Etiket: Dış Politika

  • Biden’in Çantasında Ne Var (1/2)

    Biden’in Çantasında Ne Var (1/2)

    ABD Başkan Yardımcısı, tam adı ile “Joseph Robinette Biden”in çantası boş mu, dolu mu açıp bakmadım ama kafasında neler olabileceğini tahmin edebilirim. Daha doğrusu neler olduğunu.

    Joe Biden’i tanıyorsanız, geçmişini biliyorsanız, ABD Senatosunda kimler için çalıştığını, hangi ülkenin lobiciliğini yaptığını ve hangi ülkeyi kayıtsız şartsız desteklediğini biliyorsanız niye geldiğini de kolayca tahmin edebilirsiniz.

    Ayağının tozu ile uçağından daha inerken merdivenin son basamağında “ABD adada bir tek yasal devlet tanıyor o da Kıbrıs Cumhuriyeti”dir demesi boşuna değil. Niye boşuna olmadığını da ilerleyen satırlarda çok daha iyi göreceksiniz.

    Gerçekte Biden yalan söylüyor. Tanıdıkları bir başka devlet daha var adada, “Akrotiri Devleti.” Kendi elleri ile 1960 yılında kurdukları Akrotiri devletini, ne vakit Ortadoğu’da bir sorun olsa tepe tepe kullanıyorlar. Hangarlarında nükleer silahtan tutun da, en gelişmiş casus uçaklara kadar her tür silah var.

    Joe Biden, 20 Temmuz 1974 Mutlu Barış Harekatından sonra 1975 yılında ABD’nin Türkiye’ye haksızca ve kalleşçe uyguladığı silah ambargosunun mimarlarından ve can siperane destekleyicilerinden birisi. John Brademas, Paul Sarbanes, Thomas Eagleton, Benjamin Rosenthal ve Joseph Biden 1975 yılında yaptıkları çalışma ve öneriyle ABD’nin Türkiye’ye ambargo uygulamasını sağlamışlardı.

    Joe Biden ABD Senatosuna girdiği 1973 yılından itibaren kendini Temsilciler Meclisi ve Senato’da o dönemde yavaş yavaş politikacılardan oluşmakta olan Yunan lobisinin içinde buldu ve o günden sonra da Yunanistan’ı destekleyen bu lobinin veya “Yunanistan’ı kayıtsız şartsız destekleyen politikacılar grubunun” önde gelen ismi oldu. Ege sorunu, Patrikhane ve Ruhban okulunun açılması konusunda hep Yunanistan’ı destekledi. Türkiye ve Yunanistan arasında ABD’nin yapay ve dengesiz olarak oluşturduğu 7/10 oranında silah satışının da baş mimarıdır.

    Amerikan Kongresinin 5 Şubat 1975’te Türkiye’ye karşı uygulanmak üzere aldığı silah ambargosu, Türkiye’nin kararlı tutumu nedeni ile çok uzun ömürlü olmadı. Türkiye, ambargo kararının hemen ardından 25 Temmuz 1975 tarihinde ABD’ye verdiği nota ile 1969 tarihli Türkiye-ABD Savunma İşbirliği Anlaşması’nı askıya aldığını ve Türkiye sınırları içindeki tüm ABD üs ve tesislerini millileştirdiğini açıklayınca, ABD geri adım atmak zorunda kaldı ve yüzkarası silah ambargosu, Başkan Jimmy Carter’in girişimleri sonucu 1978’de kaldırıldı.

    1974 Barış harekatından hemen sonra Türkiye’ye ambargo uygulayan ABD, 1963-1974 yılları arasında Kıbrıslı Türkler soykırıma uğratılırken, yollardan tarlalardan Rumlar tarafından toplanıp öldürülürken ağzını açmamış, müdahale etmemiş ve Yunanistan ile Kıbrıslı Rumları uyarmamıştı ama Barış Harekatından hemen sonra da Rumlara 400 milyon Dolarlık yardım yapmış, Türklere de silah ambargosu uygulamıştı. Bu tavrın arkasında kimlerin bulunduğunu yazmama gerek yok. Yukarıdaki isimler zaten yeterli, kimlerin nasıl bu kararı aldığı ile ilgili olarak.

    Amerika’nın 1975 yılında Türkiye’ye uyguladığı silah ambargosu ne ilkti ne de sonuncu oldu. Tarihimiz ABD’nin Türklere karşı taraflı tutumu ve silah ambargoları ile dolu.

    1912 yılında yer alan Osmanlı Devleti ile İtalya arasındaki Trablus savaşında, ABD Osmanlı Devletine silah ambargosu uygulamış ve elde yeterli silah olmaması nedeni ile de bu savaş kaybedilmişti. Barış görüşmesi İsviçre”nin Ouchy kentinde yapılmış ve Trablus İtalyanlara bırakılmıştı. ABD’den gerekli silahları alınabilseydi, savaşın sonucu farklı olacaktı ama kasten yendirildik….. (Devam Edecek)

    Ata ATUN
    e-mail: ata@kk.tc

    23 Mayıs 2014

  • ABD’nin 2. Adamının Kıbrıs Ziyareti

    ABD’nin 2. Adamının Kıbrıs Ziyareti

    Rumların, Kıbrıslı Türklere hiç bir hak tanımak gibi niyetlerinin olmadığı her ortamda ve yeni gelişmede ortaya çıkıyor.

    Bizler, çocuklarımız ve onlardan sonra gelecek olan nesil bunlarla nasıl bir ortak devlet kurup mutlu ve mesut yaşayacağız çok merak ediyorum gerçekten. Her fırsatta bizi baskı altına almaya çalışan, her tür haktan mahrum etmek isteyen bir zihniyet, ortak devlet kurunca sihirli bir değnek dokunmuşçasına değişerek bizi mi kucaklayacak? Pek aklım yatmıyor bu işe.
    Çocuklarını Küçük Asya Felaketi hikayeleriyle büyütüp, Türk askerinin adayı işgal ve istila ettiği yalanlarıyla hiç durmadan zehirleyen bir zihniyetin bunları bir çırpıda değiştirebileceğine ise hiç inanmıyorum.

    Sanki de 15 Mayıs 1919’da kendilerine biz dedik ‘gelin Anadolu’ya çıkın, her yeri yakıp yıkın, sonra da kuyruğunuz iki bacağınızın arasında ordunuzun yüzde seksenini Anadolu topraklarına gömerek geri dönün ve arkasından da Küçük Asya Felaketi diye ağlayın’ diye…
    Ne İstanbul’un fethini -aradan 561 yıl geçmesine rağmen- hazmedebilmiş değiller, ne de arkalarına bile bakamadan İzmir’den kaçışlarını. Şimdi buna bir de 1974 yılında Türk ordusu tarafından kendilerine ve anavatanları Yunanistan’a atılan hiç beklemedikleri şamarı eklediler.

    Bu aralarda yoğun bir şekilde Mutlu Barış Harekatının gerçekleştiği günlerde, özellikle de 15 Temmuz-21 Temmuz 1974 tarihleri arasında Yunanistan ve Türkiye’de Bakanlar Kurulu ve meclisler seviyesinde yaşananları araştırıyorum.

    Özellikle 19 Temmuz Cuma günü Yunanistan’da Cuntayı yöneten Albayların konuşmalarını ve davranışlarını okuyunca gülsem mi ağlasam mı bir türlü karar veremedim. ABD’nin daha harekat başlamadan, Yunanistan ile Türkiye’nin arasını bulmak için bölgeye gönderdiği arabulucu Sisco, Cunta üyesi Albaylardan biri ile konuşmaya hazırlanırken, Atina radyosu “Bir günde Costantinople’dayız” anonsunu yapmaktaymış.

    Sisco’nun bilahare anlattıklarına göre de, Askerî polis şefi ve Cuntanın kuvvetli adamı Yoannides’e, Ecevit’ten getirdiği barış koşullarını elden verince, Yuannides sinirlenmiş ve “Merak edecek bir şey yok. Türkler birkaç yılda bir böyle denize açılırlar ve Akdeniz havası alıp geri dönerler. Bir de Atina’yı isteselerdi bari, o kadar kendilerine güveniyorlarsa çıkartma yapsınlar” diyerek Sisco’yu nazikane bir şekilde huzurdan postalamış. Bu denli megaloman Yunanlılar ve Rumlar…
    Dün, Rum lider Anatasiadis’in ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’in adaya gelecek olmasıyla ilgili açıklamasına göz atınca aklıma Yuannidis’in 1974 Barış Harekatı’ndan bir gün önceki tavrı ve sözleri geldi.

    Rum basınına göre Lefkoşa yani Anastasiadis, Washington’u Biden’in ziyareti ile ilgili uyarmış.
    Rumlara göre Biden, Cumhurbaşkanı Eroğlu’nu görmesinmiş. İllaki görecekse de Eroğlu’nun makamında değil “gubbezçi”de (köftecide) görüşsünmüş. Anastasiadis’e göre Hükümeti, sahte devlet diye tanımladıkları KKTC’nin herhangi bir şekilde yükseltilmesine müsaade etmeyecekmiş. Ve de eğer ABD buna tevessül ederseymiş, Kıbrıs Rum tarafının davranışı da buna göre olacakmış ve ABD’ye haddini bildirecekmiş.

    İçimden bu açıklamayı alıp, doğru Kantara’ya gidip benim çocukluk arkadaşlarım olan keçilere okuyup, nasıl katıla katıla güleceklerini görmek geldi.

    ABD’ye haddini bildirecekmiş!!!.
    Nasıl bir megalomanilik ise bu…
    Bize de, bu aklı üç beş karış havada insanlarla ortak devlet kurun diyorlar. Ya Rumları daha tanımamışlar, ya da uçsuz bucaksız bir hayal dünyası içinde yüzüyorlar…

    Ata ATUN
    e-mail: ata@kk.tc

    21 Mayıs 2014

  • AB’nin Aracılığı Kabul Edilemez

    AB’nin Aracılığı Kabul Edilemez

    Bugünlerde birçok farklı kesim ağızbirliği etmişçesine, Kıbrıs’ta görüşmelerin yeni bir açmaza doğru gittiğini dile getiriyor.

    Rumların niyeti yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı.
    BM’nin son 50 yılda oluşturduğu parametrelerin dışına çıkarak, değiştirmek ve Kıbrıs müzakerelerini yeni bir kulvara sokmak.

    Bu çabalarından birincisini Maraş konusu oluşturuyor.
    Maraş’ın Güven yaratıcı Önlemler başlığı altında iade edilmesini ortaya attılar ve her platforma da taşımaya çalışıyorlar. Dün Rum basınını gözden geçirirken büyük bir şaşkınlıkla “Mağusa halkının büyük çoğunluğu Maraş’ın iade edilmesini istiyor” cümlesini okudum. “Mağusa İnisiyatifi” adlı, kıymeti kendinden menkul bir grubun sözlerini anlaşılan Rumlar ciddiye almışlar. Bir Mağusalı olarak şunu söyleyebilirim; Mağusa halkının büyük çoğunluğu, müzakereler bitmeden ve bütünlüklü çözüm aşamasına gelinmeden Maraş’ın iadesinin konuşulmasını bile istemiyor.

    “Mağusa İnisiyatifi” adlı grup, kendi kendine fikirler oluşturup, kendi çevresi içinde sorular sorup, yanıtlar alınca kendilerinin Mağusa’nın çoğunluğunu oluşturduğunu zannetmişler herhalde. Buyursunlar biraz da kendilerinden olmayan ve kendi partilerini desteklemeyen sessiz çoğunlukla görüşsünler… Anlarlar o vakit, Mağusa halkı Maraş’ın iadesini mi istiyor, yoksa müzakerelerde son koz olarak elde tutulmasını mı…

    Tabii Rumların bu konuda stratejik bir hata yaptığını söylememe gerek yok.
    Bir kere, uluslararası ilişkilerin literatüründe “vermeden almak” diye bir kavram yok. Nitekim Türkiye Dışişleri Bakanı Davutoğlu dün KKTC’ye yaptığı ziyarette konuya değindi ve “Karşılığının ne olduğu açıklanırsa Rumların bu istemini değerlendiririz” mealinde bir cümle kullandı açıklamalarının içinde. Bu karşılığın Türklere “Hayır” dedirtmeyecek ve bütünlüklü çözümün dışında değerlendirmeye yöneltecek bir değerde olması gerekmekte bu aşamada.

    Rumlar açıkgöz tüccar misali hiç bir şey vermeden Maraş’ın “Güven yaratıcı Önlemler” kavramı altında iadesini istediler ilk başta. Ercan’ın uluslararası uçuşlara açılmasını kabul etmeyeceksin, Kıbrıslı Türklerin dünya ile temasının olmasını istemeyeceksin, ambargoların kaldırılmasına izin vermeyeceksin, AB ve dünya ile direkt ticaret yapmasını kısıtlayacaksın, her tür sportif, akademik ve ekonomik faaliyette bulunmasına mani olacaksın ve sonra da utanmadan hiç bir şey vermeden Maraş’ı isteyeceksin. Neyse ki ne Türkiye’de, ne de KKTC’de böylesi bir tuzağa düşecek siyasiler yok.

    Rumların ikinci çabası da AB’nin müzakerelere taraf olmasını sağlamak ve müzakere zemini BM’nin altından çekerek AB’ye kaydırmak.
    Müzakerelerin BM çatısı altından çıkarılması ve AB’in inisiyatifi altında devam etmesi için elden gelen her girişimi yapıyor Rumlar.

    Kendileri Avrupa Birliği’nin üyesi oldukları için, ilk adımları müzakereleri AB zeminine kaydırmak sonra da veto haklarını kullanarak, Kıbrıslı Türklere haklar verilmesini isteyebilecek her ülkeye şantaj yaparak, müzakereleri kendi istekleri doğrultusunda sürdürmek ve adanın tek hakimi olma planlarını hayata geçirmek.

    Kendilerine karşı çıkacak üye devletlerin başka konulardaki istek ve taleplerine mani olarak kendilerini desteklemeleri sağlamayı hedefliyorlar eğer müzakereleri AB’nin çatısı altına çekebilirlerse.

    Türk halkı olarak biz bu filmi hem Yunanistan’ın bağımsızlığını kazanması döneminde, hem de Girit’in Avrupa ülkelerinin ortak idaresi altında Osmanlı Devletinden koparılarak Yunanistan’a hediye edilmesi aşamasında seyretmiştik.

    Bu senaryolar artık bayatladı, üstelik Türkiye Avrupa’nın hasta adamı değil. Tam tersine Avrupa günümüzde, dünyanın hasta adamı konumuna düşmüş durumda.

    Ata ATUN
    e-mail: ata@kk.tc

    19 Mayıs 2014

  • Kıbrıs Sorunu Şöyle veya Böyle Çözülecek

    Kıbrıs Sorunu Şöyle veya Böyle Çözülecek

    Atun: “Kıbrıs sorunu şöyle veya böyle çözülecek”

    Prof. Dr. Ata ATUN - ASAM Enerji Konferansı
    Prof. Dr. Ata ATUN – ASAM Enerji Konferansı
    Cumhurbaşkanlığı Danışma Kurulu Üyesi , Türkiye’nin önde gelen Kültür ve Bilim Kuruluşu olan “Avrasya Bir Vakfı”ın Strateji konularında çalışmalar yapan ASAM’ın (Avrasya Stratejik Araştırma Merkezi) İstanbul merkez binası Konferans ve Kültür salonunda düzenlediği “Akdeniz’de Bulunan Enerji Kaynaklarının Bölge Politikalarına Etkileri” konferansında tek konuşmacı olarak yaptığı konuşmada, Kıbrıs sorunu müzakerelerinin yeniden ivme kazanmasında doğalgazın rolüne değindi. 21. yüzyılın başında Doğu Akdeniz Bölgesinde keşfedilen hidrokarbon yataklarının, 50 yıldır süren Kıbrıs sorununun çözümüne yeni bir perspektif getirdiğini ifade eden Atun, soğuk savaş döneminde Doğu Akdeniz Bölgesinde Batı blokunun ve NATO’nun çıkarları ile bunun karşıtı olan Demir Perde bloku ve Varşova Paktı’nın çıkarlarının, 21. yüzyılda değişim gösterdiğini söyledi. Kıbrıs’ta ivedi çözüm ve tedbirin, İsrail ve sözde Kıbrıs Rum doğalgazının en kısa zamanda AB’ye ulaştırılmasında yattığını dile getiren Atun, “Kıbrıs sorunu şu veya bu şekilde çözülecek” dedi.

    Demir Perde ülkelerinin dağılmasının, Varşova Paktı’nın son bulmasının, ABD’nin tek kutup haline gelmesinin, Şanghay İşbirliği Örgütü’nün kurulmasının ve Rusya’nın, Çin’in desteği ile tekrar süper güç haline dönüşmesinin bölgedeki dengeleri altüst ettiğini kaydeden Atun sözlerini şöyle sürdürdü:

    İSRAİL-TÜRKİYE İLİŞKİLERİ

    “Geçen ay içinde İsrail hükümeti Türkiye Cumhuriyeti hükümetine, Mavi Marmara olayında İsrailli komandolar tarafından savunmasız ve silahsız insanların haksızca öldürülmesi konusunda tazminat ödemeyi kabul ettiğini içeren bir mutabakat notu gönderdi.
    Bu gelişme perdenin önünde duran, pembe renkli ve ümit verici bir süreç. Perde arkası ise farklı. Perdenin arkasında İsrail’in en ucuz maliyetle AB’nin gaz pazarına ulaşmak isteği, 1948 yılından beri maruz kaldığı bölgesel tehditler, sırası ile 1948, 1956, 1967 ve 1973 yıllarında ölümüne savaştığı Mısır ve Suriye’nin Rusya Federasyonu saflarında yer alması ve bölgede potansiyel olarak dostluk kurabileceği yegane ülkenin Türkiye olması. Avrupa Birliği, Doğu Akdeniz’de Kıbrıs ile Mısır arasında yer alan Leviathan, Tamar ve Afrodit bölgelerinden çıkartılacak doğalgaza Kırım krizinden sonra eskisinden çok daha fazla gereksinimi var.

    “KIBRIS SORUNU ŞÖYLE VEYA BÖYLE ÇÖZÜLECEK”

    Kıbrıs’ta ivedi çözüm ve tedbir, İsrail ve sözde Kıbrıs Rum doğalgazının en kısa zamanda AB’ye ulaştırılmasında yatıyor. Düşünülen ivedi çözümün birinci adımı: Kıbrıs konusu şöyle veya böyle çözülecek. İkinci adım: Doğalgaz Türkiye üzerinden borularla AB’ye taşınacak.
    Üçüncü adım: Türkiye ve İsrail tekrar ve bir daha bozulmamak üzere müttefik hale getirilecek…”

    “UKRAYNA VE KIBRIS BENZERLİĞİ…”

    Atun, uluslararası politikada, güçlü devletlerin, hak hukuk çerçevesinde değil, kendi çıkarları doğrultusunda masaya koydukları kuralların, insan, ülke, millet, kavim, ırk, demokrasi, özgürlük ve dokunulmazlık haklarına uysa da uymasa da geçerli olduğunu, bu kurallara itiraz edenin de bir şekilde pasifize edildiğini belirterek, şunları söyledi: “Kırım Özerk Cumhuriyeti Parlamentosu’nun aldığı Rusya’ya ilhak kararı ve 16 Mart günü yapılan referandum sonrasında Kırım halkının onayı ile Kırım resmen Rusya’ Federasyonuna ilhak olmuş durumda. 21. yüzyılın başında “Uluslararası Politika Uygulamaları”na yeni bir kavram ve eylem girmiş oldu bu şekilde. Kırım’ın Rusya’ya ilhak etmesi, Kıbrıs Türkleri için de Türkiye’ye ilhak kapılarını yasal yollardan açmış durumdadır.

    RUSYA’NIN DOĞU AKDENİZ’E OLAN İLGİSİ

    Rusya, eski Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) bağlarını kullanarak Kafkasya üzerinden Orta Doğu’ya ve Akdeniz’e inmeye hazırlanıyor artık. Petrolün ve doğalgazın Doğu Akdeniz’deki varlığı bölgenin stratejik önemini bayağı arttırdı. 21. Yüzyılda bölgede ve küresel olarak dünyada, ekonomik ve politik dengeler değişiklik göstermeye başlayınca, Rusya tekrardan bölgeye inme girişimlerini başlattı. Suriye’de Beşar Esad yönetiminin devrilmemesinin nedeni de bu. Rusya’nın bölgeden kopmak istememesi. Şimdi bu istek havuzuna İran ve Çin de dâhil oldu. Rusya, Akdeniz’e yönelik askeri varlığını arttırma girişiminin ilk adımını Ermenistan’da attı ve Ermenistan’daki askeri üslerini modernize ederek ve güncel gereksinimlere karşılık verebilecek düzeye getirdi. Doğu Akdeniz’de de Suriye’nin Tartus talepleri var.

    “RUM YÖNETİMİNİN HAYALLERİNİ SUYA DÜŞÜRDÜ”

    Rumların kendi kendilerine ilan ettikleri toplamı 12 parsel olan Münhasır Ekonomik Bölgeleri var. Afrodit parselinde araştırma, sondaj ve çıkarma hakları olan Noble Energy Company ve ortakları İsrail kökenli Delek Drilling ve Avner Oil’in elinde ve bu konsorsiyumun yaptığı açıklamalar ekonomik açıdan çok tatmin edici değil. İsrail kendi doğalgazını Kıbrıs üzerinden dünyaya pazarlamak stratejisini değiştirdi ve Kıbrıs Rum Yönetimi’nin bölgenin enerji musluğu olmak ve dünya gaz piyasasında önemli bir oyuncu haline gelmek hayallerini suya düşürdü.

    “İSRAİL GAZINI TÜRKİYE ÜZERİNDEN SATACAK”

    İsrail birkaç hafta evvel Ürdün ve Filistin ile doğalgaz satış antlaşması imzaladı ve her yıl satmayı planladığı 16 milyar metre küplük gazın 9 milyar metre küpünü, bu ülkelere satacak ve kendi kullanacak. Geri kalan 7 milyar metre küpü de Türkiye’ye ve Türkiye üzerinden AB’ye satacak. Bu doğrultuda İsrail’in Leviathan bölgesinden doğalgaz çıkartmak için Konsorsiyum oluşturan Noble ve Delek şirketleri, Türkiye’de işbirliği yaptıkları şirket ile deniz altından 10 milyar metre küplük boru hattı döşemek anlaşması yapmak yoluna gidiyorlar. Maliyeti yaklaşık 2.2 milyar ABD Doları olacak olan bu boru hattı projesi ile İsrail, 2023 yılına kadar AB’nin gittikçe büyüyen ve gelişen doğalgaz piyasasına girmeyi hedefliyor.
    İsrail hükümetinin, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin Leviathan parselinden Türkiye’ye doğalgaz boru hattı döşenmesine izin verip vermeyeceği konusunda endişeleri ve şüpheleri var.

    “LEVİATHAN BÖLGESİ AVANTAJLI”

    Leviathan bölgesi Hayfa’nın 135 km batısında ve deniz tabanı da 1600 metre derinlikte. Bölge 540 milyar metre küplük bir doğalgaz rezervi içermekte. Tamar ve Afrodit parsellerine kıyasla çok daha avantajlı durumda. Leviathan bölgesinin avantajının çok fazla olmasına ve de içerdiği rezervin bölgenin en büyüğü olmasına rağmen etrafta ‘İsrail hükümetinin Leviathan bölgesinde gaz çıkarımını 2017 yılına ertelemeyi planlamakta.”

    KUZEY AFRİKA GÜNEŞ ENERJİSİ

    Türkiye’nin 2050 Enerji falının çok parlak olduğunu vurgulayan , coğrafik konumu dolayısıyla dünyanın en önemli enerji yolu ve enerji aktarım istasyonu konumunda olduğunu söyledi. Avrupa’ya giden ve de gidecek olan tüm enerji hatlarının Türkiye üzerinden geçmek üzere planlandığını açıklayan Atun sözlerini şöyle tamamladı:

    “Orta Asya’nın Avrupa’ya yönelik doğal gazı, Türkiye üzerinden gönderilmek üzere projelendirildi ve kapasite arttırıcı ilave projelerde bu doğrultuda yapılıyor. Enerji konusunda asıl önemli aşama bundan sonra. Avrupa Birliği, önümüzdeki 20 yıl içinde Afrika’nın kuzey bölgelerinde güneşten enerji üretmeyi programlıyor ve bu doğrultuda da hazırlıklara başladı. Yapılan proje ile ilgili olarak “Çöl enerjisi 2050” (Desert Power 2050) adı altında hazırlanan rapora göre Kuzey Afrika (North Africa-NA) ve Orta Doğu (Middle East-ME) arasında entegre bir elektrik aktarım sistemi kurulacak ve bu enerji Avrupa’ya aktarılacak.

    “TÜRKİYE KİLİT ROL OYNUYOR”

    Avrupa’nın bu son enerji vizyonu ve planlaması içinde Türkiye kilit bir rol oynuyor. Türkiyesiz bu projelerin hayata geçmesi olanaksız. AB komiseri Oettinger’in Brüksel’deki Konrad Adenauer Vakfı’nda yapılan toplantıda “İddia ederim ki önümüzdeki 10 yıl içerisinde, bir Alman başbakan, Parisli meslektaşı ile dizleri üstünde Ankara’ya sürünerek gidip Türklerden, ‘Arkadaşlar lütfen bize katılın.’ diye rica edecekler” açıklamada bulunması gerçekte hiçte boşuna değil.

    “RUM KESİMİ HER GEÇEN GÜN DAHA KÖTÜYE GİDİYOR”

    Kıbrıs Rum Yönetimi şu anda ekonomik olarak tamamen batmış bir ülke ve durum gün geçtikçe daha da kötüye gidiyor. Normal yollardan kurtuluş ümitleri hiç yok. Bir mucize bekliyorlar. Bu mucizenin adı da doğalgaz. Kurtuluş beklentilerini tamamen doğalgaza bağladılar. Biliyorlar ki, gidişat böyle devam ederse ve de doğalgazdan herhangi bir kazanımları olmazsa, hem ekonomik olarak iflas edecekler hem de müflis bir taraf olarak Kıbrıs konusundaki politik üstünlükleri elden gidecek.

    “ANASTASİADES’İN MASADAN KAÇMA SEBEBİ BU…”

    Rum lider Anastasiades’in masaya oturmaktan kaçınmasının nedeni bu. İflas etmiş bir ülkenin liderinin masada hiç bir saygınlığı olmayacağından, masaya oturursa daha ilk baştan batık bir ülkenin zavallı başkanı konumuna indirgenecek, sonraki süreçte de taviz vermek zorunda kalacak taraf olacak. Bu nedenle de Eroğlu ile masaya oturmaktan hep kaçıyor… Kıbrıs müzakereleri şu anda tıkanmış durumda. Çözüm Batı dünyası ile Rusya-Çin blokunun bölgesel çıkarları doğrultusunda yeni şeklini alırken, Türkiye’nin oluru çözümün olmazsa olmazı.”

  • Doğru Söyleyeni Kovarlar

    Doğru Söyleyeni Kovarlar

    Amerika Birleşik Devletleri Güney Kıbrıs Büyükelçisi John Koenig’in geçen hafta sonunda Kıbrıs Rum tarafından yayınlanan Fileleftheros gazetesine verdiği röportajda söyledikleri Rumları ürkütmüşe benziyor.

     

    Aslında benziyor sözü fazla iyimser ve iyi niyetli. Gerçekten de Koenig’in söyledikleri Rumları çok ürküttü ve Rum siyasiler ağız birliği etmişçesine sert tepkilerini dile getirdiler.

     

    ABD Elçisi Koenig gerçekte iyi bir diplomat ve dobracı bir kişi. Benim şahsi değerlendirmeme göre doğru gördüklerini diplomasinin nezaket labirentleri içine sokmadan açık sözlülükle dile getiriyor. ABD Dışişlerinden gelen görüş ve talimatları ise diplomatik dille taraflara aktarıyor.

     

    Bazen biz Kıbrıslı Türkler için de söyledikleri ve yapmamızı tavsiye ettikleri beni incitse de içimden “dünya üzerindeki en büyük politik oyunculardan birisi olan ABD bu denli kör olamaz” diye geçiriyorum ama biliyorum ki küresel politikada uluslararası kurallarda ne yazarsa yazsın askeri ve ekonomik olarak güçlü olanın kuralları yazılı kuralların üstüne çıkıyor ve daha geçerli oluyor günün sonunda. Önemli olan çıkarının ne olduğu.

     

    ABD’nin bölgedeki çıkarlarının soğuk savaş dönemine kıyasla daha da artarak devam ettiği kesin. Bunu zaten Büyükelçi Koenig’in sözlerinden de anlamak mümkün. Kendisine ABD’nin Kıbrıs sorununa olan ilgisinin son dönemlerde arttığı hatırlatılıp, bunun ABD’nin Kıbrıs sorununu çözmek isteğinden mi yoksa ABD’nin bölgedeki menfaatlerinden mi kaynaklandığı sorulduğunda verdiği “Kıbrıs sorununun çözümüne yardımcı olarak bölgedeki kendi çıkarlarımızı da güçlendiriyoruz” yanıtı, açık ve net olarak ABD’nin amacını ortaya koymakta.

     

    Rumlar Büyükelçi Koenig’in “Rumları Türkiye’ye güven duymaya davet etmesi” çağırısından belli ki çok fena huylanmışlar. Hemen hemen tüm Rum siyasilerin söylediği de şu: “İşgalci Türkiye’ye güvenmiyoruz!”

     

    Sanki biz onlara güveniyoruz da, onların bize veya Türkiye’ye güvenleri eksik kalmış.

    Biz Kıbrıslı Türklerin Rumlara güvendiği bir tek günü bile hatırlamıyorum bu son 60 yıl içinde. Özellikle de soykırımı yaşadığımız 1963-1974 yılları arasında. Lanet okumadığımız ve en galiz küfürlerimizi etmekten çekindiğimiz bir tek gün bile olmadı.

     

    O karanlık yıllarda, insanca yaşamdan çok uzaklarda olduğumuz dönemde silahlı güç ve devlet erki ellerinde olduğu için bizlere çektirmedikleri kalmamıştı. Rumların bize yaptıklarını hiç unutmuş değilim,  asla da unutmayacağım. Masum Kıbrıslı Türkleri yollardan, evlerinden, dükkanlarından, işyerlerinden toplayıp, diri diri, ellerini arkadan bağlayarak kuyulara atıp üstlerine sönmemiş kireç dökerek, eziyet ede ede öldürdüklerini hangi Kıbrıslı Türk unutabilir ki.

     

    Rumların anlaşma istemez tutumları sayesinde müzakereler bir sonuca varmadan ve hiçbir yakınlaşma olmadan en fazla 6 ay daha sürecek ve ondan sonra da tıkanacak. Bunu görmek için kahin olmaya gerek yok.

     

     

    Büyükelçi de kahin olmasına gerek olmayan kişilerden bir tanesi. Belli ki ne olacağını, 2014’in sonbaharında veya da kış ayları içinde bütün iplerin kopacağını, ayrılık rüzgarlarının kuvvetli bir şekilde esmeye başlayacağını ve Rumların da son adım ve kurtuluş çaresi olarak Türkleri suçlama oyununa girişeceklerini şimdiden görmüş.

     

    Artık Türkiye’nin batının ve özellikle de adına Avrupa Birliği denen topluluğun gerçek yüzünü bir kez daha görmesinin ve Kıbrıs konusunda “KKTC-TC Gümrük Birliği” gibi, “KKTC-TC Serbest Bölge anlaşması” gibi acil tedbirleri almasının zamanı gelmiştir.

     

    Ne Rumlarla ne de Avrupa Birliği ile hiçbir yere varamayacağımız açık. Cesur bir kararla kesip atmak belki de daha hayırlı bir davranış olacaktır, AİHM’nin pazartesi günü öğleden sonra açıklanan yüz karası tazminat kararından sonra.

     

    Ata ATUN

    e-mail: ata@kk.tc

    14 Mayıs 2014

  • Erbakan Vakfı’nın düzenlediği“Kıbrıs’ın Dünü, Bugünü, Yarını” konferansı

    Erbakan Vakfı’nın düzenlediği“Kıbrıs’ın Dünü, Bugünü, Yarını” konferansı

    Erbakan Vakfı’nın düzenlediği“Kıbrıs’ın dünü, bugünü, yarını” konferansına katılan Atun, Erbakan’ın Barış Harekatında gösterdiği kararlılığın Kıbrıs Türklerine bir devlet kazandırdığını söyledi

    “O’nun sayesinde devletimiz var”
    Yurdagül BEYOĞLU
    Cumhurbaşkanlığı Danışma Kurulu üyesi , 1974 yılında Adada yaşanan kıyımın, Türk varlığının tehlike altında olmasının ve tek taraflı ilhak (Enosis) kararının, dönemin Başbakan Yardımcısı Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ı büyük endişeye düşürdüğünü belirtti. Çıkartma karının alınmasında Erbakan’ın büyük payı olduğunu ifade eden Atun, “O’nun sayesinde şimdi hayattayız. O’nun sayesinde ata topraklarımızda bir devlet kurduk ve yaşamımızı onurla sürdürüyoruz” dedi.

    Erbakan Vakfı Ankara Ramada Otel’de, “Kıbrıs: Dünü, Bugünü, Yarını” sempozyumu düzenledi. Recai Kutan’ın moderatörlüğündeki sempozyuma, Demokrat Parti Ulusal Güçler (DP-UG) Genel Başkanı Serdar Denktaş, bağımsız milletvekili Zorlu Töre, Cumhurbaşkanlığı Danışma Kurulu Üyesi ’un yanı sıra milletvekilleri ve akademisyenler katıldı.
    ATUN, ERBAKAN’IN KIBRIS TÜRKÜNE SAĞLADIĞI KAZANIMLARI ANLATTI

    Sempozyumda konuşan Cumhurbaşkanlığı Danışma Kurulu Üyesi Ata Atun, 20 Temmuz Barış Harekatı döneminde Başbakan Yardımcısı olan Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın Kıbrıs Türkü için yaptığı yararlılıkları anlattığı konuşmasında şu ifadelere yer verdi: “15 Temmuz 1974 günü Kıbrıs’ta Yunanistan’dan gelen subaylar tarafından gerçekleştirilen darbe, Türkiye Cumhuriyetini 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası,  Kuruluş Anlaşması,  Garantiler ve İttifak Anlaşması içeriğince Garantör devlet olarak tek başına veya diğer garantör devletlerle birlikte,  bozulan statüyü yerine koymak için müdahale etmek zorunda bırakmıştır. Kıbrıs’ta bu olaylar gerçekleşirken Türkiye’de Başbakan Bülent Ecevit ve Başbakan Yardımcısı Prof. Dr. Necmettin Erbakan başkanlığında 26 Ocak 1974 günü CHP ve MSP arasında koalisyon hükümeti olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin 37’inci Hükümeti görev başındaydı.”

    “ENDİŞEYE DÜŞTÜLER”

    Adada yaşanan kıyımın, Türk varlığının tehlike altında olmasının ve tek taraflı ilhak (Enosis) kararından sonra Türkiye’nin Kıbrıs adası üzerindeki haklarının tümünü kaybedecek olmasının, başta Başbakan Yardımcısı Prof. Dr. Necmettin Erbakan olmak üzere Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Semih Sancar’ı ve Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Kemal Kayacan’ı büyük endişeye düşürdüğünü belirten Atun, sözlerini şöyle sürdürdü:

    “ERBAKAN TALİMAT VERDİ”

    “Başbakan Bülent Ecevit’in  İngiltere Dışişleri Bakanı James Callaghan ile görüşmek üzere Esenboğa havaalanından ayrılması ile mevcut yasaya ve koalisyon mutabakatına göre fiilen Başbakan görevini üstelenen Başbakan Yardımcısı Prof. Dr. Necmettin Erbakan,  Esenboğa havaalanında Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Semih Sancar ve diğer ilgili yetkililerle bir görüşme yaparak Türk ordusunun gerçek durumu hakkında bilgi alır ve harekata hazırlık talimatını verir.

     

    “ONUN SAYESİNDE DEVLET KURDUK”

    Kararını resmileştirmek için de Milli Güvenlik Kurulu MSP lideri ve Başbakan Yardımcısı Prof. Dr. Necmettin Erbakan başkanlığında toplantıya çağrılarak askeri müdahale kararı alınır.  MSP lideri ile CHP Genel Başkan Yardımcılığı görevini yürüten Maliye Bakanı Deniz Baykal ve her iki partinin üst kademe yöneticileri toplanarak TBMM’nin yanıltma ve askeri strateji uygulaması olarak olağanüstü toplantısının Cumartesi gününe ertelenmesi kararının alırlar. Nur içinde yatsın, mekanı cennet olsun. O’nun sayesinde şimdi hayattayız. O’nun sayesinde ata topraklarımızda bir devlet kurduk ve yaşamımızı onurla sürdürüyoruz.”

    “RAUF DENKTAŞ FİKİRLİ BİR DEVLET ADAMIYDI”
    Fatih Erbakan da yaptığı kapanış konuşmasında Rauf Denktaş’ın “Kıbrıs Girit olmasın” diye seslenen dirayetli, ferasetli bir devlet adamı olduğunu belirterek, milli ve manevi değerlerimizi korursak o değerler de bizi koruyacaktır” sözünü hatırlattı. Kıbrıs’ın geçirdiği tarihsel ve politik süreçlere değinen Erbakan, daha sonra KKTC ile Türkiye’nin politikasını değerlendirdi.

     

    Ata Atun Vakıf Başkanı Fatih Erbakan'dan Plaket alırken
    Ata Atun Vakıf Başkanı Fatih Erbakan’dan Plaket alırken
  • Benim Çıkarım mı Öncelikli Devletinki mi?

    Benim Çıkarım mı Öncelikli Devletinki mi?

    Çok iyi bürokratlarımız da var, orta kalitede olan da, nemelazımcısı da.

    Iskartası da, işe gelmeyeni de, çalışır gibi yapıp hiç bir şey üretmeyeni de.

     

    Kimi oturduğu koltuğun, yaptığı işin önemini bilip hakkını veriyor, kimide herhangi bir iş yapmadan, sorumluluk yüklenmeden ay sonunu getirip maaşını almaya bakıyor. Bazıları bu maaşı hak ediyor, bazıları da hiç hak etmiyor, nasıl kurmuşsak bu çarpık düzeni.

     

    Eğitimli toplumuz diye öğünmek için harman isteriz ama işe gelmeyip ay sonu utanmadan maaş alan memuru da işten atamayız, çalışır gibi yapıp çalışmayanı da, hiç bir işe yaramayanı da.  Bırakın işten atmayı vatandaşımıza da bunların emeklilik maaşları ile emekli ikramiyelerinin primlerini de ödetiriz, kendileri bir kuruş bile ödemedikleri için.

     

    Bazı bürokratlar ise “Aman bana bir sorumluluk gelmesin de ne olursa olsun” mantığında iş yapar gibi gözüküyor ama gerçekte iş yapmıyor, sorumluluk yüklenmiyor ve inisiyatif kullanmıyor.

     

    Küçücük devletimizin içinde her biri diğerinden bağımsız, 15 krallık ve sayısız prenslikler var. Aralarında hiç bir koordinasyon ve işbirliği yok maalesef. Birinin yaptığını diğeri bozmaktan da hiç çekinmiyor.

     

    Örnek verelim; Bakanlıklarımızdan bir tanesinin faal ve etkin bir müdürlüğü, personelin tüm yaratıcılığı ve çalışkanlığını dikkate alıp verime dönüştürerek uluslararası bir konferans düzenler. Rumların engellemek için elden geleni yapacaklarını bilerek de her olumsuzluğu göze alır ama nerden bilsin ki çalışmalarına takoz koyacak olanın bir başka bakanlıktaki sorumluluktan kaçan bir memurun olacağını.

     

    Bütçesini hazırlar, denkleştirir, harcama kalemlerini gerçekleştirir ve uluslararası tüm ilgili kuruluşlarla temasa geçer ve davetini yapar. KKTC’ye rahatça girebilecek olanlarda sorun yoktur ancak bazı ülkeler, kendi bürokratını göndermek için KKTC devletinden davet yazısı ister.

     

    Dışişleri Bakanlığı gerekli olan bu resmi daveti yazar ama altına da bir not koyar, tam yüz karası bir not. Bu not der ki “Bu davet KKTC’ye girişinizi garantilemez. Muhaceret memuru sizi ülkeye girişinize izin verip vermemekte serbesttir“??!!

     

    Resmi davet yazısındaki bu notu okuyan davetlinin amiri kendisine izin vermez KKTC’ye gitmesine. Bin bir zorlukla, Rumların tüm resmi engellemelerine, ülkedeki Rum elçisinin tehdit ve önleme girişimlerine rağmen KKTC’ye gelmeye karar veren bu dost ülkenin bürokratı kendi kendimize attığımız kazıkla ülkemize gelemez ve konferansa katılamaz.

     

    Muhaceret memurlarımız deneyimli bürokratlardır. Sıkı bir eğitimden geçmişlerdir ve karşısındakinin maksadını daha yüzüne bakar bakmaz anlayacak yetenektedirler. Elinde KKTC devletimizin saygın bir kuruluşlundan resmi davetiyesi olan, buna ilaveten kendi ülkesinin resmi pasaportunu da taşıyan birisinin ülkeye girişine engel olacak değillerdir. Tam tersine benim tanıdığım muhaceret memurları bu tür konuklara gerekli her tür kolaylığı gösterip yardımcı da olurlar.

     

    Gerçekte yanlış olan “2. Sekreter” makamındaki bu kişinin, yazılan davet mektubunun altına bu notu koymasından kaynaklanmakta.  “Bir aksilik olursa bana sorumluluk yüklemesinler” mantığı hakim bu notun yazılmasında, “Ben bu ülke için ne yapabilirim” düşüncesi yerine…

     

    Dışişleri bakanlığı böylesi itici ve bir başka devlet dairesinin binbir zorlukla davet etmeyi başardığı kişinin ülkemize gelişine mani olacak bir notu resmi davet mektubunun altına yazacağına, bu kişinin gelişi ile ilgili bilgiyi ayrı bir yazı ile muhaceret dairesine bildirmesi çok daha iyi olacak(tı).

     

    Ata ATUN

    e-mail: ata@kk.tc

    9 Mayıs 2014

     

  • Felç Edilmiş KKTC

    Felç Edilmiş KKTC

    Mutlu Barış Harekatından önce adına soykırım denebilecek denli kötü ve çok berbat bir 11 yıl geçirmiştik Kıbrıs’ımızda, Rumların mutlak, milliyetçi ve Türklere hak tanımayan idareleri altında. O dönemde bırakın ikinci sınıf vatandaş olmayı herhalde adada yaşayan Maronitler, Ermeniler ve Latinlerden sonra beşinci sınıf vatandaştık herhalde.

     

    İnsanca yaşamın hiç bir hakkına sahip olmadığımız için buna elli beşinci sınıf vatandaştık da diyebilir günümüzün bazı insan hakları uzmanları. Masum Türkleri sırf Türk oldukları için herhangi bir sebep olmadan öldürüp kuyuya atan Rumların cezalandırılmadıkları, mahkemeye bile çıkarılmadıkları bir dönemdi o karanlık yıllar.

     

    Halbuki 1974 Mutlu Barış Harekatı sonrası büyük ümitlerle ve heyecanla kurmuştuk devletimizi. Anayasa yapılırken dörtdörtlük devlet kuralım heyecanı vardı ama bazı arkadaşların kişisel menfaat ve çıkarlarını ön plana çıkarıp ısrarla “ne olursa olsun haklar mukteseptir” iddiaları ortalıkta dolaşmaya başlayınca sihir bozuldu.

     

    1963-1974 arası yaşadığımız soykırım döneminin olağanüstü koşullarına göre ayarlanmış haklar, Barış harekatından sonra yaşam ve egemenlik koşullarının dramatik olarak lehimize değişmiş olması nedeni ile geçerliliğini yitirmiş olmasına rağmen “Haklar mukteseptir” iddiasıyla aynen bırakıldı ve yeni devletimiz daha doğmadan felçli bir yaşama mahkum edildi.

     

    Atsanız atamayacağınız, satsanız satamayacağınız kişiler, devlet memuru sıfatı ile istila etti devlet dairelerini. Çağımıza uymayan uygulamalar ve İngiliz sömürge döneminden kalan yasalar, tüzükler ve emirnameler maalesef halen daha yürürlükte bu yeni kurulmuş 40 yaşındaki devletimizde.

     

    Gerçekte bize hiç yakışmıyor bu durum. Hem çok eğitimliyiz diyoruz hem de devletin yapısını popülizm nedeni ile bir türlü çağdaşlaştıramıyoruz.

     

    Bugün, Mutlu Barış Harekatı sonrasında yeni devletimizin anayasası yapılırken bazı kişilerin kendi çıkarlarına yönelik açgözlü isteklerinin bedelini ödüyoruz maalesef. Devletimiz birkaç kuşak sonra doğacak olanların adına bile borçlandı bu “haklar mukteseptir” uygulamasından dolayı. Sıkıntıyı gelecek kuşaklar çok daha fazla çekecek.

     

    Dünyada birçok ülkenin 20. yüzyıl içinde terk ettiği damga pulu uygulaması hala bizde yürürlükte. Otomobil sürmek için her yıl devletimize ehliyet yenileme adı altında açıkçası haraç ödemekteyiz. Bunların her ikisi de 1963-1974 yılları arasında verdiğimiz varoluş mücadelesi döneminin mirası.

     

    O günlerde bu harçlar “Türk Yönetiminin” ayakta kalmasını sağlayabilmek için gerekliydi. Başka bir geliri yoktu yönetimimizin ve maaşlar da aynen bugün olduğu gibi tümden Türkiye’den gönderilmekteydi.

    (Anavatan Türkiye hep yanımızda oldu iyi günümüzde de kötü günümüzde de. 1963-1974 yılları arasında maaşlara ilaveten yiyeceklerimizi de gönderdi anavatan, gemiler dolusu Kızılay yardımı adı altında, Rumların soykırım uygulamasından dolayı açlıktan ölmeyelim, yok olup tükenmeyelim diye. Maalesef o günleri unutup anavatana dil uzatanlar da var şimdi aramızda. Türkiye’miz olmasaydı, anaları ve babalarının hayatta kalmayabileceği,  kendilerinin de doğmayabileceği olasılığı hiç akıllarına gelmiyor.)

     

    Anayasa değişikliğinin gündemde olduğu bugünlerde yapılacak değişiklikler, vatandaşın daha iyi hizmet alması ve devlet dairelerinin verimli çalışması yönünde olmalıydı, halka hizmet vermeyen, işe gelmeyen, çalışır gibi yapıp gerçekte çalışmayan devlet memurlarının anında cezalandırılmasını da içermeliydi…

    Ama olmadı. Popülizm gene ağır bastı…

     

    Ata ATUN

    e-mail: ata@kk.tc

    7 Mayıs 2014

  • Rum Ekonomisi Fena Batakta

    Rum Ekonomisi Fena Batakta

    Hiç bir dişe dokunur üretimi olmayan, kayda değer bir ihracatı bulunmayan buna karşın sahte beyanlarla ekonomileri parlakmış gibi yıllarca Avrupa Birliğini ve diğer ülkeleri kandıran Kıbrıs Rum ekonomisi, “yalancının mumu yatsıya kadar yanar”atasözümüze uygun olarak, battı. Yalan üzerine inşa ettiği ekonomininmumunun daha fazla yanmayacağı belliydi.

     

    Kıbrıslı Rumlar yıllardır ekonomilerini, kara para aklamayla, nereden kazanıldığı belli olmayan paraları düşük faizle bankalarına kabul edip yüksek faizle satarak ekonomi çarkını döndürdüler ama her kanunsuz işin bir sonu olduğu gibi bununda sonu getirilince çöküş sürecine girdiler.

     

    Uluslararası Derecelendirme Kuruluşlarının oluşturdukları değerlendirme skalasına göre BB+ seviyesi iyi ile kötünün sınırı. Bunu koyu siyahtan kar beyazına kadar aşamalı olarak rengi açılan bir renk skalasındaki gri renk gibi de düşünebilirsiniz.

     

    BB+ tam orta çizgi. Bu çizginin üstünde yukarıya doğru sırayla BBB-, BBB, BBB+, A-, A, A4, AA- ve AA var. AA bunların en iyisi. Daha geçen yıllara kadar Amerika Birleşik Devletleri AA seviyesindeydi.

     

    BB+ Çizgisinin altında ise aşağıya doğru BB,BB-, B+, B, B-, CCC+, CCC, CCC-  yer almakta. CCC- seviyesi skalanın en dibi ve çöplük veya da Kıbrıs Türkçesi ile ıskarta devletlerin buluştuğu, kümeleştiği yer. “Batmış gitmiş, sakın parmağını kaptırma, kolun da gider” seviyesi açıkçası.

     

    2011 yılı içinde AA- seviyesinden başlayan düşüş daha yıl bitmeden 5 basamak birden aşağıya indi ve BBB’ye kadar indi. 2011 yılı sonuna gelindiğinde Uluslararası Değerlendirme Kuruluşlarından Fitch BBB-, Standart &Poors (S&P) BBB ve Moddy’s BBB- seviyesine indirdi Kıbrıs Rum ekonomisinin seviyesini…

     

    2012 yılının ortasına gelindiğinde Fitch ve S&P tarafından BB+ yani tam sınır olarak değerlendirilen kredilendirme seviyesi Moody’starafından  B- olarak değerlendirildi.

     

    2013 yılının başında ise Moody’s Çöplük seviyesine, S&P CCC (Çöplükten bir evvelki) ve Fitch de B’ye indirdi Kıbrıs Rum tarafının kredilendirme seviyesini.

     

    Eurostat’ın 2013 yılı başında açıkladığı verilere göre,Kıbrıs Rum tarafında alına tüm ekonomik tedbirlere rağmen borç seviyesi hala daha AB ortalamasının (90), yaklaşık yüzde 25 üzerinde (116).

     

    Kıbrıs Rum Devlet tahvilleri ise 6 yıl vadeyle yüzde 6.5 faizle görücüye çıktı geçen hafta. Almanya’nın devlet tahvillerinin faizleri ise 10 yıl vadeli olarak yüzde 2.5. Bu değerler Kıbrıs Rum ekonomisinin ne kadar kötü durumda olduğunun ve güvenilirliğini ne denli kaybettiğinin en güzel göstergesi.

     

    Troyka’nın (Avrupa Merkez Bankası, Avrupa Komisyonu ve IMF) Troyka’nın Uluslararası Para Fonu (IMF) temsilcisi DeliaVelculescu’nun hafta başında yaptığı açıklama da Rum ekonomisinin durumunun hala kötü olduğu yönünde.

     

    Rum bankalarındaki mevduatlar da gittikçe azalıyor.  Ekonomik krizin başladığı dönemde 68.4 milyar Avro olan mevduatlar, 3 yıl içinde eriyerek 2014 Mart’ında 46.2 milyar Avro’ya inmiş durumda.

     

    26 Nisan’da Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarından S&P ile Fitch, uslu çocuk olup AB’nin koyduğu koşulları uygulamaya başladıkları için Rum ekonomisinin notunu yükselttiler ve S&P Rum ekonomisinin uzun vadeli notunu B-‘den B’ye, Fitch ise CCC’den “B-‘ye yükseltti. Skalada her ikisi de “Batık Ekonomi” bölümünde ve konum da “Çok Kötü”den bir sıra yukarıda.

     

    2014 başında yapılan istatistikler, Kıbrıs Rum tarafında, ekonomik kriz nedeniyle her 4 şirketten birinin iflas ettiğini ve bu iflaslar nedeni ile de ipotek edilen binaların satış grafiğinin yükseldiğini gösteriyor. Dış ticaret dengesi ise geçen yıl olduğu gibi 300 milyon Euro açık konumunda şimdilik. Belli ki daha herhangi bir düzelme yok Rum tarafında…

     

     

    Ata ATUN

    e-mail: ata@kk.tc

    2 Mayıs 2014

     

  • Isvec’de Ermeniler Sozde soykirim masalindan biktilar .. ZORLANDIKLARI YURUYUSE KATILMADILAR…

    Isvec’de Ermeniler Sozde soykirim masalindan biktilar .. ZORLANDIKLARI YURUYUSE KATILMADILAR…

    ISVECDE ERMENILER, AMERIKAN ERMENI DIASPORASININ BASKISI ILE DUZENLENEN SOZDE SOYKIRIM MITINGINE KATILMADILAR ..
    TURKIYEDEKI, TAVIZCI VE SOZDE BASBAKAN’IN ORNEK ALMASI GEREKEN BIR DAVRANIS ISVECDE ERMENILER TARAFINDAN SERGILENDI ..

    KATILIM OLMAYAN YURUYUS SOZUM ONA KURULUS OLAN ERMENI VE ASURILER DERNEGI TARAFINDAN ORGANIZE EDILMISDI ..

    TURKISH FORUMUN ERMENI GURUPLARININ SOZDE SOYKIRIM TASARISINA KARSI , AMERIKAN SENATOSU VE BASKAN OBAMAYI ETKILIYECEK KAMPANYASI HIZLA DEVAM ETMEKDE , LUTFEN ASAGIDAKI LINKLERDEN GIREREK KATILINIZ .. HER BIR OY EN ONEMLI OYDUR

    KANADADAKI VE ISVECDEKI ZAFERI AMERIKADADA TEKRARLIYALIM.. ERMENI KITLESINI AYDINLATMAYA VE HAKIKATI DUNYAYA GOSTERMEYE DEVAM EDELIM.. BIR ASRA YAKIN DEVAM EDEN SOYKIRIM ICIN PARA TOPLAMA ENDUSTRISININ (KILISELERIN) CANLARINA OT TIKAYALIM HEP BERABER .. CORBADA HEPIMIZIN TUZU OLMALI’KI CORBA GUZEL OLSUN.

    buradan girerseniz kampanya yazisini tiklayiniz
    direk izahata giris
    izahati gecip direk oy vermeye giris (kisa adres)
    direk oy vermeye giris

    Dr, Kayaalp Buyukataman, Baskan
    Turkish Forum – Dunya Turkleri Birligi

    From: A_C_A_O@yahoogroups.com] On Behalf Of Azerbaijani Community
    Sent: Tuesday, April 29, 2014 1:33 AM

    Rally To Mark So-Called ‘Armenian Genocide’ Fails In Sweden

    The rally in connection with the false “genocide of Armenians and Assyrians”, which was to be held in Stockholm, did not take place, according to the press office of the State Committee for Diaspora of Azerbaijan.
    According to the Federation of Turkish Worker’s Unions in Sweden, even tourists remained indifferent to the rally of the Federation of Armenians and Assyrians.
    Despite good weather conditions and that 5,400 Armenians live in Sweden, they did not attend the rally and chose to go on a picnic.
    Thus, the number of flags exceeded the number of people. The brochure prepared to be circulated among the rally participants remained in the hands of the organizers.

    Friday 25 April 2014
    News.az

    __.,.___

  • BU FİDAN HANGİ FİDAN? ELBETTE HAKAN FİDAN

    BU FİDAN HANGİ FİDAN? ELBETTE HAKAN FİDAN

    Hakan FidanHANİ ŞU BAŞBAKANIN “SIR KÜPÜM” DEDİĞİ MİT MÜSTEŞARI OLAN.

    BİLİN BAKALIM BU FİDAN HANGİ VANLI ‘FİDAN’!…

    (Yazar Fethullah Gülenci ama verdiği bilgiler pek enteresan!)

    Derinden kullandıkları Erdoğan camianın üzerine gittikçe etrafındaki “Özel Seçilmişler“in gücünü ve kendisinin nasıl kumpasa alındığını fark edecek.

    Bu gün safmışız, aldanmışız dedi kalabalıklara. Aynı cümleyi olayın gerçekliğini gördüğünde yine zikredecek ama kendi kendine.

    Sanmayın ki etrafındaki Özel Seçilmişlerden dolayı camiaya düşman. Düşmanlığı cibillidir. Sadece ülkeyi kendisinin yönetmediğini anlayacak.

    Hümeyni ile 2 yıl Paris‘te beraber kalan ve devrim günü onunla beraber İran‘a girecek kadar yakın olanlar Başbakan’ı diktatörleştirdiler. Erdoğan‘ın en büyük zaafı olan dini önder olma arzusunu tetikleyerek Beyefendi‘yi kontrolden çıkarıp kendi rüzgarlarıyla yönlendirdiler.

    Bırakın ülkeyi kendi yönettiğini zannetsin anlayışıyla ve her şeyin en iyisini siz bilirsiniz söylemiyle, bütün istediklerini yaptırdılar. Çocukluktan alınmış, özel seçilmiş Vanlı bir proje adamı Hümeyni‘nin arkadaşının maharetiyle yanına yerleştirip koruması altına aldırdılar.

    1986 yılında Türk Silahlı kuvvetlerine girdiğinde 18 yaşında olan bu zattan başka kaç tane Van‘lı girebilmiştir TSK‘ya. TSK‘nın herkesi fişlediği ve referansı sağlam olamayan birini asla almadığı o günlerde Fidan kimlerin referansıyla alındı. O yıllarda ve yakın zamanlara kadar Kara Kuvvetleri Muhabere Okulun‘da okuyacak kadar kabiliyetli tek doğulu olması tesadüf müydü?

    Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nda OBİ (Otomatik Bilgi İşlem) bölümünde bilgisayar teknisyenliğıne getirilerek projenin en önemli ayağı tamamlandı. TSK ile ilgili tüm bilgi ve belgelerin merkezine konumlanmıştı. Ardından ne hikmetse Nato‘da görevlendirilerek yurt dışına gönderildi. Dış görevle gittiği Almanya’da NATO Süratli Reaksiyon Kolordusu’ndaki görevi İstihbarat ve Harekat Başkanlığı’ndaydı. En kritik yerdeydi yine.

    Mecburi görev süresi biter bitmez TSK‘dan istifa etti. Askeri kariyeri bu kadar parlak biri sebepsiz yere kurumdan ayrılıyordu.

    Fidan’ın hızlı yükselişi, 2003′te Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi (TİKA) Başkanlığına atanmasıyla başladı. Tika neden önemli? Çünkü TİKA o dönem Devlet Bakanı Beşir Atalay’a bağlıydı. Atalay’a çok yakın çalıştı. Projenin en büyük ayağı tamamlanmış oldu.

    Atalay‘ın yoğun tahşidatıyla dönemin Dışişleri Bakanı olan Abdullah Gül ile ilişkileri o kadar iyiydi ki Gül onunla her şeyini paylaşır oldu. Hem Dışışleri, hem de istihbarat birimleriyle işbirliği halinde faaliyet gösteren TİKA’da başkanlık, Fidan için biçilmiş kaftandı.

    Atalay‘ın, Erdoğan’a sürekli Fidan‘ı anlatması Erdoğan‘ın ilgisini çekti. O dönem Gül‘ün referansı önemliydi ve çoktan ayarlanmıştı. Başbakan 2007’de onu yanına aldı. Dış politika ve uluslararası güvenlik konularından sorumlu Başbakanlık Müsteşar Yardımcılığı görevine getirdi. Can alıcı nokta İran’ın nükleer çalışmalarının uluslararası krize dönüştüğü sırada Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı Y.K üyeliğine atandı.

    Başbakan‘ın “Benim sır küpüm. Türkiye Cumhuriyeti devletinin sır küpü. Türkiye’nin geleceğinin sır küpü” dediği adam “Özel Seçilmişler“dendir. MİT-Emniyet-Genelkurmay-Jandarma istihbaratı “Milli İstihbarat Koordinasyon Kurulu” olarak tek çatı altında toplandı ve Fidan‘a bağlandı.

    Yeni MİT yasasıyla BB‘den bile daha çok dokunulmazlığa sahip olacak olan Fidan, E. Ala ile birlikte camiaya yapılacak operasyonu yönetiyor. Vatan ihanet, darbe girişimi ve casusluk davası açmayı düşündükleri camiaya karşı bilgi ve belge üretmektedirler. Proje adamlar iş başında.

    Soru şu. Başbakan‘a bilgi taşıyan mekanizma tek çatı altında toplanmışsa Başbakan, gelen bilginin doğru olup olmadığını kime sorgulatacak?

    FUAT AVNI

  • CEBİMİZDEN HÜKÜMETİN ELİ ÇIKMIYOR!..

    CEBİMİZDEN HÜKÜMETİN ELİ ÇIKMIYOR!..

     30.1.2014_kk1

     

    30.1.2014_AvCmlCn

    Doların 2.30 TL’yi, benzinin 5.00 TL’yi aştığı bugünlerde, cebimizdeki her 100 liranın 30 lirası uçup gitti. Ekonomi dilinde bu işe  “devalüasyon”  diyorlar. Size sormadan bir gece cüzdanınızdan paranızı çalıyorlar. Sıcak para ile idare edilen ekonomimizin nereye kadar dayanabileceğini göreceğiz. Devlet krizinin yanında ekonomik kriz de kara kış gibi kapımıza dayanmış. İki kişiden birinin desteği ile iktidara gelen AKP, başka havalar çalıyor şimdi!.. Temsilcilerimiz Suriye’de yenilen emperyalistlerin şansını tersine çevirmekle meşguller. Akıllarınca “muhalif” teröristleri destekleyerek Esat’ı devirecekler…  Esat’tan size ne, kendi yurttaşınızın derdine çare olsanıza!… Belli ki, büyüklerimiz varlıklarını Esat’ın gidişine bağlamışlar. Şam’da kılacakları Cuma namazının hayali ile yaşıyorlar!..

    Başbakanımız iyice duvara dayanmış, ülkeyi yönetemiyor artık!  “Türk milleti adına” egemenlik yetkisini kullanan erkler de öyle; yaşam ünitesine bağlanmış, doyasıya nefes alamıyorlar. Savcılar, 31 Mart’a kadar dosyalarına el süremiyor. Sürenler sürgün! Polis için ise durum biraz daha farklı. Onların denkleri bağlı, her gün yer değiştirme tehlikesi ile yaşıyorlar. Aslında hepsi de bu yaşadıklarını fazlasıyla hak ettiler. Cumhuriyetin yıkılmasında rol alanlar, er geç yaptıklarının hesabını bir gün verecekler… Bu bölüm bir iç hesaplaşmadır, burada bizim yerimiz olamaz!..

    Böylece Erdoğan ile Cemaat arasındaki kavga giderek kızışacağa benziyor. Adalet Bakanlığı Müsteşarının tehdit ettiği İzmir’in  –Cumhuriyet sözcüğünü bilerek kullanmıyorum- Başsavcısı Hüseyin Baş’ın da başı dertte… Tek başına tuttuğu tutanağı, kamuoyuna Kılıçdaroğlu açıklamış iyi mi? Kılıçdaroğlu, nedense desteğin bu kadarını, kahraman Türk askerlerinden bugüne kadar hep esirgemiş…  O tutanak doğru ise, -ki doğru olduğu kuvvetle muhtemeldir- devletin düşürüldüğü durumun bir ibret belgesi olarak kabul edilmelidir.  O tutanak bile, bağımsız yargının tamamen yok edildiğinin en somut kanıtıdır. Demokratik bir ülkede; böyle bir belge, hükümetin istifa etmesi için yeter de artar bile. Bizdekilerde nerde o yüz! Utanma ve arlanma duygusunu tamamen yitirmiş bir kabinenin,  Adalet Bakanı  da müsteşarının ardından  aynı savcıyı arayarak, “ilgili savcıdan dosyayı al kendin yürüt”  diyebilmiş!..

    Y-CHP, “F TİPİ” BİR PARTİDİR!..

    Belli ki, hükümet ile Cemaat, ellerindeki kamu gücünü birbirlerini yıpratmak için kullanıyorlar. Dolayısıyla bundan sonra kurallara uymaları da beklenemez. Kamu gücünü kötüye kullanmak zaten yasa dışı bir eylemdir.  İki tarafta aynı durumda olduğu için, hiçbir şekilde  birinden biri tercih edilemez!.. Bu noktada, birinin diğerine karşı yönelttiği suçlamaya son derece dikkatli ve temkinli yaklaşmak gerekir. En azından yıpratmak amaçlı olan, masa başında uydurulmuş bir “kumpas” olasılığını göz önünde tutmak gerekir. Gerek hükümet ve gerekse Cemaat, “kumpas”  kurmak konusunda ne kadar yetenekli olduklarını kanıtlamışlardır… Bu nedenle muhalefetin dik durması ve hukukun üstünlüğü çizgisini terk etmemesi şarttır. Muhalefet, ancak o zaman iktidar alternatifi olduğuna halkı inandırabilir ve geniş yığınlara güven verebilir. AKP’ye benzemek veya onun  görevini  bıraktığı yerden devralmaya hazır olduğunu ima etmek, bunun için de Cemaat’le işbirliğine girişmek  intihar anlamına gelir!..  Bu çerçevede bir an için savcı Hüseyin Baş’ın tutanağının gerçeği yansıtmadığını kabul edelim. Görevden alınacağı kesinleşen bir savcının, giderayak hükümete çelme takmak ve bu şekilde  mensup olduğu Cemaati avantajlı duruma geçirmek için böyle bir şey yapması imkansız bir şey mi? Ana muhalefet  partisinin genel başkanı,  eline tutuşturulmuş her kağıt parçasını TBMM’nde gerçekleşen grup toplantısına getirip, 76 milyon halkın gözünün içerisine baka baka sahiplenebilir mi? Bu kadarı yetmezmiş gibi , bir de gerçeğe uygun olup olmadığı kesinleşmemiş bu belgeyi İngilizceye çevirtip,  dünya aleme dağıtacakmış!..  İleride bu belgenin masa başında hazırlanmış  “düzmece” bir belge olduğu ortaya çıkarsa ne yapacaksın? Savcıya o kadar mı güveniyorsun? Cemaat mensubu bir savcının, ana muhalefet partisini, kendi kavgasının özel bir aracı gibi kullanmasına izin veren Kılıçdaroğlu, bunun hesabını nasıl verecektir! Bu kadar yeteneksiz ve inisiyatif koymaktan aciz,  bir adım ilerisini göremeyen bir  adam, Atatürk’ün partisinin başında neden tutulur?.. Anlamak mümkün değildir!..

    Hiç gerekmediği halde CHP, Cemaat ile hükümet arasındaki kavgada neden taraf oluyor?

     Bundan böyle “kumpas” amacıyla hazırlanmış her belgeyi Kılıçdaroğlu’nun eline tutuşturup ortalığa salmak mümkün hale gelmiştir… CHP’de tabandan gelen ortak akılın tepeye doğru akışının önüne ne yazık ki set çekilmiştir. SOROSCU, Amerikan hayranı bir ekip, memur Kemal’i kukla gibi parmağında oynatmaktadır. Fetullah  Gülen’in kucağına oturmuş bir CHP, hiçbir şekilde Cemaat mensuplarının işlediği suçların hesabını soramaz!.. Tam aksine, işlenmiş bütün suçlara kılıf uydurmak zorunda kalacaktır. Aklınıza getirin hele, Y-CHP ile Cemaat ortak bir iktidar kurmuştur.  12 yıllık bu kara dönemde; devletin hiçbir kurumunda, CHP’ye yakın bir tek memur bile bırakılmamıştır. Dolayısıyla, CHP’nin olası iktidarında, bu kurumlarda istihdam edecek yetişmiş kadrosu bulunmamaktadır…. AKP’nin iktidara gelmesi ile “F Tipi” hâkimler, savcılar ve polisler Adalet Bakanlığı ile İçişleri Bakanlığına doldurulmuştur. Olası bir  CHP-Cemaat “koalisyon” hükümetinde, Cemaat bu bakanlıkları seve seve CHP’ye bırakabilir!.. Onların yerine de iki ayrı bakanlık ele geçirir. Bu kadrolarla, böyle bir hükümette,  CHP’liler geçmiş hükümetin hukuksuzluklarının hesabını sorabilirler mi? Hele de hesap sorulacak olan kişi Cemaat mensubu ise. Hesap sormak bir yana, Cemaatin istemediği yasaları bile çıkartamazlar. Yani o zaman da gerçek iktidar yine Cemaat olur. CHP’ye sadece figüranlık yapmak düşer… Belki birkaç aç gözlü bu iktidardan nasiplenebilir, ama halkın hiçbir sorununa çözüm üretilemez!.. Böyle bir iktidara,  önceden işlenmiş suçları zamanaşımına uğratma iktidarı demek çok daha yerinde olur!.. Bizim Kılıçdaroğlu, ne yazık ki, böylesine  aşağılık bir ortaklığa  “evet” demiştir!..

    Bu iddialı sözlerimin onlarca kanıtı vardır. Kılıçdaroğlu’nun nerede ne zaman ne yaptığı artık herkesin malumudur. Maskesini bile takma gereği duymamaktadır. Dolayısıyla onun Cemaate yaklaşımını ele almak zaman israfıdır. Buna rağmen birkaç hatırlatma yapmak gerekir. Bir kere Kılıçdaroğlu, yargıdaki “F Tipi”ne kayıtsız, koşulsuz kol kanat germektedir. 17 Aralık operasyonundan sonra, hükümetin görevden aldığı savcı ve polis memurlarına dava açmaları yönünde öğüt vererek,  sahip çıkmıştır. Bu sözler bile başlı başına,  onların haksızlığa uğratıldıklarının kabulü anlamına gelmektedir.  Haksızlığa uğrayan bir memurun, üstelik bu kişi polis veya yargı mensubu ise,  nereye başvuracağını  “hesap uzmanı”  Kılıçdaroğlu’na soracak değil herhalde, bu konuyu ondan çok daha iyi bilirler. Aynı şekilde, Kılıçdaroğlu, Ergenekon davalarının en önemli aktörü olan Zekeriya Öz’ün, hükümete karşı söylediği sözlerin doğru olduğunu da kabul ederek, onu da  “dürüst” bir memur gibi lanse etmiştir…. Bay Kemal,  Hüseyin Baş’ın, tek başına hazırladığı tutanağı koynuna koyup, heyecanla kürsüye fırlamıştır…  Son olarak da HSYK’nın doğrudan hükümete bağlanmasına dönük yasa tasarısının AKP tarafından askıya alınmasına teşekkür etmiştir. Böylece yargının Cemaat elinde kalması için elinden geleni yapmıştır! Erdoğan’ın oluru ile yargıyı işgal eden ve  özel mahkemeler eliyle Cumhuriyeti  yıkan Cemaat’in en önemli silahı, Kılıçdaroğlu’nun katkısı ile yine ellerinde kalacaktır!..

    Seçimler yaklaştı diye, bunları görmezden gelemeyiz!..

    Bu açıklamalardan sonra biraz da Cemaat ile Y- CHP’nin, Ergenekon davaları ile başlayan ortaklığının, bundan sonraki yol haritasına bakalım…

    GÜLEN’E GÖRE HÜKÜMETİN TEK BAŞARISI “EKONOMİK BÜYÜME”!..

    Fetullah Gülen, ABD’nin ünlü gazetesi Wall Street Journal’e verdiği mülakatta şu noktaların altını çizmiştir:

    1.  Gülen hareketi, AKP’yi zorlayan CHP’ye sıcak bakmaktadır…

    2. Ortak oldukları 12 yıllık AKP iktidarında hükümetin en büyük siyasi başarısı “ekonomik büyüme”(1) dir,

    3.  AKP ile yapılan ittifak “ortak demokratik değerler”, “evrensel insan hakları” ve “özgürlükler” etrafında gerçekleşmiştir,

    4.  Geçen 15 yılda Türkiye’nin  “ekonomik” ve “demokratik” ilerleme kaydettiği, son iki yıl içerisinde ise bu ilerlemenin tersine döndüğü ileri sürülmektedir,

    5.  Emniyet ve yargıdaki Cemaat mensupları tarih boyunca dünya görüşleri nedeniyle “fişlendiği” ve “ayırımcılığa” tabi tutuldukları için bu kurumlarda görev almışlardır,

    6.  “Yeniden yargılanma” ile binlerce duruşmanın hükümleri feshedilecekse bunun yargı güvenliğine zarar vereceği ve on yılda elde edilmiş “kazanımları”  tersine çevireceğine inanılmaktadır,

     (2010 yılında yapılan Anayasa değişikliği ile elde edilmek istenen sonuç zaten bu yargılamaları yapabilmekti…)

    7.  Koza Grubu, İstikbal Grubu ve Bank Asya’ya karşı yapılan sıra dışı denetimler,  Koç ve Doğan Gruplarına karşı yapılan vergi cezası vuruşları ile aynı mahiyettedir,

    8. “Demokrasi”, “evrensel insan hakları” ve “özgürlükler” gibi değerlerin arasında “şeffaf ve hesap sorulabilir” hükümetler de bulunmaktadır…

         Hiç kuşku yok ki, bu saptamaların çoğu gerçek dışıdır… Cemaat hükümeti başarılı kendini de suret-i haktan(2) göstermek çabası içerisindedir!..

    ***

    “BÜYÜKLÜK” SİLAHI!..

    30.1.2014_k.k

    Denebilir ki,  Fetullah Hoca Efendi “En büyük Amerika’dır ve ben onun kâhyasıyım”  sözleri ile özetlenebilecek bir büyüklük havasını üflemektedir!  Gerçekte ABD’nin de en büyük silahı “büyüklük” fikrini kabul eden insanların her ülkede fazlaca bulunmasıdır. Bu fikir zayıf ve güvensiz insanları ABD işbirlikçisi yapmakla kalmıyor, kararsız kitleleri de güçlünün yanında yer almaya yönlendirerek, gerçekte gücü olmayan bir odağı, büyük ve güçlü hale getiriyor…  Gülen’in, bugün için geçerli  tek sermayesi  arkasına aldığı Amerikan sanal gücüdür…  Ne yazık ki, bu saplantı, az gelişmiş toplumlarda derin etkiler yaratmaktadır. Emperyalizmi ilk defa yenilgiye uğratanların  partisi olan CHP bile, bugün için ABD’nin desteği olmadan iktidara gelinebileceğine inanmamaktadır!… Oysa ABD desteği ile gelen bir iktidarın, AKP’den farklı olamayacağı son derece açıktır. Bu yüzden böyle bir iktidar arayışına şiddetle karşı çıkmak gerekir. Dış güçlerin desteği ile gelen bir iktidar, her şeyden önce aslanlı yolda başlayan yürüyüşü yavaşlatır ve gerçek halk iktidarını geciktirir…  Ayrıca yabancı güçlerin desteği ile kurulan bir hükümet, ulusal çıkarlarımızı gerektiği gibi savunamaz,  bağımlılığı nedeniyle de her türlü tavizi kolaylıkla verebilir. Böyle bir durum,  Atatürk’ün “Tam bağımsız Türkiye” ideali ile çelişir ki, buna hiçbir yurtsever CHP’linin yanaşmaması gerekir…

    Bu nedenle halka dayanmayan bir CHP iktidarı için koşuşturmak yerine, halka dayanan yurtsever çekirdek bir kadronun peşine düşerek,  yeniden Samsun’a çıkmak en isabetli hareket olur…

    ***

    CESETLER NEDEN HABER KONUSU OLMADI?

    Anadolu Ajansı ceset görüntülerini yayınladığı gün, Cenevre-2 toplantısına katılmak üzere, pek çok ülkenin dışişleri bakanları yola çıkmıştı. Akla ilk gelen soru, bu fotoğrafların çekildikleri zaman neden haber konusu yapılmadıklarıydı. Savaşta bile olsa sivil halkın öldürülmesinin haber değeri vardır. On binlerce fotoğraf, on binlerce cinayet demektir. Böyle bir durumda, basını sustursanız bile ölenlerin yakınlarını susturamazsınız!.. Toplantı bitti ama nedense bu sorulara hala yanıt veren çıkmadı…

    Geçmişte Suriye ordusunun,  kimyasal silahla öldürüldüğü ileri sürülen çocukları, dışarıdan gelen ve kendilerini “muhalif”  adını veren teröristlerin öldürdüğü, BM uzmanları tarafından ortaya çıkartılmıştı. MİT’in “insani yardım” TIR’ları ile Suriye’deki muhaliflere taşıdığı, tank mermileri, roket parçaları gibi silah ve mühimmatın ne için kullanılacağı sorusuna bile izin vermiyor hükümetimiz… “Devlet sırrı” deyip geçiyorlar. Hükümetin en yetkin hukukçusu Burhan Kuzu,  bu hukuksuzluğu   vicdana uygun buluyor!… Kızılay’ın işini yapan MİT’in görevini hangi kurum yapıyor acaba? Bu tartışmalar sürerken, Suriye Dışişleri Bakanı Velit Muallim, Dışişleri Bakanımızın gözünün içerisine bakarak, suçluları açıklıyor:” Suriye’yi yok etmek için uzun yıllardır yapılan planları uygulama emri aldılar. Erdoğan hükümeti olmasa bunların hiçbiri yaşanmazdı. Bu hükümet kendi topraklarında teröristleri eğitiyor” diyerek doğrudan bizim hükümeti işaret ediyor…  ABD 83 ülkeden getirdiği teröristlerle, halkının yüzde 70’inin desteğini almış meşru bir hükümeti yıkmak istiyor ve biz onun yardımcısıyız!..

    SİCİLİMİZ BOZUK!..

    Hükümetimizin sicili, Irak’ın ABD tarafından işgaline destek vermekle zaten bozulmuştu. Başbakanın, “Libya’da NATO’nun ne işi var” dedikten sonra, ordumuzu Kaddafi üzerine yürütmekle, gerçek yüzümüz ortaya çıkmıştı. Ardından İsrail’i korumak için kurduğumuz füze kalkanı, işleri çığırından çıkardı… “One minut” kabadayılığı ve “Mavi Marmara” gemisi baskını da bir işe yaramadı… Nihayet,  Filistin ve Suriye halklarının yanında savaşan Lübnan Hizbullah’ını “hizbulşeytan” ilan ederek, gerçek safımızı n, Ortadoğu halkları değil, ABD ve İsrail’in yanında olduğunu belirledik. Mısır’da İhvan’ı destekleyerek bir kez daha duvara tosladık. Cenevre-2’de Davutoğlu’nun yüzüne söylenenleri, doğrusunu söylemek gerekirse  fazlasıyla hak ettik!.. Son bir not ekleyelim: Suriye ile ilgili olup olmadıkları kesinleşmeyen o ceset fotoğrafları ile ilgili olarak Y-CHP’de hükümetin yanında yerini aldı. ABD’nin Y-CHP içerisindeki  en has adamı Faruk Loğoğlu, peşinen bu cinayetleri işleyenin  Esat yönetimi olduğunu ilan ederek,  CHP adına bir kınama mesajı yayınladı!.. Dolayısıyla, Suriye sınırında yakalanan silah yüklü TIR’larla ilgili, önceden yapılan açıklamaların gösteri amaçlı olduğu da kabul edilmiş oldu. Öyle ya cinayetleri işleyen Esat ise, Erdoğan’ın gönderdiği silahlar için kıyameti koparmanın alemi ne!.. Burhan Kuzu gibi vicdanidir deyip geçin… ABD’nin  CHP’deki büyükelçisi Faruk Loğoğlu, bu konuda hiç ağzını açmayacaktı!.. Delegeyi huylandırmayın!?.. Balık hafızalı olabiliriz ama dün dediklerinizi gün gibi hatırlıyoruz!..

    Av. Cemil Can

    DiPNOTLAR:

    (1)        “Bu dönemde devlet üretimden çekildi. Özel sektör rantiyeleşti, üretimden koptu ve karlarını üretimden değil, devlete borç vermekten elde etmeye başladı. Üretim ekonomisinin yerini, borç paraya bağımlı bir tüketim ve israf ekonomisi aldı. Türkiye ödeyebileceğinden çok daha fazlasını borçlanarak tüketiyor. Fakat bugün sıcak para ve borç ekonomisi açısından deniz bitmiş gibi gözüküyor…” 

    (2)        Her şeyin doğrusunu, akla ve vicdanların sesine uygun olanı yapmaya çalışıyormuş gibi görünürken başka bir amaç gütmek anlamına gelir. (Oktay Ekşi)

         

     

     

     

  • MOSSAD’ın haritasını Dışişleri yalanladı

    MOSSAD’ın haritasını Dışişleri yalanladı

    AKP iktidarına çok ciddi suçlama..

    Mossad El-Kaide Haritasiİsrail Askeri İstihbarat (MOSSAD) şefi Tümgeneral Aviv Koçav, Tel Aviv’de düzenlenen güvenlik konferansında bir harita göstererek Türkiye’de üç El Kaide üssü olduğunu savundu. Ankara’dan jet yalanlama geldi

    Suriye’ye savaşmaya giden El Kaidecilerin orada kalmadığını ve NATO üyesi Türkiye üzerinden Avrupa’ya geçebileceğini öne sürdü. Koçav’ın sözcüsü, El Kaide üslerinin Karaman, Osmaniye ve Şanlıurfa’da bulunduğunu iddia etti. Reuters bu açıklamayı önemli bir haber gibi verdi. Türkiye’deki üç noktada toplam 100 kadar El Kaide militanı olduğunu iddia etti. ANKARA YALANLADI Ankara ise Koçav’ın iddialarını yalanladı. Dışişleri Bakanlığı kaynakları, “Suriye’de yaşananlardan dolayı asıl tehdit Türkiye’ye yönelik. Türkiye, bu yapılarla hali hazırda etkin şekilde mücadelesini sürdürüyor” dedi. Milliyet

  • ‘TSK, Erdoğan’ın oluyor’

    ‘TSK, Erdoğan’ın oluyor’

    19.1.14_1_1-
    TSK’nın yapısını değiştiren yasa tasarısına ilişkin raporun muhalefet şerhlerinde, sert eleştiriler yöneltildi.

    Genelkurmay Başkanı ile Kuvvet Komutanlarının görevleriyle ilgili suçlarda, Yüce Divan’da yargılanmalarını öngören ve Kuvvet Komutanlarının görev sürelerini de 65 yaşına kadar uzatma imkanı getiren yasa tasarısı tartışma yarattı.

    TBMM Milli Savunma Komisyonundan geçen tasarıyla ilgili komisyon raporu tamamlandı. Rapora CHP ve MHP milletvekilleri muhalefet şerhi koydu. CHP’li Komisyon üyeleri Mustafa Moroğlu, Orhan Düzgün, Turhan Tayan, Ali Demirçalı ve Tolga Çandar muhalefet şerhinde, ”Amacın, TSK’yı güçlendirmek değil doğrudan Başbakan’a bağlamak olduğu açıkça görülmektedir” denildi ve şu görüşler savunuldu:
    ”Tasarı ile, Genelkurmay Başkanı ve komutanların soruşturma izni Başbakan’a verilerek, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı yetkisi tanınmaktadır. Bu madde suçluları, Roboski’de olduğu gibi gizlemenin ya da Ergenekon ve Balyoz’da olduğu gibi terörist ilan etmenin yasalaştırılmasıdır. İtiraz mercii olarak da Cumhurbaşkanı yetkili kılınmaktadır. Yasal işlemlerin denetim yeri idari yargıdır. Cumhurbaşkanı yargının bir unsuru değildir. Tasarı iktidara üst rütbelerin belirlenmesinde yetki de vermektedir. Sınırsız biçimdeki bu yetki, komutanların görev süresini yaş haddine kadar uzatmaktadır”

    Komisyonun MHP’li üyeleri Semih Yalçın ve Mesut Dedeoğlu da komutanlar için soruşturma yetkisinin Başbakan’a verilmesine karşı çıktılar ve muhalefet şerhlerinde
    ” Tasarı ile, Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet komutanlarının görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divan’da yargılanmaları öngörülmektedir. Ancak soruşturma açılmasına, Başbakan karar verecektir. Bu yetkilerin, yürütmenin başındaki Başbakan’a verilmesi uygun değildir. Soruşturma açılması konusunda Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı yetkili olmalıdır.” dediler.
    Gazeteport

    Ulusal post

     

  • “Ya istifa eder ya da ülke onunla batar”

    “Ya istifa eder ya da ülke onunla batar”

    28.1.14001

     

    Ali GÜLEN / SÖZCÜ

    Alman Der Spiegel Dergisi Başbakan için, “Ya istifa eder ya da ülke onunla batar” diye yazdı

     

    Türkiye’deki siyasi ve ekonomik çalkantılar dünya basınının gündeminden inmiyor. Alman Der Spiegel Dergisi, “Türk işverenler: Hava her geçen gün Erdoğan’ın aleyhine değişiyor” başlıklı bir analiz yayınladı. İki yıl öncesine kadar “Güvenli liman” diye adlandırılan TL’nin artık eridiğine değinen dergi, bunda yüksek cari açığın kendine çok güvenen Erdoğan tarafından dikkate alınmaması, siyasi belirsizlikler ve Erdoğan’ın sert söyleminin etkili olduğunu vurguladı.

     

    İşadamları korkuyor

     

    Erdoğan’ın cemaate saldırdığını, ayrıca Koç Holding gibi dev şirketleri hedef aldığını belirten dergi, iş dünyasının artık Erdoğan’a karşı cephe aldığını yazdı. İsmini açıklamadığı ünlü bir işadamının, “Ne kadar işadamının Erdoğan’ın tavrına cephe aldığını kestirmek zor, çünkü herkes isminin açıklanmasından korkuyor. Ama artık havanın her geçen gün Erdoğan aleyhine döndüğünü görüyoruz. Ya Erdoğan hemen istifa eder ya da hepimiz birlikte dibi boylarız” dediğini belirtti. Dergi, Erdoğan’ın otoriter yaklaşımı ve sertlik tavrının TL’yi dipten dibe vurdurduğunu kaydetti.

     

    Finansal kriz riski var

     

    Die Welt gazetesi ise FED’in politikasının Türkiye ile Arjantin’i vurduğunu ve TL’nin değer kaybettiğini yazdı. Gazete, “Türkiye’de büyük bir finans krizi korkusu gelişiyor” dedi.

     

    Türkiye’ye türbülans uyarısı

     

    Türkiye’ye türbülans uyarısı

    IMF Baş­ka­nı Chris­ti­ne La­gar­de, FED’in 85 mil­yar do­lar­lık var­lık alım­la­rı­na yö­ne­lik bir son­ra­ki ge­ri çe­kil­me adı­mının bu pi­ya­sa­lar­da­ki kar­ga­şa­yı ar­tı­ra­ca­ğı­nı söy­le­di. La­gar­de, FE­D’­in bu kap­sam­da­ki ye­ni ka­ra­rı­nın Tür­ki­ye ve En­do­nez­- ya gi­bi ser­ma­ye çı­kış­la­rın­dan ko­lay­ca et­ki­le­nen ül­ke­ler­de ye­ni bir ‘tür­bü­lan­s’ ya­ra­ta­bi­le­ce­ği­ne işa­ret et­ti.

    Sözcü

  • Sinan MEYDAN: Zulüm 1923’te Başladı!

    Sinan MEYDAN: Zulüm 1923’te Başladı!

    28.1.14--2

    Doğru!

    Zulum 1923’te başladı!

    İşgalci Haçlı emperyalizmine destek olan “işbirlikçiler” için zulum 1923’te başladı!

    Kuvay-ı Milliye’ye karşı “ihanet fetvaları” yayımlayan “Teali İslam Cemiyeti“ liderleri Şeyhülislam Mustafa Sabri ve İskilipli Atıf hainleri için zulum 1923’te başladı!

    Anadolu’da yokluk ve yoksulluk içinde kelle koltukta Haçlı emperyalizmine karşı mücadele eden Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarını idama mahküm eden Sadrazam Damat Ferit ve Padişah Vahdettin gibi soysuzlar için zulüm 1923’te başladı!

    Anadolu’dan Haçlı emperyalizmini tepelemek amacıyla  halkın kurduğu “Kuvay-ı Milliye”yi yok etmek için Saray altınlarıyla, İngiliz silahlarıyla oluşturulan Vahdettin’in paralı ordusu “Kuvay-ı İnzibatiye” (Halifelik Ordusu)’nin komutanı Süleymen Şefik Paşa gibi hainler için zulum 1923’te başladı!

    Bursa’da Orhan Gazi türbesini çiğneyen, Uşak’ta camileri ahıra çeviren, İstanbul’un tarihi camilerine çan takmak isteyen, Manisa’da Müslüman kadınlara tecavüz eden işgalci Yunan ordularının vahşetine karşı kılını kıpırdatmayan teslimiyetçi soysuzlar için zulum 1923’te başladı!

    İşgalci Yunan ordularını Manisa’ya davet eden onursuz Hüsnüyadisler için zulum 1923’te başladı!

    Alparsalan’ın 1071’de Türk yurdu haline getirdiği Anadolu’yu ve Fatih’in 1453’te fethettiği İstanbul’u 1922’de Haçlı işgalinden kurtaran Mustafa Kemal ve kahraman Mehmetçiğe düşmanlık besleyen vatansızlar için zulüm 1923’te başladı!

    Tam bağımsız, kendi ayakları üzerinde duran, başı dik Türkiye Cumhuriyeti’nden; yani Lozan’dan  rahatsız olan Türkiye Cumhuriyeti karşıtları için zulum 1923’te başladı!

    Osmanlı’da yüzyıllar boyunca “Etrak-ı bi idrak” (İdraksiz Türk) diye aşağılanan, dönme -devşirmelerin merkeze/devlet yönetimine  getirilmesiyle, merkezden çevreye itilerek dışlanan, çoban, çiftçi, köylü olmaya zorlanan, buna karşın savaş zamanlarında cepheden cepheye sürülen Türklerin yeniden çevreden merkeze taşınmasından, tarihiyle, diliyle Türk’ün milli benliğinin hatırlanmasından, Türk Ulus Devleti’nden rahatsız olan Türk düşmanları için zulum 1923’te başladı!

    Halkı kul ve sürü/reya olarak gören, halifelikle yarı tanrısallık kazanmış, kendisni “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi“ sanan,  sultanlık/padişahlık şirk düzeninin yıkılmasından rahatsız olan Emevi torunları için zulum 1923’te başladı!

    Halkı Allah ile aldatan din bezirganları için zulum 1923’te başladı!

    Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması, hukuk kurallarının dinlere göre değil de sosyal ve toplumsal hayatın gereklerine göre belirlenmesi, din ve vicdan özgürlüğü, her türlü prangalardan kurtulmuş “özgür aklın” güvencesi durumundaki  laiklikten rahatsız olan dinden geçinenler için zulüm 1923’te başladı!

    Kuran’ın, ayetin, hadisin, ezanın, hutbenin, kısacası din dilinin Türkçe, yani anlaşılır olmasından, İslam dininin anlaşılmasından rahatsız olan din oyunu aktörleri için zulum 1923’te başladı!

    Sarık sarmayı, fes giymeyi dindarlık; onları çıkarıp şapka takmayı dinsizlik sanan kara cehalet için zulüm 1923’te başladı!

    Müslüman Türk insanının “aklını” kullanıp”bilimle” uğraşıp çağdaşlaşmasından/muasırlaşmasından rahatsız olan karanlığın bekçileri için zulum 1923’te başladı!

    Arap harflerini kutsadığı için Yeni Türk harflerinden rahatsız olan, aslında Türk insanının okur yazar olmasını istemeyen millet düşmanları için zulum 1923’te başladı!

    Türk insanının resim yapmasından, tiyatroya gitmesinden, çok sesli müzik dinlemesinden, heykel yapmasından rahatsız olan, “sanatın içine tüküren”  yobazlar için zulüm 1923’te başladı!

    Türk insanını çağdaşlaştıran kurumlardan; Millet Mekteplerinden, Köy Eğitmen Okullarından, Halkevlerinden, Köy Enstitülerinden,Kız Enstitülerinden rahatsız olan ortaçağ kafası için zulüm 1923’te başladı!

    Türk insanının Atatürk’ün ifadesiyle “üstü kaval altı şişhane” durumundaki “garip” kılık kıyafetten kurtulup “medeni” kılık kıyafet giymesinden rahatsız olan gericiler için zulum 1923’te başladı!

    Türk insanının ağanın, şeyhin, şıhın, hoca efendinin “müridi”, “kulu” olmasından kurtulup “özgür bireyler” haline gelmesinden korkan sömürücüler için zulüm 1923’te başladı!

    “Üreten köylünün milletin efendisi olmasından”, Atatürk’ün “tarım devrimi”nden, örnek çiftlikler projesinden rahatsız olan halk düşmanları için zulüm 1923’te başladı!

    Osmanlı’nın yabancılara peşkeş çektiği milli varlıklarımızın yabancılardan geri alınıp millileştirilmesinden, devletçi kalkınmadan, ulusal sanayinin kurulmasından, milli fabrikalardan, milli bankalardan, milli demiryollarından rahatsız olan millet düşmanları için zulüm 1923’te başladı!

    Türk kadınının siyasi ve sosyal haklar kazanarak erkeğiyle omuz omuza hayatın her alanında kendisini göstermesinden, çalışıp üretmesinden; kadın erkek eşitliğinden, kadının kadınlık onuruna yaraşır şekilde özgür birey haline gelmesinden rahatsız olan “örümcek beyinliler” için zulüm 1923’te başladı!

    Binbir güçlükle, bir  kurtuluş savaşıyla kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ni parçalamak isteyen “bölücler” için zulüm 1923’te başladı!

    Menemen’de “tekbir“ getirerek Teğmen Kubilay’ın başını kesen meczuplar için zulum 1923’te başladı!

    Kurtuluş Savaşı yıllarında Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarına kin kusan Mütareke basınının kirli kalemleri için; Ali Kemaller için zulüm 1923’te başladı!

    Doğru!

    Zulum 1923’te başladı:

    İslam dünyasında ilk kez emperyalizme karşı kazanılan bir bağımsızlık savaşıyla kurulan tam bağımsız Türkiye’den  ve bu Türkiye’nin “aklın” ve “bilimin” rehberliğinde çağdaşlaşmasından rahatsız olanlar; Haçlı artığı işbirlikçi hainler; İslam dinini istismar ederek halkı kandıran, kişisel çıkar elde eden sahte din adamları, dinciler; Türk kadınının özgür, eşit birey olmasından rahatsız olan “kadın düşmanları” için zulüm 1923’te başladı! Haliyle zalim de Mustafa Kemal Atatürk’tü!

    “O 1923 zulmü” sayesindedir ki, 65 yıllık Amerikancı-İslamcı Karşı Devrim’e rağmen Türkiye Cumhuriyeti bugün hala İslam dünyasının bağımsız(kısmen) ve çağdaş(kısmen) tek ülkesidir.

    1923 Cumhuriyet Devrimi’ni “zulüm” olarak adlandırıp güya “bu zülme” karşı mücadele edenlerin gerçek amacı bugün diğer İslam ülkelerinin içinde bulunduğu gibi “bağımlı” ve “hurafelerin bataklığında debelenen” bir Türkiye yaratmaktır.  İşte asıl zulüm o zaman başlayacaktır.

    Sinan MEYDAN

    28 Ocak 2014

    28.1.14-3

     

     

     

  • AKP’Lİ VEKİLLERİN GİZLİ GÖRÜNTÜ TELAŞI

    AKP’Lİ VEKİLLERİN GİZLİ GÖRÜNTÜ TELAŞI

     

     28_1_2014_-1-

    Cemaate yakın işletmelerde kalan AK Partili vekiller şimdi “gizli görüntü” telaşı yaşıyor.
    İktidar partisinin her yıl iki defa kamp yaptığı Ankara Kızılcahamam’daki cemaate yakın termal tesislerde bazı AKP’lilerin görüntülerinin kaydedildiği iddia edildi.

    Sözcü’den Veli Toprak’ın haberine göre otelde; sauna, havuz, hamam gibi imkanları kullanan vekiller, burada kaldıkları süre içinde özel hayatlarına ilişkin görüntülerin çıkmasından korkuyor.

    Bazı milletvekilleri, “Montaj bile yaparlar” derken, kimi milletvekilleri de “Eşimle görüntümü mü çıkartacaklar? Nereden nereye geldik, yuh artık” diye tepki gösteriyor.

    E.B.’Yİ ÇEKMİŞLER

    AKP’ye yakınlığı ile bilinen “gizliarşivler” twitter hesabından AKP’li önemli bir ismin görüntüsü olduğu açıklandı. Önceki gün paylaşılan bilgide “E.B’nin otelde birlikteliğini çekmişler bu kahpeler” diye yazıldı.

    Bakan, milletvekili, kurucular kurulu, gençlik ve kadın kolları başkanlarının katıldığı üç günlük kampa, AKP’liler eş ve çocuklarıyla katılıyor. Bazen de milletvekilleri özel misafirlerini ağırlıyor.

    Haber 3