Etiket: Abdullah Gül

  • ERDOGAN : “İspat edemezlerse namussuzdurlar”

    ERDOGAN : “İspat edemezlerse namussuzdurlar”

    İŞTE BELGE, İŞTE ABD RAPORUNUN ASLI!

    From: office@turkischegemeinde.at

    Sent: Thursday, September 17, 2009 5:09 PM

    —————————————————-

    ERDOGAN3

    “İspat edemezlerse namussuzdurlar”

    22 Ağustos 2009,

    Milliyetçi Hareket Partisi’nin sürece yönelik eleştirilerini de sert bir dille değerlendiren Erdoğan, “Amerika’nın projesi iddialarını ispat edemezlerse alçaktırlar, namussuzdurlar” diye konuştu.

    “Süreci Yılbaşına Tamamlayacağız”


    İŞTE BELGE, İŞTE ABD RAPORUNUN ASLI

    Sayın  başbakanımızTayyip Bey “Kürt açılımına Amerikan Projesi diyenler bunu ispatlayamazlarsa alçaktırlar namussuzdurlar” diyedursun, Amerikalılar bu projeyi rapor halinde ABD Kongresi’ne resmen sunmuşlar. Hem de saklı gizli değil, açık açık. Sunum tarihi 15 Ekim 2007. Raporun adı: “PKK’nın silahsızlandırılması, dağıtılması ve toplumla yeniden kaynaştırılması”. Raporu derleyen kurum: Amerikan Dış Siyaseti Ulusal Komitesi. Derleyen kişi: David Phillips
    İŞTE BELGE, İŞTE ABD RAPORUNUN ASLI, TIKLAYINIZ:

    Bu raporda özet olarak Türkiye Hükümetinin şunları yapması isteniyor:
    -301. maddede Türklüğe hakaretin suç olmaktan çıkarılması (Hükümet bu emri yerine getirdi)
    -Kamuya ait bir TV kanalının Kürtçe yayın yapması (Hükümet TRT Şeş’i, kurarak bu emri de yerine getirdi)
    -DTP’nin muhatap alınması (Tayyip Bey Ahmet Türk ile görüşerek bu emri de yerine getirme yolunda bir adım attı)
    -Türk ordusunun demokratik hale getirilmesi. Ordunun PKK ile mücadele ederken insan haklarına saygı göstermesi, karanlık güçleri kullanarak suikastler yapmaması (Tayyip Bey, Ergenekon davası ile Türk ordusuna bu suçların atılmasını örgütledi. Yani Filips’in raporundaki suçlamalar, Ergenekon iddianamesine yazıldı.)
    -“Topluma kazandırma” adıyla genel af çıkarılması (Plana göre PKK militanları aftan sonra seçimlerde aday olarak öncelikle Güneydoğu’daki mahalli yönetimleri ele geçirecekler ve DSP-ANAP-MHP Hükümeti tarafından imzalanmış olan İkiz Yasalar’a dayanarak ayrılmak için referandum isteyecekler)
    -Kuzey Irak’taki 134 PKK üst yöneticisinin mülteci olarak üçüncü bir ülkeye gönderilmesi (Bu ülkenin İsveç olabileceği söyleniyor)

    Yine aynı kişi, bu defa da Haziran 2009 tarihinde ABD Atlantik Konseyi tarafından yayımlanan bir rapor daha yazdı. Bu raporun adı: “Türkler ve Irak Kürtleri arasında güven inşası”.

    “Kürt açılımı”nın bir ABD projesi olduğunu kanıtlayan bu raporun basında yayımlanması üzerine, raporu derleyen Deyvid Filips bir açıklama yaptı, Hürriyet’e gönderdiği mektupta şöyle dedi:
    “Başbakan Erdoğan’ın kararı tamamen kendisine aittir. Benim tavsiyemi almaz. Başbakan Erdoğan’ın düşüncesi tamamen Türkiye’nin ulusal çıkarları üzerine kuruludur”
    “Türkiye’nin güvenlik kurumlarının da desteğiyle Ak Parti Kürt meselesinde tarihi atılıma ilerliyor.”
    “Bu, köktenci bir değişimden daha fazlasıdır. Bu, Türkiye’yi daha güvenli, daha özgür ve Batı kurumları ile entegre edecek derin bir sistem değişikliğidir.
    Erdoğan, vizyonu ve liderliğiyle krediyi hak ediyor”

    +++++++++++++++++++++++

    Bu açıklama, olayı artık bir komedi haline dönüştürmüştür.
    Hiç kimsenin bilmediği “Kürt açılımı”nın içeriğini Deyvid Filips nasıl bilmektedir ki böyle bol kepçe desteklemektedir? Aynen ABD Büyükelçisi James Jeffery gibi?
    Rapordaki emirlerden bir kısmı Tayyip Bey tarafından yerine getirilmiştir. Yukarda bunu gördük. Geri kalan kısmının da “Kürt açılımı” adı altında yerine getirilmeye çalışıldığı bellidir ki Amerikalılardan bu kadar destek görmektedir.

    ++++++++++++++++++++++++

    E,

  • BİR EZAN HİKAYESİ * VE FETULLAH GULENIN YANSITMASI

    BİR EZAN HİKAYESİ * VE FETULLAH GULENIN YANSITMASI

    Bazen mısralar
    biliriz de şairini bilmeyiz, bazen de
    şairler tanırız ama şiirlerini bilmeyiz…

    Çocuktum,
    ufacıktım,Top oynadım,
    acıktım.

    mısraları
    çoğumuzun dilindedir ama, acaba kaçımız şairini
    biliriz?
    Bu mısralar Ziya
    Gökalp’in ‘Alageyik’ adlı şiirinin
    girişinden.

    Ziya Gökalp’i
    hepimiz biliriz ama şiirlerinden çoğumuzun haberi
    yoktur.

    1918 yılında
    yayınlamış olduğu ‘Yeni
    Hayat’ adlı şiir kitabında yer
    alan ‘Vatan’ şiirinin girişini aktaralım
    ;

    ‘Bir ülke ki
    camiinde Türkçe ezan okunur,

    Köylü anlar manasını namazdaki duanın,

    Bir ülke ki mektebinde Türkçe Kur’an okunur,
    Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Hudâ’nın,
    Ey Türkoğlu işte senin orasıdır
    vatanın.’
    Dikkatinizi çekeriz,
    yıl 1918. Tam 90 yıl
    önce…
    Atatürk
    1932’de, önce Türkçe ezan
    okunmasının dinen caiz olup
    olmadığını tartıştırır ve caiz olduğu
    belirlenir.

    Bunun üzerine
    içlerinde Hafız Burhan, Sadettin Kaynak,Hafız Nuri gibi
    dönemin önemli hafızlarının bulunduğu bir komisyon
    kurularak ezanın Türkçe çevirileri yapılır, hangisinin
    ahenginin daha uygun olduğu
    tartışılır.

    Kabul edilen metin
    şöyle:

    “Tanrı
    uludur;

    Şüphesiz bilirim,
    bildiririm;

    Tanrı’dan başka
    yoktur tapacak.

    Şüphesiz bilirim,
    bildiririm;

    Tanrı’nın
    elçisidir Muhammed.

    Haydin namaza, haydin
    felaha,

    Namaz uykudan
    hayırlıdır.”

    Diyanet İşleri
    Başkanlığı 18 Temmuz 1932 tarihli bir genelge ile bu
    metni bütün camilere bildirir ve ezan Türkçe okunmaya
    başlanır.
    Bu uygulama 18 yıl
    sürer.

    14 Mayıs 1950’de
    genel seçimler olur, Demokrat Parti iktidara
    gelir.
    Bazıları bu siyasal
    gelişmeyi ‘AK Devrim’ olarak anmışlardır,
    anarlar. (Bu ‘AK’
    güzellemesinin hangi durumlarda ve ne amaçlarla
    kullanıldığını artık biliyoruz
    herhalde).

    Adnan Menderes’in
    kurduğu hükümetin güvenoyu aldığı tarih, 2 Haziran
    1950’dir. Yalnızca 14 gün sonra, 16 Haziran
    1950’de, ezanın Arapça okunmasını serbest
    bırakır.

    Selin Incedayi [selincik@gmail.com

    —————————-

    FETULLAH GULENIN GOZU ILE OLAY  WEB SITESINDE YAZILDIGI GIBI
    Türkiye’yi sevinçten ağlatan ezan

    Tam 55 yıl önce okunan bir ezan için halk sokaklara döküldü. Gözler minarelere çevrildi. Ve ilk ´Allahuekber´ nidasıyla birlikte ülkeyi bir gözyaşı seli kapladı…

    Tarihçi yazar Doç. Osman Özsoy, o günün hikayesini bakın nasıl anlatıyor:

    Türkiye’yi ağlatan ezanlar …

    Tam 55 yıl önce bugün, yani 16 Haziran 1950 de, 1933 yılından beri Türkçe olarak okutulan ezanın Arapça orijinal haliyle okunabilmesine imkan sağlayan kanun Meclis’te kabul edildi.

    Meclis’in aldığı karar radyolardan ilan edilince, Türkiye’nin dört bir yanında halk sevinçten sokaklara döküldü. Tüm gözler minarelere çevrildi ve ilk ezan sesi beklenmeye başlandı. Halk sevinçten çılgına döndü. Gözyaşları tüm Türkiye’de sel olup aktı.

    O gün ne olduğunu ayrıntılı anlatacağım. Ama önce, o günlere nasıl gelindiğine bir bakalım.

    Diyanet İşleri Başkanlığı, 18 Temmuz 1932 tarih ve 636 sayılı genelge ile, ezan ve kametin birkaç ay içinde Türkçe okunacağını bildirdi.

    İşte o Türkçe ezan …

    Aralarında Hafız Burhan, Sadettin Kaynak, Hafız Nuri gibi isimlerin bulunduğu komisyonun çevirisini yaptığı “Türkçe ezan” metni şöyleydi:

    ‘‘Allah uludur, Allah uludur

    Şüphesiz bilirim, bildiririm

    Allah’dan başka yoktur tapacak.

    Şüphesiz bilirim, bildiririm

    Tanrı’nın elçisidir Muhammed.

    Haydin namaza, haydin namaza

    Haydin felâha, haydin felâha

    Allah uludur, Allah uludur

    Allah’dan başka yoktur tapacak.’’

    Ezanın Türkçe’ye çevrilmeyen tek kelimesi “felâh” oldu. Sebebi, halkın ‘‘felah’’ kelimesinin ‘‘kurtuluş’’ anlamına geldiğini bilmemesini sağlamak ve ‘‘haydin kurtuluşa’’ mânâsına gelecek bir çağrıda bulunmamaktı.

    Yasanın 17 Haziran 1950 tarihli resmi gazetede yayınlandığı gün, aynı zamanda Ramazan ayının da ilk günüydü. Bu durum halktaki duygu yoğunluğunu daha da artırdı.

    O gün Türkiye’nin dört bir yanında yaşananlar, başlı başına ansiklopedik bir kitap olur. O gün Türkiye’nin dört bir yanında, cami sayısınca bir sevinç yumağı, insan sayısınca mutluluktan ağlayan bir yürek vardı.

    Fethullah Gülen o günleri anlatırken şunları söyler: ‘‘Ben o zaman Erzurum´daydım. Ekin mevsimiydi. 1950´nin Ramazan ayı idi. Vakit ikindi vaktiydi. İnsanlar kurbanlıkları hazırladı. Müezzin efendi minareye çıktı. Müezzin “Allahü Ekber” deyince öyle bir bağırıştılar ki, millet sevincinden hıçkırıklara boğuldu. Ardından kurbanlar kesildi.’’

    Antalya Aksekili işadamı Ali Katırcıoğlu; ‘‘Bir cuma günü idi, ikindi kılıyordum, ilan ettiler ‘bugün ezan okunacak´ diye. Herkes sokaklara döküldü. O cuma günü Allahü Ekber, Allahü Ekber diye duyduğum o ilk ezanı asla unutamıyorum. Demokratikleşme dediniz de, benim için en büyük demokratikleşme işte o ezandır” der.

    O gün İstanbul’da neler olduğunu, aynı günlerde Eyüp’te asker olan babamdan dinlemiştim. Ezanın orijinal haliyle okunacağını haber alan İstanbulluların Eyüp Camii avlusunu doldurduğunu ve herkesin ezanı dinlemek için gözlerini minareye diktiğini söylemişti. Minareden, ‘‘Allahü Ekber, Allahü Ekber’’ sesleri yükselmeye başladığı andan itibaren, insanların sevinçten kendilerini yerlere attığını, ezanların bitişini müteakip de, kurbanların kesildiğini söylemişti.

    O gün Erzurum’un bir başka yerinde yaşananları Mehmet Kırkıncı şöyle anlatılır: “Erzurum halkı ikindi vaktinden itibaren ezanın aslıyla okunacağını haber aldı. Bütün halk sokaklara döküldü. Bir bayram havası yaşanıyordu. Herkes kurban keseceği ne varsa alıp, Tebriz Kapı mevkiinden Lâlâ Paşa Camii´ne kadar dizildi. Minarelerden Ezan-ı Muhammedi okunmaya başladığı an, herkes sonsuz bir sevince gark oldu. Müftü Solakzade Sadık Efendi, ‘´Ya Rabbi! Ölmeden önce bize bu günleri gösterdin’’ diye hıçkırıklar halinde ağlamaya başladı.

  • Musa   15 yaşında…

    Musa 15 yaşında…

    Yılmaz ÖZDİL yozdil@hurriyet.com.tr

    Musa

    15 yaşında…

    Çok başarılı öğrenciydi Musa.

    Öğretmen olmak istiyordu.

    Sabah okuluna gidiyor…

    Sonra çobanlık yapıyordu.

    Babası garibandı çünkü.

    ¡

    Tam bir sene önce, gene böyle bir sabah… Çıktı tek göz oda, ağıldan bozma evinden kör karanlıkta, yürüye yürüye, 2 kilometre, sırtında çantası, şehirlerarası asfalta geldi… İzmir Aliağa’ya bağlı Kapıkaya Köyü’nde yaşıyordu, köyde okul yok, okul Yenişakran’da… Türkiye’nin en batı ucunda, bütün yatırımlar oraya yapılıyor denilen coğrafyada, Türkiye’nin en doğusundaki yaşıtlarıyla aynı kaderi paylaşıyordu; taşımalı eğitim… Servis bekliyordu.

    ¡

    Yakaladı yakaladı…

    Kaçırdığında okuluna gitmesi imkânsız.

    O nedenle, gün doğmadan kalkıyor, en az 2 saat yolu hesap ederek, saat 6 civarında asfaltta oluyordu.

    Asfalt rampa.

    ¡

    Göründü yarım saat sonra servis minibüsü… Manisa’nın Karaahmetli Köyü’nden başlıyor, çocukları toplaya toplaya, en son Musa’yı alıyor, Yenişakran’a varıyordu. İçerde, biri şoför, biri engelli çocuğuna refakat eden anne, toplam 27 çocuk… Musa 30’uncu.

    ¡

    Durdu önünde her sabahki gibi, bindi Musa,

    hareket ettiler. Ama bir acayiplik vardı… Şoför döndü Musa’ya öfkeyle, “Bak seni almak için durduk, fren patladı, niye rampada duruyorsun,

    100 metre yürüyüp düzlükte dursana!” diye bağırdı… Yer kalmadığı için ayakta dikilen Musa, büktü boynunu, ne desin, zaten bütün çocuklar ona suçlu gibi bakarken ne diyebilirdi ki? Bir ara göz göze geldi en sevdiği sınıf arkadaşı Hidayet’le… Hidayet gülümsedi, çaktırmadan şöyle bir salladı elini havada “Boşver” manasında, “boşver, üzülme…”

    ¡

    Dandik asfaltta haldır haldır gitmeye başladılar, 1 kilometre, 2 kilometre, 3 kilometre… Yenişakran’a 4 kilometre kala, olanlar oldu, trafolar bölgesinde dik yokuşun sonundaki sert viraja daldı minibüs, “Fren boşaldı” diye bağırdı şoför, savruldular, korkuluk morkuluk yok tabii, uçtular Tütünlü Deresi’ne… Önce çığlıklar, 3 takla, 5 takla, darmadağın oldu, zaten darmadağın haldeki minibüs, sonra trajik sessizlik.

    ¡

    İsmail oracıkta öldü. 9 yaşındaydı. Recep öldü, Murat öldü. 15’indeydiler. Ve, gülümseyerek kan kardeşine moral vermeye gayret eden Hidayet… Ambulanslar geldiğinde nefes alıp veriyordu hâlâ… Hastane, doktor, ameliyat, olmadı… Hidayet de gitti.

    Ya Musa?

    Kafası yarılmıştı, sağ el bileği ezik…

    Hatta, o feci kazanın haberini yapan gazeteler, Musa’nın bandajlı fotoğrafını koymuşlardı, “Açılan kapıdan fırladı, kurtuldu” diye.

    ¡

    Kurtulmuştu hakikaten Musa… Sağ çıkmıştı o tabut minibüsten… Ama kâbuslardan kurtulamadı… Hidayet her gece rüyasına giriyor, gene gülümseyerek “Boşver, üzülme” diyor ama, şoförün “Bak seni almak için durduk!” diye bağırması kulaklarından gitmiyordu, çın çın… Bıraktı okulu. Gitmedi bi daha.

    ¡

    Ve, bir sene sonra…

    ¡

    Bilirkişi, en fazla 12 yaşında olması gereken servis minibüsünün, daha eski, 15 yaşında olduğunu, frenlerin kazadan çok önce patlak olduğunu tespit etti; balatalar erimişti. Aslında servis minibüsü bile değildi, öyle olsaydı, “S” plaka taşımalıydı, taşımıyordu. Buna rağmen, hiç kimse şikâyetçi olmadı… Savcı hariç… Kamu adına dava açtı, bilirkişi raporunu koydu hâkimin önüne, hâkim de, hiç tereddüt etmeden 10 sene hapis verdi şoföre… Giden gitmişti ama, hiç olmazsa suç cezasız kalmamıştı.

    ¡

    Ve, önceki gün…

    Yıldönümüydü.

    Kapıkaya Köyü’nün kabristanında anma töreni yapıldı. İsmail, Recep, Murat ve Hidayet’in ardından dualar edildi. Musa da oradaydı… Gene kenarda, gene boynu bükük. Ve gene, bir senedir her gördüğüne söylediği gibi, “Benim yüzümden, keşke düzlükte dursaydım, benim yüzümden” diye ağlıyordu. Ne büyükleri teselli edebiliyordu onu, ne mahkemenin verdiği adil karar rahatlatabilmişti vicdanını, ne de rüyasında “Boşver” diye gülümseyen Hidayet.

    ¡

    Bitti tören.

    Gitti evine.

    Astı kendini Musa.

    ¡

    Bir sene dayanabilmişti buna.

    ¡

    Evet, Japonya değil burası…

    Kimseden harakiri yapmasını beklemiyoruz.

    Alışığız, istiflerini bozmayacaklarını, istifa etmeyeceklerini de biliyoruz. Ama “Sprey yüzünden oldu, yok efendim buzullar eridi, dünyanın suçu” filan, ayıptır beyler.

    ¡

    Başta minik Dila… 30 küsur günahsız sel kurbanından utanmıyorsunuz, bari, Musa’nın yüreğinden utanın da, hiç olmazsa bir özür dileyin.

    16 Eylül 2009
  • YÖK, Abdullah Gül’ün izinde!

    YÖK, Abdullah Gül’ün izinde!

    Sabahattin ÖNKİBAR

    Ne buyurmuştu Cumhurbaşkanı Abdullah Gül hazretleri:
    – “Yakında güzel şeyler olacak.”
    Derken devlet eliyle önce Kürtçe TV, ardından önceki gün Kürtçe dili ve olmayan edebiyatı resmen üniversitemize girdi.
    Yüksek Öğrenim Kurumu, Kürtçe lisans ve doktora için izin verdi.
    Dahası, K.Irak Kürt bölgesinden Kürt akademisyenler getirmek için de harekete geçti.
    Devletin birliğini ve üniterliğini temsil eden Cumhurbaşkanımızın güzel günler dediği maalesef bunlar oluyor!
    Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından el birliği ile bir millet yaratılıyor.
    İyi de merak ediyorum tıpkı TRT Şeş’de olduğu gibi üniversitelerde Kürtçe lehçe farklılıkları ne olacak?
    Öyle ya Kürtçenin içinde 3 ayrı lehçe var. Zazalar ile Kurmancı lehçelerini konuşanlar asla anlaşamaz.
    Keza Sorani lehçesi de bu ikisinden çok farklı.
    Dersimce ise bunlardan apayrı bir lisan.
    Realite bu iken bizim TRT Şeş ile YÖK Kurmancı’yı esas almış!
    Yoksa amaç TRT ve YÖK’ün katkısı ile Kürtlerde var olan bu lehçe ayrılıklarını gidermek ve onları homojen hale getirmek midir?
    Sorarım size Türkiye Cumhuriyeti devletinin başka işi yok mudur da Kürtleri yukarıda belirttiğimiz gibi millet yapmak için seferberdir?
    Ne yani PKK üniversitelerimizde Kürtçe kürsü yok diye mi dağdadır ve adam öldürmektedir?
    Birkaç sene öncesine kadar böyle bir şey Batılı bir ülkede olsa kıyameti koparma noktasında iken bunlar şimdi bizim ülkede oluyor ve dahası bizatihi bölünmez bütünlüğün sembolü olan Cumhurbaşkanının riyasetinde gerçekleşiyor!
    Sakın bana Abdullah Gül’ün bununla ne alakası var demeyin!
    YÖK Başkanı, kendini atayan Gül’e sormadan böyle bir şeye asla ve kat’a cesaret edemez!
    Velev ki sormadı diyelim, Gül bunu onaylamasaydı birliği temsil etme adına kıyameti koparmaz mıydı?
    Bakın buraya iddialı bir şekilde yazıyorum, bu proje aslında YÖK’ün kendi ürünü değil, Çankaya’nın talimatıdır.
    Peki Abdullah Gül bunu niye mi yapıyor?
    Reformcu Cumhurbaşkanı olmak ya da Özal’a benzemek istediği için!
    İyi de Türkiye’nin bölünmezliği konusu birilerinin fantezi tatmin malzemesi midir?
    Bir başka şey, devletin zirvesinde olan Abdullah Gül PKK olayının dış dinamikler boyutunu ve perde gerisini bilmiyor mu?
    Biliyorsa böyle bir adımla bunun önüne geçeceğini mi düşünüyor?
    O dış dinamikler zaten  tarihsel süreç içinde millet olmadıkları ve bilince erişmedikleri için Kürtlerin kalkışma yapamadıklarını biliyor ve  dolayısı ile bilinçlensin istiyorlar.
    Türkiye aslında resmen ve alenen kendine kalkışacak potansiyel bir şuuru inşa ediyor da farkında değil!

  • MAKAM DİYETİ!

    MAKAM DİYETİ!

     

     

    CUMHURBAŞKANLIĞI seçimi öncesi kendi anket şirketiyle Gül’ü ’en şanslı aday’ gösteren Yusuf Ziya Özcan’ın YÖK Başkanlığı, “Yaşayan Diller Enstitüsü” kılıfı altında Kürtçe’ye izin vermesiyle yeniden tartışılmaya başlandı.
    “Özcan emir kulu”
    CHP’li Muharrem İnce, karara tepki gösterirken Özcan’ı suçladı: Hükümetin sesi YÖK. Emir kulu bir YÖK. Hükümet ’yap’ dedi. YÖK’ün başına atanan memur da görevini yerine getirdi.
    “Eğitime siyaset!”
    MHP’li Akif Akkuş da Özcan’a sert eleştiriler yöneltti: Karanlık planların piyonu olarak ortaya çıkan kişiler böyle işgüzarlık yapar! Özcan, görevi eğitim olan kuruma siyaset soktu. 
    Sürpriz yapmıştı!
    YÖK Başkanlığı için şanslı 5 adayın ismi konuşulurken, Yusuf Ziya Özcan büyük bir sürpriz yapmış ve koltuğa oturmuştu.
    İktidara diyet ödüyor
    AKP’nin isteği, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün onayıyla YÖK Başkanlığına atanan Yusuf  Ziya Özcan, koltuğunun bedelini ödüyor. Muhalefet, Kürtçe Enstitü kararından Özcan’ı sorumlu tutuyor
    Haber: Sümeyra YILMAZ
    İktidarın açılım çalışmaları tam gaz devam ediyor. İçişleri Bakanı Beşir Atalay ve ekibi çalışmalarını devam ettirken Yüksek Öğretim Kurulu’nun “Yaşayan Diller Enstitüsü” kılıfıyla aldığı Kürtçe enstitü kurma kararı Ankara’ya bomba gibi düştü. Muhalefet ve eğitimciler, kararı AKP’nin isteği, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün onayıyla YÖK Başkanlığı’na getirilen Yusuf Ziya Özcan’ın koltuk için ödediği diyet olarak görüyor.  

    Hükümetin emir kulu
    CHP Yalova Milletvekili ve Meclis Eğitim Komisyonu üyesi Muharrem İnce, Yusuf Ziya Özcan’ın atanmasının ardından YÖK’ün hükümetin memuru haline geldiğini, alınan kararın bilimsel olmadığını söyledi. İnce, “Hükümetin sesi YÖK. Emir kulu bir YÖK. Ben YÖK’ün Genel Kurulu ve başkanının bilimsel bir çalışma yapıp sonra bu kararı ortaya attıklarına ve aldıklarına inanmıyorum. Onlara bir görev verildi. Hükümet tarafından ’bunu yap’denildi. YÖK’ün başına atanan memur da görevini yerine getiriyor” diye konuştu.

    Arpalık haline geldi
    MHP Mersin Milletvekili Akif Akkuş, ise YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan’ın AKP hükümetinin isteklerini yerine getirecek kişi olarak göreve getirildiğini söyledi. Akkuş, YÖK Başkanı Özcan’ın görevi eğitim olan kuruma siyaset soktuğunu ifade ederek, “ Karanlık planların piyonu olarak ortaya çıkan kişiler… Hükümet birtakım kurum ve kurulları kendisinin arpalığı haline getirmeye çalışıyor. Maalesef YÖK de böyle bir Kurum haline getirildi” dedi. Akkuş şunları kaydetti:

    Kuruma siyaset soktu
    “YÖK Başkanı Özcan kurumu siyasetin merkezi yaptı. Özcan, birden bire ortaya çıkmış, ve bu kurumun başına getirilmişti. Demek ki kendilerine uygun, uygun olmaktan da öte bilimsel, demokratik ve bağımsız davranmayacağı hükümetin dediğini yapacak bir kişi olarak seçildi. Hükümet böyle bir tutum içerisine girince YÖK Başkanı da işgüzarlık yaparak Kürtçe bölümler açacağız dedi. Ve bunu uyguladı. Bunlar maalesef  Türkiye’yi karanlığa doğru götürmek için yapılmış programlar. Bu insanlarda bu programların piyonu olarak ortaya çıkıp temsil etmeye çalışan kişilerdir.”
    Gül’e Çankaya yolunu o açtı
    Yusuf Ziya Özcan, AKP’nin Cumhurbaşkanı adayını belirleyen araştırmayı yapan şirket Pollmark’ın kurucularından birisiydi. Gül isminin Çankaya için ortaya çıkmasını sağlayan Pollmark, Başbakan Erdoğan’ın kamuoyu araştırmaları için tercih ettiği üç şirketten biri olarak biliniyor. Pollmark’ın ortaya çıkardığı verilerden yola çıkan Başbakan Erdoğan ise, Çankaya görevini Abdullah Gül’e teklif etti. İşte bu kritik süreçte Gül’ün isminin ortaya çıkmasını sağlayan Pollmark şirketinin kurucuları arasında yer alan bir grup akademisyen arasındaki bir isim, bugün YÖK’ün başına getirildi.
    Sevr’e geri dönüyoruz
    Uluslararası Avrasya Eğitimcileri Federasyonu Genel Başkanı Şuayip Özcan ve Eğitim İş Genel Başkanı Yüksel Adıbelli ise, YÖK’ün aldığı kararın tehlikelerine dikkat çekti. Bir milleti millet yapan kıstaslar bulunduğunu ve bunların en önemlisinin de dil olduğunu ifade eden Şuayip Özcan “Ve Türkiye Cumhuriyeti’nin dili Türkçedir. Fakat bugün siyasi erk tarafından birilerinin, isteği, dayatması doğrultusunda yeni yeni dillerde eğitim alanına yer vermeleri ülke içindeki belli grupları ayrıştırmaktır. Bu bizi Sevr’e doğru hızla götürmektedir. Bazıları buna demokratik açılım dese de, demokrasi deseler e yapılan şey doğrudan doğruya bu ülke insanlarını ayrıştırmak, ötekileştirmektir” diye konuştu.
    Ülkenin birliği tehlike altında
    Eğitim İş Genel başkanı Yüksel Adıbelli de, eğitim dilinin Türkçe olduğunu vurgulayarak, “Bütün insanlar kendi kültürünü, dilini yaşasın. Ama eğitim dili, resmi dil Türkçedir. Birlik ve bütünlük için de böyle olması gerekiyor. YÖK Başkanı çıkıp bu konuda ’Kürtçe eğitim konusunda istenilenden fazlasını bile verebiliriz’diyor. Daha fazlası derken neyi kastediyor? İlköğretim ve liselerde de mi Kürtçe eğitim verilecek? Bu tür çabalar ülkenin birliğine, geleceğine zarar verir” dedi. Adıbelli, birçok eğitim sorunu varken bu meselenin konuşulmasını da eleştirerek, “Bölgenin ihtiyacı olan, insanların sorunlarını giderecek olan Kürt dili edebiyatı bölümü mü? Bizler yıllardır bölgeye öğretmen gönderin, okulların sorununu giderin diyoruz. Ama şimdi yine eğitim adına başka şeyler tartışılıyor” şeklinde konuştu.

  • Risale-i Nur’un Anadolu’da Kök Saldığı Yıllar

    Risale-i Nur’un Anadolu’da Kök Saldığı Yıllar

    Sergiye Davet (ŞANLIURFA)


    By BarlaPlatformu

    1927-1944, Barla ve Kastamonu Yılları

    11 Eylül – 16 Eylül 2009

    Anadolu’nun Cennet köşelerinden Barla’da başladı Risale-i Nur’un macerası.
    İlk satırlar orada, bir bahar günü yazıldı.
    Sonra elden ele dağıtıldı yazılanlar.
    El yazısıyla çoğaltıldı ve yurdun dört bir köşesine dağıtıldı.
    Daha sonra Eskişehir’de, Kastamonu’da, Denizli’de devam etti bu macera.

    Yine eserler yazıldı, yine tek tek yazılarak çoğaltıldı.
    Fakat yazılanlar ya hapishane köşelerinde, ya da sürgün yerlerinde yazılıyordu.
    Gizli yazılıyor, gizli dağıtılıyordu.
    Her hapis, bir iman inşasının yeni bir merhalesi oldu.
    Her sürgün, yeni bir can kattı bu harekete.
    O günden günümüze kalan eserler, bir avuç kahramanın, bir devre meydan o
    kuyuşunu anlatıyor.
    Gece yarısı odunluklarda yazılan eserler, üzerine duvar örülerek saklanan
    kitaplar, çay demliği altında koğuştan koğuşa gönderilen pusulalar.
    Ve daha niceleri…

    “Barla ve Kastamonu Yılları” sergisi, bir tarihin yazıldığı günleri size getiriyor.

    11 Eylül – 16 Eylül 2009 tarihleri arasında Rıdvaniye Camii & Medresesi (Balıklı Göl) Şanlıurfa’da…

    Ziyaret Saatleri: 09:00’dan gece yarısına kadar ziyaret edilebilir. (Ziyaret ücretsizdir)

    Açılış
    Tarih : 11 Eylül 2009 / Cuma
    Saat : 14:00
    Yer : Rıdvaniye Camii & Medresesi
    Adres : Balıklı Göl – Şanlıurfa
    İrtibat: 0414 312 16 81

  • TÜRKİYE’NİN  ERMENİSTAN AÇILIMI

    TÜRKİYE’NİN ERMENİSTAN AÇILIMI

    oya-akgonenc

    Doç. Dr. Oya Akgönenç

    TURKISH FORUM DANISMA KURULU

    Bir Eylül 2009 Salı günü, Türkiye ve Ermenistan karşılıklı olarak sınır kapılarını açmak ve diplomatik ilişkilerini yeniden başlatmak üzere bir anlaşmaya vardıklarını ilan etmişlerdir. Bu haber,diplomatik toplantıların yapılmakta olduğu İsviçreden açıklanmış olup, Türkiye “açılımlar dizisine” bir tanesini daha katmış bulunmaktadır.

    Resmi açıklamada, yaklaşık bir asırdır devam eden düşmanlıkların nihayet  sona ereceği ve bölgede olumlu gelişmelerin olacağı vurgulanmıştır. Bu olumlu ve ümitlendirici ifadelere rağmen olayların gerçek yüzü hala pürüzler ve karanlık noktalarla doludur.

    Bilindiği gibi Sn.cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 2008 yılında diplomatik bir jest yaparak, Dünya Futbol kupası maçını izlemek üzere  Ermenistan’a gitmesi üstünden yaklaşık bir yıl geçmiş bulunmaktadır.

    Bu arada başka gelişmeler de olmuştur. Mesela,  Başkan Obama Türkiye’ye gelmiş, konuşmaları sırasında dolaylı olarak “Ermeni olaylarına” değinmiş, Kürt sorunu ile birlikte Ermeni sorununun da  yakında iyi bir sonuca bağlanmasını umduğunu vurgulamıştır.

    Dönüşte, yani ziyaretinden iki hafta sonra da kendisinden önceki Başkanların hepsinden daha sert bir ifade kullanarak, Ermenilerin soykırım olarak tanıtmaya çalıştıkları olaylara, Ermenilerin kullandığı deyimi kullanarak “asrın faciası” diye hitap etmiş, “dünyanın her yerinde ki Ermeni ile birlikte bu acı için ağlıyoruz” demiştir.

    Diğer taraftan devam etmekte olan AB müzakereleri içinde Türkiye’ye sunulan tüm raporlarda ve Avrupa Parlamento’su raporlarında, “Türkiye’nin bir an önce Ermenilerle olan sorunlarını çözmesini ve sınırlarını Ermenilere açması” istenmiştir. (Kıbrıs ve diğer taleplerinin yanı sıra) Görünen o ki dışarıdan gelen baskılara sonunda  boyun eğilmiştir.

    Türkiye yıllardır Ermenistan’a birlikte çalışmak, arşivleri açmak ve ilim adamlarından yararlanarak bu iddiaların kökünden çözmek için işbirliği çağrısı yapmaktadır. Ama ne yazık ki bu gayretlerinde sürekli başarısız olmuştur. Ermeniler masaya oturmaya söz verdikleri hallerde bile, son dakikada “vazgeçerek”  bu çalışma ve ilmi toplantılara katılmamışlardır. Kendi arşivlerini de açmaya yanaşmamışlardır.

    Bu yıl, ABD kuruluşlu Türkish Forum grubu içinde çalışan profesörler, Amerikan arşivlerinden Ermenilerin Anadoluda yapmış olduklarıkatliamları ve soykırımlarını, belgeleri ile su yüzüne çıkartmaya muvaffak olmuşlardır. Bu çalışma ve gayretlere rağmen, bunları kale almayan hükümet ise İsviçrede bazı önemli tavizler verecek bir havaya bürünmüş izlenimi vermektedir. Tabii, kimsenin gerçekleri bildiği yoktur.

    Ermenilerin sınırsız hırs ve intikam arzusu:

    Ermeniler son 90 küsur yıldır, dünyanın her yerini dolaşıp, lobi faaliyetleri ile “sözde Ermeni soykırımıı” yapıldığına herkesi inandırmaya çalışmakta ve siyasi olarak da bunda başarılı olmaktadır. Haklı veya ilmi olarak değil, siyasi ve hissi

    (zavallı Hristiyan Ermenileri öldüren barbar Türkler) propagandası ile epey yol katetmişlerdir. Bundan, toprak, para, v.s gibi büyük bir rant beklenmektedirler.

    Tabii, bu arada Ermeniler kendi yaptıkları mezalimi ve yüzlerce yıl birlikte rahat yaşadıkları Osmanlı’ya nasıl ihanet ettiklerini, nasıl müslümanları öldürdüklerini  hiç dile getirmemektedirler. Bunların birkaçını hatırlamakta yarar vardır:

    Özellikle Birinci Dünya Savaşında ve hemen akabinde Anadolu’yu işgal eden Rus güçlerinin önünden Ermeniler “öncü güçler” olarak onlara yol açmış, rehperlik etmiş ve inanılmaz mezalim ile Türkleri sindirmeye çalışmışlardır. Rus ordularının desteğiyle de başarmışlardır. Aynı zamanda Fransız ordularının yardımı ile de Güney ve Güney Doğuda aynı ve benzer olaylar gerçekleştirmişlerdir. 1915 yılında bu ihanetlerine set çekmek gayesi ile Osmanlı devleti tarafından  “Tehcir’e yani zorunlu göç’e” tabi tutulmuşlardır. Zor savaş, kıtlık, hastalık ve kış şartları içinde bu göç esnasında ölenler de olmuştur. Ama hiçbir zaman sistemli ve hükümet emri ile gerçekleştirilen bir öldürme vukuu bulmamıştır. Yani “soykırım” a uğramamışlardır.

    Kurdukları entrikalarda başarıya ulaşamayaşn Ermeniler 1919 dan itibaren inanılmaz bir kin ve hırs ile “intikam” peşine düşmüş ve o günden beri,  kendilerini “tek biçare mazlum” gibi göstererek büyük bir propaganda savaşına başlamışlardır. Bu intikam kampanyasını, 1970 ve 80’lerde  masum Türk diplomatlarını katlederek pekiştirmişlerdir. Kendi yaptıklarını mazur göstermek veya unutturmak için de herkesten daha fazla bağırmaya özen göstermişlerdir.

    Hocali Katliamı ve Azerbaycan topraklarının işgali:

    Bugün Ermenistan ekonomisi son derece kötü, nüfusu gayet küçük ve hala geçimsizliğini ve saldırganlığını sürdürmeye devam eden bir ülkedir. Sovyetlerin dağılmasından sonra kurulmuş ve hemen ertesi yıl, karışıklıklardan da istifade ederek 1992 Nisanın’da Hocali korkunç katliamını gerçekleştirerek Azerbaycanın Karabağ bölgesini işgal etmiştir. Karabağ yöresi kara ve hava yolları ve geçitler bakımından Güney Kafkasyanın en stratejik noktalarından birisi olup, 16 yıldır Ermeni  işgali altındadır vebir milyon’un üstünde Karabağ halkı halen Azerbaycan içinde çadır ve vagonlarda “mülteci” olarak yaşamaktadırlar. İşte Türkiye hudutlarını bu durumu protesto etmek için kapatmış ve bu haksız işgal bitene kadar kapalı tutacağını ilan etmişti.

    Ermeni devleti, daha önce Sovyetler ve Türkiye arasında ki anlaşmalarla belirlenen hududu tanımamakta, Türkiye’den “tarihi topraklarını”- yani Bizans dönemi öncesi bir krallıkken sahip oldukları yerler- talep etmeyi düşünmekte ve bayraklarına “Ağrı Dağı”nın resmini koyarak, o dağa kadar olan yerlerde ki  “irridentist” taleplerini sembolik olarak dile getirmektedirler.

    Bugün Türkiyede kırk binin üstünde Ermeni kaçak olarak yaşamakta ve fırsat bulsalar nüfus’unu büyük bir kısmı Ermenistanı terk etmeyi istemektedir. Diyaspora’da yaşayan Ermeniler de bulundukları ülkelerin (ABD ve Fransa) gücü altına saklanarak Türkiye düşmanlığını sürdürmektedirler.

    Hatta Türkiye’nin tek taraflı olarak yaptığı jeste karşı, Ermenistan cumhurbaşkanı Sarkasyan, “önemli bir ilerleme kaydedilmediği takdirde, Türkiye’ye maç izlemeye gitmeyeceği” şeklinde bir tavır sergilemiştir.

    Geçtiğimiz 24 Nisanda Ermenistanda soykırım anıtı önünde yere konan bir Türk bayrağını, gelen herkes çiğnemiş ve bu durumun resimleri internet kanalı ile dünyanın dört bir tarafından izlenebilmiştir.

    Arabuluculuk gayretleri ve sonuçları:

    2009 yılı içinde özellikle Mayıs ve Haziran aylarında AB grubunun aracılığı ile başlatılan İsviçre müzakereleri başlatılmıştır. Bu durum karşısında büyük ölçüde Türkiye’ye güvenen Azerbaycan büyük bir hayal kırıklığı ve telaş yaşamış ve ne olduğunu anlamaya çalışmıştır. Azeri milletvekilleri Ankaraya gelmiş fakat kendileri hakkında yalnış bilgilendirilen başbakanı görmeye bile muaffak olamamışlardır. Sonuçta kırılan Azerbaycanlılar, Nabucco hattı imza törenine katılmamışlardır.

    “iki devlet bir millet” diyerek öğündüğümüz, can ve canan ilan ettiğimiz Azerbaycanı bu kadar kırarak ve ihmal ederek ve gelişmeler konusunda bu kadar karanlıkta bırakarak ne elde edilmeye çalışılmaktadır.? O da bir türlü anlaşılamamaktadır. Böyle bir tutum karşısında Türk dış politikasına kim güven duyabilir?

    Bu gün Türkiye’nin yürüttüğü Kafkas politikası son derece karışık ve anlaşılmaz bir politikadır. En mühimi bizler için çok önemli olan Azerbaycanı kırmakta veya yalnış intibalar edinmesine sebep olmaktadır. Türkiye’nin Kafkas politikası muğlak olup, birçok soru içermektedir:

    • Türkiye neden üçüncü bir ülkede- hem de Ermeni konusunda kendisine daima olumsuz yaklaşmış İsviçre gibi bir yerde bazı Avrupa devletlerinin aracılığı ile konuşmalar yürütmektedir. Burada anlaşılmaz gariplikler mevcuttur.
    • Neden Azerbaycanın gelişmelerden haberi yoktur? Neden sordukları zaman bazı yetkililer onlara kızmaktadırlar?
    • Neden, Karabağ sorunu “yol haritası” içinde konu edilmemektedir?
    • Ermeniler “sözde soykırım” iddialarından hiçbir zaman vazgeçmeyecekleri bilindiği halde ve bunun, hem Türkiye’de ve hem de dışarıda yaşayan Ermeniler tarafından ifade edildiğine göre, bu gizli konuşmalarla nereye varılacağı düşünülmektedir?
    • Eğer bir milletin büyük çoğunluğu belli bir konuda gayet güçlü hisler taşıyor ve belli bir eğilim içinde bulunuyorsa, o milleti idare eden hükümetlerin de halkın sesine ve kanaatine önem vermesi, saygı göstermesi gerekir.Oysa Türk halkı gelişmeler konusunda hiçbirşey bilmemektedir?
    • Ermeniler’e yardım konusunda kimin istek ve talepleri yerine getirilmektedir? Burada Türkiye’nin çıkarları nedir?
    • Neden İsviçre? İsviçre, sözde “Ermeni soykırımını” inkar edeni derhal göz altına alan ve cezalandıran kanunu çıkartan tek ülkedir. Zaten bazı Türkler hakkında gıyabi tutuklama emri bile çıkartmış olan bir ülkedir. Acaba Türkiye neden böyle bir yerde görüsşmeyi kabul etmiştir. Bu şartlar altında Türk tezini nasıl anlatmışlardır. Bu mutlak surette aydınlığa kavuşturulması gereken bir olaydır.

    Işin daha da garip olan yönü şudur: 28 Nisan tarihin de Başbakanın ve 29 Nisan 2009′ da Genel Kurmay başkanı’nın çok açık bir şekilde ifade ettikleri, “Karabağdan Ermeni askerleri çekilmeden hudut kapılarının açılması düşünülemez” sözlerine karşın, 1 Eylül 2009 da İsviçreden gelen haberlere göre tam zıddı bir anlaşmaya varılmıştır. Buna göre kapılar ve sınır açılacaktır.

    Bununla ilgili yapılacak protoköller ise 6 hafta içinde parlamentolara onaylanmak üzere sunulacaktır. Yani karar verilmiştir, geri kalanlara ve özellikle de TBMM’ye sadece “noter gibi” bir tasdik yapmak kalmıştır.

    O halde sormak gerekir. Kararı kim veya kimler vermiştir?

    Türkiye neden meclise danışmadan önce anlaşmayı kabul etmiştir? O halde TBMM’nin görevi nedir? Ermeni açılımı böyle olmuşsa, Demokratik açılım (Kürt açılımı da) böyle mi olacaktır?

    Antlaşma iki taraflı çıkar için yapılır. Ermenistan’ın ki ortada ama burada Türkiye’nin çıkarı nedir? Kaybı nedir? Bilinmiyor. Bu hususlar açıkça anlatılmalıdır. Bu işlemin tümünde ve alınan kararlarda büyük bir gariplik hissedilmektedir. O halde, Bu hızlı kararın arkasında ki kişiler ve güçler kimlerdir? Türk halkı bunu bilmeyi hakketmektedir.

  • Kırmızı plaka

    Kırmızı plaka

    Yılmaz ÖZDİL

    yozdil@hurriyet.com.tr

    “Polisler bizi tanımıyor, normal vatandaş gibi durduruyor” diye onuru kırılan AKP milletvekilleri “TBMM” yazılı kırmızı plaka istemiş… TBMM Başkanı da, “bu vahim adaletsizliğin” derhal düzeltilmesi için çalışma başlatmış.

    *

    E bakıyoruz… Vazgeçtik kendimizden; 14 senedir milletvekili, 7 senedir de iktidarda bakan olan TBMM Başkanı’nın annesinin köyünde bile su yok hálá!

    *

    O nedenle…

    “TBMM” yazmak doğru olmaz.

    “Sen benim kim olduğumu biliyor musun ulan!” yazılmalı o plakalara…

    Ön cama “Hamili plaka yakinimdir” kartı, arka cama “Devlet malı deniz, binmeyen keriz” kartı yapıştırılmalı.

    *

    Özel yollar yapılmalı mesela…

    Sadece vekillerin gideceği.

    Özel otoparklar yapılmalı.

    Birer saltanat kayığı verilmeli.

    550 tane uçak alınmalı… Haliyle, birer kaptan ve birer pilot tahsis edilmeli. Ambulans gibi siren takılmalı. Şöyle pat pat dalgalanmalı bi flama aynasının yanında… Aslına bakarsanız, kırmızı plaka da yetmez, Cemil İpekçi tasarlamalı, komple kırmızı takım elbiseler giymeli milletvekillerimiz… Asansörde öncelik tanınmalı. Birer jetski, birer tren verilmeli. Birer tane de inek verilmeli, ki, hem sütü de avantaya getirsinler, hem de insan haklarını yerinde incelemek için Hindistan’a giderlerse sıkıntı çekmesinler.

    *

    Tabii diyeceksiniz ki:

    “Makam arabalarını unuttun!”

    *

    Unutmadım.

    *

    Makam arabası tahsis etmeye gerek yok çünkü… Gözünün önündeki bunca rezalete rağmen hiç sesini çıkarmadan “nereye çekersen oraya gittiğine” göre… “Çek şuraya, çek buraya” diyerek, direkt milletin sırtına binmeli vekil.

    *

    Hatta, o “TBMM” yazılı kırmızı plaka bunları destekleyenlerin götüne takılmalı ki, bunları desteklemeyenler de bilsin, kimin sayesinde sağlanıyor bu geçiş üstünlüğü.

  • Arminfo: Turkish lobby in the USA has become more active, Armenian expert

    Arminfo: Turkish lobby in the USA has become more active, Armenian expert

    The Turkish lobby in the USA represented by the “US Turkish forum” with the budget of tens of millions dollars has become more active in recent years, Director of the Institute of Oriental Studies of the Armenian National Academy of Sciences Ruben Safrastyan told ArmInfo.(DEVAMI ASAGIDA)

    00000000000000000000000000logo6

    DOSTLARIM

    VE

    DEGERLI  KURUL UYELERI

    KESKE ASAGIDA ERMENI UZMANLARIN YEREVANDAN DUNYA ERMENILERINE ILETTGI KI HABER DOGRU OLSA IDI.. O zaman degil Amerikada , dunyada Ermeni lobisi diye bir nesne kalmadan silip atardik

    Butun butce sikintilarina ve gunden gune idaraye calismasina ragmen Turkish Forum kadar dunya capinda faaliyet gosteren kuvvetli bir lobi gurubu henuz mevcut degil

    Bunu sadece ve sadece bize inanan ve senelerdir desteklerini esirgemiyen  uyelerimize borcluyuz..

    Turkish Forum , TAKIP ETTIGI POLITIKASI SAYESINDE, sadece Dunya Turk toplumunun degil , Turke ve Turkiyeye dusman olan lobilerinde hurmetini ve saygisini kazanmis bir kurulusdur.

    Fakat acikca soylemek gerekirse, ELDEKI BUTCE ILE,  bir ay sonra ne olacagini hala faaliyetde olup olmiyacagimizi ben bile bilmiyorum.

    Turk lobisini guclendirmek icin Turkiye gurubumuzun sundugu butun projeler Ankara tarafinda son 5 senedir  geri cevrilmekde .. GERI CEVIRENLERDE FETULLAH EFENDININ MURITLERI.. CUNKU BASBAKANLIGA BAGLI TURK TANITMA FONU (milyonlarca dolar degerli) ONLAR TARAFINDAN YONETILMEKDE..VE HARCAMALAR ONLAR TARAFINDAN YONLENDIRILMEKDE.

    Bize ulastirdiklari haber ise FETULLAH gercegi hakkinda cikan yayinlari Turk toplumuna eristirmemiz onlari rahatsiz ettigi icin Turkiye gurubumuzun  maddi Destek isteklerini bloke ettikleridir… vazgecersek onumuz acilacakmis ..Pojelerimize bol bol Destek ($) gelebilirmis…  SIZ NE DERSINIZ.. AYNI FIKIRDE ISENIZ BIR SEY YAPMAYINIZ  AMMA DEGILSENIZ  MADDI DESTEK VERINIZ.. devamli bakim ve yuksek fiatla kiralanabilen direct hatlar sayesinde calisan  SERVERLERIMIZI VE OZEL DAGITIM HATLARIMIZI SIZE, DUNYA TURK TOPLUMUNA,  ACIK TUTALIM.. Birlikde kosmaya , Turke ve Turkiye aleyhine uydurulmus ithamlara dunya capinda engel olmaya devam edelim.. LUTFEN TURKISH FORUMUN MADDI DESTEK ISTEGINI YARINA BIRAKMAYINIZ.

    TURKISH FORUMDAN ÜYELERİNE ve DOSTLARINA

    https://www.turkishnews.com/tr/content/2009/02/14/2009-yili-uye-aidatlari-ve-bagislariniz/

    NE MUTLU BEN TURKUM DIYENE

    Saygi ve Hurmetlerimle

    Dr. Kayaalp Buyukataman, Baskan

    Turkish Forum

    00000000000000000000000000000000000000000000

    ———- Forwarded message ———-
    From: Javid Huseynov <javid@azeris.com>
    Date: Tue, Aug 25, 2009 at 8:37 PM
    Subject: {Pax Turcica} Arminfo: Turkish lobby in the USA has become more active, Armenian expert
    To: paxturcica@googlegroups.com

    TURKISH LOBBY IN THE USA HAS BECOME MORE ACTIVE, ARMENIAN EXPERT

    Arminfo, Yerevan, Armenia
    August 25, 2009 Tuesday

    The Turkish lobby in the USA represented by the “US Turkish forum” with the budget of tens of millions dollars has become more active in recent years, Director of the Institute of Oriental Studies of the Armenian National Academy of Sciences Ruben Safrastyan told ArmInfo.

    “In particular, I think that just the Turkish lobby is related to the decision of the US Federal court about recognition of the California law on payment of indemnities to the heirs of the Armenian Genocide victims unconstitutional. Moreover, this decision of the US Federal court is nothing more than an unpleasant episode for us, as the court decision is not a political decision, though it has a political coloring in this case”, he said.

    According to Safrastyan, if the Jewish, Armenian or Greek lobby in America is a normal phenomenon, I consider the Turkish lobby a nonsense, while two Armenian lobby organizations of the USA – the Armenian Assembly of America and the Armenian National Committee of America have a great experience and weight in the USA. I am sure the Armenian lobby will shortly become more active regarding the decision on recognition of the California law on payment of indemnities to the descendants of the Armenian Genocide victims unconstitutional, and will active essential results”, he resumed.

    To recall, the Federal appeals court invalidated a California law Thursday that allowed heirs of Armenians killed in the Turkish Ottoman Empire nearly a century ago to seek payment on the life insurance policies of dead relatives.

    Genocide of Armenians has been recognized by Uruguay, Russia, France, Lithuania, the Lower Chamber of Italian Parliament, the majority of American States, the Greek, Cyprian, Argentinean, Belgian Parliaments, the Parliament of Wales, the National Council of Switzerland, the House of Commons of the Canadian Parliament and Polish Seim. Turkey denies the genocide of 1,5 million Armenians in 1915-1923.


    —– Original Message —–

    From: Sukru Server Aya

    To: ssaya@superonline.com

    Sent: Wednesday, August 26, 2009 7:26 AM

    Subject: FW: Arminfo: Turkish lobby in the USA has become more active, Armenian expert

    Message indirectly received from familiar sources, for your information!  Can we believe the news given by Yerevan, in particular that Turkish Forum budget of “tens of million dollars” has been activated?  Hey, T.F.  friends,  I cannot believe that you became rich and started to kick some lobbies!    Now you have started a race, and ANCA will surely beat you by collecting not “tens bud hundreds of million Dollars”!  Compliments to all…beneficiaries!      SSA


    From: Ergun [mailto:ergun@cox.net]
    Sent: Wednesday, August 26, 2009 6:55 PM
    To: Sukru Server Aya; Nuri Yildirim; Dr. Kayaalp Buyukataman
    Subject: Re: Arminfo: Turkish lobby in the USA has become more active, Armenian expert

    Sukru Bey,

    If you can believe that Armenian crap, then I have a great marshlands for sale in Florida, complete with alligators in it.  Or if you like, I also have a bridge in Brooklyn also for sale.  We can offer attarctive terms to you…  🙂

    Ergun

    PS:  TF is driving to bankrupt.  I send a small donation every quarter and a few others do the same.  That is how TF is running and that’s why TF is always in the red.  No one comes forward with big bucks to save thee TF from abject poverty 🙂

  • Sincan incelemesi yargıya gözdağı mı (3 ayri Makale)

    Sincan incelemesi yargıya gözdağı mı (3 ayri Makale)

    Nuray BABACAN / ANKARA

    Muhalefet, Ergenekon şikáyet başvurularını değil de, Gül ve Erdoğan hakkındaki ’takipsizlik’ kararlarını bozan Sincan 1. Ağır Ceza Hákimi Kaçmaz hakkında inceleme başlatan Adalet Bakanlığı’nı topa tuttu.

    CHP, kararı, “Yargıya baskı. Herkes ayağını denk alsın” diyerek eleştirdi. MHP ise kararı şöyle yorumladı: “Amaç, yargı üzerinde idari baskı. Hükümet-yargı kavgasının tipik örneği.” AKP’den ise, “Bakanlığı takdiri. Gerekçeler hukuki, karar subjektif” savunması geldi.

    ADALET Bakanlığı’nın Ergenekon davasıyla ilgili şikáyet başvurularını değil de, Sincan 1’inci Ağır Ceza Mahkemesi’ni gündemine alması siyasette tartışma yarattı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Tayyip Erdoğan hakkındaki takipsizlik kararlarını kaldıran Mahkeme Başkanı Osman Kaçmaz hakkında inceleme başlatılması, “Yargıya gözdağı” olarak nitelendirildi.

    AKP, kararı savunurken, CHP ve MHP, incelemeyi aleyhlerine karar veren hakim ve savcılardan alınmak istenen intikam olarak yorumladı. Kararla ilgili tepkiler şöyle:

    ’Gerekçeler objektif’

    Nurettin Canikli (AKP Grup Başkanvekili): “Bakanlığın takdiridir. Subjektif nedenlerle açıldığını sanmıyorum. Olay ve gerekçeler hukukidir, objektiftir. Ergenekon savcılarıyla ilgili şikáyetlerin de değerlendirilmesi gerekir. Ergenekon soruşturmasında kamuoyunu rahatsız eden görüntüler oldu. İçeriğini ve nedenleri bilmiyorum, ama bakanlık değerlendirecek. Ancak, böylesine kapsamlı ve Türkiye’nin illegal geçmişini temizlemeye yönelik yapılan olağanüstü bir yargılama sürecinde esas gözden kaçırılmamamalıdır.”

    ’Yıldırma politikası’

    Mustafa Özyürek (CHP Sözcüsü): “Yargıya bir baskıdır. Yargıçları korkutma ve yıldırma politikasıdır. ’Niye böyle karar verdin’ diye teftiş geçirmesi görülmüş bir olay değildir. ’Herkes ayağını denk alsın’ baskısıdır. Sincan Mahkemesi’nin aldığı 2 karar, AKP’yi rahatsız etmişti. Biri başbakanın ’Sayın Öcalan’ davasındaki takipsizliğin kaldırılması, diğeri Cumhurbaşkanı Gül’ün kayıp trilyon davasından yargılanabileceği kararıdır. Yargıçların yasalara ve vicdanlarına göre verdikleri kararlardır. Bu tip kararların itiraz yolları belldir. Ama ’Sen nasıl böyle karar verirsin’ diye teftişe giderek ’Gördünüz mü hoşumuza gitmeyen kararları veren hakimlerin başına neler geliyor’ diye korku salmak istiyorlar. Ergenekon davasıyla ilgili şikáyetler ortada dururken, yakın buldukları kişilerle ilgili soruşturma taleplerini görmezden geliyor, işleme koymuyorlar.”

    ’Kötü şeyler oluyor’

    Mehmet Şandır (MHP Grup Başkanvekili): “Hükümet ile yargının kavgasının çok tipik bir görüntüsünü izlemekteyiz. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nda uzun süren pazarlıklar sonucu anlaşılıyor ki; hükümet verdiği tavizi kendi yetkisi içinde sorguluyor. Sincan savcı ve hakimi yerinde kaldı ama onların üzerine idari baskı kurmaya çalışıyorlar. Türkiye’de kötü şeyler oluyor. İktidarın sevmediği kararları veren hakimler hesap vermek zorunda kalıyor.”

    İnceleme nedeni bir şikáyet

    KAYIP trilyon davasında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül hakkındaki “takipsizlik” kararını kaldırarak yargılanması yönünde karar veren Sincan 1’inci Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Osman Kaçmaz hakkında başlatılan inceleme, mahkemenin diğer üyelerini de kapsıyor. Kaçmaz da müfettişlere ifade verecek.

    Sincan mahkemesindeki teftiş, yakalama emri bulunan bir sanığın, mahkemeye geç çıkarılması gerekçesiyle başlatıldı. Bir yıl kadar önce meydana gelen olayda 18.30 sıralarında Sincan Adliyesi’ne getirilen ancak heyet toplanamadığından nöbetçi mahkemeye çıkarılması için bir gün polis nezaretinde tutulan sanık, şikáyet etti.

    Sincan Adliyesi’nden bir yetkili, Hürriyet’e soruşturmayı şöyle değerlendirdi:

    Soruların yarattığı şüphe

    “Böyle bir şikáyet dilekçesinden yola çıkarak bizi yıldırıp baskı altına almaya çalışıyorlar, ama biz hukukçular bu tür olaylar karşısında daha güçleniyoruz. Müfettişlerin soruları mahkeme heyetinin dinlenip izlendiği şüphesi yarattı. Yasal olmayan yollardan kayda geçirilen görüşmeleri, yasal hale getirmeye çalışıyorlar. Örneğin ’Şurada şunu konuşmuşsun, burada şu görüşmede doğru beyanda bulunmamışsın’ gibi saptamaları var.”

    Müfettişler, Kaçmaz ile görüşen gazeteciler olup olmadığı, bilgilerin kim tarafından ve nasıl sızdırıldığı yönünde de sorular sordu.

    ================

    F Tipi Teftis…/IS

    Bekliyordum…

    Neyi?..

    Neyin ne oldugu dun bizim gazetenin birinci sayfasindaki baslikta cok guzel ozetlenip vurgulanmisti

    Ust baslik:

    Adalet Bakanligi, ‘Gul yargilansindiyen Sincan Agir Ceza Mahkemesine 3 mufettis gonderdi.

    Alt baslik:

    Gozdagi gibi teftis…”

    Haberden birkac satir:

    Adalet Bakanligi, Cumhurbaskani Abdullah Gulun Kayip Trilyondavasindan yargilanmasina karar veren Sincan 1. Agir Ceza Mahkemesinde baskin gibi teftise basladi.”

    *

    Olayi okurlarimiz biliyorlar; pek meshur Kayip Trilyon davasinda Erbakan yargilanip mahkûm olmustu. Suphelilerden Abdullah Gul, o donemde dokunulmazligi oldugu icin yargilanamadi

    Supheli sifatiyla Cumhurbaskani oldu…

    Sincan 1. Agir Ceza Mahkemesi Baskani Osman Kacmaz, Abdullah Gulun yargilanmasi geregini karara baglamisti

    Haberi gazetelerde okuyunca kendi kendime demistim ki:

    – Eyvah…

    Neden eyvah?..

    *

    Cunku AKP, iktidarina ters dusenlerin canina okumak icin elinden geleni yapiyor, devlet yetkilerini de bu amacla kullaniyor…

    Gazeteci mi?..

    Isadami mi?..

    Sirket mi?..

    Yargic mi?..

    Savci mi?..

    Rektor mu?..

    Profesor mu?..

    Sendikaci mi?..

    Birdenbire hic beklemedigi bir yerden saldiriya ugruyor…

    Su sirada denetciler, mufettisler, savcilar, gorevliler AKP iktidarina ters dusen kisi ve kurumlarin aciklarini yakalayabilmek icin seferberlik halindeler…

    *

    F polisi butun bu islerde gizli acik AKPnin emrinde…

    Herkes korkuyor…

    Korku devleti olduk…

    Teknolojik olanaklar da F polisi marifetiyle devreye sokuluyor…

    Devletin yargicina teftis baskini yaptiran iktidar, siradan yurttasa neler de neler yapmaz?..

    Ergenekon davasinda yuz binlerce sayfa, kisilerin ozel telefon gorusmeleriyle dolup tasiyor…

    Peki, devlet adina bu isleri kimler yapiyor?..

    *

    Gunun sorusu bu…

    Poliste gizli bir kadro mu olustu?…

    Dunya capinda orgutlenen Fetonun Turkiyedeki teskilati mi bu isleri ceviriyor?..

    Artik bir devlet memuruna, savcisina ya da polisine bakan yurttaslarin aklina su soru takiliyor:

    – Acaba Fetocu mu?..

    BASINDAN SECMELER

    2

    Son Güncelleme: 30.07.2009
    Sincan’da gözdağı gibi teftiş
    30.07.2009

    Sincan’da gözdağı gibi teftiş

    Gül’ün yargılanmasına karar veren mahkemeye üç müfettiş gönderildi

    Sincan’da gözdağı gibi teftiş

    ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) – Adalet Bakanlığı, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül‘ün Kayıp Trilyon davasından yargılanmasına karar veren Sincan Ağır Ceza Mahkemesi’nde baskın gibi teftişe başladı. Gül kararını veren Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Osman Kaçmaz, rutin teftişlerini geçen yıl geçirdiklerini belirterek, Yapılan teftişin normal olmadığınısöyledi. Adalet Bakanlığı ise Kaçmaz hakkındaki incelemenin Gül kararından önce başlatıldığını açıkladı.

    Adli yargı kararnamesinde görev yeri değiştirilerek daha üst bir göreve atanacağı iddiaları gündeme gelen Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Osman Kaçmaz, yerinde kalırken; krizin çözülmesininhemen ardından Sincan Adliyesi’nde yeni bir gelişme yaşandı. Adalet Bakanlığı’nca görevlendirilen 3 müfettiş Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi’ne baskındüzenledi. Başkan Kaçmaz’ın izinde olması nedeniyle personelin de mahkeme dışına çıkışına izin verilmedi. Bu yolla mahkeme personelinin mahkeme başkanına bilgi aktarmasının engellenmesinin amaçlandığı savlandı. Müfettişlerin, 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nin karar kartonlarını da incelemeye aldığı öğrenildi.

    Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Osman Kaçmaz, rutin teftişlerini geçen yıl geçirdiklerini işaret ederek, Yapılan teftişin normal olmadığınıvurguladı.

    ‘Karardan önce başlatıldı’

    Kaçmaz, 3 müfettiş inceleme yapıyor. İzinde olduğum için sebebini bilmiyorum. Olağan teftiş olup olmadığını bilmiyorum. Bizimle ilgili mi, değil mi onu da bilmiyorumdiye konuştu. Adalet Bakanlığı müfettişlerinin teftiş yaptığı Sincan’daki 1. Ağır Ceza Mahkemesi, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül hakkında Kayıp Trilyon davası kapsamında verdiği karar nedeniyle Cumhurbaşkanı ve hükümetin hedefi haline gelmişti.

    Adalet Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, bugün (dün) bazı televizyon kanalları ve internet haber sitelerinde Adalet Bakanlığı müfettişlerince, Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Kaçmaz hakkında inceleme başlatıldığı yönünde haberlerin yer aldığı belirtildi. Açıklamada şu ifadelere yer verildi: Söz konusu hâkim hakkındaki bir kısım iddialara ilişkin olarak daha önce başlatılan bir inceleme kapsamında, adalet müfettişlerince bugün (dün) mahkemede dosya incelemesi yapılmıştır. Söz konusu inceleme, Sayın Cumhurbaşkanımız hakkında verilen karardan önce başlatılmıştır.

    BASINDAN SECMELER

  • Topçu’dan Gül’e: Lütfen Çin’i arayın

    Topçu’dan Gül’e: Lütfen Çin’i arayın

    BBP Genel Başkanı Yalçın Topçu, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Sincan Uygur Özerk Bölgesinde yaşanan olaylarla ilgili olarak Çin Devlet Başkanını araması gerektiğini belirtti ve ekledi:

     

    BBP Genel Başkanı Yalçın Topçu, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Sincan Uygur Özerk Bölgesinde yaşanan olaylarla ilgili olarak Çin Devlet Başkanını araması gerektiğini belirtti ve ekledi: - cMardin’in Mazıdağı ilçesine bağlı Bilge köyünde 4 Mayısta yaşanan saldırıda hayatı kaybeden imam Kazım Ozan’ın babası İzzet Ozan, Topçu’yu BBP Genel Merkezinde ziyaret etti.

    Topçu, görüşmenin ardından yaptığı açıklamada, Sincan Uygur Özerk Bölgesinde yaşanan olayları ”bir asimilasyon ve soykırım” olarak niteledi.

    Bölgede yaşayan Türklerden uydu telefonu aracılığıyla bilgi aldıklarını dile getiren Topçu, ”Çin, bu denli vahşeti Türkiye Cumhuriyeti yetkilileri gittikten 2-3 gün sonra sahneye koymakta. ‘Türkiye Cumhuriyeti diye bir şeyi tanımıyorum, aklınızın arkasını okuyorum ve o aklınızın arkasındakileri siliyorum’ demektedir” şeklinde konuştu.

    ”Cumhurbaşkanı Gül‘ün Çin Devlet Başkanı’nı telefonla aramasını” isteyen Topçu, şunları söyledi:

    ”Bunun Türkiye’ye getirecek zararı yoktur. Telefon diplomasinin Türkiye Cumhuriyeti devletinin ve milletinin menfaatlerine halel getirmesi mümkün değildir. Sizin derdiniz ne? İnsanlar tavuk boğazlanır gibi boğazlanıyor. Elinizi kolunuzu bağlayan mı var? Çin’den kanserojen oyuncak almasak hayatımız son mu bulur? Giyilmeyen tekstilini almasak bize bir şey mi olur? Sayın cumhurbaşkanı lütfen bu telefonu yapın. Çin Devlet Başkanını arayın ve dünya kamuoyuna görüşmeyi duyurun. Bir telefonunuz oradaki şu an bile devam eden katliamın önüne geçecek.”

    Yalçın Topçu, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, TBMM, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) ile Ankara Sanayi Odasından da konuyla ilgili bazı isteklerinini de aktardı. Topçu, şunları kaydetti:

    ”Başbakan, Türkiye Körfez İşbirliği Konseyi dışişleri bakanlarına bugün yemek verecek. Yemeğin sonunda ‘Çin ile ticareti donduruyorum’ demesi Türkiye’ye bir şey kaybettirmez. Daha sonra da dışişleri bakanına dönüp Rabia Kader’e vize verilmesi yönünde talimat verecek. Ne kaybederiz bundan? Türkiye’nin hangi menfaati yok olur? Bir şey olmaz.

    Meclisteki siyasi partilerin genel başkanları da meclisi olağanüstü toplanması için gerekenleri yapmalı ve gündem Doğu Türkistan’daki mezalim olmalı. Oradan büyük Türk milletinin vicdanı yansıtılmalı. Büyük Türk milletinin vicdanı oradaki mezalimle kanamış bir vaziyette. Buna hiç olmazsa merhem olun. Bunun için kimse sizi kınamaz, kimseye bir şey olmaz. Millet vicdanının sesini dünya kamuoyuna duyurun. Ayrıca, bugün TOBB’un toplantısı var. Çinli iş adamları yatırım için burada. Çinli iş adamlarına Çin’in orada işlediği insan hakları suçları anlatılmalı. Bugün yapılacak Ankara Sanayi Odası meclis toplantısında da olaylarla ilgili kınama çıkmalıdır.”

    Topçu, Kazım Ozan’ın Bilge köyündeki halkın sosyal yaşamına büyük katkı sağladığını belirtti.

    Ölen imamın babası İzzet Ozan ise oğlunun ölümünün ardından Topçu’nun kendilerine yakın ilgi gösterdiğini ve teşekkür etmek için söz konusu ziyareti gerçekleştirdiğini söyledi. Baba Ozan’ın zaman zaman gözyaşlarına hakim olamadığı toplantının sonunda hayatını kaybeden imam için dua okundu.

    Haber7

  • Türk dil bayramı başlıyor

    Türk dil bayramı başlıyor

    Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Türk Dil Bayramı kutlamalarına katılmak üzere Karaman’a gidecek. Karaman Türklerin daimi kültür başkenti ilan edilecek.

    ANKA/ AA

    Ankara- Karamanoğlu Mehmet Bey’in yayınladığı “Bugünden gerü, divanda, dergahta, bergahta ve mecliste ve meydanda Türkçeden başka dil kullanılmayacak” fermanıyla Türk dilinin “devlet dili” olmasının 732. yılında, Karaman “Türk Dünyası Daimi Kültür Başkenti” ilan edilecek.

    Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Türk Dil Bayramı kutlamalarına katılmak üzere Karaman’a gidecek. Cumhurbaşkanlığı’ndan yapılan açıklamaya göre, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül 21 Haziran Pazar günü Karaman’da ilk olarak valiliği ziyaret edecek. Daha sonra Garnizon Komutanlığı, Karamanoğlu Mehmet Bey Üniversitesi ve Belediye Başkanlığı’nı ziyaret edecek olan Cumhurbaşkanı Gül, 732’nci Türk Dil Bayramı etkinlikleri dolayısıyla düzenlenen törene katılacak.

    Karamanoğlu Mehmet Bey ve Türk Dili

    Karamanoğullarının ikinci Beyi Kerim’üd-din Karaman’ın oğlu olan Mehmet Bey’in doğum tarihi bilinmemekte olup 1280 yılında vefat etti. Askeri ve idari yönden bilgili bir devlet adamı olan Mehmet Bey, bilim adamlarını etrafına toplayıp onlara büyük önem vermesi ile tanınmaktadır.

    13. yüzyıl ortalarında Selçuklular, edebi dil olarak Farsçayı, devlet işlerinde Arapçayı kullanırken, halk, öz dilleri olan Türkçeyi kullanıyordu. Mehmet Bey, millet olarak birlikte yaşamanın ilk şartı olan dil birliğinin sağlanmasının gerekliliğine inanıyordu. Bu birliği gerçekleştirmek için Toroslar üzerinde yaşayan bütün Türkmen boylarını çevresinde toplayarak bir ordu oluşturdu.

    Üzerine gönderilen Selçuklu ve Moğol kuvvetlerini büyük bir yenilgiye uğratarak Konya;ya girdi. Burada yaşayan Selçuklu Türkleri, Karamanoğulları ile birlik oldular.

    Kısa zamanda Konya vilayeti ve bazı çevre iller Karamanoğulları hakimiyeti altına girdi. Daha sonra Selçuklu Sultanı İzzettin Keykavus’un oğlu Gıyaseddin Siyavuş’u başa geçiren Mehmet Bey’in kendisi de vezir oldu. İlk önceleri Moğol baskısına başarı ile karşı koymasına birçok kere galip gelmesine rağmen, daha sonraki çarpışmaların birinde iki kardeşi ile beraber şehit düşmüştür.

    İdareciliği sırasında, 13 Mayıs 1277’de, Türkçeyi resmi dil olarak ilan eden fermanını vermiştir.

    Bu fermanda ”Bugünden sonra divanda, dergahda ve bargahta, mecliste ve meydanda Türkçe’den başka dil kullanılmayacaktır” diyerek siyasi ve askeri bir zafer değil aynı zamanda kültürel bir zafer kazanmıştır.

  • Abdullah Gül yargılanacak mı?

    Abdullah Gül yargılanacak mı?

    18.05.2009 Pazartesi 15:10
    Mahkemeden şok karar; Sincan Ağır Ceza Mahkemesi Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ‘kayıp trilyon’ davası ile ilgili olarak yargılanması gerektiğine karar verdi : SABAH GAZETESI HABERI VE ASAGIDA CUNHURBASKANLIGINDAN GEREKLI ACIKLAMAYI BULACAKSINIZ


    <<<<<<<<<<<<<<<<<SON  DAKIKA HABERI >>>>>>>>>>>>>>>>>>


    Cumhurbaşkanlığı Basın Merkezi’nden yapılan açıklamada, Cumhurbaşkanı
    Abdullah Gül’ün ”sanığı olmadığı ve yargılanmadığı bir davadan dolayı
    bazı çevrelerce şüpheli gibi gösterilmeye çalışılmasının iyiniyetle
    bağdaştırılamadığı” belirtilerek, ”Kaldı ki, Anayasaya göre
    Cumhurbaşkanlarının ‘vatana ihanet’ dışında herhangi bir suçlama ile
    yargılanması mümkün bulunmamaktadır” denildi.

    Cumhurbaşkanlığı Basın Merkezi’nden yapılan yazılı açıklamada, Ankara
    Cumhuriyet Başsavcılığının Cumhurbaşkanı Gül hakkında verdiği
    ”Kovuşturmaya yer olmadığına dair karara” ilişkin olarak yapılan
    itiraz üzerine Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı tarafından
    verilen karar nedeniyle açıklama yapılmasına gerek görüldüğü
    belirtildi.

    Açıklamada, şunlar kaydedildi:

    ”Anılan karara konu olan fiil ile ilgili olarak, kapatılan bir siyasi
    partinin genel başkanı, iki genel başkan yardımcısı ve genel muhasibi
    ile 71 il yöneticisi hakkında 1998 yılında dava açılmıştır.

    Sayın Cumhurbaşkanımız hakkında, o tarihte milletvekili dokunulmazlığı
    sebebiyle ceza davası açılmamış, kendisinin ısrarla dokunulmazlığının
    kaldırılması ve yargılanması talebine rağmen dokunulmazlığı da
    kaldırılmamıştır. Bu davanın neticesinde, genel başkan yardımcıları
    ile genel muhasibin suça konu herhangi bir eylemlerinin olmaması
    sebebiyle beraatlerine karar verilmiştir.

    Anılan partinin mali konulardan sorumlu genel başkan yardımcısı ve
    muhasibi bile beraat ederken, o tarihte dış ilişkilerden sorumlu genel
    başkan yardımcısı olan ve partide parasal konularda hiçbir hak, yetki
    ve sorumluluğu bulunmayan Sayın Cumhurbaşkanımızın, sanığı olmadığı ve
    yargılanmadığı bir davadan dolayı bazı çevrelerce şüpheli gibi
    gösterilmeye çalışılması kesinlikle iyiniyetle bağdaştırılamamaktadır.

    CUMHURBAŞKANI SEÇİLMEDEN ÖNCE

    Üstelik, Sayın Cumhurbaşkanımızın milletvekili olarak görev yaptığı
    dönemde, dokunulmazlığının tazminat davası açılmasına engel olmaması
    sebebiyle Maliye Bakanlığı tarafından söz konusu Hazine alacağının
    tahsili için diğer kişilerle birlikte hakkında 1999 yılında tazminat
    davası açılmış; genel başkan yardımcısı sıfatıyla görevinin sınırları
    göz önünde bulundurularak, mali konularda sorumluluğunun bulunmaması
    sebebiyle davanın reddine 19 Nisan 2007 tarihinde, yani Cumhurbaşkanı
    seçilmeden önce karar verilmiştir.

    Kaldı ki, Anayasaya göre Cumhurbaşkanlarının ‘vatana ihanet’ dışında
    herhangi bir suçlama ile yargılanması mümkün bulunmamaktadır.

    Bu sebeplerle, Sayın Cumhurbaşkanımızın milletvekilliğinin sona
    ermesinden sonra Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından, söz konusu
    dosya ile ilgili olarak hakkında verilen ‘Kovuşturmaya yer olmadığına
    dair karar’ ile bu karara karşı yapılan itiraz üzerine Sincan 1. Ağır
    Ceza Mahkemesi Başkanı tarafından verilen kararın bu çerçevede
    değerlendirilmesi gerekmektedir.”

    ===================================================================

    Sincan Ağır Ceza Mahkemesi Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ‘kayıp trilyon’ davası ile ilgili olarak yargılanması gerektiğine karar verdi

    Sincan Ağır ceza Mahkemesi 7 yıl sonra Kayıp Trilyon Davası’nda yargılanan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile ilgili kararını açıkladı. Mahkeme, Gül’ün evrakta sahtecilikten yargılanması ge

    rektiğini belirtti.

    Gül’den 6 yerde şüpheli olarak bahsedilen kararda, “Eğer cumhurbaşkanlarının yargılanmamasını istiyorsanız, Anayasa’da gerekli düzenlemeyi yapın” görüşü ortaya konuldu.

    Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na 7 yıl sonra gönderilen evraktaki kararda, Cumhurbaşkanı yasal imkansızlık nedeniyle yargılanamaz denilmişti.

    Sincan Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararında “Ortada bir suç varsa bunu mahkemeler tartışmalı, bu nedenle bu yargılama yapılmalı denildi.”

    TÜRK: FRANSA’DA DA BENZER BİR DURUM OLMUŞTU

    Eski Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, Sincan Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararını şöyle değerlendirdi:

    “Eski Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’ın, Paris Belediye Başkanlığı sırasında adı yolsuzluklara karıştığı öne sürülmüştü. Fransa’da bu durumun ardından verilen kararda, Cumhurbaşkanı sürecinde yargılanamayacağı fakat zaman aşımı sürecinin de işlemeyeceği vurgulanmıştı.”

    KOCASAKAL: YARGILANMAMALI

    Galatasaray Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Ümit Kocasakal ise kararı şöyle değerlendirdi:

    “Burada mesele şurada çıkıyor. Anayasa’nın 105. maddesinin yorumu. Bu konuyla ilgili iki düşünce var. Birincisi, göreviyle ilgili olmayan kişisel suçlarından dolayı, ki buradaki fiil öyle bir fiil. Bu durumda ceza kanunları herkese eşit uygulanır. Dolayısıyla

    cumhurbaşkanı da kişisel suçlarından sorumludur ve yargılanır. Bir grup bu sonucu çıkarıyor.

    Bir diğer grup, Anayasa’nın bu suskunluğunu Cumhurbaşkanı’na saygıdan olduğunu savunuyor.

    Milletvekili dokunulmazlığıyla ilgili hükümler tatbik olunarak yürütülür deniyor.

    Ben Cumhurbaşkanı’nın kişisel bir suçtan dolayı, sıradan bir vatandaş gibi yargılanabileceğini düşünmüyorum. Milletvekilleri için öngörülen usulün geçerli olduğunu ve olması gerektiğini düşünüyorum açıkçası. Tabi ki aksi görüşte var.”

    ANAYASA KOMİSYONU ESKİ BAŞKANI BURHAN KUZU:

    Sayın Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı olmasından sonra da bir tartışma yaşandı.

    Karma komisyondan bir dosya vardı. Refah Partisi’nin in ‘kayıp trilyon’ davası.

    Onunla alakalı olarak iki genel başkan yardımcısı, biri Abdullah Gül, ikisi hakkında da aynı iddia var.

    İddia ile ilgili olarak o dönemde il başkanlığı yapanlar mahkum oldu. Ama kararda diyor ki mali işlere bakan genel başkan yardımcısı kimse o incelenmeli.

    Fiilen bitmiş bir dava.

    Bu dava yüzde yüz beraatla bitecek bir dava.

    Sincan Ağır Ceza Mahkemesi’nin verdiği bu karar yanlış bir karar.

    Cumhurbaşkanına dokunulmazlık otomatik olarak sağlanmıştır.

    Zaman aşımı işlemez, görev bitince bu süreç tekrar başlayabilir.

  • COK YAKIN TARiHDEN BiR YAPRAK

    COK YAKIN TARiHDEN BiR YAPRAK

    26 Eylül 2008 Cuma 07:06 Politika

    Abdullah Gül’e Amerika’daki Türkler de sitem ettiler: Neden gittin Ermenistan’a

    ŞU YANITI VERDİ: AMACIM TÜRKİYE İLE ERMENİSTAN ARASINDA BİR İKLİM OLUŞTURMAK

    Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Türkiye ile Ermenistan arasında olumlu bir iklim oluşturmayı, bu iklimin aradaki problemleri ortadan kaldırılmasını amaçladığını belirterek, ”bununla ilgili gayet ümitliyim” dedi.

    Cumhurbaşkanı Gül, New York’taki temasları çerçevesinde Amerikan Türk Cemiyetinde (American-Turkish Society-ATS) bir konuşma yaptı ve ardından soruları yanıtladı.

    Gül, Türkiye’nin Ermenistan’ın bağımsızlığını tanıyan bir ülke olduğunu, ancak iki ülke arasında diplomatik ilişkilerin olmadığını ve iki ülke arasındaki sınırların kapalı olduğunu söyledi. Buna rağmen özellikle insani konularda iki ülke arasında bazı faaliyetlerin devam ettiğini belirten Gül, Ermenistan’ın çok zor koşullar altında kaldığında Türkiye’nin 90’lı yıllarda buğday yardımı yaptığını, binlerce Ermeni vatandaşının ekonomik nedenlerden Türkiye’de çalıştıklarını, tasarruflarını ülkelerine gönderdiklerini, iki ülke arasında uçak seferlerinin olduğunu ve bazı kültürel faaliyetlerin devam ettiğini söyledi.

    Gül şöyle konuştu:

    ”Benim son ziyaretim bir futbol maçı vesilesiyle oldu, Sayın Sarkisyan beni cesur bir davranışla davet etti, ve ben de aynı cesaretle karşılık verdim ve gittim. Bu ziyaretimizde sadece maç seyretmedik tabii, çok detaylı bir şekilde hem ikili ilişkileri, hem Kafkasya, hem Azerbaycan, Ermenistan meselelerini konuşma fırsatı bulduk, benim bütün amacım şu, Kafkaslar’da, bölgede, Türkiye ile Ermenistan arasında böyle bir iklim oluşturmak, bu iklim aradaki problemleri yok etsin ve her şey normalleşsin, bununla ilgili gayet ümitliyim.”

    Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan’ın seçilmesinin ardından kendisine bir tebrik mektubu gönderdiğini anlatan Gül, mektubunda yeni bir dönemin açılmasını ümit ettiğini söylediğini belirtti. Gül ”Kendisi de aynı şekilde beni maça davet ederek bu cesareti gösterdi ve ben gittim. Şimdi ümit ediyorum ki Kafkaslar’daki konjektür, Gürcistan-Rusya meselesi, bütün bunlar hepimizin dikkatini şuna çeviriyor ki o da diyalog yoluyla konuşarak problemleri aradan kaldırmak lazım. Problemleri donmuş bir şekilde bırakmak çok tehlikeli, her an patlayabiliyor, buz dağından olmadık büyük problemler ortaya çıkabiliyor” diye konuştu.

    Gül hem Ermeni, hem Azerbaycan, hem de Türkiye’nin bu durumun farkında olduğunu, iyi niyetli olarak görüşmelerin devam ettiğini belirterek, ”Ümit ederim ki sonunda herşey normalleşir” dedi. Gül, ”Aslında bunun bir işareti de dışişleri bakanları yarın üçlü olarak bir araya gelip bizim yaptığımız görüşmelere devam edecek olmaları” şeklinde konuştu.
    ”Diyalog, konuşarak çözülemeyecek hiçbir sorunun da olmadığı kanaatindeyim” diyen Gül, bunun en iyi örneğinin Avrupa olduğunu belirterek,”İkinci Dünya Harbi sırasında 50 milyon insanın birbirini öldürdüğü Avrupa bugün tek bir ülke haline nasıl geldi” şeklinde konuştu.

  • Yiğit Anadolu çocuğuydu

    Yiğit Anadolu çocuğuydu

    Abdullah Gül
    Abdullah Gül

    Yazıcıoğlu’nun öldüğünün resmen açıklanmasıyla birlikte Cumhurbaşkanı Gül BBP Genel Merkezi’ni ziyaret etti.

    Cumhurbaşkanı Gül, helikopter kazası sonucu yaşamını yitiren BBP lideri Muhsin Yazcıoğlu’yla ilgili olarak “Kendisini milletine adamış, prensipli, ilkeli, dürüst, yiğit bir Anadolu çocuğu olarak bilinmiştir” dedi.

    Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu’nun hayatını kaybetmesi nedeniyle BBP Genel Merkezi’ni ziyaret ederek, başsağlığı dileklerini iletti.

    ACABA MUCİZE OLUR MU? DİYE BEKLENTİ VARDI

    Cumhurbaşkanı Gül, partiden ayrılırken, gazetecilere yaptığı açıklamada, şunları kaydetti: ”Maalesef Sayın Muhsin Yazıcoğlu’nu, değerli arkadaşlarını ve gazeteci arkadaşımızı kaybettik. Yarım saat, 1 saat öncesine kadar ‘bir mucize acaba olur mu’ diye bir beklenti vardı. Ama teyit edildi.

    Üzüntümüz çok büyüktür. Millet olarak üzüntümüz çok büyük. Sayın Muhsin Yazıcıoğlu sadece siyaset adamı, sadece Büyük Birlik Partisinin Genel Başkanı olarak değil, büyük bir vatansever olarak kendisini milletine adamış prensipli, ilkeli, dürüst bir yiğit bir Anadolu çocuğu olarak hep bilinmiştir. Ben de öyle bilmişimdir. Sizler de biliyorsunuz, uzun dönem arkadaşlığımız olmuştur. İnanıyorum ki Türk Milleti çok değerli bir evladını kaybetmiştir. Bütün milletimize başsağlığı diliyorum. Başta ailesi olmak üzere bütün arkadaşlarına başsağlığı diliyorum. Allah rahmet etsin bütün hayatını kaybedenlere.

    BÖYLE İNSANLAR AZDIR

    Şu andan sonra yapılacak şey, üzüntüleri paylaşmaktır ve kendilerine dua etmektir. Kaybımız gerçekten büyük, milletimizin kaybı gerçekten büyüktür. Gördüğünüz gibi herkes kendisinin siyasi çizgisinde olsun olmasın, bütün siyasi partiler, herkesin kendisini ne kadar çok sevdiğini açık açık gösterdikleri bir gündeyiz. Böyle insanlar azdır ama ne yapalım ki kader böyle tecelli etmiştir. Kendisini sevgiyle, rahmetle anacağız. Bir kez daha bütün ailesine, tüm akrabalarına ve arkadaşlarına, tüm milletim adına başsağlığı diliyorum.”

    Bu arada, Cumhurbaşkanı Gül, parti genel merkezini ziyaret ederken, dışarıdaki partililer, toplu halde dua etti, Kuran-ı Kerim okudu. BBP Genel Merkezi yakınındaki camiden de sala verildi.

    Yazıcıoğlu'nun öldüğünün resmen açıklanmasıyla birlikte Cumhurbaşkanı Gül BBP Genel Merkezi'ni ziyaret etti. - haber hila
  • GÜL, RUSYA’YA NEDEN GİTTİ?

    GÜL, RUSYA’YA NEDEN GİTTİ?

    Rusya.ru

    Türk basınının bir konudaki istikrarına dikkat çekmek gerekiyor. Basın, AKP ile ne kadar büyük karşıtlık içinde olursa olsun, AKP’nin dış siyaset hamlelerini övmekten geri kalmıyor.

    Türk basınının bu tutumunu, Abdullah Gül’ün Rusya ziyaretinde de görmek mümkün oldu. Ziyaretin Rusya’da büyük ilgiyle karşılandığı, Türkiye ile Rusya arasında yeni işbirliği kapıları açtığı vurgulanıyor; 14 Şubat tarihli Milliyet gazetesi, Türkiye ile Rusya’nın ´güçlü ortak´ oldukları müjdesini veriyordu.

    Ziyaretin Rus kamu kanaatinde büyük yer ettiği yorumları, kuşkusuz abartılıdır. Rus basınında önemli sayılabilecek tek etkinliği, tanınmış gazetelerden Izvestiya gerçekleştirdi ve ziyaretle ilgili bir özel sayı yayımladı. Yalnız, Rus oligarklardan Potanin’e bağlı Izvestiya da, Türkiye’den Zaman gazetesinin teklifi ve ortaklığıyla yayınladığı bu özel sayı dışında, ziyareti öne çıkarmadı. Bunun dışında, Amerikan yanlısı Kommersant’tan başlayarak, Pravda, Vremya Novostei, Nezavisimaya Gazeta gibi anadamar gazeteler, görüşmeleri haber olarak yansıtmakla yetindiler.

    Gürbüzleşen Rusya Siyasası ile Çürüyen Türkiye Siyasası

    Aslında, Rusya’nın, Türkiye’ye özel bir önem atfetmesi de bu koşullar altında mümkün görünmüyor. Rusya, Ağustos savaşından beri, Renkli Darbeler’le açığa çıkmış olan Amerikan-İsrail hamlesine doğrudan karşıt bir program oluşturmuş durumda; programda Türkiye’nin yeri ise ancak ikincil kalıyor.

    Rusya’nın siyasetinde bugün birincil konumu, Ermenistan işgal ediyor; Rusya, Amerikan-İsrail çizgisine çekilmeye çalışılan bu tarihsel müttefikini yitirmek istemiyor (İsrail’in Ermenistan açılımı için: Barış Zeren, Ermenistan, İsrail Çizgisine Nasıl Çekiliyor?, Oda TV, 2 Ocak 2009). Bu bağlamda, Türkiye’nin Ermenistan açılımı, Rusya’yı tam da İsrail açılımıyla denk düştüğü için ve ancak o ölçüde tedirgin ediyordu. Ne de olsa, aslında Türkiye’nin uluslararası telkinlerle yürüyen Ermenistan açılımı, özellikle Karabağ sorununda arabuluculuk arayışları, iki taraftan da kabul görmemişti. Ermeniler bir yana, Azeriler’in tanınmış siyaset uzmanlarından Oktay Sadıhzade, ‘Türkler’in Azerbaycan’ı tutumundan vazgeçirme araçları ve yetenekleri yoktur,’ diyerek, Azeri kamu kanaatinde Türkiye’ye olan yaygın güvensizliği yansıtıyordu. ).

    Rusya’nın, Ermenistan’ı yitirmeme mücadelesinde üstün taraf olduğunu kaydetmek gereklidir. Birincisi, Rusya’nın Ermenistan’la geleneksel bağları bulunuyor; Sarksyan yönetimi, her ne kadar İsrail’le yakınlaşma adına tarihsel adımlar atmışsa da, hâlâ Rusya’ya bağlı kalmakla yükümlüdür. İkincisi, İsrail, her türlü diplomasisini dolaylı yollarla, ‘aracılarla’ ya da ‘arabulucularla’ yürütmek durumunda olduğundan, kararlı bir karşı diplomasiye etkin yanıt üretememektedir. Üçüncüsü, Amerika-İsrail çizgisi hem yıkıcı ekonomik krizle, hem de Bush-sonrası dış siyaseti belirleyememe bunalımıyla sakatlanmış durumdadır; buna karşın Rusya, ana kaynaklarını sıkı devlet koruması altında bulundurduğu için ekonomik krizden daha az etkilendiği gibi, Medvedev yönetimiyle bir siyasal netlik de sergilemektedir.

    Rusya’nın iki milyar dolar yardım karşılığında Kırgızistan’dan Amerika’yı kovması bu üstünlüğün göstergesi oluyor. Dahası, Bağımsız Devletler Topluluğu Ortak Savunma Paktı yöneticisi Nikolay Bordyuja’nın ilan ettiği üzere, şimdi de Ermenistan’ın savunma sanayiine sekiz yüz milyon dolarlık yardımı ve bu ülkeyle ortak füze anlaşması gündemdedir. Gül’ün ziyaret ettiği Rusya, budur.

    Öyleyse, bir yanda izleyeceği yolu netleştirmiş, hedeflerini gerçekleştirecek kaynakları ve tarihsel ilişkileri olan bir ülke, Rusya var; öbür yanda ise, tarihsel siyasetini terk edip Azerbaycan yanlılığından ‘arabuluculuğa’ çekilen, ama iki tarafın da güvenini kazanamayarak ortada kalan, ekonomisi çöküşte bir Türkiye var. Bunlardan birincisinin, ikincisini ‘eşit güç’ sayarak kendi diplomasisine ortak etmesi, ancak ve ancak gerçeklikle bağı kopmuş Türk basınının hayal dünyasında mümkündür.

    Bunu, Rusya ziyareti kapsamında Gül’ün Tataristan yöneticileriyle görüşmesi vakasından daha iyi ne anlatabilir? İsmet Berkan’ın 14 Şubat tarihli Radikal’de sevinçle yazdığına göre, Türk tarafının bir talebi yokken, Rus Devlet Başkanı Medvedev, Abdullah Gül’ü Kazan’da Tataristan yöneticileriyle buluşturmuştur. Gerçekten de tarihte bir ilktir. Rusya, on dokuzuncu yüzyılda Kafkasya’yı fethinden bu yana, bırakalım güçlü zamanlarımızı, en zayıf dönemlerimizde bile, Osmanlı ve Türkiye’yi Tatarlar’dan ayrı tutmaya aşırı özen göstermiş, bunu bir doktrin bellemişti. İlk kez böyle bir durumla karşı karşıyayız ve Rusya açısından Türkiye’nin ne denli ‘zararsız’ görülmeye başladığına işaret olarak anlamak kaçınılmazdır.

    Demek, ABD-İsrail’in peşinde Abdullah Gül’ün Ermenistan açılımı, Türkiye’yi ortada bırakmakla kalmayıp iğdiş etmiş durumdadır; on dokuzuncu yüzyılda Çar I. Nikola’nın gözünde ‘hasta adamdık’, yirmi birinci yüzyılda Medvedev’in gözünde ‘hasiy adamız’; Türk basını sayesinde bunu anlama yeteneğimiz de körelmiştir.

    Türk Sermayesi: Siyasette Yenik, Ekonomide Umutlu

    Rusya, bu önemsiz ziyaretten memnun ayrıldı. Kendisinden ticari ilişkiler dileyen bir ülkeyle oldukça kazançlı bir ticaret anlaşması yapmış, sonuç bildirgesine ‘bölge meselelerine bölge-dışı güçler müdahil olmamalıdır,’ ibaresini koyarak Amerika’ya meydan okumuş, Türkler’in Cumhurbaşkanı makamındaki kişiyi Tataristan yöneticileriyle buluşturarak özgüvenini sergileme fırsatı bulmuş oldu.

    Medvedev, mütebessim halde yanında duran Abdullah Gül’ü göstererek, Obama’ya göz kırpmıştır. Obama’nın 16 Şubat’ta, aniden ve telaşla Türkiye’nin ABD için önemini vurgulaması, Rusya’nın bu diplomatik tacizinin etkili olduğunu gösteriyor. İç ve dış basında okuduğumuz, ‘Türkiye Rusya yörüngesine giriyor,’ yollu abartılı yorumlar, Beyaz Saray ve Tel Aviv’deki bir siyasal bunalımın kamu kanaatindeki uzantısıdır. Türkiye’yi yöneten kadroların ABD yörüngesinden sapacak cürete sahip olmadıklarını unutmak, böyle bunalımlı bir diplomasiye yakışıyor.

    Rusya, bir dolu taleple kendisini ziyaret eden Abdullah Gül’ün sırtını sıvazladı; siyaseti iflas eden Türk sermayesini bölge pazarından dışlamayacağı izlenimini verdi. Türk siyaseti tüm kişiliğini yitirirken – Türk-Rus İş Konseyi Başkanı Cem Kozlu’nun ‘ziyaretin olumlu etkilerinin önümüzdeki günlerde daha iyi görüleceği’ yollu heyecanlı aktarımlarından anlaşıldığı üzere – Türk sermayesi umutlu ayrıldı.

    Türk basınının memnuniyetinden gerçekliği değil, bu umudu okuyorduk.

  • Abant’dan Erbil’e konsolosluk çıktı!

    Abant’dan Erbil’e konsolosluk çıktı!

    Almina Türkcan

    [alminaturkcan@gmail.com]

    Ref:   https://www.turkishnews.com/tr/content/2009/02/16/turk-kurt-konferansi-abant-platformu-kuzey-irakta/

    Atı alan üsküdarı çoktan geçmiş. Barzaninin Kendi bayrakları yasaları bölgesel meclisleri bile çoktan kurulmuş.Hepimize hayırlı olsun..Hatta tüm dünya buraya konsolosluk açmak istiyormuş.. Öyleki petrol anlaşmalarını bile kendileri yapıyor yani artık özerk bile değiller dış işlerinide kendileri idare eden bağımsız devlet olma yolundalar. Kerküğü de kendilerine kattılar. Barzaninin ve Fethullah ın kürdistan da kurduğu kürt üniversitelerine her yıl yüzlerce kürt kökenli Türk vatandaşı gidiyor.Fethullah Efendi de mesajını göndermiş toplantıya….

    Sonunda Saidi Kürdinin yolunda adım adım ulaşıyorlar hayallerine…

    Bugün Ağa babaları Hüseyin Barak Obama da aramış  başarılarından dolayı tebrik etmiş Erdoğanla Gül ü..

    birde Anayasayı değiştirdiler mi böylece diyarbakırı da verirler olur biter..

    Biz daha hala ” IRAK IN TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜNÜ DESTEKLİYORUZ ”diye ekranlarda boy gösteren ikiyüzlü siyasetin en büyük kahramanı başbakanın masallarıyla uyutulmaya devam edelim..

    Hadi bize geçmiş olsun!

    Almina Türkcan

  • Erivan seyahati uğruna suçlamaları meşrulaştırmayın

    Erivan seyahati uğruna suçlamaları meşrulaştırmayın

    MURAT BARDAKCI , HABER TURK
    05.09.2008 17:23
    Cumhurbaşkanı Abdullah Gül yarın Ermenistan’a gidecek ya, güzide basınımız Erivan seyahati konusunda ahkâm kesmekle meşgul. Ermeni meselesinin geçmişini bilen bilmeyen kim varsa birşeyler yazıyor, fikir veriyor, derin yorumlar yapıyor.

    Yorumlara hakim olan hava, şöyle: Türkiye’nin başına senelerden buyana yeteri kadar dert açmış olan Ermeni meselesi zaten çok uzamıştır, başımız gün geçtikçe daha da fazla ağrıyacaktır, dolayısıyla ayağımıza kadar gelmiş olan bu yakınlaşma fırsatını değerlendirmemiz ve biraz da alttan alıp işi tatlıya bağlamamız gerekmektedir! Hele, Türk ve Ermeni cumhurbaşkanları 1915’te can verenlerin hatırasına stadyumda bir dakikalık saygı duruşu yaptıkları takdirde, senelerden buyana devam eden tansiyon düşecek, meselenin halli konusundaki en önemli adım atılmış olacaktır.

    Ve en önemlisi: İşlerin bu hâle gelmesinin sebebi sadece Türkiye, daha doğrusu Osmanlı Devleti’dir; zira 1915’te Ermeniler’e karşı çok fena işler etmişizdir.

    Aydın yazarlarımız Ermeni meselesini bu şekilde yorumluyor, çözümü de böyle gösteriyorlar.

    Türkiye’de, 1915’te çok acı hadiseler olduğu, doğrudur… Bu hadiseler yüzünden yüzbinlerce kişi evini-barkını, memleketini ve çok daha önemlisi hayatını kaybetmiştir. Anadolu’nun nüfus yapısı büyük ölçüde değişmiş, bu değişme birçok sosyal çalkantıya ve 90 küsur sene sonra, günümüzde de devam eden bir “Ermeni meselesi”ne sebebiyet vermiştir.

    Talât Paşa’nın bende bulunan ve çok yakında tamamını yayınlayacağım belgelerine dayanarak ve açıkça söyleyeyim: 1915 yılında tehcir edilen Ermeni sayısı 924 bin, Ermeni nüfusta 1914 ile 1916 arasında görülen azalma ise maalesef daha fazla, 950 bin civarındadır.

    Ama, tehcir öncesi ile sonrasındaki nüfus arasındaki bu yüksek farkın tehcir sırasında bu kadar kişinin hayatını kaybettiği şeklinde yorumlanmaması gerekir. Zira, bu sayıya çeşitli sebeplerden dolayı ölenlerin yanısıra Osmanlı topraklarını terkederek başka memleketlere, özellikle de Rusya’ya, Güney Amerika’ya ve Avrupa ülkelerine göçedenler de dahildir ve bu kişilerin bir kısmı 1918 sonrasında dönmüştür.

    O halde 1915’te bütün bunların yaşanmasının sebebi nedir?

    İşte, “Ermeni meselesini artık alttan alarak halletmemiz gerekir” diyenlerin bir türlü düşünmedikleri yahut düşündükleri halde her nedense söylemedikleri husus, yani meselenin temeli buradadır.

    Tehcir döneminin Dahiliye Nazırı, yani İçişleri Bakanı ve sonranın Sadrazam’ı Talât Paşa, tehcirin ilhamını gördüğü bir ruyadan alıp uykusundan uyanır uyanmaz “Bugün şu Ermeniler’i bir güzel süreyim” dememiştir. Sadece Talât Paşa değil, o devirde Türkiye’nin kaderini elinde bulunduran İttihad ve Terakki’nin Doktor Nazım yahut Bahaeddin Şakir Beyler gibi liderlerinden hiçbiri bu işe durup dururken kalkışmamışlardır. Tehcir, o tarihe kadar çeyrek asır boyunca devam etmiş ve çoğu son derece kanlı şekilde yaşanmış olan ardarda gelişmelerin zorunlu bir neticesidir.

    Dünya Savaşı’na girmiş ve sınırlarının hemen tamamı cephe halini almış bir ülkeyi, yani o günlerin Osmanlı İmparatorluğu’nu düşünün… Doğu’da Rus Ordusu’na karşı son derece kanlı çarpışmalar devam ederken senelerdir zaten isyan halinde olan azınlık gruplardan biri savaşı fırsat bilerek cephenin hemen gerisinde bağımsız bir devlet kurmak istiyor… Bu yoldaki bütün hazırlıklar tamamlanıyor ve üstüne üstlük hem savaşan orduya arkadan saldırılılar başlıyor, hem de erkekleri askere gittiği için savunmasız kalan Türk köylerinde katliamlar yaşanıyor… Sınırlarda savaşan birliklerin kumandanları Genelkurmay’a ve Savaş Bakanlığı’na hemen her gün “Köyünün saldırıya uğradığını işiten askere hâkim olamıyoruz. Silâhlarıyla beraber firar edip memleketlerine gidiyorlar. Tedbir almazsanız orduyu iç taraflara doğru çekmek zorunda kalacağız” meâlinde telgraflar gönderiyorlar.

    1915 tehciri öncesinde, Anadolu’nun doğusunda işte bunlar yaşanmış ve tehcir kararı, köylerdeki karşılıklı kıtalin üzerine Van’da Rus destekli müstakil bir Ermeni Devleti kurulmasına ramak kalmışken alınmıştır. Yani, devlet, meşru müdafaa hakkını kullanmak ve tehcir kanununu çıkartıp uygulamak zorunda kalmıştır. Bu yazdıkların aydın, entelektüel, düşünür, sivil toplumcu yahut barış aktivisti olduğuna inanan zevât tarafından “şovenist”, “ilkel”, “ucuz” veya “basit” olarak nitelense de, işin aslı böyledir.

    Ve, netice: 1915’te yaşananların bir facia olduğunu reddedilmesi ve Türkiye ile Ermenistan gibi iki sınır komşusunun, aralarında 80 küsur seneden buyana devam eden bu tuhaf soğukluğa artık bir nihayet vermelerinin zamanının çoktan gelmiş olduğuna karşı çıkılması tabii ki akıl kârı bir iş değildir. Ama, Ermenistan ile yakınlaşma ve dolayısıyla da Batı’dan prim sağlama uğruna bundan 93 sene önce kullanmak zorunda bırakıldığımız meşru müdafaa hakkını bir cinayetler zinciri olarak göstermeye ve böylelikle Türkiye’yi soykırım gibi aşağılık bir suçlamanın hedefi yapmaya da kimsenin hakkı yoktur.

    muratbardakci@haberturk.com