Etiket: Enerji

  • Dış dinamikler neden iç dinamik olacak?

    Dış dinamikler neden iç dinamik olacak?

    Covid 19’dan sonraki on yıl, ondan önceki on yıllardan çok farklı olacak.

    Biz ülke olarak, doğuya doğru giden bir trenin içinde batıya giden bir yolcu gibiyiz.

    Sandığımız gibi iç dinamikler, bizi dış dinamiklerden fazla etkilemiyor. İçerideki gericilik dışarıdaki değişimi anlamamızı engelliyor ama bu dünyanın sonu demek değil.

    Bu dünyanın içinde var olduğumuza ve bu dünya ile birlikte yaşayacağımıza göre, dünyadaki hızlı değişim bizi eninde sonunda etkileyecek.

    Tıpkı sanayi devriminin geç de olsa ülkemize geldiği gibi…

    İç dinamikleri biliyoruz. Bezirgân despotizmini yaşıyoruz. Tren destinasyonuna vardığında, zaten bezirgân despotizmi bitmiş olacak.

    Olacak, çünkü insan varlığını yok sayan sadece sermaye ile var olunacağına inanmış bir sistemin, eninde sonunda kendi halkı ile papazı bulacağı bellidir.

    Önemli olan dış dinamiklerin doğru kavranılması ve ona göre vaziyet alınmasındadır.

    Dört yüz yıldır hüküm süren, Batı Kollektifi yapılanmasının sonuna geldiğimiz kesindir. Çünkü insanlığa bir şey vaat edecek değerlerden yoksun. Eski sistem sömürüyü yenileyerek devam ettirmek istiyor.

    Ne kendini yenileyebiliyor ne de dünyayı yenileyebilecek vizyon vaat ediyor.

    Lakin insanlık bu duruma artık evet demiyor. Bazı öncü ülkeler dünyanın gidişatını değiştirmeyi deklere ediyor.

    Değişim ihtiyacı gelmiş insanlığa dayanmış.

    Üç önemli nokta, değişimin ateşleyicisi olacak gibi

    Ukrayna, Ortadoğu, Tayvan ya da Çin.

    Bu söylediğim üç nokta kehanet değil, herkes bu üç noktada bir şeyler olduğunu biliyor.

    İşte o önemli olan “bir şeylerin” neler olduğudur.

    İlki kapitalist finans sistemidir, onun yarattığı ekonomik yapı ve bu yapının ürettiği insandır.

    İkincisi, enerjidir. Enerji ekonominin kendisidir.

    Üçüncüsü baştaki iki etmenin yarattığı ve daha da kötüleştireceği gıdadır. Yani sudur.

    Ukrayna’dan başlayalım. Ukrayna Doğu ile Batı arasındaki hesaplaşma noktalarının başlangıcıdır. Finans sistemini ve enerji egemenliğini belirleyen noktadır.

    Rus enerjisinin Avrupa’ya gidip gitmeme sorunudur. Batı kolektifinin, Doğuya doğru açılarak kendi sorunlarını çözmek istediği yerdir.

    Rusya ile Avrupa arasındaki çelişki uzlaşılmaz bir çelişkidir. Dünyayı değiştirmeye aday temel çelişkilerin başında gelmektedir. Çünkü içinde enerji vardır.

    Amerika’nı Ortadoğu egemenliği petrodolar egemenliğidir. Doları ayakta tutan ana etkendir. Amerika’nın Ortadoğu egemenliği gittiğinde dolar egemenliği biter.

    Tayvan meselesi Çin ABD meselesidir. Amerikan egemenliğinin bittiği noktadır.

    İşte bu dinamikler içerideki bezirgan despotizmini toz duman eder.

    24 Şubat 2024, bulentesinoglu@gmail.com

  • Enerji krizi derinleşiyor…

    Enerji krizi derinleşiyor…

    Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması ve savaşın uzaması enerji krizinin yakamızdan düşmeyeceğini gösteriyor. Özellikle doğalgazdan üretilen elektrik fiyatları bu kış da el yakacak. Odun ve kömür fiyatları da artıyor. Durumu değerlendiren uzmanlar “Fiyatlar kolay kolay düşmeyecek” yorumunu yapıyor.

    Bu satırlar yazılırken Rusya Avrupa’ya ihraç ettiği doğalgazı kesmişti. Bundan en fazla etkilenecek olan Avrupa ülkesi Almanya olarak öne çıkıyor. Avrupa bu kış donacak.

    Ekonomilerin Covid-19 salgınından toparlanmaya başlaması sonrası arzın enerji talebindeki artışa yetişememesi sonucu geçen yıl eylül itibarıyla kendini hissettirmeye başlayan enerji krizi, Rusya’nın Ukrayna’da başlattığı savaşın ardından boyut değiştirdi. Mevcut arz-talep dengesizliğine ek olarak Batılı ülkelerin savaş nedeniyle Rusya’ya uyguladığı yaptırımlar ve Rusya’nın özellikle Avrupa’ya gaz arzını önce kademeli olarak, son olarak da süresiz bir şekilde kesmesi enerji krizini tırmandırdı.

    Geçen yıl Eylül’ün başında Avrupa’da en fazla derinliğe sahip Hollanda merkezli doğal gaz ticaret noktası TTF’de işlem gören vadeli kontratların fiyatı megavatsaat başı fiyatı 30 Euro seviyesindeyken, fiyatlar bir yıl boyunca sürekli artış gösterdi ve yüzde 1000 artışla geçen hafta megavatsaat başına 346 Euro’yu gördü.

    Bu sadece 1 metreküp doğal gazın fiyatının 66.5 liraya çıkması anlamına geliyor. Türkiye’de son zamlarla birlikte evlerde 1 metreküp gazın fiyatı 6.5, sanayide ise 18 liraya çıktı. Doğal gazın megavatsaat başı fiyatı savaşın başlamasından önceki gün olan 23 Şubat’ta ise 87 Euro seviyesindeydi.

    Doğal gazın Avrupa’nın elektrik üretimindeki payının yaklaşık yüzde 25 olması nedeniyle, yüksek gaz fiyatları elektrik üretim maliyetlerine de artış olarak yansıdı.

    Kömür fiyatlarının da bu süreçte rekor seviyeye ulaşması ve arz endişeleri nedeniyle Avrupa’nın gösterge elektrik piyasalarından Almanya’da Ağustos’ta elektrik fiyatları ilk kez megavatsaat başına 700 Euro’yu geçti.

    Bu rakam 6 ay önce 128 Euro, 1 yıl önce 82 Euro, 2 yıl önce 35 Euro seviyesindeydi. Böylece, elektrik fiyatları da enerji krizinin başından beri Euro bazında yaklaşık yüzde 755 arttı. Avrupa elektrik fiyatlarındaki artışlar, politika yapıcıları elektrik piyasasına müdahale etme konusunda harekete geçirdi.

    Londra merkezli düşünce kuruluşu Ember Kıdemli Enerji ve İklim Analisti Sarah Brown, “Avrupa gaz fiyatlarının en az 2025’e kadar megavatsaat başına 100 Euro’nun üzerinde kalması bekleniyor. Bu seviyedeki fiyatlar, elektrik üretiminde doğal gaz kullanılmaya devam ettiği sürece elektrik için de yüksek fiyat anlamına geliyor.

     Avrupa’nın son 10 yılda enerji politikasındaki temel hata ithal ettikleri doğal gazı geçiş kaynağı olarak görmesi ve ucuz ve temiz olan yenilenebilir kaynakları daha hızlı devreye almaması. Fakat şu anda hatalardan ders çıkarıldığını düşünüyorum ve üye ülkeler elektrik tedarikinde temiz kaynakları daha fazla kullanmak için acil adımlar atıyor. Savaş ve enerji krizi, yenilenebilir enerjiye dönüşümü hızlandırdı” diye konuştu.

  • Enerji liberallere de Avrupa’ya da diz çöktürür

    Enerji liberallere de Avrupa’ya da diz çöktürür

    Ukrayna ve savaş konularını yazarak, okuyucularımı çok yorduğumu biliyorum.

    Lakin Ukrayna meselesi, yani enerji meselesi, dünyanın nereye gideceği konusunda, o kadar belirleyici ki, savaşı takip ederek okuyucumuza yardımcı olmaya çalışıyorum.

    Ne kadar önemli olduğuna çok örnekler vererek anlatmaya çalıştım.

    Lakin Trump noktayı koyunca, artık Ukrayna önemli sözünü, kullanmaya gerek yok diye düşünürüm.

    Trump “Amerika’ya diz çöktürdüler” dedi. Artık ilerisini söylemeye gerek yok.

    Rusya dün ve evvelki gün, İki yerleşim yerini daha kontrol altına aldı.

    Bunlardan bir ve belki de en önemlisi Zaporijia.

    Bu şehir, zaten Ruslar tarafından savaşın başında, çevrelenmiş, giriş çıkışlar kontrole alınmıştı. Şimdi Wagner Ekipleri ile Nükleer santrale girildi. Teknik denetimde, Ruslara geçti.

    Zaporejia aynı zamanda çok önemli sanayi kenti. Rusya’ya bağlı iken, Rusya ileri teknolojide üretim yapan bir yer olarak Zaporejiya’yı tayin etmiş.

    Bu şehirde, uçak motorları, tank motorları, gemi motorları imalatı da yapılıyor. Çelik fabrikaları var.

    Zaporejia’daki santralin önemi şu; burada altı adet nükleer ünite var. Ürettiği elektrik enerjisi, sadece Ukrayna sanayisi ve konutlarını beslemiyor. Avrupa’ya da enerji gönderiyor.

    Donetsk’in kasabası olan, Uglegosk Enerji Santrali de çok önemli bu da Rusya denetimine geçti.

    Avrupa kömür, doğal gaz, petrol ve gübre (gübre de gazdan üretilir) bakımımdan Rusya’ya bağımlı olduğunu, dünya alem artık öğrendi.

    Ancak şimdi başka bir enerji bağımlılığı meselesi daha ortaya çıktı.

    Dinyeper ve İngölet Nehirleri bizim bildiğimiz nehirlerden değil. Bu nehirlerde vapurlar ulaştırma işlerinde kullanılır. Debileri çok yüksek, kurulan barajlar-bu barajların hemen hepsi Ruslar tarafından kurulmuş- elektrik enerjisi üretiminde, çok yüksek meblağlarda enerji üretiyorlar. Ve Avrupa’ya satılıyor.

    Şimdi bunlar birer ikişer Rusya’nın denetimine geçerse, Avrupa için yeni bir enerji bağımlılığı konusu ortaya çıkacak.

    Almanya’da gaz fiyatları %35,7 yükselmiş. Almanya inatla Kuzey Akım II Gaz Boru hattından gaz almıyor. Halkına yüksek fiyattan gaz tükettiriyor.

    Kuzey Akın I Gaz Boru hattı üzerindeki Kompresörler 10 yıldır bakım yapılmamış. Birer ikişer duruyor. Gaz kesintisi teknik olarak zorunlu oluyor. Bu durum önceden bilindiğinden, Kuzey Akım II Gaz Boru Hattı inşa edilmiş.

    Kış yaklaşıyor. Avrupa’nın iş bilmez, çok konuşur çok siyaset yapar takımı, şimdilerde endişe içinde. Kışın ne yapacağız?

    Almanya yetkilileri, Nijerya’ya, Azerbaycan’a, Katar’a gaz almak için gitti.

    Nijerya’da terör nedeniyle, istikrarlı gaz alışına uygun değil. Katar az bir miktar veririm dedi. Yetersiz. Azarbeycan işi ise dört beş seneden önce olmaz görünüyor.

    İsrail ve Mısır gazı ise ölme eşşeğim ölme işine benziyor.

    Aslında Avrupa barıştan yana ama İngiltere ve Amerika ille de savaş diyor. Sözüm ona Rusları yıpratacaklar. Kendileri resesyona girdi.

    Kış gelince herkesin aklı başına gelir. Öfkeler, Rusofabialar bir kenara bırakılır.

    Enerji ne diyorsa o yapılır.

    29 Temmuz 2022

  • Enerji fiyatları nasıl düşer?

    Enerji fiyatları nasıl düşer?

    Dünyanın içine düştüğü büyük buhranın, iki büyük nedeni var.

    Birincisi parası döviz olan ülkelerin, sınırsız ve karşılıksız para basmış olmalarıdır.

    İkincisi, Rus enerjisini, Batı Kolektifi, kendi çıkarına dönüştürmek için, NATO genişlemesi bahanesi ile Ukrayna üzerinden, Rusya ile çıkan çatışma ve enerji fiyatlarının yükselmesi…

    Parası döviz olan ülkelerin, karşılıksız bastıkları paraların, bedelini tüm dünyaya ödettirene dek, enflasyon sürecektir.

     Anlatmaya çalışacağım esas mesele, barış olursa, enerji fiyatlarının, derhal olması gereken yere döneceğidir.

    Batı Kolektifinin Rusya üzerine uyguladığı yaptırımların asıl nedeni, Rus enerjisini olduğundan daha düşük fiyatla alma işidir.

    Hani kendileri, her ürünün tekeli kendi ellerinde olduğundan, fiyatları kendileri belirler ya, Rus enerjisinin fiyatını da kendileri belirlemek istiyorlar.

    Aslında ellerinden gelse, Suudi ve Arap petrolüne el koydukları gibi, Rus enerjisine de el koymak istiyorlar.

     Ama Rusya’da en az onlar kadar güçlü olduğu için, şimdi yeni bir yol arıyorlar.

    Rusya enerjisini dolar ve EURO ile satarken bu sorunlar yoktu. Ne zaman Rusya Dolarla satışlardan çıktı. Ukrayna’da sorunlar başladı.

    Şimdilerde buldukları yol; fiyatları sınırlama dedikleri Priece Cap uygulayalım diyorlar.

    Nasıl yapacaklar bu işi? OPEC+ ülkelerine baskı yaparak.

    OPEC+ ülkelerinin içinde Rusya da var.

    OPEC ülkeleri, az enerjiyi yüksek fiyattan satmak üzere, kurulmuş bir ittifak sistemidir. Üretim miktarlarını azaltıp/ çoğaltarak fiyat belirleyen bir kurumdur.

    Bunların dışında, Venezüella ve İran var. Bu ülkeler tümden Batı Kolektifinin kontrolü dışındadır.

    Eğer enflasyondan bir nebze kurtulmak istiyorlarsa, yapacakları ilk iş; Rusya ile olan çatışmayı sonlandırmaktır.

    Barış masasına oturulduğu anda, petrol fiyatları yüz doların altına düşer. Enerji uzmanlarının tahminleri böyledir.

    Ukrayna’da, Rusya Ukrayna ordusunu, büyük ölçüde kontrol altına aldı. Neonazileri temizledi.

    Barış masasına oturma zamanı geldi. Geldi, lakin Batı Kolektifi savaşı uzatarak Rusya’yı yıpratıp, Rusya içinde kaos yaratacağı hayali içindedir.

    Savaşın başlangıcında, Rusya’da rejim değiştireceğiz ifadelerini kullanmışladır.

    Lakin Batı Kolektifinin kendi içinde hızlı bir siyasal kriz çıktı. Buna İngiltere ve Amerika’da dahil.

    Bu kez kendi iç siyasetlerini düzenleyebilmek için Rus düşmanlığını ellerinde ki tek koz olarak kullanmak istiyorlar.

    Zelensky savaşın kıştan önce bitmesi gerek diye, Batıya bir tehditte bulundu. II Dünya Savaşı hatırlatması üzerinden, ağır kış, Rusya’nın en büyük silahıdır demek istiyor.

    Evet bu kış çok zor geçecek. Çünkü Batı Kolektifi, masaya oturmak için, daha çok acı çekmesi gerekiyor.

    28 Haz. 2022

  • Gıda krizi kapıda…

    Gıda krizi kapıda…

    Şu noktaya dikkat:

    Dünya enerji ve gıda krizi ile karşı karşıya.

    Covid-19 ve ardından gelen Rusya-Ukrayna savaşı dünya genelinde ekonomik ve gıda sıkıntılarını da beraberinde getirdi. Gıda krizinin enerji krizinin ardından dünyayı tehdit ettiğine dikkat çekiliyor. İlgililer “Bundan en fazla Afrika ve Ortadoğu ülkeleri etkilenecek” açıklamasında bulunuyor.

    Uluslararası Para Fonu (IMF) Başkanı Kristalina Georgieva, Rusya’nın Ukrayna’ya açtığı savaşın tüm ülkeler için ekonomik beklentileri zayıflattığı uyarısında bulundu. Georgieva, yüksek enflasyonu “küresel ekonomiye yönelik açık bir tehdit” olarak niteledi, Afrika ve Ortadoğu için gıda krizi uyarısında bulundu.

    Washington’da yapılacak IMF ve Dünya Bankası toplantıları öncesinde konuşan IMF Başkanı Kristalina Georgieva, Rusya’nın işgalinin 143 ülkenin ekonomisini olumsuz etkilediğini, ancak bu ülkelerin yine de büyümeye devam etmelerinin beklendiğini kaydetti.

    Ukrayna savaşı enerji ve tahıl sektöründe küresel ticareti sekteye uğrattı ve Afrika ve Orta Doğu’da gıda sıkıntısına yol açma riskini taşıyor.

    2020 yılında tüm dünyayı etkisi altına alan pandeminin yol açtığı resesyon sonrasında ekonominin beklenmedik şekilde güçlü toparlanması şirketleri hazırlıksız yakaladı. Fabrikalar ve limanlar yoğun müşteri talebini karşılayamadı ve fiyatlar yükseldi.

    Kristalina Georgieva, merkez bankalarını faiz oranını artırmaya zorlayan ve süreç içinde ekonomik büyümeyi yavaşlatması beklenen kronik yüksek enflasyonun “küresel toparlanma için büyük bir engel” teşkil ettiğini söyledi.

    Batı ülkeleri Rusya’ya kapsamlı yaptırım uygularken Çin’in Rusya’ya destek veren ifadelerine dikkat çeken Georgieva, “dünya ekonomisinin jeopolitik bloklara ayrılabileceği” uyarısında bulundu.

    IMF Başkanı, “Avrupa’da bir savaşın Afrika’da açlığa yol açtığı; pandeminin günler içinde dünyanın etrafında dolaşabildiği ve yıllarca etkili olabildiği; emisyonların neredeyse her yerde yükselen deniz seviyeleri anlamına geldiği bir dünyada, küresel işbirliğinin bozulmasının hepimizin refahımıza yönelik tehdidini ne kadar vurgulasak az” ifadelerini kullandı.

    Savaştan önce Rusya ve Ukrayna dünyadaki buğday ihracatının yüzde 28’ini sağlıyordu. Rusya ve Belarus da gübre ihracatının yüzde 40’ını oluşturuyordu.

    Kristalina Georgieva “Şimdi tahıl ve mısır fiyatları yükseliyor. Afrika ve Ortadoğu’daki liderler arzın düştüğünü söylüyor. Gıda güvensizliği ciddi bir endişe” dedi.

    IMF Başkanı, “Gıda güvenliğini güçlendirmek için çok taraflı bir girişimle hemen harekete geçmeliyiz. Bunun alternatifi daha fazla açlık, yoksulluk ve daha çok sosyal huzursuzluk, özellikle de uzun yıllar çatışma ve kırılganlıktan kaçmakta zorlanan ülkeler için” ifadelerini kullandı.

    Kristalina Georgieva, dünyaya Ukrayna’yı destekleme çağrısında bulunarak IMF’nin Ukrayna’ya acil ihtiyaçlarını karşılamak üzere 1,4 milyar dolar acil yardım finansmanı sağladığını belirtti. IMF’in 400 binden fazla mülteci kabul eden Moldova gibi komşularına da yardım teklif ettiğini söyledi.

    Özetleyelim:

    Enerji ve gıda konusunda kriz bizim de kapımızı çalabilir. Bu nedenle üretime ağırlık veren önlemleri şimdiden almak durumundayız. Gıda ve enerji fiyatlarındaki artışın durmaması hiç kuşkusuz hepimizi için endişe verici bir durum olarak karşımıza çıkıyor.

    necdetbuluz@gmail.com

    www.facebook.com/necdet.buluz

  • Salgın Sonrası Enerji Stratejileri,                                                     Alaeddin Yalçınkaya

    Salgın Sonrası Enerji Stratejileri, Alaeddin Yalçınkaya

    Salgın Sonrası Enerji Stratejileri

    Salgın Sonrası Enerji Stratejileri - yesilenerji

    Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya

    Koronavirüsle mücadelede 30 büyükşehir yanında Zonguldak için de kısıtlamalar geldi. Büyükşehirlerin daha riskli olduğu, zaten vaka ve ölüm rakamlarından bilinmektedir. Peki büyükşehir olmadığı halde, çam ormanları içindeki bu sahil şehrimiz niye bu listeye alındı?

    Zonguldak gerçekten de vaka ve ölüm sayısı açısından büyükşehirlerle yarışmaktadır. İşin doğrusu bu şehirdeki kanser ve diğer akciğer hastalıkları salgından önce de ortalamanın kat kat üstündeydi. Karadeniz’in bu bereketli köşesinde tarım ve hayvancılık da büyük darbe yemişti. Çünkü bölgedeki termik santraller, bacalardan zehir kusarak insanların, hayvanların, tarım alanlarının çeşit çeşit hastalıklara müptela olmasına sebep olmaktadır. İnsanı ve çevreyi mahveden bu zehir bacaları sadece Zonguldak’ta olmayıp diğer termik santrallerinin çevresinde de benzer felaketler yaşanmaktadır.

    Enerji, çağımızın vazgeçilmezi olup bunun için büyük bedel ödendiği gerçektir. Kömürden elde edilen enerji, sanayi devriminin ilk aşamalarında son derece önemlidir. Günümüzde de özellikle enerji yoksunu ülkelerde kömüre dayalı termik santrallerinin ağırlığı sözkonusudur.

    Ülkemiz açısından konuya bakıldığında, petrol ve doğalgaz için milyar dolarlar ödenirken yeraltındaki kömürün değerlendirilmesinin gerekli olduğu düşünülebilir. Mevcut santrallerin ne kadarının ithal kömürle çalıştığı ayrı bir konu. Buna karşın termik santrallerinden üretilin elektriğin maliyetinin, sadece kömürün çıkarılması, taşınması ve işletme masraflarına bakarak hesaplanması yanlıştır. Bu maliyete kanser ve solunum yolu hastalıklarının tedavisi için harcanan dev bütçeler ile çevre tahribatı sonucu yok olan tarımsal üretim eklendiğinde, kömüre dayalı termik santrallerinin en pahalı enerji kaynağı olduğu görülmektedir. Öte yandan sözkonusu insan hayatı olduğunda mesela salgın nedeniyle birçok fabrikalarda üretim durmuş, ekonomi ikinci plana atılmış, herkes evine kapatılmıştır. Aynı sağlık sorunlarının fazlasıyla termik santralleri bölgesinde yaşayanlar için sadece bir dönem için değil sürekli mevcut olduğunu bir kere daha hatırlamak gerekmez mi?

    Kovid-19’un önemli sonuçlarından birisi enerji alanında gerçekleşiyor. Salgın geçse de -ki ne kadar süreceği belli değil- petrol fiyatları hiçbir zaman salgın öncesi rakamları bulamayacaktır. Çünkü dünyada yeni enerji kaynakları ile birlikte gittikçe büyüyen arz fazlası var. Bu durumda enerji stratejilerinde köklü değişiklik yapmanın tam zamanıdır.

    Sahadan gelen bilgilere göre ülkemizdeki mevcut enerji tüketilemediğinden yeni Rüzgar Enerji Santrali (RES) ve Güneş Enerji Santrali (GES) başvuruları kabul edilmiyormuş. Bazı hidroelektrik santralleri de boşa çalışıyormuş. Haber kaynaklarıma güvenerek ikisinin de yapılabilecek en büyük yanlış olduğunu belirteyim. Zaten RES ve GES yatırımları konusunda uzun süredir yeni haber yok. Bu şartlar altında enerji stratejilerinde şu hususların dikkate alınması ve yeni gelişmelerle yatırımlar, üretim ve tüketim ile maliyet rakamlarının kamuoyu ile paylaşılması gerekmektedir. Yeni stratejilerin başarısı için bu paylaşıma ihtiyaç vardır.

    Yeni stratejinin temelinde öncelikle termik santrallerini kapatmak veya geçici olarak olabildiğince düşük kapasitede çalıştırarak zamanla durdurmak gerekmektedir. Avrupa’nın enerji ithalatçılarından Brüksel’den sonra Avusturya da son termik santralini kapattı. Diğer Avrupa ülkelerinde daha önce planlanmış termik santral yatırımları iptal edilirken mevcutlar da adım adım kapatılmaktadır. Türkiye’nin de en geç 10 yıl içinde bütün termik santrallerini kapatması gerekmektedir. Santrallere yatırım yapanların masraflarının tazmini, sosyal güvenlik, tarım ve hayvancılıktaki giderlerden çok daha az kalacaktır. Zaten bir kısmı ömrünü doldurmuş durumdadır. Öte yandan mevcut santrallerin binaları ve alanları, çok daha verimli ve sağlıklı şekilde değerlendirilecektir.

    Petrol ve doğalgaz fiyatlarındaki düşüş döneminde çevrim santralleri olabildiğince yüksek kapasite ile çalıştırılmalıdır. Doğalgazda “al ya da öde” yükümlülüğümüz olduğuna göre, kesinlikle daha önceki plansızlıklarda yaşandığı gibi kullanılmayan doğalgazın parasının ödemek zorunda kalınmaması, tüketim fazlasının santrallerde değerlendirilmesi gerekmektedir. Doğalgaz çevrim santrallerinin çevreyi kirletme kapasitesi, kömürle çalışanlara göre yok mesabesindedir.

    Anadolunun âdetâ cennet köşeleri derelerini, çaylarını hedef alan HES projeleri kesinlikle durdurulmalı, mevcut hidroelektrik santrallerinin yağış, rüzgar, güneş gibi faktörlerle en verimli bir şekilde kullanılması sağlanmalıdır. Fazla suyun boşa akıtıldığı haberleri, korkunç bir plansızlık anlamına gelmektedir ki ülkemiz şartlarında böyle bir şeyin yaşanmaması gerekmektedir.

    Başta RES ve GES olmak üzere çöp, gübre, dalga gibi alanlardaki yatırımlar ve araştırmalar hızlandırılmalı, teşvik edilmeli, kesinlikle bu alanda geri adım atılmamalıdır. Almanya’da tavuk gübresinden çıkan metan gazı ile çalışan enerji santralleri kurulmuş, metanı alınan gübrenin de tarımda son derece verimli bir şekilde kullanımına başlanmıştır. Bu durum, et ve yumurta maliyetinin de düşmesine sebep olmuştur. Halbuki ülkemizde tavuk çiftliklerinde gübre, tavuk ve yumurta fiyatlarını artıran bir faktördür. Çünkü metanı alınmayan gübre tarımda kullanılamamakta, yönetmelik gereği kuyulara gömülmesi maliyeti artırmaktadır. Hem enerji, hem de gübre ithalatçısı olarak bu alanda da yatırım yapmak gerekmez mi?

    Nükleer enerjideki Rus yatırımı, planlanan sürede üretime geçse dahi dünyanın en zengin toryum kaynaklarının sahibi olarak bu alandaki araştırma ve kurumsallaşmaya yeniden başlamak gerekmektedir. Hiç toryum kaynağı olmadığı halde önemli aşamaları geçen on ülke arasında Türkiye’nin yer almaması büyük eksiklik. Pakistan ile imzalanan işbirliği programına göre birkaç yıla kadar ülkemizde toryum santralinin faaliyete geçmesi beklenmekteydi. Bu projenin niçin rafa kaldırıldığı bilinmemektedir. Toryum konusunda dünyanın ve ülkemizin en kıymetli uzmanlarının uçak kazasında ölmüş olmalarındaki esrar perdesi de kaldırılmamıştır. Bu gerçek gözönüne alındığında toryum programının rafa kalkması sadece hükümetin takdiri olmayıp daha başka faktörlerin varlığı ortadadır. Korona gümbürtüsü devam ederken bu konuda da hangi tehditler yüzünden projenin durdurulduğu kamuoyu ile paylaşılmalı ve programa yeniden işlerlik kazandırılmalıdır. Hindistan ve Çin, yıllardır toryum temelli nükleer santrallerinde elektrik üretmektedir. Üstelik bu santrallerde radyasyon sorunu yoktur. Toprağımız altında, kömürden bin kat daha kıymetli hazinenin toryum hazinesi olduğunu unutmamalıyız.

    Öncevatan, 06.05.2020

    alaeddinyalcinkaya@gmail.com

  • Küresel Politikalarda Enerji ve Savaş

    Küresel Politikalarda Enerji ve Savaş

    Küresel Politikalarda Enerji ve SavaşKüresel Politikalarda Enerji ve Savaş - YEMEN

     

    Alaeddin Yalçınkaya

    Küresel politikaların belirlenmesinde, büyük güçlerin ötesinde genellikle batı merkezli mahfiller, şirketler, gruplar çok daha etkili olabilmektedir. Bu bağlamda küresel sermaye devleri, temel belirleyici olduğu halde bunun alt kolları arasında silah, enerji ve ilaç gibi sektörledeki çok uluslu şirketler yer almaktadır. Gerek birçok sanayileşmiş ülke gerekse gelişmekte olanlar, önemli ölçüde bu zaruri üç madde için küresel sermayenin kapısına dayanır. Otomotiv, elektronik, bilişim ve yazılım gibi sektörleri şimdilik kenara bırakıyoruz. Aslında küresel sermaye patronları ile önemli sektörlerin sahipleri arasında yakın veya organik ilişkiler, çıkar bağlantıları oldukça yoğundur.

    ABD’nin enerji, silah, gıda veya ilaç gibi konularda dışa bağımlılığı sözkonusu olmayıp önemli ölçüde bu sektörlerde üretici ve pazarlamacıdır. Beyaz Saray, bu alanlarda belirli özel şirketler veya kurumların çizdiği alan dışına pek çıkamamaktadır. Pentagon, CIA veya Senato gibi müesses unsurlar dahi bir takım mahfillerin somutlaşmış zeminleridir. Bu kurumların önemli bir temsilcisi olarak Bulton daha fazla savaş isteyip belirli bir başarı elde etmişti. Trump ise çılgın isteklere daha fazla dayanamadı ve ona yol vermek durumunda kaldı. Buna karşın ikinci dönem de Beyaz Saray’da oturmak isteyen Trump’ın kendi tabiriyle Savaş Lordlarına ve finans patronlarına karşı koyma imkanı sınırlı veya geçicidir.

    Tam da Bulton’ın görevini bırakma aşamasında Suudi Arabistan’daki Aramco petrol tesislerine yapılan saldırı ve sonrasındaki gelişmeler, Savaş Lordlarının pes etmediğini göstermektedir. Bu saldırıyı kimin düzenlediği tartışmalı olmakla birlikte sonuçtan hareketle saldırganı bulmak en kolay yöntemdir. Saldırının hemen arkasından gelen “İran saldırdı, İran’ı vuralım” teraneleri, henüz sorumlusu tespit edilemediği halde İran bağlantılı bir örgüt durumundaki gruptan “biz vurduk” iddiaları, hedefin İran’a savaş olduğunu göstermektedir. Belirtmek gerekir ki benzer saldırılarda olduğu gibi açlık, hastalık ve yokluğun kol gezdiği, yüzbinlerce çocuğun bu yüzden öldüğü Yemen’de, gücü kapasitesi sınırlı bir örgüt olan Husilerin “biz vurduk” çıkışlarının anlamı doğal olarak kendilerini hedef tahtasına oturtmaktadır ki normal şartlar da hiçbir örgüt bunu istemez. Öte yandan bu açıklamayı yapan Husi mensupları da böyle bir beyan karşısında “hamisi” durumundaki İran’ın hedef olacağını, bundan kendilerinin de zarar göreceğini düşünme kapasitesine sahiptir. O halde Aramco’yu kimin vurduğu yanında bu açıklamaların gerçek sahibinin kim olduğu da önemlidir. Asıl önemlisi ise, İran, vurucu güç kapasitesi reklamı açısından önemli bir fırsat olan bu tesisin vurulmasıyla ilgisi olmadığını deklare etme ihtiyacı duymuştur.

    Öte yandan “Aramco’yu biz vurduk” diyen Husilerin bulunduğu bölge ile saldırının gerçekleştiği yer arasında bulunan yaklaşık bin kilometrelik mesafe ile sözkonusu tesislerin güvenlik aksamı dikkate alındığında bu grubun İran desteği ile de olsa böyle bir saldırıyı gerçekleştirebilecek donanımı olmadığı, ilgili uzmanlarca açıklanmaktadır. Füze savunma sistemleri bakımından en donanımlı ülke durumundaki Suudi Arabistan’ın, SİHA’larla vurulması yine de mümkündür. Çünkü SİHA’lar patriotların denetim frekanslarının altında kalabilir. Ancak belirtilen mesafeden SİHA’ların bu neticeyi almasının imkansız olduğu yine uzmanlarca söylenmektedir. Bu şartlar altında yönetimde daha fazla etkili hale gelmek isteyen Suudi prensinin eline büyük bir koz geçtiği gibi bölgede yeni savaşlar peşinde olan İsrail veya silah lobisi, önemli fırsatlara sahip olmuştur. Belki de delilli, itiraflı bahaneler dikkate alındığında kendileri için böyle bir gerekçeyi oluşturmak ABD ve dünya kamuoyu için son derece kullanılışlı olabilir. Bir anlamda Afganistan işgalini hedefleyen ABD’de gerçekleşen 11 Eylül saldırılarındaki komplonun benzeri karşımıza çıkmaktadır.

    Suudi Arabistan’ın en önemli tesislerini korumada Patriotların yetersiz kaldığı imajı belki de savaş lordlarının hesaba katmadığı bir sonuçtu. Dolayısıyla derin mahfillerde bu sorunun aşılması yönünde yoğun temaslar bulunmaktadır. Öte yandan Türkiye’ye S-400’lerin tesliminden sonra Rus generalin açıklamaları da ABD savaş lordları açısından beklenmeyen bir diplomatik saldırı niteliği taşımaktadır. Washington çevreleri, Türkiye’ye verilmesi gereken F-35’lerin engellenme gerekçesi olarak her fırsatta S-400’lerin alınmasının tehlikelerini pervasızca dile getirmişlerdir. Türkiye ise F-35’ler için bir tehlikenin sözkonusu olmadığınını her zeminde anlatılıyordu. Türkiye’nin S-400 konusundaki kararlılığı, netice olarak füze aksamının teslim edilerek füze sisteminin kuruluş sürecinin başlaması ile birlikte Rusya açısından S-400’lerin, F-35’ler için tehlike oluşturduğu iddialarının bir maliyeti, satış sözleşmesinden vazgeçilme ihtimali, kalmamıştır. Aramco tesislerinin vurulmasıyla bu iddialar kâra da dönüştürülmüştür. Rus generalin S-400’lerin F-35’ler açısından gerçekten tehlike oluşturduğuna dair açıklamasını, ABD’nin Türkiye’ye F-35’leri verme konusundaki çekincelerinde haklı olduğu iddialarıyla desteklemesi, bir taşla nice kuşları vurması anlamına gelmiştir.

    Batının önemli mahfillerinden örneğin Roma Kulübü, dünya nüfusunun iki milyarın altına düşürülmesini çoktan programına almıştır. Bunun yolu ise finansal kontrol çerçevesinde enerji spekülasyonları üzerinden krizler, savaşlar, hastalıklardır, nihayet ilaçlardır. Orta Doğu ve İslam coğrafyasında batı destekli terör örgütleri üzerinden bitirilmek istenmeyen çatışmalarla bu hedefe ulaşılmaya çalışılmaktadır. Son gelişmelerle bu alanda yeni cephelerin açılmasının gündemde olduğu görülmüştür. Öte yandan enerji üretiminin sınırlandırılması ve petrol fiyatlarının yükseltilmesi de özellikle ABD açısından gerekli hale gelmiştir. Petrol fiyatları yükselirken kendisi de net enerji ihracatçısı olan ABD’nin kârı artacaktır. Önde gelen petrol şirketlerinin ABD menşeli olduğu dikkate alındığında sözkonusu kâr katlanacaktır. ABD’nin ekonomik ve teknolojik rakipleri AB ülkeleri ile gittikçe daha etkili hale gelen Çin, önemli enerji ithalatçılarıdır. Bu durumda petrol tesislerinin vurulması ve fiyatların yükselmesi, ABD’nin en önemli rakiplerinin gücünü zayıflatmaktadır.

    Belirtmek gerekir ki Beyaz Saray’a göre İran açısından en önemli sorun nükleer silah programıdır. Kuzey Kore bu alanda çok daha ileri gitmiştir. Ancak Trump Kuzey Kore ile ilişkilerini sıcak tutmak isterken İran’la bağlantıları koparmak için her bahaneye sarılmaktadır. Buradaki temel gerekçe, İran’ın sahip olduğu enerji kaynaklarıdır. Benzer durum Venezuella veya Libya için de geçerlidir.

    Hong Kong’da başlayan  olayların Çin’in diğer bölgelerine sıçrama ihtimali oldukça kuvvetlidir. Bu gerçekten dolayı Pekin yönetimi suyu üfleyerek içmektedir. Batılı mahfillerin bu olayların dışında olduğunu düşünmek mümkün değildir. Bu ve benzeri gelişmeler sürerken Fırat’ın doğusu veya İdlib’in geleceğinin sözkonusu karmaşık ilişkilerin dışında olduğunu düşünmek de mümkün değildir.

    Öncevatan, 25.09.2019

    alaeddinyalcinkaya@marmara.edu.tr

  • Gençlik İksiri burada!

    Gençlik İksiri burada!

    Yaşın almış başını altmışlara dayanmış olsa da; kendinden onlarca yaş genç birini bir çay sohbetinde karşına alıp,  onunla gerçekten samimi şekilde, iki dost gibi dertleştin mi? Bugün onun dinlediği müziklere bir kere olsun gerçekten odaklanarak kulak verip, hatta o müziklerin kliplerini sonuna kadar sabırla izledin mi?.. Sonrasındaysa; “Hımmm. Şimdi bu genç insan yeni neslin temsilcilerinden biri ve bu, bana çok yeni moda gelen şarkılardan nasıl bir heyecan duyuyor acaba? Bu şarkıların sözlerinde neler var ki; kendi heyecanlarını ve düşüncelerini temsil ettiğine bu kadar inanıyor?” diye düşündün mü? - ömer dalman 1

    Yaşın almış başını altmışlara dayanmış olsa da; kendinden onlarca yaş genç birini bir çay sohbetinde karşına alıp,  onunla gerçekten samimi şekilde, iki dost gibi dertleştin mi? Bugün onun dinlediği müziklere bir kere olsun gerçekten odaklanarak kulak verip, hatta o müziklerin kliplerini sonuna kadar sabırla izledin mi?.. Sonrasındaysa; “Hımmm. Şimdi bu genç insan yeni neslin temsilcilerinden biri ve bu, bana çok yeni moda gelen şarkılardan nasıl bir heyecan duyuyor acaba? Bu şarkıların sözlerinde neler var ki; kendi heyecanlarını ve düşüncelerini temsil ettiğine bu kadar inanıyor?” diye düşündün mü?

    Derslerine ara verdiğinde saatlerce bilgisayar oyunları oynayan o gencin oynadığı oyunların saçma sapan şeyler olduğunu düşünmenin yanında, bir kere olsun en azından onun yanına bir sandalye çekip, bir süre onu oyun oynarken izledin mi? Onunla bir dost gibi dışarı çıkıp, amaçsızca yürüyüş yaparken, ortaya çıkması çok olası ‘geyik muhabbetine’ hiç katıldın mı?.. Onun youtube’da izleyip, kahkalara boğulduğu amaçsız, ama çok geyik, komik videolara bir kere onunla birlikte kendini verdin mi?..

    Bunları, devamlı değil, ama en azından ara sıra bile yapmıyorsan; işte o zaman sen yaşı geçkin bir fosilsin, onlar ise yeni nesil gençlerdir! Çünkü inan; sen arkanı döndüğünde, seni hiç dikkate almayıp, bir de arkandan bir sürü el hareketi ve senin dedikodunu yapacaklarından emin olabilirsin! Fosilsin dedim diye sakın hakaret sanma! Genç Ruh ile arana dağları ve okyanusları koyarak sen zaten onlar tarafından bu şekilde nitelendirilmeyi kendin hak etmiş oluyorsun. Bu yüzden de kendi çocuğunla aranda dağlar kadar çağ ve anlayış farkı var. Onun dertlerine, zevklerine, heyecanlarına inemiyorsun ve bir süre sonra kendi çocuğunu anlamak için de paraları sayıp, psikiyatristlere gidiyorsun.

    “Kardeşim peki sen ne çeşit bir babasın çocuğunun karşısında?” derseniz; “Orada durun” derim! Ben biraz standart dışı, hatta ucube bir babayım! Sekiz yıl boyunca internetteki kanalına, alabildiğine aykırı, anlık doğaçlama videolar yüklemiş, yazar kişilikli bir ucube olarak, çoğu zaman fazlaca hiperaktif şekilde kudurduğunda kızının ona “Baba tamaaam! Sakin lütfeeeen! Anne şu adamı al artık bur’dan!” diye bağırdığı türden bir babayım!.. Evet evde çoğu zaman çok yaramazım filan, ama inanın kızım benden onlarca yaş küçük olsa da, onunla en göze görünmeyen konuları bile bir dost gibi söyleşebilen bir babayım. Yani aramızdaki yılları bir çağ farkına değil, nesiller arası köprüye dönüştürmüş bir babayım. Bu belki bende çocukluğumdan beri olan, yani fıtratım olan bir özelliktir. Ama dünyayla ve değişen enerjilerle uyum içinde ilerlemek, bir yaştan sonra dikkate alınmayıp, bir kenara çekilmemek için de şarttır.

    Yaşın ellileri geçtiğinde ne yapmayı düşünüyorsun dostum?.. Emekli olup, sadece kendini senin gibi fosile bağlamış arkadaşlarınla takılıp, kalan zamanındaysa evde PTT (Pijama-terlik-televizyon) ile ölüme gün sayan işlevsiz insanlardan biri olmayı mı?.. Sokakta, içindeki çocuğu senin gibi öldürmemiş bir arkadaşın sana “Oooouw! Şu kızı gördün mü?! Resmen yeme de yanında yat beee!” dediğinde; “Yok be kardeşim; bizden geçti artık.” diyenlerden mi olmak istiyorsun?

    Yoksa; sürekli güncelenen ruhun sayesinde ‘genç enerji’ ile uyum içinde olup, yaşın altmışları geçtiğinde bile, hala onlarla takılabilen, onlar tarafından aranılan ve hatta onlardan iş adamı olmuş olanlarına, tecrübeleri dahilinde iş bile yapan bir yetişkin mi olmak istiyorsun? Fena olmaz değil mi? Altmış beş yaşında bir yetişkin olarak, şık ve modern giyimin ve genç kalmış düşüncelerinle, güzel genç kadınların bile arkandan sana hayranlıkla baktığını bir hayal etsene! Bu sadece iki tanesi henüz… Eğer genç ruhta kalırsan kazanacağın imkanların sayısı o kadar çok ki!.. Bana sorma, ben henüz kırk dokuz yaşındayım!!!

    Bu son saydığım olasılıklar ve imkanlar eğer şu an seni cezbettiyse, hemen yazımın başına dön ve tekrar oku! Gençlik iksirinin tek formülünü giriş bölümünde çoktan verdim bile!..


    www.youtube.com/arizaadam
    Ömer Dalman

    03.10.2018

  • DOĞU AKDENİZ VE TÜRKİYE

    DOĞU AKDENİZ VE TÜRKİYE

    Tarihi süreçte önce Aristoteles, ​ İnsan’ı “bilme”, “eylemde bulunma” ve “yaratma”  etkinliği gibi üç temel faaliyetiyle tanımladı.
    O gün bugün “Akıl ve Aklıbaşındalık” insanlık için temel şart kabul ediliyor.
    İnsan’ın bilgiyi elde etmek için düşünce erdemini işlete işlete geldiği bu tarihî serüveninde;
    İnsanlık “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi”nde belirtilen geri alınamaz kazanımlarından tümüyle yararlanmayı sağlayan ahlâki ve kültürel koşullar için ortaklaşıyor…
    Bu bağlamda çağdaş ülkeler işleyişlerinde sınırsız uygarlık için oluşturdukları sistematiklerle vicdan ve düşünce özgürlüklerini amaçlayan özgür insanlar yetiştirmeyi planlıyor.
    Ama Din’in toplumsal davranışı ve sosyal düzeni belirleyen bir sistematik olmasına izin verilmiyor.

    *

    Bu gerçekliğe rağmen  neoliberal emperyalizm R.T.Erdoğan ile Müslüman Kardeşler Örgütü ve benzerleriyle işbirliği yaparak giriştiği,
    Doğu Akdeniz’de Arap ülkeleri sınırlarının İslamcı Osmanlı’ya çekileceği konseptinin hayata geçirilmesi öngörürüsüyle,
    Türkiye ve Arap ülkeleriyle siyasi ve ekonomik usullerle kurduğu net bağımlılıklar, ortaklaşa denetim süreçleri ve vekalet savaşlarından;
    Maksimum kâr çıkarılamamış, güvenlik, istikrar ve refah sağlanamamıştır…
    Neticede bugün Doğu Akdeniz; jeostratejik, ekonomik ve diplomatik etkileriyle 20. yüzyılın başlarında oynadığı acımasız rolü yeniden yüklenmiş bulunuyor….

    *

    Bilhassa hidrokarbon enerji tekeline alternatif Nil Delta Havzası ve Levant Havzası büyük potansiyeliyle enerji kaynakları için bir geçiş sürecini zorunlu kılıyor.
    Ama bu sırada siyasi ve ekonomik dalgalanmalar bölgede her ülkeyi az ya da çok etkiliyor.
    Bölge ülkelerindeki iç savaşlar ya da iç sıkıntılar bir şiddet döngüsü yaratıyor.
    Dış müdahalelere ya da uluslararası hukuka dayanan hoşnutsuzluklara son vermek neredeyse imkansızdır.
    Bölge büyük güçler arasında bu kadar derin bir rekabet dönemine tanık olmamıştır.
    Bölge ülkeleri ise sosyo-politik beklentileriyle ilgili bir belirsizlik ve kasvet dönemindedir.

    *

    Enerji Havzaları  Türkiye, Yunanistan, Kıbrıs, Mısır ve İsrail’e  fırsatlar yaratıyor ama aynı zamanda  zorlukları ve tehlikeleri beraberinde getiriyor.
    ABD, Rusya ve Çin büyük güçler olarak çıkarları doğrultusunda bölgenin sosyopolitik yörüngesini belirliyor.
    Türkiye, İsrail, Mısır, Kıbrıs ve Yunanistan bölgesel aktörlerdir;
    Bunlar normatif ittifak düzenlemelerinin ötesinde devletler arasında sağlam bağlar kurabiliyor ve büyük güçlerin güç maksimizasyonuna destek oluyor.
    Büyük güçlerin pençelerini keskinleştirdikleri Suriye ve Libya’da ise iç savaş devam ediyor…

    *

    Özellikle Türkiye’de Aristoteles​’in ​ “Akıl ve Aklıbaşındalık”​ kriterlerine uymayan Erdoğan​’ın​,
    Güce dönük ve zorlayıcı diplomasiye dayanan taktik anlayışından tutarlı bir stratejiyi ayırt etmek her geçen gün daha zorlaşıyor.​​
    B​u yüzden Türkiye, Doğu Akdeniz’deki  müttefikler​i,​ ortaklar​ı​ ve komşularıyla birtakım zorluklarla karşı karşıyadır.
    Suriye’deki müdahalesinin kolay bir çıkışı yok​tur​ ve Kürt sorunu daha da karmaşıklaş​ıyor.
    Rusya Karadeniz’de ve başka yerlerde Türkiye’yi sıkıyor​.
    ​ABD, İsrail ve Avrupa Birliği ile ilişkiler ​giderek zayıflıyor.​
    Yunanistan​ ile Ege ihtilafları kontrolden çıkma olasılığını koru​yor.

    ​*​

    Nitekim Kıbrıs- Yunanistan- İsrail ve Mısır 8 Mayıs’ta Lefkoşa’da gerçekleştirdikleri Enerji Zirvesi bu ülkelerin;
    Şu anda, askeri düzeyde işbirliğini vurgulamadıkları,
    Ancak Kamu güvenliği, sinemacılıkta ortak yapımlar, deniz kirliliği, telekomünikasyon ve veri dolaşım maliyetlerinin azaltılması gibi alanlarda  işbirliğini derinleştirmede kararlı olduğunu açıkça ortaya koymuştur.

    *

    ​Bu ülkeler arasındaki Zirve’nin ana konusu “​Enerji”dir.
    ​Doğu Akdeniz’den Yunanistan ve Avrupa güzergahında bir boru hattı​nın​,​ ​İsrail’i Türkiye’ye bağlayan bir boru hattından daha pahalıya mal olaca​ğı​,
    ​A​ncak​ Türkiye’nin tutumu nedeniyle​ Doğu Akdeniz’de güvenliği artıraca​ğı​ konuşuluyor.
    Türkiye’nin Doğu Akdeniz ve Ege’deki  sorunları temelinde Lefkoşa toplantısının ardından ​Kuzey ​Kıbrıs Türk lideri Mustafa Akıncı​’nın​,
    Doğu Akdeniz’den Yunanistan ve Avrupa güzergahında bir boru hattı​nın barışa giden bir yol olarak işlev göremeyeceğini ve gaz kaynaklarının Levanten Havzasından Türkiye’ye Avrupa’ya taşınmasını savunduğunu söyle​mesine yol açması dikkate değerdir.
    Bun​un gibi yorumlar, Ankara’nın Kıbrıs, Yunanistan ve İsrail arasında gelişen işbirliğine olan ilgisizliğini gösteriyor.
    ​Çünkü ​Doğu Akdeniz’de demokratik bir bloğun oluşturulması, Türkiye​’de​ Erdoğan’ın ​ İslamcı Osmanlı özlemlerine hizmet etm​iyor…​

    ​*​

    Nitekim Aralık 2017′ de ​Erdoğan’ın, Yunanistan​ liderleriyle yaptığı görüşmelerden sonra 1923 Lozan Anlaşması’nın yeniden açılması konusundaki tutumu güçlen​miştir.
    Teklif, Türkiye ve Yunanistan arasındaki Ege Denizi ekonomik alanında varolan,
    Karasuları ve kıta sahanlığı ile ilgili sınırlandırmaları kapsayan deniz yetki alanlarının belirlenmesi,
    Belli coğrafi formasyonların hukuki statüsü,
    Doğu Akdeniz’de ve Ege’deki statükoyu belirleyen anlaşma hükümleri çerçevesinde bu formasyonlar üzerindeki egemenlik aidiyetinin belirlenmesi sorunlarını yükseltmiş,
    Türkiye’nin Ege Denizi’ndeki beklentileri​nin​ ötesinde, Suriye ve Irak’ta​ yürüttüğü askeri operasyonlar​ bağlamında olası ​bir yayılmacılık olarak algılanabilecek​ istikrarsızlaştırıcı​ ve çok  ​t​ehlikeli yeni bir unsur​ haline gelmiştir.

    *​

    Halbuki ​​Lozan’ın türev​ bir​ işlevi​​ de​ Türkiye’nin komşu ülkelerle sınırlarını belirlemektir.
    Daha spesifik olarak Lozan’ı tekrar açmak kıta sahanlığına​ ya da orada bulunabilecek herhangi bir hidrokarbon varlığına​ da​ cevap verm​iyor.​
    Ancak taraflar arasında  adaların, adacıkların ve açıkça isimlendirilmeyen kayalık mostraların durumu anlaşmanın müzakere tutanağı​nda desteklenm​ediği​ için muğlaklığa yol açıyor.
    Bu noktada Türkiye’nin sınırlarını doğrulamak için tasarlanan bir anlaşmayı yeniden açmak, Ankara için riskli bir öneridir;
    Çünkü komşuların kendi talepleri de olabilir, tüm sınırlar ve azınlık hakları yeniden açılabilir!

    *

    Şimdi Türkiye ve Suriye arasında çok büyük bir sorun yaşanıyor.
    Kıbrıs Rum Kesimi ve Yunanistan, Türkiye’yi kendi Münhasır Ekonomik Bölge’sini ortaya çıkarmak, bunun komplikasyonlarını öngörememek ve tezini yasal yollarla savunmamakla itham ediyor.
    Türkiye de Kuzey Kıbrıs ile birlikte  Münhasır Ekonomik Bölge’sini Rum Kesiminin tek taraflı olarak sınırlamaya hazırlandığını iddia ediyor.

    *
    Erdoğan bu durumu geçmişe doğru iterek bölgesel istikrarı yönlendirmeye çalışıyor.
    ​Ama e​gemenlik ve toprak bütünlüğü üzerindeki duygusal enerji ne olursa olsun ​Erdoğan’ın statükoyu değiştirme girişimlerine rasyonel bir Yunan​istan​ tepkisi ​oluşuyor.
    ​Türkiye ve Yunanistan​, Doğu Akdeniz’de Ege araştırması konusunda fiili bir moratoryum kurmuşlardır,
    ​A​ncak zaman zaman politikacıların kamuoyu açıklamaları, liderlerin kriz yönetimi becerilerini test e​ttiği​ bir veya iki tarafça bir saldırganlık yarat​ıl​mış​ bulunuyor…​

    *
    ​​Doğu Akdeniz’de hidrokarbon enerji tekeline alternatif Nil Delta Havzası ve Levant Havzası büyük potansiyelinin,
    Enerji kaynakları için bir geçiş sürecini zorunlu kıldığı şu aşamada;
    Türkiye’nin 24 Haziran seçimlerden Erdoğan’ın temsil ettiği etnik ve dini milliyetçilik ve popülist politikalardan arınarak çıkması gerekiyor.
    Çünkü mevcut durum meseleleri çözmek için diplomatik alanlara umutsuzluk getiriyor.
    İronik olarak da Yunanistan ve Türkiye paylaşamadıkları hidrokarbon kaynaklarının tadını çıkarıyor…

    14. 6. 2018

  • Bilinçaltı Temizliği ve Acsess Bars Enerji Terapisi

    Bilinçaltı Temizliği ve Acsess Bars Enerji Terapisi

    Access The Bars Terapi seansını aldıktan sonra, en kötü olasılıkla, seansı hayatınızdaki en iyi masajı almış olduğunuz duygusuyla tamamlayacaksınız. En iyi olasılıkla, hayatınız büyük bir kolaylıkla olduğundan daha büyük bir hayata dönüşecek. - sedaGünlük hayatımızda yaşadığımız bir takım olaylar, bunlar esnasında göstermiş olduğumuz tepkiler, duygu yoğunluklarımız gibi direkt veya dolaylı olarak davranışlarımızı etkileyen içinde bulunduğumuz durumların çoğu bilinçaltımızın kontrolünde gerçekleşir. Örneğin, araba kullanmayı öğrenmek, enstrüman çalmayı öğrenmek, bisiklete binmeyi öğrenmek, yüzmeyi öğrenmek hatta ilk attığımız adımlarla yürümeyi öğrenmemiz..Bu gibi eylemler bir süre sonra alışkanlık halini alır ve bilinçaltı kayıtları sayesinde otomatik olarak yapılır. Öncelikle bilinçaltı nedir, gelin onu tanıyalım.
    Kişinin dış dünyasından aldığı sinyalleri kendince yorumlayarak anlamlandırdığı şekliyle depoladığı dinamik mekanizmanın adına ‘bilinçaltı’ diyoruz. Bilinçaltı haklı ve haksız, doğru ve yanlış gibi sınıflandırmalar yapamaz. O sadece kişi doğduğu andan itibaren binlerce veriyi alıp saniyesinde kaydeder. Çocukluğumuzdaki birçok kilit noktada kayıtlar oluşturur. Bugün hatırlamadığımızı düşündüğümüz verileri bile saklar.
    İzlediğimiz filmler, tv reklamlarının özellikle 25.karesi, dinlediğimiz sözlü müzikler farkında olmadan bilinçaltımızda kodlamalara sebebiyet verirler. Bilinçaltı kolay kandırılabildiği için gördüğü veya duyduğu birçok şeyi olduğu gibi sorgusuz kabul eder. İçerik çoğunlukla etkili değildir, özellikle de kişi bu içeriği defalarca deneyimlemişse ona güvenip kabul etmesi daha hızlı olur. Bu anlamda bilinçaltı eğitilmeye açıktır, o oldukça saftır ve siz ona ne aşılarsanız onu alma eğilimindedir. Tabii bu mantık kullanan bilincimizi devreden çıkaracağımız anlamına gelmez.
    Mesela bilinçaltı telkin cd leriyle 21 günde yenilenebiliriz. ’21 gün kuralı’ enerji öğretilerinde önemli bir yöntemdir. Çünkü alışkanlıklar beyinde tam 20 günde oluşmaktadır. Tıpkı sigara içen bir insanın yaptığı gibi 20 gün aynı şeyi yapıp 21. gün alışkanlığı kazanmış(!) olursunuz. Ayrıca mutlu olmak mı istiyorsunuz? Bir müziğin altına yerleştirilmiş, sizin duyamadığınız ancak bilinçaltınızın duyabileceği bir telkini 20 gün dinleyip 21. gün mutlaka mutlu hissedersiniz. Bunun yanı sıra bilinçaltımızı subliminal telkinler, trans hipnoz, oto-telkin gibi birçok yöntemle eğitebilirsiniz.
    Bilinçaltı temizliği denildiğinde ise bu bilinçaltımızdaki bir takım olumsuz kayıtları ve yaşadıklarımızı silmek demek değildir. Bu aslında, bilinçaltını telkinlerle sakinleştirerek tramva yaratan olumsuz deneyimlerin verdiği acıyı minimize etmektir ve onlardan kötü yönde etkilenmenin önüne geçmektir. Ben bir enerji terapisti ve spiritüel danışman olarak bilinçaltı kayıtlarının asla tamamen yok edilemeyeceğini size savunurum.
    Fakat ihtiyaç halinde biz yaşam koçlarının sıkça başvurduğu telkin tekniklerinden ve olumlamalardan faydalanabilirsiniz. Ya da başımızdaki 32 nokta (barlar) üzerine uyguladığımız Access The Bars Enerji Terapisini deneyimleyebilirsiniz. Üzerinizdeki negatif enerji yüklerinden kurtularak yaşamınızda muazzam değişiklikler gözlemleyebilirsiniz.
    Enerji terapilerinin ortak noktası kişiyi stres ve gerginlikten uzaklaştıran meditatif etkilerdir. Şimdi size Access Bars Terapisinin faydalarından bahsetmek istiyorum.
    Access Bars™, bugüne kadar tüm dünyada binlerce insana; uyku, sağlık, kilo, para, seks, ilişkiler, endişe, stres ve benzeri daha birçok konuda hayatlarını istedikleri yönde değiştirmelerine yardım etti.
    Bar’ları Çalıştırmanın bazı Faydaları Nelerdir? 
* Zihin ve bedendeki gerilimi yok eder.
* Günlük yaşamın getirdiği stresi azaltır.
* Yaşamın üzüntülerini en aza indirir.
* Aşırı kızgınlık ve öfke eğilimlerini azaltır.
* Öfke, yorgunluk, tükenmişlik gibi duygular tarafından vücudunuzda oluşturulmuş blokajları çözer.
* Duygusal iniş-çıkışları yatıştırarak daha dengeli bir ruh hali içinde olmanızı sağlar.
* Psikomatik rahatsızlıkları azaltır.
* Depresyonu ortadan kaldırarak neşeyi yaşamınıza geri döndürür.
* Korkularınızın, fobilerinizin, endişelerinizin giderilmesini sağlar.
* Enerjiyi arttırırken yıpranmayı azaltır.
* Bedenin yaşlanma hızını azaltır.
* Yıkıcı düşünceleri kökünden söküp atar.
* Kafanızın içinde sürekli konuşup duran gereksiz düşünce diyaloglarını susturur.
* Huzur, güven ve iyi hal duyguları yaratır.
* Hem rahatlamış, hem de enerjik hissetmenizi sağlar.
* Hamilelikte kolay, rahat ve sakin doğum sağlar.
* Çocuklarda ve gençlerde sınav öncesi sıkıntı ve endişelerin giderilmesini temin eder.
* Kendiniz ve diğer kişiler için zihninizde daha geniş bir kabullenme ortamı yaratmanızı sağlar. Bu kabullenme duygusu sayesinde ilişkilerde düzelme sağlanır.
* Kendinize koyduğunuz kısıtlamaları ortadan kaldırır, böylelikle hayatınızın her alanında daha fazla olasılığa yer açmanıza olanak verir ve fırsatları kendinize çekmenizi sağlar.
* Kendiniz için şu an kullandığınız enerjiden, daha fazlasını kullanmanızı sağlar.
* Dikkat eksikliği, hiperaktivite bozukluğu ( ADHD ) gibi öğrenmeyi güçleştiren durumların aşılmasında yardımcı olur.
* Artan odaklanma, mantık yürütme, problem çözme, hayattan daha fazla keyif alma, işlerin daha kolay yürütülmesi, daha fazla kapasite ve fiziksel yetenek, artan farkındalık ve ruhsal gelişme sağlar.

    Access The Bars Terapi seansını aldıktan sonra, en kötü olasılıkla, seansı hayatınızdaki en iyi masajı almış olduğunuz duygusuyla tamamlayacaksınız. En iyi olasılıkla, hayatınız büyük bir kolaylıkla olduğundan daha büyük bir hayata dönüşecek.

    Yolunuz ışıktan geçsin,
    mutlu ve sağlıklı kalın.

    Enerji Terapisti &
    Spritüel Farkındalık Uzmanı
    SEDA ŞENGÜL

  • Bizi ancak bir enerji mucizesi kurtarabilir

    Bizi ancak bir enerji mucizesi kurtarabilir

    Bill Gates bir söyleşide
    Bill Gates bir söyleşide

    Gates ailesinin hayırsever çabaları içerisinde Bill Gates enerji’ye odaklanmış durumda. Verdiği söyleşide ancak bir enerji mucizesinin bizi kurtarabileceğini söylüyor ve ekliyor : “Zaman bizim yanımızda değil. Gezegene onarılamaz zararı durdurmak için, her yıl yaydığımız 36 milyar ton karbondioksit’i tamamen ortadan kaldırmalıyız. Kesmek değil, frenlemek değil, onu ortadan kaldırmak – ve yüzyılın sonuna kadar”

    Bill Gates gene de bu konuda iyimser. Enerji konusunda inovasyonu destekleyecek girişimlerin idare tarafından desteklenmesini istiyor.

    Bill Gates on his Annual Letter and Clean Energy: “Time Really Matters Here” from LinkedIn Pulse
  • Türkiye’nin Enerji Güvenliğinde Zorlanma

    Türkiye’nin Enerji Güvenliğinde Zorlanma

    Enerji Enstitüsü, 21 Ocak 2016

    enerjienstitusu.com/2016/01/21/yorum-turkiyenin-enerji-guvenliginde-zorlanma/

    Dr. Ferruh Demirmen

    Rusya ile Kasım ayı sonunda patlak veren uçak düşürme krizinden sonra enerji konusunda gündeme gelen endişeler ülkede gündemden düştü. Yetkililerin enerjide “seçeneklerin” olduğu yönde beyanları, “gerekirse tezek yakarız” gibi çıkışları olayın ciddiyetini kamofile etti. Oysa Türkiye’nin enerji güvenliği büyük risk altına girmişti. Kriz şimdilik atlatılmış gibi görünüyorsa da, ilerisi için bir güvence yok. Enerjide Türkiye’nin “karnı yumuşak.”

    Kritik faktör

    Enerji güvenliğinin nasıl tehdit edildiğini takdir etmek için doğalgaz gerçeklerine bakmak yeterli. Türkiye Rusya’dan halen iki hat üzerinden doğalgaz alıyor: Balkanlar üzerinden gelen Batı Hattı, ve Karadeniz yoluyla gelen Mavi Akım Hattı. Bu hatların kontrat hacimleri sırasıyla yılda 14 ve 16 milyar m3, ve kontrat bitim süreleri 2021 ve 2026. Taraflardan birinin kontratı ihlal etmesi durumunda tazminat ödeme zorunluğu doğar.

    Sorunun özünde doğalgazda Rusya’ya aşırı bağımlılık var. 2014 rakamlarına göre Türkiye tükettiği doğalgazın yaklaşık %99’unu ithal ediyor, ve ithal edilen gazın %55’i (27 milyar m3) Rusya kaynaklı. Geri kalanı İran (%18), Azerbaycan (%12) ve öteki ülkelerden (%15, LNG=sıvı gaz) olarak geliyor. 2015 yılı için ithal Rus gazının daha büyük hacimde olacağı bekleniyor.

    Tüketilen doğalgazın yaklaşık %48’i elektrik üretiminde, %25’i sanayide, %20’si konutlarda kullanılıyor. 2013 verilerine göre doğalgazın kurulu güç kapasitede payı %36. Ülkede tüm 81 ilde, toplam hane sayısının yarısı doğalgaz kullanıyor.

    Bu demektir ki, Rus gazının bir yaptırım ya da misilleme yoluyla kesilmesiyle elektrik üretimi ülke genelinde yaklaşık beşte bir oranda kesilecek, ve sanayi ve konutlarda büyük sıkıntı yaşanacak. Bazı kesimlerde sanayi felce uğrayacak, konutlarda vatandaşlar büyük zorluk çekecek. Bu arada ulusal güvenlik riske girecek.

    En fazla etkilenecek bölge, Batı Hattı ile beslenen ve sanayi ve elektrik santrallerinin yoğun olduğu İstanbul ve Marmara çevresi olacak.

    Doğalgaz arzında oluşabilecek bir kesintiyi bir ölçüde önlemeye ilişik doğalgaz depolama tesisleri ülkede çok yetersiz. Silivri yakınlarındaki depolama tesisinin geri üretim kapasitesi, bir günlük ithal Rus gazını karşılamaya bile yetersiz. Tuz Gölü tesisi ancak 2017 sonunda devreye girebilecek; o da ancak kısmen bir çözüm getirebilecek.

    Yetkililer enerji tüketiminde petrol, kömür, yenilenebilir, ve hatta nükleer enerjiye ağırlık vererek doğalgaz sıkıntısının giderilmesinden de söz ettiler. Böyle bir değişim yıllar sürer. Petrol ve kömüre ağırlık vermek, ayrıca Türkiye’nin 1980’lerden bu yana temiz enerjiye öncelik verme stratejesine ters düşer.

    Seçenek var mı?

    Doğalgaz alımında Rus gazına “seçenek” kaynak olarak ileri sürülen çareler de – ki bunlar Azeri TANAP projesini hızlandırma, o projedeki payı arttırmak, Katar ve Kuzey Irak’dan (Kürt Yönetimi) gaz almak olarak belirtildi – kısa dönemde çözüm getirmekten uzak. Katar gazının (LNG) bedeli yüksek olacağı gibi, bu gazı piyasaya sürecek tesisler halen Türkiye’de yok bile. Tesislerin yapımı zaman ve büyük yatırım gerektirecek.

    İsrail (Doğu Akdeniz) gazı olanağı, Davos ve Mavi Marmara olayları nedeniyle gerçekleşmedi. Oysa maliyet, vb. hususlar göz önünde bulundurulduğunda, Türkiye İsrail gazı için en uygun dış piyasa. Bu yönde 2014’de güzel bir fırsat vardı, kaçırıldı. Rusya krizinden sonra hükümet İsrail gazını “hatırladı,” şimdi ona sıcak bakıyor.

    Güney Kıbrıs doğalgazı daha da çıkmazda: KKTC sorununa ek olarak Münhasır Ekonomik Bölge ihtilafı var.

    “Genişletilmiş TANAP” projesi uzun vadede ek seçenek. Türkmen, ve uluslararası yaptırımların kalkmasıyla İran gazı da, olanaklar arasında; ancak bu noktada sorunlar var. Irak (merkezi hükümet) gazı bu aşamada iç tüketim ve petrol sahalarında enjeksiyon için kullanılıyor, daha sonra LNG olarak ihraç edilecek; Türkiye için seçenek oluşturmaz.

    Kısacası, Rus gazı ile ilgili bir doğaigaz sıkıntısını gidermek için öne sürülen önlemler ve seçenekler, kısa dönem çerçevesinde gerçekçi olmaktan uzak

    Rusya’nın tepkisi

    Doğalgazda oluşan bu endişeli duruma karşın Rusya’nın gaz vanasını kapatmaması, Türkiye için bir şans, ve bir anlamda “nimet” olmuştur. Doğaldır ki, Rusya vanayı kapatmama kararını kendi çıkarları doğrultusunda aldı.

    Bu kararın alınmasında günümüzdeki düşük petrol fiyatları, Rusya’nın bir gaz tedarikçisi olarak dünya piyasasında prestij kaybetmek istememesi, Türkiye’nin bir karşılık olarak uluslararası tahkime gidebileceği, Türkiye’nin Gazprom için karlı bir piyasa olduğu, ve en önemlisi, Türkiye-Rusya ticari ilişkilerinin açıkça Rusya’nın lehine olması rol oynadı.

    1998’den bu yana Rusya ile olan ticari ilişkilerde Türkiye’nin sürekli ticaret açığı oldu. Bir rapora göre salt 2014’de ticaret açığı 19 milyar doları buldu.

    Kararın alınmasında şimdilik dondurulmuş olan Türk Akımı doğalgaz projesini yeniden canlandırma isteği de rol oynamış olmalı. Bu proje Rusya için önemli.

    Ancak Rusya’nın bu noktadaki kararının ileride değişmeyeceği hususunda bir güvence verilemez. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Rusya ile olan tansiyonu düşürme yönünde yaptığı girişimlere Rusya Cumhurbaşkanı Putin’den olumlu yanıt gelmedi. İkili ilişkiler daha vahim bir aşamaya gelirse, uçak düşürme olayında rahatsızlığını ve öfkesini açıkça dile getiren Putin’in ekonomik hususları arka plana koyup tutumunu değiştirmesi olanak dışı değil.

    Rusya ani bir kararla doğalgazı keserse Enerji Bakanlığı alarm zilini çalacak, elektrik üretimi dahil, gaz sektöründe büyük sıkıntı yaşanacak.

    Doğalgaz bir yana, Rusya’nın tarım, inşaat, turizm gibi sektörlerde uyguladığı ambargo nedeniyle Türkiye’nin büyük gelir kaybı olacak. CHP trafından hazırlanan bir rapora göre bu kaybın yılda 8.5 ile 12 milyar dolar arasında olacağı tahmin ediliyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın öngörülerine göre 2016’da Rusya’dan 4.5 milyon turist kaybı olacak. Yeni bir habere göre Rusya Türk mallarına ilişik ambargoyu hafifletmeyi düşünüyor. Sonucu göreceğiz.

    Gelinen nokta

    Gelinen nokta, enerji yetkililerinin doğalgaz tedarikinde Rusya’ya aşırı bağımlı olmanın sakıncalı olduğu uyarılarını ciddiye almadıklarından doğmuştur. Bu konu 1990’ların sonlarında Mavi Akım projesi gündeme geldiğinde tartışılmıştı, uyarılar göz ardı edildi. Türkmen gazı birtakım mazaretler ya da güçlükler nedeniyle zamanında ihmal edildi.

    Kısacası, uçak düşürme olayından sonra Türkiye’nin enerji güvenliği büyük risk altına girdi. Buna paralel olarak ulusal güvenlikte de bir zafiyet oluştuğu yadsınamaz. Doğalgaz krizi şimdilik Rusya’nın kararı ile atlatılmış görünüyorsa da, ilerisi için bir güvence verilemez. Rus gazına kısa dönemde gerçekçi bir seçenek olmadığı gibi, Türkiye’nin bu bağlamda şimdilik yapabileceği bir şey yok.

    Ve bir ekleme yapalım: Elektrik santralları tezek ile çalışmaz!

    Öte yandan, doğalgaz vanası kesilmese bile, ticari tablo Türkiye için iç açıcı değil.

    Sınırın 17 saniye ihlal edilmesi nedeniyle Rus uçağının düşürülmesi kanımızca bir jeopolitik gaflet olmuştur. Enerji güvenliğinde Türkiye’nin “karnı yumuşak.”

    Soru işareti

    Bu vesileyle bir noktaya daha değinelim: Azeri gazının kaynağı olan Şah Deniz sahasının ortakları, 1996’da aldıkları ortak bir kararla bu gazın ihracında Türkiye’ye öncelik verileceğini kayda aldı.

    Ancak her ne hikmetse, hem Faz I ve hem de Faz II kapsamında ihracı öngörülen Azeri gazının büyük payı (yılda 10 milyar m3) Avrupa’ya tahsis edildi, Türkiye sırasıyla yılda 6.6 (Faz I) ve 6 (Faz II) milyar m3 pay ile “üvey evlat” muamelesi gördü. Oysa büyük pay Türkiye’ye tahsis edilseydı doğalgazda Rusya’ya bağımlılık azalır, şimdi yaşanan riskli durum biraz hafiflerdi.

    Konsorsiyum’un bu kararı bugüne değin niçin gözardı edildi? İlginçdir ki, Konsorsiyum üyeleri arasında Türk milli petrol şirketi TPAO var.

    Not: Ek bilgi için:

  • Kırım  Türkleri’nin Putin’den Beklentileri

    Kırım Türkleri’nin Putin’den Beklentileri

    Rusya Devlet Başkanı Vlademir Putin 1 Aralık’ta Türkiye-Rusya Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi toplantısı için Ankara’ya  gelecektir. Görüşmelerde, iki ülke arasındaki 35 milyar dolarlık ticaret hacminin 2020 yılında 100 milyar dolara çıkarılması için  atılacak adımlar belirlenecek,  Türkiye’den yaş sebze meyve ihracatıyla ilgili Rusya’da yaşanan soruna çözüm aranacaktır.

     

    Zirve’de ayrıca Suriye ve Ukrayna başta olmak üzere uluslararası ve bölgesel konular da ayrıntılı biçimde masaya yatırılacaktır.

    Türkiye’nin Moskova Büyükelçisi Ümit Yardım’ın güven mektubunu sunmasının ardından iki ülke ilişkilerini değerlendiren Rusya Devlet Başkanı Putin, Rusya-Türkiye arasındaki işbirliğinin bazı alanlarda stratejik boyut kazandığını  açıklamıştır.

     

    Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz, Rusya’nın Türkiye’nin son derece önemli bir ticari partneri ve önemli bir komşusu olduğunu belirtmiş ve Ukrayna krizi  için şunları söylemiştir:

    “…Ukrayna’da yaşayan bütün etnik grupların, bütün değişik kesimlerin de memnun olacağı bir çerçevede bu sorunların aşılmasını arzu ediyoruz. Orada Kırım Türkleri de yaşıyor biliyorsunuz. Özellikle, Kırım Türklerinin koşulları tabi bizi çok yakından da ilgilendiriyor.”

     

    Bakan Yılmaz haklıdır.

     

    Çünkü Kırım ve Kırım Tatarları, Anadolu Türkleri ve Türkiye için çok önemlidir. Bu öneminden dolayı  21 Mart 2014 tarihinde Rusya Büyükelçisi A. G. Karlov Eskişehir iline yaptığı ziyaret kapsamında Rusya Federasyonu Tataristan Cumhuriyeti Kültür Bakanı A. M. Sibagatullin ile beraber  Tatar Kültür Evine ziyarette bulunmuştur.

     

    Rusya Büyükelçiliğinin sitesinde o tarihte yer alan haber aynen şöyledir: “Tatar Kültür Evinde Büyükelçi Eskişehir Tatar diasporası temsilcileriyle sohbet etti, onlar Büyükelçiliği ve Tataristan Türkiye Temsilciliğini kültür merkezinin açılışına sağladığı katkıları için teşekkür ettiler. A. G. Karlov ayrıca şehrin üniversitelerinde eğitim gören Tataristan’dan gelen öğrencilerle görüştü. Tatar Kültür Evi Rusya Federasyonu Tataristan Cumhuriyeti Başkanı R. N. Minnihanov’un 2013 yılı Haziran ayında Türkiye Cumhuriyetine ziyaret çerçevesinde açıldı. Sözkonusu merkezde 20.Yüzyılın başında Türkiye’de yerleşen Rusya Tatarlarının geleneksel yaşam tarzını gösteren kültür, sanat eserleriyle beraber arşiv belge ve fotoğraf sergileniyor.”

    Günümüzde  başta Eskişehir olmak üzeri Kırım’daki Tatar nüfusundan daha çok Kırım Türkü Anadolu’da yaşıyorsa, bunun sebebi Kırım Hanlığının Rus nüfuzuna geçmesidir. Kırım’dan Türkiye’ye kitle göçleri,  1783’de Kırım Hanlığının ortadan kaldırılarak Rusya İmparatorluğu’nun Kırım’ı ilhak etmesinden sonra gerçekleşmiştir. İki yüzyıldan fazla bir süredir Anadolu’ya yönelik göçün sebebi, Kırım Türklerine yönelik  baskıdır.

    18 Mayıs 1944 de Stalin tarafından vatanlarından sürülen ve yarısı yollarda katledilen Kırım Türklerini Sayın Putin de unutmamalı ve de Sayın Erdoğan’ın Ermeniler için yaptığı jesti Kırım Tatarlarından esirgememelidir. Dokuzuncu Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel Mayıs 1998’de Kırım’ı ziyaretinde şunları söylemiştir: “Tarihin karanlık bir döneminde zorla, yaşadıkları topraklardan koparılmış olan Kırım Tatarlarının yeniden anayurtlarına dönmeleri, demokrasi ve hukukun üstünlüğünün küresel bir mutabakata dönüştüğü zamanımızın ruhuna uygun bir tarihi gelişmedir.”

    Torun tarafından Tatar olduğunu açıklayan önceki Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun “Ukrayna’nın bütününün, Kırım da dahil olmak üzere istikrara kavuşması en büyük temennimizdir” demeci  biz Kırım Türkleri için çok önemlidir.

    Kırım, Türkiye Cumhuriyeti ile  Rusya arasında bir barış ve huzur köprüsü olmalı, şövenist yaklaşımlara ortam hazırlayan bir alan asla olmamalıdır.

    Kırım Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Spor Kulübü Derneği’nin 11-12 Ekim 2014 tarihleri arasında Eskişehir’de düzenlediği Çalıştay’ın sonuç bildirisinde,  “Türkiye ve Rusya arasında bu yıl sonunda yapılacak olan Üstdüzey İşbirliği Konseyi’nde ve Türkiye ile Rusya arasında yapılacak olan tüm toplantılarda Kırım Tatarlarının yaşadığı sorunlar gündeme getirilmelidir” tespiti yapılmıştır.

    Ortak Akıl Çalıştayı Sonuç Bildirisi’nde belirlenen ilkeleri Türkiye-Rusya Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi’nde Türkiye’nin muhataplarına iletmesi Türkiye’de yaşayan tüm Kırım Türklerinin arzusudur:

    • Kırım’ın 2014 Şubat ayında Rusya tarafından işgali ve uluslararası hukuka aykırı

    olarak yapılan Rusya 1994 yılında Budapeşte mutabakatı ile kabul ettiği Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü Kırım’ı işgal ederek ortadan kaldırmıştır.

    • Kırım Tatarlarının Milli Lideri Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu ile Kırım Tatar Milli

    Meclisi Başkanı Refat Çubarov ve aktivistleri Kırım’dan uzak tutacak tüm kısıtlama, karar ve uygulamalara derhal son verilmelidir.

    • Kırım’da insan hakları ve uluslararası hukuka aykırı uygulamalar ile basın, yayın ve

    haberleşme hürriyetinin önündeki engellemeler kaldırılmalıdır.

    • Rus işgali ile birlikte Kırım Tatarlarının vatan Kırım’da yaşama, ibadet ve eğitim

    hürriyetlerini kısıtlayan tehdit, darp, insan kaçırma ve cinayetlere son verilmelidir.

    • Türkiye ve Rusya arasında bu yıl sonunda yapılacak olan Üstdüzey İşbirliği

    Konseyi’nde ve Türkiye ile Rusya arasında yapılacak olan tüm toplantılarda Kırım Tatarlarının yaşadığı sorunlar gündeme getirilmelidir.

    • Her yıl yapılan 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü’nde tüm dünyada  Kırım’da

    insan hakları ihlal edilen Kırım Tatarlarının korunması için  KTMM’nin Karar alması beklenmektedir.

    • Kırım’daki Kırım Tatar varlığı her zamankinden daha ciddi tehdit altındadır. Türkiye

    ve Türkiye dışındaki Kırım Tatarlarının işbirliğini  geliştirici somut çalışmaları başlatmaları gereklidir.

    Kırım’da vatanlarından Stalin tarafından haksız bir gerekçeyle sürgün edilmiş 300 bin Kırım Türklerinin bir daha bu sürgünü yaşamamaları için Sayın Cumhurbaşkanı  Erdoğan’ın bu konuda Putin nezdinde ağırlığını hissettirmesi Türkiye’de yaşayan  Kırım Türkleri için çok önemlidir.

     

     

  • Türkiye Nükleer Enerjiye Kavuşuyor

    Türkiye Nükleer Enerjiye Kavuşuyor

    Türkiye, Rusya’nın Mersin’de yapacağı nükleer santralin ardından Sinop’ta inşa edilecek ikinci nükleer santral için Japonya ile anlaşmıştır. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Japon Başbakanı  Şinzo Abe, 3 Mayıs’ta  Sinop’a yapılacak olan ve 2023 yılında faaliyete geçmesi  planlanan 22 milyar dolarlık bir nükleer enerji santrali kurulması protokolünü  Ankara’da imzalamıştır.

    4 üniteden oluşacak santralin kurulu gücü 4 bin 480 megavat olacaktır. Yıllık 40 milyar kilovat saat elektrik üretecek santralin ilk ünitesinin 2023 yılında, son ünitesinin ise 2028’de üretime geçmesi planlanmıştır. Santralin yaklaşık 7-8 milyar dolarlık bölümü Türk şirketleri tarafından yapılacaktır.

    Türkiye’de nükleer çalışmalar,  atom enerjisinin barışçı amaçlarla kullanılması konusunda düzenlenen 1’nci  Cenevre Konferansı’ndan  sonra 1955 yılında başlamış, 1961 yılında  Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi‘nde eğitim ve  araştırma nitelikli  1 MW gücünde bir deney reaktörü kurulmuştur.

    Elektrik üretimi için tasarlanan nükleer santralle ilgili ilk fizibilite etüdleri 1968 yılında başlatılmış, 1976 yı­lın­da nük­le­er san­tral iha­lesi için gi­ri­şim­de bulunulmuştur. 2 Ka­sım 1983 tarihinde Nükleer Elektrik Santralleri Kurumu  kararnamesi yayınlanmıştır.

    Kenan Evren Türkiye’de üç ayrı tipte üç nükleer santralın kurulacağını açıklanmasına rağmen NELSAK kararnamesi uygulamaya geçirilememiş, 1988 yılında TEK Nükleer Santraller Dairesi de kapatılmıştır.

    2010-2020 yılları arasında 5 bin megavatlık üç nükleer santral kurmayı amaçlayan Nükleer Enerji Yasası 17 Ocak 2007 tarihinde  çıkarılmış olmasına rağmen  dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, santralı kuracak şirketle ilgili olarak anayasaya aykırılıklar olduğu gerekçesiyle yasanın üç maddesini veto etmiştir.

    Türkiye’de bazı kesimler nükleer enerjiye karşı çıkmaktadır. Ama, Türkiye’nin enerji açığı olan bir ülke olduğunu, elektrik enerjisi üretimi için her yıl dışarıya milyar dolar  ödendiğini bilmemektedir.

    2010 yılındaki 71.6 milyar dolarlık dış ticaret açığının 34 milyar dolarla yaklaşık yarısı, net enerji ithalatından kaynaklanmıştır.  Ham petrol ve doğal gaz ile akaryakıt, sıvılaştırılmış petrol gazı ve kömür gibi enerji maddeleri ithalatına ödenen net fatura ise 40 milyar doları aşmıştır.

    Türkiye’de 2012 sonu itibarıyla  elektrik enerjisi kurulu gücü 57.072 MW`tır. 2012 yılı elektrik enerjisi üretimi ise  239,1 milyar kWh`tir. Elektrik enerjisi üretimi giderek  doğal gaza kaymaktadır. Bu da dışa bağımlılığı artırmaktadır.

    Aşağıdaki grafikten bu durum açık bir şekilde görülmektedir. 2012 yılında sistemin maksimum ani puantı 27 Temmuz`da 39.045 MW olarak gerçekleşmiştir.

    27 Avrupa ülkesi ile seçilmiş 15 G-20 ülkesi arasında nükleer enerjiye sahip olmayan dört  ülkeden biri  Türkiye’dir. AB ülkelerinde  elektrik enerjisi üretiminin yüzde 27.4’ü, ABD de yüzde 7.1’i, Rusya’da yüzde 16.5’i, Çin’de yüzde 1.9’u nükleer kaynaklıdır.

  • ENERJİ ZEMİNİNDE, BÖLGE’NİN VE TÜRKİYE’NİN EMPERYALLER TARAFINDAN YENİDEN YAPILANDIRILMASINDA STRATEJİK DENKLEMLER: BAŞTA ÜNİVERSİTE SORUNU,

    ENERJİ ZEMİNİNDE, BÖLGE’NİN VE TÜRKİYE’NİN EMPERYALLER TARAFINDAN YENİDEN YAPILANDIRILMASINDA STRATEJİK DENKLEMLER: BAŞTA ÜNİVERSİTE SORUNU,

    ENERJİ ZEMİNİNDE, BÖLGE’NİN VE TÜRKİYE’NİN EMPERYALLER TARAFINDAN YENİDEN YAPILANDIRILMASINDA STRATEJİK DENKLEMLER: BAŞTA ÜNİVERSİTE SORUNU,

    GÜNCELE BÜTÜNSEL BİR BAKIŞ

    Amaç, İnançta, Demek ki, Giderek Üniversitede, Aklı Köreltmektir.

    “Yeni Osmanlıcılık” budur. Hedef Bölgede, Ne Pahasına Olursa Olsun,  Petroldür. 

    Prof. Dr. Tolga Yarman

    Bu sunumun ana bir amacı; üniversitede yaşadığımız sorunların; gerçekte, bölgeyi ve ülkemizi etkisi altına almış ve son otuz – otuz beş yıldır, artık enerji zemininde  gelişegittiği iyiden iyiye belirginleşmiş, büyük bir sorunlar yumağının bir parçası olduğunu, vurgulmaktır. Bunlar tam kavranmadan, mücadele korkarım, beyhudedir. Nihaî hedef, kestirmeden söylenebilecek olursa, inançta, demek ki giderek üniversitede, akli köreltmektir. İstenen “akıl” değil, sadece nakildir, şekildir. Cumhuriyet’i yıkmak tam da bu demektir. “Yeni Osmanlıcılık” budur. Hedef bölgede, ne pahasına olursa olsun,  petroldür.

    Burada diyeceklerimi, diyegelmekteydim ki; 24 Mart 2010’da Boğaziçi Üniversitesi, Rektörlük Binası, Üst Katı’nda, Kütüphane’de, davetli olduğum bir toplantı gündeme geldi ve diyegeldiklerimi, keza burada diyeceklerimi, ilk bir ağızdan teyit etti. Gelişmeyi, Dışişleri Bakanlığı’na rapor ettim (Posta Taahhüt Numarası: RR02084965251, Yenişehir, Anakara). Daha sonra ise Başbakanlığa (nasıl olsa duyurulmuş olacağına kesin gözüyle bakıyor olmama karşın, bir vesile zuhur etti), ayrıca, ilettim (Posta Taahhüt Numarası: RR01523508738, Çengelköy, İstanbul).  Mektup, aşağıda… Dışileri Bakanlığı’na yazdığım ve aşağıya aldığım mektupta, burada yapacağım sunum itibariyle, can alıcı satırların, altlarını, çiziyorum. 

    MEKTUP

     

    20 Mayıs 2010

     

    Dışişleri Bakanlığı

    Balgat, Ankara

    Aşağıda kaleme aldığım gelişmeyi, derin önemine binaen, dikkatinize sunuyorum.

     

    19 Mart’ta, e-posta kutuma su ileti geldi:

     

    Kimden ihakkitekiner@aydin.edu.tr

    kime

    tarih19 Mart 2010 18:23

    konu İstanbul Fulbright Bursiyerleri Derneği – Kokteyl Duyurusu

    gönderena ydin.edu.tr

     

    Değerli Üyelerimiz,

    ABD İstanbul Konsolosluğu ve Derneğimiz tarafından ABD Büyükelçisi Sayın James F JEFFRY onuruna 24 Mart 2010 Çarşamba Günü 19:00 ve 21:00 saatleri arasında Boğaziçi Üniversitesi Rektörlük Binası Konferans Salonunda bir kokteyl verilecektir. Davete katılmak isteyen üyelerimizin bilgilerini 0212-3359061 numaralı telefona veya serifsoys@state.gov adresine bildirmeleri rica olunur. Davet programı ekteki belgededir.

    Davete katılımınızı rica eder; selam ve saygılarımı sunarım.

    Prof.Dr Haydar ÖZPINAR

    İstanbul Fulbright Bursiyerleri Derneği Başkanı

     

    **

     

    1968-1972 arası TÜBİTAK Bursu ile, Massachusetts Institute of Technology’de (MIT) (Nükleer Mühendislik alanında) doktoramı tamamlamıştım… 1982’de ITÜ’de akademik merdivenin en üst basamağına terfi ettikten kısa bir süre sonra, Fulbright Konuk Öğretim Üyesi olmuş, bu çerçevede, 1984’de California Institute of Technology’de ağırlanmıştım.

     

    Diyeceğim o değil… Aradan geçen 26 yıl boyunca bu özelliğim hiç hatırlanmadıydı! O nedenle yukarıdaki davet, ilginç geldi. Belirtilen adrese, davete katılacağımı yazdım.

     

    24 Mart’ta, 19.00’da belirtilen yerde oldum. Yaklaşık yüz kişi kadar olduğumuzu, sanıyorum.

     

    ABD Ankara Büyükelçisi James F. Jeffry tanıtıldı. Kürsüye geldi. Bir saate yakın bir konuşma yaptı.

     

    Konuşmanın; yarı yerinden itibaren, nereye gideceği belli olmuş gibiydi. Büyükelçi, bölgeyi, uzun uzadıya, tahlil etti. İran’ı, tehdit olarak gördüklerini, bilhassa vurguladı. Türkiye’nin canlılığını, bu arada, başka ülkelerin, hatta Putin-li Rusya ile Medvedev-li Rusya’nin farkının dahi, kestirilebilir olmasına karşın, Türkiye’nin kestirimlere pek gelmediğini, vurguladı. Kayseri ve Konya sanayi bölgelerimizi, Uzak Doğu Kaplanları’na benzetti. Türkiye’nin kendi omuzları üzerinde durabildiğini, belirtti. Başbakan’ı ve Cumhurbaşkanı’nı övdü. (Silahlı Kuvvetler’den ve Muhalefet’ten hiç bahsetmedi.) Söz BOP’a gelince, Osmanlı İmparatorluğu’nu övdü!.. Hükumet’le harika bir ilişki sürdürdüklerini belirtti. Sonra Biz, ülkelerin iç işlerine karışmayız!”, demesine karşın, sözü, Türkiye’nin demokratikleşmesine ve Anayasa değişikliğine getirdi. Bunun gerekliliğini vurguladı ve referandum için, bizlerden destek beklediğini, açık bir dille ortaya koydu

     

    Kalakaldık. Ama dediğim gibi, konuşmanın buralara kadar gelebileceği, epey bir belli olmuştu. Büyükelçi, birkaç soru alabileceğini söyledi.

     

    Prof. Suna Kili söz aldı. Yer yer göz yaşlarını tutamayarak, “Bizi, Araplar’a itiyorsunuz, bu, Cumhuriyet’in kuruluş felsefesine aykırıdır, biz laik ve çağdaş bir ülkeyiz”, bunu yapamazsınız”, dedi. Duygulu ve içten konuşması alkışlandı. Prof. Kili’nin konuşması Büyükelçi’ye, üslupta ölçülü ve yumuşak, ancak özde sert bir tepkiydi… Büyükelçi, Prof. Kili’yi yatıştırıcı, kısa bir yanıt verdi…

     

    Prof. Fuat İnce, ABD’nin, bugün Türkiye’de ılımlı İslam’ı desteklediğini, ancak bunun köktendinciliğe dönüşebileceğini, dikkate alması gerektiğini ifade etti; gerçekten de, Türkiye’de demokrasinin temellerinin aşındırılmakta bulunduğunu ve demokrasinin giderek yok olduğunu, ABD’nin bundan endişe edip etmediğini sordu. Büyükelçi, yine yatıştırıcı kısa bir yanıt verdi; soruyu geçiştirdi…

     

    Söz alma sorunluluğundaydım. Büyükelçi ile ilk defa karşılaşıyordum… Ama hakkındaki tanıtım yazısı okunurken, benim Boston’da (MIT’de) doktoramı yaptığım yıllarda, onun da orada, komşu North East ve Boston Üniversiteleri’nde öğrenim gördüğü, işaret edilmişti. Bu çerçevede ona ilk ismiyle hitap etmeyi öne çektim; söz aldım ve özetle şöyle dedim (Turkçesi ile yazıyorum):

     

    –  Sevgili Jim, aynı tarihlerde Boston’da okumuşuz. Orada, ABD’nin iki veçhesini gördüm. Birincisi, okulum, bir bilim cennetiydi. Bu çerçevede, ABD’de, Hocalarım’dan, Meslekdaşlarım’dan, giderek öğrencilerimden başlayarak, ebedî dostluklarım vardır. İkincisi, o tarihlerde Vietnam Savaşı sürüyordu. Korkunçtu. ABD’nin bu ikinci veçhesi, şimdi, bölgemizde… Havuç için değil, Petrol için buradasınız. “Türkiye’nin Demokratikleşmesi” diyorsun. Seni bir arkadaşımız olarak görmesem, bu konuyu, genelde ülkemizde yaşadığımız sorunları, burada konuşmazdım. Ama konuyu madem sen açtın, dostça konuşalım. Üçte birlik oy oranlarıyla, üçte ikilik parlamento çoğunluğunun elde edildiği bir süreçte demokratikleşmeden bahis, abestir. Bu konuya hiç değinmedin. Yüzde onluk ülke seçim barajı var. Milyonlarca oy zayi oluyor. Demokrasi adına en önce buna mani olmamız gerekmez mi? Partilerin içinde hemen neredeyse, demokrasi yok; bir defa, bunun demokrasi özlemi itibariyle, rahatsız edici bulunmaması, ayrıca çok tuhaf. Üç, dört lideri kontrol etmeye çalışarak, Türkiye’yi, kontrol etmeye yönelmeniz, bence harika bir strateji, ama “demokrasi” bu değil. Biz “gerçek demokrasi” için mücadele ediyoruz… Korkarım, senin anladığın demokrasi, değil, bu… Onun için sözlerine hiç katılmıyorum. Bizden istediğini, bu çerçevede, hiç istememelisin. Ne diyorsam, içtenlikle ve vukufla söylediğime, güven lütfen. Bu kadar!..

     

    Büyükelçi’nin, sözlerimden hoşnut olmadığını tahmin edebilirsiniz.

     

     

    Büyükelçi, bana kısa bir yanıt verdi:

     

    –  Enerji için burada değiliz (kim inanır, değil mi?), bölge istikrarsızdı, onun için buradayız. Üçte birlik oy oranı ile üçte ikilik parlamento çoğunluğu elde etme olasılığı, eskiden de vardı (el hak, doğru, söz konusu hüner, Rahmetli Özal’ın icadıydı), yüzde on baraj mı iyidir, yüzde beş mi, bu tartışılabilir…

     

    Aslında herhangi bir büyükelçi, herhangi ciddi bir ülkede, böyle bir konuşma yapsa, tam bir yabancı militan sıfatında algılanıp, o ülkenin iç işlerine karıştığı savıyla,  derhal “istenmeyen insan” ilan edilir ve sınır dışına çıkarılır…

     

    Toplantıdan sonra, kokteyl vardı. Kalmadım, ayrıldım.

     

    Zaten kestirmekteydim ve pek çok televizyon programında dile getiriyordum: Demokratik süreçlerde alınan kararlara saygımız saklı olarak, ancak Anayasa değişikliği, esas olarak, Türkiye’yi ve bölgeyi, malum istekler doğrultusunda yeni baştan dizayn etmenin son bir temel aparatı olarak gerçekleştirilmek isteniyor… Bu hissimi beton gibi yerine oturtan bilgi, üstelik birinci ağızdan önüme gelivermişti…

     

    **

     

    Keyfiyet budur…

     

    Güzel dileklerle, sevgiler, saygılar sunuyorum…

     

     

                                                                                                  Prof. Dr. Tolga Yarman

     

     

    Dışişleri Bakanlığımız’a yazdığım ve yanıtından mahrum kaldığım mektup, budur. Metni, 12 Eylül 2010 Anayasa Referandumu Öncesi’nde, sorumluluk duyuyor olarak basınımızın dikkatine sundum. Benim izleyebildiğim kadarıyla (münferit, çeşitli elektronik ortamların sorumlularının duyarlılıkları saklı olarak, ifade ediyorum), bir tek Değerli Arslan Bulut, kösesine taşıdı (Yeniçağ, 27 Temmuz 2010).

     

    Aşağıda, 7. Üniversite Kurultayımız’da (14-15 Aralık 2012, İstanbul), yaptığım konuşmamın ana başlıklarına yer veriyorum. Bunları, yukarıda dikkate getirdiğim mektubun içeriği uzantısında, ayrıca desteklemek üzere, 17 Kasım 2011’de gerçekleşen “TMMOB Türkiye Enerji Kongresi” için çağrılı olarak hazırladığım (ancak süre sınırlılığı nedeniyle bir kısmını Kongre’de dile getiremediğim), “Enerji Zemininde, Bölgenin ve Türkiye’nin Emperyallar Tarafindan Yapilandirilmasında Stratejik Denklemler”,  başıklı, bir metin ekliyorum.

     

    KURULTAYIMIZ’DA YAPTIĞIM  KONUŞMAYA YÖN VEREN, TEMEL BAŞLIKLAR

     

    Strateji çalışmalarında önemli bir veçhe, karşı tarafın ya da tarafların, “düşte” olsun, karargâhlarına ve zihinlerine girip, neler planlandığını, çıkartsayabilmektir.

     

    Olanlar; keza bunların sükûnetle tahlili, bu suretle yapılacak çalışmanın, mihengidir.

     

    Spekülasyondan uzakta durmaya özen gösterek yapaılcak, soyutlamadaki başarı, ayrıca, derindeki şablonların ortaya çıkartılmasında, önem taşır.

     

     

    Topraklarımıza dönük olarak, olanların tek başına müsebbibi olarak, emperyalleri göstermek, ne kadar naif bir yaklaşım oluşturursa… Onlar’ı, olanlardan, tamamen yalıtmak, ya da Onlar’ı komplo teorilerinin özneleri gibi göstermek, bir o kadar  saflıktır. Yüz bin kişilik bir orduyla dibimize kadar girmiş olanların… Silah, mühimmat derken, milyarlarca doları bir çırpıda savuranların… Etrafı göz açıp kapayıncaya kadar, kan gölüne çevirenlerin, bizim için, bir “iyilik” düşünmeyeceğini varsaymak, gaflettir…

     

    Bölgede öyle bir savaş makinası vardır ki, bırakın ağzınızı açmayı bir yana, yan gözle bakanın dilini biçiyor.

     

    Söz Meclis’ten dışarı, her avanak heyeti hükumet etmenin bir bedeli vardır. Her bıçkın heyeti alaşağı etmenin de bir bedeli vardır.

     

    Gelir dağılımının bozuk olduğu ortamlarda demokrasi yoktur, çünkü piyasada, sandığın fiatı teşekkül eder. Kaddafi bir-iki milyar dolara düşürüldü, rahatlıkla denebilir.

     

    Başka bir deyişle, ortada vasat var demek, bunu birileri dışarıdan hiç kaşımıyor demek değilldir. Birileri kaşıyor demek ise, ortadaki koşullar buna müsait bulunmamakta, demek, katiyen değildir.

     

    Ulkemizde, bölgede ve benzer başka yerlerde vasat vardır; ancak bize dönersek, buraları, birileri, fena halde kaşımaktadır.    

     

    Bu çerçevede, yuvarlak son 40 Yılımız’ın, vazetme onurunu taşıdığım, “A-a, Stratejik Azdırma Teoremi” ile, bir tahlilini – az önce ifade ettiğim gibi – biraz aşağıda, “Enerji Zemininde, Bölgenin ve Türkiye’nin Emperyallar Tarafindan Yapılandırılmasında Stratejik Denklemler” başlığı altında okuyabilirsiniz.

     

    Kısacası, bölge, kesin olarak, yeniden yapılandırılmak istenmektedir.

     

    Bu, daha şimdiden, önemli bir biçimde başarılmışltır.

     

    Hedef Petroldür, Doğalgazdır.

     

    Nihayette, İran’ı vurmaktır.

     

    Giderek, Çin’i ve Rusya Federasyonu’nu kontrol edebilmektir.

     

    Okyanus Aşırı Odak için Temel bir Teorem Şudur: “Önce OPEC Petrolünü tüket” (Drain OPEC Oil First) ve “dışarıda koz bırakma”!..

     

    Proje (yukarıda sunduğum mektuptan açıkça okunduğu şekliyle), “Yeni Osmanlıcılık” şemsiyesi altında geliştirilmek, istenmektedir.

     

    Bu Proje, yurdumuz ve bölge, fena halde kaşınmak suretiyle, evvelce yaratılmış çelişkilerle, yürütülmektedir.

     

    PKK (bizim bin tane kusurumuz saklı olarak ifade ediyorum), bunun, önde gelen bir aracıdır.

     

    Bu araç, şimdilerde “Yeni Osmanlıcılık” büyük şemsiyesi altında yer almaktadır.

     

    Yeni Osmanlıcılık’tan, tabii iç telaffuz edilmese de kökteki kasıt, belli ki, şudur:

     

    –            Şekle dayalı, biat kültürüne rapt edilmiş, Emeviyyeci, nakli öne çeken, aklı iptal edilmiş, hakkaniyetsizliğe, adaletsizliğe, zalime karşı başkaldırı refleksleri köreltilmiş bir Sünni Blok meydana getirmek ve tamamen şekil olarak algılanması temin edilecek, Şii Blok’la karşıtlaştırılmak.

     

    Keşke yanılsak, İran, böyle vurulacak, görünmektedir.

     

    Acıdır ve ağzıdan yel alsın, şu ki, 1980’de Saddam İran’a nasıl saldırtıldı ise (ayrıca elbette saldrımama idrakini gösterebileydi), ama işte aynı biçimde, söz konusu Sünni Blok, İran’a dönük olarak, korkarız, Saddamlaştırılmak istenmektedir.

     

    Bunun önüne saygın ama, çalışmayan siyasi kalıplarla çıkmak, olası görünmemektedir. Cumuriyet’in; yönetimde ve inançta aklı, nakle karşı, öne çıkartan, bağımsızlıkçı coşkusuyla karşı cıkmak, mümkündür.

     

    Cumhuriyet’in derdi, inançla değildir; yobazlıkladır. Yobazlık, akla rağmen, salt nakli karşısındakine zorla, dayatma cürmünün adııdır. (Söz aramızda, bilim kilisesinde dahi, yobaz çoktur.)

     

    **

     

    Bu yazının sonuna eklediğim metinde açıklanan A-a Stratejik Azdırma Denklemi, ayrıca hızlandırılmış filim gibi  Libya’da, Tunus’ta, Mısır’da, daha yeni uygulnamıştır, uygulanmaya devam edilmektedir.

     

    Halen (Aralık 2002 itibariyle), ise Suriye’de (ayrıca iki yıldır), yürürlüktedir.

     

    Ana fikir, dediğim gibi, İran’ı; Eski Osmanlı Toprakları’nda oluşturulacak, sözde Yeni Osmanlıcılık adı altında toplanacak olan, aklı başından çalınmış olacak, geniş, sünni bir kitleyle vurmaktır…

     

    Savaş böylelikle bir defa, çok daha ucuza getirilebilecektir…

     

    Çünkü bu sefer, operasyon; Perulu, Meksikalı çocuklara değil, Allah korusun, bölgeden tedarik edilmiş başta, Kürtçü çocuklara, gördürülecektir…

     

    Oysa (dediğim gibi, bizim saymakla bitmez vebalimiz saklı olsa da), “emperyalizmin kucağında milli kurtuluş savaşı olmaz”. Kürtçüler ve peşlerinden sürükledikleri; keşke yanılsam, İran vurulurken, ucuz asker olarak kullanılacaklardır.

     

    Bu beyanı; olmakta olanları, yıllar öncesinden görüp ihbar etme ayrıcalığıyla, ortaya koyduğumu, belirtmek isterim…

     

    Türkiye’de hal-i hazırda akla gelebilecek her türlü melânet (evet, bizim gafletimiz ve vebalimiz saklı olarak), buradan kök almaktadır.

     

    Üniversite’de olup bitenleri böylesi bir bütün tahtında ele almak gerekir.

     

    Nedir, söz konusu sorunlar?

     

    Sıralayalım:

     

    PKK Sorunu.

     

    İnanca derin bir saygıyla ifade ediyorum, Türban / Ilımlı İslam Projesi.

     

    BOP Projesi, demek ki esas olarak, “Yeni Osmanlıcılık”.[*]

     

    Demokratik Açılım.

     

    Füze Kalkanı Projesi… Şimdilerde Patriotlar.

     

    Zazaki’nin aynı bir Kırmanski potasında eritilmek istenmesi. (Bu bağlamda, araları iflah etmez derecede bozuk,Talabani ve Barzani’nin bir araya getirilmesi.)

     

    Özde herhalde, kimi mazarrat saklı olsa da, genel olarak Ergenekon.[†]  

     

    “Convention on Syber Crimes” (Siber Suçlar Anlaşması)’nın Meclis Genel Kurulu’na getirlmemesi.[‡]

     

    12 Eylül 2010 Anayasa Referandumu.

     

    Bunun sonucunda, yargının, “demokratikleşiyor” yaveleri altında, el hak, ciddi olarak siyasete raptının başarılmış olması.

     

    Sözüm ona, demokratik yeni anayasa çalışmaları.

     

    Hatırlamakta yarar var:

     

    –       Dünya ve Türkiye Betonarme yalanlarla yönetiliyor.

     

    Görünen odur ki, yeni yargı yapısıyla Silahlı Kuvvetler halledilmiştir.  Böyle olmasa Yeni Anayasa gündeme gelmeyecektir. Yürürlüğe katiyen konamayacaktır.

     

    Bu çerçevede şu denklemi vazetmek, gayet yerindedir:

     

    12 Eylül 1980 = 12 Eylül 2010.

     

    Bu çerçevede 12 Eylül 1980 ile 12 Eylül 2010 arasında, üniformanın değişmesinden başka bir fark yoktur… Pentagon’a sadık generaller o gün kendilerince, ne kadar iyi niyetli idiler ise, bugün aynı odağa bağlı sözde dinci erbap, kendilerince, ilk bakışta o kadar iyi niyetlidir. Oysa her iki “topluluk” da fena halde kullanılmışlardır, kullanılmaktadırlar.

     

    Aynı bağlamda, artık Pinochet gibilere, ya da işte darbelere ihtiyaç hiç kalmamıştır. Çünkü medyayı ve finans çevrelerini kontrol edenler aynı amacı, pakalâ sağlayabilmektedir.

     

    Tanrıaşkına, 2010 Anayasa Referandumu’nda, bugün anayasada yapılmak istenen hangi değişiklik vardır ki, gündeme getirilmemiş olsun?

     

    Maksat işte, esas olarak, 2010’daki Referandum’la, bugünkü korkarız ki, “bölücü anayasayı” oluşturabilmek üzere, Silahlı Kuvvetler’i, edilginleştirmektir.

     

    Siyasetin demokratik zeminden uzaklaştırılması, %10 Barajı mevcut iklimin olmazsa olmazıdır. Demokratikleşmeyi konuşanlar, nedense bu arızayı ağızlarına almamaktadırlar.

     

    Giderek genel temsiliyet bunalımı, partilerin içinde kuvvetler ayrılığının ortadan kaldrılması, dile hiç getirilmemektedir.

     

    Giderek, devlet yönetiminde kuvvetler ayrılığının ortadan kaldırılması, adı demokratikleştime olarak telaffuz edilen, karakter olarak ise, tam antidemokrat projenin başka temel bir parçasıdır.

     

    Aynı çerçevede, siyasetin yine demokrasi kisvesi altında, yalaka kültürüne irca edilmesi büyük proje altında, sistemli olarak yürütülen bir alt uygulamadır.

     

    Üniversite’nin, tıpkı inanç dünyasında olduğu gibi şekilciliğe ve biat kültürüne rapt edilmek istenmesi de söz konusu projenin bir kesitidir.

     

    Keza, iste 4+4+4 Projesi… Buradaki denklemi çok kimse görmüş, gençler özetlemişler: Genç İşçi, Genç Gelin, Genç (ama yukarıda anlattığım şekilcilik ve nakilcilik bağlamlarında yetiştirilmiş olacak), İmam…

     

    Anlatılagelinen çerçevede, bugün Üniversite’de olanlar, 12 Eylül 1980 sonrası operasyonun devamı olarak, ortaya çıkmaktadır.

     

    Üniversite, bugünkü iktidarla başkalaştırılmak isteniyor hiç değildir. Tersine evvelki yöntemlerle, bugünkü ve o zamanlar horlanmış olanların, tepkisine abanılarak, bugünkü iktidar eliyle başkalaştırılmaya, aklı başından çalınmaya, biata icbar edilmeye devam edilmektedir. Biz maalesef bu sürece boyun verdik, vermeye devam ediyoruz.

     

    Yaratılmak istenen, Emeviyyeci, el pençe divan duran, yobaz üniversitedir.

     

    Baksanıza, 1980 sonrası Üniversite, el hak, bugün olduğundan daha çok konuşuyordu!..

     

    Türkiye’de Marksist tahlil tam çalışmaz. Çünkü emek ve sermaye ayrışmasının yanı sıra siyasi kavga esas olarak, göç izdihamında, yerleşik dinamiklerle, yerleşikleşmeye çabalayan göçer dinamiklerin, göç izdihahımda şiddetlenen çatışmalarıyla şekillenir ve siyasi damarları belirler. (Buraya, “göçmen, yani muhacir dinamikler”, ayrıca eklenmelidir.)

     

    Marksist tahlil, tam çalışmıyor, çünkü bu, kuşkusuz çok değerli ve sömürünün matematiğini teşkil eden tahlil, şu ki, son toplamda, sınıflar oluşurken nasıl etkileşirler diye bakmaz; sınıflar oluştuktan sonra nasıl çatışırlar, bunu anlatır. Oysa bizde sınıflar tam oluşmamış ve oluşagiderken, etkileşliyor, kavga ediyorlar. Laik-Antilaik çatışması dahi buradan besleniyor, görüşündeyim. Böylesi bir çatışma, apaşikar, sınıfsal bir ayrışmayı işaret ediyor değildir. Şu ki, tam da ayrışma, dışarıdan çok ehilce istismar edilmektedir.

    Değerine gönülden inanarak ifade ediyorum, Marksist tahlilin bizde tam çalışmadığına dair savımın sebebi, derinde, görebildiğim kadarıyla, şudur:

    Batı’da sanayileşme kentleşmenin yegane motorudur, bizde değildir.

     

    Bu çerçevede, Teletaş’ta, Netaş’ta çalışan sigortalı, sendikalı işçiyi; kente gelmesinden hemen sonra, siyasal mekanizmalar çerçevesinde, söz gelişi Kadıköy Meydanı’nda, bir büfe edinmiş genç bir göçer, toplumsal rahatlık bağlamında, çok hızlı geçebilmekte, onlarla bir sınıf dayanışmasını, hiç bir biçimde öne çekmemektedir.

     

    **

     

    Özetleyecek olursak… Türkiye, kendi “vebalimiz” elbette saklı olarak (nereden bakarsanız bakın) PKK, ya da darbecilerle değil, son toplamda, Pentagon’la uğraşagidiyor…

     

    Türkiye’de değişmeyen tek bir vesayet vardır. Bu, Silahlı Kuvvetler Vesayeti değildir. Pentagon Vesayeti’dir.

     

    **

     

    Bu durumda, hızlıca sıralarsak, yapılması (ya da yapılmaması) gerekenler, esas itibariyle, yukarıdan beri anlatılagelenlerden çıkıyor olup, şunlardır:

     

    Durumu ifşa edeceğiz. Anlatacağız.

     

    Diyanet İşlseri Başkanlığiı’nın kaldırılması gerektiğini düşünenlere, demokratik süreçlerde saygım elbette saklı olarak ifade ediyorum, Diyanet’in lağvedilmesini zinhar savunmayacağız. Bilhassa akla rağmen nakli öne çeken Diyanet Anlayışı’na karşı çıkacağız. Diyanet’in aklını başına devşirecegiz. Diyanet İşleri Başkanlığı bir Cumuriyet kurumudur, bunu nunutmayacağız.

     

    Üniversite’nin aklını kaptırmayacağız.

     

    Tılsımlı kıvamlarda omuzdaşlıklar kuracağız. “Emeğe saygıyı yükselten, şu ki göreneğe, inancına bağlı insanlarımız” ile, bilhassa yan yana duracağız

     

    Oyunu bozacağız.

    Dilimize dikkat edeceğiz. Abartıya kaçmadan ama anlaşılır Türkçe ile konuşacağız.

    Örneğin, “laik, sosyal, demokratik hukuk devleti”, demeyeceğiz. “Aklî, dayanışmacı, özgürlükçü hukuk devleti” diyeceğiz.

    İran’ın vurulmasına, alet olmayacağız, buna  aval aval, katiyen bakmayacağız.

     

    “Kuran Kursları”na karşı çıkmayacağız, Kuran’ın mealiyle okutulmamasına karşı çıkacağız.

     

    Güpegündüz, Kızkulesi’ne karşı rakı kadehlerini kaldırıp, hepsi hepi 100 metre arkamızdaki inananları küstürmek pahasına, içki yasağını tam da bu dekor içinde protesto etme şapşallığını sergilemeyeceğiz. (Yoksa, her şey bir atafa, göz göre göre tuzağa düşüyor oluyoruz.)

     

    Türbanlı’ya, “Kızım sen bunu tak, ama neden sömürüye, faize karşı çıkmıyorsun?”, diyeceğiz.

     

    Cami yapımına karşı çıkmayacağız, caminin, bilhassa yapım yerinden rahatsız oluyorsak, o zaman, “yapım yerini” eleştireceğiz. “Oraya değil, şuraya yapın!” diyeceğiz. “Sultan Süleyman, Süleymaniye’yi, Taksim’e ya da Çamlıca Tepesi’ne yaptırmayı bilmez miydi de, gitti, Haliç Sırtı’na yaptırdı?” diyeceğiz

    Cumhuriyet’in inanaçla bir sorunu yoktur. Yobazlıkla vardır, bunu anlatacağız. Yeni Osmanlıcığın ne anlama geldiğini anlatacağız.

     

    Konuların bir bütün teşkil ettiğini unutmayacağız..

     

    Savaş makinasının uçakları Libya’da binlerce çocuğa bomba yağdırırken, besbelli ki,  tam da civ civ önüne atılırcasına, önümüze, dikkatleri başka tarafa çekmek üzere atılan, “Dersim Olayı”na, mal bulmuş mağribi gibi kapanmayacağız… “Örgütlü haydutluğa” çanak  tutmayacağız.

    **

     

    Ah şunu bir idrak edebilsek:

     

    –       Bizim karakterimiz bağımsızlıktır.

     

    ENERJİ ZEMİNİNDE, BÖLGENİN VE TÜRKİYE’NİN EMPERYALLER TARAFINDAN YAPILANDIRILMASINDA STRATEJİK DENKLEMLER

    (Aşağıdaki saptamalar 17 Kasım 2011’deki “TMMOB Türkiye Enerji Kongresi” için çağrılı olarak hazırlanan

    ancak süre sınırlılığı nedeniyle bir kısmı dile getirilemeyen metinden derlenmiştir. T. Yarman.)

     

     

    Strateji çalışmalarında önemli bir veçhe, karşı tarafın ya da tarafların, düşte olsun, karargâhlarına ve zihinlerine girip, neler planlandığını, çıkartsayabilmektir.

     

     

    Olanlar; keza bunların sükûnetle tahlili, bu suretle yapılacak çalışmanın mihengidir.

     

    Soyutlama başarısı, ayrıca, derindeki şablonların ortaya çıkartılmasında, önem taşır.

     

    Topraklarımıza dönük olarak olanların tek başına müsebbibi olarak, emperyallerigöstermek, ne kadar naif bir yaklaşım oluşturursa… Onlar’ı, olanlardan, tamamensoyutlamak, ya da Onlar’ı, komplo teorilerinin özneleri gibi göstermek, bir o kadar  saflıktır. (Adam, yüz bin kişilik bir orduyla dibimize kadar girmiş, bizim için, bir “iyilik” düşünmeyeceğini varsaymak, gaflettir…)

     

    Başka bir deyişle, ortada vasat var demek, bunu, birileri dışarıdan hiç kaşımıyor, demek değilldir. Birileri kaşıyor demek ise, ortadaki koşullar buna müsait bulunmamakta, demek, değildir.

     

    Ulkemizde, bölgede ve benzer başka yerlerde vasat vardır, ancak bize dönersek, buraları, birileri fena halde kaşımaktadır.

     

    YUVARLAK SON 35 YILIN

    “A – a, STRATEJİK AZDIRMA” TEOREMİ İLE, TAHLİLİ

    (Hemen hiç bir yerede yazılı olmayan, okutulmayan,  basit teorem)

    Çekiç Güç

    a (Örneğin Kuzey İrak Kürtleri)

    _________________________________

     

    A (Saddam)

     

     

     

    Örneğimizde Büyük A Saddam olmaktadır. Silahlandırılır. Aslında silahlanmaya çok teşnedir zaten. Silahların parası da bir güzel ondan tahsil edilir tabii. Küçük a, yani bu örnekte Kuzey Irak KürtleriBüyük A’ya karşı dışarıdan hafiften kaşınır. Kuzey Irak Kürtleri’nin, arkasında durulur; bunlar azdırılırlar. Büyük A, yani Saddam celallenir, küçük a’ya yüklenmek ister.Büyük A’ya, yani Saddam’a, “Hakkındır, yapabilirsin, tabii, yapmalısın!” denir. Büyük A, yani Saddam, küçük a’ya feci yüklenir. Halepçe’deki gibi, katliam olur; ama kimse bir şey demez. Bu arada küçük a, yani Kuzey Irak Kürtleri, silahlandırılır. Ayrıca Çekiç Güç gelir. Büyük A’ya, “Sen, insan haklarını ihlal ediyorsun” denir; bir paralel çizilir, “Şuradan daha öteye geçmeyeceksin” ihtarında bulunulur. Bize ise “Çekiç Güç, PKK’ya karşı size karşı yardımcı olmak için geldi”denir. Ama civcivin yem saymayacağı bu lafa biz kanarız, kandık. İyi niyetle kandık. Kimseyi tezvir etmek için söylemiyorum. Propagandanın üstünlüğüdür, gerçekte bu!.. Sorumluluk MGK’larımızdan hükümetlere, oradan da Meclis heyetlerine kadar rücu eder. İlgili kurumu rencide ediyor olmamak için “Heyet”, sözcüğünü odağa koyuyorum… Uzatmayalım. Stratejinin büyüklüğü ve nihai hedefi olarak, sonunda, Büyük A, yani Saddam tepelenir ve küçük a’nın, yani Kuzey Irak Kürtlerininhavarisi olunur.

     

    Basamaklandırarak özetlemekte yarar var:

     

    1. Büyük “A” silahlandırılır… Aslında silahlanmaya çok teşnedir. Silahların parası da bir güzel alınır.

     

    2. Küçük a, Büyük A’ya karşı (dışarıdan) hafiften kaşınır; arkasında durulur, azdırılır.

     

    3. Büyük A, celâllenir; küçük a’ya yüklenmek ister. Büyük A’ya “Hakkındır, yapabilirsin, yapmalısın!”, denir.

     

    4. Büyük A, küçük a’ya, feci yüklenir. Katliam olur (örneğin Halepçe’deki gibi), ama kimse, bir şey demez. Bu arada “küçük a” silahlandırılır. Ayrıca “Çekiç Güç” gelir, A’ya “Sen insan haklarını ihlâl ediyorsun!”, denir; “Şuradan öteye geçmeyeceksin”, ihtarında bulunulur.

     

    5. Bize ise, “Çekiç Güç size, PKK’ya karşı yardımcı olmak için, geldi!”, denir. Ama civcivin yem saymayacağı bu lafa,biz kanarız. (Propagandanın üstünlüğüdür, bu!.. Sorumluluk MGK’lardan, Hükûmetler’e, oradan da Meclis Heyetleri’ne kadar rücu eder…)

     

    6. Uzatmayalım, sonunda Büyük A tepelenir ve küçük a’nın havarisi olunur.

     

    Otuz Yıl Önce Ankara Odaklı Olarak, Aynı Stratejik Denklem Yürürülüktedir

     

     

    A (Ankara, 1980)  

     

     

    (Güneydoğumuz’daki Kürtçü Yurttaşlarımız’dan Oluşan Odak)

     

     

    30 yıl önce, Ankara odaklı olarak, aynı stratejik denklem yürürlüktedir! Nasıl? Burada Büyük A, Ankara-1980; küçük a, Güneydoğumuz’daki Kürtçü yurttaşlarımızdan oluşan odak. Kürtçü olunamaz mı; olunabilir. Türkçü olunabiliyorsa, Kürtçü de olunabilir. Esas itibarıyla oradaki sorunlara sahip çıkmamız, anlamamız gerektiğini düşünmüş bilim adamlarından biriyim. Ama şimdi, zihinlere girmeye çalışarak, stratejiye bakalım.

     

    Türkiye’de 1970 sonlarına kadar terör tırmandırılır. (Biz de tırmandırmasaydık tabii…) Gençler, aynı kaynaktan geldiği, sonradan anlaşılan silahlarla birbirlerine kırdırılır. Biz hemen hiç bir gelişmeye karşı ayıkmayız. Siyaseten cepheleşme körüklenir. Askeri müdahale teşvik edilir… Sonunda 1980 müdahalesi olur. Laf ağızdan kaçırılır, “Our boys have done it”!diye, yani “Bizim çocuklar başardılar”!.. Esas itibarıyla, buradaki generallerin terörün ortadan kaldırılmasına dönük olarak “çok iyi niyetlice” davrandıklarını ifade edebilirim. Şu ki, artık Büyük A, Ankara olmuştur. Giderek küçük a, yani Güneydoğu’daki Kürtçü vatandaşlarımız kaşınırlar. Odak, PKK ve buna tutunan yurttaşlarımızdır. Büyük A’ya, yani Ankara’ya, o zaman yönetimde olan Türk Silahlı Kuvvetleri’ne, “Hakkındır, yüklen tabii!” denir. Büyük A, yani Türk Silahlı Kuvvetleri de maalesef dünden teşnedir. Düşünmemişlerdir, hazır değillerdir, bu çözümlemelerden uzaktırlar. Yine “iyi niyetli” olduklarını ifade edeyim. Hiç kuşkusuz, tarih yargılayacaktır. Küçük a, yani Güneydoğu’daki Kürtçülerimiz’e fena halde kıyılır. Demeye kalmaz, küçük a, yani PKK iyice silahlandırılır, yüreklendirilir, “Aslanım, arkandayız, merak etme!” denir. Uzatmayalım. Bir punduna getirilip, çakma deliller, gizli tanıklar, acayip kurgular vesaireyle Büyük A, yani Ankara’daki eski Türk Silahlı Kuvvetleri odağı bertaraf edilir. Olmadı, sendeletilir. Küçük a’nın yine havarisi olunur.

     

    Söylemezsem eksik kalır; Ankara’nın, yani Büyük A’nın, süreçte bin tane vebali vardır. Ama küçük a, Güneydoğu’daki Kürtçü hareket odağı aynı çerçevede fena halde kaşınmıştır. Hiç bunları konuşmuyoruz. O kadar böyledir ki, şu en temel düstur dahi unutturulmuştur: “Emperyalizmin kucağında milli kurtuluş savaşı olmaz”!

     

    Unutturulmuştur. Keşke yanılsam, Kürtçüler, saf saf, kurtuluş savaşı gözlemektedirler.

     

    **

     

    Aynı stratejik denklem, ayrıca hızlandırılmış filim gibi  Libya’da, Tunus’ta, Mısır’da, daha yeni oynanmıştır, oynanmaya devam edilmektedir.

     

    Halen ise Suriye’de, yürürlüktedir.

     

    Durum yakın Bölgemiz’de, son toplamda, şöyle bir şekil almaktadır.

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

    Önce şu şekle dikkatli bakalım…

     

     

     Ankara

                                                                        aTürkiye

     

                                         a Suriye

     Suriye

     ASuriye

                        

                              aİrak

      Irak

     

     

      aİran

      İran

     

     

    Bu durumda behemehal şu projelerin çağrıştığı, çıkartsanabilecektir…

     

    Birinci Proje:

    aİrak +  aTürkiye (Esasen bu proje tamamlanmış gibidir.)

     

    İkinci Proje:

    aİrak +  aTürkiye+aSuriye (Yoldaki Projedir.)

    Kuzey Irak Kürtleri ile Güneydoğumuz’daki Kürtçü odak ve Suriye’nin Kuzeydoğusu’ndaki Kürtçü odak birleştirilir. Bu, yoldaki projedir.

     

    Üçüncü Proje: (Orta Vadeli Projedir.)

    aİrak +  aTürkiye+aSuriye+aİran=Yeni küçük a

    İran ise=Yeni Büyük A

    Üçüncü proje orta vadeli projedir. Kuzey Irak Kürtleri + Güneydoğumuz’daki Kürtçü odaklar + Suriye’nin Kuzeydoğusu’ndaki Kürtçü odak + İran’ın bizim sınırımıza yakın bölgesinde bulunan Kürtçü odak birleştirilir, yeni bir “küçük a” imal edilir. Böyle bir resim çağrışmaktadır. İran ise bu durumda yeni Büyük A olmaktadır.

     

    Dördüncü Proje:

    Yeni Büyük A – Yeni küçük a arasında “Tekrar Stratejik Azdırma Denklemi” ile, bu sefer İran’ı vurmak…

     

    Savaş böylelikle çok daha ucuza getirilebilecektir…

     

    Çünkü ağızdan yel alsın, operasyon, Perulu, Meksikalı çocuklara değil, bölgeden tedarik edilmiş kürtçü çocuklara, gördürülecektir…

     

    Bu beyanı, olmakta olanları, yıllar öncesinden görüp ihbar etme ayrıcalığıyla, ortaya koyduğumu, ifade etmek isterim…

     

    Türkiye’de hal-i hazırda akla gelebilecek her türlü melânet, bizim gafletimiz ve vebalimiz saklı olarak,  buradan kök almaktadır:

     

    PKK Sorunu

     

    Türban / Ilımlı İslam

     

    BOP Projesi / Yeni Osmanlıcılık

     

    Demokratik Açılım

     

    Füze Kalkanı Projesi

     

    Zazaki’nin aynı bir Kırmanski potasında eritilmek istenmesi (Bu bağlamda, araları iflah etmez derecede bozuk, Talabani ve Barzani’nin bir araya getirilmesi)

     

     

     

    Kimi mazarrat saklı olsa da, genel olarak Ergenekon (Bu olayın teknik olarak tek başına bizim kurumlarımız trafından başarılmayacağını, muhakkak dış yönlendirme ve destekle vücut bulduğunu düşündüğümü, kaydetmeliyim. Bu konuda, keza yan konularda Meclis araştırması neden hâlâ daha istenmemektedir, anlamak zordur!..)

     

    Siyasetin demokratik zeminden uzaklaştırılması:

    %10 Barajı

    Giderek genel temsiliyet bunalımı

    Partilerin içinde kuvvetler ayrılığının ortadan kaldırılması

     

    Giderek devlet yönetiminde kuvvetler ayrlığının ortadan kaldırılması

     

    Siyasetin demokrasi kisvesi altında “yalaka kültürüne” irca edilmesi

     

    Üniversite’nin, tıpkı inanç dünyasında olduğu gibi şekilciliğe ve biat kültürüne rapt edilmek istenmesi

     

    Anayasa Referandumu… Giderek Yargı’nın ele geçirilmesi

    Bu çerçevede, sandığa saygımız saklı olarak belirteyim, 12 Eylül 1980 ile 12 Eylül 2010 arasında, üniformanın değişmesinden başka bir fark yoktur… Pentagon’a sadık generaller o gün kendilerince, ne kadar iyi niyetli idiler ise, bugün aynı odağa bağlı belli bir cemaatin mensupları, kendilerince, ilk bakışta o kadar iyi niyetlidir. Oysa her iki “topluluk” da fena halde kullanılmışlardır, kullanılmaktadırlar.

     

    Aynı bağlamda, artık Pinochet gibilere, ya da işte darbelere ihtiyaç hiç kalmamıştır. Çünkü medyayı ve finans çevrelerini kontrol edenler aynı amacı, pakalâ sağlayabilmektedir.

     

    Özetle Türkiye, kendi basiret özrü, elbette saklı olarak (nereden bakarsanız bakın) PKK, ya da darbecilerle değil, son toplamda, dış güçlerle uğraşagidiyor…

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

    Doğu Anadolu’daki Su Gizilimiz

     

    Olgu: Ülkemizin su gizillerinin, o arada hidroelektrik üretim imkânlarının, önemli bir bölümü, Doğumuz’daki ve Güney Doğumuz’daki petrol ve doğal gaz havzalarıyla, kolkola gibidir.

     

    Olgu: Doğu Anadolu’daki suyumuz, yalnız bizim için değil, bilhassa güney komşularımız için de hayatidir.

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

    tolga y1

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

    Türkiyenin Baraj Ve Nehirleri Akarsuları Haritası

     

     

    Kimi Temel Stratejik Denklemler

    Fosil Kaynaklar “Yakında” Bitecektir.

     

    Olgu: Petrol ve doğal gaz kaynakları sonludur ve muhakkak bitecektir.

     

     

    Olgu: Ne zaman bitecektir, çeşitli kestirimler bulunmasına rağmen, sorunun cevabı tam bilinemeyecektir.

     

    1970’lerin sonlarından bugünlere bakıldığında, söz konusu kaynakların tükenmeye yakın gelmesi gerekmektedir.

     

    Ama öyle olmamıştır. Yine de içinde olduğumuz yüzyılın ortalarında petrol ve doğal gazdan yana beklentilerin önemli ölçüde tavsamış olacağı kestirilebilir.

     

     

    Olgu: Kestirim, ne kadar doğruysa, aşağıda ayrıntılandırılacak olduğu şekliyle, enerji kaynaklarının, bize ve bölgemize, neredeyse çepeçevre havzalar kuruyuncaya kadar, ne yazık ki hemen hiç rahat vermeyeceği yazgısını beraberinde getirdiği de, o kadar doğrudur.

     

     

     

     

     

     tolga y2

     

    21. Yüzyıl’da, Hafsala Dışı Sayılacak Kadar, İptidaî ve Vahşi Bir Enerji Savaşı

     

    Olgu: Böylesi bir ferahlamaya karşın, asrın “Beyefendi Egemenleri”; sözde medeniyetin; insan haklarının ve hukukun üstünlüğünün doruk değerler kılındığı düzleme yükseldiği bir çağda, her halde hafsala dışı sayılacak kadar iptidaî ve vahşi bir enerji savaşının girdabında, kendi aralarında da, başkalarıyla da, boğuşmaya gömülegitmektedirler.

     

    Olgu: Gerçekte, örneğin ABD’nin egemenlerinin 2003’te, Irak’a yaptığı müdahale, keza Dünya’nın, Vietnam’dan başlayarak, başka yerlerinde sergiledikleri, onların gerçek hevesleriyle ilgili ipuçlarını, kesin çizgileriyle belirginleştirmiştir.

     

    Olgu: Durum, Avrupa’dan başlayarak, diğer güç odakları açısından, pek farklı değildir.

     

     

    Hayatın İçinden Gelen Teoremler

     

    Bu itibarla, hayatın içinden gelen şu teoremler, dikkat çekici sayılacaktır.

     

    Teorem:  Enerjinin ya da diğer can alıcı harhangi bir metaın olduğu yerde, muhakkak “siyaset” vardır. Hatta “kirli siyaset”vardır. Hatta hatta, “kanlı siyaset” vardır.

     

    Teorem:  Birilerinin derdi, yalnızca kendi meselelerini çözmek değildir. Aynı zamanda, öteki herkesi mümkün mertebe, çözümsüz bırakmak, bu çerçevede kendine olabildiğince, tâbi kılmaktır.

     

    Teorem: “Hepimiz Birimiz, Birimiz Hepimiz İçin”, hiç bir biçimde değildir; “Hepimiz sadece ve sadece, birimiz içindir”.Böyle olmazsa, “kıyamet kapıda”, demektir.

     

    Teorem:  Benim olan onundur. Onun olansa… Şaşırmayalım, lütfen… Yine onundur.

     

    Teorem:  Çeşit çeşit ideolojik söylemler, özlerinde hangi “yüce değerleri” bulunduruyor olurlarsa olsunlar, arkalarından hangi samimi kitleleleri sürüklüyor bulunurlarsa bulunsunlar, bunlar egemenlerin ağızlarında, son toplamda, palavradır.

     

    Teorem:  Esas olan, üstelik devletler katında, örgütlü haydutluktur. (“Emperyalizmin”, Türkçesi, Budur!)

     

    Teorem: Yakın ya da uzak tarihteki, mazlumlara yapılmış her saldırı, tam da, böyledir.

     

    Teorem:  Bu çerçevede, Saddam elbette bir felakettir; ne ki onu besleyip büyüten batılı felâket mimarlarının yanında,miniyatür bir felâket, kalmaktadır.

    Bu aşamada, günümüzde dünya sahnesindeki, baş bir aktör, sayılacak olan ABD’nin dinamiklerine eğilmek yerinde olacaktır.

     

     

    ABD’nin Stratejisi: En Önce, “Opec Petrolü” Bitirilmelidir ve Dışarıda “Koz” Bırakılmamalıdır.

     

    Strateji: ABD şöyle bir çeyrek yüzyıldır, en önce OPEC (Organızatıon of Petroleum Exportıng Countrıes) petrolünü tüketmeyi istemektedir.

     

    Bu stratejinin kurgusu, görülebildiği kadarıyla, şöyledir…

     

    i)   ABD, kendi kaynaklarının önemli bir bölümünü, ileriye saklamaktadır.

     

    ,i)   Bu arada dünya kaynaklarının tasarrafunda, yalnızca en büyük payı almayı istememekte, bu kaynaklardan, rakiplerine, özellikle de Avrupa’ya ve Japonya’ya yönelecek payları, azami derecede kontrol altında tutmayı istemektedir.

     

    Mübah olsun olmasın, mümkün her yolu deneyerek, emeline ulaşabilirse, bu, ABD açısından, aşikâr bir üstünlük unsurudur.

     

    İii) Dünya kaynakları tükenmiş olarak, kendi kaynaklarını tasarruf edebilecek olması da, ABD açısından tabiatıyla, bir üstünlük unsurudur.

     

    İv) ABD, yeni teknolojileri, dünya kaynakları belirgin ölçüde tükenmeden harekete geçirmek, istememektedir.

     

    Böylelikle, dışarıda “onun, bunun” elinde “koz” olarak kalmış olabilecek, dişe dokunur, hiç bir meta bırakmamış olabilecektir.

     

    V) Aynı zamanda dışarıda kalmış, ama iyice seyrelmiş klasik kaynakların fiatı, zaten yükselmiş olacaktır…

     

    Bu suretle ancak, yeni teknolojiler zemininde, rakipsiz bir biçimde, pazar hakimiyeti tesis edebileceklerdir.

     

    ABD’nin 2003’teki Irak Müdahalesi, “Müthiş Bir Stratejiyi”, İşaret Etmektedir!.. Bu Strateji Bugün Hala Yürürlüktedir!..

     

    Bu bağlamda, ABD’nin 2003’teki irak müdahalesi, gayrı insanî boyutu kuşkusuz saklı olarak, müthiş bir stratejiyi işaret etmektedir:

    • Orta Avrupa, enerji açısından kuraktır. ABD Irak’a yerleşmekle, Orta Avrupa’nın enerji can damarını eline alıvermektedir.
    • Japonya da, enerji açısından, kuraktır. ABD, Irak’a yerleşmekle, Japonya’nın, enerji can damarını ayrıca, eline alıvermektedir.
    • Aynı şey Kuzey Amerika, yani kanada için, geçerlidir. ABD Irak’a yerleşmekle, Kanada’nın da, petrol can damarını, eline alıvermektedir.
    • Bu çerçevede ABD; petrolü, varili bir kısa bir süre önce, 140 $’dan fazlaya (şimdilerde 80 $’a) satanlar arasında, yer almaktadır.
    • Öyleyse, ABD, söz dünya ülkelerinden, kendine, daha doğrusu kendi iktidar odaklarına, fahiş bir kaynak, transfer etmiştir, ayrıca etmeye devam etmektedir.
    • Aynı çerçevede, ABD’de, görünür görünmez iktidar odakları; petrol ABD’de de bu fiyattan satıldığından, kendi halkları üzerinden de, çarpıcı bir kâr sağlamaktadırlar.
    • ABD aynı bağlamda, vurgulayalım, dışarıdaki kaynakların tüketimine yüklenmekte, kendi özkaynaklarını, ileriye dönük olarak, saklayabilmektedir.
    • ABD aynı çerçevede, dediğimiz gibi, dışarıda, örneğin işte Saddam gibi olanların hükümranlığında, kozbırakmamaktadır…
    • Bölgede Rusya, sesini hemen hiç çıkartmamaktadır, çünkü o da petrolü, varili yüz dolardan fazlaya, satanlardandır… dolayısıyla ABD, Rusya’ya, bir anlamda “sus payı” vermektedir. Bu durumdan Rusya, çok memnundur, çünkü hemen neredeyse, tüm dış borçlarını, ödemiştir.
    • 1980’de, petrol fiyatları, varili 35 $’a çıkınca, yeri göğü birbirine katanlar, şimdilerde seslerini neden hiç çıkartmamaktadırlar, acaba?
    • Çıkartmamaktadırlar, çünkü, o zaman seslerini çıkartanlar, bugün petrolü, üstelik dört kat daha fazla fiyata satanlardır!..
    • Buradan çıkan temel bir sonuç (“girişim özgürlüğü”, “yarışmacı piyasa ekonomisi”, böylesi bir yapıda ise, “serbest fiyat teşekkülü”, gibi), temel ögeleri kulağa hoş gelen, liberal ekonomi söyleminin, son toplamda, birpalavra olduğudur. Esas olan, örgütlü haydutluktur.
    • Egemenler, bu bağlamda işte, yalnızca, sattıklarının değil, aynı zamanda, satın aldıklarının da fiyatını belirlemek istemektedirler.
    • Her hal-u kârda, Avrupa’nın ABD’ye karşı sesi çıkmamakta; petrole haracı; hemen tüm dünya gibi; OPEC ülkelerine; şimdilerde ise; petrol ihraç eden bir ülke olmuş, ABD’ye, ödemektedir.
    • Öyleyse savaş; getirisi en yüksek yatırım alanı, olmaktadır. ABD egemenleri onun için bölgededir… İnsan hakları ve saire laf-ı güzaftır… Aslında tam değil; insan hakları savunucusu çoğu batılı ülke, bu hakları, kendi cinayetlerini örtmek için savunmaktadırlar; o kadar… Çok vahşi, ama böyledir…

     

    tolgay3

     

    • Korkarız ki, emperyaller açısından, yenmek yenilmek, hiç önemli değildir. Son toplamda, ne kadar kâr, hükûmet olanlarının arkalarında bulunanlara transfer olmaktadır, önemli olan budur… Vietnam’da da budur… Irak’ta da budur… Vietnam’da bir milyon ton bomba atılmıştır… Bir milyon insan ölmüştür… Demek ki, ölen insan başına bir ton bomba atılmıştır. Tek bir kurşunun insanı öldürmeye yettiği hatırlanırsa, insan başına fazladan bir ton bombayı atanlar, niye atmışlardır?.. ABD Vietnam’da yenilmiştir… Ancak, süreçten son toplamda, bomba yapımcıları kârlı çıkmaktadırlar!..
    • Öyleyse, yenmek yenilmek hiç önemli değildir. İnsan hayatı ise, katiyen önemli değildir. Savaş; kârı en yüksek sanayiidir. Ayrıca kârlar, ne kadar kan dökülürse, o kadar yüksek olmaktadır…
    • Böyle bir bağlamda, bölgede, tam da birinci dünya savaşı zemininde olduğu gibi, emperyaller, kendi aralarında savaşmaktadırlar…
    • Şubat 2008’de, Silahlı Kuvvetlerimiz’in Kuzey Irak’a müdahalesi; ABD’ye karşı, PKK’yı güçlendirip, bölgede, güç sahibi olmak isteyen Batı Avrupa’nın, başta da pek muhtemelen Almanya’nın, geliştirmek istediği – ucu ne yazık ki, yine bize dokunduğu için, son toplamda kahraman ordumuz tarafından bertaraf edilmesi gerekmiş olan –  terörü yandan kaşıma gibi, çok tuhaf ve acımasız denklemleri, işaret emektedir.
    • Yeri gelmişken söyleyeyim:

     

    Birinci Dünya Savaşı (1914 – 1918) = Birinci Dünya Enerji Savaşı, olmaktadır.

     

    Çanakkale Savaşları (1915 – 1916) (bir boyutuyla olsun) Berlin – Bağdat Demiryolunun”, “Sirkeci – Haydarpaşa bağlantısı” kesilmek suretiyle, akamete uğratılmak istenmesi, anlamındadır.

     

    • Ermeni Çeteleri’nin, tam bu sırada, doğuda silahlandırılmalarını ise, Osmanlı kuvvetleri’ni Çanakkale savunmasında zayıflatmak üzere, Londra, Paris ve Moskova hariciyeleri’nin ve Genelkurmayları’nın, geliştirdiği olağan bir stratejisi saymamak için, kör olmak gerekir.
    • Söz konusu belgeler, hala daha kozmik gizlilik derecesi ile muhafaza ediliyor, olmalıdır.
    • Ayrıca, hem Çanakkale’ye yüklenilmek, hem de Anadolu’nun Doğusu karıştırılmak suretiyle, Osmanlı Kuvvetleri Ortadoğu’da, rahatlıkla etkisiz hale getirilmiştir.
    • Bu bağlamda Birinci Dünya Savaşı’nın (hiç bir yerde telafuz edilmeyen) üç temel stratejisi, gerçekleştirilmiştir:
    • Petrol bulunduran toprakları İstanbul’dan çöz.
    • Müslüman toplumları İstanbul’dan çöz.
    • Almanya’yı, Ortadoğu’dan kov.
    • Şimdilerde yeni kukla Osmanlı marifetiyle, ikinci adım geri alınmak istenmekte, müslüman toplumlar Ankara’ya bağlanmak suretiyle, kolaylıklı bir Orta Doğu yönetim modeli üzerinde çalışılmaktadır.

     

    ABD ve AB Arasında, “Nihai Egemenlik” Kavgası…

     

    Olgu:  Söz konusu gelişme, tıpkı işte örneğin, yakın geçmişe kadar fiili olarak var olan Fransa ile Almanya’nın düşmanlığıgibi, son toplamda, ABD ve AB arasında, nihai egemenlik kavgalarına yol açabilecek gibi, durmaktadır.

     

    Olgu:  O kadar böyledir ki… Nasıl ki, daha Birinci Dünya Savaşı, ana bir veçhesi itibariyle… önemi daha o zaman çoktan anlaşılmış olan Orta Doğu’ya uzanmada, Osmanlı devleti üzerinden, Almanya ile Fransa ve İngiltere’nin, Rusya destekli kapışmaları demek olarak, yorumlanmak, yerinde olacaksa, bugün Orta Doğu kaynaklarına dönük olarak, ABD ve AB, işte tam da, böyle saflaşmaktadırlar.

     

     

     

     

    Olgu:  Bu bağlamda, Birinci Dünya Savaşı, gerçekte, Birinci Dünya Enerji Savaşı’dır.

     

    Olgu:  Müttefikler bu çeçevede, Çanakkale’ye yüklenirken, bugüne kadar hiç telaffuz edilemyen bir açılım olarak, esas,Berlin – Bağdat Tren yolunu, makaslamak… Giderek, kendilerine katmak, istemektedirler. Bu bağlamda, hatırlansa yeridir:Haydarpaşa Garı, 1908’de, Almanlar tarafından, inşa edilmiştir.

     

    Olgu: Çanakkale Savaşları sürecinde, gündeme gelen Ermeni Meselesini bu çerçevede değerlendirmek, gerekir.

     

    Olgu: Batılılar açısından, maksat, hasıl olmuştur.

     

    Vurgulayalım:

     

    1)  Almanya bölgeden kovulmuştur.

    2)   Petrol bulunduran topraklar,  İstanbul’dan çözülmüştür.

    3)   Aynı bağlamda, müslüman topraklar İstanbul’dan çözülmüştür.

     

    Olgu: Günümüzde yaşanan hiç bir şey, bölgede, yüzyıl önce yaşananlardan, bağımsız sayılamaz…

     

    Olgu: Örneğin, bünyemizde yaşanan PKK olayını, iyice soyutlayarak, tek bir cümlede tasvir etmeye sıkışsak, denecek olan şudur; ABD ve AB, bilhassa da ABD ile Almanya, biraz da Fransa, ayrıca İngiltere’yi karşılarında bularak, PKK üzerinden,bizimle ve kendi aralarında, kıyasıya, kapışmışlardır.

     

    Olgu: Sözde müttefiklerimiz, bize helikopter verirken, PKK’yı, ayrıca pek mutemelen çift kaynaklı silahlarla, roketatarlar ve mayınlarla donatmışlardır. Bu noktada bilhassa, ABD’nin, bize karşı, eşyanın tabiatında olarak, ikilioynadığını ifade etmek, hiç abartılı sayılmamalıdır.

     

    Olgu: Bu tesbite “bir ve yalnızca bir cümle” daha ekleyecek olursak, o da şudur; ABD Orta Doğu’dan, Avrupa Birliği’nikovmuştur.

     

    Olgu: Avrupa Birliği’nin, “ABD’nin, Irak’a müdahalesine” karşı çıkması, esas bundandır; yoksa müdahalenin uluslararası tabandaki gayrı meşruiyeti, AB’nin müdahaleye muhalefetinde, bahanedir.

     

    Çekiç Güç ve Irak’tan Başlayarak, Kürt Devleti Tasavvuru: Artık Tasavvur Olmaktan Çıkmıştır. Fiiliyattadır.

     

    Olgu: Çekiç Güç’ün, “gayet dostane bir yaklaşımla PKK’yı sindirmek için tesis edildiğini” düşünenlerimiz çokça olsa da, bu fevkalâde ilginç konseptin, işte 1991’de, Güney Doğu sınırımıza yerleştirilmesi, daha o günlerden bugünlere dönük“derin bir planlamanın” ürünüdür.

     

    Bölgedeki “Mutasavver Kürt Devletini” de… Hiç kuşku yok, 1991’deki Körfez Savaşı da… Sonraki müdahaleler de… Son, 2003’teki, Irak çıkartması… Bütün bu olayların gerisinde “derin bir planlamanın” bulunduğunu, artık iyice belirginleşmiş olmalıdır.

     

    Olgu: “Planlamalar var demek”, “bunlar yüzde yüz başarıya ulaşacaktır”, demek tabii değildir. “Yer yer başarısızlıkla sonuçlanan planlar oluyor” demek ise, “Uzun vadeli planlar yapılmamakta” demek hiç değildir.

     

    Konuya bir parça daha ayrıntılı yaklaşmak, bizim açımızdan hayatidir.

     

    Dünya Güç Odaklarının İkili Ya Da Çoklu, Kendi Aralarındaki Çatışmaları,  Bir Biçimde, Ama Muhakkak Bölgemizde, Daha Da Özelde Ülkemiz Üzerinde, İzdüşümler Vermektedir.

     

    Olgu: Avrupa’da, “Fransa-İngiltere-Almanya” üçgeninin her üç kenarı da; bu üç ülke, AB çatısının temel direğini oluşturmakla birlikte, bilinen tarihi nedenlerle, keza, AB içinde son toplamda, kimin lider olarak öne çıkacağına ilişkin çekişmelerin meydan verdiği rüzgârlarla, hâlâ daha gerginlikler sergilemektedir.

     

    Olgu:  Diğer bir yandan ABD’nin, bu ülkelerden bilhassa Fransa ve Almaya ile, başta Avrupa üzerinde oluşan ticaret gerginlikleri, ortaya çıkmaktadır.

     

    Olgu:  Başka bir yandan, başta Japonya, öndeki uzak doğu üreticileri ile, Avrupa  devlerinin, öncelikle Avrupa üzerinde oluşan, ticaret gerginliklerinden söz etmek, yerinde olur.

     

    Olgu: Son olarak ise, ABD ile, yine başta Japonya, öndeki uzak doğu üreticilerinin, bilhassa Avrupa Pazarları üzerindeki rekabet çatışmaları, çözümlememizde anılmak yerinde olacaktır.

     

    Olgu: Bir defa bütün bu zıtlıkların, öyle ya da böyle, ülkemiz üzerindeki izdüşümlerini hissetmemek, mümkün görünmemektedir.

     

     

    Batı Dünyası, Orta Doğu ve Biz: Temel Teorem

     

    Öyleyse, ülkemize dönük hemen her çözümlemede, şu “temel teorem”, hatırlanmak yerinde olacaktr:

     

    Teorem:  Yerel özelliklerimiz saklı olarak, Japonya dahil, Batılılar’ın bilhassa “Avrupa Zemininde” yaşadıkları gerginliler ve çekişmeler, bölgemize ve bize, bire bir, örtülü örtüsüz, daha şiddetli ya da daha az şiddetli, ama muhakkak, yansımaktadır.

     

    İşte dediğimiz gibi, ilginç bir örnek, PKK olayıdır.

     

     

    Sonuç

     

    Türkiye; böyle bir gelişme sürecinde en önce topraklarında soyal adaletle, toplumsal barışı; zedelenemeyecek biçimde, tesis edebilmelidir. Sosyal adalet ve toplumsal barış, asla vazgeçemeyeceğimiz, en temel hedeflerimiz, olmalıdır.

     

    Bölgedeki her türlü güvenliğin, o arada enerji güvenliğinin baş koşulu budur.

     

    Globalleşme, bir boyutu itibariyle, ne yazık ki, devletler boyunda, hatta uluslararası, “örgütlü bir eşkiyalık” olarak karşımıza gelebilmektedir. Lamı cimi yok, bu savı ne yazık ki destekleyen gelişmeler ortada, hatta yanıbaşımızdadır.

     

    Türkiye, en çok kendi içindeki huzurdan, bu çerçevede kökleşecek ulusal dayanışmasından, destek alarak, Bölgemiz’e, keza dünya’ya, gerçekçi ve kişilikli bakabilmeli, ona göre davranabilmelidir.

     

    Bizim, bizden başka dayanağımız yoktur. Bu çerçevede Millilik Vasfımızı”, dünya ne kadar globalleşirse globalleşsin, güçlendirmemiz gereği, öne çıkmaktadır.

     

    Türkiye’nin, ABD ya da AB, ya da başkaca global bir güç odağından birini, bir diğerine yeğlemek için bir sebebi yoktur.

    Hepsine eşit mesafede durmamız, özellikle Cumhuriyet Tarihimiz’in pırıltılı sayfalarının bize öğrettiği bir düsturdur.

     

    Başka Bir Deyişle, Türkiye

     

    • Bugüne kadar, kendisine, sadece bir “ileri karakol”, bir “gözetleme ve dinleme mevkii”, bir “üs”, bir “zıplama platformu”, şimdilerde ise taşeron olarak bakmış bir ABD ile,
    • Kendisine hep ikircikli yaklaşmış bir AB’ye,
    • Keza, soğuk savaş yıllarında, ne yaşanmış olursa olsun, bugünkü Rusya Federasyonu’na,
    • O arada, irili ufaklı öteki odaklara, belli bir  “akılcılık”,  “kararlılık”  ve  “ahenk”  içinde, eşit uzaklıkta durmayı…
    • O arada bölgede ve dünya’da mazlumlarla dayanışma açılımları geliştirmeyi,  başarabilmelidir.

     

    Çünkü, antiemperyalizm ve bağımsızlık bizim karakterimizdir.

     

    Başka türlü davranmak, bize hiç yakışmıyor.

     

    Şu saydıklarımız, atla deve değildir…

     

    Ne ki, eğer sıralayageldiğimiz hedeflere ulaşabilirsek, işte esas o zaman jeostratejimizin doğasındaki kilit özelliklerin keyfini, öteki türlü olacağına oranla, daha çok çıkartabiliriz…

     

    Bu bölgede yerinden hiç bir biçimde kımıldatılamayacak, güçlü bir ülke oluruz…

     

    Hatrımızda, Bu Takdimden, Kısaca Ne Kalmalı:

     

    Enerjinin Görünmeyen Yüzü,

     

    • Siyaset,
    • Hatta kirli siyaset,
    • Hatta hatta, kanlı siyasettir.

     

    Pekiyi Görünenlerden…

     

    • Çekiç güç (1991)
    • Bitmeyen PKK olayı
    • Türkiye’de terörün 1980’e doğru, tırmandırılması
    • 1980’de, Irak’ın İran’a saldırtılması, giderek 1988’e kadar süren İran – Irak savaşı
    • Irak’ın işgali (2003), olayın bugünlere uzanan boyutları
    • Şimdilerdeki, ne olduğu hala daha tam belli olmayan demokratik açılım
    • Mutasavver kürt devleti
    • Ondan önce Afaganistan’ın bombalanması ve buraya yapılan çıkartma
    • Ermeni sorunu, diye, habire kaşınan sorun
    • İran’ın, nükleer faaliyeti bahanesiyle, devamlı taciz edilmesi
    • Sevgili Uğur Mumcu’nun cinayetinin, İran tarafından işletildiği, izlenimi  verilmek suretiyle, Türkiye ile İran’ın arasına girilmek istenmesi
    • Hatta, açık söyleyeyim, türban sorunu çerçevesinde, Türkiye’de, şekil zemininde olsun, sünnî koyuluklarınyerleştirilmesi suretiyle, Türkiye’nin Şii İran’la karşıtlaştırılmak istenmesine dönük, gayretler
    • Bugünlerde Türkiye’ye yerleştirlmek istenen, aslında, bayağı bir cemazi-ül evveli olan füze kalkanı projesi
    • Bundan önce Türk Silahlı Kuvvetleri’ne dönük sistemli olarak tırmandırılan tacizat

     

     

    Bütün Bunların, “Arka Yüzü” Nedir:

     

    “Enerji”!..

     

     

    Yeni Konfeksiyon Giysi

     

    • Bu çerçevede bölgeye o arada Türkiye’ye yeni bir elbise giydirilmek isteniyor olacaktır. Ya da o elbiseyi çoktan giymiş bulunmaktayızdır.
    • Buna göre:
    • Değerleri, kavramları, kurum ve kuralları, maalesef çoğunlukla ıskalanmışi bir demokrasi, hükümran olsa, bu, dış bir bakışla, memnuniyet kaynağı olur.
    • Partiler yasası, seçim yasası, buna göre dikilmelidir.
    • Vaziyet, yapay gündemlerle idare edilmelidir.
    • Uyduruk kıytırık televizyon programlarıyla, beyinler iğdiş edilmelidir.
    • Siyaset, üç bilemediniz dört, adam, milyonların önünde takoz gibi tutularak, kontrol altında bulundurulmalıdır.
    • Bu adamlar Dünya egemenlerine biat etmelidirler.
    • Bunların yönetimindeki iç siyaset ise, yalaka kültürüne irca olmalıdır.
    • Silahlı Kuvvetler, milli olmaktan çıkarılmalıdır. Bilhassa uluslararası sermayenin fedaisi olmalıdır.
    • İnanç, şekle indirilmelidir. Özünden uzaklaştırılmış  inanç olmalıdır. Fakir, zengin, sorgulanmamalıdır. Bu Allah’ın emridir çünkü, herkes kaderine razı olmalıdır. Fakirlik, Allah’ın Fakiri İmtihanı”dır. Böyle algılatılmalıdır. Komşun açken sen tok yatabilirsin. Fakire sadaka verirsin, olur biter…
    • Eğitim, anlamaya, düşünmeye, aydınlanmaya dayanmamalıdır. Ezberci olmalıdır. Efendilere maiyet memuru, tornalamalıdır.
    • Haa, tabii bir de yargı var…
    • İşte bu da, halledilmelidir. (Halledildi!..)
    • Adalet mülkün temelidir. Ama buradaki mülkbildiğimiz devlet değil, egemenin mülküdür! Adalet, onu korumak üzere biçimlenmelidir.
    • Son bir söz, Kürt devletine sempati ile bakan, Kürt kardeşlerimize demek isterim:

     

    –  Emperyalizmin Kucağında Milli Kurtuluş Savaşı Olmaz…

     

    Devam Edelim…

     

    “Liberal ekonomi”, “demokrasi”, “temel haklar ve özgürlükler” söylemi, içindeki şu saygıdeğer kavramlara rağmen, egemenlerin ağızlarında, riya ve lâf-ı güzaftır… Esas olan devletler katında “örgütlü kabadayılıktır ”.

     

     

    Bize Bu Bölgede Rahat Yok…

     

    Olsun…  İdmanlıyızdır…

     

    İsmet Paşa’nın Kurtuluş Savaşı sırasında, bir ara  dediği gibi:

     

    –   Soğukkanlılıkla, Mücadeleye Etmeye, Devam Ederiz!..

     

    Haa, bir de, Gazi’nin dediği gibi:

     

    – Geldikleri Gibi Giderler!..

     

     

     

     

    [*]  Durup duruken, Sultan Abdülmecit’in doğum gününü kutlamak… Abdülhamit İstibdadına karşı başkaldıranların, darbeci olduklarını, ileriye sürmek… Onlar’ı bugün, bir de istibdadın yanında durarak, darbeci” ilan edenleri ise, demokrat göstermek… Muhteşem Yüzyıl” gibi sıradan bir dizinin çeşitli  kesitlerine, “Ecdadımız küçük düşürülüyor!”, diye karşı, avazeler (üstelik dizi bilmem kaçıncı halkasına gelmişken), çıkarmak… Bütün bunlar, nereden çıktı acaba? (Tepkiler, Yeni Osmalıcılık Mmimarları’nın tepkileri  olup,  dışarıdan örgütlenmedi ise, doğrusu çok şaşırırım.)

     

    [†]    Bu olayın teknik olarak tek başına bizim içimizde vücut bulmuş şer odaklar tarafından başarılmayacağını, muhakkak dış yönlendirme ve destekle beslendiğini düşündüğümü, kaydetmeliyim. Bu konuda, keza yan konularda Meclis araştırması istenmelidir. Ne hazindir ki istenmemektedir!..

     

    [‡]   Söz konusu anlaşma, 2002’de ortaya gelmiş bir metindir. Bu metni Hümetimiz 2010’da imzalamıştır. Ama metin, Meclis Genel Kurulu’na getirilmemektedir; anlaşma bu yüzden, yasalaşamamaktadır. Yasallaşsa oysa, imzasız, çoğunlukla uyduruk olduğu ortaya çıkmış, bilişim verileri ve yalnızca bu veriler zemininde, bırakın özneleri yıllarca tutuklu bulundurmayı, giderek haklarında hüküm tesis etmeyi bir yana, bahse konu özneler hakkında tek bir “isnatta” dahi bulunmak mümkün olmayacaktır. Bu çerçevede, Ergenekon ve Balyoz davaları itibariyle  yıllardır tutuklu yargılanan pek çok güzel insanımız behemehal özgürlüklerine kavuşacaklardır.

     

  • Piyasaya ayar, doğaya yıkım geliyor!

    Piyasaya ayar, doğaya yıkım geliyor!

    Meclis Komsiyonu’nda kabul edilen Elektrik Piyasası Kanunu Tasarısı, Türkiye’de doğanın hukuka ve bilime aykırı yollarla talan edilmesinin önünü açıyor.

    akpcevre457468578

    TBMM Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu’nda kabul edilen ‘Elektrik Piyasası Kanunu Tasarısı’ ile artık Türkiye’nin hiçbir vadisinde ne hukuk işleyecek ne de bilimsel raporlar ve yargı kararları dikkate alınacak! Bu iddiaları gündeme getiren Derelerin Kardeşliği Platformu (DEKAP) Sözcüsü Ömer Şan, yasa tasarısıyla başta hidroelektrik santral (HES) ve termik santral projeleri için hiçbir şekilde durdurma kararı olmayacağını öne sürdü.

    Tasarının 25. sayfasında yer alan, ‘Kamu yararı ve Faaliyet durdurma’ başlığı altındaki ‘Geçici 14. madde’ ile artık lisans işlemlerinde hiçbir koşulda iptal durumu oluşmayacağını dile getiren Şan, konuyla ilgili yaptığı açıklamada, “daha önce çıkartılan madencilik yasasında olduğu gibi; Artvin Cerattepe ve Genya’daki ruhsat iptallerinin ardından, Bakanlığın, yargı kararlarına karşın aynı bölge için yeniden ruhsat ihalesi açmasında da yaşadığımız aynı yasal düzenlemelerin bir benzerini de burada görüyoruz” diye konuştu.

    Tasarı, lisans iptallerini ortadan kaldıracak
    Tasarı ile birlikte aynı zamanda söz konusu çalışmaları düzenleyen diğer yasa ve yönetmeliklerle çelişkili bir durumun ortaya çıktığını vurgulayan Şan, EPDK’nın yetki ve sorumluluklarını düzenleyen esasların da by-pass edildiği görüşünü savundu. Geçmişte üretim lisansı verilmiş olan firmaların, belirlenen sürede söz konusu projelerinde herhangi bir çalışma yapılmaması durumunda lisanslarının iptal edildiğini anımsatan Şan, tasarıya göre ise lisans iptalinin hiçbir şekilde gündeme gelmeyeceği gibi adeta süreklilik arz edecek bir konuma taşındığını kaydetti.

    Yaşam alanlarımız Bakanlığın inisiyatifine bırakılıyor
    Tasarı metninin kendi içindeki maddelerle de çeliştiğine işaret eden Şan, “ayrıca, onlarca yıldır uğruna mücadele ettiğimiz doğal yaşam alanlarımız, sularımız, derelerimiz, vadilerimiz, tarihi, kültürel ve sosyal değerlerimiz, koruma öncelikli doğal alanlarımız, endemik türlerimiz, dünyada eşi benzeri olmayan fauna ve floramız bir anlamda siyasi iktidarın eline, Bakanlığın inisiyatifine bırakılıyor. Bu asla ve kesinlikle kabul edilemeyecek, kabul edilmemesi gereken bir yaklaşımdır!” dedi.

    Ne anayasaya ne de demokrasiye uyuyor
    Bu güne kadar rant ve çıkar hesaplarıyla bu projeleri geliştirip dayatan siyasiler ve Bakanlıkların bu konuda nihai karar verici noktasına taşınmasının, ne Anayasa’ya, ne demokrasiye ve ne de yasalara, uluslararası anlaşmalara uygun olmadığını ileri süren Şan, tasarının diğer maddelerinde ise yine aynı Anayasaya aykırılıklar ve mevzuatlarla çelişkilerin yer aldığı görüşünü savundu.

    ‘Değerlerimizi rant hesaplarına teslim etmeyeceğiz
    Tasarının kabaca değerlendirilmesi halinde kesinlikle kamu yararı görülemeyeceğini ve açıkça enerji piyasasındaki yerli ve uluslararası sermaye şirketlerinin çıkar ve rant hesapları üzerindeki talepleri doğrultusunda düzenlemeler yapıldığının görüldüğünü öne süren Şan, açıklamasında şu görüşleri dile getirdi: “Öyle ki, tasarı bu haliyle ‘ısmarlama’ bir düzenleme gibi durmaktadır. Bu tasarının Komisyondan geçtiği bu şekliyle TBMM Genel Kurulundan geçmesi halinde artık ülkemizde ne hukukun üstünlüğüne, ne yargı bağımsızlığına, ne bilimsel çalışmalara ve ne de demokrasiye olan inanç kalmayacaktır! Bütün bunlara karşın bizler hiçbir koşulda mücadelemizden ödün vermeden, Anayasal, demokratik ve yasal haklarımızı kullanarak, hukukun üstünlüğüne, yargının bağımsızlığına, aklın ve bilimin vazgeçilmezliğine olan inancımızla çalışmalarımızı sürdüreceğiz ve uğruna mücadele ettiğimiz değerlerimizi emperyalizmin bu dayatmacı rant hesaplarına teslim etmeyeceğiz.”

    Avukat Okumuşoğlu: ‘Mahkemelerin yetkisi sınırlanacak’
    DEKAP’ın gönüllü avukatlarından Yakup Şekip Okumuşoğlu ise tasarıyla ilgili yaptığı değerlendirmede, geçici 14. maddenin yasalaşması durumunda mahkemelerin ‘yürütmeyi durdurma’ yetkileri sınırlandığından yatırımcının sahada ‘yürütmeyi durdurma’ kararı çıkana kadar yapabileceği azami çalışmayı yapmaya gayret edeceğini, sonrada bu yaptığı çalışmaların artık geri dönülemez bir noktaya geldiğini iddia edecek, lisansı iptal edilmiş olsa bile kendisine yeniden üretim lisansı alabileceğini dile getirdi.

    Mahkeme kararları hiçe sayılacak
    Yatırımcının, ‘yürütmeyi durdurma kararı’ olmadığından sahada çalışmalarını başlattığını ve 7-8 ay içinde de inşaat çalışmalarının yarıya yakınını bitirdiğine değinen Okumuşoğlu, HES inşaatları için genellikle 2 yıl öngörüldüğünü belirterek “Bu dönem içinde sahada doğaya verilebilecek zararların tümü verilmektedir. Bu aşamadan sonra alınan bir ‘yürütmeyi durdurma’ yada ‘iptal kararı’ sonrasında genel olarak ‘lisans iptal’ davaları gündeme gelebilmektedir. Bu uygulama, İdari Yargılama Usul Yasasındaki ‘yürütmeyi durdurma müessesindeki’ değişikliklerden başlayarak, mahkeme kararlarını etkisizleştirme, en son bu tasarı yasalaşırsa açıkça mahkeme kararlarını hiçe sayma, arkasından dolanma, anlamına gelmektedir” değerlendirmesinde bulundu.

    ‘Hak arama hürriyeti kısıtlanıyor’
    Benzer bir uygulama Maden Kanunu’nun 30. Maddesinde de düzenlendiğini kaydeden Okumuşoğlu, yargının bu değişikliklerle etkisiz kaldığınının altını çizerek, “hukuk devleti anlayışına ters düşen bu tür düzenlemeler ile yurttaşların hak arama hürriyetleri kısıtlanmış, etkili hukuk yolları kapatılmış, hukuk devletinin üç sacayağından biri olan yargı, kararlarının etkisizleşmesi ile kendisine yüklenen işlevi yerine getiremez hale gelmiş olacaktır. Bu değişiklikler demokratik toplum düzeninin temellerine aykırı olduğundan Anayasamıza da aykırıdır” dedi.

    Yusuf Yavuz

  • İşte Suriye karşıtı koalisyon: “Tayyip Erdoğan, temsilcisini gizlice Tel-Aviv’e gönderdi.

    İşte Suriye karşıtı koalisyon: “Tayyip Erdoğan, temsilcisini gizlice Tel-Aviv’e gönderdi.

     

     

     

     



    İsrail, Türkiye, Amerika, Fransa, İngiltere, Suudi Arabistan, İtalya, Katar
    İsrail Kanal 10 Televizyonu açıkladı: - SURIYE

    Karikatür: İranlı çizer Abbas Gudarzi
    Nesimi Uluslararası Haber Ajansı

    18 Haziran 2012 Pazartesi

     

     

     

    Anadolu Ajansı muhabiri Bedriye Ateş Şimşek’in haberi:

     

    İsrail Başbakanı Netanyahu:
    “Suriye’de devam eden Esad şiddeti zulümdür.
    İsrail karşıtları, Suriye’deki Beşşar Esad yönetiminin zulmüne destek oluyorlar.
    Suriye’deki katliamı Suriye hükümeti tek başına yapmıyor, bunda İran ve Hizbullah’ın yardımı var.
    Dünya şer eksenini tanımalı: İran, Suriye ve Hizbullah
    ******
    İsrail Başbakan Yardımcısı Mofaz:
    “Suriye’de insanlığa karşı suç işleniyor, soykırım yapılıyor”
    ******
    İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Perez:
    “Uluslararası toplum Suriye ile ilgili olarak gerekeni yapmıyor,
    acilen müdahale edilmeli”

     


    ******
    Tayyip Erdoğan:
    “Zulme sessiz kalmak, zulme rıza göstermek zulümdür. Zalimlerin yanında yer almak da aynen onlar gibi zalim olmaktır. Bunlara sessiz kalamazdık”
    ******
    (Arslan Bulut    )
    Belki de İsrail Tayyip Bey’in yanında yer alıyordur. “Büyük Devlet” değil miyiz? :))))
    ******

    İsrail Kanal 10 Televizyonu açıkladı:

     

     

    “Tayyip Erdoğan, temsilcisini gizlice Tel-Aviv’e gönderdi.

     

    Bölgesel ilişkileri görüşmek için gelen temsilci, Başbakan Netenyahu ile görüştü.”

     

     


     

    ******
    ABD Dışişleri Bakanı Bayan Clinton ve İsrail Cumhurbaşkanı Peres, ABD’deki Brookings Enstitüsü’nde birlikte konuşma yaptılar.
    Clinton şöyle dedi:
    “Suriye ordusu son iki gün içinde Halep çevresine yığınak yaptı.
    Bu durum, Türkiye’nin stratejik ve ulusal çıkarları açısından bir kırmızı çizgi olabilir”
    Bayan Clinton devamla:
    “Dış politikada birinci önceliğim her zaman İsrail’i korumak olacaktır”
    Böylece, Türkiye’nin Suriye karşısında duruşu, İsrail Cumhurbaşkanı tarafından zımnen onaylanmış oldu.
    Dışarıya karşı “van minıt” gösterisi, Suriye’ye karşı el altından birlik.
    Türkiye’nin dış politikasının Amerika tarafından belirlendiğini de bütün dünya bir kere daha öğrenmiş oldu.
    E, “Büyük Devlet” dediğin böyle olur. Siyasetleri ABD devlet tarafında belirlenen ülkelere “Büyük Devlet” denir.
    Bayan Clinton, Suriye konusundaki tutumlarının “İsrail’i korumak” amaçlı olduğunu da böylece bir kez daha açıklamış oldu.
    Bu durumda, Tayyip Bey’in tutumu da aynıdır.
    Dışarıya karşı “van minıt” gösterisi, el altından “İsrail’i koruma” amaçlı Suriye siyaseti.
    ******
    İngiliz Channel 4 haber kanalında görevli gazeteci Alex Thomson:
    “Muhalifler, Suriye ordusu vursun diye bilerek bize tuzak kurdular.
    Çünkü ölü gazeteciler Şam için kötü bir şey”
    Suriye’de devlet güçlerinin yaptığı katliamlar olarak gösterilen olayların arkasında yatan zihniyet budur. Önce silahlandırdıkları muhaliflere Suriye’de katliam yaptırıyor, sonra da dünyayı ayağa kaldırıyorlar. Türk Milleti, tarihin hiçbir döneminde kimseye böyle kalleşlik yapmamıştır. Bu kumpasın içinde yer alanlar, Türk sözünden rahatsız oluyor; Türk olmadıklarını söylüyor ve Türkiye’yi de Türk devleti olmaktan çıkarmaya çalışıyor zaten..
    ******
    İngiliz Independent gazetesi İstanbul muhabiri Justin Vela’nın özel haberi:
    “Körfez ülkeleri, Ankara’nın bilgisi dahilinde, Türkiye üzerinden Suriyeli muhalifleri silahlandırıyor. 3 hafta önce Suudi Arabistan ve Katar’dan Özgür Suriye Ordusu’na Kalaşnikof, makineli tüfek, el bombası ve tanksavar silah teslimatı yapıldı. Özgür Suriye Ordusu’na bağlı bir asker “Türkiye hükümeti silahlanmamıza yardım etti” dedi.”
    Amerikan New York Times gazetesi:
    “Suriye Ulusal Konseyi, kısa bir süre önce Suudi Arabistan ve Katar’ın finansal desteği ile Türkiye’den tanksavar füzeleri aldıklarını açıkladı”
    ******
    Londra’da Arapça yayımlanan El Kuds el-Arabi gazetesi:
    “Mısır ve Suriye’deki İhvanı Müslimin örgütü ve sivil toplum kuruluşları için ABD 1.1 milyar dolar kaynak ayırdı ve bu örgütleri kullanarak Arap ülkelerinde darbeler hazırladı. Bu bilgilerle ilgili haberler USA News’de yayımlandı”
    ******
    Katar’da yayımlanan Al-Şark gazetesi:
    “30 Nisan-1 Mayıs 2005 günlerinde, Topkapı’daki Eresin Otel’de düzenlenen “Uluslararası İslam Dünyası Sivil Toplum Örgütleri Toplantısı”, “Büyük Ortadoğu Projesi” kapsamında yapılmıştı.”
    ******
    İşte Suriye karşıtı koalisyon:
    İsrail, Türkiye, Amerika, Fransa, İngiltere, Suudi Arabistan, İtalya, Katar

     

    Karikatür: İranlı çizer Abbas Gudarzi
    Nesimi Uluslararası Haber Ajansı
    ******
  • Çin’in uyanıklığına bakın

    Çin’in uyanıklığına bakın

    Güney Kıbrıs’a son haftalarda sık sık ziyarette bulunan Çinlilerin niyeti belli oldu

    "China National Offshore Oil Corporation" (CNOOC) adlı bir Çin şirketinin, Akdeniz'deki çalışmalar sonucunda çıkarılacak olan doğal gazı karaya taşıyacak boru inşaatına ve doğal gazın sıvılaştırılması için yapılacak çalışmalara talip olduğu belirtildi. - cinin uyanikligina bakin“China National Offshore Oil Corporation” (CNOOC) adlı bir Çin şirketinin, Akdeniz’deki çalışmalar sonucunda çıkarılacak olan doğal gazı karaya taşıyacak boru inşaatına ve doğal gazın sıvılaştırılması için yapılacak çalışmalara talip olduğu belirtildi.

    Rum Yönetimi’ne Cuma günü, Güney Kıbrıs’ın sözde “Münhasır Ekonomik Bölgesi”nde (MEB) bulunan hidrokarbon yataklarından faydalanmaya ve Noble Energy ile Delek şirketlerini satın almaya yönelik bir öneri sunduğu bildirildi.

    ÖNERİLERİNİ SUNDULAR

    Rum Politis gazetesinin “Çinliler 12. Parseli İstiyor” başlığıyla manşetten aktardığı haberinde, şirketin başkan yardımcısı himayesindeki bir heyetin, Rum İçişleri Bakanı Neoklis Silikiotis, Ticaret, Sanayi ve Turizm Bakanı Praksula Andoniadu ve diğer yetkililerden oluşan doğalgazla ilgili Bakanlar Komitesi’ne doğalgaz ile ilgili bir öneri sunduğu aktarıldı. Bu öneride 12. parseldeki doğalgazın işlenmesi sürecine doğrudan ve esaslı bir şekilde müdahil olmayı istedikleri ifade edildi. Bunun yanı sıra Çinlilerin, Noble Energy ile Delek şirketlerini de almak istedikleri öne sürüldü.

    Öte yandan gazete, edindiği bilgilere dayanarak, şirketin ilgisinin yalnızca sıvılaştırma terminali inşasına veya doğal gazın karaya taşıyacak boru hattı inşa edilmesine yatırım yapmakla sınırlı olmadığını yazdı.Yine aynı gazete devamla Çinli şirketin özde, doğal gazın sıvılaştırılması ile ihracı konusundaki “kilit oyuncu” olmak istediğini kaydetti.

    www.haberalsak.com, 04 Mart 2012