Etiket: Dış Politika

  • Irak: Türkiye hakkındaki iddialar doğrulanırsa BMGK’ya başvururuz

    Irak: Türkiye hakkındaki iddialar doğrulanırsa BMGK’ya başvururuz

    Irak Savunma Bakanlığı Sözcüsü Nasır Nuri Muhammed, Türkiye’nin IŞİD’le yasa dışı petrol ticareti yaptığı iddialarının doğrulanması halinde konuyu Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne (BMGK) taşıyacaklarını açıkladı.

    Sputnik’e konuşan Irak Savunma Bakanlığı Sözcüsü Nasır Nuri Muhammed, “Irak hükümeti, Türkiye’ye ilişkin iddialar konusunda yeterli kanıt ve detay sahibi olursa BM Güvenlik Konseyi’ne ve diğer uluslararası kuruluşlara hemen şikayet dosyası iletir” dedi.

    Irak petrolünün kaçak olarak TIR’larla aralarında Türkiye’nin de bulunduğu bazı ülkelere taşındığı yönünde genel bilgilerin mevcut olduğunu da söyleyen Bakan Muhammed “Bu petrol IŞİD’in finansmanı için kullanılıyor” diye konuştu.

    ulusalkanal.com.tr

  • Putin, ABD planını deşifre etti

    Putin, ABD planını deşifre etti

    Rusya Devlet Başkanı Putin’in Amerika’nın Cerablus planını deşifre etti. Putin, “Amerikalılar orayı Kürtlere vermeyi planlıyor” dedi.

    Konu Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Putin en son Antalya’daki G 20 zirvesinde gündeme geldi. İşte o görüşme ile ilgili Yeni Şafak Ankara Temsilcisi Abdülkadir Selvi önemli bilgiler paylaştı.
    Erdoğan ve heyeti görüşmede Suriye haritasını açtı. Amerika birlikte IŞİD kontrolündeki 98 kilometrelik Cerablus-Mare hattındaki bölgeye yapılacak harekatın bilgilerini paylaştı. “Türkiye ve Amerika havadan, Özgür Suriye Ordusu ve Türkmenler de karadan operasyon yapacak” denildi. Putin de “kameraların karşısında tepki gösteririz ama operasyonu engelleyici bir şey yapmayız” güvencesi verdi. Suriye haritası üzerinde bilgi veren Türk yetkilinin eli Cerablus’un üzerinde dolaşırken Putin çok önemli bilgi paylaştı ve “Amerikalılar orayı Kürtlere vermeyi planlıyor” dedi.
    Bu kritik bilgiyi verdikten sonra Abdülkadir Selvi yazısında önemli noktalara vurgu yapıyor…
    Selvi, “Türk heyetinin yaşadığı şaşkınlığı bilemiyorum ama ABD ile ortak operasyon planlaması yap, PYD’nin Fırat’ın batısına geçmesi kırmızı çizgin olsun, Cerablus operasyonunu Kobani ve Azez’deki PYD’nin Cerablus’a yerleşip, sınırımızı tamamen ele geçirmesini önlemeye yönelik olarak planla, Putin kalksın, müttefikiniz için, ”Amerikalılar orayı Kürtlere vermeyi planlıyor” desin. (…) Cerablus, PYD’nin eline geçtiği taktirde İran’dan Akdeniz’e kadar olan sınırımız tamamen Kürtlerin eline geçmiş olacak.” dedi.

    Abdülkadir Selvi’ye göre Amerika’yı ikna etmek uzun sürdü, bunda da Rusya’nın PYD ile teması etkin oldu. Sonra neler yaşandı? Türkiye Rus savaş uçağı düşürdü Cerablus’a yönelik büyük operasyon rafa kalktı.

    ulusalkanal.com.tr

  • Türk jetleri tarafından düşürülen Rus uçağı iki ülke arasında krize yol açtı

    Türk jetleri tarafından düşürülen Rus uçağı iki ülke arasında krize yol açtı

    Eski Milli Savunma Bakanlığı Genel Sekreteri Ümit Yalım, “Genelkurmay Elektronik Sistemler birlikleri MİT’e devredilmeseydi, 24 Kasım 2015 Salı günü, kalkış için hazırlık yapan SU-24 tipi uçağın, pist başı yaptığı anda, Rusya’ya ait olduğu saptanır ve bu bilgi GES Birlikleri tarafından Eskişehir’deki Birleştirilmiş Hava Harekat Merkezi’ne (BHHM) iletilirdi” diye konuştu.
    Sözcü Gazetesi Ankara Temsilcisi Saygı Öztürk’e konuşan Ümit Yalım, “BHHM de pilotlarımızı bilgilendirir ve savaş uçaklarımız, Karadeniz uçuşlarında olduğu gibi ‘önleyici izleme uçuşu’ yaparak, Rus savaş uçaklarının Türk hava sahasına girişini engellerdi” dedi.
    Saygı Öztürk’ün Sözcü gazetesinin bugünkü (30 Kasım 2015) nüshasında yayımlanan yazısı şöyle:
    Balyoz” soruşturmaları başladıktan sonra, hükümetin askere olan güveni de azalmıştı. Genelkurmay Elektronik Sistemler (GES) Komutanlığı, işte böyle bir dönemde askerlerden alındı, adı Sinyal İstihbarat Başkanlığı (SİB) olarak değiştirilip dinleme yetkisi Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarlığı’na bağlandı.
    Savaş uçağının düşürülmesinden sonra Genelkurmay Başkanlığı, “Milliyeti tespit edilemeyen uçağın düşürüldüğünü” açıklamıştı. Oysa 15 dakika önce uçağın Rusya’ya ait olduğu Cumhurbaşkanlığı tarafından Anadolu Ajansı’na bildirilmişti. Anlaşılıyor ki, MİT, uçakla ilgili elde ettiği bilgileri Genelkurmay Başkanlığı’ndan çok önce Cumhurbaşkanlığı’na verdi, Rusya uçağının “pist başı” yaptığı bilgisini de askerlere ulaştırmadı.
    Askerin gözü, kulağı gitti
    Suriye, 1989 ve 2012 yıllarında iki uçağımızı, Yunanistan da, 1996 ve 2006 yılında iki F-16 savaş uçağımızı düşürdü. Ancak Rusya tarafından hiçbir uçağımız düşürülmediği gibi uçaklarımıza “önleme” bile yapmamıştı. Savaş uçağının, füze ile vurulmadan önce hangi ülkeye ait olduğunun tespit edilememesi önemli bir zafiyettir. Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, “Uçağın Rusya’ya ait olduğunu bilseydik, durum farklı olurdu” dedi. Yani, uçağı o zaman düşürmeyebileceklerini anlatıyor ve dolayısıyla zafiyeti kabul ediyor.
    Bunun sorumlusu da AKP hükümetidir. Soğuk savaş döneminde, 1950’li yılların sonlarına doğru kurulan ve yıllarca Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kuruluşunda hizmet veren GES Komutanlığı, Başbakanlığın talimatıyla 1 Ocak 2012 tarihinde elektronik birlikler ile sinyal istihbaratı yapan iki adet Casa Uçağı’nı da MİT’e vermişti.
    Önleyici izlemeyle önlenirdi
    GES’in, MİT’e devrinden sonra 22 Haziran 2012 tarihinde, RF-4E modeli Fantom keşif uçağımız Suriye’deki füze bataryası tarafından düşürüldü ve iki pilotumuz şehit oldu. Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, uçağımızı vuran Suriye füze bataryasına ait 17 dakikalık dinleme kaydı olduğu belirtildi. Ama dinlemeler Genelkurmay’a verilmedi. Silahlı Kuvvetler Komuta Harekat Merkezi’nde bu çalışmaları yürüten, eski Milli Savunma Bakanlığı Genel Sekreteri Ümit Yalım’ı dinliyorum:
    “GES birlikleri MİT’e devredilmeseydi, Suriye’deki füze bataryasının faaliyetleri anında GES birlikleri tarafından Diyarbakır’daki Birleştirilmiş Hava Harekat Merkezi’ne (BHHM) iletilir, BHHM de pilotlarımızı uyararak uçağın bölgeyi terk etmesini sağlar ve uçağımızın düşürülmesi önlenirdi.
    GES birlikleri MİT’e devredilmeseydi, 24 Kasım 2015 Salı günü, kalkış için hazırlık yapan SU-24 tipi uçağın, pist başı yaptığı anda, Rusya’ya ait olduğu saptanır ve bu bilgi GES Birlikleri tarafından Eskişehir’deki Birleştirilmiş Hava Harekat Merkezi’ne (BHHM) iletilirdi. BHHM de pilotlarımızı bilgilendirir ve savaş uçaklarımız, Karadeniz uçuşlarında olduğu gibi ‘önleyici izleme uçuşu’ yaparak, Rus savaş uçaklarının Türk hava sahasına girişini engellerdi.
    GES’in MİT’e devredilmesi stratejik bir hatadır. Bu hata nedeniyle oluşan zafiyetler yüzünden Türkiye krizlerle boğuşmak zorunda kalıyor. Başta Yunanistan olmak üzere Türkiye’nin çevresinde bulunan ülkelerin silahlı kuvvetlerinin kuruluşunda sinyal istihbaratı yapan birlikler varken, GES birliklerinin MİT’e devredilmesi ile TSK’nın muharebe istihbaratı yeteneği zayıflatıldı. GES Birliklerinin bir an önce TSK’ya iade edilmesi gerekiyor.”
    Neredesin ABD?
    Hava sahamızı ihlal eden Rus pilot, 5 dakika içinde 10 kez uyarılmalarına rağmen uyarılmadıklarını öne sürdü. ABD uçakları, İncirlik kulesi, Akdeniz’deki gemileri “guard” frekansından Rus pilotlarının uyarıldığını bilmelerine, ellerinde kayıtlar olmasına rağmen sessiz kalıyor, açıklama yapmıyor. ABD makamları çıkıp, “Evet, Rus pilotlar uyarıldı, işte bu da konuşmaların kayıtlarıdır” demiyor.
    Açıkçası, Türkiye’nin sıkıştırılmasını izlemekle yetiniyorlar. Hatta, Rusya ile ilişkiler bozulduğu için sevinçten ellerini de ovuşturuyorlardır…
    Şu yaşananlara bakın
    Ülkemizde olup bitenlere bakın. Komşumuz Rusya’yla, Suriye ile büyük gerilim yaşanıyor. Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar, Ankara Temsilcisi Erdem Gül, inanılmaz iddialarla tutuklanıyor. Onlardan önce Gültekin Avcı yazılarından, Nokta Dergisinin sahibi Cevheri Güven ve Yazı İşleri Müdürü Murat Çapan da yayımlanmamış yazılardan dolayı ağır suçlamalarla tutuklandı. Hidayet Karaca’nın tutukluluğunun üzerinden bir yıl geçmesine rağmen davası başlamadı.
    Sıkıntılar yetmiyormuş gibi Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi öldürüldü, polisimiz şehit edildi. Terörün boyutunun bu hale gelmesi de “terörle yıllarca mücadele etmeyenlerin” eseridir… Bu gerilimle nereye gidiyoruz böyle?

  • Düşürülen uçakla ilgili Erdoğan’dan açıklama

    Düşürülen uçakla ilgili Erdoğan’dan açıklama

    • Haber: Bahar Demirel / Ankara / DHA

    Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türk F-16’ların düşürdüğü uçakla ilgili açıklama yaptı. Erdoğan, “Bugün sabah saatlerinde tüm uyarılara rağmen hava sahamızı ihlal eden, aidiyeti belli olmayan uçağa müdahale edilmiştir. Bu hadise tamamen Türkiye’nin önceden ilan ettiği angajman kuralları çerçevesinde gerçekleşmiştir” dedi.

    Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda 24 Kasım Öğretmenler Günü dolayısıyla gerçekleştirilen resepsiyonda Cumhurbaşkanı Erdoğan, 81 ili temsilen resepsiyona katılan öğretmenlere hitap etti.

    Son dönem yaşanan terör saldırılarına ve mülteci sorununa ilişkin konuşan Erdoğan, “Türkiye uzun süredir 2,5 milyon Suriyeli ve Iraklı göçmeni topraklarında misafir ederken Avrupa ülkeleri sadece birkaç yüz bin kişilik mülteci akını karşısında ciddi bir endişeye kapıldı. Paris’i hedef alan terör saldırılarıyla birlikte yaşanan endişe panik haline dönüştü. Batılı liderlerden ülkelerinde tırmanış gösteren ırkçı ve İslam düşmanı eğilimlere karşı daha güçlü bir duruş sergilemelerini bekliyoruz” diye konuştu.

    “Saldırıları şiddetle kınıyoruz”

    Bayırbucak Türkmenlerine yönelik saldırılar hakkında değerlendirmede bulunan Erdoğan, Türkiye sınırına bölgeden yeni bir göç başladığını belirterek “Suriye meselesine adil ve sürdürülebilir bir çözüm bulunmadan ne mülteci ne de terör sorununun önüne geçilemeyeceğini artık herkesin görmesi gerekiyor. Viyana görüşmelerinde bu doğrultuda ümit verici gelişmeler yaşandı. Ancak Esed rejimi ve onu destekleyen ülkeler bu görüşmelerde varılan mutabakatın ruhuyla uyuşmayan yeni saldırılara giriştiler. Hatay’ın hemen yanıbaşındaki Bayırbucak Türkmenlerinin yaşadığı bölgeye yoğunlaşan saldırıları şiddetle kınıyoruz. Orada bizim soydaşlarımız var. Bu soydaşlarımız sürekli uçaklarla bombalanıyor. Tanklarla, toplarla sürekli olarak bombalanıyor. Şu anda oralardan bu soydaşlarımız sınıra doğru göç etmeye başladılar” ifadelerini kullandı.

    “İlgili arkadaşlarımızdan sürekli bilgi alıyorum”

    Cuma gününden beri bölgede yaşanan gelişmeleri yakından takip ettiğini vurgulayan Erdoğan, “Başbakanımızdan, Genelkurmay Başkanımızdan, Dışişleri Bakanımızdan, MİT Müsteşarımızdan ve diğer ilgili arkadaşlarımızdan sürekli bilgi alıyorum. Az önce dar kapsamlı bir Güvenlik Toplantısı yaptık. Gerek Sayın Başbakanımız gerek Genelkurmay Başkanımız ilgili bakan arkadaşlarım ve ilgili bürokratlarımızla beraber bir toplantı yaptık. Ne oluyor, gelişmeler ne durumda, buna göre ne gibi adımlar atacağız?” şeklinde konuştu.

    “Aidiyeti bilinmeyen bir uçak 5 dakika içinde 10 defa uyarıldı”

    Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türk savaş uçakları tarafından Türkiye hava sahasının ihlal edildiği gerekçesiyle Hatay sınırında düşürülen Su-24 tipi Rus uçağına ilişkin açıklamalarda bulundu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, aidiyetinin belli olmadığını vurguladığı uçağın düşürülmesi hakkında şunları kaydetti: “Bugün sabah saatlerinde tüm uyarılara rağmen hava sahamızı ihlal eden bir aidiyeti belli olmayan savaş uçağına angajman kuralları gereği müdahale edilmiştir. Aidiyeti bilinmeyen bir uçağın 5 dakika içinde 10 defa uyarılmasına rağmen hava sahamıza girmeden önce çünkü sınırlarımıza doğru geliyor”

    “Mesele bir alkış meselesi değil”

    F-16’lar tarafından Rus uçağının düşürüldüğüne ilişkin sözlerinin resepsiyondaki öğretmenler tarafından alkışlanması üzerine Erdoğan, meselenin bir alkış meselesi olmadığını vurgulayarak “Uyarılmasına rağmen maalesef ihlalini devam ettirmekte ısrarını sürdürmüştür. Bunun üzerine F-16’larımız tarafından yapılan müdahale sonrası bu uçak düşürülmüştür. 2 uçaktan bir tanesi. Mesele bir alkış meselesi değil. Biz buna şahit olmak istemeyiz. Ama böyle bir durumla karşı karşıya bırakılmanın ne yazık ki ızdırabını yaşıyoruz” dedi.

    “Herkes saygı göstermeli”

    Rus uçağının angajman kuralları çerçevesinde düşürüldüğünü vurgulayan Erdoğan, “Bu hadise tamamen Türkiye’nin önceden ilan ettiği angajman kuralları çerçevesinde gerçekleşmiştir. Türkiye’nin komşularıyla başka herhangi bir ülkeye karşı düşmanlığı asla söz konusu değildir. Suriye’de bugüne kadar çok daha vahim olaylar yaşanmamasının sebebi Türkiye’nin soğukkanlı tutumudur. Bu son hadisenin önüne geçmek için de elimizden gelen gayreti gösterdiğimizden kimsenin şüphesi olmasın. Türkiye’nin kendi sınırlarını koruma hakkına da herkes saygı göstermelidir” dedi.

    “Bayırbucak Türkmenleri vurulmaktadır”

    Bayırbucak Türkmenlerinin olduğu bölgede IŞİD’in yer almadığını belirten Erdoğan, “Türkiye, Suriye’de zalim rejime karşı kendi kurtuluş savaşlarını veren muhalif grupları samimiyetle destekliyor. Burada bir şeyin altını çizmem lazım. Bayırbucak Türkmenlerinin olduğu bölge DAİŞ terör örgütünün olduğu bölge değildir. Kimse kimseyi kandırmasın. Orada sadece Bayırbucak Türkmenleri vardır. Soydaşlarımız, akrabalarımız vardır. DAİŞ terör örgütünü vuruyoruz diyerek orada Bayırbucak Türkmenleri vurulmaktadır. Bunlar topraklarını savunmanın gayreti içerisindedir. Ailelerini kamplara göndermişlerdir ve orada sadece o direnişçiler kalmıştır” diye konuştu.

    MİT Tırları

    Durdurulan MİT TIR’larını hatırlattığı konuşmasında Erdoğan, “17-25 Aralık darbe girişiminden hemen sonra yaşanan o meşhur MİT TIR’ları ihanetini biliyorsunuz değil mi? İşte o TIR’lar bu bizim Bayırbucak Türkmenlerine yardım götüren TIR’lardı. Bazıları diyor ki ‘Başbakan Erdoğan diyordu ki onların içinde silah yok’. Varsa ne olacak yoksa ne olacak? Ne diyoruz biz? Oraya insani yardım götürüyoruz. Kim onlar? Mağdur, mazlum, bizim Bayırbucak Türkmen kardeşlerimiz. Biz bunu yaptık. Ülkemizin, hükümetimizin ve şahsımın aleyhine bir algı oluşturabilmek adına bu yardımları sabote edenleri milletimizin asla affetmeyeceğine inanıyorum” şeklinde konuştu.

     

  • Güney Kıbrıs’tan Türkiye’ye veto

    Güney Kıbrıs’tan Türkiye’ye veto

    Güney Kıbrıs Dışişleri Bakanı Yannis Kasulidis, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinde yeni fasıl açılmasına onay vermeyeceğini açıkladı. - 982d6c0c 2015 10 19 m

    Güney Kıbrıs Dışişleri Bakanı Yannis Kasulidis, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinde yeni fasıl açılmasına onay vermeyeceğini açıkladı.

     

  • Denizden Denize Büyük Ermenistan Değil “Büyük Rusya kuruluyor!”

    Denizden Denize Büyük Ermenistan Değil “Büyük Rusya kuruluyor!”

    66-77
    Eshabil Üstündağ
    adanams@gmail.com

    20.10.2015

    (Yazıyı ayın 18’inde geceleyin bitirdim ama Görselleri tamamlayamadığımdan bugüne, bu saate sarktı, 20.10.2015 03:32..  Hatta tivitır‘da belirtmiştim taslak bitmek üzere diye.. Züccaciye gibi oldu resimleri de koyunca) 🙂

    ..Anlayın artık, “Amerika Rusya’nın EL SIKIŞMIŞ ORTAĞI VE YILLARDIR!”
    AKEPE İSE “AMERİKA’NIN KURDUĞU PARTİDİR VE HEPSİNİN İPİ BİR! (biliyorsunuz).
    ..Zaten yardımcı muhalefetleri de PROJEYE UYGUN İHDAS EDİLMİŞTİR VE “KÖKENİNE BAKARSANIZ, PARÇA BİRLEŞİR!”
    Bkz Ekli linkteki video..
    https://www.turkishnews.com/tr/content/2015/08/24/iste-size-kurtulus-recetesi/

    Şurda da Gökçe Fırat Çulhaoğlu anlatıyor..

    (Kendisine teşekkür ediyorum, tanımıyorum..)

    e-sarızeybek
    66-00

    Şunu 3 yıl önceki yazmıştım ve şu an münteşir.

    sssssssssssgg

    ……

    Rusya’yla ilgili;
    Yazımdan 6 gün sonra bir haber düştü gündeme ve şok etkisi yaratacak, Rusya’nın pkk görüşü.
    Soru potansiyeldi ve belki başkaları da dillendirmişti.
    Cevap ihtiyaç tabi!

    Soru:
    ***Rusya’ya sorun bakiim “PKK senin için ne ifade ediyor, yani İŞİD’in ortağı?” ..Kesin tavana bakar. 🙁 ***

    Cevap:
    rusya-1
    ……
    Kürtler’i Ermeni davasına Fer’i müdahil yapıyorlar, ….Ermenileri de, “Size Denizden Denize Büyük Ermenistan kurarız diye sulumeme veriyorlar (15 olaylarındaki gibi).”
    Ve KÜRT VE ERMENİ’Yİ KULLANARAK, YANİ HER İKİSİNİ DE KULLANARAK,
    Direk bir Sonuca gidiyorlar ve
    Sayın Rusya bir de Utanmadan, “Sınırlarınızı biz koruyoruz diyebiliyor..” (YAV ANLAYIN ARTIK BUNLARIN HEPSİ MÜTTEFİK)!

    Yani bizim asker kışlada tıkalı iken ve Yine Bizim Köyün muhtarı Teröristlere sınırı serbest eder iken,
    (ve Eğit donat, terörist ihracatı muaftır)
    Bizi Rusya Koruyacak?
    Ben nuri alço’yu tercih ederim! 🙁

    nuri-baba

    İyi de kimi kime karşı koruyacaksın, PKK’YI MI, BİZİ Mİ, İŞİD’İ Mİ, VE BİR YANDAN KÜRDİSTAN KURACAKSIN, YANİ O KILIFTA “BÜYÜK RUSYA?”
    ..Amerika gibi mi? (Bizim gibi diyesim geliyor da denmez, gerçi bizim sarıoğlan diyor ..aşağıda) 🙂

    666

    Sen Amerika’nın planını bire bir uyguluyorsun (Rusya) ve görevlendirdiği taşeron (aslında ukde ortağı, aslında parsa ortağı)’sın!

    müttefik

    Fabrikatör içerden olursa İşçi maaş alamazmış, bir Papua yeni gine atasözü..

    ……

    Bunlar Türk Halkını alıştırıyorlar ve ufak ufak salıyorlar, uyan Türk Halkım.
    Danışıklı döğüş Tabi, ve dahili güzellerimizle.. 🙁

    Bunu kim mi destekliyecek Türkiye’de?
    “Meclis içindeki ve dışındaki işbirlikçiler, Bundan hiç kuşkunuz olmasın!”
    Zaten size yaydıkları haberlere göre ..Rusya’yı kurtarıcı olarak görüyorsunuz ve Bu Psk. Yönlendirme ile “Koyunun kurda meleyerek gittiği gibi gidiyorsunuz!..” 🙁   (Geçen yılki yazılarımda da söyledim Bu işin içinde Rusya var, Çünkü Rusya, İsrail Kurulurken en ısrarlı oyu kullanandı ve BOP’un hakiki mimarı! Bunu hemen her yazımda söyledim, ekli linklerde zaten vardır).

    Hatta geçen yıl demiştim, hani şu Ekmel babanın şeye vekil dikilmesine, Çankaya’ya;
    “Ekmeleddin’den yeni bir Gorbaçov yapacaklar..” …idi yazımın ismi, yani öylesine veriyorum. (Tabi Ekmel zayıf kaldı, müttefik olmak yetmiyor ve şimdi yerini buldu) https://www.turkishnews.com/tr/content/wp-content/uploads/2015/10/ikon.jpg
    Kapak fotosu,

    e38f3d2a9ca1

    (Bahsettiğiniz Rusya (tutanlar), İŞİD ve PKK, ve Türkiye’de “o üç-dört harften müteşekkil” ne kadar Sol kisveli örgüt varsa,
    hepsi de Gizli Erm. örgütüdür ve fraksıyon modasıyla renk değiştirirler! Sendikaları da unutmayın, DIŞINDA HAK HUKUK, SÜSLÜ LAFLAR YAPILIR İÇİNDE PKK PROPOGANDASI! 🙂 …TEKRAR SÖYLEYEYİM (önceki yazılarımda çok söyledim) STK’nın neredeyse tamamı Amerika koordinelidir ve (CHANGE gibi düşünün) bir komutla eylemci olurlar ve GERÇK EYLEMİ MECRAINDAN ÇIKARIRLAR! Bunlara OCCUPPY denir, Ekli linklerin birinde anlattım, yazının ismi “BENCE HAZIRLANIN” 🙂
    Onlar, “meclis dışında Muhalefet kılığında ve her daim tepende!” ..yes koordineli..
    Aha en yetkili ağız söylesin,

    atalay
    mlkp
    887766
    121
    0-990-0
    -0-8877
    a_bulut
    davutoğlu
    8700-0
    EE7652f8d20
    işid
    EGzzzzzzzzzzz
    w-999
    kkedd

    Size “sol diye yutturulan, “Ermeni solcuları ve Türk Düşmanları Milli misak düşmanları,”
    ..Dinci diye yutturulan ise,
    “MİLLİYETSİZ VE MİLLET KAVRAMINA MUHALİF, AYNI BOP’UN RUHUNA UYGUN AMEL VE NAZAR EDENLERİDİR!”

    iğ2222Kural değişmiyor anlayacağınız, Hep din adamı kılığında geliyorlar  Feto‘nun kulağı çınlasın ikon..Çoçukken anlatırlardı (sanırım ilkokul ve hocalarımız), Ben de sanardım “Tiyatro kıyafetiyle filan, ne bileyim, Hocamız ayrıntılı anlatmazdı ki. Biz ne bilelim “kılık nedir” 🙁 Meğer ondan doluymuş! ikon  Biz de derdik ki “Biz onları tanırı(k) – Adana!” (Yani değişik bir kıyafet giyecekler falan) ikon-3  0-00--0

    Bunu pek çok yazımda işlemiştim, anı. 🙂

    …..

    Sahte B. Ermenistan için de (Keza sahte geçici kürdistan),
    ..Zaten Altyapı hazırlanıyor yani hukuki zemin ve …temeli taaaa 2005’te atılmış!..

    Bunlar nasıl türk dostu olabiliyor.. 🙁
    (Düşenebiliyormusunuz, Amerika hem Soykırım yalanı hortlatıyor, hem papaya sufle veriyor, hem de sözde mücadele eden’e (bizim köyün çocuğuna) ödül veriyor)..

    3322
    112233

    (Yukardaki yazının sahibi  ve Çevirmen Sayın Erkan Güçiz bey’e de teşekkür ediyorum. Onu da tanımıyorum..)

    2cac829f7866

    Seni müttefik seni,

    Maşallah müttefikler hep bizi bulmuş ikon(Boşuna güçbirliği yapmıyorlar The Müttefik’s) 🙂  (çoğul da İngilizce gidiyor) 🙂

    ……
    Rusya’nın dağılması bir stratejiydi ve zaafından değil, ve öyle olsaydı “Rusya hiç Amerika’yla dost olabilirmiydi; Düşmanı olurdu!? (Tarihte Amerikan Rus savaşı yoktur biliyorsunuz). Anlaşmalı yapıldı.
    Bunlar, TEK DEVLET İÇİNDEKİ AYAKLANMALARI ÖNLEMEK İÇİN (SSCB), BÖLÜNDÜLER VE BÖLÜNEN DEVLET “KENDİNİ MÜSTAKİL ZANNETTİĞİ İÇİN “ÖTEKİNE BANA NE DEDİ!” YANİ DAYANIŞMAYI YOKETTİLER VE EMPERYALİST DEVLETLERE KARŞI BİRARAYA GELMEYİ..!
    Ve bunlardan İlk bağımsızlığını ilan eden Litvanya idi (Bağımlılığını!), ve O litvanya (düşünün) 2008’de Askerliği kaldırdı!..
    “Kaldırdırttılar!”
    (Egemen Bağış’ın sözünü hatırlayın 3 yıl kadar oluyor ve sufle üzerine;
    “Türkiye’de askerlik kaldırılabilir…”)

    Bu Diğer minik devletler için de geçerlidir, yani Litvanya örneği.

    ……

    Ve Rusya’nın önü açıldı, Amerika’yla beraber Hurraaa Ortadoğu!..
    Çünkü Rusya’nın Eski bir hayali var ve “Deli Petro!..”
    “SICAK DENİZLERE AÇILMAK (Denizdendenize Büyük Rusya)!..”
    Tabi banyo yapmak için değil.
    ……
    İşgalin adına koruma diyorlar!..
    “TÜRK MİLLETİ, BÜYÜK BİR KUŞATMA ALTINDASIN!”

    Sadece resimlerine bakın, yazı anlamsız.
    https://www.turkishnews.com/tr/content/2014/12/21/isgal-sartlarini-hazirliyorlar/

  • BATI ERDOĞAN’I NASIL GÖRÜYOR ?

    BATI ERDOĞAN’I NASIL GÖRÜYOR ?

    733746_10151408853333381_1687523991_n
    Batı’nın genel bir değerlendirmesinden çok, jeo-stratejist Thierry Meyssan’ın ‘Erdoğan Sisteminin Sonuna Doğru’ (*) bașlıklı makalesinde Erdoğan hakkında yazılanlar șöyle özetlenebilir :
    1° Erdoğan, 2012 tarihinde Suudî prens Bandar bin Sultan’ın öldürülmesinin ardından uluslararası terörizmin ‘eșgüdümcüsü’ (koordinatör) olmuștur.
    2° 1 Aralık 2014 tarihinde, Katar’ın Müslüman Kardeșler’le ișbirliği yapmaması üzerine, Katar’ın temsilciliğini de üstlenerek Müslüman Kardeșler’in gerçek lideri olmuștur.
    3° Bu ‘görevler’in verdiği güvenle, ABD’nin vazgeçilmezi olduğunu sanarak, Rusya ile Türk Akımı anlașmasını imzalamıș ve NATO kurallarını çiğnemek cesaretini göstermiștir.
    4° Rusya ile imzalanan bu anlașma üzerine, Erdoğan’ın AB ile olduğu gibi ABD tarafından da ‘üzeri çizilmiș’tir.
    5° İște bu nedenle, 7 Haziran seçimleri öncesinde, AB ile ABD ‘el altından’ AKP aleyhine çalıșmıș ve HDP’ye ‘baraj atlatmıș’lardır.
    6° 7 Haziran seçim sonuçları, böylece, sadece Erdoğan’ın projelerini engelleme tehlikesi tașımamakta, hatta AKP’nin iktidarını da sallamaktadır.
    7° 2013 Haziran’ında eğer ABD desteği olmasaydı Erdoğan ‘Gezi’ hareketiyle gazi olabilecekti. Oysa, ‘Gezi’de sorun üç-beș ağaç değil, doğrudan Müslüman Kardeșler’in Türkiye versiyonuna ve Suriye ile savașa karșı olmak idi. Gezi’de, yanlıș bir biçimde Erdoğan’ın ‘düșürülemez’liği değil, tersine o’na geri adım attıralabileceği ortaya çıkmıș oldu.
    8° Erdoğan’ın ‘zayıf noktaları’, 17 Kasım ve 25 Aralık, Silivri mahkemeleri, Bilal’in ’30 Milyon Eoro’su, Kürtlere verilen sözlerin tutulmaması, Fetullah Gülen, Kaçak Saray gibi ‘iç sorunlar’ değil, doğrudan ‘dıș politika’daki ‘yanlıșları’dır.
    9° ABD Erdoğan’dan ‘sünni müslüman dünya’ya bir lider yaratmak için her türlü parasal desteği verdi. Ancak, Erdoğan 2011 yılında, ikinci büyük ekonomik desteği olan Libya Arap Cumhuriyeti’ni yıkmakla kalmadı, 18 ve 19ncu yüzyıllarda müslümanlığa dönmüș Misratas ve Aghdams yahudileriyle olan ‘eski bağ’ları canlandırmaya çalıștı. Oysa ‘plan’, Tunus’tan bașlayarak, Libya ve Mısır’da ve sonra Suriye’de Müslüman Kardeșleri iktidara getirmek ve ‘liderliği’ de Erdoğan Türkiye’sine vermek üzerine kurulmuștu.
    10° Mısır’da Müslüman Kardeșler’in 2012 Haziran’ındaki bașarısı üzerine, son halka Suriye cephesinde, de değișikliğe gidildi. 2011’den itibaren zaten adım adım Suriye üzerine yürünüyordu. Sonra NATO ‘karargah’ı Türkiye’ye yerleștirildi ve Libya’daki El Kaide militanları ‘Özgür Suriye Ordusu’ adı altında örgütlenerek Suriye’ye geçirildi. Bașlangıçta Erdoğan, bunları ‘Sığınmacı Kamp’ları biçiminde gösterdi ve Batı’ya Suriye’ye de ‘Arap Baharı’ geliyormuș izlenimi verildi.
    11° ABD Suriye’de, NATO’nun ‘gizli operasyon’ları biçiminde değil, Nikaragua örneği kapsamlı bir savaș planı uyguladı. 16 Nisan’da İȘID’ın önemli komutanlarından Abu Muhammed’in Idlip’te yaralanması üzerine, Hatay Devlet Hastanesi’nden fotoğrafları basına sızıyordu ve Erdoğan’ın MİT’iyle birlikte bu savaștaki yeri de ortaya çıkıyordu.
    12° İki yılda 200 000 militan dünyanın dört bucağından Suriye’ye gönderildi. MİT, Katar’ın parası ve CIA’nın gözetiminde bu militanlara her türlü silah ve cephane sağladı. Biri Șanlıurfa, diğeri İncirlik yakınındaki Osmaniye ve üçuncüsü İstanbul’da olmak üzere, Erdoğan üç El Kaide kampı kurup, Amerikan türü askeri okullar açtı.
    13° Erdoğan’ın El Kaide’nin bankası olan Yasin El Kadı ile dostluğu da biliniyordu. Ancak birlikte fotoğrafları yayınlanır yayınlanmaz, FBI ve Birleșmiș Milletler tarafında uluslararası tetörist listesinde yeralan Yasin El Kadı’nın adı hemen listeden çıkarıldı.
    14° Türk Hava Yolları genel müdürü Mehmet Karataș’ın, 18 Mart 2014’te YouTube’e düșen bir veideosından, Türk uçaklarının Nijerya’daki Boko Haram’a silah ve cephane gönderdiği de ortaya çıkıyordu.
    15° Mayıs 2014’te Suudî Arabistan’ın İȘID’a bağıșladığı yeni Toyota pikaplar ve ağır silahlar götüren bir ‘özel tren’in hareketleri saptanıyordu. Böylece bașlangıçta birkaç yüz olan militanlardan, binlerce kișilik tam teșekküllü bir ordu yaratılmıș oluyordu.
    16° 19 Ocak 2015’te silah ve sağlık malzemesi tașıyan MİT Tırlarının artık bir gizemi kalmamıș bulunmaktadır. Ancak Tır’ların sayısının iki değil 2000 olduğu söylenmektedir.
    17° Uluslararası Erdoğan Teröristlerini belirlemekte en önemli ișaret, West Point Askerî Akademisi eğitimli militanların önce Libya El Kaide’sinde yer alıp Muammer Kaddafi’yi devirmeleri sonra da Özgür Suriye Ordusu’nda görev almalarıdır. Sonra bunlar Suriye’de El Nusra cephesi adı altında Suriye El Kaide’sini olușturmușlardır. Bunlardan Mehdi al-Harati’nin Libya-İrlanda olmak üzere çifte vatandașlığı var. Mehdi al-Harati’nin, 2010 yılında Erdoğan’ı alnından öperken çekilmiș bir fotoğrafı bulunmaktadır. 2011’de İrlanda’da iken Kaddafi’yi devirmek üzere, yüklü bir parayla Libya’ya geçmiș, aynı yıl Abdelhakim Beljah’ın emriyle Suriye’ye gidip orada Fransa hesabına Özgür Suriye Ordusu’nu örgütlemeye bașlamıștır. 2012 sonunda Liwa al-Umma adında özel bir ordu kurduktan sonra Libya’ya dönerek Trablus Belediye Bașkanı olmuștur. Bilindiği gibi, bugün Linya’da biri Trablus’ta olup Türkiye tarafından desteklenen bir hükumet ile diğeri Tobruk’ta bulunan ve Mısır ile Emirlik tarafından desteklenen bir bașka hükümet bulunmaktadır.
    18° Türkiye Suriye savașından olumsuz etkileniyor denilmesine bakılmasın; Türkiye Suriye’nin tüm arkeolojik ve diğer tüm zenginliklerini ‘talan’ etmektedir. Örneğin Halep’te bulunan fabrikalar sökülüp Türkiye’ye tașınmıștır. Buna itiraz eden avukat ise hala hapishanededir.
    19° Erdoğan’ın bütün bu suçlarında ‘sır küpü’ Hakan Fidan olup, 7 Haziran seçimlerinde milletvekili olmak için değil, Erdoğan’ın Putin’le Türk Akımı projesini imzalamasına karșı olduğu için istifa etmiștir.
    20° Erdoğan’ın Bașbakanı Ahmet Davutoğlu bir Fetullah yetiștirmesidir.
    21° ABD’nin gözden çıkardığı Erdoğan’ı, AKP içinden Fetullah ve ANAP eskilerinden bir güçle parçalama girișimi beklenebilir. Her nasıl olursa olsun; Türkiye’de kurulacak hükümetler
    – İlk iș olarak politik tutukluları serbest bırakacak
    – Yolsuzluğa bulașmıș kișilerin yargılanmalarını sağlayacak
    – Kimi islamî ağırlıklı yasaları kaldıracak
    – Suriye’ye karșı düșmanlığa son verecek
    – Ancak Suriye’den bașka yerlere gitmek isteyen militanlara kolaylıklar sağlayacak
    – Putin’le yapılan Türk Akımı projesini durduracaktır.
    Yazar neredeyse bir koalisyon hükumeti programı yazmıș.
    Erdoğan bu koalisyana ‘he’ der mi? Bir tek onu yazmamıș.
    Doğrusu, dıșarıdan, Erdoğan’ın da Türkiye’nin de iși oldukça zor görünüyor.
    Habip Hamza Erdem
    (*) Thierry Meyssan, ‘Vers la fin du système Erdoğan’, Réseau Voltaire, 15 Haziran 2015

  • ERMENI SORUNUNA ALMAN KATKISI GUN ISIGINA CIKMAKDA

    ERMENI SORUNUNA ALMAN KATKISI GUN ISIGINA CIKMAKDA

    TANIK
    Gazeteci-Yazar Kerem Çalışkan, “Alman Cihadı ve Ermeni Sürgünü” adlı son kitabını Odatv’ye anlattı. Çalışkan’a göre 1915 yılında yaşananlar tamamen Almanya’nın kararıyla gerçekleşti. Çalışkan, “I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı’da ordusunun yönetimi tamamen Alman subaylara verilmişti. Daha önemlisi kararların verildiği askeri karargah Berlin’di. Türkiye’de ise Enver İTC’ye askeri işlere karışmama şartı koşmuştu” dedi. Çalışkan, kitabında Osmanlı ordusunu I. Dünya Savaşı’nda yöneten Schellendorf’un Talat Paşa lehine yapmak istediği tanık beyanlarını da ortaya çıkarmış.
    Kerem Çalışkan, Remzi Kitabevi’nden çıkan yeni kitabında, “Ermeni Soykırımı” iddialarına ve Almanların Ermeni tehcirindeki rolüne dikkat çekti.
    Ermeni tehcirinin 100. yılında, Almanların sorumluluğunu anlattığı yeni kitabına ilişkin merak edilen soruları yanıtlayan Çalışkan, “100 yıl sonra bu konuya daha gerçekçi ve soğukkanlı bakmak gerekiyor. Evet, I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı’da ordusunun yönetimi tamamen Alman subaylara verilmişti. Daha önemlisi kararların verildiği askeri karargah Berlin’di” dedi.
    İşte Kerem Çalışkan’ın yanıtları:
    YÖNETİM ALMAN SUBAYLARDAYDI
    Ermeni tehcirinin bütün sorumluluğunun Almanya’ya ait olduğunu söylüyorsunuz. Osmanlı ya da İttihat Terakki bu kadar iradesiz miydi? Sadece Almanlar’ın aldığı kararları mı uyguladılar?
    -Birinci Dünya Savaşı dönemi Cumhuriyet döneminde, günümüze kadar yeterince incelenmemiş bir konudur. Atatürk ve arkadaşları, bunun üstünü kapatıp beyaz bir sayfa açtılar. Çünkü İstiklal Savaşı’nı yürüten kadrolar da I. Dünya Savaşı’nda aktif görevler almışlardı.
    100 yıl sonra bu konuya daha gerçekçi ve soğukkanlı bakmak gerekiyor. Evet, I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı’da ordusunun yönetimi tamamen Alman subaylara verilmişti. Daha önemlisi kararların verildiği askeri karargah Berlin’di. Türkiye’de ise Enver İTC’ye askeri işlere karışmama şartı koşmuştu. Bütün askeri kararları Almanların direktifi doğrultusunda Enver tek başına veriyordu. Osmanlı Genelkurmayı’nda Almanlara direnen Hafız Hakkı, Kazım Karabekir gibi İTC’li subaylar ise Almanların emriyle Enver tarafından tasfiye edildiler. Kazım Karabekir bunları I. Dünya Savaşı anılarında acı acı anlatır. Merak edenler okursa, Almanların etkin rolünü ve İTC’nin iradesi olup olmadığını o anılardan çok iyi anlar…
    TEHCİR OLMAYABİLİR MİYDİ
    İttihatçılar’ın Almanlar’dan önce Rusya, İngiltere gibi müttefik arayışlarından söz ediyorsunuz. Bu gerçekleşse tehcir olmaz mıydı?
    -İttihatçılar Rusya, İngiltere ve Fransa ile ittifak aradılar. Ancak hiçbiri olmadı. Çünkü hepsinin hedefi Osmanlı’yı parçalayıp paylaşmaktı. Bir tek Almanya’nın dünya hakimiyeti planı Osmanlı’yı ayakta tutup, onun üzerinden Orta Doğu’ya kontrol etmeyi içeriyordu.
    Büyük devletlerin hepsinin kendi çıkarına göre bir Ermeni planı vardı. Almanlar için, Ermeniler Rusya’yı destekledikleri için bölgeden tasfiye edilmesi gereken bir unsurdu. Ermeni militan güçleri aktif olarak Rusya desteğinde Doğu bölgesinde terör estirmeseler ve Osmanlı, Alman baskısına boyun eğmeden ve savaşa aktif olarak katılmadan ‘silahlı tarafsızlık’ politikasını uygulayabilse, belki bölgedeki Ermenilerin böyle topluca ve sert tasfiyesi gerçekleşmeyebilirdi. Ama tarihi açıdan bu tür farklı senaryolar artık sadece spekülasyon…
    GOLTZ PAŞA’NIN TEORİSİ
    Goltz Paşa’nın Ermeni meselesi dahil Osmanlı’ya ilişkin öngörülerinin kaynağı sizce ne?
    -Goltz Paşa, Alman-Prusya politikasının, emperyal, militarist ekolünü temsil eden önemli teorisyenlerinden biriydi. Goltz’un 1883’te yazdığı ‘Silahlı Millet’ kitabı tüm sivil halkı savaş unsuru olarak gören, total savaşın şifrelerini içeren önemli bir kitaptı. Goltz ve Alman emperyal güçleri Bağdat Demiryolu çerçevesinde dünyayı, bölgeyi ve Osmanlı’yı kafalarında dizayn ediyorlardı. Amaç Osmanlı üzerinden Almanya’nın Basra Körfezi ve Hindistan’a kadar hakimiyet kurmasıydı. Almanların Osmanlı-İslam politikası bu stratejik hedef nedeniyle geliştirildi. Goltz bu çerçevede Osmanlı’nın Avrupa’dan çekilip Arap-İslam alemine yönelmesini istiyordu. Huntington’un Türkiye’ye önerdiğini Goltz 100 sene önce önermişti…Goltz’un ve Huntington’un öngörülerinin kaynağı bölgede emperyal hesaplar…Türkiye o hesaplara göre çekiştiriliyor 100 yıldır hala…
    ALMAN CİHADI NEDİR
    O dönem ‘Alman cihadı’ olarak tanımladığınız şey bugünkü cihada benziyor mu?
    -O zaman Alman Cihadı ‘İslam fanatizmi’ni Osmanlı üzerinden kendi düşmanlarına karşı şiddete dönüştürmeye çalışıyorlardı. Bugün de yine bazı Batılı güçler, CIA ve İsrail’deki bazı güçler, şimdi IŞİD’in vahşi ‘İslam fanatizmini, IŞİD tarzı cihadı, Suudiler ve Türkiye üzerinden kullanıp bölgeyi dizayn etmeye çalışıyorlar.. Demek ki İslam fanatizmi Batı için hala kullanışlı bir alet…
    Oppenheim’ın Osmanlı politikasını bu denli etkilemesinin sırrı ne?
    -Max von Oppenheim Almanya’nın karanlık ve gizli bir casusu…Türkiye’de şimdiye kadar tarih çalışmalarında isminin hiç geçmemesi ve rolünün aydınlatılmaması da bunun kanıtı…Oppenheim 1914 Ekiminde ‘İslam İhtilallerini Kışkırtma Raporu’nu yazıyor…1915 Nisanı’nda İstanbul’a gelip bir yıl kadar buradaki Alman İstihbarat Bürosu’nun başında faaliyet yapıyor…Tarihçilerimizin bu faaliyeti ve etkilerini aydınlatması gerekiyor..Teşkilatı Mahsusa’nın faaliyetleri ve Oppenheim’ın gösterdiği hedefler aynı…Bu bağlantıyı incelemek gerekiyor…
    NEDEN TANIK OLAMADI
    Schellendorf’tan biraz bahseder misiniz? Talat Paşa lehine neden tanık olmasına izin vermediler?
    -Schellendorf, Osmanlı ordusunu I. Dünya Savaşı’nda yöneten Osmanlı Genelkurmay Başkanı. Enver, onun ve Berlin’in emirlerini yerine getiriyor. Ermenilerin o bölgeden tasfiyesini ilk gündeme getiren de Talat Paşa’nın anılarına göre yine Schellendorf. Tehcir kararında etkin rol oynuyor. Schellendorf’un Talat Paşa’yı savunmak için yazdığı metin bunu açıkça ortaya koyuyor. Ancak savaş sonrası Almanya’da belli ki yetkili çevreler, Ermeni meselesinde Almanya’nın rolünü ortaya çıkartmamak ve örtbas etmek için Schellendorf’u mahkemeye çıkarmıyorlar. O da tarihe kayıt düşmek için gazeteye yazıyor…Ben de Almanya’nın Ermeni tehcirinde rolünü açıklayan bu metni kitaba alarak, bu tarihi kaydı yeniden gün ışığına çıkardım…
    TEŞKİLAT-I MAHSUSA ALMAN DESTEKLİ
    Yıllardır liberallerin ‘derin devlet’ suçlamasına uğrayan Teşkilat-ı Mahsusa da mı Alman organizasyonuydu?
    -Teşkilatı Mahsusa’nın çekirdeği daha 1906’da İTC kurulurken onun bünyesinde yeralan gizli ‘Fedai gönülüler grubu’na dayanır. Bunlar hürriyet davası uğruna, tetikçilik ve terör faaliyetlerini gönüllü üstlenecek cesur ve gözüpek yiğit gençlerdir. İTC tüzüğünde ayrı bir madde olarak bu fedailer bölümü de vardır. 1911’de Enver ve Mustafa Kemal gibi Trablus’a savaşa koşan da İTC’nin bu fedailer grubundandır. Ancak 1914’te Enver kendi kurduğu resmi Teşkilatı Mahsusa’yı Almanya’dan gelen para ve lojistik destekle Almanların İslam ihtilalleri hedefine yöneltmiştir…Teşkilatı Mahsusa’nın bütün faaliyetleri Alman hedeflerine göre şekillenmiştir…Hüsamettin Ertürk bunu anılarında anlatır…Teşkilatı Mahsusa’dan Kuşçubaşı Eşref ve Mehmet Akif’in Almanya ve Arabistan gezileri de Alman planları ve organizasyonu çerçevesindedir…
    TANER AKÇAM VE BASKIN ORAN KIZIYOR
    Ermeni meselesine ilişkin tartışmalarında neden sözünü ettiğiniz Almanya’nın rolü irdelenmiyor?
    -Bugün dahi örneğin Taner Akçam ve Baskın Oran gibi isimler, Ermeni tehcirini, onlara göre katliamını sadece İTC üzerinden Türklere ve bugünkü Türkiye’ye fatura etmek için Almanya’nın rolünü gündeme getirmekten ısrarla ve dikkatle kaçınıyorlar…Hatta Almanya’nın rolünü vurgulayanlara kızıyorlar…Çünkü Almanya’nın Ermeni tehcirindeki rolü, savaşı ve o dönemi objektif bir şekilde masaya yatırmayı gerektiriyor. Bunu yapınca olaya Türk-Ermeni kavgası olarak bakmanın saçmalığı ortaya çıkıyor…
    ALMANYA’DA O KİTAP TARTIŞILIYOR
    Almanya’da da son dönemde bu konu tartışılıyor galiba?
    -Almanya’da şimdi Ermeni sorununda Almanya’nın rolünü ele alan ve tartışan yeni kitaplar yayınlanıyor. Benim kitabımdan kısa süre önce yayınlanan Alman gazeteci Jürgen Gottschlich’in ‘Beihilfe zum Völkermord’ (Halk katliamına destek) kitabı da bunlardan birisi. Bu kitap da Almanya’da şiddetli tartışmalara yolaçtı. Tabii orada da bu konuyu örtbas etmek isteyen Alman politik çevreler var…
    NASIL ÇÖZÜLÜR
    Sizce Ermeni meselesi nasıl çözülür?
    -Ermeniler Türkiye’nin Doğusunu, Trabzon’dan Adana’ya ilhak hayallerinden vazgeçmedikçe, ve Ağrı Dağı’nın iadesini istedikçe bu konuda çekişme alttan alta sürer. Tabii kapıların açılması, ticaret ve kültür alışverişinin artması iki halk arasında 100 yıllık öfke, nefret ve kızgınlığı yavaş yavaş azaltabilir… Ama emperyal güçlerin bölgeden Türkleri kovarak ve o haritadan silerek Kürdistan ve Ermenistan kurma planları bu tür çatışmaların kolay bitmeyeceğini gösteriyor…100 yıl sonra önemli olan 100 yıl önceki olayların perde arkasını ve gerçekleri iyi bilmek…
    Odatv.com

  • Türk Milleti bu videoyu mutlaka izlemeli

    Türk Milleti bu videoyu mutlaka izlemeli

    1334-1

    Ekleme: 1 Haziran 2015

    Yılmaz Dikbaş yorumuyla..

  • Dışişlerinde Türkiye’nin Geldiği Son Nokta

    Belçika’nın Türkiyeli nüfusu yüksek yerlerinden Beringen’de konuşan Avrupa Birliği (AB) Bakanı Volkan Bozkır, AB’nin Türkiye vatandaşlarına vize uygulamasını eleştirerek, “Efendi olun, kapıları şimdiden açın da, ondan sonra benim de kafam kızıp sizlere kapıları kapatmayıvereyim” dedi.

    volkan-bozkir1

    ‘Türkiye’de iş var, gençlik var, çalışan insan var’

    Avrupa Birliği (AB) Bakanı Volkan Bozkır’ın sözleri şu şekilde:

    “Şimdi diyorlar ki, vizeyi kaldıracağız da, acaba kapıları açtığımızda 20 milyon Türk iki günde Avrupa’yı istila eder mi? Korkuya bak. Ya, benim ne işim var, geleceğim; burada iş yok, güç yok. Zaten benim arkadaşlarım işleri kapmış. Eğer kapıları açarsak, Türkiye vize koyacak. Çünkü Türkiye’de iş var, gençlik var, çalışan insan var. Çok fazla gelirseniz belki de ben vize koyacağım.”

    AB Bakanı sözlerini şöyle noktaladı: “Onun için siz efendi olun, şimdiden açın da, ondan sonra benim de kafam kızıp sizlere kapıları kapatmayıvereyim.” 

  • Ortadoğu Türkiyesinde Yeni Bir Sahife

    Ortadoğu Türkiyesinde Yeni Bir Sahife

    Türkiye-Ortadoğu ilişkileri kapsamında son derece önemli bir döneme girmiş bulunmaktayız. Yeni dönemin başlangıç noktası Süleyman Şah Türbesi’nin nakli değildir. Bu dönemi belirleyen asıl olay çerçevesinde türbe nakli aslında silik bir ayrıntıdır. Nakil konusuna da kısaca değineceğiz. Ancak asıl üzerinde tartışılması, gündemi işgal etmesi gereken şeyler konusunda korkunç bir suskunluk var.

    Uzun görüşmelerden sonra Türkiye ile ABD arasında “Eğit-Donat Projesi” ile ilgili mutabakat imzalanmış durumda. İki ülke temsilcilerinin imzaladığı metnin Türkiye açısından yürürlüğe girmesi için muhtemelen Bakanlar Kurulu kararnamesi haline gelmesi gerekecektir. Belki de yabancı ülke askeri unsuru üzerinden gidilerek TBMM kararı gerektiği şeklinde tartışmalar çıkabilir. Ancak asıl önemlisi bu mutabakatta yer alan hususların Türkiye-Suriye veya Türkiye-Irak ilişkileri açısından anlamı. Öncelikle bu mutabakatın yürürlüğe girmesiyle Türkiye’nin Irak ve Suriye’deki savaşa resmen taraf olduğunu (ABD ile birlikte) belirtelim.

    Yaklaşık dört yıldır Suriye’de sürüp giden çatışmalarda muhalif cephenin komuta merkezinin Türkiye olduğu, Türkiye’den bu çatışmalara silah, mühimmat ve eleman gönderildiği gibi iddialar veya deliller gündeme gelmişti. Ankara ise her defasında bunu reddetmiş, sadece çatışma ortasında kalan sivillere kapılarını açtığını, ölümden kaçan insanlara karşı insanlık görevini yerine getirdiğini deklare etmişti. Ancak bu mutabakatla birlikte eğitilip donatılacak muhaliflerin gerektiğinde Esad’a karşı savaşacakları konusunda Türkiye’nin ısrarı ABD tarafından kabul edildi. Başlangıçta ABD bunların sadece IŞİD’e karşı kullanılmasını istiyordu, bu aşıldı. Türkiye’de eğitilip ABD tarafından donatılacak olan bu birlikler IŞİD ve Esad’a karşı savaşırken, aslında her iki ülkenin de bu karmaşık savaşlara bizzat girdiğinin gözden kaçmaması gerek.

    ABD uçakları IŞİD mevzilerini bombalarken Türkiye tutarlı bir politika ile bu sürece destek vermedi. Zira yüzlerce kilometrelik sınır komşusu haline gelen bu terörist örgütlenme karşısında risk almaktan kaçındı. Öte yandan Türkiye içindeki örgüt hücreleri ve destekçilerinin muhtemel saldırılarını da dikkate aldı.

    ABD, IŞİD coğrafyasından binlerce kilometre uzaktaki bir ülke. Bu bakımdan tuzu kuru. Fakat Türkiye’nin sınırdaşlığı yanında jeopolitik özellikleri bu bataklığa bulaşmamayı gerektirmekteydi. Mutabakat metninde yer alan bazı ayrıntılar da dikkate alındığında Ankara açısından oldukça karışık bir dönemin başladığı görülmektedir. Sözkonusu mutabakat henüz kesinlik kazanmamıştır. Bu aşamada endişelerimizi belirtmeliyiz.

    ABD ordusunda dahi Türkiye’yi büyük savaşa sokmak için avuçlarını oğuşturan Rum komutanlar ile bu ülkede güçlü bir Ermeni lobisi var. IŞİD’e karşı savaş açmış olan Türkiye’ye her türlü terörist saldırı çok daha kolaylaşacak. Parayı bastırdıktan sonra her türlü silahı donanmış militan her yerden bulunur. Türbenin taşınmasından sonra ilk itiraz İran kanalından geldi. Halbuki bu bölge İran’ın desteklediği Esad’ın kontrolünden çıkmış, karşı olduğu IŞİD saldırılarına maruz kalmıştı. İran, niye hemen Türkiye’ye karşı cephe aldık ki? Şam yönetiminin arkasında Rusya ve birçok bölge ülkesinin de bulunduğunu hatırlatalım.

    Mutabakata göre 20-30 civarında ABD’li özel kuvvetler personeli eğitim vermek üzere Türkiye’ye gelecek. PKK ve PYD bağlantısı olmayan ilk aşamada 400 muhalifi Kırşehir’de eğitecek. Bu süreci kim denetleyebilecek? Eğitilecek grupların PKK dışında Nusra veya IŞİD’a katılmacakları nasıl sağlanacak? Daha önce Türkiye’nin kucak açtığı, bir şekilde desteklediği gruplar arasından niceleri bu örgütlerin veya Esad’ın malı oldu. Halen bir kısmı Türkiye’de saatli bomba gibi dolaşmaktadırlar.

    Mevcut mutabakatın üç yıl sürmesi planlanıyor. Fakat konunun uzmanları en az 10-12 yıllık çatışma döneminden bahsediyorlar. Her halükârda bu mutabakat Suriye ve Irak’ın fiilen bölünmüşlüğüne hukukilik kazandıran ilk belgelerden biri olduğu kabul edilebilir. Çünkü hedef, muhaliflerin IŞİD’e karşı topraklarını muhafaza etmesidir. Bunun anlamı her grubun kendi etkinlik bölgesinde devletleşmesidir. İsrail’in bölgede bölünmüş ve birbiriyle çatışan devletçikler beklentisi de böylece esaslı bir zemine oturmuş demektir.

    Süleyman Şah Türbesi’nin naklinden sonra koparılan fırtınalar ve medyanın gereğinden fazla olaya önem vermesini medyatik endişeler ve fırsatlarla açıklamak mümkündür. Ankara’nın tek taraflı kararla uluslararası sözleşmenin hükmünü değiştirmesi tartışılabilir. Ancak sözleşme gereği Türkiye toprağı olan mevcut türbe ve karakol bölgesinin güvenliğini Şam yönetiminin sağlayamadığı bir gerçek. Üstelik Ankara’nın tek taraflı nakil ve başka bir bölgeyi Türkiye toprağı kabul etme kararı geçici olup güvenlik sağlanınca tekrar eski yere nakledilecektir. Bu olayda Türkiye’nin Uluslararası Hukuk’ta zaman zaman gündeme gelen “gerçekleşmesi kesin saldırı”ya karşı meşru müdafaa hakkı da sözkonusudur.

    Muhalefetin, muhalefet yapma görevi kapsamında bir vatan toprağının savaşsız terkedilmesi eleştirilerini de anlayışla karşılamak gerek. Ancak muhalefet ve iktidarın, medya ve sivil tolum kuruluşlarının Ege’de sürüp gitmekte olan kayıpları ve Yunan işgallerini de gündeme getirmesi gerek. Ankara’nın batıya karşı belki de bu muhalefet desteği ile eli güçlenebilecektir. Üstelik Ege’de Yunanistan’ın adacıklar, gri bölgeler, karasuları ihlal ve işgallerinin Türkiye açısından sonuçları Süleyman Şah Türbesi’nin naklinden çok daha kesin ve acıdır!

    Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya, alaeddin.yalcinkaya@marmara.edu.trAlaeddin Yalçınkaya

    Öncevatan, 24.02.2015

  • İlk bağımsız olacak devlet: Kürdistan

    İlk bağımsız olacak devlet: Kürdistan

    The Kurdish Spring (Kürt Baharı – Ortadoğu’nun Yeni Haritası)” isimli kitabın yazarı Columbia Üniversitesi Barış ve İnsan Hakları Çalışmaları Direktörü David Phillips, Kobani direnişinin Kürt tarihinde “Halepçe” gibi ulusal kimliğin inşası için önemli bir yer tutacağını söyledi.

    ilk-bagimsiz-olacak-devlet-kurdistan-0602151200_m

    “The Kurdish Spring (Kürt Baharı – Ortadoğu’nun Yeni Haritası)” isimli kitabın yazarı Columbia Üniversitesi Barış ve İnsan Hakları Çalışmaları Direktörü David Phillips, Kobani direnişinin Kürt tarihinde “Halepçe” gibi ulusal kimliğin inşası için önemli bir yer tutacağını söyledi.

    ABD’nin Peşmerge Güçleri’ne silah vermesini ve Iraklı Kürtler’in bağımsızlığına destek olmasını isteyen Phillips, “Uluslararası Koalisyon, Kürt savaşçılar dahil olmadan IŞİD’i yenemez” dedi.

    CNBC’de dün “İŞİD’i yenmek için ABD’nin neye ihtiyacı var?” başlıklı yazısı yayınlanan Phillips, Obama yönetimine “Önce Irak” politikasını, “Önce Erbil” olarak değiştirmesi çağrısında bulundu.

    Phillips “İŞİD’i bitirmek için Kürtler’e ihtiyacımız var. Bugün Kürtler’e ağır silah vermezsek, yarın ABD askeri karadan savaşmak zorunda kalır” diye yazdı.

    Rudaw’a konuşan Phillips, son zamanlarda Ortadoğu’da yaşananları, Kürtler’i ve IŞİD’i değerlendirdi.

    Uzun bir süredir Kürt Sorunu üzerine yazıyorsunuz? Bir de yakın tarihte “Kürt Baharı” adını verdiğiniz bir kitabınız yayımlandı…“Arap Baharı” ile karşılaştırmak için mi bu ismi seçtiniz?

    Kürtler’de demokrasi giderek gelişiyor. İnsan hakları ve demokrasi konusunda Kürtler Ortadoğu’da diğer halklar açısından çok önemli bir model teşkil ediyor. Arap ülkeleri despotik rejimlerden kurtuldu ama yerine daha etkili ve temsilci bir yönetim koyma noktasında başarısız oldu.

    “Kürt Baharı” ile “Arap Baharı” arasında ne gibi farklar görüyorsunuz?

    Arap Baharı başarısız olurken, Kürt Baharı başarılı oldu. Tunus hariç Arap Baharı olan diğer ülkeler, işlevsel bir demokrasi kuramadı. İş, hükümeti gözetim altında tutma ve hesap verebilirliğe gelince toplumun rolü çok hayati bir önem taşıyor. Kürt toplumu bu açıdan nerdeyse tüm Arap ülkelerinden daha önde gidiyor.

    ‘KÜRTLER ORTADOĞU’YA İLHAM KAYNAĞI OLABİLİR’

    Kitabınızda Irak’ın bölüneceği, Ortadoğu’da yeni bir haritanın oluşacağı tezlerini işliyorsunuz… Bu süreçte Kürtler nasıl bir rol oynayabilir?

    Ortadoğu’nun yeni haritası, dünyada bundan sonraki ilk bağımsız devlet olacak olan Kürdistan’ın sınırlarına bağlı olarak değişecek. İŞİD’in ülkede çıkardığı krizin ardından Irak dağıldığında Kürdistan Bölgesi ayağa kalkacak ve uluslararası toplum da güvenlik ve ticari ilişkiler bakımından gereken ilgi ve işbirliğini gösterecek. Kürtler yaşadıkları ülkelerin demokratikleşmesine hem yardımcı olabilir, hem de ilham kaynağı.

    Kürdistan Bölgesi’nin bağımsızlık ilan etmesi halinde Ortadoğu’da güç dengeleri nasıl etkilenir? Kürtler’e bölge devletlerinden kimler destek verir?

    Tek taraflı bağımsızlık ilanı tansiyonu tırmandırabilir. Güney Kürdistan bir devletmiş gibi hareket etmeli. Irak dağıldığında, Irak Kürdistanı da yükselişe geçecektir. Eğer bağımsız bir devlet ilanı olacaksa, bu Bağdat’la yapılacak nötr bir anlaşma ile sağlanacak. İyi bir yönetim, gelirlerde şeffaflık ile enerjiden elde edilen gelirlerin Kürt bileşenleri arasında adil bir şekilde dağıtılması anlayışıyla hareket edilmeli.

    ‘ROJAVA ÜZERİNDEN AKDENİZ’E ULAŞABİLİRLER’

    Bağımsız bir Kürdistan’ın muhtemel geleceğini nasıl görüyorsunuz? Mesela Rojava ile birleşirler mi?

    Suriye ve Irak devletleri çöktü. Irak Kürdistan’ı Rojava ve Suriye üzerinden deniz bağlantısı kurabilir. Kürtler birbirine çok bağlı, özellikle kendilerine saldırı yapıldığında daha bir bağlılar. Kürdistan Bölgesi ile Rojava arasında bir çeşit konfederasyon ya da gayri resmi bir düzenleme olabilir. Özellikle Kurdistan Bölgesi’nin Kuzey Suriye üzerinden Akdeniz ile bağlantı kurması için. Fakat ben su an için bu amaçla herhangi bir resmi anlaşma olacağını sanmıyorum.

    Amerika’da Kürtler konusundaki uzmanlardan biri olarak, son dönemlerde yazılarınız aracılığıyla Kürtler’le çalışmaları konusunda tavsiyelerde bulunuyorsunuz. CNBC’de Obama yönetimine hem eleştiri hem tavsiye niteliğinde bir yazınız çıktı. Obama yönetimi nasıl bir Kürt politikası yürütmeli?

    Öncelikle şunu belirteyim; ABD’nin hava saldırısı Kürtler’in daha fazla bedel ödemesini önledi. Aynı zamanda Şengal’de insani trajedinin daha da kötüye gitmesi engellendi. Peşmergenin Musul Barajı’nı geri alması, PKK ve PYD’nin Kobani’yi savunmasına destek verdi. Eğer ABD İŞİD’e karşı savaşta ciddiyse o zaman karada savaşanlara destek vermeli. Kürtler, Irak ve Suriye’de verdikleri savaşlarda sunu kanıtladı; Kürtler İŞİD savaşçılarını alt etme ve yenme yeteneğine sahip.

    ABD, Kürdistan Bölgesi’ne doğrudan silah yardımı yapmalı ki bu silahlar ağır silahlar olmalı, savaşın gidişatını değiştirmeli ve Musul geri alınmalı. ABD yönetimi Kürtler’le daha yakın güvenlik ve ticari işbirliği geliştirmeli. Uluslararası koalisyon, Kürt savaşçılar dahil olmadan IŞİD’i yenemez. Bu yüzden, Kürtler ulusal yönlü istekleri konusunda ABD’den destek beklemeyi hak ediyor.

    PKK TERÖR LİSTESİNDEN ÇIKARTILMALI

    Kürt ve Amerikan ilişkilerini geliştirilmesi için, “ Kürdistanı’nın bağımsızlığının desteklenmesi,” “PKK’nin terör örgütleri listesinden çıkartılması” ve “Rojava adına PYD ile işbirliği yapılması” yönünde tavsiyelerde bulunuyorsunuz. Bu çağrılarınıza Washington’dan ne gibi tepkiler alıyorsunuz?

    Washington’un Türkiye’ye bakışı değişiyor. Türkiye’nin NATO müttefikliğine ne kadar uygun olduğu konusunda giderek büyüyen bir tartışma var. NATO güvenlikten işbirliğinden daha fazla bir önem arz ediyor. Ortak değerlere sahip ülkeler topluluğudur NATO. Gezi’den beri Türkiye NATO üyeliği kriterleri ile örtüşmüyor.

    PKK, 11 Eylül saldırılarından sonra yabancı terör örgütleri listesine dahil edildi. PKK terör listesinden çıkartılmalı. Eğer, Ankara ve PKK konuşuyorsa neden batılı devletler hala PKK’yı dışlamaya devan etsin.

    ‘NE BARIŞ VAR NE DE BARIŞ SURECİ’

    Daha barış süreci başlamadan “PKK’nin silahsızlandırılması, dağdan indirilmesi ve topluma yeniden entegre edilmesi” yönünde bir yol haritası yazmıştınız. Son yıllarda Washington-Ankara-Diyarbakır-Erbil arasında birçok seyahatleriniz oldu. Bu sürecin başlamasında nasıl bir rol oynadınız? Hala bu süreçte yer alıyor musunuz?

    Çok ucuz bir yaklaşım sergileniyor. AKP Hükümeti hala Kürtler’e siyasi ve kültürel bir hak vermiş değil. Cumhurbaşkanı Erdoğan hala tahrik edici bir dil kullanıyor ve PKK’ye “terör örgütü” diyor. Türkiye barışta ciddiyse o zaman anlamlı adımlar atmalı ve demokratik özerklik tanımalı. Değilse eğer, o zaman gerçekten de durum riskli bir boyutta demek ki, Türkler ve Kürtler’in bunu istediğini sanmıyorum.

    Ben politik diyalogu destekliyorum. Ancak bugün ortada ne barış ne de barış süreci var. Cumhurbaşkanı Erdoğan Kürt Sorunu’na kesin ve kalıcı bir çözüm bulması gerekirken, eline geçen tarihi fırsatı boşa harcıyor.

    AKP Kürt sorununu çözebilir mi peki?

    Evet. AKP Kürt sorununu çözebilir. Ama bunun için barışa yönelik ilkeler ve taahhütlerle hareket etmeli. Politik oyunlar oynamak yalnızca Kürtler’i öfkelendirir ve PKK’yı de yeniden radikalleştirir.

    Kürdistan Bölgesi ile Türkiye ilişkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu ilişkiler “çözüm süreci”ne nasıl katkıda bulunabilir?

    Ankara ve Erbil stratejik bir ortaklık geliştirdi. Ancak, Türkiye yalnızca “iyi gün dostu” olduğunu kanıtladı. İŞİD Kürdistan’a saldırdığında, Türkiye Kürtler’in kendisinden yardım talebini reddetti.

    Birincisi, Türkiye’de cumhurbaşkanlığı seçimi vardı. İkincisi de, Türk rehineler meselesi. Türkiye hala koalisyon güçlerinin İncirlik Hava Sahası’ndan İŞİD’e hava saldırısı yapılmasını reddediyor. Erdoğan’ın sınırlar kapatıldı açıklamasına rağmen, hala Türkiye ve Suriye’de cihatçıların geçiş hattı devam ediyor.

    KOBANİ KÜRT TARİHİNDE HALEPÇE GİBİ ROL OYNAR

    Suriye ve İran’ın geleceğini nasıl görüyorsunuz? Bu iki ülkede Kürtler nasıl bir rol oynayabilir?

    PYD, kadın savaşçılar ve PKK, Kobani’nin savunmasında gösterdikleri kahramanlıklar nedeniyle büyük övgüleri hak ediyor. Iraklı Kürt peşmergeler de çok anlamlı bir şekilde destek verdi. İŞİD, hiçbir Kürt liderin yapamadığını başardı: Kürtler’in birliğini ve ortak bir amaca yönelmesini sağladı. Kürtler, terörizmle savaşta Amerika’nın en iyi ve en vefalı dostudur.

    Kobani direnişi Suriye ve Ortadoğu açısından ne ifade ediyor? Sizce Batılı devletler bunu doğru okuyabildi mi? Rojava’ya yapılan destekler yeterli mi?

    Obama yönetimi tam zamanında hava saldırıları ve silah yardımı ile Kobani’nin yardımına yetişti. Bu yardımlar Erdoğan’ın itirazlarına rağmen yapıldı. Kobani, Halepçe’nin Kürt tarihinde oynadığı gibi Kürt kimliğinin inşasında son derece kritik bir yer alacaktır.

    Kobani farklı bölgelerden Kürtler’i bir araya getirdi. PYD, kadın partisi, PKK, PJAK ve pesmerge. Bölgede çok önemli bir olay bu. Kürtler bir şeyi kanıtladı o da, İŞİD’i yenecek kabiliyete sahip oldukları. Simdi de Kobani zaferine ek olarak sahada yeni zaferlere ulaşmaya ihtiyaç var.

    Kısa bir sure önce Erbil’deydiniz. CNBC’de yayınladığınız bir makaleye göre, Erbil’de Amerikalı ve Kürt yetkilileri ile görüştünüz. İki tarafın yetkilileri son gelişmeleri nasıl değerlendiriyor?

    Şu anda Erbil’de güvenlik ve istikrar geçen yaz kente yaptığım ziyaretten daha iyi durumda. Kürt liderliği övgüyü hakkediyor. ABD-Kürdistan işbirliği birçok alanda devam ediyor. Kürtler’in savaşmak için silaha ihtiyacı var.

    İŞİD’i yenmek ve tüm Kürt bölgelerini özgürleştirmek için, Irak ve Suriye’yi terörist gruplardan kurtarmak için. ABD, bu mücadelede peşmerge ve diğer Kürt savaşçılara destek vermeli. Hedeflerimiz aynı, bölgeyi özgürleştirmek ve terörizmden kurtarmak. Birlikte daha yakın çalışmalar yapabiliriz.

    Makalenizde ayni zamanda ABD’nin “Önce Irak” politikasından vazgeçmesi gerektiğiniz belirtiyorsunuz. Bu konuyu biraz açar mısınız?

    “Önce Irak” siyaseti işe yaramıyor. Irak’ın dağılmasını arzulamıyoruz ama gelecekte Erbil ve Bağdat arasında bir uzlaşma arayışını da göz önünde bulunduruyoruz. Bu yüzden Irak öncelikli politikadan vazgeçmemiz lazım. Eşzamanlı yolları denemeliyiz. “Önce Erbil” politikası Irak siyasetinde demokrasi ve istikrar için en iyi yoldur.

    Peki, ABD söylediğiniz gibi “Önce Erbil” siyasetini uygulamaz ve peşmergeye ağır silah vermezse ne olur?

    Statüko devam eder. Ortaya çıkan çatışmayı yönetmek ve buradan zaferle çıkmak istiyor muyuz? Eğer bu savaşı kazanma konusunda ciddiysek ABD Kürtler’e askeri yardımı arttırmalı. Bunu da doğrudan yapmalı, hem güvenlik hem de Kürtler’in önemini kavradığını gösteren siyasi bir açıklama ile birlikte

    Obama yönetimine şöyle bir uyarıda bulunuyorsunuz son makalenizde: “Eğer, bugün Kürtler’e yardım etmesek yarın ABD askeri hayatı pahasına karadan savaşmak zorunda kalır” ABD açısından yakın vadede böyle bir potansiyel risk nedir?

    Kürtler İŞİD eksenli bir savaş yürütebilir ama eğer sonunda bir ödül olmayacaksa niye kendi savaşçılarını bu savaşa kurban versinler ki. Obama yönetimi bir seçim yapmak zorunda. Eğer İŞİD’i bitirmek istiyorlarsa yerel unsurlarla birlikte çalışmak gerek, özellikle de Kürtler.

    Böyle olursa, zafer mümkün. Yoksa su andaki gibi devam ederse nihayetinde bu çatışmayı yönetmek için ABD askeri sahaya inecek. Ya da IŞİD’le savaşın uzun ömürlü bir süreç olduğunu kabul edip geleceğe dair politikalar belirlemek lazım.

    IŞİD’e karşı en büyük savaşı Kürtler’in vermesi, en büyük bedeli Kürtler’in ödemesi batı açısından nasıl değerlendiriliyor. Daha iyi bir Ortadoğu için Kürtler gelecekte Batılı devletlerle nasıl bir stratejik ilişki geliştirebilir?

    Kürtler, Şengal ve Kobani’de IŞİD’e karşı kabiliyetlerini ve yeteneklerini gösterdi. ABD, silah vermeli. Peşmergenin savaşabilmesi için silaha ihtiyaca var. Pentagon da Peşmerge ile doğrudan çalışmalı. “Bağdat önce gelir” politikası iflas etti, realiteden koptu.

    Kürdistan petrol Kürtler’le Batı arasında stratejik bir ilişki açısından nasıl bir rol oynayabilir?

    Bağdat Anlaşması gelir dağılımı ve üretim konusunda iyi bir adım. Erbil ve Bağdat arasındaki ilişkilerin normalleşmesini, ihracat ve geleceğe yönelik yatırımları sağlıyor. Bu anlaşma, bir yıllığına yani pazarlıkların gelecek yıl o günkü koşullara göre yeniden başlayacağı zamana kadar yürürlükte olacak.

    ‘KÜRTLER TARİHTE OLMADIĞI KADAR GÜÇLÜ’

    Kürt partileri ve örgütleri arasında zaman zaman yaşanan gerilimler Batı’da nasıl okunuyor. Kürler’in bunu aşması ve aynı şemsiye altında bir araya gelmesi için nasıl bir yol izlenmeli?

    Elbette farklı yaklaşımlar olacak. Bu da sağlıklı çoğulcu siyasetin bir işareti. Demokrasilerde bu hep vardır. Ancak, Kürtler baskı ve tehdit altında olduklarında bir araya gelmeyi ve omuz omuza savaşmayı bildi. Kürt ulusal hareketi tarihte hiç olmadığından daha güçlü bir durumda bulunuyor. Kobani’de tam da bu oldu. Simdi zaman bu zaferin üzerine politik alanda yeni zaferler inşa etme zamanı.

    DAVİD PHİLLİPS KİMDİR?

    Columbia Üniversitesi Barış ve İnsan Hakları Çalışmaları Direktörü David L. Phillips, Clinton, Bush ve Obama dönemlerine ABD Dışişleri Bakanlığı bünyesinde dışilişkiler uzmanı ve kıdemli danışman olarak görev yaptı. Phillips’in “Kürt Baharı” dışında “Losing Iraq (Irak’ı Kaybetmek)” ve “From Bullets to Ballots (Kurşunlardan Oylamaya)” isimli kitapları da bulunuyor. Dünyada sorunlu yerlerle ilgili çalışmalarıyla bilinen Phillips, Kürt meselesini yanısıra Irak, Suriye, Türkiye-Ermenistan ilişkileri, Kosova meselesi, Sudan, Sri Lanka gibi pek çok ülke hakkında çalışmaları bulunuyor.

    Odatv.com

  • BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ

    BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ

    Erdoganin eş baskani oldugu BOP'un amacı ;" Diğer adıyla Genişletilmiş Ortadoğu Projesi. Bölgedeki Müslüman ülkeleri etnik , dinsel , mezhepsel devletçiliklere bölecekler. Bunun en ucuz , en kolay ve en çabuk yolu hilafeti geri getirmek. Hilafetin kurulmasi demek , Osmanlı eyalet duzeninin yeniden kurulması ve bölgenin tam da Amerikalarin istediği gibi etnik , dinsel , mezhepsel olarak bölünmesi demek. Yani Amerikalıların yaptığı planin Müslümanlara bir Halife tarafından ' Allah'ın emri ' diye uygulatilmasi , karşı çıkanları kafir diye öldürülmesi , susturulmasi demek. " - bop

    Erdoganin eş baskani oldugu BOP’un amacı ;
    ” Diğer adıyla Genişletilmiş Ortadoğu Projesi. Bölgedeki Müslüman ülkeleri etnik , dinsel , mezhepsel devletçiliklere bölecekler. Bunun en ucuz , en kolay ve en çabuk yolu hilafeti geri getirmek. Hilafetin kurulmasi demek , Osmanlı eyalet duzeninin yeniden kurulması ve bölgenin tam da Amerikalarin istediği gibi etnik , dinsel , mezhepsel olarak bölünmesi demek. Yani Amerikalıların yaptığı planin Müslümanlara bir Halife tarafından ‘ Allah’ın emri ‘ diye uygulatilmasi , karşı çıkanları kafir diye öldürülmesi , susturulmasi demek. “

    ” Bunun için de bir kılıf buldular. İki tür laiklik var. Bir İngiliz tipi diğeri Fransız tipi. Türkiye Fransız tipi laikliği bıraksın İngiliz tipi laikliğe geçsin. “

    İngiliz tipi şöyle ;

    ” United Kingdom yani Birleşik Krallık’tir. Dört eyalet var ; İskoçya , Galler , Kuzey İrlanda ve Ingiltere. Bunların her birinin parlamentosu , bayrağı , milli marşı , milli futbol takımları ayrı. Bunları bir arada tutan şey , kralın tebaasi olmak. Osmanlı Meşrutiyet Düzeniyle aynısıdir. Orada eyaletlere ve dinin başı olan Meşruti bir Krallık var. Türkiye’yi de böyle bölüp hem halife hem de Cumhurbaşkanı olarak seçilecek.

    İsrail’in Ortadoğu’daki Son Politikası “1982’de, Dünya Siyonist Örgütü’ne bağlı Enformasyon Dairesi’nin yayın Organı Kivunim’de önemli bir belge yayımlandı. Oded Yinon eski bir Dış İşleri görevlisi olarak bu yazısında, İsrail’de gerek ordu, gerekse haber alma örgütünün üst kademelerine egemen olan düşünce yapısını sergilemektedir. ‘1980’lerde İsrail için strateji’ başlıklı yazı Arap devletlerinin parçalanması halinde, İsrail’in bölgede yayılmacı güç olarak sivrilmesinin zamanlaması konusunda bir programı içeriyor.” (Siyonizmin Gizli Tarihi, Ralph Schoenman, sf. 103) Söz konusu planda hangi ülkelerin, hangi bölgelere ayrılacağı ve bu bölme işinde hangi unsurlardan yararlanılacağı ayrıntılı olarak anlatılmıştır.
    Camp David Barışı’ndan sonra İsrail, Vaat Edilen Topraklar’a sahip olmak için yeni bir planı uygulamaya başladı. Bu plan Ortadoğu devletlerinin parçalanarak zaman içinde İsrail’in işgaline uygun hale getirilmesini amaçlamaktadır.

    “Lübnan zaten fiilen var olan beş bölgeye bölünecektir. Bu bölgeler, bir Maruni-Hıristiyan bölgeyi, bir Müslüman bölgesini, bir Dürzi bölgesini ve bir Şii bölgesiyle Haddad’ın milisleri aracılığıyla İsrail’in denetimi altındaki bölgeyi içerecektir. Daha sonra sıra, Suriye ve Irak’ın etnik ve mezhebi temeller üzerine bölünmesine gelecektir. Suriye’nin, kıyısında bir Alevi Devleti, Halep bölgesinde bir Sünni Devleti, Şam’da bir başka Sünni Devleti ve Golan, Hauran ve Kuzey Ürdün’de bir Dürzi Devleti’ne bölünmesi öngörülüyor. Projede, Irak’ın da Basra çevresinde güneyde bir Şii Devleti, kuzeyde Musul çevresinde bir Kürt bölgesi, ortada Bağdat çevresinde bir Sünni Devleti olarak üçe bölünmesi hedefleniyor.” (Dünya Siyonist Örgütü’nün yayın organı Kivunim, Oded Yinon, Şubat 1982, sayı 14) İsrail, Camp David Anlaşmasından sonra “Kutsal Topraklar” üzerinde yine aynı planı uygulamaya koydu. Böl-parçala-yönet olarak özetlenebilecek olan bu plan, bölge ülkelerindeki etnik ve dini azınlıkları kullanarak, öncelikle Ortadoğu’nun parçalanmasını amaçlamaktadır. Planın sağlıklı bir biçimde yürüyebilmesi için ilk olarak, Mossad’ın desteği ile bölge devletlerinin başına, genellikle azınlıklardan, birer İsrail kuklası lider geçirilmiştir.

    Suriye’de Hafız Esad, Irak’ta Saddam Hüseyin gibi. Parçalanma sonucu ortaya çıkan küçük devletler zayıf ve yıpranmış olacaktır. ABD’nin aracılığıyla devamlı kontrol altında tutulacak olan bu küçük devletçikler, planın son aşamasında İsrail tarafından rahatlıkla yutulabilecektir. Duruma bakılacak olursa, planın temellerinin çok daha önceleri, henüz bölgedeki ülkelerin sınırları çizilirken atıldığı görülebilir.

    Ortadoğu’daki Arap ülkelerinin birbirleriyle çarpışmaları İsrail’in Ortadoğu’nun parçalanması planının gerçekleşmesi yolunda önemli bir adımdır. Araplar arasındaki bütün iç çekişmeler bizim için çok faydalı ve söz konusu patlamayı hızlandıracak olaylardır. (Dünya Siyonist Örgütü’nün yayın organı Kivunim, Şubat 1982- sayı 14) “Müslüman Arap alemi, buralarda yaşayan insanların dilek ve arzuları hiç dikkate alınmadan yabancılar tarafından biraraya getirilmiş iskambil kağıtlarından yapılma geçici bir ev gibidir.

    Keyfi olarak on dokuz devlete bölünmüşlerdir. Her biri birbirine düşman azınlıklardan ve etnik gruplardan oluşturulmuştur. Dolayısıyla bugün her Müslüman Arap devleti içten, etnik, toplumsal çöküntü tehditi altındadır. Bazılarında ise iç savaş kaynaşması başlamıştır bile.” (The Zionist Plan For the Middle East 1982, Israel Shahak, sf.5) Ortadoğu’daki her devletin içine biraraya toplanmış azınlıklar, yaşadıkları ülkede huzursuzluk kaynağı olmaktadır. İsrail, azınlıkların sebep olduğu bu çatışmalarda rahatlıkla taraftarlar bulup, kendi çıkarları doğrultusunda öteki topluluklardan hak talep edebilecektir. Ortadoğu’daki azınlıkların dağılımına bakılacak olursa, İsrail’in bu planı gerçekleştirmekte fazla zorlanmayacağı kolaylıkla görülebilir. Irak’ta Şii çoğunluk, Sünni azınlık tarafından, Lübnan’da Müslüman çoğunluk, Hıristiyan olan Maruni azınlık tarafından, Filistin’de Müslüman çoğunluk, Yahudi azınlık tarafından yönetilmektedir.

    Din ahlakının çoğu zaman göz ardı edildiği yerlerde yönetim soya dayalı azınlıklara tesis edilmiştir. Etnik ayrımlar, öne çıkarılarak bu planda kullanılacaktır. İran’ da etnik azınlık olarak; Araplar, Beluciler, Türkmenler ve ülkenin üçte birini oluşturan Azeri Türkler. Irak’ta Kürtler, Türkmenler ve Şiiler; Mısır’da Koptlar, Cezayir’de Berberiler, Sudan’ın güneyinde siyahlar ve Hıristiyanlar, Lübnan’da Maruni Hıristiyanlar, Dürziler, Sünniler, Şiiler. Bu özelliklerden yola çıkan İsrail kurmayları, tek tek Ortadoğu’daki her ülkenin bölünmesi için, kimi uzun kimi de kısa vadeli planlar yapmışlardır.

    Lübnan’ın Bölünmesi

    Lübnan’ın bölünmesi fikri 1919’da ortaya atılmış, 1936’da planlanmış, 1954’te fiilen başlatılmış, 1982’de tam anlamıyla gerçekleştirilmiştir.

    “Lübnan’ın beş bölgeye bölünmesi, Mısır, Suriye, Irak ve Arap Yarımadası dahil bütün Arap alemi için işarettir ve o yolda da ilerlenmektedir. Sonradan Suriye ve Irak’ın da Lübnan’da olduğu gibi etnik ve dini bakımdan ayrı ayrı bölgelere bölünmesi İsrail’in, uzun vadede Doğu cephesindeki birinci hedefidir. Kısa vadedeki hedefi ise bu devletlerin askeri gücünün dağılmasıdır.” (The Zionist Plan for the Middle East, Israel Shahak, sf.9)

    Suriye’nin Parçalanması

    “Suriye, etnik ve dini yapısına uygun olarak, bugünkü Lübnan’da olduğu gibi çeşitli devletlere ayrılacaktır. Böylece kıyıda bir Şii Alevi Devleti, Halep bölgesinde Sünni Devleti, Şam’da buna düşman başka bir Sünni Devleti ve Havran, Kuzey Ürdün ve belki bizim Golan’da bir Dürzi Devleti. Böyle bir devlet uzun vadede bölgede barış ve güvenliğin garantisi olacaktır ve bu hedef bugün artık erişebileceğimiz kadar yakındır.” (The Zionist Plan for the Middle East, Israel Shahak, sf.9)

    “Siyonist” yazarın “barış ve güvenlik garantisi” olarak tanımladığı Suriye’nin parçalanmasının, İsrail’in işgal politikasına yarayacak bir gelişme olduğu açık. Bu planda her Arap devletinin nasıl parçalanacağı inceden inceye hesaplanmıştır. Suriye’nin bölünmesinde de kullanılacak unsurlar yine azınlıklardır. Bugün Suriye ordusunun büyük bölümü Sünni olmakla beraber, başlarında Alevi subaylar da vardır. Bunun uzun vadedeki önemi büyüktür ve bunun için ordunun rejime sadakati kısa ömürlü olmaktadır.

    “İktidardaki güçlü askeri rejim dışında Suriye’nin, temelde Lübnan’dan hiçbir farkı yoktur. Bugün Suriye’de Sünni çoğunluk ile iktidardaki Alevi azınlık (nüfusun yalnızca %12’si) arasında sürmekte olan iç savaş, ülkedeki sorunun dev boyutlarını gözler önüne sermektedir.” (The Zionist Plan for the Middle East, Israel Shahak, sf.4)

    Ortadoğu’da Lübnan’dan Sonra Parçalanan İkinci Ülke: Irak

    “Irak bir yandan petrol bakımından zengin, öte yandan da içte bölük pörçük bir ülke olarak, İsrail için sağlam bir hedef olmaya adaydır. Irak’ın bölünmesi bizim için Suriye’nin bölünmesinden çok daha önemlidir.” (The Zionist Plan For the Middle East, Israel Shahak, sf.97)

    Ortadoğu’daki en büyük silahlı kuvvet olan Irak’ın gücü, Körfez Savaşı sayesinde eritilirken, ülkedeki Sünni, Şii ve Kürt grupların ülkeyi bölmesi sağlanmıştır.

    “Irak, çoğunluğun Şii, yönetici azınlığın ise Sünni olmasına karşın özde komşularından farklı olmayan bir ülkedir. Nüfusun %65’nin iktidara hiçbir siyasi katılımı yoktur. İktidar, %20’lik bir seçkin tabakanın elindedir. Ayrıca, kuzeyde büyük bir Kürt azınlık vardır. İktidardaki rejimin elinden, ordu ve petrol gelirleri alındığında Irak’ın gelecekteki durumu, Lübnan’ın geçmişteki durumundan farklı olmayacaktır.” (The Zionist Plan For the Middle East, Israel Shahak, sf.4)

    Yukarıda da belirttiğimiz gibi, İsrail Dış İşleri Bakanlığı’nda üst düzey görevlisi olan Oded Yinon, 1982’de, Dünya Siyonist Örgütü’nün Kivunim adlı yayın organında yazdığı “İsrail için strateji” adlı yazıda Irak’ın 3’e bölünmesi planı şöyle açıklanıyordu.

    “Irak etnik ve mezhebi temeller üzerine bölünecek; kuzeyde bir Kürt Devleti; ortada bir Sünni ve güneyde Şii Devleti.”

    Bu hedef, Körfez Savaşı’nın ardından gelen gelişmelerle büyük ölçüde gerçekleşti. Bölgede İsrail’in ileri karakolu olan Çekiç Güç, bu parçalanmanın mimarlarından oldu.
    Ortadoğu’nun kiralık lideri Saddam Hüseyin, Kuzey Irak’ta bir Kürt Devleti kurulması konusunda son perdeyi açtı:

    “Saddam Hüseyin’in yıllarca sindirip asimile etmeye çalıştığı Kürtlere bir anda bağımsızlık yolunu açması, Irak liderinin Kürtler üzerinde değişik planlar yaptığı yorumuna yol açtı. Kürdistan Yurtseverler Birliği Başkanı Celal Talabani, Saddam’ın ülkenin kuzeyinde otonomi ilan eden Kürt ulusuna bağımsızlık hakkı tanıdığını ve bağımsız Kürt Devleti’ni ilk olarak kendisinin tanıyacağını açıkladığını bildirdi. Uzmanlar, Saddam’ın, Türkiye ve İran’daki Kürtleri de bağımsızlığa özendirmek isteyebileceğini ve böylece bu iki ülkede kargaşalıklara yol açma amacında olabileceğini belirttiler.” (Sabah, 10 Mart 1993)

    İbrahim KAPAN

  • Emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ’ın Uğur Dündar ile Yaptığı Söyleşi

    8.jpg650

    Emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ’ın Uğur Dündar ile Yaptığı Söyleşi

    Emekli Büyükelçi Elekdağ, “Eğitim Şûrası’nda alınan kararlar, Türkiye’nin temel kimliğini, Osmanlıcı-Sünni İslami kimliğe dönüştürmeyi öngörüyor. Laikliği dışlayan, tek boyutlu inanç dayatmasını benimseyen bu kimlik, mezhepsel çatışmalara davetiye çıkarır” dedi.

     

    Sevgili okurlarım,
    Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “5’nci Din” ve “19’ncu Eğitim Şûraları’nda yaptığı konuşmalar ve daha sonra alınan kararların Türkiye içinde ve dışında ciddi yansımaları oldu. Basının bir bölümü ile tarafsız uzmanlar, Erdoğan’ın konuşmalarını ve söz konusu kararları; ülkemizin devlet eliyle dindarlaştırılması, Batı değerlerine sırt dönüşün göstergesi ve radikal İslamcılık doğrultusunda yol alışın ürkütücü sinyalleri olarak yorumladılar. ABD’nin önde gelen gazetelerinden The New York Times, Erdoğan’ın açıklamalarını, “Türkiye toplumunu yeniden şekillendirme amacıyla dini kamusal alana zerketme”, “dindar nesil yetiştirme hedefini hayata geçirme” ve laik kesimle mücadelede dindar cepheyi tahkim etme çabası olarak değerlendirdi.  Alman Welt am Sonntag gazetesi ise Erdoğan’ın “hayalinde modern hilafet devletinin yattığını”, “demokrasi maskesi altında İslam devleti kurmak istediğini”, “Osmanlı hayalleriyle gençleri Batı düşmanlığına teşvik ettiğini ve Türkiye’yi tehlikeli bir yola soktuğunu” belirtti.

    Bu son derece vahim gelişmeler konusunda ne düşündüğünü, bilge diplomat Şükrü Elekdağ’a sordum.

    İşte sorularım ve aldığım cevaplar:

    * * * *

    ŞÜK­RÜ ELEK­DAĞ: Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, bahse konu şûralarda yaptığı konuşmalardaki,“İsteseler de istemeseler de bu ülkede Osmanlıca öğrenilecek ve öğretilecek. Bu dinin bir sahibi var. 200 yıldır sorulmayanları artık soruyoruz. Bize dayatılan ezberleri artık bozuyoruz. 200 yıldır eğitimi formatlama aracına dönüşen bir sistem ne yazık ki kendisine yabancı bireyler yetiştiriyor” şeklindeki görüşlerini, daha önce 15 Mart 2014’te Rekabet Kurumu toplantısında sarf ettiği, “Ülke olarak, millet olarak yaklaşık 200 yıldır, son derece sancılı ve münakaşalı bir modernleşme ve Batılılaşma sürecini yaşıyoruz” ifadesiyle birlikte değerlendirmek gerekiyor. Erdoğan, bu sözleriyle, 200 yıldır bu ülkede her şeyin kötüye gittiği ve bunun temel sebebinin de Batı taklitçiliği olduğu yolunda ahkâm kesiyor. Erdoğan bu ifadeleriyle şu hususu vurgulamak istiyor: Türkiye Cumhuriyeti’ni doğuran Osmanlı modernleşme sürecinin temel taşlarını oluşturan 1839 Tazminat Fermanı, 1856 Islahat Fermanı, 1876’da 1’nci Meşrutiyet’le gerçekleşen anayasal yönetim ve 1908’de 2’nci Meşruiyet’le anayasal yönetime dönüş, tümüyle yanlış ve sakıncalı icraatlardır. Erdoğan’ın bu nitelemesi ulusal kurtuluş savaşının programı niteliğindeki Misak-ı Milli’yi ve 1923’te Cumhuriyet’in ilanını da kapsıyor. Erdoğan, Osmanlı yöneticilerinin, Batı taklitçiliği ile Türkiye’nin bugünkü sorunlarının doğmasına yol açtıklarının altını çizerken, 1923 devriminin kazanımlarını da hiçe sayıyor. Oysa, Cumhurbaşkanı’nın bu yorumu, tarihi gerçeklere ve mantığa olduğu kadar, bugüne kadar Türk kamuoyunun kabul ettiği görüş ve değerlere de ters düşüyor.

     

    DİNDAR-KİNDAR NESİL HESABI VAR

     

    UĞUR DÜNDAR: Bu tür sorumsuz açıklamaların devletin zirvesinden yapılmış olmasına ne demeli?
    ŞÜKRÜ ELEKDAĞ: Dehşet verici demek durumundayız. Dehşet verici çünkü Türkiye’nin, Osmanlı döneminde başlayan modernizasyon süreciyle cumhuriyet dönemindeki devrimsel demokratik atılımları sonucunda oluşan kimliğinin, eleştirilmesinden de öteye, toptan reddedilmesini ima eden bir söylem bu!.. Daha vahim olanı da, bu söylemin, İslam aleminde iyi yönetim ve iyi toplum şartlarının İslam’ın çıkış günlerindeki yaşam ve değerlerde saklı olduğuna inanan ekolün görüşleriyle ayni paralelde olduğu yolunda yorumlara açık olması… Bu ekol, radikal İslam’ın kaynağı olan ve “Selefilik” denilen, katı ve sert şeriat kavramına dayanan gelenektir. Kafa kesen IŞİD canileri de kendilerini “Selefi” olarak tanımlıyorlar. Bu bakımdan, Türkiye’nin son 200 yıllık tarihindeki reform ve devrimleri kötü ve hatalı gören Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, kendi görüşüne göre bu dönemdeki “iyi yönetim” ve “iyi toplum” şartlarının ne olduğunu süratle açıklaması lazım.
    UĞUR DÜNDAR: Sizce, Erdoğan’ın Türkiye için hayalindeki rejim nedir?
    ŞÜKRÜ ELEKDAĞ: Eğitim Şûrası’nda alınan kararlar Erdoğan’ın Türkiye için tasavvur ettiği rejim hakkında bir fikir veriyor. 2.129 imam-hatip okuluna bu yıl 415 tane ilave edilmesinden, çok sayıda normal lisenin imam-hatipleştirilmesinden ve 9-10 yaşındaki kız çocuklarına başörtü serbestisi getirilmesinden sonra söz konusu şûra kararlarıyla, zorunlu din dersinin ilkokul 1., 2. ve 3. sınıfına kadar indirilmesi, din derslerine yer açmak için insan hakları, yurttaşlık ve demokrasi derslerinin kaldırılması, Kutlu Doğum Haftası’nın okullarda kutlanmasının zorunlu hale getirilmesi,  Anadolu Turizm ve Otelcilik Meslek Liseleri’nde alkollü içkiler ve kokteyl hazırlama dersine son verilmesi ve Osmanlıcılık görüntüsü altında Arap Alfabesi’ni öğreterek dini metinlere erişimin sağlanmasıyla, eğitim sisteminin Sünni-Hanefi inancına göre dinselleştirilmesini öngören kapsamlı adımlar atılmış oluyor. Bu okullarda yetişecek “dindar ve kindar nesillerin”, din merkezli-otoriter bir rejimin teminatını oluşturacağı hesap ediliyor. Bu rejimde “din-devlet yönetimi-özgürlükler” ilişkilerinin ne olacağı halen netleşmiş değil, ancak evrensel hukukun, çağdaş demokrasi normlarının ve Batıcı-laikçi düzenin terk edileceği besbelli…

     

    AKP, ORTADOĞU’DAN DERS ÇIKARMALI

     

    UĞUR DÜNDAR: Sizce, AKP iktidarının iç ve dış politikasını “Sünnicilik” üzerine dizayn etmesi, Türkiye için ne gibi tehlikeler yaratıyor?
    ŞÜKRÜ ELEKDAĞ: Hâlâ karanlık Ortaçağ fanatizminin ve zihniyetinin etkisinden kurtulamamış olan İslam coğrafyasına bakınca iç parçalayıcı bir manzara görüyoruz. Ortadoğu, Sünni-Şii mezhep savaşıyla korkunç bir kaos ortamına sürüklenmiş durumda… Müslüman, Müslüman’ı Allah-ü ekber diyerek öldürüyor. Kan deryası içinde yüzüp giden İslam dünyası, çürümüş, şaşkın, çaresiz, acınacak durumda… Kör cehaletin ve taassubun etkisiyle 13 asır önceki mezhep kavgasından kendini kurtaracak akıl yolunu bulmaktan aciz… IŞİD’in, 1.700 Iraklı askeri sırf mezhepleri farklı olduğu için öldürmesi ve bu tiksindirici dehşet tablosunu internet yoluyla yayınlaması, tüm dünyada insanların kanını dondurdu. Ne yazık ki İslamın imajı canavarlıkla eşanlam kazandı. Bu ortamda, AKP iktidarının gördüklerinden ders çıkararak, inançların ve mezheplerin eşitliğinin, özgürlüklerin, toplumsal huzur ve istikrarın teminatı olan laikliğin değerini anlaması ve laik cumhuriyetle Atatürk ilke ve devrimlerine var gücüyle sarılması gerekirdi. Laiklik, Türkiye’de, barışın, demokrasinin, din özgürlüğünün, kadın erkek eşitliğinin temel taşıdır. Laiklik ilkesinin uygulanmadığı bir Türkiye’de, ülkemizin toplumsal dokusunun kendine has özellikleri, onu, Ortadoğu’da yaşanan tüm mezhepsel çatışmaların hedefi haline getirir ki, bu, felaket doğurur. Bu söylediklerim beni, söyleşimizin başında ele aldığımız, şûra kararlarına getiriyor. Bu kararlar, Türkiye’nin temel kimliğini, Osmanlıcı-Sünni İslami kimliğe dönüştürmeyi öngörüyor. Laikliği ve çoğulculuğu dışlayan, tek boyutlu inanç dayatmasını benimseyen bu kimlik, toplumun içini çürütür, ayrıştırır, mezhepsel çatışmalara ve sosyal patlamalara davetiye çıkarır.

     

    ULUSAL ÇIKARLARIMIZ KORUNMUYOR

     

    UĞUR DÜNDAR: Dış politikaya gelirsek…
    ŞÜKRÜ ELEKDAĞ: Halen AKP, Sünni merkezli ve Şia ile çatışma eksenli bir Ortadoğu siyaseti izliyor ve bunu sözde yeni Osmanlıcılık vizyonuyla kamufle ediyor. Hemen belirteyim ki Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Suriye politikası, Cumhuriyet tarihine devlet yönetimindeki en büyük basiretsizlik, gaflet, yeteneksizlik ve Türkiye’nin güvenliğine en ağır ve yıkıcı zararlar verme örneği olarak geçecektir. AKP iktidarının Suriye’de batağa saplanan dış siyasetinin nedeni bu Sünni merkezli dış siyasettir. Irak’ı kendine düşman etmesi yine bu dış siyasetten ileri geliyor. Erdoğan’ın Mısır’daki askeri rejimle ilişkilerinin tamamen kopması, bölgedeki diğer Müslüman ülkelerle ilişkilerinin bozulması, Müslüman Kardeşler örgütü ile aşırı derecede özdeşleşen politikasının bir sonucudur. Türkiye’nin B.M. Güvenlik Konseyi geçici üyeliğine seçilememesinin nedeni de ideolojik körlükle çıkarlarının yönünü tayin edememesinden ileri gelmiştir. 158 ülke Türkiye’ye oy vereceğini söylemişti ancak oylamada bunların sayısı 58’e düştü. Bu sonuç, büyük ölçüde, yabancılaştırıp karşımıza aldığımız Mısır ile Suudi Arabistan’ın Türkiye’ye desteği azaltmak için yaptıkları yoğun çalışmadan kaynaklandı. Türkiye-İsrail ilişkilerindeki kırılmanın temelinde de, Ankara’nın dış politikayı iç politikadaki kazanımlara endeksleyen, öngörüsüz ve bağnaz tutumu vardır. Kıbrıs’ın güneyindeki deniz alanında bulunan petrol ve gaz rezervleri konusunda çıkan ihtilafta da karşımızda, İsrail’i, Güney Kıbrıs’ı, Mısır’ı, Yunanistan’ı, ABD’yi, AB’yi ve Suudi Arabistan’ı bulmamız da, yine, Ankara’nın akılcı çözüm üretme kapasitesini kaybetmiş olmasından kaynaklanıyor. Washington’un öfkeli ve ısrarlı “yanlış yapıyorsunuz” uyarılarına rağmen, AKP Hükümeti’nin Beşar Esad’ı devirmek için her şey mubahtır anlayışıyla, fanatik İslamcı örgütlere yardımda bulunmayı sürdürmesi, Batı dünyasında IŞİD’in palazlanıp güçlenmesinde Türkiye’nin önde gelen bir sorumluluk taşıdığı yolunda bir algıya yol açmış ve bu durum Ankara’nın ABD ile ilişkilerinde ciddi bir krize meydan vermiştir. Bu izahatımız AKP dış politikasının iflas ettiğini ve Türkiye’nin ulusal çıkarlarını koruyamadığını gösteriyor.

    ERDOĞAN CUMHURİYET VE LAİKLİĞE SIMSIKI SARILMALI

    UĞUR DÜNDAR: Türkiye tarihinde hiç bu kadar yalnızlaştı mı?
    ŞÜKRÜ ELEKDAĞ: Hayır, yakın tarihinde bu denli yalnızlaşmadı. Erdoğan 2015’e yalnızlaşmış bir lider olarak giriyor. Oysa, Arap Baharı’nın başlangıç döneminde Erdoğan, Batı platformlarında büyük saygı görüyordu. O dönemde Batılı liderler, Türkiye’yi İslam ülkeleri için bir örnek ve ilham kaynağı olarak gösteriyorlardı. Hatta aralarında Türkiye’ye, radikal İslamı demokratik İslama dönüştürecek sihirli formüle sahip bir ülke olarak bakanlar dahi vardı… Bu dönemde, Türkiye, Atatürk’ün reformları (orasından burasından kurcalanmış olmasına rağmen) sayesinde, dünyada, İslam’la demokrasiyi laik bir devlet yapısında bağdaştırmayı başaran yegane ülke olarak lanse ediliyordu… Laik, liberal Türkiye’yi, demokrasinin İslam’a uygunluğunun kanıtı olarak gösteren birçok Batılı yazar türemişti. Erdoğan bu durumdan ders çıkarmalı, 1923 devriminin kazanımlarını yok etme sevdasından vazgeçmeli, Cumhuriyete, laikliğe, hukukun üstünlüğüne ve demokrasiye sımsıkı sarılmalıdır. Aksi takdirde, ülkemiz, İslam alemine hakim olan, despotizm, zulüm, sefalet ve pejmürdeliğe mahkum edilecektir ki, bunun da Türkiye’ye ödeteceği bedel çok ağır olacaktır.

     

    UĞUR DÜNDAR: Sayın Elekdağ, Türkiye’nin izlediği tehlikeli rotayı açıklıkla ortaya koydunuz ve gayet isabetli uyarılarda bulundunuz. Bu mesajların yöneticilerimizce dikkatle değerlendirilmesi umuduyla teşekkür ederim.

  • 300 UYGUR TÜRKÜ TÜRKİYE’YE GETİRİLSİN; 2.BORALTAN FACİASI YAŞANMASIN

    300 UYGUR TÜRKÜ TÜRKİYE’YE GETİRİLSİN; 2.BORALTAN FACİASI YAŞANMASIN

    300 UYGUR TÜRKÜ TÜRKİYE’YE GETİRİLSİN 2.BORALTAN FACİASI YAŞANMASIN

    Tayland’da  mülteci olarak bulunan 300  Uygur  Türkü  Acilen Türkiye’ye  getirilmeli, Türk  olmayan Ezidi Kürt, Suriyeli  Arap.. birçok  topluluğa   kapılarını açan Türkiye On binlerce imzaya rağmen kendi kanından olan   Tayland’da  mülteci hayatı  yaşayıp  Çin’e  iadeyle yüz yüze olan Uygur Türklerine sahip çıkmalı, 2. Boraltan faciasının yaşanmasına izin vermemelidir.

    Boraltan  Faciası,  Dünya Türklüğün  hafızalarında   kapanması  zor yaralar açmış bir faciadır. Bu facianın yaşandığı yıllar  Milli şef ismet İnönü dönemidir. Olay İkinci Dünya Savaşı sırasında Stalin yönetiminin acımasız baskılarına dayanamayan bir grup Azeri Türk’ü, “öz kardeş” saydıkları Türkiye’ye sığınmaya karar verip yola çıkıyorlar. Orada uğradıkları baskınlar sebebiyle arkaları sıra mezar taşlarından izler bırakarak, nihayet Aras Nehri’nin üzerinde bulunan Boraltan Köprüsü’nü (Iğdır) geçiyorlar ve Türk sınır karakoluna sığınıyorlar.

    Artık kurtulduklarını, özgürlüğe kavuştuklarını düşünen 146 Azeri Türk’ü son derece mutludur, sevinçlidir.

    Karakoldaki Mehmetçikler, başka Karakol Komutanı olmak üzere, Azeri kardeşlerini bağırlarına basıyor, ekmeklerini onlarla bölüşüyor, yataklarını ikram ediyorlar. 146 soydaşın hayatlarını kurtardıklarını düşünerek onlar da mutlu oluyor.

    Sevinmekte acele ettikleri kısa bir süre sonra anlaşılıyor. Zira Karakol Komutanı’nın üstlerine yazdığı mektuba gelen şifreli cevap, tamı tamına bir “kara haber”dir:

    “Karakolunuza sığınan Azerileri derhal Sovyet yetkililerine teslim edin!”

    Komutan bu işte bir yanlışlık olduğunu düşünüyor. İnsan, öldürüleceğini bile bile kardeşini düşmana teslim eder mi? Buna vicdan dayanabilir mi?

    Daha tafsilatlı olarak durumu bir kez daha bildiriyor, fakat gelen cevap aynıdır:

    “Derhal teslim edin!”

    Hâlâ inanamıyorlar. Ama Ankara’nın emri kesindir. Karakol Komutanı’nın ve karakoldaki askerlerin tüm itirazları, Azerilerin tüm yalvarışları, Ankara’daki sağır sultanları yumuşatamıyor: “Derhal teslim edin, yoksa vatana ihanetle yargılanacaksınız.”

    Hangisi “vatana ihanet” acaba?.. Mazlum insanları ölüme göndermek mi, yoksa göndermemek mi? Azerilerin lideri Karakol Komutanı’na yalvarıyor:

    “Bizi siz kurşuna dizin, ama Moskof’a teslim etmeyin. Öleceksek, ay yıldızlı bayrağımızın dalgalandığı Anadolu topraklarında ölelim.”

    Komutan ağlıyor, askerler ağlıyor, Azeriler ağlıyor. Ankara’daki yöneticiler ise, Stalin’le aralarında bir pürüz olmaması için soydaşlarını kurban etmeye çoktan karar vermişlerdir.

    Kendisine “Milli Şef” dedirten ve kendisini “Milli kahraman” ilân ettiren İsmet İnönü ise şöyle buyurmuştur: “Sovyetler Birliği ile aramızda bir pürüz istemiyorum. Bir daha böyle küçük meselelerle beni meşgul etmeyin.”

    146 kardeşin göz göre göre, hem de en kalleş biçimde, sırf Stalin’in otoritesini sarsmamak için ölüme gönderilmesi “küçük mesele” ise “büyük mesele” nedir? Ne pahasına olursa olsun, iktidarda kalmak mı?

    Hiçbir şey Ankara’yı kararından döndüremiyor. Çaresiz kalan Karakol Komutanı, “Bizi siz kurşuna dizin” diye yalvararak ağlayan 146 Azeri’yi gözyaşları içinde Kızılordu görevlilerine teslim ediyor.

    Boraltan Köprüsü’nün bir ucu Türk toprağında, bir ucu Sovyet toprağındadır. Azeri kafilesi, Boraltan Köprüsü’nü yarıladıkları sırada, karşıdan yaylım ateşe tutuluyorlar. Buna rağmen, çoğunun son sözleri, “Yaşasın Türkiye” oluyor. Hepsi ölüyor.

    Yıllar sonra Azeri şair Elmas Yıldırım, bir zamanlar Boraltan Köprüsü’nde yaşanan derin acıyı “Dönek Kardaş” isimli şiirinde şöyle dillendirecektir:

    “Bizi siz öldürün, vermeyin Rus’a,

    “Yakışmaz Türklüğe, sığmaz namusa.

    “Vahşete göz yumup silkmeyin omuz,

    “Bizi siz öldürün, varsa suçumuz.

    “Men ne diyem o vefasız dağlara,

    “Öz gardaşı dönek olan ağlara.”

    Kızıl Orduya teslim edilen sığınmacıların hali, Türkiye tarafından dürbünle seyredenlerin ifadesine göre şöyle cereyan etmiştir ;

    “Sovyet askerleri, etraflarını sardılar. Düz bir çayırlığa götürdüler. Gümrü tarafından bir otomobil geldi. Arabadan iki adam indi. Gençleri toplayıp, ellerini kollarını sallayarak bir şeyler konuştular. Ama ne konuştukları bilinmiyor. Yarım saatlik bir konuşmanın ardından Gümrü tarafından üç tank çıktı. Hepsini üç sıraya dizdiler. Sadece iki kadını ayırıp otomobil ile gönderdiler. Tanklarla sıra başlarından gençleri acımadan ezmeye başladılar. Kaçmaya çalışanları askerler süngüleyip tankların altına atıyordu. Onları oracıkta katlettiler.”

    Bu hadise Azerbaycan  Türkleri arasında derin üzüntüye yol açtı. Anavatan deyip sığındıkları  ülkeden çıkartılarak Kızıl Ordunun süngü ve paletleri altında can vermeleri gönüllerde, bu güne kadar  silinmez yaralar açtı. Halk mülteci Azeri ‘kardaşları’nı bağırlarına basmıştı ama Çankaya’da oturan sözde Türkçü zatın şu demeci Balkanlardan Kafkasya’ya kadar hemen her Türk’ü sersemletmişti:

    “Misak-ı Milli hudutları dışında Türk unsuru kabul etmiyoruz!”

    Ne anlama geliyordu bu tuhaf söz? Yoksa “Yurtta sulh, cihanda sulh”ün aynı zatın kafasındaki anlamı, ‘Türkiye’de yaşayan herkes Türk’tür, dışındakilerin canları cehenneme’ gibi tasfiyeci bir denklem miydi?

    Buna benzer bir faciada Balkanlarda yaşanmıştır. Makedonya’da (eski deyişle Yugoslavya’da) geçmiştir.

    Üsküplü Müslüman Türkler, haklarını korumak üzere 1945’te bir direniş örgütü kurarlar. Yücelciler adını alan örgütün hikayesi ve hakkındaki bilgi sayesinde ulaştığımız Mehmed Ardıcı’nın “Yücelciler 1947” adını taşıyan değerli hatıratından başka bir vesileyle bahsetmek isterim. Ancak bugün Makedonya’daki haklarımızı korumak için kurulan ve Üsküp Başkonsolosumuz Emin Vefa Gerçek’in de haberdar ve bağlantı halinde olduğu bu örgüte yapılan ihanete dikkatinizi çekmek istiyorum.

    Ardıcı, Nazi kamplarında ölenlere ağlayan aydınlarımıza, burunlarının dibinde, Makedonya’da bunca Müslüman’ın boğazlanması karşısında neden kıllarını kıpırdatmadıklarını soruyor haklı olarak. “Yarınki Balkanlarda siyasî haritayı değiştirebilecek güç sıfıra indirilirken sizler de göz yumdunuz” diyor.

    Üsküp Konsolosumuzla irtibat halinde örgütlenen Yücelciler ihbar edilir ve yakalanıp işkence altında sorgulanırlar. Hücresinde şu yakıcı cümleler dökülür yazarın ağzından: “Bizler, yıktırılmış bir cihan devletinin kabul edilmemiş bir mirasıyız. Şimdiye dek namuslu kalabilmişsek Osmanlılığımıza borçluyuz. Kurtuluş ümidimi geri getiren işte bu.”

    Türkiye’den ses yoktur.

    Mahkemeden 4 idam kararı çıkar, 2-20 yıl arasında çeşitli hapis cezaları.. Makedonyalı Türkler kararlara Türkiye’nin tepkisini beklemektedir. Türkiye’den yine ses yoktur.

    Arkadaşları Şuayip, Ali, Nazmi ve Adem idam edilirler. Yine ses yok.

    Oysa teşkilat kurulurken kendilerine “Nüveyi oluşturun. Talimatlarımızı tatbik edecek, bilgi alabileceğimiz bir grubun varlığını bilmek istiyoruz” diye haber yollayan da Türk Konsolosudur. Bunun anlamı, “Ben sizi tanımıyorum, siz de beni” repliğidir.

    Mehmed Ardıcı’nın şu sözlerini içimiz yanarak okuyoruz:

    “Açıkça söylüyorum: Türkiye’nin kulaklarını tıkayarak oturması ne acıdır ki, devrin siyasi liderinden sadır olan ‘Misak-ı Milli hudutlarının dışında Türk unsuru kabul etmiyoruz’ kelamı, karşımızdakilerin teşvik görmesi, aferinleri manasındadır.”

    Makedonya’daki Türklere önce umut verilip sonra temizlenmesine ses çıkarılmaması olayı tek değil ki. Boraltan faciası ile aynı yılda, Romanya’ya iltica etmiş olan 20-30 bin civarındaki Kırım Tatarının Türkiye’ye sığınma talebine ret cevabı veren de aynı İsmet Paşa zihniyeti değil miydi?

    Bugün   Tayland’da mülteci  olan  Uygur Türkleri  2. Boraltan  faciasıyla  karşı karşıyadır.  Eğer Çine iade  edilirlerse  Boraltan  faciasındaki gibi  idam edilecekler,Peki  Boraltan  faciasından dolayı  Milli  şef   İnönü dönemini eleştiren AKP  hükümeti,milli şef İnönü’yle aynı konuma düşecektir  zaten  AKP  hükümeti  Irakta  Türkmenleri   Türkmen   katili Barzani  ve   IŞİD’in zulmüne  terk etmişdi.

    Yücel TANAY

  • Türkiye’ye Yeni Kıbrıs Uyarısı Yolda

    Türkiye’ye Yeni Kıbrıs Uyarısı Yolda

    Kıbrıs açıklarında bulunan doğal kaynaklar adadaki sorunun çözümüne katkıda bulunacağına gerginlik kaynağı olmaya devam ediyor. Rumların hamleleri sonucu Türkiye’ye yönelik baskı iyiden iyiye artıyor. Avrupa Parlamentosu gelecek hafta sert bir kararı kabul edecek

    Kıbrıs açıklarında doğal kaynaklar bulunduğunda pek çok uzman bunun adada 40 yıldır yaşanan sorunun çözümüne katkıda bulunacağı ve iki toplumu yakınlaştıracağı yorumunda bulunmuştu. Gelinen aşamada ise bu kaynaklar gerginlik unsuru olmanın dışında herhangi bir işlev görmüyor.

    Türkiye’nin Kıbrıs açıklarındaki “münhasır ekonomik bölgede” (MEB) savaş gemileri eşliğinde yürüttüğü araştırma çalışmaları nedeniyle Avrupa Birliği’ni harekete geçiren Rumlar, siyasi hamlelerinin meyvelerini toplamaya devam ediyor.

    Geçen ay düzenlenen Avrupa Birliği Zirvesi’nde hasta yatağından Türkiye aleyhine karar çıkmasını sağlayan Rum lider Nikos Anastasiades ve ekibinin girişimleri Avrupa Parlamentosu nezdinde de sonuç doğurdu.

    Tüm siyasi gruplardan destek alan ve gelecek hafta kabul edilecek olan ortak karar taslağında “provokatif” olarak nitelenen eylemlerin sürmesinin ya da tekrarlanmasının müzakere süreci de dahil olmak üzere Avrupa Birliği – Türkiye ilişkilerinde olumsuz etki yaratabileceği belirtiliyor.

    Avrupa Parlamentosu belgesinde, Türkiye’ye itidal ve uluslararası hukuka uygun davranma çağrısı yapılırken Ankara’nın “tehditleri ve tek taraflı eylemleri tırmandırmasının esefle karşılandığı” ifade ediliyor. MEB’in meşruluğunun altının çizildiği taslakta, Rumların bu bölgede doğal kaynak arama konusunda tam ve egemen hakka sahip olduğu vurgulanıyor. Türkiye’nin bölgedeki faaliyetlerinin hem provokatif hem de yasa dışı olduğunun altını çizen Avrupa Parlamentosu, Türk gemilerinin derhal geri çekilmesini talep ediyor.

    Avrupa Birliği ülkelerinin kara sularındaki egemenliğine saygı gösterilmesini isteyen Avrupa Parlamentosu, buna Birlik ülkelerinin doğal kaynaklarını keşfetmek ve işletmek amacıyla Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne (UNCLOS) uygun ikili anlaşmalar yapmanın da dahil olduğunu belirtiyor.

    Rumların, egemen toprak ve kara sularının ihlali konusunda Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Denizcilik Örgütü (IMO) nezdinde resmi şikayette bulunma hakkının desteklendiğinin kaydedildiği belgede, Türkiye’nin tüm Avrupa Birliği üyeleriyle ilişkilerini normalleştirmesine verilen önemin altı çiziliyor.

    Son Avrupa Birliği Zirvesi’nde, gündemde olmamasına rağmen, Türkiye’ye karşı bir metnin kabul edilmesini sağlayan ardından da Avrupa Parlamentosu’nu harekete geçiren Rum Kesimi’nin manevraları bu adımlarla sınırlı kalmayacak. Ankara’nın MEB’deki faaliyetleri sürdükçe yeni başlık açılmasını bloke edeceğini duyuran Rumların, Türkiye konusunun geniş şekilde işleneceği aralıktaki Avrupa Birliği Zirvesi’nde yeni adımları devreye sokması öngörülüyor.

  • SÖZ UÇAR , YAZI KALIR

    SÖZ UÇAR , YAZI KALIR

    Söz uçar , yazı kalır…

     “Ben demiştim” sözü itici geliyor , biliyorum , ama BEN DEMİŞTİM !!!

    02/ağustos/2010’da yazdığım “Kan eşiği çoktan aşıldı” başlıklı yazımda , kanlı günlerin geleceğini söylemiştim !…

    Ben , müneccim miyim ? Elbette , hayır !… Sadece , aklını kullanan insanların yapmaları gerekeni yapıp , olayları ve gelişmeleri değerlendiriyorum…

    Ateşle oynayanın , bir gün o ateş tarafından yakılma riski büyüktür…     AKP İktidarı da , son 12 yıldır , hemen her konuda ,ateşle oynamaktadır !… Bugün sıradan insanları yavaş yavaş yakmaya başlayan ateş , yarın iktidar partisinin yetkililerini de yakacaktır !…

     “Açılım tiyatrosu” , malûm , bir süredir oynanıyor… Fakat , Erdoğan ve Apo dışında , tiyatroda rol kesenler de , oyunu seyredenler de , senaryoyu bilmiyor !… İpini koparan , ağzına geleni söylüyor , ama detay sorulunca ses yok , maksat kuru gürültü olsun…

    Üniter devlet organizasyonunda , belirli kitleler için “açılım” olmaz , olamaz ! Üniter devlet , yapıştırıcıdır ! Sağından solundan kazımaya kalkarsanız , o yapıştırıcının etkisi zayıflar ve sonunda biter !

     Üniter devlette , “halklar” olmaz , olamaz ! Sadece , “millet” vardır !

     Üniter devlette , resmi dil tektir ! Ülke içinde konuşulan diğer diller , öğretilebilir , yerel olarak kullanılabilir , ama , resmi dilin yerini asla alamaz , alternatif olamaz ! Ülke içinde yaşayan her vatandaş , resmi dili öğrenmekle , Devlet de öğretmekle yükümlüdür !

    Din ile bir ümmet yaratılabilir , ama bir millet asla yaratılamaz ! Bir milleti yaratan , ortak dil , ortak tarih ve ortak kültürel değerlerdir !

    Türkiye Cumhuriyeti’nin çatısı altında yaşayan herkes , etnik kökeni ne olursa olsun , Millet’in simgelerine , Devlet’in kurallarına ve ortak değerlere saygı duymak zorundadır ! Bunlara saygı duymuyorsa , bu ülkede işi yok demektir , kendini ait hissettiği yere derhal gidebilir !

     Türk Bayrağını yakarak , Atatürk büstünü parçalayarak , Türk Milleti ile aynı çatı altında yaşanamaz !

     Hem Türkiye Cumhuriyeti’nin sağladığı şemsiyeden yararlanmak ve hem de Millet ve Devletin aleyhinde her şeyi yaparım demek , ancak , PKK – HDP – DTK – KDP başta olmak üzere , tüm ayrılıkçı bozuntuların peşinden gitmek demektir ki , onların da lâyık oldukları yer , Ortadoğu’nun ateş çemberidir , Türkiye değil !

     Son günlerdeki “Türk askeri Kobane’ye müdahale etsin” meselesine gelecek olursak , (ki asıl adı Kobane değil “Ayn El Arab”dır)… “Üniter Devlet” ilkesine sahip olan Türkiye’nin , böyle bir müdahaleyi yapmasının belirli koşulları vardır… Ya öncelikle Suriye Devleti ile uzlaşma sağlamalıdır , ya da uluslar arası bir girişimin parçası olmalıdır… Her detay da , yazı ile kayıt altına alınmalıdır… Bitmedi… Uluslar arası girişim olması durumunda , bu , sadece tampon bölge ile sınırlı kalmalıdır… Oralardaki Kürtleri veya başka etnik grupları korumak , Türk ordusunun işi değildir !… Türk ordusunun Kürtleri koruması isteniyorsa , öncelikle ve kıvırmadan , PKK silah bırakmalı ve özerklik ve benzeri taleplerden resmen vazgeçilmelidir !

    Aksi takdirde , hodri meydan… Görelim bakalım , Türk askerini ve polisini pusuya düşürmekte mahir olan PKK ve onun koruyucusu Barzani , kendi kökenlerinden insanları koruyabilecekler mi !?… Ayrıca , tampon bölge kurulması halinde , Suriye’den Türkiye’ye göç etmiş iki milyonun üstündeki insan , derhal tampon bölgeye nakledilmelidir !

     Önümüzdeki günlerin neler getireceğini hep beraber göreceğiz… Bugünkü görünüm , pek iyi şeyler getirmeyeceği yönünde , maalesef… Fakat , öbür yandan , ülkenin ve bölgenin üzerinde biriken bu pisliği de , ancak bir sel götürebilir !!!…

  • ORTADOĞU SÜRECİNDE IŞİD  İLE GELİNENEN SON NOKTA

    ORTADOĞU SÜRECİNDE IŞİD İLE GELİNENEN SON NOKTA

    ERGUN ÖZGEN

    Geriye dönülerek yakın geçmişteki politik mesajlar hatırlandığında Reagan’ın Başkan seçildikten sonraki ilk konuşmasındaki beyanları hatırlanmalıdır… Reagan söze nasıl başlamış ve ne demişti ? ( ŞİMDİ HAÇLI SEFERLERİNE BAŞLIYORUZ )…

    Sene 1980… Sovyet sistemi her şeye rağmen varlığını sürdürüyor, bu aşamada Başkan Reagan’ın küresel mesajı ile göstermek istediği hedef içinde Haçlı Seferi deyimindeki amaç ne olmaktadır ?

    Takip eden zaman diliminde, Samuel Huntington’un Medeniyetler Çatışması ile yayınlanmış olan makalesi de hatırlandığında, Siyonizm ile yönlendirilen Evangelist politikaların ilk mesajlarının emareleri bu beyan ile örtüşür gibidir…

    Gene seksenli yıllardan itibaren yayınlanan Global Paradoks adlı kitap da hatırlandığında, küresel boyutta ULUS DEVLETLERİN hedefler içinde yer alacakları satır aralarında belirtilmiştir…

    Evangelist politikaları yürüten malum kadroların Reagan döneminde olduğu gibi, 2000 yılından sonra W. Bush Başkanlığında yönetimin başında yer almaları sürecin devam edeceği mesajını da vermiştir…

    Diğer yönden,Pentagon’un Yeni Haritası kitabında ise, BOŞLUK ALANI olarak gösterilen coğrafi bölgelerden BOP olarak tanımlanan alanlardaki bir çok ülkenin ön görülen hedefler kapsamında kalacağı ayrıca gizlenmeden ifade edilmiştir…

    Son senelerde peş peşe yayınlanmış olan bu benzeri kitaplardaki mesajlar hatırlandığında takvime göre sürecin sürmekte olduğu açıkça görülmüştür…

    11 Eylül olayını takiben, Afganistan’ın işgali daha sonra da , Irak’ın yapay gerekçelerle parçalanması, Arap Baharı yutturmacası yanında, Tunus, Libya ve Mısır’daki gelişmeler kurgunun seyir defterinin farklı safhalarını göstermiştir…

    Radikal İslam iddiasının batı dünyasında bir tehdit görüntüsü oluşturması yönünden çeyrek asırlık zaman dilimi içinde şiddet yanlısı gruplar olarak özellikle İslam coğrafyasında peş peşe bir takım silahlı grupların ortaya çıktıkları da görülmüştür…

    Bunlar içinde, Filistin’in Hamas ve El Fetih yapılanması, Cezayir’de Cezayir İslami Hareketi (FIS) Silahlı İslam Hareketi, Mali de Şeriat isteyen Tuareg hareketi, Lübnan da Şii Hizbullah oluşumu, Nijerya’da Boko Haram, Somali’de El Şebab, Mısır’da Tekfir, Gazze’de İslami Cihad, Türkiye’de PKK , İran’da PJK, ve Suriye’de PYD ile Pakistan üzerinden sürüme konulan Taliban’ın türevleri durumundaki El Kaide, El Nursa ve giderek de bölgemizin son ürün durumundaki IŞİD islami radikalizmin örnekleri arasında yer almışlardır…Gelişmeler bir şekilde Samuel Huntington’un Medeniyetler Çatışması tezini teyit eden birer delil niteliği görüntüsündedir…

    1980 de Reagan’ın şimdi haçlı seferine başlıyoruz mesajı ile bu oluşumlar arasında bir bağ olup olmadığı tartışılmalıdır… Küresel çıkar güçlerinin enerji ve diğer doğal kaynaklar, ve su kaynakları üzerinde kontrol sağlayabilmesi için bu kaynakların bulunduğu coğrafyaları kontrol etmeleri de gerekecektir… Bu kaynaklar ise, Orta Doğu ve Asya’da olup, çoğu da İslam coğrafyasındadır. Diğer anlatımla, anılan bölgelerde etkinlik sağlayabilmek için bu coğrafyalarda yaşayan ulusların küresel düşman durumuna getirilmeleri ve Batı dünyasının da söz konusu radikal tehdit unsurlarına karşı ittifaklarının sağlanması gerekecektir… Gelişmeler ve günümüze kadar yapılan yayınlar da dikkate alınarak konuya bu açıdan da bakmak gereklidir… BOP projesinde adı geçen ülkeler hatırlandığında kurgu bir şekilde yerli yerine oturmaktadır..

    Diğer yönden radikal İslam’a yönelik oluşturulacak bir HAÇLI HAREKETİ, Hıristiyan dünyasının desteğini sağlamış bir Siyonist politikası için önemli düzeyde ittifak olabilecektir….

    Halen, BOP sahası içinde yer alan Suriye üzerinden sürüme konulan safha ise, aynı sürecin güncelliğini oluşturan diğer boyutu olmaktadır… Bölgemizdeki bu gelişmeler ise, nasıl başlamıştır?

    • Hatırlanacağı üzere, yakın geçmişte Başkan Obama , El Fetih ve Hamas’ın uzlaşarak Filistin Devletinin kurulması konusunda bir barış girişiminde bulunmuştu…
    • O dönemde ,Türkiye, Suriye ilişkileri de oldukça iyi bir safhada sürmekte olup, mevcut ilişkiler, (Türkiye, Suriye, Lübnan ve Ürdün ekseninde bölgesel bir ticaret anlaşmasına doğru gitmekteydi….)
    • Belirtilen düzeydeki gelişmeler ise, jeostrtatejik açıdan İsrail’i tümü ile çevreleyerek iç hat durumunda bırakabilecek bir konumda kalmasına neden olabilecekti…Doğusundaki Şii derinlik diğer yönden de daha sonraki dönemde, Mısır’da Müslüman Kardeşlerin iktidarı dikkate alındığında, coğrafyadaki bu oluşum ile muhtemelen Camp David anlaşmasının da bozulmasına süreç neden olabilecekti…. Böyle bir gelişmenin gerçekleşmesi durumunda, İsrail güvenlik açısından çok daha yaygın bir cephe ile karşılaşabilecekti…
    • Bu aşamada Netenyahu’nun (Bu tarzdaki gelişmeler İsrail’in sonu olur) sözü hatırlanmalıdır… Netanyahu ‘nun acele ABD gitmesi , muhtemelen Yahudi lobilerinin baskıları sonucu , Beyaz Saray önünde, Obama’nın İsrail’i her yönden destekleyici konuşması da hatırlandığında, konunun mecrasının o andan itibaren değişeceği de anlaşılmıştı….
    • İsrail lobilerinin baskıları ile Filistin Devletinin kuruluşu askıya alınmış, Türkiye, Suriye, Ürdün ve Lübnan arasında düşünülen ticaret anlaşmasına ilişkin gelişmeler de sonuç itibariyle neticesiz kalmıştır…
    • Diğer yönden, takip eden dönemde ABD paralelinde,Türkiye’nin Suriye politikası giderek sertleşerek Esad karşıtlığı üzerinden süreç günümüze kadar gelmiştir…
    • Gelişmeler içinde bölgede Irak’ın Şii ,Suni ayrışımı giderek hız kazanmış Kuzey bölgesi Süni, Bağdat güneyi Şii kontrolunda bölünürken, Kuzey Irak oluşumu içinde Barzani hakimiyet alanı da Erbil merkezli olarak etkinleşmiş ve Irak Şii ekseni İsrail için tehdit olmaktan çıkmıştır….
    • Daha sonra Mısır da meydana gelen askeri müdahale sonucu ile de Müslüman kardeşler siyasetten uzaklaştırılmış, ve Camp David anlaşması güvene alınmıştır…
    • Bölgedeki Hamas ve Lübnan Hizbullahı ise, mevcudiyetlerini korumakla beraber, Hizbullah’ı destekleyen Esad rejiminin sarsılmakta olması, Hamas’ın da, Mısır’da Müslüman kardeşlerin iktidardan uzaklaştırılmaları sonucu önemli ölçüde destek kaybına uğramış olduğu görülmüştür…
    • Suriye’nin kuzeyinde ise,giderek Esad karşıtlığı kapsamında Suni ekseninde muhalif güçler oluşmaya başlamıştır… Bir taraftan, Taliban uzantısı El Kaide ve bunun türevi olarak ortaya çıkan El Nursa sahada yer alırken, diğer yönden de ABD ve Türkiye destekli ÖSO adı ile bir diğer muhalif silahlı hareketin ortaya çıktığı görülmüştür..
    • Suriye kuzeyinde yer alan PYD yapılanması içindeki süreç ise, Kuzey Irak bölgesi üzerinden PKK + PYD ittifakı içinde Ak Denize kadar uzayan koridoru kontrollarına alma stratejisini gerçekleştirmeye çalışmışlardır…
    • Görünen siyasal kaosun giderek artan şiddet olayları içinde, bölünmüş bir ırak ile bölünmeye devam eden bir Suriye’nin BOP sürecindeki geldiği nokta, yıllar önceden hazırlanan senaryonun safhaları içinde izlenmektedir…Senaryo yazıcılarının kitaplarındaki satır araları bu bağlamda tekrar hatırlanmalıdır…
    • Suriye topraklarında süregelen bu çatışmalar içinden birden bire, IŞİD adı ile içeriğinde hilafet mesajları veren silahlı bir diğer hareketin etkinlik kazanması da görülmüştür..
    • Suriye’nin kuzeyinden, Irak topraklarına sarkan bu Suni hareket geçmişinde ABD üretimi olan ve Taliban hareketinden türeyen El Kaide, El Nursa devamı gibi görünse de hareket alanları ve verdiği mesajlara göre giderek bağımsız bir güç oluşumu görüntüsü ve intibaı da vermektedir… IŞİD’in yapısında ABD, İNGİLİZ, FRANSIZ; ALMAN , TÜRK vb. çeşitli ülke vatandaşlarının bulunmaları ise, bölgedeki paylaşım ve istihbarat hedeflerinin ne kadar önemli olduğuna karine teşkil etmektedir..Ayrıca IŞİD’in askeri yönden manevra alanlarındaki elastikiyet dikkate alındığında, bu örgütün yapısında, muharebe tecrübesi olan eski BAAS kökenli askerlerin de olabileceğine dair kanaat kuvvet kazanmaktadır…
    • Genel özet içinde gelinen son noktaya bakıldığında, bölgedeki etkin gücün IŞİD olmaya başladığı da görülmektedir.. Suriye üzerinden Irak’a sarkan bu hareketin operasyonel alanlarının Suni Arap topluluklarının ait bölgeler olduğu da görülmektedir…
    • Diğer yönden IŞİD etrafındaki güç artarken, ÖSO arkasından ABD Çekilmiş, bu konuda Türkiye yalnız bırakılmıştır….
    • Konunun dış güçler yönünden önem ifade eden yönü ise, bilindiği üzere bölgedeki enerji kaynakları ve enerji nakil hatlarıdır..
    • IŞİD’in bölgedeki harekat alanları itibariyle etkilenen Exxon, TAQA,General Energy, Chevron, Qrix gibi petrol sirketlerinin faaliyetlerini durdurduklarına dair bilgiler basında izlenmiştir…
    • Diğer yönden,IŞİD’in , kontrol altında tuttuğu coğrafi kesim dikkate alındığında enerji yollarının “ kuzey, güney, doğu ,batı istikametlerinin ortasını kontrol eder durumda olduğu da görülmektedir…
    • IŞİD bu avantajını örtülü şekilde petrol satışı ile finansal kaynak oluşturma imkanına sahip duruma gelmiştir… Petrol üzerinde oluşturmakta olduğu etkinlik hangi petrol şirketlerinin çıkarlarına ters düşmektedir?… Bu konu sorgulanmalıdır..
    • Diğer yönden, IŞİD’in Suriye ve Irak toprakları üzerinden ele geçirmeyi amaçladığı ve hedefleri içinde gördüğü bölgeler basında şu şekilde özetlenmektedir. (Suriye’de : Haseke Bölgesi, Deyr Ezzo Bölgesi, Rakka Bölgesi, Al Bediya bölgesi, Halep Bölgesi, İdip Bölgesi, Hama Bölgesi, Şam Bölgesi, El Sehil Bölgesi ) ,( Irak toprakları içindeki hedefler ise : Kuzey Bölgesi, Diyala Bölgesi, Bağdat Bölgesi, Kekük Bölgesi, Selahaddin Bölgesi,Anbar Bölgesi, Ninova Bölgesi…) olarak Dünya Bülteninde yorumlanmıştır… Bu coğrafi tanımlamaya göre, IŞİD, Suriye ve Irak coğrafyasından kopardığı bir alanda, Suni toplumların oluşturduğu, bir devlet yapılanmasının hudutlarını belirtir gibidir…
    • Ancak, IŞİD’in bu kadar geniş bir alanı kısa sürede ele geçirebilmesi oldukça zor olmakla birlikte, en azından enerji hatları üzerindeki bölgesel etkinliği dikkate alınmak durumundadır..
    • Enerji bölgeleri üzerindeki kontrolunu arttırdıkça da hedefinde gördüğü bölgeler üzerindeki etkinliğinin zaman içinde güçlenmesi beklenmelidir…
    • Diğer yönden, Küresel Güçler için önemli olan bölgedeki enerji ve su kaynaklarıdır. Bölgede bu konudaki çıkar çatışması ise,IŞİD ile ne durumdadır? Bu nedenle, hedef tahmini konusundaki durum analizlerinde Türkiye dahil bölge ülkelerinin dikkate alması gereken ana unsur bu olmaktadır..
    • Küresel güçlerin göstermelik insan hakları saygısı, Bosna ve Ruanda katliamlarındaki tutumlarında izlenmiştir… O nedenle, Suriye ve Irak sürecindeki gelişmelerin insani boyutuna göre değil, bölgedeki enerji ve su kaynaklarının kontrol edilebilme hesabına göre değerlendirmelerin yapılması zorunludur..
    • Gelişmeler içinde, IŞİD’in enerji yollarını kontrol etmesi ile Barzani yönetimi, Türkiye üzerinden petrol akışını ikili bir anlaşma ile yürürlüğe koymuştur. Bu aşamada ABD’nin vermiş olduğu mesaj hatırlandığında, Petrol satışlarının Irak merkezi Hükümeti üzerinden olacağı konusundaki uyarıya uyulmamış olduğu da izlenmiştir… Bu süreçte petrol satışlarının engellenmesi konusunda Irak Merkezi Hükümetinin girişimleri de dikkati çekmiştir. Bununla beraber Barzani’nin Türkiye üzerinden yürüttüğü petrol satışlarının gelirlerinin Halk Bankasına Yatırılmasına ilişkin haberler de yorumlarda görülmüştür…
    • Böyle bir uygulamanın para ve enerji politikalarını yürüten Küresel Güçler tarafından kabul edilemeyeceği hususu ise satır aralarında hissettirilmiştir.
    • O tarihlerde Bağdat kapılarına kadar gelmiş olan IŞİD kuvvetlerinin birden kuzeye yönelerek Erbil’e yönelmesi ise zamanlama açısından ilginçtir… ABD ise, görüntüde IŞİD’in Erbil’e saldırmasını engelleyecek şekilde hava harekatı ile müdahalede bulunurken, muhtemelen, Barzani’ye de örtülü şekilde mesajını vererek petrol satışlarının, Merkezi Hükümetin dışında satışına gidilmesi halinde IŞİD’in, Erbil’e saldırabileceği mesajını, aba altından sopa göstererek vermiş olabileceği akla gelmektedir..
    • Bu gelişmenin devamında petrol satışları muhtemelen istenilen yönteme göre yürütülmeye başlanmış ancak satılan petrollerin gelirleri Halk Bankası yerine batılı bankaların kasalarına aktarılmış olması kuvvetle muhtemeldir… Kısaca bu süreçte de paranın istikameti izlendiğinde, amaç daha iyi anlaşılabilecektir…
    • Türkiye ile Barzani arasındaki bu ortak enerji naklinin ABD kaynaklı yön değiştirilmesi ister istemez Türkiye’nin çıkarlarına ters bir görüntü verecektir… Gelişmelerin genel seyri içinde, gene basından öğrendiğimize göre, karşı hamle olarak, GAP’ın sulama ayağı projesinde yer almış olan ABD, Hollanda, İsrail ve İspanya’nın içinde bulundukları kredi anlaşmasının da bu aşamada Türkiye tarafından sonlandırılmış olduğu basına yansımıştır….
    • Konu açısından, 25 Eylül 2014 BM. Genel Kurul Toplantısında da Arjantin Devlet Başkanı Cristina Femandez’in yapmış olduğu konuşma önemli bir uyarıdır. Başkan Konuşmasında , (Büyük güçler çok kolay dost ve düşman kavramını değiştiriyor… Teröristler dost oluyor, dostlar ise terörist… Arap Baharı ile tanımlanan süreçte, Tunus,Libya, ve Mısır’dan başlayan radikal İslamcıları kendi elinizle oralarda iktidara getirdiniz…Bölge Halklarının özgürlüklerini gasp ettiniz… Bu gün burada IŞİD’e karşı bir BM. Kararı çıkarmak üzere toplandık oysa IŞİD’in bazı BM. Güvenlik Konseyi ülkelerinin gözetiminde kurulduğunu herkes biliyor….) IŞİD konusundaki genel kanatın BM yansıması, Arjantin Devlet Başkanı tarafından bu şekilde ifade edilmiştir…
    • Bu açıdan bakıldığında, bölgedeki petrol şirketlerinin IŞİD harekat alanındaki çıkarları ne düzeyde etkilenmiştir?… Muhtelif yollardan satılan petrol gelirleri hangi ülkenin bankalarına yatırılmaktadır? Küreselciler IŞİD tarafından bölgede çıkarlarını örtülü şekilde korumaya devam ediyorlarsa bu anlamda önemli bir sorun yok demektir…. Diğer yönden IŞİD kontrol dışına çıkıp bağımsız hareket ediyorsa ve petrol satışlarına ait gelirler küresel şirketlerin kasaları yerine başka yerlere gidiyorsa IŞİD’in cezalandırılması gerekecektir… Bunun içinde bölgede taşaron bir kara gücüne ihtiyaç duyulacaktır….
    • Bu taşaron gücün görevi ise muhtemelen Işid’in üzerinde hakimiyet oluşturduğu petrol alanları, rafineriler ve enerji hatlarını IŞİD’in denetiminden alınarak, tekrar küresel şirketlerin çıkarlarına vermek olacaktır…. Bu durumda , taşaron olacak kara gücü hangi ülkeye aittir?
    • Konun bir diğer yönü ise, bölgede ileriye yönelik İsrail ‘in güvenliği olmaktadır… İsrail, Hamas çatışmasının devam etmekte olduğu sürede hatırlanacağı üzere, İsrail ani olarak süresiz ateş kese gitmiştir… Bu safhada gene hatırlanacağı üzere, GOLAN tepelerinde El Nursa, El Kaide görüntülü İsrail’e karşı hudut olayları meydana gelmiştir…O tarihte, İsrail büyük bir ihtimalle, Hamas cephesi ile Golan bölgelerinde bir anda iki cephede kalmamak için, ani olarak Hamas ile süresiz ateş kese gitmiş ve kuvvetlerini kuzeye yönlendirmiştir…Bu konuda da, IŞİD’in ileride radikal bir islami güç görüntüsünde İsrail’e karşı tavır oluşturmayacağının garantisi bir ABD üretimi olsa bile yoktur…. İsrail bu hususu da düşünmek durumundadır…Bu nedenle de IŞİD’in gücü kontrola alınmalıdır…

    • IŞİD’in ,El Kaide ve El Nusra gibi bir ABD üretimi olduğu BM. Genel kurulunda bile ileri sürüldüğü dikkate alındığında, bu bağlamda, Hilafet oyuncusunun giderek Huntington tezine göre ileride kullanılabilir malzeme olabileceği de dikkatten uzak tutulmamalıdır…. Diğer yönden de ister Şii olsun, ister Suni olsun veya bir Hilafet örtüsü içinde başka boyutta IŞİD adı ile sürüme konulsun, bütün bu oluşumların altında Arap Milliyetçiliğinin İsrail karşıtı olarak ileride ortaya çıkacağı da kuvvetle muhtemeldir…. İsrail geleceğe dönük olarak stratejik hesapları içinde bu hususu dikkate alma durumundadır…

    Kobani bölgesinde sürmekte olan çatışmalar dikkate alındığında, PKK ve PYD’nin dış desteğe ihtiyaç duyduğu izlenmektedir… Kerkük ve Erbil bölgesine IŞİD saldırdığı vakit, Peşmergelerin önemli bir askeri varlık gösteremedikleri de görülmüştür… Diğer yönden Türk Milletine senelerdir silah sıkan PKK ‘nın da aynı zafiyeti gösterdiği anlaşılmaktadır..

    IŞİD’e karşı koalisyon güçleri yapılanması içinde bir karşı harekatta Türkiye kullanılmak isteniliyorsa, bunun Türk kamu oyu tarafından kabulü mümkün olmayacaktır… PKK + PYD’nin arkasında duran güçlerin Kuzey Irak oluşumunda Ak Denize kadar devam eden bir koridorun Türkiye eli ile sağlanmasının düşünülmesi ise ancak akıl zafiyeti ile mümkündür..

    Esad ‘a yönelik bağımsız operasyonel bir hareketin de Devletler Hukuku yönünden nelere sebep olabileceği bir çok kişi tarafında ifade edilmektedir.. Daha önceden belirtildiği üzere, Esad’ın stratejik derinliğinde RF., İran, ve Çin olup, politik tavır ve konumlarını muhafaza etmektedirler…

    Bölgedeki muhtemel bir sıcak gelişmenin küresel etkilerinin de iyi değerlendirilmesi zorunludur…Türkiye’nin sınır ötesi bir harekatının bu açıdan da değerlendirilmesi gerekir. Bu bağlamda, Güç Dengeleri içinde ve küresel boyutta çıkar çatışma alanları da hatırlandığında bir yerde çıkacak kıvılcımın nerelere sıçrayacağı da iyi hesaplanmalıdır.

    Konu açısından en kötü senaryo düşünüldüğünde:

    -Çin için, Tayvan sorunu yanında Çin Denizinde bulunan petrol alanlarının bulunduğu adalar hassasiyetlerini sürdürmektedir…
    -Keza, Sarı Deniz, Doğu Çin denizi ile, Güney Çin Denizi bölgelerinde bulunan Parasel Adaları, Spratly ve Senkaku adaları çevresinde bulunan petrol ve doğal gaz yatakları önemli bir ihtilaf nedeni olarak durmaktadır… Kuril Adaları sorunu ise, RF ile Japonya arasında sürmektedir…
    -Arjantin, Falkland adalarındaki haklarından İngiltere’ye karşı vaz geçmiş değildir…
    -RF. Ukrayna konusunda küresel çaptaki gelişmelerde hareket alanlarında ne gibi hamlelerde bulunabilecektir?…
    -İspanya’nın Cebeli Tarık konusundaki beklentileri neler gösterebilir.?.
    -Azerbaycan’ın Karabağ’a yönelik strajesine küresel gelişmeler ne gibi inisiyatif oluşturur?…
    – Suriye’de, Türkiye geniş bir cephede kalırsa Kıbrıs konusunda Yunanistan ile gelişmeler nerelere kadar gider?…
    -PKK ‘nın fırsat bilerek Güney Doğuda politik hedeflerini gerçekleştirmek için hareket tarzı ne olur?…
    -Türkiye’’nin artan mali yükü yanında milyonu aşan mültecilerin getireceği sosyal ve ekonomik sorunlar nasıl kontrol altına alınır?…
    -Türkiye açısından sürecin tırmanması durumunda ülke seferberlik durumunda kalırsa, Siyasi iktidar konuyu, halka nasıl kabul ettirebilir?
    – Ekonomini geneli içinde Turizm nasıl etkilenir? vb… Faraziyeler çoğaltılabilir…

    Türkiye’nin bölgesel durumu, geniş cephe hatları itibariyle sorunlarını da büyütmektedir… Oyun kurucuların senelerdir adım adım yürüttükleri senaryo BOP sürecinde Türkiye’nin hudutlarına gelmiştir… Arjantin Devlet Başkanının BM. Genel kurulda dünyaya vermiş olduğu mesaj unutulmamalıdır… Bu gün, dost kabul ettiklerini ertesi gün düşman ilan edebilenlerin , siyasal etik noksanlığına ait örnekleri yaşanmaktadır…. Artık, ikili oyunlar mevcut ittifaklar içinde bile güncellenmektedir… Küresel güçler, finansal politikalarında ortaya çıkmakta olan sorunlarına çözüm arayışları içindedirler…. Türkiye’nin , Küresel oyun kurucularının taşaron gücü olmaması için sabırlı hareket ederek, dikkati elden bırakmaması ve boşa adım atmaması gerekmektedir…6/10/2014
    ERGUN ÖZGEN