|
ABD düşünce kuruluşu Atlantik Konseyi için hazırladığı “Türkler ve Irak Kürtleri arasında güven tesisi” raporu gündeme oturan Prof. David Phillips, Zaman’a önemli açıklamalar yaptı. Phillips’e göre açılım Türkiye’nin kendi çıkarları için kendi hükümetince yürütülüyor.
Türkiye’nin artık ABD veya AB’yi memnun etmeye çalışmadığını belirten Phillips, “Kopenhag Kriterleri ‘Ankara Kriterleri’ne dönüşmüştür.” diyor. ‘Açılımın ABD projesi olduğu’ iddialarına delil olarak raporunun gösterilmesine ise karşı çıkıyor: “Bu, Türk demokrasi açılımı.”
Prof. David Phillips’e göre eğer Erdoğan hükümeti, PKK’nın süreci baltalama girişimlerine takılmaz ve hem Kürtlerin kimliklerini sivil siyaset içinde ifade etmelerini hem de PKK’nın silahsızlandırılmasını sağlayacak düzenlemeleri yapabilirse Başbakan Erdoğan, Nobel Barış Ödülü’nü alabilir. Türkiye-Ermenistan uzlaşmasının da artık yeterince olgunlaşmış olduğunu söyleyen Phillips, yine de Türkiye’nin sözde Ermeni soykırımı baş ağrısından kurtulacağına inanmıyor. Phillips, kapalı sınırlar döneminin bittiğini söylüyor ve ekliyor: “Artık açık sınırlar, açık zihinler ve açık kalpler dönemindeyiz.”
Zaman’ın sorularını cevaplayan Phillips, birincisini nisan ayında Washington’da düzenlediği Türk ve Iraklı Kürt entelektüel ve devlet adamları buluşmasının İstanbul’da yapılacak olan ikinci oturumunun hazırlıklarını yapmak üzere Türkiye’deydi.
Ekim ayı için planlanmış olan İstanbul toplantınızı kasım ayına ertelemenizde Başbakan Erdoğan’ın başlattığı ‘demokratik açılım’ın sizin raporunuzla ilişkilendirilmesinin bir payı var mı?
Hiçbir bağlantı yok. Toplantının ertelenmesi çok daha önceden Irak Kürtlerinin başkanlık ve meclis seçimlerinden dolayı kararlaştırılmıştı. Diyaloğu yeniden başlatmadan önce katılımcıların rahat bir nefes alabilmesi için yeni hükümetin kurulmasını beklemenin doğru olacağını düşündük.
Katılımcıları kimler olacak İstanbul toplantısının?
15 kadar Iraklı Kürt katılacak. Bazı görevliler, toplantıya kendi kişisel görüşlerini ifade etmek üzere katılacaklar. Üniversiteler ve ticaret odaları gibi bazı sivil toplum örgütlerinden de katılım olacak. Türk tarafından da üniversite temsilcilerini, düşünce kuruluşlarını, bazı işadamlarını ve milletvekillerini davet edeceğiz. Hükümet katılmak isterse tabii ki bu da kabulümüz.
Raporunuz Türkiye’de bir hayli tartışma konusu oldu. Ne düşünüyorsunuz, bu tartışmalar konusunda?
Bu, bir Türk demokrasi açılımı… Türk karar vericileri pek çok kaynaktan bilgi topluyorlardır. Benim kaleme aldığım raporların bu konulardaki tartışmaya bir katkı yapmış olduğu gerçeği güzel bir şey.
CHP lideri Deniz Baykal’ın 1989’da hazırladığı bir Kürt raporu vardı. Kendi raporunuzu hazırlamadan önce onu gördünüz mü?
Bu rapordan haberim var. Böyle konularla uğraşırken fikirlerinizin olması önemlidir. Sadece yapılan gayretleri eleştirerek toplumun kalkınmasına pozitif bir katkı yapamazsınız.
Bazı Türkler, Irak işgalinden sonra Türkiye ile ABD’nin komşu olduğunu düşünüyor. Doğruluk payı var mı bunun?
ABD ile Türkiye, her zaman manen komşu oldular zaten. Şimdilerde bu bölgedeki bir dizi alanda işbirliği yapıyoruz o kadar.
Bazıları Türkiye’nin bölgedeki yeni rolünün bir Amerikan projesi olduğunu söylüyor…
Ben bir Amerikan görevlisi değilim ve ABD hükümeti adına konuşmuyorum. Ama daha önceki görevlerimden iyi biliyorum ki; Türkiye ile bir dizi konuda yakın işbirliği içinde çalışmak, Amerikan hükümeti için her zaman arzulanan bir şeydir. Türkiye ve ABD’nin menfaatleri tarih boyunca çakıştılar; şimdi de öyleler.
Başkaları AB’nin daha belirleyici olduğunu düşünüyor?
İşin doğrusu Kopenhag Kriterleri artık ‘Ankara kriterleri’ne dönüşmüş durumda. Hükümet, reform gündemini sahiplendi ve bu demokratik reformları sadece kendi çıkarı bunu gerektirdiği için yapıyor: Ne AB’yi ne de ABD’yi memnun etmeye çalışıyor. Tam da böyle olması gerekirdi zaten. Bu, bir demokratik açılım ve Türkiye hükümeti tarafından Türk halkı adına yürütülüyor.
Peki Büyük Ortadoğu Projesi öldü mü?
Demokrasinin silah zoruyla dayatılabileceği inancı öldü. Demokratikleşme dayatmayla değil, yerel şartlarla olgunlaşmak zorunda. ABD bu dersi, Irak’ta kendi evlatlarının canı ve hazinesi pahasına aldı. Tabii ki özgürlükçü güçlerin ilerlemesini istiyoruz ama bunun, direkt olarak bahis konusu olan toplum tarafından yapılması gerekiyor. ABD yardımcı olabiliyorsa ne âlâ, olsun.
Türkiye’deki Ergenekon davası bir yönüyle Kürt sorunu ve PKK’nın ortaya çıkışıyla da alakalı. Bu dava Kürtlerin şiddetten uzaklaşması ve devletleriyle barışmalarını sağlayabilir mi?
Derin devletin devre dışı bırakılması, demokrasinin daha da yeşermesi adına önemli bir adım. Derin devlet aktörleri şiddetin yayılmasıyla kendi varlıklarını meşrulaştırıyorlar. Eğer çatışmayı teşvik etmezlerse anlaşmazlıklar şiddete dönüşmeden, siyasi yöntemlerle de çözülebilirler ve Ergenekon yapılaşmasının yargılanması ve çökertilmesi bu yöntemlerin şansını artırır. Ergenekon’un faaliyetleri, Türkiye’de farklı kurumların bürokratik yapılarına kadar sızmayı başarmıştı. Dolayısıyla sadece bir hukuki süreç yeterli olmaz, bir dönüştürücü sürece ihtiyaç var.
Yani Ergenekon’un, savcıların düşündüğünden daha büyük olduğunu mu söylüyorsunuz?
Savcılar belli sayıda olayla ilgileniyor, ama Ergenekon bir olay değil bir mantalitenin ifadesidir. Bu mantalite de her geçen gün tarihe karışıyor.
PKK’nın içinde de bir Ergenekon olduğunu söyleyebilir miyiz?
Şunu söyleyebilirim: Bir yerde şiddet varsa her iki tarafta da bu şiddetten nemalananlar vardır. Bir Afrika atasözü var, filler tepişti mi olan otlara olur diye. Burada da Türk güvenlik güçleriyle PKK arasındaki mücadeleden en büyük zararı başta Kürt kökenliler olmak üzere Türk vatandaşları görmüş. Artık bunu aşmak zamanı geldi.
Hükümetin her çözüm arayışına PKK’nın saldırılarla karşılık vermesi bir tesadüf mü?
Eğer barışçıl bir süreci baltalamak istiyorsanız en iyi yol, sansasyonel bir şiddet eylemidir. Ama hükümetin yolundan dönmeden demokratik açılıma devam etmekte olduğu gerçeği bu konudaki samimiyetini ortaya koyuyor.
Böyle saldırılar karşısında sürece devam etmek kolay değil. Sizce hükümet sonuna kadar gidebilecek mi?
Bunu kestirebilmek için henüz erken. Ama bugün söylem farklılaşmış durumda. Eğer Başbakan Erdoğan, Kürt meselesiyle ilgilenen ve PKK problemine kökten bir çözüm üreten kapsayıcı reformlar sürecini ayakta tutabilirse uluslararası arenada muazzam bir prestij kazanacaktır ve pekala Nobel Batış Ödülü’nü alabilir. Tabii böyle bir kazanım için ifade özgürlüğünü garanti edecek adımlar da atmalı. Buna basın özgürlüğü de dahil.
Siz PKK raporunuzdan çok önce ‘Türk-Ermeni uzlaşması’ raporu hazırlamıştınız. Şimdi ortada bir yol haritası var. Türklerin çoğu bu uzlaşmayı her yıl Avrupa ya da Amerika parlamentolarına gelen soykırımı yasa tasarılarından kurtulmak için destekliyor. Sizce Ermeniler, bu konudaki taleplerinden vazgeçer mi?
Bir normalleşme ve tanıma anlaşmasını benimsemek belli bir tarihte olup biten bir olay. Buna karşılık Türklerle Ermeniler arasında uzlaşma uzun zaman ve pek çok temas isteyen bir süreç. Sınırlar açıldığında Türkler ve Ermeniler bir araya gelebilecekler. Bu da karşılıklı anlayışı derinleştirecek ve uzlaşmayı teşvik edecek. Ama bu, Ermenilerin soykırımın kabullenilmesi taleplerinden vazgeçecekleri anlamına gelmiyor.
Bir tarihçiler komisyonu kuruluyor. Bu komisyon, ‘olanlar soykırım değildi’ derse de olmaz mı bu?
Benim tecrübeme göre tarihçiler ulaşmak istedikleri sonucu meşrulaştıracak yığınla kitap ve makaleyi masa başına getiren adamlar. Ben bu komisyonun taraflardan herhangi birini tatmin edecek bir sonuca ulaşabileceğinden şüpheliyim.
Dağlık Karabağ meselesi hakkında ne düşünüyorsunuz? Uzlaşmayı bloke etme potansiyeli yok mu?
Minsk sürecinin savaştan etkilenmiş toprakların büyük çoğunluğunun Azerbaycan’a iadesini sağlayacak bir anlaşmayla tamamlanması bekleniyor. Ama Türkiye ile Ermenistan arasında uzlaşma ve tanımayı sağlayan anlaşmayla Azerbaycan’ın toprakları arasında bir bağlantı yok. Bence Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin normalleşmesi Dağlık Karabağ konusundaki görüşmelere büyük oranda destek olacaktır.
Ermenilerin de bir ‘Ergenekon’u var. Bu Karabağ kliği yeniden parlamento basmaya kalkışabilir mi?
Ermenistan’da bir Ergenekon olduğundan haberim yok; ama uzlaşmanın her iki tarafta karşıtları mutlaka olacaktır. Sınırların kapalı tutulmasında menfaati olan insanlar var. Allah’tan bunlar azınlıktalar. Önümüzdeki yolu gösteren paraflanmış bir anlaşma var. Tabii ki iki tarafta da ateşli tartışmalar olacak ama nihayetinde hem Türkiye hem de Ermenistan parlamentolarının anlaşmayı onaylayacaklarından eminim ben.
Bence konu yeterince olgunlaştı ve her iki taraf da uzlaşmaya hazır. Kapalı sınırlar dönemi bitti. Artık açık sınırlar, açık zihinler ve açık kalpler dönemindeyiz. ZAMAN
|
KERİM BALCI, YONCA POYRAZ DOĞAN İSTANBUL