Etiket: Cem Gürdeniz

  • Atatürk ve Denizler

    Atatürk ve Denizler

    „Atatürk ve Denizler“ konulu konferansın vidyo bağı şu şekilde;

    Sayın E. Tümamiral Cem Gürdeniz; konferansına başlarken, konuşmasının takriben birbuçuk saat süreceğini bildirdi.  Konferansını 1 Saat 37 dakikada tamamladı. Askeri bürokrasinin disiplini farkediliyor.  

    Bu münasebetle; Köln üniversitesine akredite olan  Türk Üniversiteliler ve Akademisyenler Derneğinin (24 yıl evvelki) kuruluşu aşamasında bizlere  büyük gayretle yardımcı olan ve geçtiğimiz yıl vefat eden E. B.elçi, Sayın Mehmet Dönmez beyi rahmet, minnet ve saygıyle yad ediyoruz. Ruhu şad olsun…

    „Atatürk ve Denizler“ konulu konferansın vidyo bağı şu şekilde; - ataturk ve denizler cem gurdeniz

    Bilvesile sağlıklı uzum ömür ve çalışmalarınızda kolaylık dileklerimle birlikte, kalın sağlıcakla. Rehan Gündoğmuş

  • 2 KİŞİLİK ODALARDA 3 KİŞİ KALIYORLAR

    2 KİŞİLİK ODALARDA 3 KİŞİ KALIYORLAR

    “2 KİŞİLİK ODALARDA 3 KİŞİ KALIYORLAR TUVALET YOK”

    CEM GÜRDENİZ’İN EŞİ RENGİN GÜRDENİZ

    Gözaltına alınan amirallerden Cem Gürdeniz’in eşi Rengin Gürdeniz sosyal medya hesabından yukarıdaki paylaşımı yaptı.

    Gürdeniz açıklamasında şunları yazdı: “Şimdi öğrendiğim bir bilgiyi paylaşmak istiyorum kaldıkları odalar iki kişilik olmasına rağmen 3 kişi kalıyor ve odalarda tuvalet yok avukatların gelmesiyle tuvalete gidilmesine izin verilmiş yine de vakurlar #AmirallerOnurumuzdur”

    Rengin Gürdeniz “Covit salgınının 49548 lere ulaştığı noktada 60 yaş grubunda olan bu insanları gözaltında tutma ısrarı anlaşılabilir mi?” diye sordu.

    Ayrıca çeşitli basın kuruluşlarında yer alan haberlere göre 2 yaşlı amiralin yanına verilen 3. kişi başka suçlardan tutuklu eski bir sabıkalı. Bu da saldırı ya da hastalık kapma ihtimalini güçlendiriyor.

  • Perinçek’in yanıtı

    Perinçek’in yanıtı

    Değerli Dostlar,

    Emekliler Bildirisiyle birlikte yaşanan olay, irtica, Montrö, başörtüsü, İstanbul Kanalı vb odaklı değil. Bunlar görüntüler. Biden’ın Tayyip Erdoğan’ı yıkma planı içinde bir girişim var burada. Rand Corporation raporunda 260 sayfa olarak açıklanan senaryo. 

    Türk Silahlı Kuvvetleri, olayı çok iyi anladı ve Türk Ordusuna karşı bozguncu ve yıkıcı bir faaliyet olduğunu kamuoyuna açıkladı. 

    Siz kimin safındasınız, soru sudur. Türk Ordusunun mu yoksa Türk Ordusuna karşı bozguncu faaliyetin mi?

    Önümüzdeki olay çok sade, basit: Türk Silahlı Kuvvetleri diyor ki: Bu bildiri, Türk Ordusu içinde bozgunculuk ve yıkıcılık peşinde. Şimdi biz, savaşan ordunun yanında mıyız, yoksa şezlonglarında pipo içerek ABD’nin yıkıcı planları içinde rol alan bir takım emeklilerin mi? Şu anda Türkiye ABD emperyaliziminin piyonlarıyla savaşıyor ve ciddi tehditlerle karşı karşıya. Ve tam bu koşullarda bir emekli grubu PKK ve FETÖ cephesinden ve açıkça bu örgütler tarafından desteklenen, ABD ve AB’nin sahip çıktığı bir bildiri yayınlıyor. Bu emekliler niçin Nemesis ve Noble Dina tatbikatları yapılırken ABD ve İsrail’i hedef alan bildiri yayınlamadılar. Niçin bildirilerinde PKK ve FETÖ’yü hedef alan tek sözcük yok. 

    Değerli Arkadaşım, cepheler çok açık, bu cepheleşmelerde yapılan hatalar giderilemez. ABD Derin Devleti CFR ile bağı olan Global International Forum’un yöneticisi Ergun Mengü olayı örgütlüyor. Koç Üniversitesi Denizcilik Forumu (KÜDENFOR) mensupları işin başında. Peki Cem Gürdeniz niçin Aydınlık’tan ayrıldı? bunun anlamı yok mu sizce. Ulusal Kanal’da Rahmi Koç’un talimatıyla ayrıldığını belirttim.  Tarafsız kalamayız, sonra hesap veremeyiz kimseye. Bakın bilgiler dökülüyor. Veryansın TV’nin bir karıştırıcı araç olduğunu hala göremiyor muyuz? 

    Niçin baş hedefleri Türk Ordusu ve Vatan Partisi? Bunun sizin için anlamı yok mu? Vatan Partisi’nin tarihinde böyle kritik konularda tek bir yanılgı yoktur. Çünkü bilimseldir ve halka sorumludur. Nasıl Ergenekon tertibinin Türk Ordusuna karşı yapıldığını daha ilk gün açıkladık ama pek anlayan olmadı, bu olay da öyledir. Öncü Parti’nin görevi budur. 

    Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli bu süreçte Türkiyenin Türk Ordusunun safında. Onları bizden başka eleştiren de yok. Düşman taraftan yapılan saldırılara katılmayız. Onları Türkiye ittifakının içinden eleştiriyoruz. Ve bütün dünya basını yazıyor, Türkiye’yi yönlendiren bir rol oynuyoruz. Çünkü yapıcıyız. Eleştirilerimiz de düşmanın yanından değil, Türkiye cephesinden ve yapıcı. Tayyip Erdoğan’ın Cumhuriyet ve Türkiye düşmanı diye suçladıkları biz değiliz, onlar hakikaten Türkiye ve Atatürk düşmanı. Anayasa ve Mahkemesi konusundaki görüşlerimizi televizyonlardan ve Teori dergisinden açıklıyoruz. Evet Anayasa Mahkemesinin kurum olarak kalmasını savunuyoruz ama bugünkü Anayasa Mahkemesinin  de hangi konumda olduğunu görüyoruz. Başındaki zat hakkında Bahçeli’nin sözlerine kulak vermeniz iyi olur. Doğru yapıyor. Çünkü orada HDP’yi kurtarma dolapları dönüyor. Bugün Türkiye’nin içinde bulunduğu savaşı anlayalım ve savaş mevzisinde olalım. Hakem konumunda olursak düşmanın dolaylı gücüne dönüşürüz. 

    Değerli Dostlar, bugün yaşanan süreçte tereddütler, ikircikler, oraya da hak ver buraya da hak ver gibi tutumlar, yarın bizi utandırır.

    Selamlar.
    Doğu Perinçek
    Vatan Partisi Genel Başkanı

    dogu.perincek@vatanpartisi.org.tr
    İstanbul Tel: 0 212 251 99 10
    Ankara Tel: 0 312 231 81 11
    t: /Dogu_Perincek
    f: /vatanpartisi

  • Pireveze Deniz Utkusunun yıldönümü ve Dz. Kuvvetleri Günü milletimize kutlu olsun!

    Pireveze Deniz Utkusunun yıldönümü ve Dz. Kuvvetleri Günü milletimize kutlu olsun!

    Denizlere Hâkim Olan Cihana Hâkim OlurBarbaros Hayrettin  Paşa(1478–1546) - preveze savasi
    Preveze Deniz Savaşı (27–28 Eylül 1538) 

    Denizlere Hâkim Olan Cihana Hâkim Olur
    Barbaros Hayrettin  Paşa(1478–1546)

    27 Eylül 1538’de Kaptan-ı Derya Barbaros Hayrettin Paşa komutasındaki Osmanlı donanmasının Cenevizli Amiral Andrea Doria komutasındaki haçlı donanmasını Pireveze  (Preveze)’de yenilgiye uğratmasıyla denizcilik tarihini destanlaştıran ölümsüz bir utkudur. Preveze Deniz Utkusunun yıl dönümü ve Deniz Kuvvetleri Günü  milletimize kutlu olsun.

    Denizlere Hâkim Olan Cihana Hâkim OlurBarbaros Hayrettin  Paşa(1478–1546) - osmanli donanma savasi

    Bir anımsatma: Deniz Kuvvetlerini  iç(mahkeme) cepheden  çökertmek amaçlı 2012 yılından yapılmış olan saldırının Amiral  Cem Gürdeniz’in makalesinden okunması önerilir. 

    İlgili yazı aşağıdadır.(anılan yazıdan iki alıntı)

    1- Dz. Kuvvetlerini içeriden çökertmek için 2012 yılında başlayan saldırılarla ilgili  (E)Amiral Cem Gürdeniz’in makalesinden:

    • 21 Eylül 2012Balyoz davası kararları ile Dz.Kuvvetleri’ne mensup 36 amiral,115 subay ve 5 astsubay 13-18 yıl arasında değişen ağır (hapis) cezalara çarptırıldı.

    • 2008 yılından itibaren Deniz Kuvvetlerine …kendi hükümetinin ve parlamentosunun gözleri önünde…iftira ve yalanlara dayalı komplolar kuruldu.

    •Amiral ve subayları (Mondros) mütareke döneminde yaşanana benzer karalamalarla itibarsızlaştırıldı.

    •Bu operasyonun perde arkasındaki asıl makro hedefin, Türkiye’nin denizcileşmesi ve bölgesel bir Deniz Gücü olmasının engellenmesi olduğunu sorumlu mevkide olanlar da göremedi. Görmek istemedi.

    2- Anayasal hakları kapsamında Montrö Boğazlar Sözleşmesi ve görevdeki tarikatçı amiral ile ilgili yayınladıkları bildiri nedeniyle 104 emekli amiralin maruz kaldığı muamele ve bu kapsamda gözaltına alınanlardan biri olan Amiral Gürdeniz’in “…bir metinden mağduriyet çıkarmak tamamen algı operasyonu. Ömrünü FETÖ ile mücadeleye ve Mavi Vatan çıkarlarını korumaya adamış, bu uğurda hapis yatmış amirallere vicdansız suçlamada bulunmak çok yanlış.” demesi çok anlamlıdır.

    Denizlere Hâkim Olan Cihana Hâkim OlurBarbaros Hayrettin  Paşa(1478–1546) - preveze

    21 Eylül 2012 Balyoz davası kararları ile Deniz Kuvvetleri’ne mensup 36 Amiral, 115 subay ve 5 astsubay 13-18 yıl arasında değişen ağır cezalara çarptırıldı.

    Hepsi dijital terör ürünü sahte delillerle söz konusu cezaları aldı. Böylece dünya deniz harp tarihinde benzeri zor görülecek bir durum ortaya çıktı. Deniz Kuvvetleri’nin önceden normal koşullar altında emekli olan 11 amirali hariç, aktif görevdeki 50 Amirali’nin yarısı sahte delillere dayalı bir dava sonunda tasfiye edildi. Tasfiye edilen -yüzde doksanı kurmay, yurt dışı görevde bulunmuş ve yüksek lisans eğitimi yapmış- deniz subayları da sınıflarının birincileri ve halen Deniz Kuvvetleri’nin vuruş gücünü temsil edebilen Harp Filosu, Denizaltı Filosu, Hücumbot Filosu, SAT, Deniz Hava ve Amfibi birliklerde kritik kadrolarda görev yapan, donanmanın en güçlü savaş gemilerinin komutan ya da komodorları arasında bulunuyorlardı. Bu subayların yarısından çoğu geleceğin Amiralleri ve Kuvvet Komutanı adayları arasındaydı.

    Bu arada Balyoz davası haricinde sözde Amirallere Suikast, Poyrazköy, Ergenekon, İrtica ile Mücadele Eylem Planı, Kafes, Casusluk ve Fuhuş gibi davalar içinde sahte suçlamalara maruz kalan denizci subayların sayısı 300 civarındadır. Bu subaylar da Balyoz’da tasfiye edilen subaylarla ortak özelliklere sahiptir.

    SAVAŞ GEMİSİ 3 YIL DA TEMİN EDİLİR BİR AMİRAL İSE 25 YIL DA YETİŞİR

    Yaşanan durum, Fransız ihtilali sonrası Fransa Donanması’nın düşürüldüğü duruma benziyor. Yani böylesine acımasız ve gözü kara tasfiyeler ancak ihtilallerde yaşanabilir.  Unutulmamalıdır ki, bir savaş gemisi, yeni inşa edildiği takdirde üç yıl içerisinde temin edilebilir. Ancak buna kumanda edebilecek gemi komutanı 15 yılda, komodor 20 yılda, amiral ise 25 yıl da yetişir. Savaş gemileri ile silah ve sistemler onlara kumanda edecek etkin ve yetkin Amiral ve komutanlar olmadan bir hiçtir.Gelecek vadeden birikimleri, deneyimleri, kişilikleri ve bulundukları görev yerleri ile bu personel, Türkiye’nin Akdeniz’de etkin bir deniz gücü olmasında en büyük rolü oynayan nitelikli ve liyakatli yetişmiş insan gücünü temsil ediyordu. Diğer bir deyişle Deniz Kuvvetleri’nin “A” takımıydılar.  

    TEK “SUÇLARI” BAŞARI VE ATATÜRKÇÜ OLMAK

    Hukuk adına, hukuk katledilerek Silivri, Hasdal, Hadımköy, Şirinyer ve Maltepe’de bu acıları aileleri ile beraber çeken çok kıymetli, seçkin, ulusal duruşu yüksek, Deniz Kuvvetleri mensubu amiral, subay ve astsubayların tek suçu, Deniz Kuvvetlerine 90’lı yıllardan sonra tek kelime ile “kuantum sıçraması” yaptıran üretken ve yaratıcı değerler arasında bulunmaları ve Atatürk’ten en küçük bir sapma göstermeyecek karakter ve meslek prensiplerine sahip olmalarıydı. Cezaevlerinde rehin alınan bahriyeliler, aslında bu yükselişin gerçek sahibi seçkin neslin altın vardiyası idiler. Onlar deniz tarihimizin Çeşme, Navarin, Sinop ve Haliç baskınlarını aratmayacak kansız bir baskının rehinleri olarak deniz tarihimizde yerlerini aldılar.Amerikalı Stratejist George Friedman’ın “Bir donanma gücü oluşturmak, gerekli teknolojiyi üretmek için değil, ama iyi amiraller ortaya çıkaran birikmiş bir tecrübenin devredilmesi gerektiği için, nesiller alır”[1] değerlendirmesi, 2008 ile 2011 yılları arasında Türk Deniz Kuvvetleri’ne karşı, tasfiye amaçlı acımasızca uygulanan asimetrik psikolojik ve asimetrik hukuk savaşlarının ana teması oldu.

    Denizlere Hâkim Olan Cihana Hâkim OlurBarbaros Hayrettin  Paşa(1478–1546) - amiral cem gurdeniz

    ATATÜRK’ÜN HAYAL ETTİĞİ DENİZCİ TÜRKİYE’NİN BİR MODELİ OLMUŞTUK

    Soğuk Savaş süresinde enerji toplayan ve bu enerjiyi Soğuk Savaş sonrası dönemde büyük bir ivme ile açık denizlere çıkarak, dışa vuran Cumhuriyet Donanması’nı ne ekonomik krizler, ne de Gölcük depreminin yok edici enerjisi durdurabildi. Cumhuriyet Donanması özellikle 90’lı yıllardan itibaren tarihinde benzeri görülmemiş bir şekilde yükselmeye devam etti.Cumhuriyet Donanması 2010 yılı başında eriştiği seviye ile hayal ettiğimiz gerçek anlamda denizci bir devletin sahip olması gereken seviyedeydi[2]. Aslında 21’inci yüzyılın başlangıcındaki Türk Deniz Kuvvetleri Atatürk’ün hayalindeki denizci Türkiye’nin bir modeli idi. Denizciler günümüzde çağdaş teknoloji üreten ve kullanan, kendi kendine yeterli, milli nitelikleri ve yaklaşımları bakımından dışa bağımlılığı daha az ve son derece yetenekli bir askeri güç olmanın yanı sıra, Atatürkçü felsefeyi yaşamında uygulayan personeli örnek bir konumdaydı.

    TÜRKİYE’NİN DENİZCİLİKTEKİ BAŞARISI ABD’NİN GÖZÜNE BATIYORDU

    Bu olağanüstü başarılar özellikle dünya deniz düzeninin jandarması olan ABD ve peşindeki Avrupa-Atlantik yapının çok gözüne batıyordu. 2008 yılından itibaren Deniz Kuvvetlerine maalesef kendi hükümetinin ve parlamentosunun gözleri önünde akla hayale gelmeyecek iftira ve yalanlara dayalı komplolar kuruldu. Amiral ve subayları mütareke döneminde yaşanana benzer karalama kampanyaları ile itibarsızlaştırıldı. Aslında bu operasyonun perde arkasındaki asıl makro hedefin, Türkiye’nin denizcileşmesi ve bölgesel bir Deniz Gücü olmasının engellenmesi olduğunu sorumlu mevkide olanlar da göremedi. Görmek istemedi.İlerde tarihin yazacağı üzere, Balyoz ve benzeri kurgu davalar yüzyılın en büyük komplosudur. Genelkurmay Başkanlığı ve Deniz Kuvvetleri komuta heyetinin yanlış durum muhakemesi ve hatalı kararları sonucunda, kendi ordusuna, donanmasına, hava kuvvetlerine ve savunma sanayine komplo kurma cesaretini bulanlar, sahte deliller ile beslenen değişik sahte davalar ile yüzlerce Amiral, general, subay ve astsubayı şiddet ve kapsamı genişleyen dalgalar halinde tutuklamaya devam ettiler.Bu komploda önce yandaş medya oluşturuldu. Müteakiben etki tabanlı, dış destekli asimetrik psikolojik harekât saldırıları, asimetrik hukuk savaşları ve her türlü yalan haberi ve iftirayı yayma cesaretini bulan yandaş medya terörü ile sürdürüldü. İnternet ortamında yapılan iftira ve yalanlara dayalı tüm itibarsızlaştırma saldırılarının ABD ve Avrupa ülkelerinden yapılması bu sürece damgasını vurdu.  Özellikle 11 Şubat 2011 gecesi, Türk hukuk tarihine Silivri toplama kampının, “Auschwitz”tutuklamaları olarak geçti. Savunma hakkı verilmeden 163 Amiral, general ve subayın dakikalar içinde tutuklanmasından sonra, sahte davalar bir kanser olarak büyüdü ve “hukuka saygılıyız” diyenleri de sahte deliller ile yutmaya devam etti.

    DÜNYA DENİZ TARİHİNDE BÖYLE BİR BAŞARI YOK

    Türk Deniz gücünün neler yapabileceği yakın tarihimizde saklıdır. Kıbrıs’a 1974 yılında, Rum müdahalesinden sadece beş gün sonra, son 50 yıldır hiç savaşmamış olduğu halde Cumhuriyet Donanması, denizaşırı bir amfibi harekâtı başarabilmiş ve Kıbrıs Girne’de kıyı başını tutabilmiştir. Bu başarının bir benzeri dünya deniz tarihinde yoktur. ABD bile, Kuveyt ve Irak krizlerinde aylarca süren hazırlık sürecinden sonra deniz aşırı harekât icra edebilmiştir. Ocak 1996’da yaşanan Kardak krizinde de Cumhuriyet Donanması, 12 saat içinde savaş konumuna geçebilmiş ve karşı tarafı caydırarak siyasi inisiyatifin Türkiye’ye geçmesini sağlamıştır.

    DENİZ KUVVETLERİ 500 YIL SONRA TEKRAR DENİZLERE HAKİM

    Cumhuriyet Donanmasının yükselişi o denli büyük oldu ki, bu yükseliş, 21’inci yüzyılda Karadeniz, Ege ve Doğu Akdeniz’in küresel kurgular ile şekillenmesine izin vermeyen, önemli çıkarları olan Hint Okyanusu’nda 2009 yılından itibaren sürekli savaş gemisi bulundurabilen, kendi savaş gemisini, sensör ve silahını yapabilen, var oluş nedenini Mustafa Kemal Atatürk ve ulusal güçten alan Türk Deniz Gücü’nün oluşumunu gerçekleştirdi. Daha da öte, Cumhuriyet Donanması Türkiye’nin denizcileşmesinin lokomotifi oldu. Osmanlı İmparatorluğundan devraldığı bu görevi, emsalsiz başarılar ile sürdürebildi. Cumhuriyet Donanması Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan, “Toprak Gemi” Anadolu’yu sırtında taşıyarak, “Mavi Vatan” denizlerimize yaklaştırmanın ve her ikisini buluşturmanın hayati sorumluluğunu üstlendi. Ege’de milli çıkarları kararlı bir şekilde korumuş, Kardak Krizi ile Ege’de çok önemli kazanımlar getirecek bir süreci başlatmış, Karadeniz’de İkinci Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş sırasındaki stratejik kazanımlarını ve Montrö rejimini koruyabilmiş, 2010 yılının sonuna kadar Doğu Akdeniz’de Kıbrıs Rum Kesimi ve Yunanistan’ın deniz yetki alanlarımıza yönelik hak ihlallerini caydırmayı başarmıştır.Cumhuriyet Donanması ulusal savunma ve çıkarlarımızın korunmasına sadece çevre denizlerde değil, uzaklarda, ana karadan binlerce mil ötede Hint Okyanusu’nda Aden Körfezi gibi alanlarda da hizmet etti. NATO görev ve faaliyetlerinin yanı sıra Birleşmiş Milletler barış destek faaliyetlerinde, Lübnan, Kosova ve Afganistan’da gerek gemiler gerekse deniz piyade birlikleri ile görev aldı. Deniz Kuvvetleri’nin Akdeniz’de eriştiği güç, 2010 yılında Preveze Deniz Zaferi’nden sonra geçen kabaca son 500 yılın en yüksek seviyesine ulaşmıştı.

    TÜRK DENİZ KUVVETLERİN’NİN 40 YILI İPOTEK ALTINA ALINDI

    Bir deniz gücünün iki ana unsuru vardır. Bunlardan ilki kuvvet yapısıdır. Diğeri de komuta yapısı. Her ikisi etle tırnak gibidir. Kuvveti olmayan en seçkin amiral ve komutanlar bir işe yaramazlar. Diğer taraftan iyi amiral ve gemi komutanları olmayan bir donanma da savaşamaz. Her iki durumun dünya deniz tarihinde sayısız örnekleri vardır. Osmanlı donanmasının maruz kaldığı baskınlarda ve yenildiği savaşlarda başında iyi yetişmiş amiralleri ve liyakatli komutanları yoktu. İngiltere’nin İkinci Dünya Savaşı’nda çok iyi amiralleri ve denizcileri vardı ancak savaş gemisi yoktu. ABD eğer onlara savaşın ilk yıllarında “lend-lease” uygulaması ile 75 adet muhrip ve refakat gemisi vermeseydi şüphesiz Atlantik savaşının sonu farklı olurdu. Fransız İhtilali sonunda Amiralsiz ve komutansız kalan Fransız donanmasında üsteğmenler amiral yapıldı. Sonuç, 1805 yılında Trafalgar sonrası hem Atlantik hem de Akdeniz’den atıldılar.Türk Deniz Kuvvetleri’nin isimli davalar ile sadece seçkin denizcileri tasfiye edilmiyor. Aynı zamanda gelecek 40 yılı ipotek altına alınıyor. 2008-12 yılları arasında neredeyse sekiz ayrı isimli davada tutuklu yargılanan, özel yetkili savcılara ifade veren, tanık ya da sanık sandalyesine oturtularak korkutulan deniz subaylarının sayısı 500 civarındadır. Bu rekor bir sayıdır. Deniz Kuvvetlerinden rahatsız olan iç ve dış mihrakların kini ve korkuları öylesine büyüktür ki sahte delil ve iftiralarla ucu açık davaları sürdürmeye ve istemedikleri kişileri bu davalara eklemekte engel tanımamaktadırlar. İzmir’de devam eden sözde İkinci Casusluk ve Fuhuş davasına eklenen denizcilerin içinde Türkiye’nin ilk milli gemisi “MİLGEM” in mühendisleri ile doktorları ve bilim adamlarının tutuklu yargılanmaları amaçlanan tasfiyenin ve cezalandırmanın boyutlarını ortaya koyuyor. Böylece Domaklesin Kılıcı, yurtsever ve Atatürkçü denizcilerin üzerinde sallanıp duruyor. Bu davalar ve mahkemelerin Stalin döneminin “grotesque” mahkemelerinden farkı kalmamıştır.      

    Tasfiyeye uğrayan Amiral ve denizcilerin ortak yönü, donanmanın yükseliş dönemindeki başarıların hemen hemen hepsinin planlayıcısı ya da uygulayıcısı olmalarıdır. Hain eller onları cımbızla seçmiştir. Onları sadece tasfiye ile cezalandırmamış, ağır hapis cezaları vererek gelecek nesillere de mesaj vermiştir. Akdeniz’de, Ege de ve Karadeniz’de ulusal çıkarlarınızı  Avrupa-Atlantik çıkarlara üstün tutacak ulusal bir Donanma varlığına girişmeyin. Sonunuz Balyoz gibi olur!Yaşanan tasfiyelerin sonunda beklenen açık ve net hedef, Türkiye’nin denizcileşmesinin ve Cumhuriyet Donanması’nın bölgesel bir güç olmasının önlenmesidir. Bu süreçte hayali suçlarla yargılananlar ve hüküm giyenler Deniz Kuvvetleri’nin seçkin denizcileri değil, Türkiye’nin denizcileşmesinin ta kendisidir.

    BU SÜREÇ SONUNDA KISA VADEDE NELER YAŞANDI?

    -Nüfusu Kadıköy kadar olmayan Güney Kıbrıs Rum kesimi, Doğu Akdeniz’i tamamen sahiplendi. Eskiden Türk Donanması’nın en küçük tatbikatını BM veya AB’ye şikayet eden hatta AB 2009 Türkiye ilerleme raporunda ismen Türk Deniz Kuvvetleri’ni saldırgan olarak kaydettiren Rumlar 2003’te tek taraflı ilan ettikleri ve Türkiye ile KKTC’nin çıkarlarını yerle bir eden münhasır ekonomik bölgede petrol ve doğal gaz zenginliklerini artık Türk donanmasının hiçbir engellemesiyle karşılaşmadan sömürüyorlar. Bu arada İsrail-GKRY ve İsrail-Yunan yakınlaşması Ortodoks

    -Yahudi tarihinin altın çağını yaşamaktadır. Doğu Akdeniz ve Ege kaynaklı geleceğin krizlerinde Türkiye’nin yalnızlığı bu durumda şüphesiz artacaktır.-1996 yılından itibaren Kardak’ta tesis edilmiş devlet uygulamalarımız artık sulanmıştır. Aynı durum Kuşadası Körfezindeki Bulamaç (Farmakonisi) ve Eşek (Gaidoros) adacıkları için de geçerlidir. Bu formasyonların Yunanistan’a herhangi bir andlaşma ile devredilmediği açıktır. 2010 öncesi bu bölgelere destursuz giremeyen Yunanistan, içinde bulunduğu zor ekonomik koşullara rağmen Türk Donanmasına artık meydan okuyabilmektedir. Zira Türk donanması içerden vurulmuştur. Yunanistan tek Avro harcamadan 50 yılda elde edemeyeceği üstünlüğü sağlamıştır. Türk Deniz Kuvvetlerinin en seçkin Amiralleri ve gemi komutanları tasfiye edilmiştir.

    -Türkiye’nin başta Montreux Boğazlar Sözleşmesi ve Deniz Kuvvetlerinin öncülüğünde geliştirdiği bir çok girişimle hassas dengeleri koruduğu ve bir barış denizi haline getirdiği Karadeniz’de, NATO’nun sürekli operatif varlık göstermesine neden olacak Füze Savunma Sistemine Türkiye’nin aktif iştiraki kısa ve orta vadede Türk-Rus ilişiklerini zedeleyecektir. Karadeniz’de sürekli barış ve istikrarın yolu bu denizin özel statüsünün korunması ve Basra Körfezine dönüşmesinin engellenmesidir. Silivri ve Hasdal’da iki senedir haksız yere yatan Amirallerinin pek çoğunun Karadeniz’in bir istikrar denizi haline dönüşmesini sağlayan, tüm sahildarları bir araya getiren başta BLACKSEAFOR ve Karadeniz Uyumu Harekatı ile Karadeniz Sahil Güvenlik İşbirliği Forumu olmak üzere bir çok girişimin fikir babaları ve uygulayıcıları olmaları tesadüfle izah edilemez.      

    -Türkiye’nin ilk milli gemisi olan TCG Heybeliada, 27 Eylül 2012 tarihinde yüzde 60 milli katkı payı ile Deniz Kuvvetlerinin İstanbul tersanesinde tamamlanmış ve donanmaya teslim edilmiştir. Böylece Deniz Kuvvetlerine sahip 130 ülke içinde Türkiye kendi savaş gemisini yapabilen 14 ülke arasında yer almıştır. Bu başarı da çok görülmüştür. Sahte davalar ile artık mühendislerin de hedefe alınması, Türkiye’nin bu yüksek başarısına en büyük darbeyi indirmiştir. Milgem’e hayat veren mühendisler ile bu projeye en büyük katkıyı sağlayan HAVELSAN Genel Müdürünün isimli davalar ve sahte deliller ile tutuklu bulunması da tesadüfle ve hayatın normal akışı ile izah edilemez. Başlarına neler geleceğini gören genç mühendislerin bahriyeden ayrılmaları da her halde birilerini çok sevindiriyordur.-NATO’nun ve Avrupa Atlantik bloğun Türk askeri ile donanmasının kendi çıkarları doğrultusunda kullanımının yolu Balyoz davasının 11 Şubat 2011 Silivri tutuklamalarından kısa süre sonra açılmıştır. Türk Donanması ortada TBMM tezkeresi yokken Fransa ve İngiltere öncülüğünde Libya’da girişilen acımasız enerji paylaşım savaşına en fazla sayıda gemi ile katılanlar arasında yer aldı.

    Denizlere Hâkim Olan Cihana Hâkim OlurBarbaros Hayrettin  Paşa(1478–1546) - gemi denizkuvvetleri

    -Avrupa-Atlantik yapı soğuk savaş sonrası ABD hariç küçülen Avrupa donanmalarının yanında Türk Donanmasının büyümesini istemiyor. Doğu Akdeniz’de deniz dibi enerji kaynaklarını kendi iradesi paralelinde çıkarılmasını istiyor. Karadeniz’e Montreux Sözleşmesi kısıtlamalarına bağlı olmadan sınırsızca girip çıkmak istiyor. Türklerin Anadolu’da ulusal çıkarları paralelinde kullanacakları güçlü bir deniz gücü oluşturmasını istemiyorlar.Sonuç olarak Donanma kan kaybediyor. Türk halkı artık bu durumun kısa, orta ve uzun vadede neler doğuracağının gerçekleri ile yüzleşmelidir. Unutulmamalıdır ki, Anadolu’yu yenmek için önce donanmayı yok etmek gerekir. Tarih bunu böyle yazıyor.…İnebahtı Savaşı[3] sonrası Venedikliler, denizlerdeki üstünlüğün gemilerden çok insanlara bağlı olduğunu anlamıştı. Papa’nın kapıldığı dehşete aldırmadan Venedikli Amiral Venier’e acilen erişimi dahilindeki tüm yetenekli Türk denizcileri gizlice ve en uygun şekilde öldürme emri verdiler.[4] İspanya’dan da aynı şeyi yapmasını rica ettiler. Bu tür önlemlerle Türk’ün denizlerdeki üstünlüğünün etkili ve kalıcı şekilde kırılacağını umuyorlardı. Onlara göre Osmanlıların denize dair meselelerdeki üstünlüğü artık mantıken sönmüştü.[5]

    Cem Gürdeniz – 06.12.2012 

    Kaynaklar

    [1] Friedman, George, Gelecek On Yıl, Pegasus Yayınları, 2011, Sayfa.233

    [2] Türk Deniz Kuvvetleri mevcut olanak ve yetenekleri paralelinde, dünya çapında kabul gören dokuz kademeli deniz kuvveti sınıflandırmasında dördüncü grup olan “orta çapta bölgesel güç intikal yeteneğine” sahip bir deniz gücüdür. (Till, Geoffrey, Sea Power, A Guide for the Twenty-First Century, Routledge, London, 2009 Sayfa: 114)

    [3] 7 Ekim 1571 tarihinde İspanyol, Papalık ve Venedik müttefik donanması karşısında Türk donanması İnebahtı’da büyük bir yenilgiye uğradı. 25 bin Türk ölmüş, 3500’ü tutsak olmuştu. Bu yenilgi gerek Osmanlı deniz tarihi gerekse dünya siyasi tarihi için önemli sonuçlar yarattı.

    [4] Lesure, M. , Lépan , La Crise de L’empire Ottoman, Paris, 1972, Sayfa 7.

    [5] Crowley, Roger, İmparatorların Denizi, Akdeniz, April Yayınları, Ankara, 2008, Sayfa 393.http://www.odatv.com/n.php?n=deniz-kuvvetleri-neden-hadefte-0612121200

  • Salgın, bölgesel jeopolitik ve İstanbul Kanalı

    Salgın, bölgesel jeopolitik ve İstanbul Kanalı

    29 Mart 03:00

    Cem Gürdeniz

    Kovid-19 salgını sadece fay hatlarını kıran bir deprem değil, dünyayı her yönü ile değiştirecek tsunamiler, artçı depremler ve artçı şoklar yaratan; yaratmaya devam eden ve uzun süre yaratacak bir devrimin ta kendisi oldu. Halen yaşananları ve kısa sürede yarattığı sonuçları barutsuz bir dünya savaşına benzetebiliriz. Savaşlar devletlerin milli güçlerinin er meydanıdır. Halkın savaş azim iradesi ile beslenen milli güç faktörleri savaşın sonucunu belirler. Alman Şansölyesi ne diyor? “İkinci Dünya Savaşından bu yana gördüğümüz en büyük meydan okuma!” Evet bu meydan okuma, doğa ile insan arasında. Şu an için kazananı doğa. Ancak bu savaş, diğer yandan salgını kontrol altına alma ve salgının sonuçları ile her boyutta mücadele konusunda devletlerin yetenek ve olanak envanterini; halkın disiplinini; devletin örgütleme ve müdahale becerisini; seçilmiş alanlarda yaratıcılık ve üretim kapasitesini kısacası gerçek bir savaş ortamına yakın şartlarda her devletin milli gücünü test etti.

    VİRÜS DOĞAYI KORUYAN DURUMDA

    İnsanoğlunu evinden çıkarmayan bir virüs, erişim ve yerleşimde sınır tanımadan kendini doğanın koruyucusu ilan etti. Küresel, bölgesel ve neredeyse ülkesel ulaşım yarı yarıya azaldı. Karbondioksit salınımı ile başta plastikler olmak üzere katı ve sıvı atıklar azaldı. İnsan hareketlerini durma noktasına getirirken, tüketim çılgınlığına son verdi. Serveti olanlar için bu gücün bir anlamı olmadığını ispat etti. Herkesi eşitledi.

    DEĞİŞİM KAÇINILMAZ

    Artık insan hayatını ve faaliyetini ilgilendiren ve akla gelen hemen hemen her alanda alışılagelmiş paradigmalar, doktrin ve kavramlar yeniden gözden geçirilecek. Eski kalıplara, düşünce pratiklerine, stratejik şablonlara sadık kalanlar yeni dönemin yakıcı sorunlarına cevap vermekte zorlanacak. Zira yeni dönemin belirleyici parametrelerine tarihin ve doğanın durdurulmaz akışı karar veriyor. İnsanoğlu teknolojide ne kadar ileri gitse de doğanın yaratıcı ve yıkıcı gücü karşısında durmak zorunda kalıyor.

    DENGE MUTLAKA SAĞLANACAK

    Ancak tarihin gösterdiği gerçek de ortada. İnsanlık yıllarca da sürse savaş ve salgınları her koşulda, büyük bedellerle de olsa atlatmış. Daha doğrusu homeostasis yani denge her koşulda sağlanmış. Şüphesiz Kovid-19 krizi de aşılacaktır. Devletler bu aşamada sadece Kovid-19 krizini yönetmeye değil aynı zamanda Kovid-19 sonrası dönemin jeopolitik, ekonomik, teknolojik, sosyolojik, kültürel ve demografik yeni şekillendirmelerine de hazırlık yapıyorlar. Bu zaten devlet olmanın gereğidir. Tüm devletlerin şu an için birinci önceliği hastalığın yayılmasını önlerken, ölüm sayısını asgariye çekmektir. Diğer yandan sosyal patlamaları önleyecek ve mevcut rejimlerini sürdürecek şekilde ekonomik çarkları eski ayarına oturtmak aynı derecede önemlidir. Burada aynen bir savaşta olduğu gibi gıda, su ve enerji güvenliği ile emekçi kitlelerin finansal güvenliği şüphesiz öncelik alacaktır.

    JEOPOLİTİK MÜCADELE DURMAZ

    Ancak tüm bunlar yaşanırken jeopolitik mücadele de devam edecektir. Hiç bir ülke salgın var diye başta egemenlik sorunları olmak üzere jeopolitik çekim alanlarından uzaklaşmayacaktır. Dünyada güç ve çıkar mücadelesi bitmeyeceğine göre, devletler bugün yaşanan salgın hastalık ya da biyolojik savaş örneğini jeopolitik alanda mücadele yeteneklerini geliştirme maksadıyla kullanacaktır. Örneğin salgının gündeme oturduğu; devletin çöken hizmet sektörü nedeniyle piyasaya 2 trilyon dolar sürmeye giriştiği; Başkanın Milli Muhafızları görevlendirme yetkisini kullandığı; 1929 krizinden daha büyük bir krizle karşılaşıldığı bir ortamda ABD yönetimi Arap Denizinde bulunan iki uçak gemisi grubu ile İran’a baskı yapmaya devam ediyor. Avrupa’nın güvenliği için var edilmiş NATO, Avrupa’nın her yönü ile iflas ettiği bugünkü konjonktürün her türlü olumsuzluk ve salgının büyüme riskine; pek çok Avrupa ülkesinde sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş olmasına rağmen Defender EUROPE 20 Tatbikatından vaz geçmiyor. Demek ki, jeopolitik öncelikler rota değiştirmiyor.

    BÖLGESEL JEOPOLİTİK

    Kovid-19’un gündemimize girdiği Aralık 2019 sonrası yaşananlar yeni jeopolitik dönemin ip uçlarını şimdiden ortaya çıkarıyor. Çok kutuplu, Asya yüzyılının öne çıktığı bir dönemde Pandeminin başta Çin, Güney Kore, Japonya gibi Asya ülkelerinde en az hasarla atlatılmış olmasından ABD, AB ve Türkiye’nin dersler çıkarması gerekiyor. Halkçı ve sosyal devletlerin, dijital teknolojiyi bir kuvvet çarpanı olarak kullandığı bir savaştan bahsediyoruz. Bu savaşın galipleri küresel ve bölgesel jeopolitiğin pek çok parametresini etkileyecek potansiyele sahiptir.

    KEMALİZM YENİDEN

    Şüphesiz neoliberal ekonomik politika uygulayan ülkeler en azından sağlık sektöründe Keynesyan politikalar uygulayan devletler yanında sınıfta kaldılar. Tarihi boyunca her dönemde çok büyük çaplı salgınlardan çok çekmiş, bedel ödemiş olan Çin’in devlet politikası en çok Türkiye’nin ders alması gereken örnekler sunuyor. Zamanında Hıfzıssıhhayı kurmuş, başta tüberküloz, trahoma, frengi ile baş etmiş, milli olanaklarla aşı üretmiş ve zor anlarında aşı göndererek Çin’e yardım etmiş Türkiye, şimdi de Çin’den gelen tıbbi destek ve tavsiyeler ile rota çiziyor. Çin’i başarılı kılan temel devletçi, halkçı ve sosyal devlet prensiplerini karma ekonomi modeli ile uygulayan Çin’in aslında Kemalizm’i uyguladığını söylememiz yanlış olmaz. O zaman Türkiye’nin bu başarılı politikaya geri dönmesi yeni dönemin en acil gereksinimidir. Kamucu, üretici, tüketimde minimalist, laik, halkçı, sosyal, demokratik bir hukuk devleti olarak cumhuriyeti daha yükseğe taşımamız aydınlık geleceğin yegane reçetesidir. Muhafazakar demokrasi söylemiyle 2002’den bu yana iktidarda kalan siyasi parti ile neoliberal Atlantikçi politikaları takip eden ana muhalefet partisinin, yani her ikisinin de Kemalizm’e yani kurucu ideolojiye dönme ve dışarıdan ithal politikaları terk etme zamanı gelmiştir.

    DIŞ POLİTİKA VE GÜVENLİK POLİTİKALARINA GELİNCE

    Türkiye AB İlişkileri. AB yaşamının en önemli var oluş krizi ile karşı karşıyadır. En ciddi ve yaşamsal bir krizde başta İtalya ve İspanya olmak üzere birlik üyelerine eşgüdüm ve işbirliği içinde yardım edememiştir. Ortak AB hayalinin simgesi olan Şengen fiiliyatta bitmiştir. Türkiye çökme aşamasına gelen bu Birlik ile Covid19 sonrası dönem ilişkilerinde, başta Gümrük Birliği’ni masaya yatırarak, devam edip etmeme konusunda karar vermelidir.

    TÜRKİYE – YUNANİSTAN İLİŞKİLERİ

    AB’nin çatırdadığı, varoluş nedenini sorgulamaya başladığı; karşılıklı yardım ve dayanışmanın ortadan kalktığı bir konjonktürde Yunanistan’ın geleceğe yönelik yeni bir durum muhakemesi yapması gerekiyor. Şartlar 1922 Eylül’ünden farklı değildir. Yunanistan, Türkiye’nin bölgesel gücü ve üstünlüğünü kabul ederek 1923-1955 arasında yaşanan Türk – Yunan işbirliği ve karşılıklı uyum dönemini yeniden başlatabilir. Arkasında güvenebileceği AB’nin en azından önümüzdeki 3 yıl birlik olarak hareket edemeyeceğini kabul etmek ve Türkiye ile yeni bir başlangıç yapmak zorunda kalacağını düşünmek zorundadır. Pan Helenist, Enosis’ci, Megali İdea soslu hayalperest politikalardan ve sosyo politik iklimden vaz geçme zamanı çoktan gelmiştir. Kovid-19 sonrası dönemde kuruluş dönemi ayarlarına geri dönmekten başka seçeneği kalmayan Türkiye ile bölgesel işbirliğine gitmesi ve özellikle Ege ve D. Akdeniz’de Türk mavi vatanına yönelik egemenlik iddialarından vaz geçmesi gelecek nesillere barış ve huzur getirecektir. Bu rota dışında Türkiye ile güç mücadelesine girerek, mevcut sorunları kriz potansiyeline taşımak, Yunanistan’ın hem kalkınmasını hem refahını, hem de huzurunu olumsuz etkileyecektir.

    TÜRKİYE – KIBRIS JEOPOLİTİĞİ

    Kovid-19 ada devletlerinin her açıdan stratejik kırılganlık potansiyelini ispat etti. KKTC halkı umarım, Kıbrıs Cumhuriyeti adı altında birleşik federal bir devle çatısı altındayken böylesi bir pandemi ile karşılaşmış olsaydı, kıt tıbbi olanaklar paralelinde kendilerine Rum çoğunluğun hastanelerinde yer bulup bulamayacaklarını sorgulama fırsatı bulmuştur. Yeni dönemde KKTC, Kıbrıs Devletinden tamamen boşanmalı ve Kıbrıs Türk Cumhuriyetini kuracak süreci başlatmalıdır. O nedenle BM çatısı altında yapılacak görüşmeler bu boşanmanın şartlarına yönelik olmalıdır.

    DOĞU AKDENİZ POLİTİKASI

    Türkiye en kısa zamanda Suriye’de sınır güvenliği, terörle mücadele ve Kukla sözde bir Kürt Devleti’nin kurulmamasına yönelik asgari şartları sağlayacak askeri hedefleri sağlamalı ve bu süreci Astana ve Soçi süreçleri üzerinden Rusya Federasyonu; Adana Mutabakatı üzerinden Suriye Devleti ile yürütmelidir. Kovid-19 sonrası Türkiye’nin İdlib karadeliğinde harcayacak ne fazladan enerjisi ne de önceliği olacaktır. Bu şekilde Suriyeli mültecilerin vatanlarına dönme süreci de hızlandırılabilecektir. Doğu Akdeniz deniz yetki alanlarımızda, Yunanistan, GKRY, İsrail ve Mısır Türkiye aleyhindeki siyasi ve askeri uygulamalarını terk edene kadar mevcut sismik ve sondaj faaliyetlerimiz kuvvet ve gayret ekonomisi göz önünde tutularak devam ettirilmelidir. Libya’daki kuvvetlerimizin acil bir durum karşısında desteklenmesi; gerektiğinde tıbbi tahliye dahil geri çekilmeleri için Batı Akdeniz’de her türlü müdahaleye hazır deniz gücümüzün varlığı devam ettirilmelidir. Bu kapsamda Donanmamızın Kovid-19 krizine en uzak şekilde dinamik, diri ve her an harekata hazır güç olarak tutulması ve desteklenmesi devletin en üst seviye öncelikleri arasında olmalıdır.

    KARADENİZ POLİTİKASI

    Montreux Sözleşmesinin koruyuculuğu altında Karadeniz’deki deniz güvenliğinin devamı asli politikamız olmalıdır. Bu çerçevede Rusya ile ilişkilerde İdlib tuzağına benzer tuzaklara bir daha düşmeden, dengeli ve karşılıklı işbirliğine dayalı dış politikamız devam ettirilmelidir. Kovid-19 sonrası komşularla yakın ilişkiler ve sınır ötesi yakın ticaret önemini artıracaktır. Karadeniz sahildarlarımız ile bu kapsamda ilişkilerin güçlendirilmesi, Kars-Bakü-Tiflis demiryolu hattı ve kısa mesafe deniz ulaştırması ile geniş Karadeniz bölgesinde ticaretin geliştirilmesi hedeflenmelidir.

    İSTANBUL KANALI

    ABD ve AB’nin Kovid-19’a karşı en üst seviyede ekonomik tedbirleri, neredeyse askeri tedbirlerle desteklenen acil durum uygulamaları ile desteklediği; dünyanın son yüzyılda gördüğü en ciddi pandeminin ülkemizde can alıcı şekilde yaşandığı bir dönemde, kamuoyunun önemli bölümünün başından bu yana karşı çıktığı İstanbul Kanal projesinde geçen hafta içinde ihaleye çıkıldı. Ulusal birlik ve beraberliğe en üst seviyede ihtiyaç duyulan bir konjonktürde, söz konusu ihale süreci çok ciddi kırılma yaratmıştır. Bu uygulama, tıbbi ve ekonomik cephelerde ciddi bir savaşın devam ettiği ortamda gerek devlet ciddiyeti, gerekse toplumsal mutabakat ideali ile örtüşmemiştir. Olay salt devlet bürokrasisi gereği olarak görülmemelidir. Birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyulan bir dönemde bu karar son derece yanlış olmuştur. Hatadan derhal dönülmesi, devlet itibarı ve inandırıcılığı için elzemdir.