Turkish Forum Danışma Kurulu üyemiz Sn. Refik Mor’un mesajı ile birlikte kararın metnini bir kez daha yayınlıyoruz.
Bu kararın çevirisinin, yorumunun ve birlikte sunulan ‘özürcülere’ istinaden yazılan basın açıklamamın her hakkı bende saklı olup, kaynak belirtmeden kısmen veya tamamı, izinsiz yayınlanamaz ve dağıtılamaz.
Refik Mor
Y.Müh.Refik Mor
Yeminli Tercüman ve Çevirmen
Neumünster-Meclis üyesi-CDU (Christlich Demokratische Union-Hristiyan Demokratlar Birligi partisi)
Neumünster 25 Aralık 2008
OYUN BITTI, GAME OVER, DER SPIEL IST AUS !!!!!!!!
ERMENİ DİASPORASININ SIR GİBİ SAKLADIĞI
AVRUPA ADALET DIVANI’NIN (AAD) NİHAİ KARARI
- Ön bilği
- Konuya giriş
- Kararın Türkce çevirisi
- Kararın Almanca aslı-AAD birinci dairesinin-
- Kararın Fransızca aslı-AAD dördüncü dairesinin nihai kararı-
- Kararın Almanca aslı-AAD dördüncü dairesinin nihai kararı-
Avrupa Adalet Divanı(AAD):(European Court of Justice)
Merkezi Lüxemburg“da olan Avrupa Adalet Divanı- AAD,Avrupa birliği üyesi
Ülkeleri arasında, AB hukukunu ilgilendiren konularda son sözü söyleyen kurumdur.
Adalet Divanı’nın görevi, Avrupa anlaşmalarının yasaya uygun biçimde yorumlanması ve uygulanmasını sağlamak. Üye devletlerin anlaşmalarda öngörülen yükümlülükleri yerine getirip getirmediklerine karar vermek, ulusal mahkemelerin başvurusu üzerine topluluk hukukuna ilişkin çeşitli konuların yorumlanması ya da geçerliliği hakkında ön kararlar almak yetkileri arasında.
Hukuki bir işlemin tartışmalı bir konu doğurması halinde ulusal mahkemelerden herhangi biri Avrupa Adalet Divanı’ndan ön karar isteyebiliyor. Ancak bunun yapılabilmesi için üye devlette daha yüksek bir temyiz mercii bulunmaması gerekiyor. Ve Divan kararı bağlayıcı oluyor.
Avrupa Adalet Divanı(AAD), merkezi Strazburg’da olan ve Avrupa konseyi’nin bir kurumu olan Avrupa Insan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve merkezi Lahey’de olan Uluslararası Adalet-UAD- ile kariştırılmamalıdır
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), uluslararası bir teşkilat olan Avrupa Konseyi’ne bağlı olarak kurulmuş uluslararası bir mahkemedir. Mahkeme, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve ek protokolleriyle güvence altına alınmış olan temel hakların çiğnenmesi durumunda bireylerin, birey gruplarının, tüzel kişiliklerin ve diğer devletlerin, belirli usulî kurallar dahilinde başvurabileceği bir yargı merciidir.
Uluslararası Adalet Divanı-UAD- :UAD, BM’nin başlıca yargı organıdır. Uluslararası Adalet Divanı’nın merkezi Hollanda’nın Lahey kentindedir. Genel Kurul ve Güvenlik Konseyi’nden seçilen 15 yargıçtan oluşur. Yargıçlar değişik ülkelerden seçilir, böylece dünyadaki değişik hukuk sistemlerinin temsil edilmesi sağlanmaya çalışılır.
Divanın yetki alanı, bir uluslararası uyuşmazlıkta taraf olan ülkelerin kendisine getirdikleri davalar ile BM Antlaşması’nda ya da yürürlükteki uluslararası antlaşmalarda özellikle öngörülmüş konuları içine alır. Uluslararası Adalet Divanı Statüsü, BM Antlaşması’nın (BM Şartı) ayrılmaz bir parçasıdır ve Adalet Divanı’nın çalışma esaslarını belirler.
-2-
Aşağıda Türkce çevirisini yaptığım AAD-nihai kararı, bu konuda, başta şu anda tozu dumana katan ‘özür diliyoruz’ kampanyasını yürütenleri zor duruma sokacağa benziyor.
Avrupanın en yüksek yargı organlarından olan ve milli parlamentolarda siyasi olarak alınan sözde Ermeni soykırımı kararı veya kararları, en yüksek nihai hukuki bu karar karşısında geçerliliğini artık tamamen kaybetmiştir.
Sivil toplum örğütleri ve politikacılar hukuki temsilcileri kanalı ile veya bizzat, bu kararı Federal Almanya’nın diğer meclis üyelerine ve basına zaman kaybetmeden ulaştırmalıdırlar. Türkiye Cumhuriyeti dışişleri bakanlığındaki hukuk uzmanlarının da bu konuda artık harekete geçmeleri ve bu meclislerin aldıkları siyasi kararın hukuken artık hiç bir değeri olmadığı bildirilmesi gerekmektedir.
Kararın çevirisi AB ülkelerinin tüm dillerine zaten yapılmiş durumda.
İhtiyaç halinde aşağıdaki adresten temin edilebilir.
=de
Şimden sonra da herhangi bir Avrupa ülkesi, sözde Ermeni soykırımı hakkında karar aldığında, yine Türkiye Cumhuriyeti dışişleri bakanlığı hukukcuları tarafından o ülke hakkında, AAD’nın bu konudaki kararını ihlal ettiğinden dolayı girişimde bulunulmalıdır.
Demokrasinin olmazsa olmazı olan aşağıda sıraladığımız üç ayağı vardır (Medya’yı şu an saymayalım)
- Yasama -kanun koyucu, meclisler v.s.-(legislative)
- yargı -mahkemeler- (Judikative)
- yürütme –Polis, Jandarma, asker v.s.kolluk kuvvetleri -(Exikutive)
Bu anlamda, AAD’nın bu nihai kararını-yarğıyı- kabul etmeyenin hukukun üstünlüğü konusunda hazımsızlığı olduğu, böyle kişilerin de asla demokrat olamıyacağı belirtilmelidir.
Söz konusu davada, Avrupa Adalet Divanı’nın Ermenilere son sözü:
‘’Sözde soykırımı önce ispatlayın, ondan sonra tazminat isteyin’’ olmuştur.
Her ne kadar Ermeni diasporası tarafından bu dava ;
‘’akit ((Antlaşma)) dışı sorumluluktan kaynaklanan maddi ve manevi tazminat davası’’
Olarak lanse edilse de, mahkemede bunu hak etmek için de, sözde soykırımın ve bu soykırımdan kaynaklanan zararın ispatlanması, davanın ana damarını –esasını- teşkil etmiştir. Ermeniler bu dava ile kıyısından bucağından göle bir maya çalmaya çalışmışlardır ama tutmamıştır.
Bazı hukukçular bu gibi subjektif konularda, dolayısıyla tüm siyasi alanda doğan problemlerin mahkemelerin yetkilerinin içine girmediğini (doctrine of political question) iddia etseler de, peki o zaman adama: ‘AAD’ı bu davayı neden kabul etti’ diye sormazlarmı.?
Tüm medeni ceza kanunlarının mihenk taşı-çoğu zaman birinci maddesi- içerik olarak hemen hemen aşağıdaki gibidir.
‘’Nulla poena sine lege, nullum crimen sine lege’’
’’Kanunsuz ceza kesilmez, kanunsuz suç olmaz’’
„keine Strafe ohne Gesetz, kein Verbrechen ohne Gesetz“,
Kanunsuz ceza kesilmez. Bir eylemin cezalandırılabilinmesi ise, bu eylemin yapılmasından önce kesinleşmiş bir kanunla ancak mümkündür.
Diğer bir deyişle, örneğin 2000 yılında kesinleşmiş bir kanunla, kalkıpta 1999 yılında işlenen bir suçu yarğılayamazsınız.
-3-
Bu anlamda, Ermeni’lerin şu andaki soykırım hukukunu, siyasi zorlamalarla geçmişe uyğulamaya kalkmaları, abesle iştiğaldir.
Böyle hallerde, kanunun makabline şümul yasağı veya yeni Türkce ile söyleyecek olursak: Geçmişe uyğulama yasağı vardır. (Rückwirkungsverbot).
Gerçi bazı hukukcular insanlığa karşı işlenen suçlarda hukukun geçmişe uygulama yasağının geçerli olamıyacağını v.s. savunuyorlarsa da, şu anda henüz bu konuda herkesin bir noktada birleştiği kesinleşmiş uluslararası bir karar bulunmamaktadır.
İspat yükünün davacıda olduğu bu davada, sözde Ermeni diasporası, kendilerinden istenilen ‘sözde ermeni soykırımı’nı ispatlama konusunda, siyasi söylem ve iddiadan başka hiçbir varlık gösterememişlerdir
Bu ‘’tazminat’’ davasının kazanıldığını ve bir de ondan sonra koparılan velveleyi düşünebiliyormusunuz. Bu dava kazanılsa idi, anında EMSAL dava olarak kainata ilan edilirdi ve sonucunda ise:
- Türkiye Cumhuriyeti AB’ne üye olması için, önceden Ermeni soykırımını kabul etmek mecburiyetinde kalacaktı.
- AAD’nın bu nihai kararı EMSAL karar olarak gösterilip, Ermenilerin ardı arkası kesilmeyen isteklerinin yanı sıra, Türkiye’den birşeyler koparmak isteyen bazı devletlerin siyasi santajları..v.s ile karşı karşıya gelinecekti.
AAD’nın rededtiği T-346/03, C-18/04 P Esas sayılı davanın 25 nolu gerekcesinde, hakim aynen söyle demektedir:
25.
((Hüküm vermenin)) şartına gelince; davacıların gerçekten somut olarak zarara uğramış olmalarının tesbit edilmesi gerekir. Davacıların dava dilekcesinde talep ettikleri,
şahıslarının ve Ermeni cemaatinin uğradığı, genel tarifi ile yetindikleri sözde manevi zararın ispatı konusunda, ki davacılar bu konuda ne kapsamı, ne de varlığı hususunda zerre kadar somut bilği sunmuş değiller. Davacılar bununla, kendilerinin gerçekte, somut olarak zarar görüp görmedikleri hakkında mahkemenin hüküm verebilmesi için yeterli bilği verememişlerdir. (AAD’nın bu konuda 2 Temmuz 2003 tarihli T-99/98, Hameico Stutgart /konsey ve komisyon davası kararı ve komisyonun no.68 ve 69, Slg.2003, II-0000 emsal kararları)’’
Yine, iddianamenin 10.cu numarasında Davacilar:
10.
Davacılar ayrıca, bir çok temel insan haklarının, özellikle 4.Kasım 1950 yılında Roma’da imzalanan insan hakları ve temel özgürlükleri koruma altına alan Avrupa sözleşmesinin 3. ve 8. maddesine dikkat çekerek, burada sözü edilen, özel yaşam hakkının kutsallığı, aşağılayıcı veya insanlık dışı Muameleye tabi tutulmama haklarının ihlal edidiğini, savunmaktadırlar.
Hakim ise, bu iddiaya istinaden aşağıdaki cevabı vermiştir
21.
.Temel hakların sözde ihlali konusunda ise, (yukarıdaki 10. numaraya bakınız) davacıların, böyle temel insan haklarının ihlali iddiası ile sınırlı kalıp, bunun davalı organlara atfedılen suç ile ne kadar ilğili olduğunu açıklayamamasını belirtmek yeterlidir.
-4-
Olayların gelişimi:
Tarih 20 Temmuz 1987.
Avrupa parlamentosu C-190 esas nolu karari ile, içerik olarak :
‘’Türkiye Ermeni soykırımını tanımadığı müddetce, AB’ne üye olamaz’’
denen bir karar alır.
Yıl 1999.
AB ve o anda başbakanı sayın Bülent Ecevit olan Türkiye Cumhuriyeti, Türkiye’nin AB’ne üyelik için aday olup olamıyacağı konusunda restleşmektedirler.
Başbakan Ecevit Avrupalıların restini görür ve ‘bizi istemeyeni biz hiç istemeyiz ‘ der ve nihayet, o hatırlayacağınız sahnelerle Başbakan sayın Ecevit ertesi gün apar topar Helsinki’ye davet edilerek, Türkiye’nin AB üyeliğine adaylık kararı verilir
Bunun üzerine adeta çileden çıkan Ermeni diasporası:
-20 Temmuz 1987 tarihli Avrupa parlamentosunun C-190 esas nolu kararına atıfta bulunarak- ‘’Türkiye önce Ermenilere yaptığı soykırımı kabul etsin, ondan sonra üyeliğe adaylık statüsü verin, aksi takdirde AB akit dışı sorumluluğunu zedelemiş olur’’ diyerek,
- Avrupa Parlamentosu’na,
- Avrupa Birliği Konseyi’ne ve
- Avrupa Birliği Komisyonu’na karşı
Avrupa Adalet Divanı’nda-AAD’nında-
‘Birliğin akit dışı sorumluluğu ve davanın esassızlık (gerekcesizlik) konumu ‘
İçerikli dava açar.
Yukarıda , davanın içeriğini oluşturan;
‘’BİRLİĞİN AKİT ((Antlaşma)) DIŞI SORUMLULUĞUNDAN’’ kasdedilen,
uluslararası insan hakları ve 1915 olaylarında yaşanan trajik tarihi olaylardır.
Daha net söyleyecek olursak:
Eğer bu dava kazanıılsa idi, Ermeniler soykırım davasının dörte üçünü kazanmış olacaklardı.
Eğer Ermeni diasporası bu davayı kazansa idi, bir dakika dahi durmadan İLK işleri Uluslararası Ceza Mahkemesine başvurup, Türk’ler hakkında soykırım davasını açarlardı
.
Ama bu dava, AAD’nın birinci dairesi tarafından 17 Aralık 2003 tarihinde Esas No: T-346/03 kararı ile rededilir.
Ermeni diasporası bunun üzerine temyize gider (karar”a itiraz eder) ve
AAD’nın dördüncü dairesinde görülen temyiz davası, (itiraz davasI) 17.04.2004 tarihinde,
C-18/04 P Esas nolu nihai karar ile yeniden rededilir ve bu nihai kararla Ermeniler ayrıca 30.bin Avro’luk mahkeme masrafını da ödemeye mahkum edilirler
-5-
Kararın Türkce çevirisi
Y.Müh.Refik Mor
Yeminli tercüman ve çevirmen,
Neumünster /meclis üyesi-CDU, (Christlich Demokratische Union-Hristiyan Demokratlar Birligi)
AVRUPA ADALET DİVANI
BİRİNCI DAİRESİ K A R A R I
17.ARALIK 2003
Esas No T-346/03
Şansolye H.Jung
Başkan B.Vesterdorf
Hakim P.Mengozzi
Hakim E.Ribeiro
Davacı Gregoire Krikorian, Bouc-Bel-Air (Fransa) ikametli
Davacı Suzanne Krikorian Bouc-Bel-Air ikametli
Davacı Avrupa Ermeni Birliği, Marsilya (Fransa)
Vekili Av. P. Krikorian
Davalı Avrupa Parlementosu
Vekili R.Passos ve A.Baas, Tebligat adresi Luxenburg
Davalı Avrupa Birliği Konseyi
Vekili S.Kypriakopoulou ve G Marhic
Davalı Avrupa Birligi Komisyonu
Vekili F.Dintilhac ve C. Ladenburger. Tebligat adresi Luxenburg
Dava ‘’Birliğin akit dışı sorumluluğu ve davanın esassızlık (gerekcesizlik) konumu’’
Davacı, verdiği manevi tazminat dava dilekcesinde, güya, özellikle de Türkiye Cumhuriyetine Avrupa Birliğine girmesi için adaylık statüsü tanındıgından dolayı, zarara ugradıklarını beyan etmiştir.
- 1915 de Türkiye’de yaşayan Ermenilere yapılmış olan soy kırımını kabul etmeyi redettiği halde, Türkiye Cumhuriyetine Avrupa Birliğine girmesi için üyeliğe adaylık statüsü tanındıgından dolayı, güya, özellikle kendilerine maddi zarar verildiğini beyan eden davacılar, 9.Eylül 2003 tarihinde mahkemeye ulaşan dava dilekcesinde aşagıda sözü edilen tazminat davasını açmışlardır.
- Davacılar dilekcesinde ayrıca,
- Avrupa Parlementosunun 18.Haziran 1987 tarihli, Ermeni sorununun siyasi çözümü konusunda aldıgı kararının, (Esas: C-190, resmi gazete sayfa 119)Avrupa Birliği için de hukuken bağlayıcı olduğununa,
- Davalıların, birlik hukukunu vasıflı olarak , davacılara zarar verecek şekilde ihlal edip etmediğine,
- Davallıları, her davacıya bir Euro, tazminat olarak ödemeye mahkum etmeye,
- 30.000 Euro mahkeme masraflarının faizi ile birlikte olmak üzere, davalılara yüklenmesine,
- Davacılar ayrıca, mahkemeye 9.Ekim 2003 tarihinde ulaşan geçici tedbir kararı alınmasını istediği özel dilekcesinde de, davalılardanTürkiye Cumhuriyetinin Avrupa Birliği üyeliği statüsünün incelenmesinin ertelemesini ve görüşmelerin tekrar başlaması için ise, bu devletin sözü edilen soykırımının önce kabul etmesinin, karara bağlanmasını talep etmiştir.
-6-
Kararın gerekceleri
Tarafların beyanı
- Davacıların görüşüne göre, Avrupa Birliği için akit dışı sorumluluk gerektiren ilk durum, Avrupa Konsey’inin Türkiye Cumhuriyeti’ne 10 ve 11 aralık 1999 Helsinki’deki (Finlandiya) toplantısında, resmi olarak Avrupa birliği üyeliği statüsünü verirken, bu devletin, sözü edilen soykırımı önceden tanıması şartına bağlamaması ile hasıl olmuştur.
Davacılar ayrıca,Türkiye Cumhuriyetinin üyelik ortaklığından fadalanarak,
küçümsenmiyecek yardımlar alarak, geriye dönüşü olmayan üyeliğe doğru yol alabileceğine
dikkat çekmektedirler.Bu konuda çeşitli kaynaklar göstermektedirler. Örneğin Konseyin 26
Şubat 2001 tarihli Türkiye ile yakınlaşma ştratejisi çerçevesinde Türkiye’ye yardım
konulu(EG) 390/2001 nolu kararnamesi ve bilhassa üyeliğe hazırlık hakkında 17 Aralık
2001 tarihinde konseyin (EG) Nr.2500/2001 (Abl.L 58, S 1) nolu
kararnamesi.Ayrıca(EWG)No.3906/89,(EG)No.1267/1999,(EG)no.1268/1999
ve (EG)No.555/2000 (ABl.L342,S 1) ve yine konseyin 8.Mart 2001 2001/235 sayılı
kararları. (ABl.L85, S13)
- Bu sebeplerden dolayı da, davalı organlar Helsinki kararını ayan beyan bir şekilde ihlal etmiş olmuşlarmış. Avrupa Parlamentosunun bu kararı, Türk hükümetinin sözü edilen soykırımını kabul etmemesini, Türkiye Cumhuriyeti’nin AB’ne olası üyelik statüsünün görüşülmesinde, aşılması mümkün olmayan bir engel olarak görüyormuş.
- Davacılara göre, 1987 yılında alınan parlamento kararı, aynı zamanda tavsiye ve mutelaa olarak hukuki sonuçlar oluşturabilecek, hukuki bir eylemdir. (AAD’nın13 Aralık 1989 tarihli C-322/88 esas nolu Grimaldi kararı, Slg.1989, 4407). 1987 ylında alınan bu parlamento kararının, Görüşülen bu davada hüküm oluşturduğu (inkişaf ettigi) veya parlamentonun sıradan işlerinin çerçevesini aşan, hükümler oluşturacak boyutta olduğu savunulmaktadır. (AAD’nın 2 Ekim 2001 tarihli T-222/99, T-327/99 ve T-329/99 esas nolu kararları, Martinez /Parlamento, Slg. 2001, II-2823). Parlamento , sözü edilen soykırımının önceden tanınmasını şart koşan bu kararı ile, Türkiye Cumhuriyeti’ne, kamu oyu önünde olağanüstü üyelik şartları koymuştur, denmektedir.
- Davacılar, 1 Haziran 1987 tarihinde uzlaşılmış Avrupa Birliği Dosyasının yürürlüğe girmesi ile 237 EWG/akit maddesinin yürürlükten kalktığını hatırlatarak, parlamentonun artıkTürkiye Cumhuriyeti’nin üyeliğine karşı gelme selahiyetine sahip olduğuna dikkat çekip, parlamentonun artık şimden sonra Avrupa Birliği hakkındaki onaylayıcı mütaalasının, akitin 49.maddesine göre vermesi gerektiğini beyan ederek, 1987 deki parlamento kararının bu tarihten sonra, yani 20 Temmuz 1987 tarihinde yayımlandığını ve bundan dolayı ancak bilğileri olduğunu özellikle vurgulamışlardır.
- Bundan dolayıdırki, 1987 deki parlamento kararı davacılarda, parlamentonun Türkiye Cumhuriyeti’nin üyeliği söz konusu olduğunda veto hakkını kullanacağı doğrultusunda haklı bir güvenç doğurduğu veya genel olarak ifade etmek gerekirse, şüpheli soy kırımını onlar tarafından (Türkiye Cumhuriyeti) tanınmadığı müddetce, Avrupa Birliği organlarıTürkiye Cumhuriyeti’nin üyeliğinin incelenmesine karşı geleceği kanısı hasıl olmuş.Yukarıda 4.numarada sözü edilen hususlar da haklı güvencenin ihlali olarak beyan edilmektedir.
- Davacılar, Avrupa Birliğinin kendi kendisini ((kusursuz)) davranış ve başarı sorumluluğu ile mükellef tuttuğunu, oysa ki, burada birlik hukukunun kafi derecede vasıflı ihlalini ispat etmek için, 1987 parlamento kararının önğördüğü kriterlerinin hafifden dahi olsa ihlal edildiğini tesbit etmek yeterlidir, denmektedir. .
- Davacılar ayrıca, bir çok temel insan haklarının, özellikle 4.Kasım 1950 yılında Roma’da imzalanan insan hakları ve temel özgürlükleri koruma altına alan Avrupa sözleşmesinin 3. ve 8. maddesine dikkat çekerek, burada sözü edilen, özel yaşam hakkının kutsallığı, aşağılayıcı veya insanlık dışı Muameleye tabi tutulmama haklarının ihlal edidiğini, savunmaktadırlar.
-7-
- Davacılar en nihayet olarak, Ermeni toplumunun üyesi ve de sözde soykırımdan kurtulanların zürriyetleri olarak manevi zarara uğradıklarını iddia etmektedirler.
- sözü edilen soykırım gerçeği hatırlanıldıgında ve tüm Ermenilerin onurunu oluşturan tarihi gerçek hakkındaki kayğı da göz önünde bulundurulduğunda, davacılar, davalı kurumların davranışının onurlarını yaraladığını iddia etmektedirler.Bu soykırımı, Ermeni halkının kimliği ve ermeni tarihinin vazgeçilmez bir parçası olduğundan, davacıların kimliği, davalı kurumların davranışlarından dolayı, tamiri mümkün olmayan bir biçimde zarar gördüğü iddia edilmiştir. Eger sözü edilen soykırım gerçeğinden şüphelenilirse, nihayetinde Ermeni toplumunun kendisini düşük değerli hissetmesine ve marjinalleştirilmesine yolaçacağı beyanında bulunulmuştur.Türkiye Cumhuriyetinin tutumunun davacıyı adeta kanı helal ilan ederek, onları ikinci sınıf magdur sınıfına soktuğu beyan edilmiştir. Bu durumun davacıyı, çok derin bir haksızlığa uğramışlık hissi ile doldurduğu ve yasını dahi yeterli derecede tutamadığı belirtilmiştir.
Gereği düşünüldü, mahkemenin takdiri:
- Eger bir davanın, alenen, hertürlü hukuki bir dayanağı yok ise, Mahkeme, mahkemenin 111. yargılama hükmüne göre yargılamayı devam ettirmeyerek, hüküm verip, gerekceleri ile karara bağlıyabilir. Mahkeme, dava dilekcesini göz önünde bulundurarak, davalı kurumları dinlemeden ve sözlü duruşmayı açmadan da, sözkonusu davanın gerekçeliliği hakkında karar verecek durumda oldugu kanaatindedir.
- Daha önce verilen emsal kararlara göre, Avrupa birliğinin akit dışı sorumluluğu, birliğin 288.maddesinin 2.paragrafında belirlenmiş olup, bir sürü şartların yerine getirilmiş olmasına baglıdır. Yani buna göre, Kurumlara atfeilen kanun dışı davranış ile gerçekte var olan ve telafisi istenen (madi ve manevi) zarar arasında sebep-sonuç ilişkisinin olması gerekmektedir. (Bu konudaki AAD’nın:29 Eylül 1982, esas no.26/81, Oleifici MediteraraneiEWG,Slg.1982, 3057, Randnr.16 ve yine 11 Temmuz 1996, esas no.T-175/94, Internatıonal Procurement Servıces/kommıssıon, Slg.1996, II-729,II-1343, Randnr.30. ve yine 11 Temmuz 1997 esas no. T-267/94,Oleifici İtaliani/Kommission, Slg.1997,II- 1239, Randnr.20, emsal kararlarıdır).
- Bu şartlardan herhangi birisinin yerine getirilmemesi durumunda, birligin akit dışı sorumluluğunu belirleyen geriye kalan diğer sartlara bakılmaya gerek görülmeden, dava tümden rededilir.(Bu konuda AAD’nın 14 Ekim 1999 tarihli esas no.C-104/97 P, Atlanta/Avrupa Birliği,Slg.1999,I-6983, Randnr.65 kararı).
- Davacılar burada, birincisi, 10 ve 11 Aralık 1999 tarihinde Avrupa konseyinin Türkiye Cumhuriyeti’ne Helsinki’de AB’ne üye olabilme statüsünü vermiş olması ve digeri ise,Türkiye Cumhuriyeti’nin bu konumdan çıkar elde etmiş olması hususu olarak, birliğin akit dışı sorumluluğunun devreye girmesi gerektiği, iki husus belirtmektedir.
- Türkiye Cumhuriyeti’nin Avrupa birliğine üyeliğe adaylık statüsünün tanınmasına gelince; bu kararın, EG’nin 7. maddesi gereği birliğin organı olmayan, avrupa konseyinin tasarrufunun sonucu olduğunu tesbit etmek gerekir. Kaldıki, 14.cü numarada belirtildiği gibi, yalnız birliğin organı olan bir kurumun davranışı, akit dışı sorumluluğu doğurabilir.Bundan dolayıdır ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin Avrupa birliğine üyeliğe adaylık statüsünün tanınmasının, birliğin akit dışı sorumluluğunu doğurduğu gerekcesinin rededimesi gerekir.
-8-
- Davacılar burada, Türkiye Cumhuriyeti’nin Avrupa Birliği ile olan ortaklığından yararlanmasının, 1987 de alınan karara ters düştüğünü ve davalı organın davranışının hukuki geçerliliğinin olmadığını, savunmaktadır.
- 1987 ‘de alınan kararın, saf siyasi bir açıklama içeren, her an parlamento tarafından tekrar değiştirilebilinecek bir döküman olduğunun tesbitini yapmak yeterlidir. Bu sebeplerden dolayıdır ki, bu kararın, kararı alanlara karşı hukuki bağlayıcılığı olmadığı gibi, hele hele diğer davalı orğanlara karşı da hiç bir bağlayıcı hukuki sonuçlar inkişaf ettirmez.
- (yukarıda 19”da) yapılan bu tesbit, davacılarda haklı olarak oluşabilecek; ‘’bundan sonra artık AB-organları, Avrupa Parlamentosu’nun 1987 ‘deki kararının içeriği doğrultusunda hareket edecekler’’ hissini bertaraf etmek için yeterlidir. (Bu anlamdaki AAD’nın 11 Temmuz 1985 tarihli 87/77, 130/77, 22/83, 9/84 ve 10/84, salerno / avrupa komısyonu ve Avrupa konseyi davası ve Slg.1985, 2523, no 59 ve 28 Kasım 1991 tarihli Esas no C-213/88 ve C- 39/89, Lüxenburg/Parlamento davaları, komisyonun Slg. 1991, I-5643,no.25 kararı).
- Temel hakların sözde ihlali konusunda ise, (yukarıdaki 10. numaraya bakınız) davacıların, böyle temel insan haklarının ihlali iddiası ile sınırlı kalıp, bunun davalı organlara atfedılen suç ile ne kadar ilğili olduğunu açıklayamamasını belirtmek yeterlidir.
- Bu arada, bir şeyi de zikretmek gerekir ki, o da, davacıların neden-sonuç- ilişkisini belirleyen şartların yerine getirildiğini açıkca ispatlıyamadığıdır.
- sürekli veilen yargısal (emsal) kararlara göre, sözü edilen organların işlediği sözde hata ile, iddia edilen zarar arasında, neden-sonuç-ilişkisi olması mecburiyeti olup, bunun da ispat yükü davacıya aittir.(AAD’nın 24 Nisan 2002 tarihli, esas no.T-220/96,EVO/Rat davası kararı ve Komisyonun Slg.2002, II- 2265, no.41 ve orada yapılan karar alıntısı) Ayrıca,sözü edilen organın hatalı davranışı, bu zararın doğmasına doğrudan ve tayin edici neden olması gerekmektedir. (AAD’nın 15 Haziran 2000 tarihli, esas no.T-614/97, Aduanas Pujol Rubıo /konsey davası kararı ve Komisyonun Slg.200, II-2387,no.19 kararı ve AAD’nın T-16 Haziran 2000 tarihli, esas no.T-611/97, T-619/97 Transfluvia/konsey davası kararı ve komisyonun Slg.2000, II-2405, no.17 ve AAD’nın 12 Aralık 2000 tarihli esas no.T-201/99 Royal Cruıses /konsey davası kararı ve komisyonun Slg. 2000, II-4005, no. 26 kararı. Temyiz edilen bu karar da, ayrıca AAD’nın 15 Şubat 2002 tarihinde verdiği, resmi gazetede yayınlanmamış olan Royal Olympıc Cruıses/Konsey ve Komısyon davasında esas no.C-49/01 nihai kararı ile tasdik edilmiştir.)
- Davacıların dava dilekcesindeki gerekcelerinden, iddia edilen manevi tazminatın, suçlanan organların davranışlarından değil de, Türkiye Cumhuriyeti’nin sözde soy kırımı tanımadığından kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Davacılar bununla, davalı organlara atfedilen suçlu davranışın, iddia edilen zararın ortaya çıkmasında, doğrudan ve tain edici bir unsur olduğuna dair hiç bir ispat ortaya koyamamıştır.
- Davacıların gerçekten ve somut zarar görmüş olduklarını gösteren deliller konusuna gelince; davacılar, dava dilekcesinde genel ifadelerle Ermeni birliğinin uğradığı manevi zararın talebi ile sınırlı kalmış olup, ne bu konuda, ne de şahsen kendilerinin ugradıgı zararın kapsamı hakkında zerre kadar dahi delil gösterememiş olmalarıdır Davacılar bununla, kendilerinin gerçekten ve somut olarak zarar görüp görmedikleri hakkında mahkemenin hüküm verebilmesi için yeterli bilği verememişlerdir. (AAD’nın bu konuda 2 Temmuz 2003 tarihli T-99/98, Hameico Stutgart /konsey ve komısyon ((Emsal))davası kararı ve komisyonun No.68 ve 69, Slg.2003, II-0000 kararı)
- Davacılar bu konuda, açıkca, birliğin akit dışı sorumluluğunun olduğunu İspatlıyamamışlardır.
-9-
- yukarıdaki nedenlerden dolayı tazminat davasının açıkca esassız olması itibariyle reddine.
Masraflar :
- (Yarğılama) masraflarının, yarğılama usülünün 87.ci maddesinin 2.ci parağrafına göre, dilekce vererek, davayı kaybedene ödettirilmesine,
- Davacıların, davaya cevap dilekcesini ve masraf dilekcesini mahkemeye ibraz etmeden önce, şu anki dava hakkındaki karar, yarğılama usülünün 111.ci maddesine göre veriliyor. Onun için, mahkemenin herhanği olağan üstü bir durum tesbit ettiği durumlarda masrafları paylaştırabileceği, yarğılama usülünün 87.ci maddesinin 3. parağrafının uyğulanmasına,
- Davacıların mahkemeyi kaybeden olduklarından, masrafların onların tarafından ödenmesine,
Bu sebeplerden dolayıdırki;
1.davanın reddine,
2.yarğılama masraflarının davacılar tarafından ödenmesine, AAD’nın((Avrupa Adalet Divanı’nın)) birinci dairesi tarafından Karar vermiştir.
Lüxenburg. 17.Aralık 2003
Şansölye Başkan
H.Jung B.Vesterdorf
Not:16 Ocak 2004’de temyize verilen (itiraz edilen) bu dava, yine 29.Ekim 2004 tarihinde, AAD’nın dördüncü dairesi tarafından Fransız dilinde görüşülmüş ve
Esas No: C-18/04 P ile rededilerek nihai karar verilmiştir.
Daha fazla bilği için, AAD’nın bilği bankasının adresi:.
——————————————————————————-
AralIk .2008
“Özür diliyoruz” kampanyacIlarIna ;
Y.Müh.Refik Mor
Neumünster meclis üyesi ,Hiristiyan Demokratlar Birligi-( Christlich Demokratische Union-CDU)
Almanya
HUKUK DIYORSA EVET, ÖZÜR DİLERİZ….!!
SIYASETCILER DİYORSA HAYIR, ÖZÜR DİLEMİYORUZ…!!
‘’ERMENİ SOYKIRIMININ’’ HUKUKİ BİR DAYANAĞI YOKTUR .
Türkiye’de bır kısım ‘Entellektüel’ şu sıralarda Ermeni’lerden ‘özür diliyoruz’ diye bir kampanya başlatmıştır.Bu kampanyanın hedefi, hukuki bir dayanağı olmayan ‘sözde Ermeni soykırımına’ kamu oyu baskısı ile siyasi bir kılıf uydurarak, hukukun üstünlüğünü delmeye yöneliktir.
‘Özür diliyoruz’ diye verilmeye kalkışılan mesaja ve ‘1915 olaylarına’ gelince;
Demokrasinin olmazsa olmazı olan aşağıda sıraladığımız üç ayağı vardır (Medya’yı şu an saymayalım)
- Yasama -kanun koyucu, meclis v.s.-(legislative)
- yargı -mahkemeler- (Judikative)
- yürütme –Polis, Jandarma, asker v.s.kolluk kuvvetleri -(Exikutive)
Bu üç ilkenin birisini ihlal ettiğiniz zaman, siz artık demokrat sayılmazsınız ve sizin yeriniz artık herhanği bir muz cumhuriyetidir.
Tüm medeni ceza kanunlarının mihenk taşı-çoğu zaman birinci maddesi- içerik olarak hemen hemen aşağıdaki gibidir.
‘’Nulla poena sine lege, nullum crimen sine lege’’
’’Kanunsuz ceza kesilmez, kanunsuz suç olmaz’’
Kanunsuz ceza kesilmez. Bir eylemin cezalandırılabilinmesi ise, bu eylemin yapılmasından önce kesinleşmiş bir kanunla ancak mümkündür.
Diğer bir deyişle, örneğin 2000 yılında kesinleşmiş bir kanunla, kalkıpta 1999 yılında işlenen bir suçu yarğılayamazsınız.
Bu anlamda, Ermeni’lerin şu andaki soykırım hukukunu, siyasi zorlamalarla geçmişe uyğulamaya kalkmaları, abesle iştiğaldir.
Böyle hallerde, kanunun makabline şümul yasağı veya yeni Türkce ile söyleyecek olursak: kanunun geçmişe uyğulama yasağı vardır.
Çünkü demokrasinin uygulamalı yaşandığı ülkelerde ceza kesilmeden önce ;
- suçun hangi hukuki tanıma göre verildiği hakim tarafından gerekçelendiriler ve okunur. Yerel ve uluslararası hukuk bunu emreder.
- Örneğın: „suçu” hafifletici ve ağırlaştırıcı nedenler varmıdır. Kamu vijdanı ne durumdadır ?
- savaş veya barış ortamı varmıdır?
- Vatana ihanet, nefsi müdaafa söz konusumudur ?
- Ülkeden toprak talebi veya silahlı ayaklanma varmıdır…. v.s., v.s.
-2-
Bunların hiç birini veya bir kaçını göz önünde bulundurmadan birisini veya birilerini yargilamaya kalkarsanız kanunsuz ceza vermiş oluırsunuz, ki bu da yukarıda sözü edilen tüm ceza kanunlarının birinci maddesi olan ;
„Hiç kimse kanunsuz cezalandırılamaz“
İlkesine ters düşer. Yoksa her kes her önüne gelene, senden şu kadar alacağım var, veya bana şunu yaptın deyıp iddia bazında ceza kestiremez.
Almanlar Nürnberg’de yargılanıp mahkum edildiler.
Türkler hakkında ise yalnız ve yalnız siyasi iddia bazında suçlamalar vardır. O kadar.
O halde bizim entellektüel ‘Özür diliyorum’ kampanyasını yürütenlerin kast ettiği o zamana dönelim ve duruma bir bakalım.
Yıl 1912, İtalyanlar, Osmanlı toprağı olan Trablusgarp’ ı işğal ettmiş, güney ve batı anadolu fransızlara; Suriye, Adana, Mersin ingilizlere; Ege bölgesi Yunanlılara; boğazlar ve doğu Anadolu ruslara vaad edilmiş ve ülke şimdiki İrak gibi resmen işğal altındadır. Ermenilere’ de doğu anadolu’da kurulacak bir Ermenistan vaad edilmiştir.
İşte tam da bunun için ermeniler kendilerince, vatandaşı oldukları Osmanlıya karşı “haklı” bir savaşa girişmişlerdir.
Ermenililer bu savaşda osmanlıya karşı işgalcilerle özellikle Ruslarla ve Fransızlarla bir olup, Türkleri arkadan hançerlemişlerdir. Ermenililer Antep kuşatmasında fransizlara birlikde Türklere karşı nasil savaştiklarını, ben şahsen bu savaşa katılan akrabalarımdan canlı dinlemişimdir. Osmanlılar işgalcilere karşı cephede savaşı kazanmak için cephe gerisindeki bu iç savaşı önce önlemeleri gerekirdi.
İşte tam da bunun için Ermeniler, Osmanlı toprağı olan şimdiki Suriye ve Irak olan topraklara zoraki göçe (tehcir) tabii tutuldular.
- Amerikalılar ikinci dünya savaşında, japonların Pearl Harbour limanına saldırısından sonra da aynı Osmanlı’nın bu yöntemine baş vurdular ve bu bölgedeki yaklaşık yarım milyon Amerikan vatandaşı japon’u iç bölgelere zoraki göç ettirdiler, ki japonlar saldırgan japonlarla iş birliği yapmasınlar diye. Amerikalilar soykırımı mı yaptılar? Hayır.
- Çekoslovaklar, ikinci dünya savaşında, Naziler’e misilleme olarak Çekoslovakya’dan tam bir buçuk milyon Alman’ı (Sudetendeutschen) şimdiki kuzey Amanya’ya, yani Schleswig-Holstein’ a zoraki göç ettirdiler. Çekoslovaklar soy kırımı mı yaptılar? Hayır.
- Irak’ da işğalden beri tam bir milyon ikiyüz bin kişi, batılılar tarfından öldürüldü. Beş milyon yetim çocuk ve bir o kadar insanı sakat bıraktılar. Soykırımı mı yaptılar? Batılıların yanıtı hayır.
Onlara göre, hukuki ‘’haklı’’ nedenleri var olup savaş durumu hakim diyorlar.
Şimdi gelelim soy kırımı kavramının uluslararası tanımına:
„Soy kırımı, silahsız ve savunmasız bir toplumun bütün bireylerinin ayrım gözetmeksizin, silahlı bir toplum tarafından ve planlı bir biçimde, yalnIz belli bir ırka tabii olduklarından dolayı, yok edilmesidir “
Örnek: Almanların yahudilere ve afrikalı herero halkına ve sırpların 1999 boşnaklara yaptığı gibi. Ayrica, soy kırımına uğradığını ileri süren tarafın savaş halinde düşmanla iş birliği yapmaması ve silah kullanmaması gerekiyor. Saldırıya uğrayan gurubun silahsız olması gerekiyor.
-3-
Aksi takdirde her silahlı catışmayı ve savaş anındaki kitle katliamını – Hiroşima’ da bir çırpıda 250 bin kişinin ölümünü – soy kırımı kabul edersek ve soy kırımı yapanların bir listesini çıkartmak istersek, Türkiye,Amerika, Almanya, Fransa, İlgitere, Belçika ve diğer bir çok ülkeden sonra listedeki en son isim olur.
Hiç eveleyip gevelemiyelim, eğer Türkler o savaşda yenilseydi – Sevr(Sevres) antlaşması kalsaydı- biz Ermenilerin, Ermeniler’ de bizlerin konumunda olacakdı. Savaşdık ve biz galip geldik.
Anlaşılan odur ki, o dönemin işğalci emparyalist güçleri, Anadoluda uğradıkları o korkunç hezimeti hala içlerine sindirememişler ve hala revanşı oynamaya kalkışıyorlar.
Medeni bir Millet olarak biz Türkler, bu konuda şunu diyoruz:
Kavga, döğüş ve savaş yaptıksa, bunlar iyi şeyler olmadığından dolayı, tekrar barI$mak icin, birbirimizden özür dileyebiliriz. Ama tek taraflı değil.
Çözüm önerisi:
- Taraf ülkeler olarak Türkiye’den ve Ermenistan’dan eşit sayıda tarihci davet edilsin.
- Amerika, Almanya, Fransa, Ingiltere Türk ve Ermenistan gibi tüm ülkelerin arşivleri bu tarihcilerin emrine verilsin.
- bu tarihcilerin elde ettikleri sonuçlar, tarafsız bir kuruma, örneğin UNESKO’ya verilerek değerlendirilsin.
sonuca herkes katlansın.
hodri meydan.
Refik Mor
Neumünster meclis üyesi ,Hiristiyan Demokratlar Birligi-( Christlich Demokratische Union-CDU)
Almanya
—————————————————————————-
Bu kararın çevirisinin, yorumunun ve birlikte sunulan ‘özürcülere’ istinaden yazılan basın açıklamamın her hakkı bende saklı olup, kaynak belirtmeden kısmen veya tamamı, izinsiz yayınlanamaz ve dağıtılamaz.
Refik Mor
Y.Müh.Refik Mor
Yeminli Tercüman ve Çevirmen
Neumünster-Meclis üyesi-CDU (Christlich Demokratische Union-Hristiyan Demokratlar Birligi partisi)
Neumünster 25 Aralık 2008
OYUN BITTI, GAME OVER, DER SPIEL IST AUS !!!!!!!!
ERMENİ DİASPORASININ SIR GİBİ SAKLADIĞI
AVRUPA ADALET DIVANI’NIN (AAD) NİHAİ KARARI
- Ön bilği
- Konuya giriş
- Kararın Türkce çevirisi
- Kararın Almanca aslı-AAD birinci dairesinin-
- Kararın Fransızca aslı-AAD dördüncü dairesinin nihai kararı-
- Kararın Almanca aslı-AAD dördüncü dairesinin nihai kararı-
Avrupa Adalet Divanı(AAD):(European Court of Justice)
Merkezi Lüxemburg“da olan Avrupa Adalet Divanı- AAD,Avrupa birliği üyesi
Ülkeleri arasında, AB hukukunu ilgilendiren konularda son sözü söyleyen kurumdur.
Adalet Divanı’nın görevi, Avrupa anlaşmalarının yasaya uygun biçimde yorumlanması ve uygulanmasını sağlamak. Üye devletlerin anlaşmalarda öngörülen yükümlülükleri yerine getirip getirmediklerine karar vermek, ulusal mahkemelerin başvurusu üzerine topluluk hukukuna ilişkin çeşitli konuların yorumlanması ya da geçerliliği hakkında ön kararlar almak yetkileri arasında.
Hukuki bir işlemin tartışmalı bir konu doğurması halinde ulusal mahkemelerden herhangi biri Avrupa Adalet Divanı’ndan ön karar isteyebiliyor. Ancak bunun yapılabilmesi için üye devlette daha yüksek bir temyiz mercii bulunmaması gerekiyor. Ve Divan kararı bağlayıcı oluyor.
Avrupa Adalet Divanı(AAD), merkezi Strazburg’da olan ve Avrupa konseyi’nin bir kurumu olan Avrupa Insan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve merkezi Lahey’de olan Uluslararası Adalet-UAD- ile kariştırılmamalıdır
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), uluslararası bir teşkilat olan Avrupa Konseyi’ne bağlı olarak kurulmuş uluslararası bir mahkemedir. Mahkeme, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve ek protokolleriyle güvence altına alınmış olan temel hakların çiğnenmesi durumunda bireylerin, birey gruplarının, tüzel kişiliklerin ve diğer devletlerin, belirli usulî kurallar dahilinde başvurabileceği bir yargı merciidir.
Uluslararası Adalet Divanı-UAD- :UAD, BM’nin başlıca yargı organıdır. Uluslararası Adalet Divanı’nın merkezi Hollanda’nın Lahey kentindedir. Genel Kurul ve Güvenlik Konseyi’nden seçilen 15 yargıçtan oluşur. Yargıçlar değişik ülkelerden seçilir, böylece dünyadaki değişik hukuk sistemlerinin temsil edilmesi sağlanmaya çalışılır.
Divanın yetki alanı, bir uluslararası uyuşmazlıkta taraf olan ülkelerin kendisine getirdikleri davalar ile BM Antlaşması’nda ya da yürürlükteki uluslararası antlaşmalarda özellikle öngörülmüş konuları içine alır. Uluslararası Adalet Divanı Statüsü, BM Antlaşması’nın (BM Şartı) ayrılmaz bir parçasıdır ve Adalet Divanı’nın çalışma esaslarını belirler.
-2-
Aşağıda Türkce çevirisini yaptığım AAD-nihai kararı, bu konuda, başta şu anda tozu dumana katan ‘özür diliyoruz’ kampanyasını yürütenleri zor duruma sokacağa benziyor.
Avrupanın en yüksek yargı organlarından olan ve milli parlamentolarda siyasi olarak alınan sözde Ermeni soykırımı kararı veya kararları, en yüksek nihai hukuki bu karar karşısında geçerliliğini artık tamamen kaybetmiştir.
Sivil toplum örğütleri ve politikacılar hukuki temsilcileri kanalı ile veya bizzat, bu kararı Federal Almanya’nın diğer meclis üyelerine ve basına zaman kaybetmeden ulaştırmalıdırlar. Türkiye Cumhuriyeti dışişleri bakanlığındaki hukuk uzmanlarının da bu konuda artık harekete geçmeleri ve bu meclislerin aldıkları siyasi kararın hukuken artık hiç bir değeri olmadığı bildirilmesi gerekmektedir.
Kararın çevirisi AB ülkelerinin tüm dillerine zaten yapılmiş durumda.
İhtiyaç halinde aşağıdaki adresten temin edilebilir.
=de
Şimden sonra da herhangi bir Avrupa ülkesi, sözde Ermeni soykırımı hakkında karar aldığında, yine Türkiye Cumhuriyeti dışişleri bakanlığı hukukcuları tarafından o ülke hakkında, AAD’nın bu konudaki kararını ihlal ettiğinden dolayı girişimde bulunulmalıdır.
Demokrasinin olmazsa olmazı olan aşağıda sıraladığımız üç ayağı vardır (Medya’yı şu an saymayalım)
- Yasama -kanun koyucu, meclisler v.s.-(legislative)
- yargı -mahkemeler- (Judikative)
- yürütme –Polis, Jandarma, asker v.s.kolluk kuvvetleri -(Exikutive)
Bu anlamda, AAD’nın bu nihai kararını-yarğıyı- kabul etmeyenin hukukun üstünlüğü konusunda hazımsızlığı olduğu, böyle kişilerin de asla demokrat olamıyacağı belirtilmelidir.
Söz konusu davada, Avrupa Adalet Divanı’nın Ermenilere son sözü:
‘’Sözde soykırımı önce ispatlayın, ondan sonra tazminat isteyin’’ olmuştur.
Her ne kadar Ermeni diasporası tarafından bu dava ;
‘’akit ((Antlaşma)) dışı sorumluluktan kaynaklanan maddi ve manevi tazminat davası’’
Olarak lanse edilse de, mahkemede bunu hak etmek için de, sözde soykırımın ve bu soykırımdan kaynaklanan zararın ispatlanması, davanın ana damarını –esasını- teşkil etmiştir. Ermeniler bu dava ile kıyısından bucağından göle bir maya çalmaya çalışmışlardır ama tutmamıştır.
Bazı hukukçular bu gibi subjektif konularda, dolayısıyla tüm siyasi alanda doğan problemlerin mahkemelerin yetkilerinin içine girmediğini (doctrine of political question) iddia etseler de, peki o zaman adama: ‘AAD’ı bu davayı neden kabul etti’ diye sormazlarmı.?
Tüm medeni ceza kanunlarının mihenk taşı-çoğu zaman birinci maddesi- içerik olarak hemen hemen aşağıdaki gibidir.
‘’Nulla poena sine lege, nullum crimen sine lege’’
’’Kanunsuz ceza kesilmez, kanunsuz suç olmaz’’
„keine Strafe ohne Gesetz, kein Verbrechen ohne Gesetz“,
Kanunsuz ceza kesilmez. Bir eylemin cezalandırılabilinmesi ise, bu eylemin yapılmasından önce kesinleşmiş bir kanunla ancak mümkündür.
Diğer bir deyişle, örneğin 2000 yılında kesinleşmiş bir kanunla, kalkıpta 1999 yılında işlenen bir suçu yarğılayamazsınız.
-3-
Bu anlamda, Ermeni’lerin şu andaki soykırım hukukunu, siyasi zorlamalarla geçmişe uyğulamaya kalkmaları, abesle iştiğaldir.
Böyle hallerde, kanunun makabline şümul yasağı veya yeni Türkce ile söyleyecek olursak: Geçmişe uyğulama yasağı vardır. (Rückwirkungsverbot).
Gerçi bazı hukukcular insanlığa karşı işlenen suçlarda hukukun geçmişe uygulama yasağının geçerli olamıyacağını v.s. savunuyorlarsa da, şu anda henüz bu konuda herkesin bir noktada birleştiği kesinleşmiş uluslararası bir karar bulunmamaktadır.
İspat yükünün davacıda olduğu bu davada, sözde Ermeni diasporası, kendilerinden istenilen ‘sözde ermeni soykırımı’nı ispatlama konusunda, siyasi söylem ve iddiadan başka hiçbir varlık gösterememişlerdir
Bu ‘’tazminat’’ davasının kazanıldığını ve bir de ondan sonra koparılan velveleyi düşünebiliyormusunuz. Bu dava kazanılsa idi, anında EMSAL dava olarak kainata ilan edilirdi ve sonucunda ise:
- Türkiye Cumhuriyeti AB’ne üye olması için, önceden Ermeni soykırımını kabul etmek mecburiyetinde kalacaktı.
- AAD’nın bu nihai kararı EMSAL karar olarak gösterilip, Ermenilerin ardı arkası kesilmeyen isteklerinin yanı sıra, Türkiye’den birşeyler koparmak isteyen bazı devletlerin siyasi santajları..v.s ile karşı karşıya gelinecekti.
AAD’nın rededtiği T-346/03, C-18/04 P Esas sayılı davanın 25 nolu gerekcesinde, hakim aynen söyle demektedir:
25.
((Hüküm vermenin)) şartına gelince; davacıların gerçekten somut olarak zarara uğramış olmalarının tesbit edilmesi gerekir. Davacıların dava dilekcesinde talep ettikleri,
şahıslarının ve Ermeni cemaatinin uğradığı, genel tarifi ile yetindikleri sözde manevi zararın ispatı konusunda, ki davacılar bu konuda ne kapsamı, ne de varlığı hususunda zerre kadar somut bilği sunmuş değiller. Davacılar bununla, kendilerinin gerçekte, somut olarak zarar görüp görmedikleri hakkında mahkemenin hüküm verebilmesi için yeterli bilği verememişlerdir. (AAD’nın bu konuda 2 Temmuz 2003 tarihli T-99/98, Hameico Stutgart /konsey ve komisyon davası kararı ve komisyonun no.68 ve 69, Slg.2003, II-0000 emsal kararları)’’
Yine, iddianamenin 10.cu numarasında Davacilar:
10.
Davacılar ayrıca, bir çok temel insan haklarının, özellikle 4.Kasım 1950 yılında Roma’da imzalanan insan hakları ve temel özgürlükleri koruma altına alan Avrupa sözleşmesinin 3. ve 8. maddesine dikkat çekerek, burada sözü edilen, özel yaşam hakkının kutsallığı, aşağılayıcı veya insanlık dışı Muameleye tabi tutulmama haklarının ihlal edidiğini, savunmaktadırlar.
Hakim ise, bu iddiaya istinaden aşağıdaki cevabı vermiştir
21.
.Temel hakların sözde ihlali konusunda ise, (yukarıdaki 10. numaraya bakınız) davacıların, böyle temel insan haklarının ihlali iddiası ile sınırlı kalıp, bunun davalı organlara atfedılen suç ile ne kadar ilğili olduğunu açıklayamamasını belirtmek yeterlidir.
-4-
Olayların gelişimi:
Tarih 20 Temmuz 1987.
Avrupa parlamentosu C-190 esas nolu karari ile, içerik olarak :
‘’Türkiye Ermeni soykırımını tanımadığı müddetce, AB’ne üye olamaz’’
denen bir karar alır.
Yıl 1999.
AB ve o anda başbakanı sayın Bülent Ecevit olan Türkiye Cumhuriyeti, Türkiye’nin AB’ne üyelik için aday olup olamıyacağı konusunda restleşmektedirler.
Başbakan Ecevit Avrupalıların restini görür ve ‘bizi istemeyeni biz hiç istemeyiz ‘ der ve nihayet, o hatırlayacağınız sahnelerle Başbakan sayın Ecevit ertesi gün apar topar Helsinki’ye davet edilerek, Türkiye’nin AB üyeliğine adaylık kararı verilir
Bunun üzerine adeta çileden çıkan Ermeni diasporası:
-20 Temmuz 1987 tarihli Avrupa parlamentosunun C-190 esas nolu kararına atıfta bulunarak- ‘’Türkiye önce Ermenilere yaptığı soykırımı kabul etsin, ondan sonra üyeliğe adaylık statüsü verin, aksi takdirde AB akit dışı sorumluluğunu zedelemiş olur’’ diyerek,
- Avrupa Parlamentosu’na,
- Avrupa Birliği Konseyi’ne ve
- Avrupa Birliği Komisyonu’na karşı
Avrupa Adalet Divanı’nda-AAD’nında-
‘Birliğin akit dışı sorumluluğu ve davanın esassızlık (gerekcesizlik) konumu ‘
İçerikli dava açar.
Yukarıda , davanın içeriğini oluşturan;
‘’BİRLİĞİN AKİT ((Antlaşma)) DIŞI SORUMLULUĞUNDAN’’ kasdedilen,
uluslararası insan hakları ve 1915 olaylarında yaşanan trajik tarihi olaylardır.
Daha net söyleyecek olursak:
Eğer bu dava kazanıılsa idi, Ermeniler soykırım davasının dörte üçünü kazanmış olacaklardı.
Eğer Ermeni diasporası bu davayı kazansa idi, bir dakika dahi durmadan İLK işleri Uluslararası Ceza Mahkemesine başvurup, Türk’ler hakkında soykırım davasını açarlardı
.
Ama bu dava, AAD’nın birinci dairesi tarafından 17 Aralık 2003 tarihinde Esas No: T-346/03 kararı ile rededilir.
Ermeni diasporası bunun üzerine temyize gider (karar”a itiraz eder) ve
AAD’nın dördüncü dairesinde görülen temyiz davası, (itiraz davasI) 17.04.2004 tarihinde,
C-18/04 P Esas nolu nihai karar ile yeniden rededilir ve bu nihai kararla Ermeniler ayrıca 30.bin Avro’luk mahkeme masrafını da ödemeye mahkum edilirler
-5-
Kararın Türkce çevirisi
Y.Müh.Refik Mor
Yeminli tercüman ve çevirmen,
Neumünster /meclis üyesi-CDU, (Christlich Demokratische Union-Hristiyan Demokratlar Birligi)
AVRUPA ADALET DİVANI
BİRİNCI DAİRESİ K A R A R I
17.ARALIK 2003
Esas No T-346/03
Şansolye H.Jung
Başkan B.Vesterdorf
Hakim P.Mengozzi
Hakim E.Ribeiro
Davacı Gregoire Krikorian, Bouc-Bel-Air (Fransa) ikametli
Davacı Suzanne Krikorian Bouc-Bel-Air ikametli
Davacı Avrupa Ermeni Birliği, Marsilya (Fransa)
Vekili Av. P. Krikorian
Davalı Avrupa Parlementosu
Vekili R.Passos ve A.Baas, Tebligat adresi Luxenburg
Davalı Avrupa Birliği Konseyi
Vekili S.Kypriakopoulou ve G Marhic
Davalı Avrupa Birligi Komisyonu
Vekili F.Dintilhac ve C. Ladenburger. Tebligat adresi Luxenburg
Dava ‘’Birliğin akit dışı sorumluluğu ve davanın esassızlık (gerekcesizlik) konumu’’
Davacı, verdiği manevi tazminat dava dilekcesinde, güya, özellikle de Türkiye Cumhuriyetine Avrupa Birliğine girmesi için adaylık statüsü tanındıgından dolayı, zarara ugradıklarını beyan etmiştir.
- 1915 de Türkiye’de yaşayan Ermenilere yapılmış olan soy kırımını kabul etmeyi redettiği halde, Türkiye Cumhuriyetine Avrupa Birliğine girmesi için üyeliğe adaylık statüsü tanındıgından dolayı, güya, özellikle kendilerine maddi zarar verildiğini beyan eden davacılar, 9.Eylül 2003 tarihinde mahkemeye ulaşan dava dilekcesinde aşagıda sözü edilen tazminat davasını açmışlardır.
- Davacılar dilekcesinde ayrıca,
- Avrupa Parlementosunun 18.Haziran 1987 tarihli, Ermeni sorununun siyasi çözümü konusunda aldıgı kararının, (Esas: C-190, resmi gazete sayfa 119)Avrupa Birliği için de hukuken bağlayıcı olduğununa,
- Davalıların, birlik hukukunu vasıflı olarak , davacılara zarar verecek şekilde ihlal edip etmediğine,
- Davallıları, her davacıya bir Euro, tazminat olarak ödemeye mahkum etmeye,
- 30.000 Euro mahkeme masraflarının faizi ile birlikte olmak üzere, davalılara yüklenmesine,
- Davacılar ayrıca, mahkemeye 9.Ekim 2003 tarihinde ulaşan geçici tedbir kararı alınmasını istediği özel dilekcesinde de, davalılardanTürkiye Cumhuriyetinin Avrupa Birliği üyeliği statüsünün incelenmesinin ertelemesini ve görüşmelerin tekrar başlaması için ise, bu devletin sözü edilen soykırımının önce kabul etmesinin, karara bağlanmasını talep etmiştir.
-6-
Kararın gerekceleri
Tarafların beyanı
- Davacıların görüşüne göre, Avrupa Birliği için akit dışı sorumluluk gerektiren ilk durum, Avrupa Konsey’inin Türkiye Cumhuriyeti’ne 10 ve 11 aralık 1999 Helsinki’deki (Finlandiya) toplantısında, resmi olarak Avrupa birliği üyeliği statüsünü verirken, bu devletin, sözü edilen soykırımı önceden tanıması şartına bağlamaması ile hasıl olmuştur.
Davacılar ayrıca,Türkiye Cumhuriyetinin üyelik ortaklığından fadalanarak,
küçümsenmiyecek yardımlar alarak, geriye dönüşü olmayan üyeliğe doğru yol alabileceğine
dikkat çekmektedirler.Bu konuda çeşitli kaynaklar göstermektedirler. Örneğin Konseyin 26
Şubat 2001 tarihli Türkiye ile yakınlaşma ştratejisi çerçevesinde Türkiye’ye yardım
konulu(EG) 390/2001 nolu kararnamesi ve bilhassa üyeliğe hazırlık hakkında 17 Aralık
2001 tarihinde konseyin (EG) Nr.2500/2001 (Abl.L 58, S 1) nolu
kararnamesi.Ayrıca(EWG)No.3906/89,(EG)No.1267/1999,(EG)no.1268/1999
ve (EG)No.555/2000 (ABl.L342,S 1) ve yine konseyin 8.Mart 2001 2001/235 sayılı
kararları. (ABl.L85, S13)
- Bu sebeplerden dolayı da, davalı organlar Helsinki kararını ayan beyan bir şekilde ihlal etmiş olmuşlarmış. Avrupa Parlamentosunun bu kararı, Türk hükümetinin sözü edilen soykırımını kabul etmemesini, Türkiye Cumhuriyeti’nin AB’ne olası üyelik statüsünün görüşülmesinde, aşılması mümkün olmayan bir engel olarak görüyormuş.
- Davacılara göre, 1987 yılında alınan parlamento kararı, aynı zamanda tavsiye ve mutelaa olarak hukuki sonuçlar oluşturabilecek, hukuki bir eylemdir. (AAD’nın13 Aralık 1989 tarihli C-322/88 esas nolu Grimaldi kararı, Slg.1989, 4407). 1987 ylında alınan bu parlamento kararının, Görüşülen bu davada hüküm oluşturduğu (inkişaf ettigi) veya parlamentonun sıradan işlerinin çerçevesini aşan, hükümler oluşturacak boyutta olduğu savunulmaktadır. (AAD’nın 2 Ekim 2001 tarihli T-222/99, T-327/99 ve T-329/99 esas nolu kararları, Martinez /Parlamento, Slg. 2001, II-2823). Parlamento , sözü edilen soykırımının önceden tanınmasını şart koşan bu kararı ile, Türkiye Cumhuriyeti’ne, kamu oyu önünde olağanüstü üyelik şartları koymuştur, denmektedir.
- Davacılar, 1 Haziran 1987 tarihinde uzlaşılmış Avrupa Birliği Dosyasının yürürlüğe girmesi ile 237 EWG/akit maddesinin yürürlükten kalktığını hatırlatarak, parlamentonun artıkTürkiye Cumhuriyeti’nin üyeliğine karşı gelme selahiyetine sahip olduğuna dikkat çekip, parlamentonun artık şimden sonra Avrupa Birliği hakkındaki onaylayıcı mütaalasının, akitin 49.maddesine göre vermesi gerektiğini beyan ederek, 1987 deki parlamento kararının bu tarihten sonra, yani 20 Temmuz 1987 tarihinde yayımlandığını ve bundan dolayı ancak bilğileri olduğunu özellikle vurgulamışlardır.
- Bundan dolayıdırki, 1987 deki parlamento kararı davacılarda, parlamentonun Türkiye Cumhuriyeti’nin üyeliği söz konusu olduğunda veto hakkını kullanacağı doğrultusunda haklı bir güvenç doğurduğu veya genel olarak ifade etmek gerekirse, şüpheli soy kırımını onlar tarafından (Türkiye Cumhuriyeti) tanınmadığı müddetce, Avrupa Birliği organlarıTürkiye Cumhuriyeti’nin üyeliğinin incelenmesine karşı geleceği kanısı hasıl olmuş.Yukarıda 4.numarada sözü edilen hususlar da haklı güvencenin ihlali olarak beyan edilmektedir.
- Davacılar, Avrupa Birliğinin kendi kendisini ((kusursuz)) davranış ve başarı sorumluluğu ile mükellef tuttuğunu, oysa ki, burada birlik hukukunun kafi derecede vasıflı ihlalini ispat etmek için, 1987 parlamento kararının önğördüğü kriterlerinin hafifden dahi olsa ihlal edildiğini tesbit etmek yeterlidir, denmektedir. .
- Davacılar ayrıca, bir çok temel insan haklarının, özellikle 4.Kasım 1950 yılında Roma’da imzalanan insan hakları ve temel özgürlükleri koruma altına alan Avrupa sözleşmesinin 3. ve 8. maddesine dikkat çekerek, burada sözü edilen, özel yaşam hakkının kutsallığı, aşağılayıcı veya insanlık dışı Muameleye tabi tutulmama haklarının ihlal edidiğini, savunmaktadırlar.
-7-
- Davacılar en nihayet olarak, Ermeni toplumunun üyesi ve de sözde soykırımdan kurtulanların zürriyetleri olarak manevi zarara uğradıklarını iddia etmektedirler.
- sözü edilen soykırım gerçeği hatırlanıldıgında ve tüm Ermenilerin onurunu oluşturan tarihi gerçek hakkındaki kayğı da göz önünde bulundurulduğunda, davacılar, davalı kurumların davranışının onurlarını yaraladığını iddia etmektedirler.Bu soykırımı, Ermeni halkının kimliği ve ermeni tarihinin vazgeçilmez bir parçası olduğundan, davacıların kimliği, davalı kurumların davranışlarından dolayı, tamiri mümkün olmayan bir biçimde zarar gördüğü iddia edilmiştir. Eger sözü edilen soykırım gerçeğinden şüphelenilirse, nihayetinde Ermeni toplumunun kendisini düşük değerli hissetmesine ve marjinalleştirilmesine yolaçacağı beyanında bulunulmuştur.Türkiye Cumhuriyetinin tutumunun davacıyı adeta kanı helal ilan ederek, onları ikinci sınıf magdur sınıfına soktuğu beyan edilmiştir. Bu durumun davacıyı, çok derin bir haksızlığa uğramışlık hissi ile doldurduğu ve yasını dahi yeterli derecede tutamadığı belirtilmiştir.
Gereği düşünüldü, mahkemenin takdiri:
- Eger bir davanın, alenen, hertürlü hukuki bir dayanağı yok ise, Mahkeme, mahkemenin 111. yargılama hükmüne göre yargılamayı devam ettirmeyerek, hüküm verip, gerekceleri ile karara bağlıyabilir. Mahkeme, dava dilekcesini göz önünde bulundurarak, davalı kurumları dinlemeden ve sözlü duruşmayı açmadan da, sözkonusu davanın gerekçeliliği hakkında karar verecek durumda oldugu kanaatindedir.
- Daha önce verilen emsal kararlara göre, Avrupa birliğinin akit dışı sorumluluğu, birliğin 288.maddesinin 2.paragrafında belirlenmiş olup, bir sürü şartların yerine getirilmiş olmasına baglıdır. Yani buna göre, Kurumlara atfeilen kanun dışı davranış ile gerçekte var olan ve telafisi istenen (madi ve manevi) zarar arasında sebep-sonuç ilişkisinin olması gerekmektedir. (Bu konudaki AAD’nın:29 Eylül 1982, esas no.26/81, Oleifici MediteraraneiEWG,Slg.1982, 3057, Randnr.16 ve yine 11 Temmuz 1996, esas no.T-175/94, Internatıonal Procurement Servıces/kommıssıon, Slg.1996, II-729,II-1343, Randnr.30. ve yine 11 Temmuz 1997 esas no. T-267/94,Oleifici İtaliani/Kommission, Slg.1997,II- 1239, Randnr.20, emsal kararlarıdır).
- Bu şartlardan herhangi birisinin yerine getirilmemesi durumunda, birligin akit dışı sorumluluğunu belirleyen geriye kalan diğer sartlara bakılmaya gerek görülmeden, dava tümden rededilir.(Bu konuda AAD’nın 14 Ekim 1999 tarihli esas no.C-104/97 P, Atlanta/Avrupa Birliği,Slg.1999,I-6983, Randnr.65 kararı).
- Davacılar burada, birincisi, 10 ve 11 Aralık 1999 tarihinde Avrupa konseyinin Türkiye Cumhuriyeti’ne Helsinki’de AB’ne üye olabilme statüsünü vermiş olması ve digeri ise,Türkiye Cumhuriyeti’nin bu konumdan çıkar elde etmiş olması hususu olarak, birliğin akit dışı sorumluluğunun devreye girmesi gerektiği, iki husus belirtmektedir.
- Türkiye Cumhuriyeti’nin Avrupa birliğine üyeliğe adaylık statüsünün tanınmasına gelince; bu kararın, EG’nin 7. maddesi gereği birliğin organı olmayan, avrupa konseyinin tasarrufunun sonucu olduğunu tesbit etmek gerekir. Kaldıki, 14.cü numarada belirtildiği gibi, yalnız birliğin organı olan bir kurumun davranışı, akit dışı sorumluluğu doğurabilir.Bundan dolayıdır ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin Avrupa birliğine üyeliğe adaylık statüsünün tanınmasının, birliğin akit dışı sorumluluğunu doğurduğu gerekcesinin rededimesi gerekir.
-8-
- Davacılar burada, Türkiye Cumhuriyeti’nin Avrupa Birliği ile olan ortaklığından yararlanmasının, 1987 de alınan karara ters düştüğünü ve davalı organın davranışının hukuki geçerliliğinin olmadığını, savunmaktadır.
- 1987 ‘de alınan kararın, saf siyasi bir açıklama içeren, her an parlamento tarafından tekrar değiştirilebilinecek bir döküman olduğunun tesbitini yapmak yeterlidir. Bu sebeplerden dolayıdır ki, bu kararın, kararı alanlara karşı hukuki bağlayıcılığı olmadığı gibi, hele hele diğer davalı orğanlara karşı da hiç bir bağlayıcı hukuki sonuçlar inkişaf ettirmez.
- (yukarıda 19”da) yapılan bu tesbit, davacılarda haklı olarak oluşabilecek; ‘’bundan sonra artık AB-organları, Avrupa Parlamentosu’nun 1987 ‘deki kararının içeriği doğrultusunda hareket edecekler’’ hissini bertaraf etmek için yeterlidir. (Bu anlamdaki AAD’nın 11 Temmuz 1985 tarihli 87/77, 130/77, 22/83, 9/84 ve 10/84, salerno / avrupa komısyonu ve Avrupa konseyi davası ve Slg.1985, 2523, no 59 ve 28 Kasım 1991 tarihli Esas no C-213/88 ve C- 39/89, Lüxenburg/Parlamento davaları, komisyonun Slg. 1991, I-5643,no.25 kararı).
- Temel hakların sözde ihlali konusunda ise, (yukarıdaki 10. numaraya bakınız) davacıların, böyle temel insan haklarının ihlali iddiası ile sınırlı kalıp, bunun davalı organlara atfedılen suç ile ne kadar ilğili olduğunu açıklayamamasını belirtmek yeterlidir.
- Bu arada, bir şeyi de zikretmek gerekir ki, o da, davacıların neden-sonuç- ilişkisini belirleyen şartların yerine getirildiğini açıkca ispatlıyamadığıdır.
- sürekli veilen yargısal (emsal) kararlara göre, sözü edilen organların işlediği sözde hata ile, iddia edilen zarar arasında, neden-sonuç-ilişkisi olması mecburiyeti olup, bunun da ispat yükü davacıya aittir.(AAD’nın 24 Nisan 2002 tarihli, esas no.T-220/96,EVO/Rat davası kararı ve Komisyonun Slg.2002, II- 2265, no.41 ve orada yapılan karar alıntısı) Ayrıca,sözü edilen organın hatalı davranışı, bu zararın doğmasına doğrudan ve tayin edici neden olması gerekmektedir. (AAD’nın 15 Haziran 2000 tarihli, esas no.T-614/97, Aduanas Pujol Rubıo /konsey davası kararı ve Komisyonun Slg.200, II-2387,no.19 kararı ve AAD’nın T-16 Haziran 2000 tarihli, esas no.T-611/97, T-619/97 Transfluvia/konsey davası kararı ve komisyonun Slg.2000, II-2405, no.17 ve AAD’nın 12 Aralık 2000 tarihli esas no.T-201/99 Royal Cruıses /konsey davası kararı ve komisyonun Slg. 2000, II-4005, no. 26 kararı. Temyiz edilen bu karar da, ayrıca AAD’nın 15 Şubat 2002 tarihinde verdiği, resmi gazetede yayınlanmamış olan Royal Olympıc Cruıses/Konsey ve Komısyon davasında esas no.C-49/01 nihai kararı ile tasdik edilmiştir.)
- Davacıların dava dilekcesindeki gerekcelerinden, iddia edilen manevi tazminatın, suçlanan organların davranışlarından değil de, Türkiye Cumhuriyeti’nin sözde soy kırımı tanımadığından kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Davacılar bununla, davalı organlara atfedilen suçlu davranışın, iddia edilen zararın ortaya çıkmasında, doğrudan ve tain edici bir unsur olduğuna dair hiç bir ispat ortaya koyamamıştır.
- Davacıların gerçekten ve somut zarar görmüş olduklarını gösteren deliller konusuna gelince; davacılar, dava dilekcesinde genel ifadelerle Ermeni birliğinin uğradığı manevi zararın talebi ile sınırlı kalmış olup, ne bu konuda, ne de şahsen kendilerinin ugradıgı zararın kapsamı hakkında zerre kadar dahi delil gösterememiş olmalarıdır Davacılar bununla, kendilerinin gerçekten ve somut olarak zarar görüp görmedikleri hakkında mahkemenin hüküm verebilmesi için yeterli bilği verememişlerdir. (AAD’nın bu konuda 2 Temmuz 2003 tarihli T-99/98, Hameico Stutgart /konsey ve komısyon ((Emsal))davası kararı ve komisyonun No.68 ve 69, Slg.2003, II-0000 kararı)
- Davacılar bu konuda, açıkca, birliğin akit dışı sorumluluğunun olduğunu İspatlıyamamışlardır.
-9-
- yukarıdaki nedenlerden dolayı tazminat davasının açıkca esassız olması itibariyle reddine.
Masraflar :
- (Yarğılama) masraflarının, yarğılama usülünün 87.ci maddesinin 2.ci parağrafına göre, dilekce vererek, davayı kaybedene ödettirilmesine,
- Davacıların, davaya cevap dilekcesini ve masraf dilekcesini mahkemeye ibraz etmeden önce, şu anki dava hakkındaki karar, yarğılama usülünün 111.ci maddesine göre veriliyor. Onun için, mahkemenin herhanği olağan üstü bir durum tesbit ettiği durumlarda masrafları paylaştırabileceği, yarğılama usülünün 87.ci maddesinin 3. parağrafının uyğulanmasına,
- Davacıların mahkemeyi kaybeden olduklarından, masrafların onların tarafından ödenmesine,
Bu sebeplerden dolayıdırki;
1.davanın reddine,
2.yarğılama masraflarının davacılar tarafından ödenmesine, AAD’nın((Avrupa Adalet Divanı’nın)) birinci dairesi tarafından Karar vermiştir.
Lüxenburg. 17.Aralık 2003
Şansölye Başkan
H.Jung B.Vesterdorf
Not:16 Ocak 2004’de temyize verilen (itiraz edilen) bu dava, yine 29.Ekim 2004 tarihinde, AAD’nın dördüncü dairesi tarafından Fransız dilinde görüşülmüş ve
Esas No: C-18/04 P ile rededilerek nihai karar verilmiştir.
Daha fazla bilği için, AAD’nın bilği bankasının adresi:.
——————————————————————————-
AralIk .2008
“Özür diliyoruz” kampanyacIlarIna ;
Y.Müh.Refik Mor
Neumünster meclis üyesi ,Hiristiyan Demokratlar Birligi-( Christlich Demokratische Union-CDU)
Almanya
HUKUK DIYORSA EVET, ÖZÜR DİLERİZ….!!
SIYASETCILER DİYORSA HAYIR, ÖZÜR DİLEMİYORUZ…!!
‘’ERMENİ SOYKIRIMININ’’ HUKUKİ BİR DAYANAĞI YOKTUR .
Türkiye’de bır kısım ‘Entellektüel’ şu sıralarda Ermeni’lerden ‘özür diliyoruz’ diye bir kampanya başlatmıştır.Bu kampanyanın hedefi, hukuki bir dayanağı olmayan ‘sözde Ermeni soykırımına’ kamu oyu baskısı ile siyasi bir kılıf uydurarak, hukukun üstünlüğünü delmeye yöneliktir.
‘Özür diliyoruz’ diye verilmeye kalkışılan mesaja ve ‘1915 olaylarına’ gelince;
Demokrasinin olmazsa olmazı olan aşağıda sıraladığımız üç ayağı vardır (Medya’yı şu an saymayalım)
- Yasama -kanun koyucu, meclis v.s.-(legislative)
- yargı -mahkemeler- (Judikative)
- yürütme –Polis, Jandarma, asker v.s.kolluk kuvvetleri -(Exikutive)
Bu üç ilkenin birisini ihlal ettiğiniz zaman, siz artık demokrat sayılmazsınız ve sizin yeriniz artık herhanği bir muz cumhuriyetidir.
Tüm medeni ceza kanunlarının mihenk taşı-çoğu zaman birinci maddesi- içerik olarak hemen hemen aşağıdaki gibidir.
‘’Nulla poena sine lege, nullum crimen sine lege’’
’’Kanunsuz ceza kesilmez, kanunsuz suç olmaz’’
Kanunsuz ceza kesilmez. Bir eylemin cezalandırılabilinmesi ise, bu eylemin yapılmasından önce kesinleşmiş bir kanunla ancak mümkündür.
Diğer bir deyişle, örneğin 2000 yılında kesinleşmiş bir kanunla, kalkıpta 1999 yılında işlenen bir suçu yarğılayamazsınız.
Bu anlamda, Ermeni’lerin şu andaki soykırım hukukunu, siyasi zorlamalarla geçmişe uyğulamaya kalkmaları, abesle iştiğaldir.
Böyle hallerde, kanunun makabline şümul yasağı veya yeni Türkce ile söyleyecek olursak: kanunun geçmişe uyğulama yasağı vardır.
Çünkü demokrasinin uygulamalı yaşandığı ülkelerde ceza kesilmeden önce ;
- suçun hangi hukuki tanıma göre verildiği hakim tarafından gerekçelendiriler ve okunur. Yerel ve uluslararası hukuk bunu emreder.
- Örneğın: „suçu” hafifletici ve ağırlaştırıcı nedenler varmıdır. Kamu vijdanı ne durumdadır ?
- savaş veya barış ortamı varmıdır?
- Vatana ihanet, nefsi müdaafa söz konusumudur ?
- Ülkeden toprak talebi veya silahlı ayaklanma varmıdır…. v.s., v.s.
-2-
Bunların hiç birini veya bir kaçını göz önünde bulundurmadan birisini veya birilerini yargilamaya kalkarsanız kanunsuz ceza vermiş oluırsunuz, ki bu da yukarıda sözü edilen tüm ceza kanunlarının birinci maddesi olan ;
„Hiç kimse kanunsuz cezalandırılamaz“
İlkesine ters düşer. Yoksa her kes her önüne gelene, senden şu kadar alacağım var, veya bana şunu yaptın deyıp iddia bazında ceza kestiremez.
Almanlar Nürnberg’de yargılanıp mahkum edildiler.
Türkler hakkında ise yalnız ve yalnız siyasi iddia bazında suçlamalar vardır. O kadar.
O halde bizim entellektüel ‘Özür diliyorum’ kampanyasını yürütenlerin kast ettiği o zamana dönelim ve duruma bir bakalım.
Yıl 1912, İtalyanlar, Osmanlı toprağı olan Trablusgarp’ ı işğal ettmiş, güney ve batı anadolu fransızlara; Suriye, Adana, Mersin ingilizlere; Ege bölgesi Yunanlılara; boğazlar ve doğu Anadolu ruslara vaad edilmiş ve ülke şimdiki İrak gibi resmen işğal altındadır. Ermenilere’ de doğu anadolu’da kurulacak bir Ermenistan vaad edilmiştir.
İşte tam da bunun için ermeniler kendilerince, vatandaşı oldukları Osmanlıya karşı “haklı” bir savaşa girişmişlerdir.
Ermenililer bu savaşda osmanlıya karşı işgalcilerle özellikle Ruslarla ve Fransızlarla bir olup, Türkleri arkadan hançerlemişlerdir. Ermenililer Antep kuşatmasında fransizlara birlikde Türklere karşı nasil savaştiklarını, ben şahsen bu savaşa katılan akrabalarımdan canlı dinlemişimdir. Osmanlılar işgalcilere karşı cephede savaşı kazanmak için cephe gerisindeki bu iç savaşı önce önlemeleri gerekirdi.
İşte tam da bunun için Ermeniler, Osmanlı toprağı olan şimdiki Suriye ve Irak olan topraklara zoraki göçe (tehcir) tabii tutuldular.
- Amerikalılar ikinci dünya savaşında, japonların Pearl Harbour limanına saldırısından sonra da aynı Osmanlı’nın bu yöntemine baş vurdular ve bu bölgedeki yaklaşık yarım milyon Amerikan vatandaşı japon’u iç bölgelere zoraki göç ettirdiler, ki japonlar saldırgan japonlarla iş birliği yapmasınlar diye. Amerikalilar soykırımı mı yaptılar? Hayır.
- Çekoslovaklar, ikinci dünya savaşında, Naziler’e misilleme olarak Çekoslovakya’dan tam bir buçuk milyon Alman’ı (Sudetendeutschen) şimdiki kuzey Amanya’ya, yani Schleswig-Holstein’ a zoraki göç ettirdiler. Çekoslovaklar soy kırımı mı yaptılar? Hayır.
- Irak’ da işğalden beri tam bir milyon ikiyüz bin kişi, batılılar tarfından öldürüldü. Beş milyon yetim çocuk ve bir o kadar insanı sakat bıraktılar. Soykırımı mı yaptılar? Batılıların yanıtı hayır.
Onlara göre, hukuki ‘’haklı’’ nedenleri var olup savaş durumu hakim diyorlar.
Şimdi gelelim soy kırımı kavramının uluslararası tanımına:
„Soy kırımı, silahsız ve savunmasız bir toplumun bütün bireylerinin ayrım gözetmeksizin, silahlı bir toplum tarafından ve planlı bir biçimde, yalnIz belli bir ırka tabii olduklarından dolayı, yok edilmesidir “
Örnek: Almanların yahudilere ve afrikalı herero halkına ve sırpların 1999 boşnaklara yaptığı gibi. Ayrica, soy kırımına uğradığını ileri süren tarafın savaş halinde düşmanla iş birliği yapmaması ve silah kullanmaması gerekiyor. Saldırıya uğrayan gurubun silahsız olması gerekiyor.
-3-
Aksi takdirde her silahlı catışmayı ve savaş anındaki kitle katliamını – Hiroşima’ da bir çırpıda 250 bin kişinin ölümünü – soy kırımı kabul edersek ve soy kırımı yapanların bir listesini çıkartmak istersek, Türkiye,Amerika, Almanya, Fransa, İlgitere, Belçika ve diğer bir çok ülkeden sonra listedeki en son isim olur.
Hiç eveleyip gevelemiyelim, eğer Türkler o savaşda yenilseydi – Sevr(Sevres) antlaşması kalsaydı- biz Ermenilerin, Ermeniler’ de bizlerin konumunda olacakdı. Savaşdık ve biz galip geldik.
Anlaşılan odur ki, o dönemin işğalci emparyalist güçleri, Anadoluda uğradıkları o korkunç hezimeti hala içlerine sindirememişler ve hala revanşı oynamaya kalkışıyorlar.
Medeni bir Millet olarak biz Türkler, bu konuda şunu diyoruz:
Kavga, döğüş ve savaş yaptıksa, bunlar iyi şeyler olmadığından dolayı, tekrar barI$mak icin, birbirimizden özür dileyebiliriz. Ama tek taraflı değil.
Çözüm önerisi:
- Taraf ülkeler olarak Türkiye’den ve Ermenistan’dan eşit sayıda tarihci davet edilsin.
- Amerika, Almanya, Fransa, Ingiltere Türk ve Ermenistan gibi tüm ülkelerin arşivleri bu tarihcilerin emrine verilsin.
- bu tarihcilerin elde ettikleri sonuçlar, tarafsız bir kuruma, örneğin UNESKO’ya verilerek değerlendirilsin.
sonuca herkes katlansın.
hodri meydan.
Refik Mor
Neumünster meclis üyesi ,Hiristiyan Demokratlar Birligi-( Christlich Demokratische Union-CDU)
Almanya
—————————————————————————-
- Kararın AlmancasI-birinci daire-
https://www.turkishnews.com/de/content/2011/05/05/das-gericht-erster-instanz-der-europaischen-gemeinschaften-erste-kammer/
Fransızca : https://www.turkishnews.com/tr/content/2008/06/17/kerkuk-kibris-karasu-ucgeninde-cambazlik/
İngilizce : https://www.turkishnews.com/en/content/2011/05/05/order-of-the-court-of-first-instance/