeye yönelik olası bir müdahalenin önündeki meşruiyet engelini ortadan kaldırma şeklinde karşımıza çıkmaktadır.
Nitekim, söz konusu son eylemin rejim üzerindeki derin psikolojik etkisi; seçilen hedefin sembolik önemi, ön plana çıkan araçları ve kayıpları itibarıyla meydana getirdiği fiziki darbenin çok daha ötesinde bir yıkıma yol açacağının somut işaretlerini vermesi açısından oldukça dikkat çekici olmuştur.
Özellikle de, rejimin güvenliğinden sorumlu yapının kendi güvenliğini sağlamaktan uzak olduğunun görülmesi, bu eylemde güvendikleri insanların devşirilerek kendilerine karşı kullanıldığına yönelik iddiaların saldırının ilk dakikalarından itibaren gündeme getirilmesi ve eylemin hazırlık sürecinde söz konusu binanın adeta yol geçen hanına çevrilmesi, hiç kuşkusuz bundan sonraki süreç açısından Esad rejiminin orantısız güç kullanımı başta olmak üzere, ülke-bölge bağlamında topyekun bir savaşı başlatma olasılığını, riskini düne göre daha da arttırmış bulunmaktadır.
Nitekim, saldırının hemen sonrasında Şam ve arkasındaki destekçi başkentler tarafından yapılan bir takım açıklamalar, ithamlar, hedef almalar ile birlikte ülke çapındaki askeri operasyon hazırlıkları bunu göstermektedir. Bu da Esad rejiminin ve destekçilerinin büyük ölçüde oyuna gelmesi demektir.
Dolayısıyla, Esad yönetiminin krizin 17. ayında karşı karşıya kaldığı, büyük bir darbe aldığı bu “baskın saldırı”, bir çok boyutuyla sürecin geleceği açısından önemli mesajlar ve ipuçları içermektedir, özellikle de krizin yeni çatışmalar ve savaş olasılıkları bağlamında yerelden küresele doğru bir genişleme eğilimi gösterdiği böylesi bir kaotik ortamda…
Bu bağlamda yaşanan son gelişmeleri çok iyi okumak ve dikkatlice takip etmek gerekiyor, hususen de sınır kapılarında Esad güçlerinin kontrolü kaybetmesi, Kürt bölgesinde başlayan isyan hareketleri, kimyasal silahlar bağlamında ortaya konulan iddialar ve İsrail’in saldırı tehditleri bağlamında. Görülecektir ki kriz, aslında Türkiye’yi de ciddi anlamda tehdit etmeye başlamış durumdadır.
Bunun için hemen yanı başımızda başlatılan yangınlara bile bakmak yeterli. Aslında onlar sembolik olarak çok şeyler söylüyor, tabi ki anlayana!
-
Suriye için alternatif arayışı
Esad yönetimine arka çıkan Rusya ile Çin’in engellerini aşmaya çalışan Arap ülkeleri ve Türkiye yeni öneriler gündeme getirdi. Gözler, Washington ve New York’ta devam eden temaslarda.
BM Güvenlik Konseyi üyeleri Rusya ve Çin’in, Suriye rejimine baskı uygulayacak karar tasarılarını engellemesi üzerine alternatif çabalar hız kazandı.
Arap ülkelerinin, Suriye konusunu BM Güvenlik Konseyi yerine BM Genel Kurulu’na taşıyacak yeni bir girişim üzerinde çalışmaya başladıkları bildirildi. Türkiye de Suriye’deki şiddete son verecek ve demokrasiye geçiş için zemin hazırlayacak yeni bir uluslararası platform oluşturabilmek için girişimlerde bulunuyor.
Washington’da temaslarını sürdüren Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, BM’nin çabalarının yetersiz kalması halinde Suriye halkını destekleyecek ve onlarla dayanışma gösterecek bir uluslararası platform oluşturmak istediklerini açıkladı.
Yeni karar tasarısı
BM kaynaklarından edinilen bilgiye göre, BM’ye akredite Arap büyükelçilerinin ele almaya başladıkları Genel Kurul karar tasarısı, BM’yi, Arap Birliği’nin Suriye krizine diplomatik bir çözüm arama çabalarını pekiştirmeye ve Suriye’ye gönderilecek bir Arap Birliği gözlemci misyonuna teknik ve maddi yardım sağlamaya çağırıyor.
Büyük ölçüde Suudilerin kaleme aldığı Genel Kurul karar tasarısı, “Suriye makamlarınca insan hakları ve temel özgürlüklerin sistemli ve yaygın biçimde ihlal edilmesini” şiddetle kınarken, Suriye’nin, kendi halkına karşı giriştiği tüm şiddete derhal son vermesini ve kendi halkını korumasını, tüm siyasi tutukluların serbest bırakılmasını, tüm Suriye kuvvetlerinin kentler ve kasabalardan çekilmesini ve barışçı gösteri yapma özgürlüğünü güvence altına almasını istiyor.
Karar tasarısı ayrıca, Suriye’nin ülke genelinde Arap ve uluslararası medya temsilcileri ile tüm Arap Birliği devletlerinin kurumlarına, ülkedeki durumun tam olarak ne olduğunu belirlemek ve mevcut olayları gözlemlemek için engelsiz ve tam biçimde hareket serbestisi sağlama çağrısı yapıyor.
Arap Birliği toplanıyor
Bu arada Arap Birliği dışişleri bakanları, BM’de Suriye konusunda atılacak bundan sonraki adımın ne olacağını görüşmek üzere Pazar günü Kahire’de buluşacaklar. Bakanların, yeni karar tasarısı hakkında BM Genel Kurulu’nda oylama yapılmasını istedikleri belirtiliyor.
Moskova’da ise Dışişleri Bakan Yardımcısı Sergei Ryabkov, hükümetinin Suriye devlet başkanı Beşar El Esad’ın görevinden ayrılmasını hedefleyen herhangi bir BM girişimini engelleyeceğini bildirdi. Ryabkov, “Eğer yabancı ortaklarımız bunu anlamıyorlarsa, o zaman onları gerçeğe döndürmek için güçlü araçlar kullanmak zorunda kalacağız” dedi.
Davutoğlu: Sessiz kalmayacağız
Öte yandan dün George Washington Üniversitesi’nde öğrencilere hitap eden Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, bugünlerde başta Arap Birliği ile olmak üzere yeniden bir değerlendirme yaptıklarını vurguladı ve bu bağlamda Arap Birliği Dönem Başkanı ve Genel Sekreteri ve bazı Avrupalı yetkililerle görüştüğünü, Pazartesi günü de ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’la da bu konuyu ele alacağını söyledi.
Suriye’deki kan kaybının durdurulmasını “etik ve vicdani sorumluluğumuz” olarak nitelendiren Davutoğlu, Humus’ta yaşananlardan da sözetti ve sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bir şehir gün be gün çöküyor, aynı Saraybosna’da olanlar gibi. Sessiz kalıp, ‘Rusya ve Çin veto etti, biz elimizden geleni yaptık ne yapalım, bekleyip göreceğiz’mi diyeceğiz. Hayır, asla…Türkiye olarak, herkes sessiz dursa, seyirci kalsa bile, bölgemizdeki bir katliama biz seyirci kalmayacağız. Şu anda da bunu yapıyoruz. Yeni bir uluslararası farkındalık yaratmaya çalışıyoruz” dedi.
Oluşturulması planlanan yeni platformun kararları ile ismi hakkında şimdiden bir yargıda bulunamayacaklarını bildiren Davutoğlu, ”Demokratik Suriye’nin Dostları olabilir ya da başka bir ad olabilir. Tüm bu kararlar istişareler sonucunda alınacak. Önemli olan şey, gözlerimizi Suriye’de olanlardan ayırmamamız ve Suriye halkıyla uluslararası dayanışmayı, Beşşar Esad rejimine baskıları devam ettirmemiz” diye konuştu.
© Deutsche Welle Türkçe
Sema Emiroğlu / New York
Editör: Ayhan Şimşek
-
Bahçeli: Suriye’deki olaylar kritik bir eşiğe gelmiştir
AA
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Suriye’deki gelişmeleri değerlendirirken, ”Öz itibariyle ‘iç savaş’ olarak tanımlanması gereken Suriye’deki olaylar, Humus’taki vahşet ve dehşet tablosuyla kritik bir eşiğe gelmiştir” dedi.
Bahçeli, partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada, kamuoyunda ”Arap Baharı” olarak bilinen olaylara değindi. Olayları ”isyan ve halk hareketi olarak niteleyen Bahçeli, bu olayların yakın coğrafyaları alt üst ettiğini ve olumlu beklenti içinde olanları hayal kırıklığına uğrattığını savundu. Bahçeli, ”Mısır’daki şiddet sahneleri, dinmek bilmeyen olaylar, Tahrir felsefesine aşırı anlam yükleyen herkesi mahcup etmiş ve yüzlerini kızartmıştır. Libya’daki insan hakları ihlalleri, işkenceler, cezaevlerinin dolup taşması bir diğer sorun olarak kendisini göstermektedir” diye konuştu.
”Küresel iştahın hedefine ulaşamadığı Suriye’de cinayetlere ve insanlık dramlarına her gün bir yenisi eklenmektedir” ifadesini kullanan Bahçeli, şöyle devam etti:
”Mübarek Mevlit Kandili’ni karşıladığımız gün, Humus kentinde sayıları 300’e yaklaşan kişinin saldırılara kurban gitmesi, insanım diyen herkesin, her vicdan sahibinin yüreğini sızlatmıştır. 11 aydır süren çatışmalar ve öz itibariyle iç savaş olarak tanımlanması gereken Suriye’deki olaylar, Humus’taki vahşet ve dehşet tablosuyla kritik bir eşiğe gelmiştir. Bu cinayetin faillerini, azmettiricilerini kınıyor ve buradan telin ediyorum. Humus’ta yaşanan insanlık trajedisinin, tam 30 yıl önceki Hama felaketinin yıldönümünde vuku bulmasını mutlaka iyi değerlendirmek ve analiz etmek mecburiyeti vardır.
Bize göre, Suriye yangını gittikçe genişlerken, buradan Şam uzmanı kesilenler, tam vakıf olmadıkları bilgi kırıntılarıyla ahkam kesenler yaptıkları yorumların nerelere varacağını da iyi görmelidirler. Hele hele, Humus’taki cinayetlerin tarafı kesin olarak netleşmeden, dağa doğru bir deyimle, saldırıların muhaliflerden mi yoksa Esad rejiminden mi kaynaklandığı açıklık kazanmadan, Batı’nın istediği şekilde değerlendirme yapanların, yakın coğrafyalarımızdaki bunalımda küçük ya da büyük oranda payları olacağını unutmamaları gerekmektedir.”
-”İlk cephe alan…”-
”Suriye’de, ne olmuştur da şimdi her yer karışmış ve vahşi eylemler, toplu infazlar belirgin hale gelmiştir?” sorusunu yönelten Bahçeli, bu sorunun cevabının, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad ile kardeşlikten birden bire nasıl düşmanlığa geldiğini izah etmesiyle kendiliğinden ortaya çıkacağını öne sürdü.
”Suriye’ye hemen hemen ilk cephe alanın AKP hükümeti olduğunu” öne süren Bahçeli, sözlerini şöyle sürdürdü:
”Şimdi merakımız Humus olaylarından sonra, Dışişleri Bakanı’nın, ‘Türkiye’nin üzerine ne düşüyorsa yapacağı’ beyanında toplanmaktadır. BM’yi göreve çağıran, uluslararası toplumun duyarsız kalmamasını bekleyen bu zihniyet, açıkça askeri müdahale şakşakçılığı yapmakta, adresi malum çevrelere APS ile Suriye’yi vurun daveti göndermektedir. Açıktır ki böylesi bir bilinç kayması, tarihi ve telafisi asla olmayacak bir hata olarak tarihe geçecektir. AKP’nin savaş çığırtkanlığı yapması ve komşu bir ülkeye müdahale niyetlerine destek olması kabul edilir gibi değildir. Suriye, komşu bir ülke olarak kendi iç dinamikleriyle meselelerini çözmeli ve yanı başımızda yeni bir işgal girişimi asla olmamalıdır. Irak tecrübesi bizim için yeterince öğretici ve ders verici niteliktedir.
AKP, yalnızca muhalifleri dikkate alan ve kollayan tarzından vazgeçerek, geniş bir diyalog ve iletişim ortamı için uluslararası çevreleri harekete geçirmeli ve Suriye’nin kanlı bir işgalin içine düşmesi mutlaka önlenmelidir. Suriye’ye küresel güçlerin şekil ve düzen vermesi yerine, tarafların güdümlü ve ön yargılı tavırlarından çıkması ve vakit çok geç olmadan inisiyatif almaları gerekmektedir.
Geldiğimiz bugünkü aşamada, tüm kartlar, Suriye’deki rejimin düşmesi, yönetimin tasfiye olması üzerine dağıtılmıştır. Kuşkuya yer bırakmayacak biçimde ifade etmek lazımdır ki, Suriye’de olaylar kritik bir evreye dayanmıştır.”
-
ORTADOĞU YENİ NESİL SAVAŞINDA SURİYE’DEN TÜRKİYE
Çin dünyanın çok kutuplu hale gelmekte olduğu,ekonomide küreselleşme eğilimiyle birlikte ülkelerin birbirlerine olan bağımlılıklarının da günden güne arttığı düşüncesinde, uluslararası sorunların barışcıl çözümüne hemfikir ve toplumunun orta halli refah düzeyinin ilerletilmesini sosyalizme özgü modernizasyonla sağlamanın hedefindedir.
Rusya tek egemenliğin olduğu bir dünyanın onu elinde bulunduranlar içinde ölümcül olduğu,tek kutuplu dünyanın kabul edilemezliği yanısıra modern uygarlık için ahlâkî bir temel olmadığını savlıyor.ABD ise barışcıl ve istikrarlı bir dünya için farklı coğrafyaların sorunlarının sadece askeri değil yeniden yapılanma,yetki devri gibi yöntemlerle çözüleceğinden yanadır.
*Farklı vizyonların üç ülkesi 14 Şubat’ta BM Güvenlik Konseyine sunulan Suriye hakkında,”Hükümetin şiddete son vermesi,askerlerin geri çekilmesi,Arap Birliği himayesinde muhalif gruplarla siyasi diyalog başlatılması gibi hükümlerle,bunlara 21 gün içinde uyulmaması halinde başka ek tedbirler düşünüleceğine”dair karar tasarısı görüşmelerindedir.
*Çin,reform ve kendi çıkarlarını ilgilendiren mantıklı taleplerine saygı gösterilmesinin Suriye ve halkının temel çıkarlarına uygun olduğu,sadece taraflarının birisine destekle aynı anda diğerine baskı uygulanması halinde yeni felaketlere yol açılacağı,sorunun siyasi yollarla çözülmesi ve bölgesel istikrarın korunması gerekliliği düşüncesindedir.Rusya karar tasarısında Arap Birliği gözlemciler raporu doğrultusunda Suriye’de hükümet ve muhalifleri arasındaki diyalogun ön koşulsuz yapılması gereğine rağmen,tasarıda muhalefetin eylemlerinden ziyade Suriye hükümetinin kınanmasını doğru bulmuyor ve birlikte Suriye karar tasarısına veto hakkını kullanıyorlar.ABD,”Rusya ve Çin’in Suriye halkını satmak ve korkak bir tiranı korumadaki kararlılığı sürüyor.Oylamada bizlere karşı çıkanlar,Suriye’deki baskıcı rejimin eylemlerinin sorumluluğunu taşımaktadır”derken,Suriye kendisine karşı oynanan bir planın olduğu ve muhaliflere silah verildiği,barınak sağlandığı ve uluslararası medyanın Suriye rejimi aleyhine çalıştığını duyuruyor.
*O esnada AKP hükümetiyle Türkiye, NATO’nun bir müdahale unsuru olarak benimsediği “Koruma Yükümlülüğü”çerçevesinde Suriye rejimini devirmek üzere işbaşındadır.Hatay ili Suriye’ye yönelik saldırganlığın merkez üssüdür ve İngiliz- Fransız Özel Kuvvetleri Suriye’de muhaliflere istihbari,operasyonel ve lojistik destek görevini sürdürürken muhalif Özgür Suriye Ordusuna rejim karşıtı eylemler için eğitim verilmektedir.Öte yanda AKP, PKK’yı tasfiye çabasında askeri operasyonlarda yoğunlaşmış ve psikolojik savaşın boyutlarını en üst seviyeye çıkarmış bulunuyor.Ergenekon bağlantılı KCK söylemiyle yürütülen operasyonlarda binlerce yerel siyasetçi,akademisyen,eşraf ve aydın Kürt vatandaş tutukludur -ki,bütünüyle bu görüntünün siyasi ve hukuk dışı olduğu,kamu vicdanını yaraladığı ve antidemokratik tutumu güçlendirdiği tezi giderek sosyal yapıda bölünmeye neden oluyor.
*Doğrusu 2010 Lizbon’da, ABD/NATO Strateji Belgesinde eski hasım Rusya’nın stratejik ortak olarak anılması ve Avrupa’nın küresel tehditlere karşı korunmasında Füze Savunma Sistemine katılımının istenmesi,Buna karşın Rusya’nın, ABD/NATO ile yeterli deneyim geliştirdiği ve belirli bölgede hava savunma sistemi oluşturmak üzere ancak tarafların kendi sistemlerini koruması ve veri değişimine dayalı hukuki bir işbirliğinin kurulması kaydıyla ortaklaşılabileceği tezinin yarattığı ikilemde,Füze Savunma Sistemi bileşeni radarın Türkiye’de konuşlandırılması giderek güç dengesini sarsacak ölçüde tarafların kopuşuna neden oluyor.
*Bir diğer kopuş ABD’nin 2008 küresel krizi ardından borçlarının ağır yükü nedeniyledir.ABD ekonomik krizlerinin önüne geçmek üzere ileri sürdüğü askeri sanayisiyle diğer sektörlerini ivmeleyen -bu suretle,rezerv döviz doları güçlendiren,ülkelerin güçlü doları satın almasıyla finansal sistemini ve ekonomisini etkili kılan yolun sonunda bulunuyor.Bu noktada ihraç mallarının satışına fayda sağlamak adına Yuan’ın değerini düşük tutan Çin’in rekabetine ne anti-damping ne anti-sübvansiyon ne vergi uygulamaları fayda etmiyor ve zayıf Yuan sayesinde Çin’in dünya ticaretinde ağırlığını her geçen gün artıyor;AB’nin en büyük kreditörüdür,borç krizine düşen AB’ye tahvilleri alma konusunda destek vermesi ABD’yi korkutuyor…
*Ekonomik ve siyasi etki gücü tartışılmaya başlanan ABD ve müttefikleri de bir süredir Arap İslam ülkelerinde Suriye’de,İran’da rejim değişiklikleri üzerinden kayıplarını tazmin etmeye çalışırken, Rusya ve Çin dolara dayalı ekonomi sisteminin yerine geçecek yeni bir ekonomi sistemiyle küresel güç olmayı hedefliyor.Bu yüzden Ortadoğu’nun -mesela,Suriye’nin iç işlerine küresel silah dengesini bozabilecek güçlü dış güçlerin karışmasına meydan verilmemesini-bu suretle,Füze Savar Sisteminin oluşturacağı dezavantajlardan sıyrılmayı ya da o çevreden rant kazanımına ortak olmayı teminen -mesela,Suriye’de kriz çözümünün mevcut rejimler ile muhalefetleri arasından bulunması isteniyor.*Bu perspektifte Türkiye emperyalist sömürüyü görmezden gelerek emperyalist hiyerarşide yer almak tutkusuyla ilerlerken,TSK’nın kullanılmasıyla dayatılan yasalarla;sermaye ulusun ürettiği emek değerine yeğ tutulmuş ve siyasi,ekonomik ve sosyal doku olarak ABD/NATO çıkarlarına ilişiklenilmiştir.İşte son olarak AKP iktidarı ABD’nin kimi projeleri doğrultusunda tanrısal egemenliği dünyevi-siyasal alanda da tesis etmenin zorunluluk olduğu felsefesini Orta Doğu’da-mesela, Suriye’de de oluşturulmasına yönelik işbirliği yapıyor.Bir yanda da AKP iktidarı Kürt tasfiyesini gerçekleştirmeden iktidarının tamamlanmayacağı düşüncesindedir.O yüzden Türkiye, İran,Suriye ve Irak’lı Kürtlerin kapitalist modernite tarafından yok edilmemek için yerleşik konuma oturtmak istedikleri kimliklerine özgürlük talebini, KCK tanımlamasıyla manipüle ettiği siyasal,örgütsel,ideolojik tasfiyeyi teminen TSK’nın içindeki ABD karşıtlarının tasfiyesi olan Ergenekon bağlantısıyla kurgulamakta-bu suretle,uluslararası hukuku kullanarak kamuoyu oluştururken,ılımlı islam-liberal öngörüsündeki Ortadoğu’da başka bir felsefenin hayat bulmamasına çalışmaktadır.*Farklı vizyonlarında üç ülkeye Almanya’yı da kattıktan sonra dünya çok kutupluluğuna gide-dursun,Türkiye bu gelişmelerin en zararlı ülkesi olmaya aday görünüyor.
Bir yanda 2 bin PKK militanının Suriye’ye geçişiyle Kandil’den sonra Suriye’nin yeniden üs olarak belirlenmesi ve PKK’nın yıllık Meclis toplantısında uluslararası alanda ve bölgede izlenecek politik doğrultuda Kürt Hareketinin erişebilen yurti içi-yurtdışı kurum ve tüm platformlarda,her yerde,her yaşta kadın-erkekle şehirlerde-kasabalarda AKP hükümetinin kural tanımayan,hukuksuz saydıkları uygulamalarına karşı örgütlü ve demokratik direnişe yöneleceği ve giderek Kürt direnişini ya da Kürt isyanının büyütüleceği,Suriye’de ise PKK’li militanların katılımıyla rejime yönelik muhalefetin çok daha güçleneceği ve NATO müttefikleri Fransa ile Türkiye’ye bir müdahale unsuru olarak benimsedikleri “Koruma Yükümlülüğü” çerçevesinde müdahale imkanı oluşacağı ve kaosun sadece Suriye’de değil Türkiye’yi de kapsayacağı -o noktada,PKK’ya hedefi yönünde fırsat doğacağı anlaşılıyor.
*Ya da dünya ekonomisi ve bilhassa AB’de uzun vadeli olacağı anlaşılan tüketimin azalmasının Türkiye ihracaatının ufkunu daraltığı,Libya’da tutulmuş taahhütlerin 20 milyar dolar,Suriye’de 5 milyar dolar ticari kayıpla birlikte,Rusya ve Çin’in aleyhinde fiillerde -mesela,Suriye ile ilgili sorunlarda müdahil olunması halinde enerji ihtiyacının yüzde 30’unu İran’dan sağlayan Türkiye’nin 15 milyar dolar cıvarındaki ve Rusya ile 100 milyar dolara çıkarmak istenen ticaretinde sorunlu hale geleceği görülüyor.*Ya Malatya Kürecik’te konuşlanan Füze Savunma Sistemi radarı nedeniyle sıkılacak füzeler!*Doğrusu AKP iktidarını bu becerilerinden dolayı alkışlamak gerekiyor…
7.2.2012ahmetkilicaslanaytar@gmail.com -
LÂİK SURİYE’DEN YANA OLMAK
Arap Birliğini Irak,Ürdün,Suudi Arabistan,Bahreyn,Umman,Mısır,Libya,Cibuti,Komor,Somali gibi ülkeler oluşturuyor.
Birliği oluşturan tüm ülkelerin ortak bileşenini Mustafa Kemal’in,”Uygarlık yolunda başarılı olmak yenileşmeye bağlıdır.Uygarlığın buluşları, teknik harikaları, dünyayı değişmeden değişmeye uğrattığı bir dönemde yüzyıllık köhne düşüncelerle, mazi-severlikle varlığı koruyup, sürdürmek olasılığı yoktur” ifadesi pek açık anlatıyor.
Nitekim yüzyılların emperyalizmi beherinin bireysel ve toplumsal hafızasını, zayıflatan behimi duygular,arzu ve ihtiraslarla cilalamış,yalan,tezvir,aldatma ve sansasyonla adeta bombardıman altında güçsüzleştirmiş,zihinleri dağıtmış ve sosyal yapılarını malül etmiştir.
*
Bugün ABD emperyalizmi ekonomik etki gücünü kaybederken yeniden Arap İslam ülkelerinde ve Suriye’de de ayaklanmalar üzerinden kayıplarını tazmin etmeye çalışıyor.
İşte,yönlendirmesiyle Arap Birliği,Kahire’de düzenlenen toplantıda biricik lâik Arap ülkesi Suriye rejimini ekonomik,diplomatik ve siyasi olarak bölgede yalnızlaştıracak bir dizi yaptırım kararı almış bulunuyor.
Suriye’li üst düzey yetkililere Arap ülkelerine seyahat yasağı getirilmiş, malvarlıkları dondurulmuş, yatırımlar askıya alınmış, Suriye Merkez Bankası ile ilişkiler dondurulmuş,ekonomik ilişkiler yalnızca gıda maddelerinin ticaretiyle sınırlandırılmıştır vesaire…
Öte yanda her türlü desteği verdiği,bireysel hafızaları zayıf, itikadi konularda akla yer vermeyen ağırlık olarak Vehhabi ve Müslüman Kardeşler örgütlerinden oluşan silahlı muhalif güçlerin Suriye rejimiyle asla siyasal diyalog kurmamalarını teşvik etmektedirler.
Türkiye’de iktidar Suriye’de çıkarılacak bir iç savaşın oyun kuruculuğunu yapıyor.
*
Şimdi Fransa ve ABD, Türkiye sınırında ve Suriye içinde tampon bölgeye eşdeğerde,askeri kontrolde insani koridor kurulması için birlikte çalışma kararı almıştır.Bu önerinin önce Fransa’nın meşru muhatap kabul ettiği muhalif Suriye Ulusal Konseyinden talep edileceği,sorun çıkması halinde BM vasıtasıyla hayata geçirilmesi planlanıyor.Gerekli desteğin alınmasını teminen Türk Dışişleri Bakanının da katılacağı AB Bakanlar Konseyi toplanıyor…
*
Ne ki AB’nin “Ortak Dış ve Güvenlik Politikası”başlığında bir politik alanı olsa da ortak bir politika geliştirmekte sıkıntıları bulunuyor. Almanya, Fransa, İngiltere gibi önde gelen ülkelerin her biri Ortadoğu için farklı dış politika izlerken,ekonomik sıkıntıları olan Avrupa ülkeleri bölgeyle,Suriye ile neredeyse hiç ilgilenemiyor.
Bu farklılıklar AB’nin Arap Baharı ülkelerine yaptığı ekonomik yardımda ortaya çıkmıştır -ki, İtalya,İspanya,İrlanda ve Portekiz’in Yunanistan’la aynı akibete uğramasından duyulan endişeyle Euro bölgesini kurtarmak önceliği yardım miktarının asgari düzeyde kalmasına -bu yüzden, Arap ülkelerinden önerilecek hiçbir hedefin olmadığını gösteriyor.
Üstelik AB ülkelerinden çoğu Arap Baharı ülkelerinde İslami partilerin demokratik yolla dahi iktidara gelmesine sıcak bakmıyor.
*
Almanya ve Fransa! Almanya tarihi anlamda Nazi geçmişi nedeniyle İsrail ile opsiyonlarını sınırlayan bir politika izliyor.
Irak savaşı sürecine Fransa ile birlikle yaptıkları katkıya rağmen bilhassa ABD’nin Ortadoğu İslam ülkelerinde kaybettiği prestij ve onun getirdiği boşluğu doldurmaya Fransa ile talip olduğunda;Fransa daha çok Akdeniz Birliği çerçevesinde kuzey Afrika’yla ilişkilerini yeniden kurmaya çalışırken, Almanya Kürt sorununa yaklaşımı ve AB üyeliği için izlediği ilkeli karşıtlık açısından Türkiye ile farklı bir ilişkidedir ve Avrupa içinde tek bir dış politika fikrinin çıkmayacağının görülmesine vesile olunmuştur.
Batı Almanların Nazi geçmişinden gelen özür ve savunma kompleksi,Doğu Almanlar’ın daha endişesiz olmasından gelişen Alman dış politikasında, Doğu Alman kökenli Angela Merkel Avrupa’yı Ortadoğu sorununun çözümünde önemli bir aktor haline getirme sürecine henüz başlamamışken;
Yunanistan krizi Almanya’yı, Hitler’in “Yaşam Alanı” olarak tanımladığı bölgede Hollanda,Avusturya,Çek Cumhuriyeti,Polonya,
Danimarka ve İsviçre’nin Almanca konuşan kısmı ve Belçika Flamanlarıyla,155 milyon nüfus,yeterince büyük ekonomik ölçek ve küresel ekonomideki ağırlığına yöneltmiş bulunuyor.
*
Fakat Avrupa’nın borç krizlerine çözüm bulunmazsa dünya ekonomisinde artış beklenmiyor – o nedenle, AB BRICKS ülkelerinin himmetine yöneliyor.
Brezilya,Rusya,Hindistan,Çin ve Güney Afrika Cumhuriyet’inin oluşturduğu BRICKS grubu ülkeleri -ki,toplam döviz rezervleri 4-5 trilyon dolardır,dünya nüfusun yüzde 45’i,dünya üretiminin yüzde 21 ini sağlıyor ve yeni güç odağı olmayı hedefliyor.
AB’den gelen yardım önerisine -mesela;Rusya yardım miktarının her ülkenin Uluslararası Para Fonunda üstlendiği oranda olması gereğini,Avrupalı bankalara sermaye aktarımı ya da AB ülkeleri kağıtlarının satın alınması hususunda daha fazla yardım için IMF’ye daha çok para sağlayacak mekanizmalarla rezervlerinin çoğaltılması,
Mesela Çin daha istikrarlı ve krize karşı daha dayanıklı uluslararası para sisteminin oluşturulması benzeri birçok ekonomik iyileştirmenin taahhütünü istiyor.
Üstelik bu büyük potansiyelle bir süredir işbirliklerinde, ticaretlerinde ulusal paralarını kullanmakta ve dolara dayalı ekonomi sisteminin yerine geçecek yeni ekonomi sisteminin temelini oluşturuyor,giderek küresel politikalarda diplomatik güçlerini de hissettiriyorlar.
Nitekim Suriye ve çevresinde gelişmelerle yakından ilgilidirler.
Suriye’nin iç işlerine dış güçlerin karışmasına meydan verilmemesi,Suriye krizinin çözümünün rejim ile muhalefet arasında görüşmelerle sağlanacağı,yeni yaptırımlarla baskı oluşturulmamasını seslendiriyorlar.
*
Ve Angela Merkel,Leipziger Vokszeitung gazetesine verdiği demeçte,”Dünyada bir dizi ülke,ilkesel düşüncelerden dolayı askeri seçenekleri dışlamıyor”diyor.
Kendisinin ise tüm diplomatik imkanlardan istifade edilmesi gerektiğine inandığını ve bu konuda Almanya’nın gerekli katkıyı sağlayacağını bildiriyor.
*
Çok kutuplu yeni bir dünya kurulurken düşünme sırası, ak’lın yönetiminde bireysel dini duyguları geliştirmesi gerekirken cemaatleşerek siyasallaşan ve gruplaşmayla boşalan zihinlerini yüzyıllık köhne düşünceler ve mazi-severlikte dolduran ve etki gücünü yeniden Arap İslam ülkelerinde ve Suriye’de de tazmin etmeye çalışan ABD emperyalizminin arkasına hayasızca ve körü-körüne takılan-üstelik,oyun kuran Türk iktidarındadır…
Ahmet Kılıçaslan AYTAR
ahmetkilicaslanaytar@gmail.comYanıtla
Yönlendir
-
No: 254, 13 Kasım 2011, Şam Büyükelçiliğimiz, Halep Başkonsolosluğumuz, Lazkiye Fahri Konsolosluğumuza düzenlenen saldırılar hk.
Dün (12 Kasım) gece Suriye’de rejim yanlısı bir takım göstericiler tarafından Şam Büyükelçiliğimize, Halep Başkonsolosluğumuza ve Lazkiye Fahri Konsolosluğumuza karşı düzenlenen menfur saldırıları şiddetle kınıyoruz.
Bu saldırıların, Arap Ligi’nin dün Suriye’ye ilişkin aldığı bir karar sonrasında gerçekleşmesi ve en güçlü ve yoğun biçimde Türk misyonlarını hedef alması şüphesiz manidardır.
Dün (12 Kasım) gece Suriye’de rejim yanlısı bir takım göstericiler tarafından Şam Büyükelçiliğimize, Halep Başkonsolosluğumuza ve Lazkiye Fahri Konsolosluğumuza karşı düzenlenen menfur saldırıları şiddetle kınıyoruz.
Bu saldırıların, Arap Ligi’nin dün Suriye’ye ilişkin aldığı bir karar sonrasında gerçekleşmesi ve en güçlü ve yoğun biçimde Türk misyonlarını hedef alması şüphesiz manidardır.
Gerek Türkiye’nin, gerek diğer ülkelerin Suriye’deki diplomatik ve konsüler temsilciliklerinin güvenliğinin sağlanması için her türlü önlemin alınması, Diplomatik ve Konsolosluk İlişkileri Hakkında Viyana Sözleşmeleri uyarınca öncelikle Suriye Devleti’nin yükümlülüğü altındadır. Ayrıca, uluslararası ilişkilerdeki yerleşik teamül de bunu gerektirmektedir. Dolayısıyla yabancı temsilciliklerin ve mensuplarının korunması,kabuledendevlet bakımından temel bir sorumluluk ve onur meselesidir. Bu hususu bir kez daha hatırlatmakta yarar görüyoruz.
Suriye Yönetimi’ni, vakit kaybetmeksizin sözkonusu saldırıların sorumlularını tespit etmeye ve bu kişiler hakkında gerekli adli süreci başlatmaya davet ediyoruz. Türkiye, bu olayın yinelenmemesini teminen Suriye Yönetiminin gerekli her türlü tedbiri biran önce almasını, Suriye’deki diplomatik ve konsüler temsilciliklerimiz ve bağlı kuruluşlara yönelik güvenlik önlemlerinin artırmasını ve temsilciliklerimiz ile bağlı kuruluşlarının güvenliğinin sağlandığı hususunda tarafımıza güvence vermesini beklemektedir. Türkiye, önümüzdeki günlerde tüm bu hususların takipçisi olmaya ve gelişmelere göre gerekli gördüğü önlemleri almaya kararlıdır.
Türkiye, sözkonusu saldırılar sonucunda Suriye’deki diplomatik ve konsüler temsilciliklerinde meydana gelen maddi zarara ilişkin olarak uluslararası hukuktan kaynaklanan yasal haklarını da mahfuz tutmaktadır.
Bugün Ankara’daki Suriye Maslahatgüzarı Bakanlığımıza davet edilerek kendisine bu hususlar güçlü ifadelerle aktarılmış ve bir de Nota tevdi edilmiştir.
Sözkonusu saldırılar üzerine, Suriye’deki diplomatik ve konsüler temsilciliklerimizde görevli personelin aile fertlerinin ülkemize tahliyesine bugün başlanmıştır. Diplomatik ve konsüler temsilciliklerimizde görevli personel görevlerine devam etmektedir. Türk misyonlarını hedef alması şüphesiz manidardır.
Gerek Türkiye’nin, gerek diğer ülkelerin Suriye’deki diplomatik ve konsüler temsilciliklerinin güvenliğinin sağlanması için her türlü önlemin alınması, Diplomatik ve Konsolosluk İlişkileri Hakkında Viyana Sözleşmeleri uyarınca öncelikle Suriye Devleti’nin yükümlülüğü altındadır. Ayrıca, uluslararası ilişkilerdeki yerleşik teamül de bunu gerektirmektedir. Dolayısıyla yabancı temsilciliklerin ve mensuplarının korunması,kabuledendevlet bakımından temel bir sorumluluk ve onur meselesidir. Bu hususu bir kez daha hatırlatmakta yarar görüyoruz.
Suriye Yönetimi’ni, vakit kaybetmeksizin sözkonusu saldırıların sorumlularını tespit etmeye ve bu kişiler hakkında gerekli adli süreci başlatmaya davet ediyoruz. Türkiye, bu olayın yinelenmemesini teminen Suriye Yönetiminin gerekli her türlü tedbiri biran önce almasını, Suriye’deki diplomatik ve konsüler temsilciliklerimiz ve bağlı kuruluşlara yönelik güvenlik önlemlerinin artırmasını ve temsilciliklerimiz ile bağlı kuruluşlarının güvenliğinin sağlandığı hususunda tarafımıza güvence vermesini beklemektedir. Türkiye, önümüzdeki günlerde tüm bu hususların takipçisi olmaya ve gelişmelere göre gerekli gördüğü önlemleri almaya kararlıdır.
Türkiye, sözkonusu saldırılar sonucunda Suriye’deki diplomatik ve konsüler temsilciliklerinde meydana gelen maddi zarara ilişkin olarak uluslararası hukuktan kaynaklanan yasal haklarını da mahfuz tutmaktadır.
Bugün Ankara’daki Suriye Maslahatgüzarı Bakanlığımıza davet edilerek kendisine bu hususlar güçlü ifadelerle aktarılmış ve bir de Nota tevdi edilmiştir.
Sözkonusu saldırılar üzerine, Suriye’deki diplomatik ve konsüler temsilciliklerimizde görevli personelin aile fertlerinin ülkemize tahliyesine bugün başlanmıştır. Diplomatik ve konsüler temsilciliklerimizde görevli personel görevlerine devam etmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı
-
Obama: Esad yönetimini izole edeceğiz
Obama: “Suriye rejiminin gerçek yüzünü gösteriyor”
ABD Başkanı Barack Obama, Suriye hükümetinin Hama’da kendi halkına karşı sergilediği şiddet nedeniyle dehşete düştüğünü belirterek, Devlet Başkanı Beşşar Esad yönetiminin izole edilmesi konusunda, diğer devletler ile birlikte çalışacaklarını bildirirken şöyle dedi:
”Demokratik geçiş süreci ilerledikçe, Suriye daha iyi bir yer olacak. ABD, Suriye rejimi üzerindeki devam eden baskısını artıracak, Esad hükümetini izole etmek için dünyada diğerleri ile birlikte çalışacak ve Suriye halkından yana olacak’.’
Haber 5