Fransız meclisinin (millet meclisi ve senato), “Ermeni soykırımını inkârı suç sayan yasa”yı onayladığı bu günlerde milletçe burnumuzdan soluduğumuz kesindir. Şimdi bütün umudumuzu, Fransız Anayasa Mahkemesi’nin bu absürt yasayı geçersiz kılacak şekilde alacağı karara başlamış durumdayız. Umarım bu umudumuz da fos çıkmaz ve milletçe bir kere daha düş kırıklığına uğramayız!
Hükümetse, Fransa’ya karşı şöyle yaptırım uygulayacağız, böyle yaptırım uygulayacağız efelenmelerinde. Aslında hükümet de bal gibi biliyor, Fransa’ya karşı uygulanacak yaptırımların fazla bir etkisinin olmayacağını. Daha doğrusu Fransa’ya karşı fazla bir yaptırım gücümüzün olmadığını. Ancak maksat siyaset yapmak ve kitlelerin biriken gazını almak olunca her şey mubah. At atabildiğin kadar. Salla sallayabildiğin kadar. Bir taraftan mutlaka AB’ye gireceğiz diyeceksiniz, bir taraftan da AB’nin iki önemli aktöründen birisi olan Fransa’ya karşı yaptırım uygulayacaksınız. Doğrusu bizim için, aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık durumu bir iştir bu Fransa’ya yaptırım konusu.
Oysa aynı konuyu daha önce yasa haline getirmiş ülkeler de var dünyada. Örneğin İsviçre. Peki, İsviçre’ye karşı hangi yaptırımları devreye soktu Türkiye. Bilen varsa lütfen söylesin. İsviçre gibi, AB üyesi bile olmayan küçücük bir ülkeye karşı yaptırım uygulayamıyorsanız, Fransa gibi bir dünya devletine hiç uygulayamazsınız demektir. O sebeple, millete gaz vermenin, daha doğrusu milletin biriken gazını tahliye amacıyla koca koca laflar etmenin hiç kimseye faydası yoktur. Bırakın kim hangi yasayı çıkarırsa çıkarsın, biz kendi işimizi kendimiz yapalım. Onlar ne yapıyorsa biz de aynısını yapalım. Ne diyor ünlü atasözümüz; “Kör, kendi işini kendin gör”.
…
Geçin efendim siz, “Türkler, Ermenilere soykırım uygulamıştır” masalını. Aslında tarihte en büyük soykırım bizzat Türklere uygulanmıştır. “Genosit” anlamında, Türklere soykırım uygulayan milletlerin başında Çinliler gelmektedir. Daha doğrusu, bugünkü bilgilerimiz, Türklere soykırım uygulayan ilk milletin, Çin Milleti olduğunu söylüyor. Eski Türk Tarihi, Çinlilerin Türklere uyguladığı soykırımların hikâyeleriyle doludur. Mesela, bu günlerde bazı örgütlere isim olarak verilmekle pespaye maksatlara alet edilen “Ergenekon”, aslında bu kabil bir soykırımın destanının adıdır. Destana göre; Türk Milleti, düşmanları tarafından (bazı kaynaklarda bu düşman muhtemelen yanlış olarak Tatarlar şeklinde isimlendirilmektedir. Zira bize göre de bu düşman olsa olsa Çinlilerdir) yok edilmekle karşı karşıya kalınca, birkaç Tük prensi, maiyetindeki üç beş aile ile Ergenekon denilen sarp bir vadiye sığınırlar. Zamanla orada çoğalırlar ve vadiye sığmaz hale gelince, yine efsaneye göre, “Asena” adı verilen bir dişi kurtun kılavuzluğunda vadiden çıkıp etrafa yayılırlar…
Orhun Abidelerinde yer alan Bilge Kağan’ın şu sözleri, Ergenekon Destanı’nda anlatılan bu soykırımı ve soykırımı yapanların Çinliler olduğu şeklindeki kanaatimizi doğrular niteliktedir. Diyor ki Göktürk Kağanı Bilge Kağan:
“… Çin milletinin sözü tatlı, ipek kumaşı yumuşak imiş. Tatlı sözle, yumuşak ipek kumaşla aldatıp uzak milleti kendisine yakın edermiş. Yaklaştırdıktan sonra da gerçek niyetini (düşmanlığını) ortaya koyarmış. İyi bilgili insanı, iyi cesur insanı yaşatmazmış. Bir insan yanılsa, onun soyu sopu kuruyuncaya kadar öldürürmüş… Türk milleti, Çin Milletinin tatlı sözüne, yumuşak ipeklisine aldanıp çok öldün. (Aynı hatayı yaparsan) Türk milleti, (yine) öleceksin… İçte aşsız, dışta elbisesiz; düşkün, perişan millete Kağan oldum. Küçük kardeşim Kül Tigin ve iki şad ile konuştuk. Babamızın, amcamızın kazanmış olduğu milletin adı, sanı yok olmasın diye Türk milleti için gece uyuyamadım, gündüz oturmadım. Küçük kardeşim Kül Tigin ile iki şad ile ölesiye çalıştım…”
…
Çinlilerden sonra Türklere karşı en büyük soykırımı uygulayanlardan birisi de sözüm ona Müslüman olan ve İslam’ı yayma amacıyla sefer ve fütuhat yaptıklarını söyleyen Araplar olmuştur. Evet, yanlış duymadınız. Din kardeşi olarak kabul ettiğimiz ve yanlış bilgilere dayanarak Hz. Peygamber’in mensubu bulunduğu millet olduğu için bir türlü toz konduramadığımız Araplar da Türklere karşı soykırım uygulamışlardır.
642 yılında İran’daki Sasani İmparatorlu ile Arap İslam orduları arasında cereyan eden Nihavend Savaşı sırasında, Sasani Ordusu’ndaki savaşçılar sayesinde Türkleri yakından tanıyan Araplar, sonraki tarihlerde İran ve Türkistan üzerine yaptıkları seferlerde özellikle bu savaşçı kitleyi hedef almışlar ve oluk oluk Türk kanı akıtmışlardır. Türklerin, İslamiyet’i kendi rızalarıyla kabul ettikleri iddiası tam olarak doğru değildir. Çünkü Türkler, yaklaşık üç yüz sene direnmiştir bu yeni dine ve yeni kültüre karşı. Zira Türklerin İslam’ı, gönüllü olarak, yani kendi özgür iradeleriyle ve büyük kitleler halinde kabul etmeleri, daha sonraki yüzyıllarda, özellikle de onuncu asrın ikinci yarısında olmuştur. 650-950 yılları arasında ise, Müslüman Araplarla Türkler arasında çok kanlı çarpışmalar olmuş ve üç yüz senelik sürede Türkler zaman zaman kitleler halinde kılıçtan geçirilmiştir. Bu kılıçtan geçirme işini tezgahlayanlardan birisi de üçüncü İslam Halifesi Hz. Osman’ın oğlu Sait’tir. Yani Sait b. Osman. Emeviler adına Türkistan’a seferler düzenleyen Sait’in elinde de Türklerin kanı bulunmaktadır.
Ahnef b. Kays, Ubeydullah b. Ziyad, Sait b. Osman, Kuteybe b. Müslim, Cüneyd b. Abdurrahman ve Abdullah b. Tahir gibi Arap komutanlarının komuta ettiği ordular, Türkistan’a yönelik seferlerde, çoğu kere İslam’ı yaymaktan çok, çapulculuk ve yağma amacıyla hareket etmişler ve buna direnenleri topluca kılıçtan geçirmişledir. İslam’ın Tükler arasında geniş kitleler halinde ve gönüllülük esasına dayalı olarak yayılması, işte bu sebeple tam 300 sene gecikmiştir. Emevilerin hüküm sürdüğü Suriye ile Abbasilerin hüküm sürdükleri Irak’ın gelişip kalkınmasının, bir sebebi de İran ve Türkistan’ın zenginliklerinin talan edilerek buralara taşınmış olmasıdır. İslam’ın Türkler arasında gönüllülük esasına dayalı olarak ve geniş kitleler halinde yayılmasının bir sebebi, Abbasilerin, Emevilere nispetle az-çok hoşgörülü bir yönetim sergilemesi ise de, bunun asıl sebebi, Türk unsurların, bilgi ve becerilerini kullanarak Emevi ve Abbasi yönetim kadrolarında yer almaları ve devleti ele geçirmiş olmalarıdır. Afşin, Aşnas, İnak, Boğa, Sûl Tekin ve Süleyman b. Sûl, bu komutanlardan ve üst dereceli memurlardan sadece birkaçıdır.
Ancak ne yazık ki; sırf İslam’a ve peygambere saygı için, Arap ordularının Türkistan’da giriştikleri bu kanlı eylemler, hep görmezden gelinmiş ve Asya içlerine doğru gerçekleştirilen Arap işgali, İslam Orduları’nın zaferi ve bir fütuhat eylemi olarak alkışlanmıştır. Bu işgaller, yağma hareketleri ve kıtaller, Türk çocuklarına, İslam Ordularının zaferi olarak öğretilmiş, aslında kıyıma uğrayanları Türk Milleti’nin unsurları olduğu nedense hep gizlenmiştir.
Türklere karşı uygulanan bilinçli ve maksatlı soykırımlardan üçüncüsünü ve belki de en önemlilerinden birisini, batılı Hıristiyan güçler, yani Haçlılar uygulamıştır. Çünkü “Haçlı Ordusu” adı verilen ve Papanın kışkırtmasıyla oluşturulan orduların, 1095-1270 yılları arasında giriştikleri toplam 10 seferin karşısında duranlar da yine Türkler (Selçuklular) olmuştur. Tabiatıyla bu seferlerde ölenler de hep Türkler olmuştur. Haçlı seferlerine eklenebilecek en son halka olan Çanakkale Savaşı’nda ve bu savaşın tabi uzantısı olan Milli Mücadele’de 200-300 bin arasında Türk çocuğunun öldürüldüğünü hesaba katarsak, Türklerin tam anlamıyla ve bilinçli olarak Genosite, yani Soykırıma tabi tutulduklarını görürüz.
Kuzen Geronimo
Birkaç gün önce medyada yer alan haberlere göre; Moleküler antropoloji alanında çalışmalar yapan ABD’li ve Rus bilim adamları, yapmış oldukları bilimsel araştırmada, Kuzey Amerika kıtasının ilk sakinlerinin genetik köklerinin, Sibirya’nın güneyindeki dağlık Altay bölgesinde olduğunu ortaya çıkarmışlar! Araştırmaya göre, Amerika kıtasındaki ilk insanların ataları, Altay bölgesinde yaşayan halklardan biriymiş ve 20 bin ila 25 bin yıl önce Altaylardan kalkıp Amerika’ya gelmişlermiş. Asyalılara ait genetik özelliklere sahip bu insanlar, o dönemde sular altında olmayan Bering Boğazını geçmeden önce tüm Sibirya’yı kat etmişler…”(*)
Yani özetle; haberde geçen bilimsel araştırmaya göre, Amerikan Kızılderilileri, Asya kökenlidirler ve Sibirya’nın güneyindeki Altaylar bölgesinden gelmişlerdir. Kısaca; bu insanlar Türk oğlu Türk’tür! Bunu söylemek için bu kadar ince ve detaylı araştırmaya ne gerek vardı ki? Bu gerçek, yıllardır Türkiye’de söylenir durur. Bunu söyleyenlerden birisi de Merhum Ord. Prof. Dr. Reha Oğuz Türkkan’dır ve merhumun bu konuda “Kızılderililer ve Türkler” adıyla bir kitabı bile vardır. Yakın geçmişte, televizyonda Altay Türklerini konu alan bir belgesel vardı ve o belgeselde de gördüm ki; Altay Türkleri ile Amerikan Kızılderilileri, gerek fiziki görüntüleri, gerek giyim kuşamları ve kültürleri itibarıyla birbirinin aynısı. Erkeklerin başındaki tüylü şapkalardan kullandıkları çadırlara varıncaya kadar aynı. Ten renklerindeki kısmi farklılığın sebebini ise yukarıda bahsi geçen bilimsel araştırma ortaya koyuyor; “Altay genlerinin 13 bin ila 14 bin yıl önce Amerikalı yerlilerinkinden ayrıldığı tahmin ediliyor”
Çekmiş oldukları sinema filmleriyle Amerikalılar da itiraf ve ifşa ediyorlar ki; Amerikalılar, uzun seneler boyunca Kızılderililere, yani Türklere karşı soykırım uygulamışlar ve onları genosite tabi tutmuşlardır. Kızılderililerle Beyazlar arasındaki kanlı mücadeleleri konu alan filmleri izlerken neden Kızılderili Reisi Geranimo’nun yanında yer aldığımızı şimdi anladınız mı? Çünkü Geronimo, bizden birisidir. Yeğenimizdir, kuzenimizdir. Kendi dilindeki adı bile bizden bir parçadır Geronimo’nun: Gokhlayeh. Yani “Esneyen adam”. Gokhlayeh’in, Türkçemizdeki “Koklayan” ya da “Hohlayan” kelimeleriyle akraba olmadığını kim iddia edebilir ki?
Şu halde; Türk Milleti, silkin ve kendine dön…
30 Ocak 2012
Ömer Sağlam
_____________
* &