Etiket: Abdullah Gül

  • Obama Yeni Afganistan Stratejisini Açıkladı

    Obama Yeni Afganistan Stratejisini Açıkladı

    Wednesday, 02 December 2009 08:14

    ABD Başkanı Barack Obama, haftalardır beklenen yeni Afganistan stratejisini açıkladı. Afganistan’a 30 bin ek asker gönderilecek, çekilme işlemi ise 2011 Temmuz’dan itibaren başlayacak. Açıklama öncesi Beyaz Saray’da telefon ve video konferans trafiği de yoğundu. Obama, Afganistan Cumhurbaşkanı Karzai ve müttefik ülkelerin liderleriyle görüştü. ABD’nin Afganistan’da “sonsuz bir savaş” yürütmeye ve bu ülkeyi işgal etmeye niyeti olmadığını söyleyen Obama, ülkesinin Afganistan’daki varlığının Vietnam’a dönmeyeceğinin sözünü verdi.

    Obama, New York West Point Askeri Akademisi’nde yeni Afgan stratejisini açıkladığı konuşmasında, “Başkomutanınız olarak, Afganistan’a 30 bin takviye Amerikan askerinin gönderilmesinin hayati ulusal çıkarımıza olduğuna karar verdim” dedi.

    Takviye askerlerin 2010 yılının ilk yarısında Afganistan’a mümkün olan en süratli biçimde konuşlanacağını, böylece direnişi hedef alabileceklerini ve önemli yerleşim birimlerinin güvenliğini sağlayabileceklerini belirten Obama, “18 ay sonra askerlerin evlerine dönmeye başlayacağını” bildirdi.

    “Yeni stratejinin 3 ana hedefi”

    Obama, yeni stratejisinin üç ana hedefinin bulunduğunu ifade ederek, bunları El Kaide’nin güvenli barınak imkanına erişmesinin engellenmesi, Taliban’ın sağladığı ivmenin tersine çevrilmesi ile Afgan hükümetini devirebilme kapasitesine ulaşabilmelerinin önlenmesi ve Afgan güvenlik güçleriyle hükümetinin güçlendirilmesi olarak sıraladı.

    “Yeni politikasının, Afganistan’daki savaşı başarıyla sonuçlandırmak olduğuna” işaret eden Obama, “El Kaide’nin güvenli barınak imkanına erişmesine engel olmalı, Taliban’ın sağladığı ivmeyi tersine çevirmeli, Afganistan güvenlik güçlerinin ve hükümetinin kapasitesini güçlendirmeliyiz” dedi.

    “Afganistan kaybedilmedi”

    “Yaşanan tüm zorluklara ve Taliban’ın kazandığı ivmeye” rağmen, “Afganistan’ın kaybedilmediğinin” altını çizen Obama, ülkesinin Afganistan’daki ana hedefinin El Kaide terör şebekesinin yenilgiye uğratılması olduğunu kaydetti.

    Obama, El Kaide’nin Afganistan’da 11 Eylül’den önceki rakamlara ulaşmadığını, ancak sınır boyunca güvenli barınak imkanları edinebildiğini belirtti.

    “11 Eylül’de saldırıya buradan uğradık, yeni saldırılar da buradan tezgahlanıyor” ifadesini kullanan Obama, “ABD ve Amerikan halkının güvenliğinin Afganistan’da tehlikede olduğunu düşünmesem, her bir askerimizin yarın evine dönmesi için memnuniyetle talimat verirdim” dedi.

    Başkan Obama, askerlerin sayısının artırılmasının, Afgan güvenlik güçlerinin eğitilmesine dair kapasitelerini artıracağını, ABD’nin sorumluluğu Afganlara devretmesine ilişkin koşulların yaratılmasına katkı sağlayacağını kaydetti.

    “Sonsuz bir savaş ya da işgal niyetimiz yok”

    Afganların güvenlikleri için sorumluluğu devralması gerektiğine işaret eden Obama, ABD’nin Afganistan’da “sonsuz bir savaş” yürütmeye ve bu ülkeyi işgal etmeye niyeti olmadığını söyledi.

    Konuşmasında, NATO üyesi müttefiklerine de çağrıda bulunan Obama, “Dostlarımız Afganistan’da bizimle birlikte savaştı ve hayatlarını kaybettiler. Şimdi, bu savaşı başarıyla sonlandırmak için bir arada olmalıyız. Tehlikede olan basit bir biçimde sadece NATO’nun güvenilirliğinin testi değil, tehlikede olan, müttefiklerimizin ve dünyanın ortak güvenliği” diye konuştu.

    ABD’nin müttefiklerinin de önümüzdeki günlerde takviye birlikler göndereceğinden emin olduğunu ifade eden Obama, “Amerikan askerleri ve NATO müttefiklerinden de beklenen ekstra kuvvetler, sorumluluğun Afgan güçlerine devri sürecini hızlandırmamıza ve Temmuz 2011’de Afganistan’daki askerlerimizin bu ülkeden çıkışı sürecine başlamamıza olanak verecek” diye konuştu.

    Afganistan’ın istikrarlaştırılması ve yönetimindeki yolsuzluğu temizleme gayretlerini sürdürme taahhüdünü yineleyen Obama, bu ülkenin El Kaide lideri Usame Bin Ladin ve terör örgütü için güvenli barınak haline gelmesini engelleme taahhüdünde bulundu.

    “Afganistan Vietnam’a dönmez”

    Obama, Afganistan savaşını Vietnam savaşına benzeten yorumları reddederek, ikisine dair karşılaştırmanın “tarihin yanlış okunmasının bir sonucu” olduğunu belirtti. Obama, ülkesinin Afganistan’daki varlığının Vietnam’a dönmeyeceğinin sözünü verdi.

    Vietnam’ın tersine, ABD’ye Afganistan’da, 43 ülkenin içinde yer aldığı bir koalisyonun da katıldığına ve geniş kapsamlı, yaygın bir direnişle karşılaşılmadığına dikkati çeken Obama, Vietnam ile Afganistan arasındaki en büyük farkın, “Amerikan halkının Afganistan’dan zalimce saldırıya uğraması ve El Kaide tarafından bir hedef olarak görülmesi” olduğunu söyledi.

    “Yeni stratejinin maliyeti 30 milyar dolar”

    Obama, Afganistan’a dair bu yeni yaklaşımlarının bu yıl yaklaşık 30 milyar dolara mal olacağını, bu konuda Kongre ile yakın çalışma içinde olacağını da bildirdi.

    Başkan Obama, ülkesinin Afganistan’a yönelik stratejisinin Pakistan’ı da içine alması gerektiğini vurguladı.

    “ABD ve Pakistan’ın ortak düşmanı olduğunu” kaydeden Obama, “Afganistan’da bir kez daha kanserin yayılmasını önlemek için bulunuyoruz. Aynı kanser, Pakistan’ın sınır bölgesinde de kök saldı. Bu nedenle, sınırın her iki tarafından işleyen bir stratejiye ihtiyacımız var” ifadelerini kullandı.

    Afganistan stratejisini gözden geçirme süresinin uzun sürdüğü ve takviye Amerikan askerlerinin konuşlanmasını geciktirdiği eleştirilerini de kabul etmeyen Obama, salonda bulunan ve bazıları Afganistan’da savaşmış olan askerlere hitaben, “Başkomutanınız olarak, size, net tanımlanmış ve hizmetlerinize layık bir misyon borçluyum” dedi.

    Obama, bunun için derinlemesine bir gözden geçirme çalışması yürüttüğünü, ekibiyle birlikte, zor soruları sorup bütün seçenekleri ele aldıklarını belirtti.

    Obama, komutanların sunduğu seçeneklerin hiçbirinin 2010’dan önce asker konuşlanmasını öngörmediğini, gerekli kaynakların yollanmasında bir gecikme olmadığını vurguladı.

    Kabil memnun

    * Afganistan Devlet Başkanı Hamid Karzai kararı desteklediğini belirtti. Afgan Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Muhammed Zahir de, AFP’ye yaptığı açıklamada, bakanlığın ABD’nin Afganistan’la ilgili bu yeni stratejisinden memnun olduğunu söyledi.

    * İngiltere Başbakanı Gordon Brown, “uluslararası koalisyon üyelerini ABD Başkanı Barack Obama’nın Afganistan stratejisi etrafında birleşmeye” çağırdı. Brown,  “Müttefiklerimizi Obama’nın stratejisi etrafında birleşmeye çağırıyorum. İngiltere, Afganistan kampanyası için diğer ülkelerin de askeri birlik göndermesi için üzerine düşeni yapmayı sürdürecektir. Bir sonraki önemli aşama, Londra’da Afganistan’la ilgili yapılacak ve 43 koalisyon ülkesinin davet edileceği 28 Ocak’taki toplantıdır” dedi.

    * Japonya, Obama’nın Afganistan’a 30 bin ek Amerikan askeri gönderilmesi kararına destek verdi ve savaş yüzünden harap olmuş ülkenin yeniden inşasına askeri yönden değil, sivil yönden katkı sağlamaya hazır olduğunu bir kez daha bildirdi. Japon hükümet sözcüsü Hirofumi Hirano, “Daha önce açıkladığımız gibi Japonya, Afganistan’ın yeniden inşası için 5 milyar dolar yardımda bulunmaya ve Afganistan’ın kalkınması ve istikrarı için ABD ve diğer ülkelerle işbirliği yapmaya hazırdır” dedi. İkinci Dünya Savaşından sonra, ABD’nin mağlup ettiği Japonya’ya dayattığı anayasa, Japonya’nın yabancı ülkelere asker yollamasını yasaklıyor.

    * Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy de Obama’nın kararına tam destek verdi ve kararı “cesur ve aklı başında” olarak niteledi. Sarkozy, ülkesinin müttefiklerle birlikte gerektiği sürece Afganistan’da kalıp Afgan halkına yardım edeceğini belirtti.

    * ABD’nin Afganistan’a ek asker gönderme kararını “Afganistan ve NATO için doğru bir karar” olarak niteleyen NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen de, “NATO ülkelerinin karara önemli katkılarda bulunacağından eminim”, dedi.

    * Avustralya Savunma Bakanı John Faulkner, Obama’nın kararına destek verdi, ancak ülkesinin Afganistan’a ek asker yollamayacağını sözlerine ekledi. Afganistan’daki uluslararası koalisyon gücünde halen 1500 Avustralya askeri görev yapıyor.

    * Kosova Cumhurbaşkanı Fatmir Seydiu ve Başbakan Haşim Taçi, ABD Başkanı Barack Obama’nın Afganistan’a takviye asker gönderme kararını desteklediklerini açıkladı.

    General McChrystal: “Bana belirgin bir görev verildi”

    Bu arada ABD’nin Afganistan’daki güçlerinin komutanı General Staney McChrystal, Başkan Barack Obama’nın yeni Afganistan stratejisi kapsamında bu ülkedeki Amerikan askerlerinin sayısını 30 bin artırma kararı ve çekilme için zaman takvimi vermesinden memnun olduğunu bildirdi.

    McChrystal, yaptığı açıklamada, takviye güçlerinin nihayetinde Afgan güvenlik güçlerinin eğitimini hızlandıracağını, şehir ve kasabaları koruyacağını söyledi. Ana çabalarının Afgan askerlerinin eğitilmesi olduğunu bildiren McChrystal, Afgan ordusundaki asker sayısının mevcut sayının iki katından fazlası olan 400 bin rakamına ulaşması için 4 seneye ihtiyaç olduğunu söyledi.

    Afganistan’daki operasyonlarının başarısının Afgan halkının kafasında şekilleneceğini ifade eden General, buradaki başarının öldürülen kişilerin sayısı ve yıkılan evlerin sayısıyla değil, ikna edilen insanların sayısı ve okula giden çocukların sayısıyla bağlantılı olduğunu vurguladı.

    McChrystal, Obama’nın taahhüt ettiği takviye asker sayısının tam da ihtiyaçları oranında olduğunu belirterek, Obama’nın 18 ay sonra Afganistan’dan askerlerini çekmeye başlayacakları açıklamasına da kesinlikle destek verdiğini ifade etti.

    Söz konusu zaman diliminin mutlak olmadığını, 18 ayda herkesin ayrılacağı anlamına gelmediğini vurgulayan McChrystal, Başkanın Afganistan ile uzun süreli stratejik ortaklıkla ilgili görüşlerini açıkladığını, bunun her türlü yardımı kapsadığını kaydetti.

    McChrystal, buradaki ana kavramın Afgan güvenlik güçlerinin kapasitesini yükseltmek ve devamında da koalisyon askeri güçlerine duyulan ihtiyacın azalması olduğunu hatırlattı. McChrystal, Taliban’ın 18 ayda “erimesi” durumunun, Afganistan hükümetine etkililiğini göstermek için bir pencere açacağını bildirdi.

    NATO, Afganistan’a 5 bin asker gönderecek

    Bu arada ABD’nin, Afganistan’a 30 bin kişilik ek asker gönderme kararından sonra NATO da bu ülkeye 5 bin asker daha göndereceğini açıkladı.

    NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen, NATO ülkelerinin ve müttefiklerinin, Afganistan’a en az 5 bin asker göndermesini beklediğini belirterek, bu sayının bir kaç bin fazla olabileceğini de söyledi.

    ABD Başkanı Barack Obama’nın, Afganistan’a gönderilecek asker sayısının artırılarak 30 bine çıkartıldığı yönündeki açıklamasını değerlendiren Rasmussen, Obama’nın açıklamasının ABD’nin yeni Afganistan politikası ve yaklaşımını yansıttığını belirterek, “Bunun Afganistan ve NATO için doğru bir karar olduğunu düşünüyorum” dedi.

    Rasmussen, “Afganistan konusunun ABD’nin yalnız başına üstlendiği bir görev olmadığını” da söyledi.

    Afganistan’daki Amerikan ve NATO güçleri komutanı General Stanley McChrystal’e göre, Taliban ile mücadele etmek için ek 40 bin askere ihtiyaç bulunuyor. Ülkede ise halen 68 bini Amerikan olmak üzere 110 bin kişilik yabancı askeri güç bulunuyor.

  • Ergenekon, Gülen´in ürünü !…Gareth Jenkins

    Ergenekon, Gülen´in ürünü !…Gareth Jenkins

    gulen desifre

    Yazdığı kitapla,Türkiye´deki gelişmelere ışık tutan ve özellikle ´Ergenekon´adı verilen dava süreçi ile ilgili olarak ilginç tespitlerde bulunan Gazeteci Gareth Jenkins, CNN Türk TV´de ´5 N k Bir K´da Cüneyt Özdemir´in sorularını cevapladı ve Türkiye´deki gelişmeleri büyük skandal ve siyasi olarak değerlendirdi.
    Davanın büyük bir ihtimalle AHİM´den geri döneceğini söyleyen Jenkins, önemli ipuçları verdi ve açıklamalarda bulundu.
    20 yıldır Türkiye´de yaşayan ABD´li gazeteci-yazara göre Ergenekon, Gülen´in ürünü !
    “Ergenekon soruşturması paranoya ve siyasallaştırılmanın bir ürünüdür.” Bu görüş 20 yıldır Türkiye´de yaşayan gazeteci – yazar Gareth Jenkins´e ait.

    CÜNEYT ÖZDEMİR´E ÇARPICI AÇIKLAMALARDA BULANAN JENKİNS´İN AÇIKLAMALARININ DETAYLARINI BİRLİKTE OKUYALIM:
    Ergenekon iddianamelerini okuyan az sayıda kişiden biri olduğunu söyleyen Jenkins Ağustos ayında “Türkiye´nin Ergenekon Soruşturması: Gerçekle Fantezi Arasında” başlıklı bir rapor yayınlamıştı.

    Öte yandan ;Voice of America´dan (Amerika´nın sesi)Barış Omarlı´nın da haberine göre; Kongre´nin bir toplantı salonunda Arı Vakfı tarafından düzenlenen konferansa katılan Jenkins, raporunu özetledi. Jenkins, şahsına yöneltilen eleştirilere yanıt verirken, Ergenekon soruşturmasını destekleyenler ile Ergenekon soruşturması ve yargılamanın yapılış tarzına şüpheyle yaklaşanların söz almaları ve soru sormaları salonda elektrikli bir hava yarattı.
    Jenkins soruşturmanın siyasallaştırıldığını, 5800 sayfayı bulan iddianamelerin tutarsızlıklarla dolu olduğunu ve soruşturmanın bu şekilde yürütülmesinin adalet sistemini zedeleyeceğini savunuyor.
    Jenkins, Ergenekon soruşturmasının, bazı kesimlerin ifade ettiği gibi Türkiye´nin derin devleti veya karanlık geçmişiyle yüzleşmesi olmadığını düşünüyor.
    İddianamelerde Ergenekon diye bir örgütün olduğuna dair delil gösterilmediğini söyleyen Jenkins, Türkiye´de son 20 – 30 yıl içinde yaşanan bütün siyasi cinayetlerin bu soruşturma kapsamına alınmasını sorguluyor. Jenkins, Ümraniye´de bir gecekonduda el bombaları bulunmasının ardından savcıların ellerinde delil olmadan bütün bu cinayet davalarının dosyalarını istediğini söylüyor. Yani Jenkins´a göre savcılar Ergenekon örgütünün var olduğu ve bütün siyasi cinayetlerin arkasında bulunduğu varsayımına göre hareket ediyor.
    Bununla birlikte Jenkins, Türkiye´de derin devletin bir gerçek olduğunu, çetelerin bulunduğunu ve bunların üzerine bir çeşit hakikat ve uzlaşma komisyonuyla gidilebileceğini söylüyor. Jenkins, derin devletin tek bir örgüt olmadığını, Türkiye´de çetelerin istediğini yaptığı bir “dokunulmazlık kültürünün” var olduğunu savundu.

    ´İddianameler Tutarsızlıklarla Dolu´

    Cüneyt Özdemir´e önemli açıklamalarda bulunan Gazeteci yazar Gareth Jenkins, iddianamelerin aceleyle hazırlandığını, kötü bir dille yazıldığını, komplo teorilerine ve varsayımlara dayandırıldığını belirtirken varlığı savunulan Ergenekon örgütünün yapısı, finans kaynağı konusunda hiç bilgi verilmediğini söylüyor.

    “Savcılar ve basında bu soruşturmayı destekleyenler, Türkiye´de son 20 – 30 yıl içinde kötü giden her şeyin sorumlusu olan dev bir örgütün ortaya çıkarıldığını söylüyorlar,” diye konuşan Jenkins, “Oysa, iddianamede bu örgütün varlığını gösteren tek bir delil sunulmadığını” söyledi.
    Raporunda ilk iki iddianamede yer alan tutarsızlıkları özetleyen Jenkins, konuşmasında bunlardan bazı örnekler verdi.

    ÖRNEKLER SUNDU
    Jenkins, birinci iddianamede eski İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu´nun Ergenekon örgütüne üyeliğinin bir ayı aşkın sürede 26 ayrı kişiyle yaptığı 32 telefon görüşmesinden alıntılar yapılarak kanıtlanmaya çalışıldığını söylüyor.

    Jenkins, yine birinci iddianamenin 412. sayfasında Ergenekon örgütünün suikast hedefleri listesinin yer aldığını; daha sonra bu suikast listesinde adı olan bazı insanların soruşturma kapsamına alındığını belirtiyor. “Örgütün suikast listesinde yer alan isimlerin aynı zamanda örgüt üyesi olduğunun” iddia edildiğini kaydeden Jenkins, “birinci iddianamede adı suikast listesinde olan emekli Orgeneral Şener Eruygur´un ikinci iddianamede örgütün lideri olduğu belirtiliyor,” diyor.

    Jenkins, ikinci iddianamede Ergenekon örgütünün PKK, DHKP-C ve Hizbullah terör örgütlerini de kontrol ettiğinin iddia edildiğini belirtiyor.

    Raporunda bu ve bunun gibi örnekleri yayınlayan Jenkins, üçüncü iddianamede de “paranoya ve mantıksız” unsurların bulunduğunu savunuyor. Ancak Jenkins, üçüncü iddianamede suikast planlarını içeren belgelerin de yer aldığını, bunların ciddiye alınması gerektiğini düşünüyor. Bununla birlikte, Jenkins, üçüncü iddianamede de Ergenekon örgütünün varlığını kanıtlayacak bir delil bulunmadığını savunuyor.

    Jenkins, gözaltına alınan veya tutuklanan insanlar arasında bağ kurmanın zor olduğunu ancak bu listenin hükümete muhalif isimlerden oluştuğunu belirtiyor. Jenkins, “Benim değerlendirmeme göre hakkında suçlama yapılan 194 kişiden olsa olsa 15 – 20´si suç işlemiş olabilir. 50 – 60 kadarı, görüşlerini tatsız bulduğum ultra-milliyetçilerden oluşuyor. Geri kalanı suçsuz,” diye konuştu.

    Türkiye´de Siyasi Kutuplaşma

    Türkiye´deki siyasi kutuplaşmanın ciddi bir tehlike olduğunu kaydeden Jenkins, soruşturma şeklinin “son derece endişe verici” olduğunu söyledi. Jenkins Türkiye´de iki farklı otoriter eğilimin mücadele ettiğini düşünüyor.

    Gazeteci yazar Gareth Jenkins, “toplum içindeki siyasi kutuplaşmanın yargı sistemine de girdiğini” söylüyor.

    Jenkins, Başbakan Erdoğan´ın bu süreci yönetmediğini, ancak soruşturmanın bu şekliyle sürmesine izin verdiğini savundu, soruşturmanın arkasında Fetullah Gülen hareketinin olduğunu ileri sürdü.

    ´İddianameleri Okuyun´
    Gazeteci – yazar Gareth Jenkins Ergenekon soruşturması konusunda yorum yapan çoğu insanın iddianameleri okumadığını söyledi, daha fazla yorumcunun iddianameleri okuması ve daha geniş değerlendirmelerin yayınlanması gerektiğini kaydetti.
    türk basının da geniş yankı bulan raporu ile ilgili olarak Jenkins,´ bazı kesimler beni çoktan damgaladı.Ben onlara göre  casusum.Malum dış güçlerin adamıyım´diyerek, son iddianamenin yayınlanması ile raporunu da genişletmek istediğini duyurdu.

  • Ürdün ile vize kaldırıldı

    Ürdün ile vize kaldırıldı

    Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Ürdün Kralı Abdullah, başbaşa görüşmelerinin ardından heyetler arası görüşmelere başkanlık etti. Görüşmelerin ardından, Türkiye ile Ürdün Hükümetleri Arasında Vizelerin Karşılıklı Olarak Kaldırılmasına Dair Anlaşma, Gül ve Abdullah’ın huzurunda imzalandı.

    Hummar Sarayındaki karşılama töreninin ardından Cumhurbaşkanı Gül, Kral Abdullah ve eşleri bir  başbaşa görüştü. Daha sonra heyetler arası görüşmelere geçildi.

    Heyetler arası görüşmelerin ardından Cumhurbaşkanı Gül ve Kral Abdullah’ın huzurunda, “Türkiye Cumhuriyeti ve Ürdün Krallığı Hükümetleri Arasında Serbest  Alanı Tesis Eden Ortaklık Anlaşması”, “Türkiye Cumhuriyeti ve Ürdün Krallığı Hükümetleri Arasında Vizelerin Karşılıklı Olarak Kaldırılmasına Dair Anlaşma”, “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Ürdün Krallığı Hükümeti arasında Gümrük Konularında Karşılıklı İdari Yardım Anlaşması” imzalandı.

    Anlaşmalara, Türkiye adına Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf ile  ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün imza koydu.

    turkey-flag (1)

    Hürriyet

  • EGEMEN BAGISDAN HABERLER

    EGEMEN BAGISDAN HABERLER

    THE AGENDA / GÜNDEM


    TURKEYS COMMITMENT HAS BEEN EXPRESSED ONCE AGAIN AT TURKEY – EUROPEAN UNION TROIKA MINISTERIAL MEETING
    Bagis and Garrido

    Turkey – European Union Troika Ministerial Meeting was held at Four Seasons Bosphorus Hotel in Istanbul. Minister for EU Affairs and Chief Negotiator Egemen Bagis and Foreign Minister Ahmet Davutoglu represented Turkey in the meeting with their accompanying delegations. Foreign Minister of the EU President Sweden Carl Bildt, Spanish Secretary of State for EU Diego Lopez Garrido and Marc Pierini, the head of the European Commission Delegation to Turkey also attended the meeting.

    Read more…
    TÜRKİYE-AB TROYKASI BAKANLAR TOPLANTISI’NDA TÜRKİYE’NİN AZMİ BİR KEZ DAHA ORTAYA KONDU
    Bağış, Davutoğlu, Bildt, Garrido ve Pierini

    Türkiye-AB Troykası Bakanlar Toplantısı İstanbul’da, Four Seasons Bosphorus Oteli’nde gerçekleştirildi. Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, beraberlerindeki heyet ile birlikte Türkiye adına toplantıya katıldılar. AB Dönem Başkanı İsveç’i temsilen Dışişleri Bakanı Carl Bildt, İspanya’yı temsilen AB Devlet Sekreteri Diego Lopez Garrido’nun katıldığı toplantıda, AB Komisyonu Ankara Daimi Temsilcisi Marc Pierini de yer aldı.

    Devamı…
    BAGIS TALKS TO BRYANT, THE BRITISH MINISTER FOR EUROPE
    British Minister for Europe Chris Bryant

    Minister for EU Affairs and Chief Negotiator Egemen Bagis talked to British Minister for Europe Chris Bryant on phone. Bagis and Bryant highlighted the importance of progress in Turkey-EU negotiation process, and exchanged views on chapters to be opened in near future.

    Read more…
    BAĞIŞ, İNGİLTERE’NİN AB İŞLERİNDEN SORUMLU BAKANI BRYANT İLE TELEFONDA GÖRÜŞTÜ
    İngiltere’nin AB İşlerinden Sorumlu Bakanı Chris Bryant

    Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, İngiltere’nin AB İşlerinden Sorumlu Bakanı Chris Bryant ile telefon görüşmesi yaptı. Türkiye’nin AB üyelik müzakerelerinin ilerlemesinin önemi üzerinde durulan görüşmede, yakın gelecekte açılabilecek müzakere fasılları konusunda görüş alışverişinde bulunuldu.

    Devamı…
    OUR DUTY IS TO MAKE THE NEW GENERATION PROUD AND HEAD-HIGH INDIVIDUALS OF THE MODERN WORLD AND EUROPE
    “The Head Teacher” title was given to Ataturk in 1928

    Minister for EU Affairs and Chief Negotiator Egemen Bagis, in the message he delivered for Teachers’ Day, stated that their walk towards the aim of reaching the modern civilization which had been started by Great Ataturk with the principle of “real guide in life is science” continued with the steps taken for EU accession today. Bagis indicated that the greatest driving force on the way to EU membership was that of teachers.

    Read more…
    “BİZİM GÖREVİMİZ, YENİ NESLİ ÇAĞDAŞ DÜNYANIN, AVRUPA’NIN ONURLU, BAŞI DİK BİREYLERİ YAPMAKTIR”
    Başöğretmen Atatürk Kayseri’de halka Latin alfabesini tanıtırken

    Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, Öğretmenler Günü nedeniyle yayımladığı mesajda, “Büyük Atatürk’ün ‘Hayatta en hakiki mürşit ilimdir’ ilkesiyle başlattığı çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşma yürüyüşünü günümüzde Avrupa Birliği’ne üyelik yolunda attığımız adımlarla devam ettiriyoruz” diyerek, AB yolundaki en büyük itici güçlerinin öğretmenler olduğunu bildirdi.

    Devamı…
    BAGIS ATTENDS THE CERTIFICATE CEREMONY OF 2008-2009 ACADEMIC YEAR JEAN MONNET SCHOLARSHIP PROGRAMME
    Bagis and Marc Pierini, Head of the Delegation of the European Commission to Turkey

    Minister for EU Affairs and Chief Negotiator Egemen Bagis participated in the certificate ceremony of 2008-2009 academic year Jean Monnet scholarship programme.

    Speaking at the ceremony, Bagis said: “Turkey has become a wealthier, more democratic, liberal and transparent country and the EU process has great contributions to what Turkey has become.”

    Read more…
    BAĞIŞ, JEAN MONNET BURS PROGRAMI 2008-2009 AKADEMİK YILI BURSİYERLERİ SERTİFİKA TÖRENİNE KATILDI
    Bağış, Bozkır ve Pierini, bursiyerlerle birlikte

    Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, Jean Monnet burs programı 2008-2009 akademik yılı bursiyerleri sertifika törenine katıldı.

    Bağış, Cer Atelyeleri’nde düzenlenen törende yaptığı konuşmada, Türkiye’nin bugün çok daha demokratik, müreffeh, özgür ve şeffaf bir ülke haline geldiğini, AB sürecinin bunda çok büyük katkısı olduğunu söyledi.

    Devamı…
    “WE WILL PRESENT OUR NEW EU STRATEGY TO THE PARLIAMENT AND GOVERNMENT IN JANUARY 2010”
    Turkish Grand National Assembly

    Minister for EU Affairs and Chief Negotiator Egemen Bagis submitted the budget of the Secretariat General for EU Affairs to the Plan and Budget Commission. In his presentation Bagis noted that the government made considerable progress towards full membership also in 2009 by virtue of decisive, persistent and planned steps.

    Indicating that as the Secretariat General for EU Affairs they aimed to continue current work within the framework of a new and updated strategy in the upcoming period, Bagis stated that the new strategy was laid on 4 pillars.

    Read more…
    “YENİ AB STRATEJİMİZİ OCAK 2010’DA MECLİSE VE HÜKÜMETE SUNACAĞIZ”
    TBMM

    Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, Avrupa Birliği Genel Sekreterliği bütçesini Plan ve Bütçe Komisyonu’na sundu. Bağış, sunumunda hükümetin 2009 yılında da tam üyelik konusunda kararlı, ısrarlı ve planlı hamlelerle ciddi ilerlemeler kaydettiğini söyledi.

    AB Genel Sekreterliği olarak önümüzdeki dönemde çalışmaları yeni ve güncel bir strateji çerçevesinde devam ettirmeyi hedeflediklerini kaydeden Bağış, yeni stratejinin 4 platform üzerinde kurulu olduğunu söyledi.

    Devamı…
    BAGIS MEETS WITH AHTISAARI
    Martti Ahtisaari, the former Finnish President and the head of the Independent Commission on Turkey

    Minister for EU Affairs and Chief Negotiator Egemen Bagis met with Martti Ahtisaari, the former Finnish President and the head of the Independent Commission on Turkey, and other commission members.

    Read more…
    BAĞIŞ, AHTİSAARİ İLE BİR ARAYA GELDİ
    Bağımsız Türkiye Komisyonu Başkanı eski Finlandiya Cumhurbaşkanı Martti Ahtisaari

    Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, Bağımsız Türkiye Komisyonu Başkanı eski Finlandiya Cumhurbaşkanı Martti Ahtisaari ve komisyon üyeleriyle bir araya geldi.

    Devamı…
    NEW APPOINTMENTS IN THE EU
    Belgian Prime Minister Herman Van Rompuy

    Related to the appointment of the Belgian Prime Minister Herman Van Rompuy to the Presidency of the EU Council and the British Baroness Catherine Ashton to the High Representative for the Common Foreign and Security Policy, Minister for EU Affairs and Chief Negotiator Egemen Bagis said: “I believe that the new president and the high representative will appreciate Turkey’s determination and its contributions to the EU and therefore they will pave the way for Turkey’s full membership process which will be for the benefit of both Turkey and the EU.”

    Read more…
    AB’DEKİ YENİ GÖREVLENDİRMELER
    AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi Barones Catherine Ashton

    Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, Belçika Başbakanı Herman Van Rompuy’un AB Konseyi Başkanlığına, İngiliz Barones Catherine Ashton’un da AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Yüksek Temsilciliğine getirilmesine ilişkin olarak, “İnanıyorum ki, yeni başkan ve yüksek temsilci Türkiye’nin kararlılığını ve AB’ye yapacağı katkıları takdir ederek, hem ülkemiz hem AB için kazanç sağlayacak, Türkiye’nin tam üyelik sürecini ilerletecektir” dedi.

    Devamı…
    BAGIS MEETS MARK PARRIS
    Mark Parris, US Deputy Special Envoy for Eurasian Energy

    Minister for EU Affairs and Chief Negotiator Egemen Bagis received Mark Parris, US Deputy Special Envoy for Eurasian Energy. In his speech at the Secretariat General for EU Affairs, Bagis said that Parris made important contributions to Turkish-US relations and that he carried out significant activities for Turkey.

    Read more…
    BAĞIŞ, MARK PARRİS İLE GÖRÜŞTÜ
    ABD’nin Avrasya Enerji Özel Temsilcisi Yardımcısı Mark Parris

    Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, ABD’nin Avrasya Enerji Özel Temsilcisi Yardımcısı Mark Parris’i kabul etti. AB Genel Sekreterliği’ndeki görüşmede yaptığı açıklamada, Parris’in Türkiye-ABD ilişkilerine çeşitli katkıları olduğunu ifade eden Bağış, Parris’in Türkiye için önemli çalışmalarda bulunduğunu kaydetti.

    Devamı…
    BAGIS RECEIVED DUTCH AND BRITISH AMBASSADORS
    David Reddaway, British Ambassador to Turkey

    Minister for EU Affairs and the Chief Negotiator Egemen Bagis, separately met Dutch Ambassador to Turkey Jan-Paul Dirkse and British Ambassador to Turkey David Reddaway upon their taking office.

    Read more…
    BAĞIŞ, HOLLANDA VE İNGİLTERE BÜYÜKELÇİLERİNİ KABUL ETTİ
    Hollanda’nın Ankara Büyükelçisi Jan-Paul Dirkse

    Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, görevlerine yeni başlayan Hollanda ve İngiltere’nin Ankara Büyükelçileri Jan-Paul Dirkse ve David Reddaway ile ayrı ayrı görüştü.

    Devamı…
    “NOTHING CAN BE ACHIEVED BY OTHERING AND UNDERESTIMATING THE PEOPLE LIKE OTHER PARTIES DO”
    Bagis met with the representatives of the local newspapers after the meeting

    Attending the Van Provincial Congress of AK Party, Minister for EU Affairs and Chief Negotiator Egemen Bagis also participated in a meeting held at the 17th District Office of General Directorate of State Hydraulic Works and met with the representatives of the local newspapers. Bagis evaluated the meetings and the agenda.

    Stating that Prime Minister Recep Tayyip Erdogan delivered a historic speech in the Grand National Assembly of Turkey, Bagis said:

    Read more…
    “BİZ, DİĞER PARTİLER GİBİ BAŞKALARINI KÜÇÜMSEYEREK, ÖTEKİLEŞTİREREK, HİÇ BİR YERE VARILAMAYACAĞINI BİLİYORUZ”
    Bağış, Van’da AK Parti Genişletilmiş İl Divan Toplantısı’na katıldı

    Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, Van’da AK Parti Genişletilmiş İl Divan Toplantısı’na katıldı. DSİ 17. Bölge Müdürlüğü’nde düzenlenen bir toplantıya daha katılan ve 2 Nisan Polis Evi’nde, yerel gazete temsilcileri ile bir araya gelen Bağış, katıldığı toplantılara ve gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

    Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde tarihi bir konuşma yaptığını ifade eden Bağış, şunları kaydetti:

    Devamı…
  • Türkiye’nin büyük dönüşümü ile ilgili tahminler

    Türkiye’nin büyük dönüşümü ile ilgili tahminler

    ZÜLFÜ LİVANELİ

    Bir çocuğun büyümesini, anası babası zor fark eder.
    Çünkü çocuk her gün gözlerinin önündedir ve
    bir günden ertesi güne değişiklik olmamaktadır.
    Çocuk hep aynı gibidir.
    Ama aynı çocuğu bir yaşında gören kişi,
    dokuz yıl sonra gelip de onun on yaşını sürdüğünü gördüğü zaman
    gözlerine inanamaz. Ve çocuğu tanıyamaz.
    Ülkeler için de durum böyle.

    Her sabah kalkıyoruz, gazeteleri okuyoruz, işe gidip geliyoruz,
    akşam televizyonda haberleri izliyoruz ve ülkedeki büyük
    değişimi fark edemiyoruz. Her şey aynıymış gibi geliyor.
    Oysa, Türkiye büyük bir hızla değişiyor, dönüşüyor,
    bambaşka bir ülke haline geliyor.
    Bunu anlamanın en kestirme yolu, ülkeyi üç beş yıldır görmemiş
    birisinin tanıklığına başvurmaktır.
    İnanın bana, bütün samimiyetimle söylüyorum;
    bir süre sonra Türkiye iyice tanınmaz hale gelecek..
    Siz bile şaşıracaksınız.
    ***
    Peki bu değişimin yönü ne?
    Bunu kısaca ” muhafazakarlaşma, Orta Doğu ülkesi olma,
    zenginleşme ve kalitesizleşme” olarak adlandırabiliriz.
    Dikkat edilirse bunlardan bazıları olumlu, bazıları olumsuz özellikler ama
    hepsi bir arada gerçekleşiyor.

    Yani önümüzdeki yıllarda şöyle bir ülkede yaşayacağız:
    Gökdelenlerle ve alışveriş merkezleriyle dolu,
    lüks mağaza ve Lokantalardan geçilmeyen,
    yabancı şirketlerin Orta Doğu merkezlerinin bulunduğu
    bugünkünden daha zengin bir ülke.
    Yani bir çeşit büyük Dubai ya da eski Beyrut!

    Öte yandan; daha da hızlanmış bir cahilleşme,
    kültürsüzleşme, lumpenleşme süreci.
    Her önemli işin başında; liyakata göre değil..
    tarikat ilişkilerine göre seçilmiş insanlar.
    Alabildiğine muhafazakar ve alabildiğine Amerikancı bir ülke.
    İşte benim gördüğüm manzara bu.
    ***
    AKP nin önümüzdeki yerel ve ondan sonraki genel seçimleri
    de alacağını söylemek kehanet değil. Bunu herkes görüyor.
    Hatta beş yıl sonra Erdoğan halk oyuyla seçilmiş cumhurbaşkanı olacak,
    belki de Abdullah Gül ü Başbakan olarak göreceğiz..
    Yani Türkiye en az on yıl daha AKP nin elinde.
    Çünkü karşısında hiçbir güç yok.
    Koltuğunu kaybetmemek için uyuşturucu satıcılarını bile partisine üye
    kaydeden CHP başkanı, zaten AKP ile anlaşmalı olarak
    götürüyor bu sistemi.
    MHP deseniz, ortada.
    ***
    Önümüzdeki günlerde AKP hükümeti,
    “PKK liderlerini teslim alan hükümet” olarak alkışlanacak.
    Orta Doğu dan ve Batı dan Türkiye ye para akmaya devam edecek.
    Laik kesim ise bir yandan giderek küçülecek,
    bir yandan da yıllardır yaptığı gibi birbirini yemeye devam edecek.
    ***
    Bu kadar büyük bir değişim sadece iç dinamiklerle
    başarılamazdı..
    Amerika nın Orta Doğu meselesinde Türkiye ye biçtiği rol,
    uzun dönemli bir senaryoyla uygulanıyor.
    İçteki aktörler de, siyasiler, basın, üniversite, iş alemi, aydınlar olarak
    rolün hakkını veriyorlar.
    ***
    Peki on beş yıl sonra ne olur diyorsanız,
    onunla ilgili bir tahminde de bulunabilirim.
    Toplum, sistemli eğitimle dönüştürülmüş olacağı için,
    Cumhuriyetin kuruluş yılını bile hatırlayan kalmaz.
    ***
    İsteyen bu yazıyı kesip saklasın
    ve eğer Türkiye başka türlü gelişirse,
    beni utandırmak için suratıma çarpsın.
    Ama ne yazık ki bu pek mümkün görünmüyor.

  • Başka Ne Bekliyorsunuz ?

    Başka Ne Bekliyorsunuz ?

    Din adina YANLIS yapilanlari elestirmek, dini elestirmek DEGILDIR. Kurban kesmenin usulleri, SARTLARI vardir.. hayvana iskence etmek, cocuklara dehset dakikalari yasatmak dinimizce yasaklanmis olmasina karsin, NEDENSE bu yanlislari her elestiren din dusmani addediliyor.

    Malesef Turkiye cahil cuhelanin elindedir, daha ileri gidecegimize, daha geriye gidiyoruz, bunu soyleyince de kabahatli oluyoruz. Oktay Eksi ne guzel anlatmis, sanirim dun gazetelerdeki resimleri de gormussunuzdur, guzelim Istanbul bogazi gene kan golune donmustu, bu kadar cani bir millet mi olduk biz, yoksa zaten oyleydik de sakli gizli miydi?
    Kaygilarimla,
    Fethiye Temiz [GentleDoe_4@yahoo.com]

    Başka Ne Bekliyorsunuz ?

    Oktay Ekşi

    Kurban Bayramı’nda sokaklarımızı kan gölüne dönüştüren, çocuklarımıza ‘öldürmek ve kan dökmek olağandır’ mesajını veren ‘açıkta kurban kesme’ rezaleti bu yıl da tüm vahşeti ve ilkelliğiyle devam etti.

    Nasıl devam etmesin ki?

    Kurban keserek, inancına göre sevap işlediğini düşünen insanlarımızdan birçoğunun zihniyetini Kayserili kasap Mevlut Süt, Ahmet Ertan ve üç arkadaşı çok güzel ifade etmişler:

    Bu 5 kişi, bir boğayı ortaklaşa kurban kesmeye karar vermişler. Ancak boğa tam kesilmek üzereyken ellerinden kaçmış. Dört saatlik kaçma kovalama sonunda boğayı kıstırmalarına rağmen yine de baş edememişler.

    Tam bu sırada ortaklardan biri boğanın alnına bıçak saplamış.

    Yapılanın vahşet olduğunu söylenince de, ‘Bu hayvan bizim. İstediğimizi yaparız. Size ne?’ diye çıkışmışlar.

    Kurban kesen bu!..

    Bayramın ilk gününe ilişkin kurban fotoğraflarından birini gördünüzse herhalde unutamazsınız:

    Yine Kayseri’nin Gültepe Mahallesi’nde, kaçan boğanın arka ayaklarını bıçakla keserek deviren bir kasap vardı…

    Irak’ın Ebu Garib Cezaevi’ndeki Iraklılara işkence yapan Amerikan askerleri kadar acımasız olmayan bir insanın yapamayacağı kadar ağır bir işkence bu…

    Tabii o o kadar vahşi ve ilkel olabiliyorsa, sebebi var. Nitekim Kayseri’nin belediye zabıtası veya polisi, herkesin tanıdığından emin olduğumuz bu kasabı bulamıyor…

    Bu da zabıtamız…

    Gelelim, bizi Avrupa Birliği’ne götürecek olan bakanlarımıza…

    Orman ve Çevre Bakanı Osman Pepe, bildiğiniz gibi Kurban Bayramı’ndan önce bir basın toplantısı yaparak, ‘Kurban Bayramı nedeniyle her türlü önlemi aldıklarını söyledi. Kurbanın ehil olmayan kişilerce kesilmesi durumunda 500 ile 1000 YTL arasında ceza verileceğini bildirdi. Kurban kesimiyle ilgili olarak görevlerini yerine getirmeyen belediyelere de mevzuat hükümleri çerçevesinde ceza verileceğini bildirdiği’ basına yansıdı.

    Sadece o değil, Tarım ve Köy İşleri Bakanı Sami Güçlü de Hürriyet’e yaptığı açıklamada, kurbanlık hayvanların kulaklarında ‘kimlik küpesi’ olması gerektiğini söyledi.
    Küpesi olmayan hayvan için ‘kaçak’ işlemi yapılacağını ve (anlaşılan) hayvan başına 2 milyar 629 milyon lira ceza kesileceğini açıkladı.
    Orada da durmadı…
    Kurbanlıkların küpelerinin kesim sonrası muhtarlıklara veya ilçe tarım müdürlüklerine ulaştırılması gerektiğini bildirdi.
    Bitmedi…
    Veteriner sağlık raporu olmayan hayvanların sahiplerine 2 milyar 629 milyon lira, kimliksiz ve sağlık raporsuz hayvanları taşıyan araç sahiplerine de 1 milyar 752 milyon lira para cezası verileceğini açıkladı.

    Ancak tüm bunların hiçbiri yapılmadı…

    Nitekim bayramdan sonra Pepe, ‘Demek ki bu iş böyle olmuyormuş’ demek zorunda kaldı.

    Bunlar da bakanlarımız…

    ———————————————————————————————————————–

    SANLI URFANIN SANINA YAKISMAYAN BIR KURBAN VAHSETI

    ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

    Sevgili Fethiye,
    Agzina layik.. Ben cocuklugumdan beri hic mi hic hazetmedigim Kurban bayraminda bu sefer Turkiye'de bulundugum icin maalesef TV ve gazetelerde oldugu kadar sokaklarda da bu insanlik disi vahset goruntulerini izlemek zorunda kaldim ve tuylerim diken diken oldu, insanligimdan utandim. Hep merak etmisimdir diger musluman ulkelerinde de bu korkunc goruntuler mevcut mu yoksa sadece bizde mi, ki birde surekli Avrupa Birligine neden bir turlu kabul edilmedigimizi sorguluyoruz!  Hayvanlara karsi surdurulen bu vahset sadece kurban kesiminde degil ki, sokakta yasayan gariban hayvanlara hergun yapilan zulmu nasil unuturuz? Karsimizdaki parkta yasayan bir grup kopek var, hepsi asili ama cogu ya kor ya topal cunku gelip gecen bazi insan bozuntulari ya tekme atiyor ya dovuyor falan, bunu yaparak ellerine ne geciyorsa. Herhalde iclerindeki hinci, tatminkarsizliklarini bu zavalli hayvanlardan cikariyorlar. Olmadi gidip karilarini, kizlarini, kiz kardeslerini falan dovuyorlar, o da baska hikaye.
    Annemin yardimcisi Uzbek, ben bizim memlekette hicbir zaman boyle goruntulerle karsilasmadim diyor ki Uzbekistan Turkiye den hem daha dindar hemde gelismekte olan, Turkiye den daha geride olan bir ulke.
    Medyayi kinayacak yerde memlekette once cehaleti sonlandirmak icin cozum bulmaya calismak gerekmez mi? Bilakis medyada yayinlanan goruntuler belki ders olur o kasap bozuntularina, din istismarcilarina... Medyada yayinlanmasa vahset  sanki sona mi erecek? Gercekleri nasil gormezlikten gelip inkar edebiliriz?
    MeltemB

  • Sarkisyan: Türkiye soykırımı da tanıyacak

    Sarkisyan: Türkiye soykırımı da tanıyacak

    Nerdun HACIOĞLU/MOSKOVA

    Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan, Türkiye ile ülkesi arasında devam eden ilişkileri normalleştirme sürecinin “huzur getireceğini” ve bu süreç sonunda “Türkiye’nin soykırımı da tanıyacağını” öne sürdü.

    Ermenistan parlamentosunda bir konuşma yapan Sarkisyan, “Türkiye ile başlatılan ilişkileri normalleştirme süreci sadece iki ülkenin çıkarına değil, tüm Kafkas bölgesinde huzur ve güveninin sağlanmasına hizmet edecektir” dedi.

    Sarkisyan, ardından, “Protokoller iki ülke meclisinin onayından geçse bile ‘1915 soykırımını rafa kaldırıyoruz’ anlamı çıkartılmamalı. Tam tersine Türkiye’nin bizimle başlattığı bu cesur süreç sonunda kendisinin de bu soykırımı eninde sonunda tanıyacağını düşünüyorum” diye konuştu.

  • PARANIN İSTİKAMETİ POLİTİKAYA  YÖN VERİRSE?!!!

    PARANIN İSTİKAMETİ POLİTİKAYA YÖN VERİRSE?!!!

    ergun ozgen [ergunozgen@superonline.com]

    TURKISH FORUM DANISMA KURULU UYESI

    Ekonomik gücün  vazgeçilmez  aracı olan paranın  giderek küresel düzeydeki etkisinin artmış olması,   ülkelerin politikalarına etken bir unsur olmaktadır. Özellikle, dünya rezerv para birimi konumunda bulunan ABD dolarının son dönemde, sanal ekonominin  olumsuz etkilerine maruz kalmasının sonuçlarının da, zaman zaman  bir takım yorumlarda gündeme getirilmekte olduğu görülmektedir…

    Değişik zamanlarda, konu ile ilgili olarak, ileri sürülen görüşler dikkate alındığında, temas noktalarının  birçoğunun örtüşmekte olduğu da izlenmektedir. Bu konuda  yakın dönemdeki yorumlardan alınan özetler  hatırlandığında;

    *  Muhafazakar Cumhuriyetçi, Patrick J. Buchanan’ın “ Day of Reckoning: How Hubris, İdeology and  Greed Are Tearin Apart “  Hesap  Zamanı, Kibir , ideoloji ve Açgözlülük ABD’i  Nasıl Parçalıyor…. Adı ile  yayınlanan kitabında ileri sürdükleri …

    * Chigago Üniversitesi’den  Prof. John  Mearsheimer ve Stephen Walt’ın, “İsrail Lobisi ve ABD Dış  Politikası” adlı  kitabında  İsrail’e verilen desteğin stratejik ve ahlaki nedenlerle açıklamanın mümkün olamayacağını,  konu hakkında, Yahudi Lobisinin, ve neo conların  sorumlu olduklarının  yer almış olması malum çevrelerde gürültüye neden olduğuna ilişkin görüşü…

    * “Türbilans Çağı :Yeni Bir Dünyada Maceralar”  adlı kitabında, yönetimi sarsan değerlendirmeleri ile, ABD  eski Merkez Bankası Başkanı Alan Greenspan’ın,  Irak  savaşının gerçek yönünün petrolün kontrolunun  olduğunu, bunun da bir yönü ile para potikasının zorunlu sonucunu ifade ettiğini belirttiği…

    * Bir Bilderberg üyesi  olmasına rağmen  Brezinski’nin Kontroldan Çıkmış Dünya adlı kitabında para politikalarına yön verenleri kasdederek şu ifadelere yer verdiği  görülmektedir…” Aç gözlü bir zengin sınıf….Bu sınıf, bazı aşırı  örneklerde  gözlemlendiği gibi, kendisini zenginleştirmek için yaygın bir biçimde kanun dışı yollara sapabilmektedir…  sf.116 “ ifadesi…

    * Sanal ekonominin getirdiği dar boğazlar nedeniyle, karşılıksız büyümüş olan para politikalarının içine çekilmekte olduğu anaforu dikkate alan eski ABD. Başkanı Clinton’un danışmanlarından Prof. Joseph Stiglitz’in  “yeni bir para birimi olarak,  Küresel Greenback” adlı yeni bir  rezerv para birimini önerdiği…

    * Bir Mart Tezkeresinin  ABD ile hasıl ettiği siyasal kriz hatırlandığında, finans üzerinden Türkiye’ye yönelik bir kriz operasyonu konusunda Dick Cheney’in  baş danışmanı olan S. Libby bölgeden askerin çekilmesini,  finansal piyasalarınTürkiye’nin defterinin dürülmesi ile görevlendirilmesini ön görmesi konusunda para üzerinde siyasal sonuç aranmasının nasıl düşünüldüğü konusundaki yaklaşımı…  “Michael R. Gordon. Gnl. Bernard E. Trairor.. Kobra II sf. 138”

    *  Doların rezerv para olarak  küresel etkinliği ile benzer görüşler, sık sık  değerlendirmelerde yer almaktadır…. Doların dünyanın tek gerçek ihtiyat akçesi olarak kalma kabiliyeti birden bire sona erebileceği…,  Prof İmmanuel Wallestein’in Amerika’nın gücünün gerileyişindeki   ifadesinde yer aldığı    “sf.257”,   … Ayrıca, Prof.  Wallestein’in bir diğer yorumu olan “ Nükleer Kutup Genişliyor” başlıklı makalesinde konuyu  farklı biçimde tekrar ederek .” Belki Bir gün ABD’nin korkusu gerçekleşebilir, dolara olan güvende geniş ölçekli bir  kayıp ortaya çıkabilir…”  şeklindeki bir diğer  değerlendirmesi…

    *  Thomas P.M. Barnett’in Pentagon’un Yeni Haritası adlı kitabında…” dolar sonsuza dek  altın kadar iyi olarak kalmayacak, çünkü AB para birimi euro kaçınılmaz bir şekilde  denk ve rakip olarak yükselişe geçecektir. Uzun dönemde Doğu Asya’dan çıkacak bir para birimi, muhtemelen Çin  Yuan’ı, Japonya  Yeni ve Güney Kore Wonu’nun bir araya gelmesiyle euroya  da  rakip olacaktır. Kısaca  Merkez’deki  her oluşum kendi para birimini pazara sürecektir”…. “Sf. 290”   ifadesi…

    *….Euro aynı zamanda diğer Merkez  Güçlerine ekonomilerini dolara fazla bağımlı kılmak karşısında bir alternetif sunarak onlara, ekonomik büyüme yörüngelerini belirtmekte daha büyük bir esneklik  sağlamıştır…. görüşünün de  belirtilmiş olması… Thomas P. M. Barnett Pentagon’un Yeni Haritası. Sf. 290.

    * 2 Aralık 2004  tarihli Economist dergisinde “Nick Beam’ın,  ABD. dövizi üzerinde gerçekleşen olumsuzluklar, giderek bu para biriminin dünya genelindeki rezerv para birimi  olması ile ilgili tereddütlerin çoğalabileceği ve dolara olan güvenin giderek azalabileceği  şeklindeki yorumu!…

    *….Joseph S. NYE. Jr….. Avrupa  Para Biriliği ve  1999’un başlarında euronun piyasaya sürülmesi birçok gözlemci tarafından ABD’ye doların egemen rezerv para rolüne karşı önemli bir meydan okuma olarak değerlendirilmiş ve  övgüyle karşılanmıştır. Her ne kadar bunların birçoğunun, elinde dolar tutmak istemesine yol açan  Amerika’nın sermaye piyasalarının  benzersiz derinliğini ve çapını büyük ölçüde hesaba katmayan görüşlerse de, Avrupa’nın para içindeki ve  Uluslar arası  Para Fonu’ndaki rolü ABD’nin rolüne eşittir… ifadesi…  Ameriken Gücünün Paradoksu… sf. 38.

    * Joseph S. NYE. Jr. Tarafından ayrıca, ….Amerikan ekonomisinin performansında meydana gelebilecek bir başarısızlığın  bir felç durumu yaratabileceğini belirtilmesi. “Amerikan Gücünün Paradoksu  sf. 152 “

    *….Joseph S. NYE’nin bir diğer değerlendirmesinde …. Bugün küreselleşmenin çeşitli boyutlarının WALL Street,  Silikon  Vadisi ve  Hollywood’un tahakkümü altında olduğunun itirafı…. Amerika’nın Gücünün Paradoksu…… sf.95

    * …1929’da Wall Street’deki Kara  Pazartesi ve 1930 da, Avustralya’da  Credit Anstatt  Bankasının   iflası dünya çapında bir mali krize ve küresel bir buhrana yol açmıştı… Ama bugün gayri safi akışlar çok daha  büyüktür. Günlük döviz işlemleri 1973’te 15 milyar dolardan 1995’te 1,5 trilyon  dolara yükselmiştir. 1997 krizi de Wall Street’te değil, küçük bir piyasa ekonomisinde meydana gelen bir mali  çöküş tetiklemişti…. İfadesi… Joseph S. NYE Amerikan Gücünün  Paradoksu…sf. 104

    * …2 Aralık 2004 tarihli, Economist  dergisinde, Nick Beams  imzası ile   ayınlanan  makalade ….Amerikan dolarının doviz piyasalarındaki düşüşü devam ederken, onun dünyanın baskın uluslararası   rezerv parası olma rolünde  sorunların ortaya çıkmakta olduğuna ilişkin yorumu….

    *….1. Ocak 2002 de uluslar arası finans sahnesine giren AVRONUN prestij ve gücü her geçen ay artmaktadır. Avro, Irak işgalinin intikamını almak isteyecek, ya da herhangibir nedenden ötürü Birleşik Devletler’e karşı gücünü  kullanmaya karar verecek bir OPEC için olağanüstü bir fırsat oluşturmaktadır OPEC, standart para birimi olarak dolar yerine AVRO kullanmaya karar verirse bu, şirketokrasiyi temellerinden sarsar. Böyle bir şey olur da, bir veya iki alacaklı, borçlarımızı AVRO cinsinden ödememizi  talep ederlerse, bunun etkisi çok büyük olur…. C.I. sf. 296   ifadesi…

    * Aralık 2007 tarihli Fortun Dergisi’ de Shawn Tully’nin  Wall Street’in Para Makinaları  Parçalanıyor  başlığı ile yapmış olduğu analizi!…

    *  25 Ağustos 2007 tarihli Hürriyet gazetesinde yansıyan  bir diğer yoruma göre,….Dünyanın en büyük yatırım bankacılarından olan,  Goldman Sach’ın  iddialı yorumunda  büyümenin yavaşlayacağını ve FED’in faizlerini indireceğini ifade eden Sach’a göre , euronun, dolar karşısında yeni rekorlar kırabileceğini ön görüşü….

    * …  ABD doları iyimserlere göre hucumlara karşı dayanıklı bir potansiyeldir. Ancak, tarih diyor ki, ekonomi  merkezindeki nisbi kuvvetini ve rekabet gücünü kaybetmeye başladıktan sonra, daha önce geçerli olan  “altın standartı,  İngiliz Sterlini ve 1914 Londra  Cit’sinin etrafında dönen para rejimi gibi” uluslar arası para rejimlerini sürdürmek daha zor  hale gelmektedir. Amerika’nın global aktiflerinini payının azalması, Yen ve  Ecu gibi, bazı diğer para birimlerinin yükselişi, yeni finans merkezlerinin meydana  çıkışı, Amerika’nın ulusal refahında borç ödeme için gereken payın artışı gibi halen mevcut olan ekonomik trendlere  bakılırsa 1945 sonrasında  hayat  bulan uluslar arası para rejiminin ömrünün de, görünürde  halefi olmaya yeterli bir sistem olmaksızın, sonlarına yaklaştığı ihtimali hatıra gelmektedir ….  değerlendirmesi…….. Paul Kennedy Yirmibirinci  Yüzyıla  Hazırlanırken… sf. 70…

    * …..Çevreme baktığımda, Wall Street yöneticilerinin  kelepçeyle götürüldüğünü  görüyorum. Öylesine büyük bir ulusal zarar içindeyiz ki, sıfırları sayamıyorum. Evsiz insanlar sokakta aç dolaşırken hükümet çiftçilere, tarlalarını ekmemeleri için para ödüyor. Bir yerlerde bir şeyler yanlış gidiyor ve o yerler de Danimarka değil, burası. Ülkenin gidişini hale yola koymak için yapılacak tek şey  o eski sağduyuya geri dönmek. İşe temelden başlamalıyız,   tarzındaki eleştiri yüklü yaklaşımı… Lee Iacoca  Sözün Özü…sf. 18

    * …Prof.Wallestein’in, bir diğer değerlendirmesinde…. Birçok, ülke dolardan uzaklaşmaya daha çok istekli olacaktır. Rusya, petrol fiyatlarını artık euro üzerinden belirleyeceğini çoktan duyurdu. Diğerleri de, onu takip edebilir. ..Çin,  yuanın değerini  artık sadece  dolarla değil, diğer para birimlerini de kapsayan bir grupta  belirlemeyi düşündüğüne dair işaret verdi ve belki bir gün ABD’nin korkusu gerçekleşebilir. Dolara duyulan güvende geniş  ölçekli bir kayıp oluşabilir…. Bu durum bir kez gerçekleşirse, geri dönüş olmaz ve ABD hükümetinin kırılgan finans yapısını yerle bir eder, şeklindeki  bir diğer  değerlendirmesi…”Nükleer Kulüp Genişliyor”

    *… Dünyanın şimdiye dek hiçbir bölümünde görülmemiş bir zenginlik oluşturan süreç aynı zamanda dünya çapında bir ekonomik ve sosyal kriz yaymak  için gereken mekanizmayı da sağlıyabilir…  ABD Ekonomisi için bir gerileme de ekonomik krallığı aşacak ağır sonuçlar getirebilir… Boyutuna bağlı olarak böylebir gerileme pek çok ülkenin ekonomik istikrarını  tehdit edebilir ve Amerika’nın uluslar arası konumunu çökertebileceğine ilişkin yorumu… Kıssınger. Amerika’nın Dış Politikaya İhtiyacı Var mı? … şeklindeki  analizi.. Sf. 193

    *…Internationala Forecaster Dergisinden Bob Chapman’ın….. (RF)  önümüzdeki  yıllarda ABD doları yerine  euroye dönebileceği  görüşü….

    * The Economist dergisinin  Ocak 2008   bir değerlendirmesinde,…. ABD piyasalarının yaşadığı ekonomik darboğaza değinilmekte ve ortaya iç karartıcı bir tablodan söz edilerek, piyasalardaki paniğin korkutucu olduğundan bahis edilmektedir… Yorumda, Amerika’daki  Mortgage piyasalarının geçen yıl yaşamış olduğu ekonomik  sıkıntının  bir kasırgaya dönme ihtimalinden de  bahis edilerek, bu olumsuz sürecin bir süre sonra bankaların bilançolarını ve son olarak da borsaları  vuracağının ifade edildiği   görülmektedir…

    *Bir diğer değerlendirme de paranın cambazı George Soros’a ait olmaktadır… Soros, dünya piyasalarınnı alt üst eden finansal sarsıntıyı “60 yılın en kötü piyasa krizi” olarak nitelendirdiği görülmektedir… Bu konuda, Soros, Finansial Times Gazetesinde yayınlanan  “ 60 Yılın En Kötü Piyasa  Krizi “ başlıklı  makalesinde mevcut finansal krizin ABD’deki  konut piyaslarındaki  bir köpük tarafından tetiklendiğini anımsatarak, bu krizin bazı açılardan  İkinci Dünya Savaşından bu yana 4 –  10 yıllık aralıklarla meydana gelen krizlere benzemekle birlikle aralarında  büyük bir farkın bulunduğuna değinmiştir…Mevcut krizin,uluslararası rezerv  para birimi olarak  dolara dayalı bir kredi büyüme döneminin sonu anlamına geldiğini kaydeden Soros, önceki dönemlerde ne zaman kredideki büyümede sorun  yaşanmış ise, finansal otoritelerin devreye girerek likidite enjekte ettiklerini ve ekonomiyi canlandırma yollarını bulduklarını belirtmiştir… Ancak  finansal otoritelerin ekonomiyi canlandırma kabiliyetlerinin, dünyanın diğer ülkelerinin daha çok dolar rezervini biriktirme isteksizliği  nedeniyle  kısıtlandığını öne sürdüğü  görülmüştür!!! Kısa bir süre öncesine kadar yatırımcıların FED’in  önceki defalar gibi bir resesyonu önlemek için ne gerekirse yapacağını umduklarını kaydeden Soros, ancak “Şimdi ise, FED’in artık böyle bir şey yapabilme durumunda olmayabileceğini anlamaları gerekecektir” ifadesini kullanmıştır…

    *…Bir diğer yorum da “ Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları” kitabının yazarı, Jean Parkıns’in değerlendirmelerinde izlenmektedir…  Dünya standart para birimi olarak doları kabul etmeye devam ettiği sürece, bu aşırı borç şirketokrasi için ciddi bir engel oluşturmaz. Ancak, başka bir para birimi gelip de doların yerini almaya kalkacak olursa ve Birleşik Devletler’in  alacaklılarından bazıları “örneğin, Japonya veya Çin” alacaklarını istemeye karar verirlerse, bu durum radikal olarak değişir. Birleşik Devletler, kendisini birdenbire son derece tehlikeli,  ve nazik bir durumda bulabilir…demekte ve ilaveten,

    …..1 Ocak 2002 de uluslararası finans sahnesine giren avronun prestiji ve gücü her geçen ay artmaktadır. Avro, Irak işgalinin intikamını almak isteyecek, ya da herhangibir nedenden ötürü  Birleşik Devletler’e  karşı gücünü kullanmaya karar  verecektir. OPEC, standart para birimi olarak DOLAR yerine AVRO  kullanmaya karar verirse, bu, şirketokrasiyi  temelinden sarsar şeklindeki   değerlendirmesi….Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları…C.ı. sf.296

    *John Perkins’in   Bir ekonomik Tetikçinin İtirafları eserinin 2. Cildinde  de konu  değerelendirilirken şu hususların üzerinde durduğu  görülmektedir…

    …Dünya Bankası gerçekte dünyanın değil ABD. Bankasıdır…. Sf.5…..

    …İmparatorluk  “ABD” egemenliği altındaki altında tuttuğu toprakların kaynaklarını sömürürür…kontrolu altındaki ülkelere kendi   PARA BİRİMİNİ DAYATIR… yani doları…

    * Birleşik Devletler her ne kadar ülkeleri doğrudan vergilendirmezse ve  doları ulusal para birimlerinin  yerine resmen geçirmezse de şirketokrasi gizli bir vergi sistemi dayatır… ve dolar dünya ticaretinin standart para birimi haline gelmiştir… sf. 7…

    Küreselleşmenin, Soğuk savaş döneminden sonra geniş açılı bir politika olarak, Ulus  Devletlere bir    dayatma  şeklinde  sunulmasının temelinde, finansal hedeflerin yer aldığı açıklık taşır hale gelmiştir….Doların altın karşılığından  ayrılmasından sonra, bunun yerine petrolün ikame etmesine ilişkin görüşlerin  yetersiz kalacağına dair endişelerin de haklı çıkmakta olduğu görülmektedir… Ekonominin itici gücü haline getirilmiş olan  finansın dolara endeksli süreci, sanal ekonominin de şişirilmiş olan  yapısına neden olmuştur…  yukardaki çeşitli görüşler  dikkate alındığında, dolara dayalı  finansal bir küresel  politikanın  muhtemel  sonuçlarına ait  olumsuzluklar ve endişeler  çeşitli kalemlerin yorumlarında görülmektedir…. Para, ekonomik gücün  itici unsuru oloduğundan sistemin sürekliliğinin de, paranın mevcut hali ile, “DOLAR”  gücünün korunmasına bağlantılı olduğu netleşmektedir… Önce altın  terazinin dengesini karşılarken, 1971 den sonra bu dengenin petrol ile sağlanması mali görüşlerin politik hedefleri içinde yer almış  olarak görülmektedir….

    ABD’in, tek kutuplu dünya hedefinde giderek hegomonik demokrasiyi  dayatır duruma gelmesi  bu sürecin sonucu olmuştur… Wall Street ,Pentagon  denkleminde  petrol bölgelerine yönelik  olan ve  uluslar arası  hukuku bertaraf eden  askeri çözüm şekilleri  paranın politikaya yön veren modelleri içinde yer almıştır…

    Konu, güncelli itibariyle büyüyen finansın gerçekleştirdiği seçkin dünya hiyerarşisinin  demokrasi kılıfı içindeki hegomonik gücü olmuştur. Bu süreç ister istemez  doğmatik bir otoriter yapıyı da  küresel düzeyde şekillendirmey başlamıştır. Orta Çağda zenginleşen Yahudi bankerlerin  paralarına  zaman zaman  Kilise veya  Kıral  elkomuştur. Mutlak monarşinin olduğu Osmanlı da bile mülk devletin olmuş ve özel  mülkiyetin  gelişmesine olanak verilmemiştir. Bir  Kapitalist ülke olan ABD de 1929  krizinde  de, mali önlemler içinde, sermayeye kısıtlamalar getirilmiştir… Hitler rejiminde  Yahudi sermayesi  burada da  ellerinden alınmıştır.  Türkiye de bile  Varlık  Vergisi ile  semaye çevrelerine  bir takım  sınırlamalar ve yükümlülükler getirilmiştir. Marksist rejimlerin etkin olduğu  ülkelerde  sermayenin tümü mülkiyetle birlikte devletleştirilmiştir…. Kısaca günümüzde  büyümüş olan finansın tepesinde bulunan çevrelerin rahatsızlığı, güçlü devlet yapılarının geçmişte olduğu gibi  müdahaleci uygulamalarına tekrar muhatap olabilmeleri de ihtimaller içindedir!… Ulus devlet karşıtı politikaların  nedenleri içinde bu hususların da yer almış olması muhtemeldir… Finansın yönetim hiyerarşisinde bulunanlar ,  milli, güçlü   ulus  devlet yapılarının koruyucu ve müdahaleci  tavırlarından anılan nedenlerle her zaman tedirgin olmuşlardır.

    Neo liberal kapitalist sistem gelişimi liberal demokratik  bir süreci izlemiş olmakla beraber,  sessiz bir şekilde  araç haline getirdiği bu oluşum, sonunda  siyasi liberalizm ve liberal ekonomi yöntemleri ile, giderek otoriter bir kalıba dökülmeye de başlamıştır. Özellikle ABD çıkışlı  olan bu uygulamanın küresel örnekleri güncelliğini korumakta olup, sistemim güvenliği için, hedef ülkelerin  içlerinden kontrol yöntemleri de bir şekilde  geliştirmektedir…

    (… Devletin siyasal ekonomik rolüne eşlik eden bir unsur da, ABD’in tahakküm altındaki ulusların polis, ordu ve istihbarat vasıtalarının içine sızmasıdır…James Petras Henry Veltmeyer Maskesi Düşürülen Küreselleşme..  sf.77)

    Özelikle bir seçkinler  sosyal yapısı üzerinden ülkelerin  denetiminin sağlanmasını amaçlayan  küreselci yaklaşım, piyasa ekonomisi yapısında  söz konusu  seçkinleri  bir diğer yönü ile Bilderberg  kadroları içinde  toparlamayı  amaçlamıştır…

    (…Bilderbergciler 1954 yılından bu yana tüm batı uluslarının seçkinlerini ve mutlak  zenginliğini temsil etmiştir. Finanscılar,sanayiciler, bankerler,poiltikacılar, çok uluslu şirketlerin başkanları,devlet başkanları,başbakanlar,maliye bakanları, dışışler bakanları,Dünya Bankası, ve IMF  temsilcileri medya  yığışımlarının başkanları ve askeri liderler…. Danıel Estulın  Kulüp BİLDERBERG…..Sf 28.)

    Burada bir saplama yaparak Türk Silahlı  Kuvvetleri üzerinde sistemleştirilmeye çalışılan yıpratıcı propagandaların hangi merkezlerce sürdürülmeye çalışıldığını da   hatırlamak gerekmektedir… Uygulanmaya konulmak istenilen bu strateji içinde Türkiye’de  neo liberal kadroların tek nüfuz edemedikleri kurum TSK olmaktadır. Ulus devlet yapısının da  savunucusu olan bu kurum üzerinden yıpratmak amacıyla  siyaset yapmaya çalışanların ayrıca belirtilen  mantık kapsamında  hangi çevreler ile bağlantılı olduklarının da  dikkate alınması yararlıdır!!!

    (…Buradaki mesele, devletin  küresel sermaye tarafından  ele geçirilmesi veya küreselleşme sürecinde  ortaya çıkan  menfaatlerin yeniden yönlendirilmesidir. Bu bağlamda,neo  liberal  devletin rolü ,üç temel  işlev   bağlamında  tanımlanmaktadır…

    * Makro ekonomik istikrarı  güvence altına alan  mali ve parasal  politikalar uygulamak.

    * Küresel ekonomik faaliyet için  gereken  temel altyapıyı oluşturmak.

    * Toplumsal denetim ,düzen ve  istikrarı  sağlamak.

    * Neo liberal  devletin bu işlevlerce  düzenlenen  rolünü küresel ölçekte uygulama alanına sokamak…. James Henry Petras Henry Veltmeyer.. Maskesi Düşürülen Küreselleşme… sf. 30.)

    Bu süreç içinde yer alan güçler  küresel alanda bir tarafta Avro, diğer tarafta dolar rezerv saha  paylaşımı içinde aralarında  rekabet ederlerken,  Orta doğu petrolleri üzerinden de  enerjiyi kontrol ederek, diğer  finans alanlarının kontrolünü ileriye dönük  olarak sağlamayı   amaçlanmakta ayrıca, İsrail’in güvenliğini esas almaktadır…Bu  ince hesapların  yapılış şekli ise,   herkes tarafından bilinir hale gelmiştir… Konu ile ilgili olarak, ABD’in. Irak’ı işgali ile ilgili süreçte  Bilderberg toplantısında 2003 döneminin Fransız Dışişleri Bakanı Dominique’ün, Kıssınger’e hitaben söyledikleri de  ilginçtir….

    (…) Fransız Dışişleri Bakanı Bakanı Dominique de Villepin, Henry Kıssinger’e Amerikalılar zamanında Irak  konusundaki gerçek niyetlerini ortaya koysa ve işgalin asıl nedeninin bedava petrol ve doğal gaz akışını denetlemek olduğunu açık etse, Fransızların “Birleşmiş Milletler önergelerini veto  etmeyeceklerini” açıkça söylemiş ve eklemiştir: Dünya’nın geri kalanı aptal değil  Henry!!!…. Danıel Estulın  Kulüp Bilderberg   sf.41.

    Bir saplama yaparak  hatıralar tazelendiğinde,  küreselci  politikanın sonucu olarak Irak’ın işgali ile  yürütülmek istenilen  stratejinin bir bölümünün petrolün kontrolu kadar, bu politikanın  İsrail’in  çıkarlarına  da  uygun duruma  getirilmesi    konuyu ayrı bir boyuta taşımıştır… Halen İsrail’in  politik hedeflerine göre şekillendirilmeye çalışılan bu süreç ABD içinde de giderek artan  eleştirilere neden olmaktadır… Harekatın başından bu yana  geçen süre içersinde ABD Silahlı  Kuvvetlerindeki  yüksek komuta kademesindeki  bazı istifalar özellikle  dikkate çarpmaktadır.

    * Hatırlanacağı üzere, Irak’ın işgalinden önceki aşamada görevde bulunan  o günkü Genel Kurmay Başkanını sağlık  nedeniyle  istifa etmiş  olduğu duyurulmuştur….

    *  Neo con kadrosunda yer almış bulunan General Powell de İçişleri  Bakanlığı görevini malum sebeplerle günün koşulları içinde bırakmak durumunda bırakılmıştır…

    *  Irak’ın işgalinin sürmekte olduğu dönem içinde  dört yıldızlı bazı emekli generallerin  yönetim karşıtı beyanlarına da tanık olunmuştur…

    * Irak Kuvvetlerine  atanan dört yıldızlı amiralin ise 2008  yılı içinde istifasının   basına yansıdığı  ayrıca  yakın zaman içinde izlenmiştir…

    * Son olarak bu defa da gene yüksek komuta kademesinden  Hava Kuvvetleri komutanı ile yardımcısının  birlikte istifalarının istenildiğine ilişkin haberler  basına günün konusu  olmuştur …

    Özetle ABD Silahlı Kuvvetlerinin yüksek komuta kademesinde Irak’ın işgalinden  bu yana geçen süre içinde  üst rütbeden komutanların belli zaman aralıkları içinde istifa ederek görevden ayrılmaları özel bir anlam taşımaktadır!… Anlaşıldığı kadar  ABD çıkarlarını dikkate almayan ve  reel politikadan ziyade  İsrail’in çıkarları için  bu ülkenin gücünün  israf edilir olması,  ABD silahlı kuvvetleri içinde bir  huzursuzluk kaynağı  olduğu imajını kuvvetlendirmektedir…

    Konuya tekrar dönüldüğünde, emperyalis bir yaklaşıma karşı, paylaşımda pay kapamayan bir diğer  emperyalist ülkenin  tavrı, Fransız Dışişleri Bananının  ifadesinde yansımış bu husus ise,  hiç de şaşırtıcı olmamamıştır!!!  AB ile ABD arasındaki  dolar  euro çatışmasının  temelindeki  çıkara dayalı  tavırlar bu sürecin başından beri izlenmiştir… Hatırlanacağı  üzere, Chirac’ın görevde bulunduğu sıralarda  Latin Amerika ülkelerini ziyaretinde paranın  istikametini yansıtan şu ifadeleri dikkati çekmiştir…  Latin Ülkelerine hitabında, artık  kuzeye değil Avrupaya bakın mesajının gerisinde,  bir şekilde  ticaretin de  euro üzerinden  yapılmasına ilişkin  örtülü önerileri, ABD ‘yi son derece rahatsız etmiştir!!!

    Paranın istikametinin küreselleşme sürecinde  giderek politikalara yön vermekte olduğu açıktır.. Değişik yönlerden örnekleri çoğaltmak   ve konunun  farklı   sürümlerini de gene stratejik yaklaşımlar  içinde  tanımlamak mümkündür… Konuya bir taraftan askeri çözüm yöntemleriyle yaklaşılırken  diğer yönlerden de  psikolojik harekat  kapsamında  ve siyasi coğrafya üzerinde    ön görülen  kontrol alanlarını, hedef ülkeleri  ve bölgeleri  de içine alacak tarzda  farklı stratejilerin şekillendirilmekte olduğu izlenmektedir…Bu koda  da, ABD ile İsrail’in çıkarlarının önceliği  sorun yaratmaktadır…Uygulanan bölge politikalarında,   Bir taraftan etnik ayrımcılığa destek verilirken, diğer yönlerden inanç farklılıkları üzerinden  toplumları  ayrıştırmanın  yolları aranmakta, gerektiğinde  ise üretilen terör bahaneleri ile, hedef ülkelerin işgaline meşru kılıflar oluşturulmaktadır!!!…Bir diğer yönden,   BOP gibi projeler kapsamında, ülkelerin siyasi coğrafyalarının değiştirilmeleri amaçlanmakta ve gene, hedef ülkelerden  euro üzerinden ticarete dönenlerin de  hükümranlık hakları  vesayet alındığı oranda, bunların tekrar dolar alanları  içinde tutulmalarının yöntemleri  aranmaktadır!… Kısaca,küreselci yaklaşımlar içinde  paranın, yani  “DOLAR’IN” geleceği, politikalara yön verir duruma gelmiştir…

    Yukarıda  değişik kaynaklardan alınmış bulunan  görüşlerin  genel anlamda birleştikleri ortak noktalar özetlendiğinde;

    * Dolara olan güvenin  küresel düzeyde giderek azalmakta olduğu,

    * Evangelist siyonist politikaların etkisinin ve güvenirliğinin  giderek zaafiyete uğradığı,

    * Irak Savaşının gerçek yönünün petrol ve doğal gazı ele geçirmek olduğu,

    * Küresel düzeyde finans üzerinden  siyasal ve sosyal yapıları etkileyen aç gözlü bir sosyal sınıfın  bu politikaları ile, siyasetin açmazlarını yarattığını,

    * Dolara olan güvenin giderek azalması nedeniyle,  yerine, yeni bir para biriminin dünya rezerv parası olarak kabul edilmesinin  düşünülebileceğini ,

    * Mevcut uygulamalar içinde,  finans üzerinden ülkelere siyasal baskı ve santajların yapılmakta olduğunu,

    * Mevcut gelişmeler dikkate alındığında, Wall Street’in para makinalarının giderek parçalanmakta olduğunu,

    * Tek para biriminin “DOLARIN’”  rezerv olarak  etkinliğinin devamınca  finansal krizlerin FED’in  piyasaya  likit aktararak  çıkan  krizi önlediğinin, ancak  doların giderek  rezerv  niteliğinin azalması durumunda   FED’in bu süreçte  müdahale  imkanlarının azalacağının  yorumların içeriğinde  anlaşılmaktadır!!!

    ABD. Küresel düzeyde sistemleştirmiş olduğu bu politikaları ile,  tek kutuplu dünya stratejisini, Wall Street  ve Pentagon  üzerinden özellikle soğuk savaş sonrasından itibaren uygulamaya koymuştur!!! Bu süreç içinde uluslar arası  ilişkilerine bakıldığında  uygulamaya çalıştığı stratejinin  hangi oranlarda başarılı olabildiği sorgulanmalıdır?!!!.

    Gelişmeler  soğuk savaş  döneminden itibaren ele alındığına, ABD’nin uyguladığı ve  “NSA” üzerinden yürüttüğü   psikolojik harekat yöntemlerinde  etkin olduğu,   ancak,  sonraki aşamada  konuyu  aktif politika safhasına  intikal ettirdiği dönemden itibaren   elde ettiği kazanımlarını giderek  kaybettiği görülmektedir!…Genel hatları ile konuya özet olarak  bakıldığında; ABD  nerelerde başarılı olabilmiştir?

    * Domuzlar Körfezi çıkarması bir fiyasko olmuştur!….

    * Lübnan’a  yapılan müdahale başından başarısızlığa uğramıştır!…

    * İran Şahı üzerinden yürüttüğü politika  yalnız karşıt bir rejimi getirmekle kalmayıp,  bölge dengelerini tümü ile aleyhine çevirmiştir!…

    *  Hümeyni rejimi geldikten sonra, esir alınan ABD personelini   kurtarma oprasyonu bile  çölde  takılmış ve  basit bir  eylem düzeyinde kalmıştır!…

    * Vietnam, hezimeti  ise  yabana atılmayacak bir  askeri harekattır!…

    * Somali uygulaması da bir diğer fiyasko olmuştur!…

    * Afganistan bataklığının durumuna bakıldığında,  kendi üretimi olan Talibanların olayları taşıdığı bir diğer başarısızlıktır!…

    * Irak açmazı ise, güncelliği itibariyle  ibretlik örnekleri sürdürmektedir!…

    * Siyasal yönden, arka bahçesi olan Latin  Dünyasını  kaybetmiştir!… ABD karşıtı politikaların Küba’dan sonra, Venezuela, Brezilya, Uruguay, Şili, Bolivya, Arjantin gibi ülkelerde de  etkinliğinin arttığı gözlenmektedir!… Kısaca  Quebec anlaşması sonuçları itibariyle ölü doğmuştur!!!

    * Bir diğer yönden Afrika ve Latin  Dünyası , giderek artan  ABD karşıtlığı nedeniyle  Çin’e yaklaşır hale gelmiştir!…

    * RF başlangıçta, ABD ile NATO konseyinde gözlemci olarak  işbirliğine yakın durmuşsa  da, gene ABD’in   NATO’yu doğuya kaydırma politikası sonucu, bir taraftan  yeni üsler oluşturulurken, diğer  yönden Karadenize çıkabilmek için Montrö’nün  değiştirilmesine  ilişkin ağız yoklamaları tedirginlik yaratmıştır!…Bu yaklaşım,  hem Türkiye’yi, hem de RF fazlasıyla rahatsız etmiştir!… Ayrıca, SOROS modeli üzerinden  yapay  demokrasi ihracatı da  doğu ülkeleri kadar Orta Asya Türk  devletlerinde de güven sarsıcı sonuçlar oluşturmuştur !!!   Putin’in  Münih konferansında ki tavrı bu konuda  bir dönüm noktası olmuştur…

    * PKK konusunda ki uzun süren tutumu ile de Türkiye gibi bir müttefikinde bile kamu oyunda , %90 üstünde bir  güvensizliğe neden olunmuştur!!!

    * ABD’in bu yayılmacı politikalarındaki acelecilik ve acemiliği  ŞANGHAY İŞBİRLİĞİ’Nİ  tetikleyerek, beklenilmeyen bir karşı  cephenin acilen doğmasına da neden olmuştur!!!

    * Pakistan üzerindeki  benzer baskılar da dikkate alındığında, ABD’nin giderek bu ülkeyi de tümü ile Şanghay İşbirliği’nin bir üyesi olarak zaman içersinde  kaybetmesi dikkate alınması gereken bir husustur!!!

    * Çin’in, açık deniz politikasına çıkması durumunda ise, mevcut gelişmeler  sonunda bu ülkenin de Hint Okyanusunda bayrak göstermesi  kaçınılmaz görülmektedir…

    *Son gelişmeler içinde 12  Latin ülkesinin,  ekonomik ve siyasal bir  birliği amaçlayan şekilde  Güney Amerika Birliğini,   UNASUR’ u  kurmaları, özellikle ABD karşıtı bir görüntü sergilemiştir…

    * Ayrıca, yakın dönemde, Rusya Devlet Başkanı Dimitriy Medvedev’in, Rus  rublesini bölgenin en önemli para birimi yapmayı hedeflediklerine ilişkin beyanı, siyasete yön veren para   politikaları açısından, dikkate alınması gereken bir mesaj olmuştur…

    Belirtilen faktörler geniş anlamda  ele alındığında, PARANIN YÖN VERDİĞİ  politikalar  sonucu ortaya çıkan tabloda ABD nerede ve hangi politikalarında başarılı olabilmiştir?… Reel politikadan uzak bir şekilde , sadece, Wall Street’in  içine çekilmekte olduğu girdabı engellemek için  yürütülen stratejilerde  ABD küresel bir güç oluştururken, gerçekte , küresel düzeyde cephelerini yayarak  zaafiyetlerini  de yaratmıştır!!! Kısaca, peş peşe istifa etmiş olan  generallerin durumunu da bu mantık içinde değerlendirmek gerekmektedir.

    Özetle, küresel düzeyde bir  kontrolun sağlanabilmesi ise, ulusal direnme noktalarının zaman içersinde pasifize veya etkisiz hale  geçirilmesinden geçmektedir. Bu konuda mukavemet merkezleri kendi milli benliğinin ve ulusal değerlerinin farkında  olan ULUSAL DEVLET  yapılarıdır. Küresel sömürü veya neo liberalizm üzerinden   yeni emperyal sömürgeci oluşumun, karşısında  milli  devletlerin kendi halklarına ve değerlerine sahip olmasının korumacı  engeli yatmaktadır!… Küresel finans ise, sınır tanımayan bir liberalizm içinde  ülkeden ülkeye, borsadan borsaya akarak,  kendi çıkarı istikametinde kaynakları  tranfer etmeyi  amaçları içinde görmektedir!!! Bu durumda da ULUS DEVLET YAPILARI finansal enternasyonalizmin  hedefleri içinde yer almakta olup, giderek , bir karşıt hareket olarak  ulus devletler dayanışmasının  da zaman içinde  oluşması artık  şaşırtıcı olmayacaktır!

    ABD. askeri yönden  stratejik yayılma yöntemleri ile,  dünya enerji kaynaklarının bulunduğu bölgelere , gerek ittifaklar içinde  üsler oluşturarak,   ya da  Irak ve Afganistan modellerinde olduğu şekilde kendilerine göre, KURTARICI (!)  işgal  yöntenleri ile  bölgeye yerleşerek  çözüm yolları aramaktadır….

    Bir diğer yönden ise ittifak yapıları içindeki  ulus devletler bile, finansal enternasyonalizmin  ihtiyacına göre   tasfiye yöntemlerine muhatap olduklarının farkına varmışlardır!…. Bunların üniter yapıları ve  bütünlükleri yok edilmek istenilmektedir!… Bu konuda bir taraftan etnik farklılıklar  ile toplumlar  kendi içinde ayrıştırılıp , yabancılaştırılmaya çalışılırken, diğer yönden de, inanç farklılıkları üzerinden sosyal dokuların birleştirici ortak değerlerine karşıt  politikalar oluşturulmakta ve çatışma ortamlarının da yaratılmakta olduğu anlaşılmıştır!….

    Elde edilen bazı sermaye çevreleri  ile, bunların yönettiği medya kuruluşları yanında, amacı dışında kurulan STÖ.    ve  devşirilerek  kendilerine yabancılaştırılmış  aydın(!) kimliği verilmiş çevreler, sahte bilim, sahte sanat vb. unsurlar,  psikolojik harekat yöntemleri içinde dönüştürülerek peş peşe  devreye sokulmaktadır!…. Bu bağlamda  sahte bilim, sahte edebiyat, sahte sanat vb. unsurlara öncelik verilmekte, bunlar, toplumun ortak değerlerini  ayrıştırmanın  araçları olarak propaganda yöntemleri içinde  kullanılmaya  çalışılmaktadır!… Amaç,  Ulus devletlerin  koruyucu politikalarının paranın istikametine engelleyici  olabilecek   önlemleri almasının önüne geçmek olmaktadır…

    Küreselci güçler psikolojik  harekat yöntemleri içinde  ulus devlet yapılarına karşı, dini siyasallaştırarak ümmet anlayışına ayrıca destek veren bir politikayı da öne çıkarmaya  başlamışlardır…. Milli Devlet yerine ümmet anlayışının yer alması konusunda ki esas amacın toplumu önce milli birlik  beraberlik ortak değerlerinde  soyutlamak , daha sonra  da  ümmet yapısını kendi içinde  mezhepleştirmeye dönüştürdükten sonra bu  sosyal dokuyu   tekrar ayrıştırarak  inanç sistemlerini radikalleştirmek ve   yeni bir iç  çatışma vasatı oluşturmak  şeklinde konu  görüntüye gelmektedir….Halen, Irak ve  Pakistan’da yaşananlar, bu konudaki  gelişmelerde izlenen  somut örneklerdir!!! Ruanda faciası ise ayrıştırmanın bir diğer  insanlık ayıbı olmuştur!….   Özetle;

    BOP hedef alanı içinde bulunan ülkeler  enerji kaynaklarını  ve doğal kaynakların bulunduğu coğrafi kesimlerdir…. Bu coğrafyada  etkin olabilmek ve müdahale edebilmek   için  emperyal sömürgeci  güçlerin  dünya genelinde meşru (!) nedenler oluşturmalarını gerektirmektedir…. Bu amaçla;

    * Önce Ulus devletleri zaafa uğratacak şekilde  ümmet veya etnik  anlayış üzerinden  toplum yapılarını dönüştürmek,

    * Ümmet yapılarını kendi içinde ayrıca  mezhepleştirerek  ayrıştırmak

    * Etnik farklılıkları birbirlerine  yabancılaştırarak çatışma ortamına sokmak

    * Ayrıştırılan mezhep gruplarını da  birbirlerine karşı  ayrıca  yabancılaştırmak

    * Daha sonra bunları daha radikal hale getirerek birer terör tehdit unsuru olarak çatışma ortamı içinde dünyaya  göstermek

    * Bir taraftan radikal grupları kendi aralarında  mezhep ve etnik  farklıklar içinde çatıştırırken, (Irak ve Pakistan’da  olduğu gibi) diğer taraftan da  hıristiyan dünyası için  bu süreci bir tehdit unsuru  olarak dünya genelinde   ileri sürmek ayrıca, radikal islama karşı  hıristiyan dünyasının desteğini İsrail’e sağlamak …

    * Daha sonra da, bu bahane ile, enerji ve doğal kaynakların bulunduğu bu coğrafyalara, kurtarıcı (!) HAÇLI SEFERİ tavrı ile müdahale  yolları aramak!!! Halen Evangelist Siyonist stratejinin paranın istikametini tayin eden politikalarında bu husus hissedilmektedir!!!

    * Bir diğer husus da, son yıllarda görülmedik düzeyde dinin gerek  hıristiyan ve gerese müslüman topluluklarda siyasallaştırlmaya çalışılması  ve bunun üzerinden de siyaset yapılmasıdır!… ABD bile tarihinde olmadık ölçüde Evangelist Siyonist uygulamalarda din siyasallaştırılmıştır!!!

    Bu noktadan bakıldığında ve Samuel Huntington’un  “Medeniyetler Çatışması” tezi hatırlandığında, tanımlanan   politik hedefin    perde arkasından  bu konunun yavaş yavaş   sürüme hazır hale getirildiği daha iyi anlaşılmaktadır!…  Din üzerinden siyaset oluşturmanın gayesi samimi dindar insanların vicdan özgürlüğü içindeki dürüst  ibadet ve inanç anlayışları değildir!!!…. Konu, tümü ile  küresel çetenin  paranın geleceğinin güvenceye alınması için her türlü etnik ve  inanç bağı üzerinden yürütmeye çalıştıkları çarpıtılmış , siyasallaştırılmış,  düzmece inanç  tezgahtarlığıdır!!! Bir ülkede dinin, hukukun, eğitimin,  politikanın aracı haline getirilmesi ise, ister istemez istismara açık  dış destekli beklentilere  hizmet eden bir sürece  yardımcı olacaktır!!!

    Din üzerinden siyasetin  Batı çıkışlı  yaklaşımlarına bakıldığında özellikle, Evangelist-Siyonist  bir siyasal  oluşumun ABD de etkin olmasından sonra çeşitli boyutlarda bu hususun  yankı oluşturmaya başlamış olduğu görülmektedir… Samuel Huntington’un  Medeniyetler Çatışması tezi parlalelinde düğmeye basılmış intibaını veren bu süreçte zaman zaman bazı AB ülkelerinden de  eyleme yönelik  mesajların eş zamanlı olarak yansıdığı izlenmiştir!!!

    * 2005 yılında Danimarka’da Hz. Muhammed’i  hedef alan karikatürlerin hasıl ettiği tepki sonucunda  radikal islami çevrelerin  tavırları  hatırlanmalıdır!!!

    *  Konunun benzeri 2008  Şubatında  gene   olmuş, İsveç, Hollanda, İspanya’da da benzer  şekilde konu bu ülkelerde bazı çevrelerce desteklenmiştir…

    *  Bir diğer yönden  Danimarkada’ki Türk Evlerinin kundaklanmaları, benzerlerinin Almanya’da tekrarı, yakın zaman aralığı içinde toplumları inanç farklılıkları üzerinden  kutuplaşmaya  çalışılan  uğraşılar olarak  sergilenmiştir…

    * Yakın zamanda Hollanda da Kuran’ı eleştiren bir filmin gösterime girmesinin de  aynı zaman aralığı içinde yer almış olması ve benzer tahriklerin  Samuel Huntington’un  Medeniyetler Çatışması tezine destek verilmesi şeklindeki bir imajını güçlendirmektedir!!!

    * İngiltere’de, gene yakın geçmişte İslami çevreler için Şeriat Mahkemelerinin  kurulmalarına ilişkin bir önerinin ilginçliğini de aynı mantık içinde irdelemek gerekmektedir!!!

    * ABD de terör olayları içinde  potansiyel tehdit unsuru olarak Türkiye dahil, özellikle islam ülkelerinin ağırlık taşıdığına ilişkin bazı  haberlerin  basında yer alması ilginçtir!!!

    * Bütün bu  paralel  oluşumların gerisinde toplumları tahrik etmeyi amaçlayan  ince politikaların,  PARANIN İSTİKAMETİNİ tayin etmeyi gaye edinen sürümler olduğu konusunun doğru  irdelenmesi de gerekmektedir… İfade edilen bu oluşumlar, hemen hemen eş zamanlı  ve belli hedeflere yönelik olup, gerisindeki  karar vericilerin kimler olduğunun  iyi tahlil edilmelerinde de yarar vardır!!!

    * Son Karikatür olayında ilk tepki Vatikan’dan gelmiştir… Bu konuda dinler arası diyaloğa zarar veren bir  olay olarak  konu  kınanmıştır!!! Vatikan’ın bu  tepkisinin  iyi değerlendirmesi de yapılmalıdır.   Bilindiği üzere,” dolar Wall Street’in,  euro ise, AB’in bir yönü ile de Vatikan’ın parası olmaktadır”…. Esasen,  Evangelist-Siyonist cephe ile, Vatikan  Katolik dünyası arasında da  euro/ dolar üzerinden çıkar çatışması oluşmuştur!!! Euronun devreye girmesinde bu yana  rekabet sürmektedir… Vatikan bu çatışma sürecinde Evangelist cepheden , Kiliseye yönelik saldırılar da dikkate alındığında,   İran gibi radikal  islam ülkelerinden  bile Vatikan’a destek gelmiştir…. Dolayısı ile  malum çevrelerden  yürütülmek istenilen Hırıstiyan / Müslüman çatışmasının gerisindeki ince  hesabı  Vatikan çok iyi şekilde görmüştür!… Bu bağlamda,  Huntington’un Medeniyetler Çatışması  tezi,  daha ziyade,  Evangelist –Siyonist  cephe karşısında  euronun çıkar birliği  sağladığı euro alanına girmiş bulunan  müslüman  devletler ile  Vatikan  cephesi birliği  içinde ve  farklı bir boyutta  cevabını ayrıca bulacak gibidir!!!

    * İnanç farklılığı üzerinden  çatışma alanları oluşturmayı amaçlayan çevrelerin kimler olduğuna  dikkat edildiğinde,  çıkış  noktalarına ve   değişik sürümlerine bakıldığında konu,   hep aynı adresleri  göstermektedir!!!

    Paranın küresel gücünün ABD’in kontrolunda olması, ancak amaçladığı tek kutuplu dünya politikasının gerçekleştirebilmesi için zorunludur… Oysa, finans üzerinden kurgulanan stratejide de  güç kaymaları giderek batıdan doğuya doğru olmaktadır… Dünya Bankası verilerine göre, 1995 yılında 42,2 trilyon dolar olan   dünya gelirinin %60  batıda iken, bu oran   2005 yılına gelindiğinde 61,3 trilyon dolara yükselmiş ve  %60 olan gelir dilimi batıda %54 düşmüş olarak görülmektedir… Yapılan tahminlere göre;

    * Çin ve Hindistan’ın  önümüzdeki  25 yıllık dönemde  GSMH  payının ikiye katlanacağı öngörülmektedir…

    * Asya Pasifik bölgesi  içinde RF dahil ,Çin, Hindistan, Endonezya ile Latin Amerikada Brezilya’nın 20 yıl sonraki tahmini  GSMH ları dünya genelinin 1/3 eşit olacağını göstermektedir…

    * Halen ABD’in 13 Trilyon  dolara yakın  olan GSMH dikkate alındığında, Çin’in 2008 yılında  10 Trilyon  dolar GSMH ile ABD den sonra  dünya ekonomisinde ikinci sırada yer alacağı  var sayılmaktadır

    * Geleceğe yönelik değerlendirmeler içinde dünya ekonomisindeki yerleri itibariyle 2020 yılına gelindiğinde  Çin’in GSMH  57 trilyon dolara, ABD’in 31 Trilyon dolara, Hindistan’ın ise, 15 Trilyon dolara ulaşacağı ön görülmektedir!

    Mevcut değerlendirmeler dikkate alındığına, yakın gelecekte Çin’in ABD.ekeonomisine eşit bir ekonomi ile dünya dengesi içinde yer alacağı  hesaplanmaktadır. Böyle bir sürecin sonucunda, ABD’in tek kutuplu dünya stratejisinin yukarıda belirtilen zaafiyet noktaları da dikkate alıdığında, gerçekleştirmeyi amaçladığı stratejide sonun yaklaştığını d a göstermektedir….

    Çin açısından zaafiyet noktalarına bakıldığında, halen günlük  petrol tüketiminin 6,5 milyon varil olduğu, bu petrolün %45 Orta doğudan ithal ettiği de görülümektedir…Çin’in bu  kalkınma sürecini sürdürebilmesi için de enerji  yollarının çıkarı istikametinde güvenirliğinin sağlanmasına ilişkin politikalara ihtiyaç duyacağı da anlaşılmaktadır… Halen, Kazakistan ve Türkistan üzerinden  doğuya yönelik enerji akışı dışında RF ile de enerji alımının sağlandığı  yorumlarda izlenmiş bulunmaktadır… 2030 yılına gelindiğinde ise,  Çin’in enerjide %80 dışa bağımlı olacağının da değerlendirmelerde yer aldığı görülmektedir! Çin’in Suudi Arabistan ile Enerji  güvenliği anlaşması yanında, İran’ın  Yadeveran  bölgesinde ve Kenya’daki petrol arama konusunda ki anlaşmaları hatırlandığında,  Hint Okyanusu’nun Çin için de ifade ettiği önem ayrıca öne çıkmaktadır .

    ABD’in hegomonik demokrasi imajı içinde seyir eden ürkütücü politikaları sonucu  jeostratejideki kaymalar ivme kazanmıştır!!! Parayı yönetenler, enerji üzerinden ön gördükleri kontrol sistemlerini silahın gücünü de kullanarak  bir yere varamayacaklarını Irak  sürecinde yaşamaktadır…. ABD, Soros çıkışlı yapay demokrasi taarruzları sonucunda Orta Asya daki üslerini zaafiyete uğramıştır…  Özbekistan’daki  Hanabat Askeri üssünden  yararlanma imkanını 2005 yılında kaybetmiştir…Kırgızistan’daki Gansi Askeri üssü ise sorunludur!… Asya istikametinde  ele alınmış bulunan ve paranın istikametine göre şekillendirilmeye çalışılan Evangelist Siyonist  stratejik yaklaşımlar sağlıklı sonuç vermemiştir…

    Halen köprü başları tutulmuş bulunan  ülkelerde, küresel sermaye  yeni emperyalist düzen içinde  uygulamalarını sürdürmektedir… Paranın politkaya  yön vermeye  devam ettiği  husus dikkate alındığında, küresel düzeydeki  etki alanlarında ki görüntüye  de  bakıldığında bu ülkelerde ki ;

    (…*  Dış borç üzerindeki  büyük ve uzun vadeli faiz ödemeleri.

    *  Doğrudan ve portföy yatırımlarından  elde edilen  karların  kitlesel transferi.

    *  Karlı kamu teşebbüslerinin, mali  olarak  kötü durumdaki  ulusal teşebbüslerin ve ucuz iş yerleri, enerji kaynakları ve düşük üçretli imalat  ve hizmet endüstrileri, bu alanlardaki  doğrudan yatırımların satın alınmaları ve ele geçirilmeleri.

    * Çok  geniş bir alandaki  ürünler, patentler ve  kültürel metalar üzerindeki temettü ödemelerinden kaynaklanan bedellerin toplanması,

    * Geleneksel pazarın “ benzerliği” ve tarihsel bağlar aracılığıyla, bölgedeki  ABD’li  şirket  ve  bankaların tahakkümüne  dayanan  elverişli cari hesap  dengeleri…..James Petras Henry Veltmeyer Maskesi Düşürülen  Küreselleşme  sf.111…)  konularındaki   uygulamaların sürmekte olduğu  izlenmektedir!

    Küresel sermayenin kendisini korumaya alarak, ülkeler üzerinde tesis etmekte olduğu siyasi  ipotek, otoriter bir şekilde seyir etmektedir….Böyle bir  yönetim hiyerarşisini sürdürmesinin kılıfı ise,  gerçek anlamından soyutlanmış bulunan siyasal liberalizm ile liberal ekonomiyi arac haline getirilmiş olmasındandır!…Bu süreç, gerçek anlamının ötesinde  kılıfına uydurulmuş bir  demokrasi tanımı olmaya başlamıştır!… Paranın istikameti politikaya yön verirken   küresel etkinliğini  sağlamak için de  siyasi coğrafya üzerinde  jeopolitik ve jeostratejik  kontrol noktalarını doğal kaynaklarla beraber  ele geçirmeyi aynı zamanda  amaçlamıştır!…Kısaca, gelişmeler göz önüne alındığında ,  demokrasi sürecinin anlamının ötesinde   amacı aşan şekilde yeni sömürgeciliğin  bir  aracı olarak kullanılır hale getirilmesi  oldukça düşündürücüdür!!! Demokrasi sürecinde bireysel haklar küresel sermayeyi yaratmış, ancak, küresel sermaye ise  sonuçta, hegomonik demokrasi  ile, bireysel hakları yok etmeye başlamıştır!!!

    ERGUN ÖZGEN

  • ÇATIRDAYAN  KÜRESEL STRATEJİ

    ÇATIRDAYAN KÜRESEL STRATEJİ

    ergun ozgen [ergunozgen@superonline.com]

    TURKISH FORUM DANISMA KURULU UYESI

    Tek Kutuplu dünya oluşumu konusunda özellikle Bush  yönetimi döneminde ivme  kazanmış olan süreç, yeni bir boyuta taşınmaya  başlamıştır.  Konu  daha ziyade, tek para birimi üzerinden  küresel kontrolun  politik hedeflerine  yönelik bir stratejinin safhalarına  oturtulmak istenilmişse de  gelişmelerin  arzu edilen hedefe ulaşamadığını göstermiştir….

    Tek  kutuplu dünya stratejisinin küresel hedeflerini elde etmeye yönelik  uygulama özellikle

    * Tek  para  birimi ekseninde dolarize bir  kontrolun küresel etkinliğini,

    * Tek lisan üzerinden İngilizce’nin küresel etki alanlarının genişletilmesini,

    *  Evangelist inanç sisteminin  kontrolunda  Moon tarikatı üzerinden  Konfüçyan alanda etkinin  sağlanması, ayrıca,  islam dünyasında da Fetullah hareketi üzerinden  ılımlı islam  modeli ile,  belli inanç alanlarında    Tek Kutuplu stratejinin  küreselliğine destek sağlanması….

    Bu küresel stratejinin  etkinlik kazanmasında  öncelikli çıkış  noktasının  gene küresel finans kapitalin siyasi coğrafyada mutlak etkinliğinin  sağlanmasından geçtiği görülmektedir . Ancak  ön  görülen hedeflerin  bu süreçte finansal yönden  hedefinden saptığı da izlenmektedir..

    Önce  Maastrich Anlaşmasıyla devreye giren  Euro (Avro) amaçlanan  finansal stratejinin  küresel yapısındaki ilk  çatlağı oluşturmuştur.

    ABD.   sanal ekonominin ortaya çıkardığı  finansal kriz  dolar ekseninde ön görülen  bir küresel  etkinliği de tartışılır duruma getirmiştir…

    Bu krizin getirdiği sorunların , küresel boyut kazanması sonucunda, siyasal yapıda ki arayışları da ortaya çıkarmıştır. Bunlardan;

    *Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt, Katar, Umman ve Bahreyn’in 1 Ocak 2010 itibaren  El Halici  adı verilen bir ortak para birimini   hedefledikkleri  görülmektedir…,

    * Latin Amerika ‘nın kendi  ekonomik alanı içinde yeni bir yapılanmayı amaçladıkları izlenmiştir…

    * Bu bağlamda, Arjantin’in Çin’den  10 milyar dolar karşılığı  70 milyar yuan aldığını ve aralarındaki ticaretin bu para birimlerine göre yürütüleceği ifade edilmiştir…

    * Rusya Federasyonu, Kazakistan, Beyaz Rusya, Kırgızistan, Tacikistan aralarında Avrasya ortak para birimine geçiş konularına  çalışmalar yapıldığı basına yansımıştır…

    *Çin’in, ayrıca Asya Pasifik  bölgesinde  yeni bir para birimi konusunda  ön görülerinden bahis edilildiğne ilişkin görüşler de medyada yer almıştır…

    * Ayrıca Çin’in  Brezilya ile ticaretinin  Yuan üzerinden yapılacağı belirtilmiştir…

    * Türkiye ile Rusya Federasyonu  aralarındaki  ticaretin Ruble, TL. üzerinden yapılması konusunda  anlaştığı da  gündemde yer almıştır…

    *Aynı şekilde, Çin Büyükelçiliği  müsteşarı  tarafından Türkiye ile  Çin arasındaki ticaretin ,Yuan ve TL üzerinden yapılabileceği konusundaki  bir önerisi de   söz konusu olmuştur…

    * Son gelişmeler içinde, Haziran 2009 ayı ortalarında “BRHÇ” Brezilya, RF. Hindistan ve Çin’in  iştiraki ile yapılması düşünülen ekonomik zirvede, dolar yerine  yeni bir para biriminin  yer almasının ön görüleceği anlaşılmaktadır…( Bu yakınlaşma ile eş zamanlı  olarak Hindistan ve Çin hudut bölgesinde  bazı ihtilafların çıkmış olması da anlamlıdır!!!)

    * Bir diğer   yönden Beyaz Rusya, RF ve kazakistan’ın  aralarında bir gümrük birliğne gidecekleri, Putin’in  Dünya Ticaret Örgütüne  bir şekilde rest çektiği de  ortaya atılan haberler içindedir… Bu bağlamda,  gene Rf, Kazakistan ve Ukrayna’nın aralarında   buğday birliği  oluşturacakları  da aynı haberlerde yer almıştır!!!

    İzlendiği kadar  doların  dünya rezerv para birimi olarak Bretton  Woods’tan  bu  yana süre gelen  etkinliği,  Avro’nun devreye girmesi ile sorunlarla  karşılaşmıştır . Daha sonra da küresel finansal krizin  ortaya çıkardığı ekonomik sarsıntılar  nedeniyle bu süreç   dünya ülkelerini  yeni arayışlara  yönlendirmiştir….Ortaya çıkmakta olan görüntü, finansal yapılı  küresel  stratejinin  ilk çatırdılarını da oluşturmuştur!!!  Irak’ın  haksız işgali,  dünya ülkeleri yönünden  büyük bir  rahatsızlığa neden olduğu kadar yeni  güvenlik arayışlarını da  zorunlu kılmıştır….

    Bu süreç bir taraftan yeni güç dengeleri arayışlarına neden olurken diğer yönden de,  küresel finans üzerinden etkinlik sağlamayı  amaçlayan  politikalar  ve  stratejilerine  karşı çeşitli ülkelerin  mukabil  stratejiler oluşturmalarına neden olmuştur…..

    Finansal yönden geliştirilmeye çalışılan  ortak görüşler içinde yeni bir para birimine geçilmesine ilişkin görüşler  Mart 2009 ortalarında Obama tarafından  red edilmiştir!! Ancak  gene de çeşitli ülkelerin  farklı para birimleri üzerinden  ticaretlerini geliştirmelerine  bu yaklaşımın  şimdilik etkili olamadığı  da izlenmektedir….

    2 Nisan 2009   G.20 ler toplantısından önce George Soros  zirvede  mevcut görüş aykırılıklarının  giderilmemesi durumunda  ekonomide bir çöküşün yaşanacağına ilişkin beyanı  dikkatlere çapmıştır. Belirtilen tarihte  Londra da  yapılan  G 20 zirvesinde alınan  kararlar  hatırlandığında,

    * Ortaya çıkan güvensizliği  kaldırma, istihdam  yaratarak büyümeyi  yeniden sağlamak

    * Finansal  sistemde ki  yapısal bozukluğu gidermek, borçlanmayı   yeniden düzenlemek,

    * Finansal yapıdan kaynaklanan  sorunları, giderek kaybolan güveni, yeniden sağlamak,

    * Gelecekteki  krizleri de karşılayacak şekilde  gereken fonları sağlamak, uluslar arası finansal kurumları reforme etmek,

    * Korumacılığı    red ederek, küresel ticareti ve  yatırımları teşvik etmek,

    * Bütün ülkeleri kapsayacak şekilde çevre dostu ve sürdürülebilir  bir iyileştirmeyi sağlamak!!

    G- 20 toplantısında alınan kararların  uygulama alanı gene de tartışmalı kalmaktadır. Bu  bağlamda,  BM. Genel Kurul Başkanı Miguel D’ escoto Brockmann’ın   zirvenin başarısız olduğu, dünya için yeni bir mali ,ekonomik ve ticari yapının  ortaya çıkmasının önemli olduğunu, bunun için de G-20 ayrı olarak   BM. Genel Kurulunda  G-192  ler olarak  yeni bir zirveyi  önerdiği izlenmiştir!!!

    Gene, G- 20  zirvesinden sonra Mayıs 2009 içinde  “ Bill Gates, Warren Buffett, David Rocfeller vb.”  zenginlerin  bir araya gelerek  konuyu kendi aralarında  ele aldıkları da dış basında dikkate çarpmıştır…

    Ortaya çıkmış bulunan küresel finans kapital  çöküşünün  sorumlusu olarak   görülen  Wall Street’in  yetkilileri hakkında 1933 krizinden bu yana en  kapsamlı soruşturmaya muhatap olacakları , Bloomberg’deki bir haberde  görülmüştür!

    Bu bağlamda, küresel  kizden sorumlu olanlar kapsamında,  Mortgage yöneticilerinden Angele Mnonzilo, Bankacılık Komitesi Başkanı Phil  Gramm, Federal Rezerv Başkanı Alan Greenspan,  Lihman  Brothers, Merrill Lynch denetleme yetkisine sahip olmasına rağmen bu denetlemeleri yapmamış olan Chris Cox ‘un , sorumlu olarak adlarının  yer aldıkları   ve bu listenin de oldukça kabarık olduğuna ilişkin haberler gene  dış basında ayrıca yer almıştır!!!

    Küresel finans kapitalin tek kutuplu dünya satratejisinin giderek çok kutuplu bir yapıya kaymasında, finansal merkeziyetin dolar alanlarında diğer para birimlerinin yer almaları ile  çatırdamaya başladığnın işaretlerini  görmek mümkündür..

    Güç parametreleri   içinde  ağırlığın ekonomik güçde olduğu bilinmektedir. ABD. bunu  giderek sanal ekonominin  olmayan değerleri üzerine inşa etmiş olduğu içindir ki,  bu krizin merkezini  oluşturmuştur. Zira, finansal yapıdaki çatırdı  başta ekonomik güç olmak üzere diğer güç parametreleri üzerinde de  olumsuz etkileri meydana getirmektedir

    .

    Stratejik hedefler içinde,TEK KUTUPLU DÜNYA ancak, tek para  biriminden, tek lisana  ve oradan da tek inanca yönelik merkezi bir küresel kontrol sisteminin  başlangıç noktası olan finansal gücün zaafa uğramaması durumunda söz konusu olabilecektir! Ancak gelinen nokta statejik hedefden  giderek uzaklaşıldığını  işaret etmektedir… Ortaya çıkan siyasal ve  finansal ayrışma çok kutuplu dünyaya dönüşün sinyallerini vermekte olup, tek kutuplu  küresel stratejideki  çatlak giderek büyüyecek gibidir…

    İnanç birliği bağlamında  II. Vatikan Konsili’in  hedefleri  istikametinde bir diyalog amaçlanmış olmakla beraber, özellikle 2001 den itibaren Avronun  rezerv para alanlarında yer almasından sonra  dolar merkezli Evangelist ve Wall Street   anlayış ile  Vatikan’ın da merkezinde bulunduğu  Avro merkezli  finansal anlayış arasında önemli bir kırılma olmuştur….. Samuel   Huntıngton’un siparişe dayalı  medeniyetler çatışiması  tezi, Vatikan’ı  daha da Evangelist cizgiden uzaklaştırmış, aksine  İran ve Vatikan arasında bile yakınlaşma oluşmuştur…Bir diğer ifade ile,   Evangelist, Siyonist  politkalarına karşı,    dolar, avro çatışmasından doğan bir menfaat  karşıtlığı hasıl olmuştur!!! Genel anlamda, küresel strateji de inanç birliği konusunda ayrı bir   çatlak oluşmuştur…

    Konu bir diğer yönü ile özetlendiğnde;

    * Teolojik  amaçlı evrensellik EKÜMENİK  hedefler doğrultusunda önce  ele alınmıştır.

    * Finansal etkinlik  ise, küresel ekonominin tek para birimi hedefline göre ön görülmüştür.

    * Tek para birimi üzerinden amaçlanan da  TEK KUTUPLU DÜNYA  olmuştur…

    * Evangelik anlayış içinde  Vatikan Avro alanlarında yer alırken, bu stratejinin Evangelist kanadı  dolar alanlarında kalmıştır

    * Avro/ dolar ayrışması,  küresel finansın kullanmak istediği  teolojik bütünlüğünü diğer yönden bozmuştur.

    * Küresel finansın giderek  küresel düzeyde  etkinliğinin  zaafa uğraması,  küresel stratejiyi de  geriletirken ve ekonomik krizleri yaygınlaştırırken, güvenlik arayışına giren  ülkeleri bu süreç  tekrar   ulus devlet anlayışına  yöneltmiştir…

    * Özetle, bu diyalektik  küresel sermaye ile ulus devletlerin  çatışmasını yaşamaktadır!!!

    Bir diğer yönden, ABD’in Irak’ta geçirdiği  işgal süresi  ise,  bu ülkenin güvenirliği konusundaki şüpheleri  dünya genelinde çoğaltmıştır. Ayrıca, Afganistan üzerinden Pakistan’ın Belücistan bölgesine bakış ve yaklaşımı,  Pakistan’daki kaygıları giderek arttırmaktadır. Belüç bölgesinin Pakistan’ın  topraklarından ayırarak, bu coğrafyayı  ABD kontroluna almasına yönelik muhtemel yaklaşım, Pakistan yönünden kabul edilemiyecek bir husus olmaktadır. Halen Şanghay İşbirliği’nde gözlemci statüsünde  bulunan Pakistan’ın , üzerine gelecek baskıları azaltması için tam üyelik  yollarına kayması da ihtimaller içindedir… Bu da ABD karşıtı  bir durumu bölgede daha da  etkin kılabilecektir!!!

    ABD’nin Irak cephesindeki yükü  hesaplandığında, Afganistan’daki  diğer cephenin genişliği ile birlikte etki ve kontrol alanlarındaki maliyetin de artacağı gözden kaçmamaktadır..

    Finansal açıdan yaşanan küresel kriz paralelinde, ülkelerin rezerv para konumundaki  yaklaşımları da dikkate alındığında, çeşitli  ülkelerin değişik para birimleri üzerinden ticaretlerini geliştirmelerinin yaygınlaşması  durumunda ,  FED’in eskiden olduğu gibi  para basarak  finansal çözümler üretmesi de  imkan  dışında kalabileceği  gibi, İMF ve Dünya Bankası  da uluslar arası zeminde diğer yönden  önemli bir insiyatif kaybına  uğrayabilecektir…

    Bu  küresel dönüşüm nedeniyledir ki, K.Kore Lideri, ABD’in  içinde bulunduğu koşulları dikkate alarak  nükleer  ve uzun menzilli füze denemelerine peş peşe  cesaret edebilmekte ve BM yaptırımlarının artması durumunda ise, askeri çözüm yollarına yöneleceğine ilişkin  beyanlarda bulunabilmektedir …

    Küresel stratejinin çatırdılarının  hissedildiği bu süreçte, ABD Irak’taki kuvvetlerini 17 ay sonra geri çekmeyi amaçlamakta iken, 2009 Haziranının sonuna kadar şehirlerdeki kuvvetlerinin ani olarak şehir dışlarına  geri çekme  konusunda karar değişikliğine gitmesi  ilginçtir… Her ne kadar  ABD kuvvetlerinin 31 Aralık 2011 kadar  bölgede kalması konusu ön görülmekte ise de,  Afganistan ve Pakistan bögesindeki gelişmeler ile   K. Kore bölgesinde ki  muhtemel  oluşumlar,  konuya ilişkin görüşler  üzerinde  değişikliklere neden olabilecektir!!!

    Ayrıca , önümüzdeki dönemde, ABD. Irakta tesis ettiği üslerde bırakacağı askerlerden ayrı olarak,  Irak’tan çekeceği  kuvvetlerin bir bölümünü Afganistan’a intikal ettiriken diğer kuvvetlerini de, Kuzey  Korenin muhtemel  oldu bittilerine karşı  ihtiyatta  bekletebileceği de akla gelmektedir !!!

    Hatırda tutulması gereken hususlardan biri de, ABD’in halen silah altında tuttuğu  askeri gücün 1.400.000  civarında olduğudur.  Dünyanın muhtelif bölgelerine yayılmış bulunan  askeri üslerindeki  birlikleri de dikkate alındığında  fiilien cephe görevi üslenecek olan vurucu kara gücün   mevcudu %15 olarak kabul edilmektedir… Bu durumda, ABD mevcut gücünü fazla dağıtmak gibi bir yanlıştan kendini  muhtemelen koruyacaktır…

    Kısaca, küresel oyundaki ortaya çıkmakta olan  bu denge kaymaları nedeniyledir ki,bölgemizdeki  PKK yapılanmasındaki acelecilikde  de , ABD’in  siklet merkezini doğuya kaydırmasından önce Türkiye üzerinde ön gördükleri  hesaplarıdır….Güncelleştirilen  baskı yoğunlaştırarak  DTP  üzerinden  isteklerinin siyasallaştırılmasının sağlanmaya çalışılması bu sürecin sonucudur !!! Zira, birkaç sene sonra kuzey  Irak  oluşumu kadar, PKK ve onun  siyasal bağlantılarının stratejik derinliklerinin  oldukça azalacağı sürpriz olmayacaktır!!!!

    Adım adım çok kutuplu dünya yapılanmasına kayan  tek kutuplu dünya stratejisi,  ABD’in  siyasal ve askeri gücü üzerinden  bölgesel etkinlik sağlamayı amaçlayan diğer  siyasal örgütler ve  İsrail gibi ülkeler için  önemli bir insiyatif kaybına da neden olabilecektir.

    ABD’in Asya üzerinden geliştirmeyi amaçladığı  strateji ise, yeni bir boyutun ortaya çıkmasına neden olmaya başlamıştır…. Bu süreçte, ( RF ), başını çektiği  yeni bir Asya güvenlik  yapılanmasını  gündeme getirmiştir… “ Kollektif Güvenlik Anlaşması Örgütü”     (KGAÖ)      olarak tanımlanan bu yapılanmanın, RF, Ermenistan, Belarus, Kazakistan, Kırgızıstan, Özbekistan, Tacikistan’ın üye olacakları  bir “Hızlı  Müdahale Gücü”   olarak  bahsedilmektedir…

    Bir taraftan Kırgızista’daki ABD  Manas askeri üssünün kapatılması  gündeme gelirken, diğer yönden de RF gene bu ülkede   belirli bir süre için bir diğer askeri üs kirlaması  bölgedeki   ABD kaynaklı  rahatsızlığın bir diğer örneğini oluşturmuştur…

    Diğer yönden Obama , Evangelistlerin küresel potikadaki    tahribatını  güven sağlayıcı politikalar ile  düzelme gayreti  içine girmiştir… Bu bağlamda, İsrail üzerindeki  izlenen yaklaşımları dikkate alındığında,  Filistin topraklarında yeni yerleşim alanlarının açılmasına karşı  duruşu bu ülke tarafından  hoş karşılanmamıştır…. Bir diğer  yönü ile,  İsrail özellikle Evangelisrler döneminde İran’a karşı ABD güçlerini kullanarak hesapladığı yaptırımlarda da başarılı olamamıştır… Bu dönemde ABD Silahlı  Kuvvetlerinden dört  orgeneralin değişik zamanlardaki istifaları  Pentagon ile  Bush yönetimi arasındaki görüş aykırılıklarına karine teşkil etmişltir… Ayrıca, Obama yönetimini de  İran’a karşı İsrail’in bir oldu bitti yapmasına karşı tavırı açık olduğu kadar, İran’ın da İsrail’e karşı  tehditkar  durumlarına Atom  bombası yapmaları konusunda  ki ılımlı bakışa rağmen, tehdit sürdüğü takdirde müsamaha edilmeyeceği mesajı verilmiştir…

    Belirtilen nedenlerle, tek kutuplu dünya üzerinden ABD’nin gücünü arkalarına alarak  bögesel etkinliklerini kabul ettirmeyi amaçlayan  odakların, çatırdayan küresel stratejinin giderek çok kutuplu bir yapı içinde yeniden  düzenlenmesi durumunda, yaslandıkları  bu gücün stratejik derinliğinden ,  geçmişte olduğu gibi  fazla yararlanamıyacaklardır!!

    Son günlerde,  İsrail’in  geniş kapsamlı bir Sivil  Savunma  Tatbikatı  planlamasında bölgedeki   gelişmelerin  de  etkili olduğunu  kabul etmek gerekecektir….

    Obama’nın, güven arttırıcı  yaklaşımları içinde, islam coğrafyasını  hedef alarak geliştirdiği   politik tavırları dikkate alındığında, Kahire’den vermiş olduğu mesajın  içeriği  önemlidir..

    * İsrail’in karşıt tavırlarına  rağmen  Filistin’in bağımsız  devlet yapısına  destek verileceği

    * Buna karşılık,  Hamas’ın da  İsrail ile olan ilişkilerini düzelterek şiddetten vaz geçmesinin gerektiği

    * Kudüs’ün  kutsal  değerleri dikkate alındığında bütün semavi din mensupları için  ortak payda oluşturmasını

    * İsrail’in işgal ettiği  topraklarda yeni yerleşim alanlarını oluşturmamasını

    * Gazze’de yaşayan  Filistinli’lerin  yaşam  koşulları konusunda İsrail’in  insani koşullara uymasını

    * Nükler   silah konusunda ise, küresel düzeyde bir  nükleer silahsızlandırmanın  ortak potikaları  gerekli kıldığını  ifade etmiştir…

    ABD tarihinde, Abraham  Lincoln   parçalanan  birliği yeniden kurarak  ABD’in  ulusal birliğinin temellerini sağlamlaştırmıştır. Bush yönetimi ise,  Evangelist Siyonist politikalarla, dünya genelinde  ABD karşıtlığını oluşturmuştur…Şimdi ise  Obama,  ABD nin kaybolan  imajını düzeltmek ve tekrar  ülkesinin güvenilir lider devlet  konumuna getirmek uğraşısı içindedir… Ancak kopan ip düğümlemeye başlanmış olsa da bu düğüm her zaman ele gelecektir… Bundan böyle   ülkeler, tek kutuplu dolarize bir küresellik yapısına  evet diyerek  Wall Street mantığına göre,  gelecek kuşakların yaşamları üzerinde yeniden   ipotek tesis edillmesine  kolay kolay izin vermeyeceklerdir!!!

    Bu bağlamda ,Obama’nın  son dönemde açıklamış olduğu finansal denetleme reform planı  kapsamında   tartışmalara konu olmakla birlikte  FED’in yetkilerinin arttırılmasına ilişkin  düzenlemelerin  de   ayrıca takip  edilmesi  gerekecektir!!!

    Diğer yönden, Obama’nın Ortadoğu bölgesi konusunda Arap İsrail denkleminin,  Filistin sorunu üzerinden ele alınması yanında, özellikle nükleer silahlanma  konusunda ileri sürdüğü  hususlar son derece önemlidir. Bu konu İsrail açısından  olumlu kabul görülmese de dünyanın içine girdiği süreç  çok kutuplu dengenin  eskiden olduğu gibi  artık ABD  salt gücü üzerinden  istenildiği zaman dengelenemeyeceği sinyallerini de  içermektedir…

    Dünya genelinde nüklere güce sahip olan ülkeler  hatırlanacak olursa;

    * RF ‘nun 16.000

    * ABD’nin  10.300

    * Çin’in  410

    * Fransa’nın  350

    * İngiltere’nin  200  atom bombasına sahip oldukları görülmektedir. Bu ülkeler bir diğer yönü ile de nükleer silahların dünyada yayılmasına karşı  olan anlaşmaya taraf ülkeler olarak ifade ediliyor!!!

    Ancak anlaşmaya taraf olmayan ülkele içinde  İSRAİL, PAKİSTAN, HİNDİSTAN yer alıyor….Son gelişmeler içinde ise  KUZEY KORE’NİN   yapmış olduğu nükleer denemeler ile  bu ülke de   ikinci gruba dahil edilmiş oluyor!!

    Son gelişmeler içinde şekillenmekte olan BRHC  dikkate alındığında,  nükleer güce  mensup ülkelerden dördünün  bu siyasal yapı içinde yer aldıkları da görülüyor!!

    Bu görüntü, gene  yapılan tahminler dikkate alındığına,yakın gelecekte İran’ın   ve  giderek Güney Afrika, Brezilya ve Venezüela’nın da  nükleer  kulübe dahil olacakları sinyalini taşıyor… Türkiye’nin ise,  böylebir imkana sahip olduğuna da ayrıca  işaret ediliyor!!!

    Nükler caydırıcılık  önemli  bir denge unsuru oluştururken ülkelerin diğer yönden konvansiyonel silah sistemlerindeki  artış da ayrıca dikkate çarpmaktadır. Bu konuda, Stockholm Uluslar arası Barış Araştırrmaları Enstitüsünün   (SIPRI)  son  verilerine göre  önde gelen ülkelerin savunma harcamaları önemli rakkamlara ulaşmaktadır…Rapora göre ilk sıralarda yer alan ülkelerden;

    * ABD’ nin 607 milyar dolar

    * Çin 84,9 milyar dolar

    * Fransa 65.74 milyar dolar

    * İngiltere 65,35 milyar dolar

    * RF. 58,6 milyar dolar

    * Almanya 46,87 milyar dolar

    * Japonya 46, 38 milyar dolar

    * İtalya 40,69 milyar dolar

    * Suudi Arabistan 38,2 milyar dolar

    *Hindistan’ın  30 milyar dolar  olduğuna  değerlendirmeler yer almakta oldukları da görülüyor….

    İzlendiği üzere, mevcut silahlanma yapılanmasında,  özellikle, Fransa, İngiltere, Almanya , japonya ve  italya’nın   savunma harcamalarının oldukça  yüksek oldukları da dikkate çarpıyor!

    Özetle,  gerek finansal yönden bölünen bir küresel oluşum kadar inanç birliği yönünden de ortaya çıkan faklılaşma önemli bir  ayrışmayı göstermektedir….Diğer yönden  ABD dışında giderek şekillenen  Latin Amerika  güç birliği, AB yapısında biçimlenen  bir diğer  Ekonomik alan,  Ayrıca, Avrasya denklemi  içinde RF ve Türkiye’nin de yer aldığı Avrasya  oluşumu,  Şanghay  İşbirliği ve “ BRHC “ yapılanmalarında  şekillenen bir diğer  caydırıcı güç unsurları , bu kapsamda  Hindistan’ın  yükseken ekonomik yapısı, ülkelerin  rezerv para olarak dolardan giderek uzaklaşma  arayışları vb. şekillenmekte olan farklı  değişkenler, küresel  finansın tek kutuplu dünya stratejisini  bölmüştür. Ayrıca, Latin dünyasının açık şekilde  Çin’e yaklaşması kadar, Çin’in bir diğer yönden  Afrika’daki  çıkar alanlarını genişletmesi de  tek kutuplu dünyanın kontrol alanlarına olan olan müdahaleye etkili olmuştur!!!

    Böyle bir dünyada  nükleer  silahların yaygınlaşmasının ileride insanlığa getireceği bir şey yoktur!!!….Önemli bir caydırıcı unsur olmakla birlikte,  Obama’nın  küresel düzeyde nükleer silahlanmanın  sona erdirilmesi ve mevcutların da   zaman içinde imha edilmelerinin sağlanması   temenni edilir… Zira, artık tek kutuplu dünya anlayışı üzerinden  mutlak kontrol insiyatifi mevcur konum itibariyle  kalmamıştır…

    Kısaca, Bush yönetimi ile aktif hale getirilen   Evangelist Siyonist yayılmacı   anlayışın tek kutuplu  dünya stratejisi  her yönü  ile çatırdamaktadır… Irak  işgali bu sürecin tarihi dönüm noktası olmuştur. Bir milyondan fazla masum insanın hayatına mal olan bu haksız saldırı, yanlış kullanılan  gücün , gerçekte bir güç olmadığını da   kanıtlamıştır. Bu gün, bütün dünya ülkeleri  doğrudan veya dolaylı yollardan  bir dayanışma içine girmişlerse, bu, tek kutuplu dünya hayaline karşı her şeye rağmen ulus devletlerin bir baş kaldırısının sonucudur…

    Tekrar Irak cephesinden konuya bakıldığında, Haziran  2009 sonuna kadar  ABD’nin Irak şehirlerindeki kuvvetlerini  çekmesi,  ülke güvenliğini  Irak  milli ordusuna devri  ön görülmektedir.   Ayrıca, bu süreçte  Irak ve Türkiye arasında  Askeri  işbirliği  anlaşmasının yapılması da ön görülmektedir..

    Türkiye ile Irak arasında şekillenecek  yeni oluşum , ABD’in  bölgedeki ağırlığının  doğuya kayması ile  önemli  etki tepki faktörlerini de ortaya çıkarabilecektir… ABD gücü üzerinden politika üreten çevrelerin, bu süreçte  bu güne kadar  hasıl ettikleri güvensizliği   ortadan kaldırmaları  da  kendi çıkarlarına olacaktır…

    Zira, çatırdamakta olan bu küresel strateji yapısında, on onbeş sene sonra değişmekte olan  dünya dengeleri dikkate alındığında, ne ABD bu günkü  ABD, Ne Latin  Dünyası bu günkü  Latin Dünyası, Ne AB ve  Avrasya bölgesi  ile  Çin ve Hindistan,   ne de Türkiye bu günkü  durumunda olmayacaklardır….

    ERGUN ÖZGEN

  • SİNSİ TEZGAH..!

    SİNSİ TEZGAH..!

    OLAYLARIN DOGRU OLARAK BILMELIYIZ ki…. , VATANI BOLMEK ISTEYENLERE CEVABIMIZ TAM OLSUN… ONCE KURT VATANDASLARI KISKIRTTILAR..YETMEDI SIMDIDE , ALEVILERI KISKIRTIYORLAR.. ROMAN larda SIRADAYMIS… Hikmet Ersoy <hikmetersoy@superonline.com>

    SEYİT RIZA denilen eşkıya, hem ALEVİ DEĞİLDİ hem de RUHUNU İNGİLİZLERE KOTE ETMİŞ BİR ALÇAKTI.. Eylül 1937’deki İNGİLİZLERE YAZDIĞI MEKTUBU BİLİNMEKTEDİR… Orada şöyle diyor..(Devamı aşağıdaki yazıdadır)

    SİNSİ TEZGAH..!

    Behiç Kılıç

    20 Kasım 2009

    ONUR ÖYMEN’E KARŞI ATAĞA KALKANLARIN KİMLİKLERİNE BAKINIZ…

    Öymen, 10 Kasım günü TBMM’de konuşurken, tepki gösterenlerden başlayalım…

    O güne dönelim tutanaklara bakalım..

    ONUR ÖYMEN (Devamla) – Atatürk’ün ölüm yıldönümünde yapılan iş, aslında maalesef, Türkiye için üzüntü vericidir, ibret vericidir ve çok hazindir.

    Atatürk Şeyh Sait’le müzakere mi etti? Dersim isyanını yapanlarla müzakere mi etti?

    ŞERAFETTİN HALİS (Tunceli) – Dersim’de isyan yoktu Sayın Hatip.

    SIRRI SAKIK (Muş) – Dersim’de katliam oldu, katliam.

    Kimdir bunlar?.. PKK muhibi DTP’li muhteremler… TBMM salonundaki ağızlarından dökülen tepki bugün slogan..! KİMLERİN SLOGANI.. PKK-SOROS ÇETELERİNİN…

    Bu bir oyundur.. Oynanan oyunla Onur Öymen’in sözleri aynı zamana geldi.. Yoksa, ZATEN bir “Dersim kalkışması planlanmıştı”…

    Bakın sağduyu sahibi Alevi vatandaşlar bu oyunun dışındadır..

    Oyunun aktörleri kim.. PKK EŞKIYASI, KÜRTÇÜ UNSURLAR, CUMHURİYETE KARŞI KALKIŞMA HALİNDEKİ SEVR İŞBİRLİKÇİSİ SOROSÇULAR…

    Neden?.. Çünkü 1937 PKK’lısı Seyit Rıza eşkıyası, Alevi bile olmayan bir Kürtçü aşiret başı..

    Türkiye’de yaratılmak istenen bir ” Alevi PKK’sı “ tezgahı Avrupa’da kotarılıyor… Cumhuriyete, Atatürk’e bağlı Alevi cemaati de devşirilip dönüştürülmek, Sosrosçulara entegre edilmek isteniyor… Plan budur…

    Bu amaçla, Brüksel’de AP’de toplantı düzenlendi, toplantıya Türkiye’nin ruhu, kalemi, beyni satılık tipleri de taşındı.. Bunlar ne için kullanılıyor?. .

    “Dersim’de katliam oldu!!” dedirtmek için..

    Onur Öymen’e de işte bu alçaklar, en başta saldırıyorlar. .

    Oysa Öymen, son derece doğru konuşmuştu.. Konuşma neden o yönde gelişmişti hatırlıyor musunuz?!.. “Açılım”ı savunup liderine yaranmak isteyen iktidar sözcüsü hızını alamayıp; “Atatürkçülük PKK’yı dağdan indirmektir! “ demişti… Bu sapla samanı karıştıran adama cevap verirken Öymen, “Onların temsilcilerinin sınırlardan elini kolunu sallayarak girmesine müsaade mi etti? Yoksa kararlılıkla mı mücadele etti? Yoksa terör örgütü mensuplarını kıskıvrak yakalayıp adalete mi teslim etti ve cezalandırılması nı mı sağladı? Atatürk sizin yaptığınızı mı yaptı?..”

    Devamı da, çok doğru şu sözlerle gelmişti; ” Atatürk Şeyh Sait’le müzakere mi etti? Dersim isyanını yapanlarla müzakere mi etti? Onların sözcüleriyle, temsilcileriyle masaya mı oturdu? “

    Yalan mı bu sözler?.. Bu sözleri bir Türkiye Cumhuriyeti sevdalısı yargılayabilir mi?!.. Kim karşı çıkar?.. Düşman, Seyit Rıza haininin, Şeyh Sait haininin hayal alemindeki torunları karşı çıkar…

    SEYİT RIZA denilen eşkıya, hem ALEVİ DEĞİLDİ hem de RUHUNU İNGİLİZLERE KOTE ETMİŞ BİR ALÇAKTI.. Eylül 1937’deki İNGİLİZLERE YAZDIĞI MEKTUBU BİLİNMEKTEDİR…

    Orada şöyle diyor..

    “BÜYÜK BRİTANYA DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI’NA,

    Ülkelerinde bulunan 3 milyon Kürt, barış içinde yaşamak, özgür, kendi ırkını, dilini, geleceğini, kültürünü ve uygarlığını korumak istiyor; benim sesimle ekselanslarını zdan maruz bulunduğu zulüm ve adaletsizliğe son vermek için, Kürt halkını hükümetinizin yüksek ahlakî etkisinden yararlandırmanı zı diliyor. Sayın Bakan, en derin saygılarımızı sunmaktan onur duyarım.

    Seyit Rıza Dersim Başkomutanı

    Gördünüz mü ” Dersim başkomutanıymış “.. Belasını bulmuş işte.. __._,_.___

  • İşte Dersim Gerçeği – Ahmet Taner Kışlalı

    İşte Dersim Gerçeği – Ahmet Taner Kışlalı


    Gezilerimde zaman zaman karşıma çıkan bir soru var:

    “Dersim isyanının arkasındaki gerçek nedir?”

    Özellikle gençlerden gelen bir soru bu.

    Gençler, inançlarını savunuyorlar. Bilgileri dışındaki sorularla karşılaştıklarında da, yanıtlarının gazete köşelerinde verilmesini istiyorlar.. .Hem kendileri, hem de kendileri gibi bilmeyenler öğrensin diye.

    Doğu ve Güneydoğu’daki başkaldırmalar içinde iki tane iki tanesi önemli: Şeyh Sait ayaklanması ile Dersim ayaklanması.

    Şey Sait ayaklanmasının arkasında İngiltere vardı.

    İngiltere’nin amacı, bu ayaklanma sayesinde, Musul üzerindeki isteklerini Türkiye’ye kabul ettirmekti. Kuzey Irak petrollerini kendi denetimi altına almaktı.

    “Din elden gidiyor” görünümü altındaki ayaklanma bastırıldı. Ama İngiliz emperyalizmi de amacına ulaşmış oldu.

    Gerek Moskova, gerekse Türkiye komünistleri, Şeyh Sait ayaklanmasına ( 1925 ) destek vermediler. Komintern ( Komünist Enternasyonal ) belgelerinde; bu tutumun nedenleri şöyle açıklanıyor:

    “Mustafa Kemal, genel olarak ulusal kurtuluş hareketini temsil etmekte ve Türkiye’nin demokratlaşması ve feodal kalıntılar ile Müslüman din adamlarının etkisinden kurtarılması için çalışmaktadır. Kemal’e karşı, ilk olarak emperyalizm, ikinci olarak feodal ağalar, üçüncü olarak din adamları ve dördüncü olarak liman şehirlerinin yabancı sermayeye bağlı ticaret burjuvazisi mücadele etmektedir.”

    Dersim, bugünkü Tunceli’nin eski adı. Ve Dersim tarihi, ayaklanmalarla dolu.

    Padişahlara karşı ayaklanmışlar. Meşrutiyette ayaklanmışlar. Jön Türk hareketinde ayaklanmışlar. Sonuncu olarak da cumhuriyet yönetimine karşı ayaklanmışlar.

    Kimler bunlar?

    Osmanlının bile Tımar sistemine dahil edemediği şeyhler, ağalar, aşiret resileri… Yani yargı da kendileri olan, vergiyi de kendileri toplayan gençleri askere yollamayıp kendi muhafızları yapan, haydut çeteleri oluşturan feodal güçler.. Derebeyleri.

    Niçin ayaklanıyorlar?

    Bu geri düzen değiştirilmek istendiği için.

    Komintern belgelerinde ( 1937 ), son Dersim ayaklanmasına neden olan ortam şöyle anlatılıyor.[1]

    “Feodal unsurlar, Kemalist parti tarafından gerçekleştirilen reformlara rağmen, bugüne kadar ülkenin bu sapa bölgesinde barınmayı başarmışlardır.. . Dersim, Türkiye’nin ulusal ekonomisinin dışında kalmaktaydı. Öyleki başka bir vilyetten hiçbir tüccar, Dersim’de iş yapmayı göze alamazdı. Devletin Dersim’de askerlik yükümlülüğünü gerçekleştirmesi ve yasal vergileri toplaması, bugüne kadar mümkün olmamıştır.”

    Ve ekleniyor:

    “İsyanın arefesinde tapu kadastro idaresi, feodal aşiret reislerinin elinde bulunan halka ait malların incelenmesi ve saptanmasına ilişkin hükümet önlemlerini uygulamaya başlamıştı. Bu durumda feodalizm, kendi yasadışı egemenliğinin iktisadi temellerini yitirme tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğunu hissetti. İşte, özellikle bu önlem, isyana yol açan neden olmuştur.”

    Son Dersim ayaklanmasının çok kanlı bir biçimde bastırıldığı doğrudur. Hareketi yöneten komutanın, bu nedenle görevden alındığı da bilinmektedir. Ama Dersim ayaklanması nedeni ile Atatürk’ü ve Kemalizmi suçlamaya çalışanların öncelikle şu soruyu yanıtlamaları gerekir:

    “Suçlamalar doğru ise Tunceli – yani Dersim – niçin yıllar boyu Atatürk’ün partisine oy vermiştir? Türkiye’de Kemalist partiye – ya da başka bir partiye – verilen oyların yüzde 70’leri aştığı başka bir il var mıdır?”

    İşte Dersim gerçeği!.. Gerisi “laf-ı güzaf.”

    Kaynak : A.Taner KIŞLALI – Bir Türkün Ölümü, s.22-24., Ümit Yayıncılık, 1997.
    (Cumhuriyet, Mart 1996)
    [1] “Komintern Belgelerinde Türkiye – Kürt Sorunu”, Kaynak Yay., İstanbul, 1994

    ======================================================================

    Ahmet HAKAN

    ahmethakan@hurriyet.com.tr

    Aleviler cellatlarına âşık kurbanlar mı?

    “CELLAT” CHP imiş, Aleviler de “kurban”…

    Çünkü CHP, Dersim’de Alevileri katletmiş, fakat buna karşın Aleviler CHP’den bir türlü vazgeçemiyormuş.

    Bu tam da bir “Cellatlarına “âşık kurbanlar” vakası imiş…
    Aleviler bir tür “Stockholm Sendromu” yaşıyorlar imiş.
    İşte buraya yazıyorum: Bu tez külliyen yanlıştır ve saçmadır.
    * * *
    Cumhuriyet’i kuranlar, “Türk”, “modern” ve “seküler” bir ulus-devlet kurmaya çalışıyorlardı. Amaç buydu.
    Bu amaca ulaşmak için gerekirse göz karartılıyordu.
    Çıkan yerel isyanlarda uygulanan ölçüsüz şiddetin gerekçesi buydu.
    Cumhuriyet rejimi için Dersim’de meydana gelen kalkışma, bir “Alevi isyanı” falan değildi, yerel bir isyan hareketiydi…
    Bu yüzden ne rejimi kollayanlar, ne de Aleviler, Dersim’de yaşanan katliamı “Alevi katliamı” olarak nitelediler.
    * * *
    Aleviler, cellatlarına âşık kişiler falan değildir.
    Onların CHP’li olmalarının nedeni basittir:
    Çoğunluğu Sünni olan bir toplumda kendilerini hep tehdit altında hissettikleri için, “Seküler bir Cumhuriyet ideolojisi”ni kurtarıcı olarak gördüler.
    Sünni bir toplumda Alevi olarak yaşamanın ne anlama geldiğini gayet iyi biliyorlardı:


    “Osmanlı”
    da çoğu zaman muzır görüldüler, bazen kılıçtan geçirildiler.


    “Sağcı ve muhafazakar anlayış”
    , onlara çoğu zaman “sapkın mezhep mensubu” muamelesi çekti.


    “Mukaddesatçılar”
    , Cumhuriyet ideolojisine sahip çıkmaları nedeniyle Alevileri “rejim bekçisi” diye aşağıladılar.
    Yani Alevilerin CHP’li olmaları, marazi nedenlerden kaynaklanmıyor, psikolojik bir bozukluğun eseri falan değil. Sapasağlam gerekçeleri var.
    * * *
    CHP’li Onur Öymen’in bağışlanamaz hatası şudur:
    2009 yılında devletin bir isyan hareketini bastırmak için Dersim’i örnek alması gerektiğini önermesidir.
    Buna “ilkel bir anlayış” denilir, “otoriter anlayışa saplanıp kalmış” denilir, “çağı anlamamış” denilir…
    Ama olaya “CHP Alevi celladıdır / Aleviler de cellatlarına âşıktır” diye yaklaşılırsa, mevzu külliyen saptırılmış olur…
    Böyle “baskın basanındır” ya da “el çabukluğu marifet” propagandalarıyla Alevileri AK Parti’nin kucağına doğru itmeye çalışmak yerine…
    AK Parti’nin “Sünni çoğunluğun sesi” olarak, Alevileri “sapkın bir mezhebin mensupları” olarak görmediğini esaslı bir şekilde ortaya koymasını sağlamaya teşvik etmek çok daha anlamlı olur.
    Hem böylece birilerinin de çıkıp, “Kardeşim siz de Alevileri kesen Yavuz için ‘Biz Yavuzların torunlarıyız’ diyorsunuz. Ne iş?” demelerine…
    Ya da…


    “Dersim katliamında başka parti mi vardı? Celal Bayar da CHP’liydi, Adnan Menderes de CHP’liydi”
    demelerine karşı söyleyecek bir sözünüz olmaz.

    Saçmalığın daniskası

    OKAN Bayülgen kardeşimiz, yaptığı programlarda Serdar Ortaç’la kafa bulamazmış…


    “Stüdyoda olmayan biri”
    nin arkasından konuşmak yakışık almazmış.
    Olmazmış bu…
    Kerameti kendinden menkul Yeşim Salkım kesti bu raconu…
    Kendisine bir hayret nidası çekmek ve “Hadi ya!” demek isterim…
    * * *
    Sanki Serdar Ortaç, kendi halinde bir komşu çocuğu…
    Adam öyle ya da böyle Türkiye çapında bir “star” yahu…
    Şarkı söylüyor, şov yapıyor, demeç patlatıyor, ekranlara çıkıyor, gazetelerde boy gösteriyor…
    Abartılı bir şekilde övenleri yok mu?
    Hem de nasıl var…
    Tamam, o zaman… Abartılı bir şekilde kafa bulanları da çıkacak…
    Sen “Serdar Ortaç büyük sanatçıdır” diyeceksin, övgüde aşırıya gideceksin, adamı göklere çıkaracaksın…
    Ve bu sonuna kadar serbest olacak…
    Biri de çıkıp ufaktan dalgasını geçtiği zaman, “Olmaz… Kendisi burada yok… Dalga geçtirtmem” falan diyeceksin…
    Ne oluyor yahu?
    Eski köye yeni âdet mi geliyor…
    Ben ekranlarda herkeslerin “büyük sanatçı” falan addedilmediği, herkeslerin göklere çıkarılmadığı, ironiye aşinalığın kol gezdiği bir ülkede yaşamak istiyorum.
    Okan kardeşim, lütfen bu abuk sabuk yaklaşımlardan zerre kadar etkilenme ve bildiğin yolda devam et…

    Kral’ın davetlileri

    ŞU “akreditasyon” denilen illetten çok çekmiş bir gazeteciyim…
    Bir ara Anıtkabir’e girmem bile yasaktı…
    Uzun bir süre Başbakanlık’tan içeri adımımı atamadım. Çankaya desen hepten kapalıydı kapısı bana.
    Sonra “bizimkiler” geldi iktidara…
    Bir/iki girdik içeri… Ama yazıya sadakat söz konusu olunca onlar da “şak” diye kapattılar kapıları.


    “Abdullah Abi”
    Cumhurbaşkanı oldu, ben hâlâ Çankaya’ya adımımı atmış değilim. Başbakanlık falan desen Emre Aköz’lerin elinde…
    Hadi hepsini anladık da…


    Suudi Kralı
    ’na ne oluyor yahu? Adam kutsal topraklarda gazeteci ağırlayacak, o da uygulamış akreditasyonunu…
    6 gazeteci çağırmış yurdumuzdan… Kurumlar şunlar: Star Gazetesi, TV 24, Kanal 7, Samanyolu TV, Zaman Gazetesi, Yeni Şafak Gazetesi


    Sonuç: Akreditasyon böyledir işte…
    Anıtkabir’de de var, Kâbe’de de..

    __._,_.___ Reply to sender | Reply to group Messages in this topic (1) Recent Activity: Visit Your Group Start a New Topic MARKETPLACEParenting Zone: Your community resource for family and home

    Switch to: Text-Only, Daily Digest • Unsubscribe • Terms of Use .
    __,_._,___

    __._,_.___
  • İşte Tayyip Bey’in Türkiye’si…

    İşte Tayyip Bey’in Türkiye’si…

    Tufan TÜRENÇ

    tturenc@hurriyet.com.tr

    GLADYATÖR baştan aşağı zırhlara bürünmüş, kalın keskin kılıcı elinde, bütün haşmetiyle çıkmış arenaya.

    Seyirciler kendisini çılgınca alkışlıyor, sevinç naraları atıyorlar.
    Gladyatör ünlü kılıcını sallayarak halkı selamlıyor.
    Sonra da avazı çıktığı kadar bağırarak rakiplerine meydan okuyor:


    “Hani neredeler? Neden çıkamıyorlar karşıma? Bunlarda bu meydana çıkacak yürek yok, yürekkkk!


    Ben bugüne kadar gelmiş geçmiş en usta ve büyük dövüşcüyüm. Karşıma çıkamazlar. İçlerinde bir tane bile yürekli yok!”

    Oysa rakipleri içerde muhafızlar tarafından demir kapılar arkasına kapatılmışlar.
    Arenaya çıkmalarına izin verilmiyor.
    Bizim Başbakan, günde beş vakit nutuk atarak, bütün televizyon ekranlarını kaplayarak tıpkı o gladyatör gibi rakiplerine meydan okuyor.
    Kendisini gelmiş geçmiş en başarılı başbakan ilan ediyor, “Hepsinin yaptıklarından katbekat fazlasını yaptım” diyor.
    Acaba söyledikleri doğru mu?


    CHP İstanbul Milletvekili İlhan Kesici Başbakan’dan boş kalan bir kanalda bir fırsatını bulup devletin resmi rakamlarıyla iktidarın karnesini döküyor ortaya.
    Son iki yılda karşılıksız çeklerde inanılmaz bir artış var. Bugün cezaevlerinde yatanların yüzde 47’si karşılıksız çekten içerde.
    Bu kadar insanın hepsi dolandırıcı mı? Kuşkusuz değil.
    Bunların çoğu iktidarın uyguladığı ekonomik modelin kurbanı. (Karşılıksız çek veren insan sayısı 1.5 milyon)
    Protesto olan çeklerin tutarı ise 3 milyar dolar.
    64 bin işyeri kapandı.
    İşsizlik ise facia: Yüzde 13.4. AKP iktidarı devraldığında yüzde 10.2’ydi.
    Son bir yılda 930 bin kişi işsiz kaldı. Genç işsizlerin oranı yüzde 30’a yakın.
    80 yılda cumhuriyet 148 milyar dolar, AKP iktidarı ise 7 yılda 285 milyar dolar borç yaptı.
    Son 7 yılda Türkiye 225 milyar dolar faiz ödedi. Bu parayla 60 tane Atatürk barajı yapılabilirdi. Oysa Erdoğan bir tek büyük baraj, santral, tesis yapmadı.
    Bütçe açığı şu anda 40.3 milyar dolar. Yıl sonunda 62.3 milyar dolar olacak.


    Resmi rakamların gözler önüne serdiği çok çarpıcı bir gerçek de şu:
    Türkiye 1923-2003 arasında yani 80 yılda her yıl ortalama 4.7 büyüdü.
    AKP iktidarında, yani yedi yılda bu rakam 3.9.
    Aynı dönemde bizim gibi kalkınmakta olan ülkeler yüzde 7.2 büyüdü.
    Türkiye Menderes döneminde 7.2, Özal döneminde 5.1, Demirel döneminde 6.3 büyüdü.
    Başbakan’ın “Bizi teğet geçti” dediği son dünya ekonomik krizinde 2009’da Türkiye yüzde 6.5 küçüldü ve dünya rekoru kırdı.


    Atatürk
    döneminin 1923-1029 arasında büyüme 10.3, 1923-1938 döneminde ise 1929 büyük dünya krizine rağmen büyüme 7.4.
    AKP iktidarında çok vahim bir şey daha oldu.
    Türkiye’nin büyük özverilerle dişinden tırnağından artırdığıyla yarattığı bütün fabrikalar, KİT’ler gibi ülkenin bütün değerleri haraç mezat satıldı.
    AKP iktidarı 7 yıllık iktidarı döneminde tam 1 trilyon dolar harcadı.
    Bu, il başına 10 milyar dolar demek.
    Bu paralar çarçur edilmeyip yerinde harcansaydı bütün illerin fışkırması lazımdı.
    Oysa Türkiye emeklilerine ayda 12.5 ile 20 lira arasında zam yaptı.
    Memura, işçiye de yapılanlar bu düzeydedir.
    Bu utanç vericidir.
    İşte arenaya çıkıp ellerini kollarını bağlattığı rakiplerine “En büyük benim” diye meydan okuyan bizim gladyatörün Türkiye’si de böyledir.

    kaynak:

  • ABD’de KKTC’de mülklere ilişkin olarak Türkiye aleyhinde 400 milyar dolarlık dava açıldı.

    ABD’de KKTC’de mülklere ilişkin olarak Türkiye aleyhinde 400 milyar dolarlık dava açıldı.


    Class Action isimli Amerikalı bir grup, KKTC’de mülk bulunanların mülklerini kullanmadığı gerekçesiyle Türkiye’ye 400 milyar dolarlık hukuk davası açtı.

    ABHaber’e göre, konuya ilişkin olarak Washington’da yayımlanan bir basın bildirisinde, 19 Ekim’de Türkiye aleyhine, Kıbrıs’ın kuzeyindeki mülklerini kullanma hakkından yoksun olan binlerce mülk sahibiyle ilgili Class Action tarafından bir dava açıldığı” belirtildi.

    Bildiride, “Mülklerin kullanımından mahrum edilmenin, 1974’te Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yüzde 40’nın müdahale sonucu gasp edilmesiyle başladığı ve bugüne kadar devam ettiği” savunuldu.

    “Son günlerde ortaya çıkarılan sivillere ve diğerlerine ait toplu öldürmelerin uluslararası toplum tarafından kınandığı, Türkiye’nin modern toplumla işbirliği yapmadığı” iddia edilen bildiride, “Maalesef Türkiye Cumhuriyeti’nin, Türk askerlerinin mevcudiyeti vasıtasıyla KKTC’yle işbirliği halinde müessif tavrı devam ediyor” savına da yer verildi.

    Hukuk davasında yerlerini terk etmeye zorlanan yaklaşık 200,000 göçmen ve diğerlerinin mülklerini kullanmaktan mahrum edilmelerinin bedelini ödemesi isteniyor.http://w9.gazetevatan.com/ABDdenTurkiyeye_400_milyar_dolarlik_dava_/268878/1/haberprint.asp?Newsid=&tarih=&Categoryid=

    =====================================================\

    Dear Fellow Turkish Americans :

    The Greek Cypriot land claims class action is titled, Michali Toumazou et al. v. Turkey and TRNC. The case alleges the illegal taking of property by Turkey and the TRNC.  Turkey is sued as a foreign sovereign, while the TRNC is sued as a “unincorporated association of organized crime.”


    In 1993-98, my law firm defended a similar case, Crist v. Turkey and the Turkish Armed Forces.  The case went all the way to the Federal Court of Appeals in DC and back to the District Court, and established federal precedent (995 F. Supp. 5; 1998 U.S. Dist. LEXIS 1832, January 23, 1998). Below, please find two news article regarding the 1994 Crist case, “Rumlar yine kaybetti (Sabah, Savas Suzal), and “Turkiye’nin Hukuk Zaferi” (Milliyet, Yasemin Congar).

    Three plaintiffs, Takey Crist and the Rossides brothers, who are also leaders in the Hellenic public advocacy network, sued for $7.5 million for 19 plots of land they claimed in Girne and Gazi Magusa.  Our investigation traced all titles to the Abdullah Pasha Foundation in the Ottoman Empire, from which the lands had been illegally taken by the British and given to the Greek Cypriots.  The Turkish Republic and the Turkish Armed Forces won the five-year legal battle on various grounds.  Importantly, the Federal Court held:

    “Plaintiffs are merely stacking one hypothetical upon another and with each additional hypothetical, the possibility that their underlying contention has merit decreases exponentially.  It is evident from consideration of these assertions that plaintiffs’ claim of jurisdiction is groundless and strung together with a bare thread of speculation. . . .”  Furthermore, the court registered for the record:  “A Greek Cypriot movement for union with Greece accelerated after World War II, punctuated by acts of terrorism and violence directed against Turkish Cypriots . . .  In reliance on the Treaty of Guaranty, Turkish forces invaded Cyprus and by the time hostilities had been quelled one month later through the establishment of a cease-fire, Turkey occupied the northern one-third of the island.  The Turkish Cypriots established a functioning government in 1975 as the Turkish Federated State of Cyprus and in 1983, the state declared itself the independent nation of the Turkish Republic of Northern Cyprus.”

    As with all lies and defamation, the Crist lies could not withstand the truth and the rule of law.  The Toumazou allegations face a similarly stiff challenge.

    Gunay Evinch

  • Bir liraya etnik kökenini öğren

    Bir liraya etnik kökenini öğren

    Yusif Halacioqlu
    Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu kökenini merak edenlere hizmet verecek

    02.11.2009 00:30

    Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, “Kürtlerin yüzde 30’u Türk kökenli” açıklamasının dayanağı olan Osmanlı tahrir belgelerini 6 ciltlik kitapta topladı. Arşiv belgelerini, sanal aleme taşımaya hazırlanan Halaçoğlu, www.anadoluarsivleri.com adli site üzerinden kökenini merak edenlere hizmet verecek. 1 TL karşılığında girilecek sitenin, 2 milyon TL gelir elde etmesi bekleniyor.

    Hasan ÖYMEZ / ANKARA

    Türk Tarih Kurumu eski Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, 2 yıl önce yaptığı, “Kürtlerin yüzde 30’u Türk kökenli” açıklamasına dayanak oluşturan Osmanlı tahrir belgelerini 6 ciltlik kitapta topladı. “Anadolu’da Aşiretler, Cemaatler, Oymaklar” adını verdiği çalışmayı sanal aleme taşımak için kolları sıvayan Halaçoğlu, 60 bin TL masraf yaparak, server kurdu ve belgeleri internete aktardı. Korsanlara karşı bir bilgisayar şirketiyle anlaşan Halaçoğlu, www.anadoluasiretleri.com adli siteden 1 TL karşılığında etnik köken belgesi sunacak.

    41 BİN FİŞ ÇIKARDI

    “Yaptığımız değerlendirmelere göre siteye en az 1 milyon kişinin girmesini bekliyoruz” diyen Halaçoğlu, 1986 yılında başladığı çalışmanın maliyetinden ise manevi boyutunun daha büyük olduğunu söyledi. “Uyumadığım günler oldu.
    Günde ortalama 3-4 saat uyku ile TTK Başkanlığı yaptım; üniversitede derslerime ve akademik kariyerime devam ettim. Belgeleri, sıralarken tam 41 bin fiş yaptım” diye konuştu.
    Halaçoğlu her ne kadar “en az 1 milyon” ziyaretçi beklese de, sitenin meraklısının çok olacağı ve gelirin 2 milyon lira dolayına ulaşması beklentisi yüksek.

    Saygilarimla / Best Regards / Mit freundlichen Grüßen

    Taner Ertunc

  • AHMET DAVUTOĞLU BARZANİ’YE NEDEN GİTTİ

    AHMET DAVUTOĞLU BARZANİ’YE NEDEN GİTTİ


    Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu dün bakanlar ve işadamları ile Kuzey Irak’a gitti. Davutoğlu’nun temaslarının Kürt Açılımı’na Barzani’nin vereceği destek, Kuzey Irak yatırımları, Erbil’de konsolosluk açılması gibi başlıklar etrafında şekillenmesi bekleniyor. Ancak Kuzey Irak yönetiminin bu günlerde içinde bulunduğu bir gerginlik var.

    Yeni seçim yasası tartışması

    Bu gerginlik Irak’ta 16 Ocak tarihinde yapılması planlanan seçimler üzerine. Seçimlerin Kerkük’te nasıl yapılacağı Irak parlamentosunda tartışmalara neden oluyor. Bunun nedeni Kerkük seçimlerinin hangi kayıtlara göre yapılacağına ilişkin.

    Kürt Parlamenterler Kerkük seçimlerinin 2009 yılında yapılan seçmen listelerine göre yapılmasını istiyor. Ancak Arap ve Türkmenler buna itiraz ediyor.

    Arap ve Türkmen Partileri 2003 sonrasında Kerkük’te Kürdist bir iskan politikasının uygulandığını ve nüfusun Kürtler’in lehine değiştirildiğini iddia ediyor. Bu nedenle 2004 yılına ait kayıtların kullanılmasını ya da Kerkük’e özel bir statünün uygulanmasını istiyor.

    2004 yılına ait kayıtlarda 361 bin seçmenin 270 bini Arap ve Türkmen’di. Bugün dengeler değişmiş görünüyor. Kerkük hızla Kürt nüfusun arttığı bir yer haline geldi.

    Meclisin 2004 yılına ait kayıtları kullanma teklifi Cumhurbaşkanı Talabani ve Kürt vekiller tarafından kabul görmedi.

    Seçim yasası 6 aydır çıkarılamıyor

    Irak parlamentosunda yapılan bu tartışma o denli uzadı ki seçim yasasını ilişkin görüşmeler defalarca ertelendi. 6 aydır çıkarılamayan yasa, son olarak 29 Ekim’de Kürt Parlamenterler tarafından boykot edildi. Bu nedenle seçim yasasına ilişkin görüşmeler bugüne ertelendi.

    Bu konuda Uluslararası güçlerde de bir fikir ayrılığı var. BM açık bir şekilde seçimlerin Irak’ın her yerinde 2009 kayıtlarına göre yapılması kararı aldı. Ancak ABD’nin yeni yönetimi bu konuda ısrarcı değil. ABD Başkanı Obama, Başbakan Maliki ile görüşmesinde Irak’tan çekilme sürecini 2010 yılının Ağustos ayında tamamlamak istediğini bunun için seçimlerin zamanında yapılmasını istedi. Obama, seçimlerin zamanında yapılması için seçim yasasının bir an önce meclisten geçmesi gerektiğini Maliki’ye söyledi. Ancak Irak Parlamentosu’nda bulunan Kürdistan İttifakı  bu süreci olabildiğince geciktiriyor. Iraklı vekiller parlamentodan alınacak Kerkük konusunda kendileri için olumsuz bir kararı boykot ile kilitliyor. Irak Merkezi Hükümeti de bir başka boykotu uyguluyor. Kuzey Irak’ta bulunan bölgesel yönetime uzun süredir aktarması gereken mali kaynağı aktarmıyor.

    Barzani yönetimi ABD’nin gitmesini istemiyor

    ABD’nin çekilmesini Kuzey Irak yönetimi istemiyor. Şaşırtıcı şekilde Irak’ta dengeler her an değişebilir gibi görünüyor. ABD’nin büyük desteği ile ülkede güç haline gelen Kuzey’deki yönetim şu an ABD’nin kendisini kaderine bırakacağına ilişkin korkular taşıyor. Şu an ABD askerleri Irak’ta bulunsa da Haziran’dan itibaren Irak’ın güvenliğini Iraklılar’a terk etmiş durumda. Geçtiğimiz haftalarda Irak’ın kuzeyinde yaşanan bir dizi bombalı saldırı ABD’nin tamamen çekilmesi sonrası Irak’ta olası durum konusunda Kuzey’deki yönetimi endişelendirdi. Patlamalar sonrası Irak Dışişleri’nin Kürt asıllı bakanı Hoşyar Zebari BBC’ye: “Amerikalılar artık bu konu bizi ilgilendirmiyor deyip sırtlarını dönemezler, Amerika Birleşik Devletleri Irak’tan çekilme takvimini gözden geçirmek zorunda” dedi. Kuzey Irak yönetimi ABD sonrası senaryoda yalnız kalabileceklerini düşünüyor.

    Bir komplo teorisi

    İşte tam da bu noktada bir komplo teorisi Irak’ta dillendiriliyor. Zebari’nin seçim gerçekleşmez ise ABD’liler gitmez yolundaki imaları Kürdistan İttifakı’nın Kerkük’e ilişkin sorunlar nedeniyle seçim yasasını seçimlerin tarihini geciktirecek şekilde bloke etmeyi düşündüğü algısını yaratıyor. Kısacası Kürdistan ittifakı bu konudaki takvimi bu yolla değiştirmeyi ve ABD’yi Irak’ta tutabileceklerini düşünüyor. Nitekim bu durumun ABD de farkında. ABD büyükelçisi geçen hafta parlamentoyu ziyaret etti ve Türkmen ve Arap temsilcilerle ivedilikle seçim yasasının çıkmasını görüştü. ABD temsilcisine göre çekilmenin zamanında gerçekleşmesi için seçim yasası bir an önce çıkmalı.

    Bu görüşmenin ardından Ünlü Kürt siyasetçi Irak Parlementosu üyesi Mahmud Osman’ın ABD’yi seçim yasasında Kürt karşıtı davranmakla ve provokasyon yapmakla suçlaması dikkat çekici. Osman’a göre BM, seçimlerin 2009 seçmen listelerinde yapılmasına izin veriyordu ancak ABD bunu engellemeye çalışıyordu.

    Barzani açıkça tehdit etti

    Kuzey Irak’ta bulunan bölgesel yönetimin başkanı Mesut Barzani ise “Kerkük’e özel hiç bir şeyi kabul etmiyoruz… Kerkük için özel bir durumun kabul edilip  uygulanması  kabul edilemez ve ne olacaksa da olsun” dedi. Barzani’nin Kerkük’ün bir Kürt kenti olduğuna ve eninde sonunda Kürdistan’a bağlı olacağına ilişkin sözleri Türkmen ve Araplar tarafından açık bir meydan okuma olarak algılandı. Türkmen Cephesi’nin iddiasına göre Kuzey Irak yönetimine bağlı peşmergeler bir oldubitti ile Kerkük’ü işgal edebilir. Irak Meclisi’nde bulunan Kürt vekil Halid Şiwani de Kürdistan İttifakı’nın her duruma hazırlıklı olduğunu söyledi.

    İşte Ahmet Davutoğlu Kuzey Irak’ı bu gerilim altında ziyaret ediyor. Kuzey Irak yönetiminin Irak merkezi hükümeti ile iplerinin kopmak üzere olduğu şartlarda Davutoğlu’nun bölgesel yönetime verdiği destek Kuzey Irak yönetimi tarafından hayati bir öneme sahip olarak görülüyor. Davutoğlu’nun ziyaretinde Kuzey Irak yönetiminin asıl beklentisi Irak’ın gelecek senaryosunda Türkiye’nin Kuzey Irak’a garantörlük yapması. PKK’nın tasfiyesine ve Kürt Açılımı’na Barzani’nin açık desteğinin kaynağı ise Kuzey Irak’da yaşanan bu dengeler. Davutoğlu’nun Kuzey Irak’a verdiği her açık çek bu dengeler içerisinde Arap ve Türkmenler’i küstürebilir.

    Barış Terkoğlu

    Odatv.com

    ================================


  • EGEMEN BAĞIŞ’DAN HABERLER

    EGEMEN BAĞIŞ’DAN HABERLER

    BAGIS: “FOR TURKEY TO BE AN EXCELLENT BRIDGE, BOTH LEGS OF THE BRIDGE SHOULD BE STRONG”

    Meeting was held in TOBB University of Economics and Technology

    In his speech at the panel: “Turkey-EU Relations After the Progress Report” organized by TEPAV in TOBB University of Economics and Technology, Minister for EU Affairs and Chief Negotiator Egemen Bagis stated that as confirmed by various parties, the Report in general was more moderate and positive in comparison with the previous Reports.

    Read more…

    BAĞIŞ, TÜRKİYE’NİN GERÇEKTEN İYİ BİR KÖPRÜ OLABİLMESİ İÇİN İKİ AYAĞININ DA SAĞLAM OLMASI GEREKTİĞİNİ BELİRTTİ

    Bağış “İlerleme Raporu’nun Ardından Türkiye-AB İlişkileri” konulu toplantıda konuştu

    TEPAV’ın Ankara’da TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi’nde düzenlediği “İlerleme Raporu’nun Ardından Türkiye-AB İlişkileri” konulu toplantıda konuşan Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, raporun geçmiştekilere kıyasla genel anlamda daha dengeli ve olumlu olduğunu belirterek, bunun farklı kesimler tarafından teyit edildiğini kaydetti.

    Devamı…

    THE FUTURE OF TURKEY–EU RELATIONS AND EXPECTATIONS

    Bagis spoke at the panel titled “The Future of Turkey–EU Relations and Expectations”

    In his opening speech at the panel titled “The Future of Turkey–EU Relations and Expectations” which was organised by Eskisehir Young Businessmen’s Association at Anatolian University, Minister for EU Affairs and Chief Negotiator Egemen Bagis described EU membership as “the most important modernisation project after the proclamation of the Turkish Republic”.

    Read more…

    TÜRKİYE-AB İLİŞKİLERİNİN GELECEĞİ VE BEKLENTİLER

    Bağış, “Türkiye-AB İlişkilerinin Geleceği ve Beklentiler” konulu panelin açılış konuşmasını yaptı

    Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, Eskişehir Genç İşadamları Derneği tarafından Anadolu Üniversitesi’nde düzenlenen “Türkiye-AB İlişkilerinin Geleceği ve Beklentiler” konulu panelin açış konuşmasında, AB üyeliğini, “Türkiye’nin Cumhuriyetin ilanından sonraki en önemli çağdaşlaşma projesi” olarak nitelendirdi.

    Devamı…

    DEMOCRACY LESSON FROM BAGIS TO PROTESTERS

    The panel was held in Anadolu University

    Before his speech at the panel titled “the future of EU-Turkey relations and expectations” organised by the Eskisehir Young Businessmen Association at Anatolia University, Minister for EU Affairs and Chief Negotiator Egemen Bagis, being tolerant to the protestors, said: “there is democracy in this country.”

    Read more…

    BAĞIŞ’TAN PROTESTOCULARA DEMOKRASİ DERSİ

    Panel Anadolu Üniversitesi’nde düzenlendi

    Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, Eskişehir Genç İşadamları Derneği tarafından Anadolu Üniversitesinde düzenlenen “Türkiye-AB İlişkilerinin Geleceği ve Beklentiler” konulu paneldeki konuşması öncesinde, protestoculara hoşgörülü davranarak bu ülkede demokrasi var dedi.

    Devamı…

    CONGRATULATIONS FOR HISARCIKLIOGLU’S DISTINGUISHED SUCCESS

    Bagis and Hisarciklioglu

    Minister for EU Affairs Egemen Bagis received, Rifat Hisarciklioglu, the Chairman of the Union of Chambers & Commodity Exchanges of Turkey(TOBB), for being elected as the deputy president of the Eurochambers.

    Read more…

    HİSARCIKLIOĞLU’NUN ÖRNEK BAŞARISINA KUTLAMA

    Bağış ve Hisarcıklıoğlu

    Devlet Bakanı Egemen Bağış, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’nu, Eurochambers’ın Birinci Başkan Vekilliği’ne seçilmesi dolayısıyla kabul etti.

    Devamı…

    BAGIS GAVE A LECTURE IN STRASBOURG ON TURKEY-EU RELATIONS

    Jerzy Buzek, The President of the European Parliament

    Minister for EU Affairs and Chief Negotiator Egemen Bagis went to Strasbourg to visit the Council of Europe and the European Parliament, gave a lecture to the students of the University of Strasbourg on Turkey-EU relations.

    Read more…

    BAĞIŞ, STRASBOURG’DA TÜRKİYE-AB İLİŞKİLERİ KONUSUNDA KONFERANS VERDİ

    Avrupa Parlamentosu

    Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Konseyi’nde temaslarda bulunmak üzere Strasbourg’a giden Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, Strasbourg Üniversitesi öğrencilerine Türkiye ve AB ilişkileri konusunda konferans verdi.

    Devamı…

    “SUPPORT OF THE EUROPEAN PARLIAMENT IS OF GREAT IMPORTANCE IN THE FULL MEMBERSHIP PROCESS”

    European Parliament Turkey Rapporteur Ria Oomen Rujiten

    Organizing a press meeting following the contacts he made in the European Parliament, Strasbourg, Egemen Bagis, Minister for EU Affairs and the Chief Negotiator, stated that the reforms in Turkey were being closely watched and highly appreciated by the EP.

    Read more…

    “TAM ÜYELİK SÜRECİNDE, AVRUPA PARLAMENTOSU’NUN VERECEĞİ DESTEK ÖNEMLİ”

    Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Thomas Hammerberg

    Strasbourg’da Avrupa Parlamentosu’ ndaki temaslarının ardından basın toplantısı düzenleyen Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, Türkiye’de reform çalışmalarının AP tarafından yakından ve takdirle karşılandığını bildirdi.

    Devamı…

    BAGIS VISITS STRASBOURG

    Fiorello Provera, Vice-Chairman of the Foreign Affairs Committee of the European Parliament

    Within the framework of Strasbourg visit, Egemen Bagis, Minister for EU Affairs and the Chief Negotiator, met with Jean Paul Costa, Head of the European Court of Human Rights (ECHR).

    Read more…

    BAĞIŞ, STRASBOURG’DA TEMASLARDA BULUNDU

    Avrupa İnsan Hakları
    Mahkemesi Başkanı Jean Paul Costa

    Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, Strasbourg’daki temasları çerçevesinde bu sabah Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Başkanı Jean Paul Costa ile görüştü.

    Devamı…

    MINISTER FOR EU AFFAIRS BAGIS MET WITH CZECH FOREIGN MINISTER KOHOUT

    Bagis and Jan Kohout

    Minister for EU Affairs and Chief Negotiator Egemen Bagis met with Jan Kohout, Deputy Prime Minister and Minister of Foreign Affairs of the Czech Republic in the Secretariat General for EU Affairs.

    Read more…

    DEVLET BAKANI BAĞIŞ, ÇEK CUMHURİYETİ DIŞİŞLERİ BAKANI KOHOUT İLE GÖRÜŞTÜ

    Çek Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Jan Kohout

    Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, Çek Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Jan Kohout ile Avrupa Birliği Genel Sekreterliği’nde bir araya geldi.

    Devamı…

    “TURKEY PROGRESSES IN THE RIGHT DIRECTION AND APPROACHES TO THE EU MEMBERSHIP WITH THE REFORMS CARRIED OUT FOR THE SAKE OF ITS PEOPLE”

    Bagis attended The Middle East Forum

    Minister for EU Affairs and Chief Negotiator Egemen Bagis attended the Middle East Forum held by Center for Strategic Communication at Esma Sultan Palace in Istanbul.

    Read more…

    “TÜRKİYE DOĞRU YOLDA İLERLEMEKTE, HALKI İÇİN YAPTIĞI REFORMLARLA AB ÜYELİĞİNE YAKLAŞMAKTADIR”

    Bağış, Orta Doğu Forumu’na katıldı

    Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, Strateji İletişim Merkezi (STRATİM) tarafından İstanbul’da Esma Sultan Yalısı’nda düzenlenen Orta Doğu Forumu’na katıldı.

    Devamı…

    BAGIS MEETS CROATIA’S CHIEF NEGOTIATOR DROBNJAK

    Drobnjak, Chief Negotiator for Accession Negotiations with the EU

    Minister for EU Affairs and Chief Negotiator Egemen Bagis met Croatia’s Chief Negotiator Vladimir Drobnjak at the Ciragan Palace in Istanbul.

    Read more…

    BAĞIŞ, HIRVATİSTAN’IN AB BAŞMÜZAKERECİSİ DROBNJAK İLE GÖRÜŞTÜ

    Bağış ve Drobnjak

    Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, Hırvatistan’ın AB Başmüzakerecisi Vladimir Drobnjak ile İstanbul’da Çırağan Sarayı’nda bir araya geldi.

    Devamı…

    DIGITAL BRIDGES PROJECT HAS BEEN PUBLICIZED

    Bagis at the publicity meeting of the Digital Bridges Project

    Speaking at the publicity meeting of the Digital Bridges Project held at the French Palace in Beyoglu, Egemen Bagis, Minister for EU Affairs and the Chief Negotiator, said: “Projects like the Digital Bridges Project, will eliminate the worries, doubts and fears between EU and Turkey.

    Read more…

    DİJİTAL KÖPRÜLER PROJESİ TANITILDI

    Dijital Köprüler Projesi’nin tanıtım toplantısı

    Dijital Köprüler Projesi’nin, Beyoğlu’ndaki Fransız Sarayı’nda düzenlenen tanıtım toplantısının açılışında konuşan Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, “Dijital Köprüler Projesi gibi projeler, AB toplumu ile Türkiye toplumu arasındaki endişeleri, şüphe ve korkuları yok edecek projelerdir” dedi.

    Devamı…

    “THIS PEACE PROJECT CAN’T BE CONSIDERED COMPLETE WITHOUT TURKEY’S MEMBERSHIP”

    Bagis and Pierre Lellouche

    Minister for EU Affairs and Chief Negotiator Egemen Bagis delivered a speech at the 6th Bosphorus Conference which was held in the Ciragan Palace. In his speech Bagis indicated that European Union was the greatest peace project of humanity and said, “This peace project can’t be considered complete without Turkey’s membership”.

    Read more…

    “BU BARIŞ PROJESİ TÜRKİYE’NİN ÜYELİĞİ OLMAZSA TAMAMLANMIŞ SAYILMAZ”

    Bağış, 6. Boğaziçi Konferansı’nda konuşma yaptı

    Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, Çırağan Sarayı’nda düzenlenen 6. Boğaziçi Konferansı’nda konuşma yaptı. Konuşmasında Avrupa Birliği’nin insanlığın en büyük barış projesi olduğunu ifade eden Bağış, “Bu barış projesi Türkiye’nin üyeliği olmazsa tamamlanmış sayılmaz” dedi.

    Devamı…

    “TURKEY IS A REMEDY TO CLASH OF CIVILIZATIONS WHICH IS THE NIGHTMARE OF EVERYBODY”

    Bagis spoke at the 17th Annual EU–Turkey Conference of Journalists

    Attending the 17th Annual EU-Turkey Conference of Journalists organized in Istanbul with the cooperation of Delegation of the European Commission to Turkey, and the EU Institute of Istanbul Bilgi University; Minister for EU Affairs and Chief Negotiator Egemen Bagis emphasized that Europe would be incomplete without Turkey.

    Read more…

    “HEPİMİZİN KABUSU OLAN MEDENİYETLER ÇATIŞMASININ DERMANI TÜRKİYE’DİR”

    Bağış, 17. AB-Türkiye Gazeteciler Konferansı’nda konuştu

    AB Türkiye Delegasyonu ve İstanbul Bilgi Üniversitesi AB Enstitüsü işbirliğiyle İstanbul’da düzenlenen 17. AB-Türkiye Gazeteciler Konferansı’na katılan Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, burada yaptığı konuşmada Avrupa’nın, Türkiye’siz eksik kalacağını vurguladı.

    Devamı…

    TURKEY IS A BRAVER AND MORE DEMOCRATIC COUNTRY COMPARED TO PAST

    Gala dinner of the 6th Bogazici Conference

    Speaking at the gala dinner of the 6th Bogazici Conference which was jointly organised by the British Council, Turkish Delegation of the European Commission and Turkish Economic and Social Studies Foundation (TESEV) held in the Consulate General of the UK in Istanbul, Minister for EU Affairs and Chief Negotiator pointed out that Turkey was a braver and much more democratic country compared to past.

    Read more…

    BAĞIŞ, TÜRKİYE’NİN ŞU ANDA GEÇMİŞE KIYASLA ÇOK DAHA DEMOKRATİK VE CESUR BİR ÜLKE OLDUĞUNA DİKKATİ ÇEKTİ

    6. Boğaziçi Konferansı’nın gala yemeği

    British Council’in, Avrupa Komisyonu Türkiye Delegasyonu ve Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV) ile ortaklaşa düzenlediği 6. Boğaziçi Konferansı’nın, İngiltere’nin İstanbul Başkonsolosluğu’nda gerçekleştirilen gala yemeğinde konuşan Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, Türkiye’nin şu anda geçmişe kıyasla çok daha demokratik ve cesur bir ülke olduğuna dikkati çekti.

    Devamı…

    BAGIS RECEIVES ARMENIAN JOURNALISTS

    Bagis received journalists at the Turkish Grand National Assembly

    Minister for EU Affairs and Chief Negotiator Egemen Bagis received a group of Armenian journalists at the TGNA SEE Commission.

    Read more…

    BAĞIŞ, ERMENİSTAN’DAN GELEN GAZETECİLERİ KABUL ETTİ

    Türkiye ve Ermenistan Cumhurbaşkanları maçı birlikte izlediler

    Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, Ermenistan’dan gelen bir grup gazeteciyi TBMM KİT Komisyonu’nda kabul etti.

    Devamı…

    BAGIS MEETS EUROPEAN SECURITY AND DEFENSE ASSEMBLY DELEGATION

    Bagis, Cavusoglu and delegation members

    Egemen Bagis, Minister for EU Affairs and Chief Negotiator met the European Security and Defense Assembly delegation members.

    Read more…

    BAĞIŞ, AVRUPA GÜVENLİK VE SAVUNMA ASAMBLESİ HEYETİ İLE GÖRÜŞTÜ

    Bağış, Nudda ve beraberindeki heyeti TBMM’de kabul etti

    Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, Avrupa Güvenlik ve Savunma Asamblesi heyeti üyeleri ile görüştü.

    Devamı…

    “ON THE WHOLE, THE REPORT IS POSITIVE AND BALANCED IN TERMS OF TURKEY”

    Bagis evaluated the European Commission’s Progress Report

    Minister for EU Affairs and Chief Negotiator Egemen Bagis held a press conference at the Secretariat General for EU Affairs and evaluated the European Commission’s Progress Report on Turkey and the Enlargement Strategy. Bagis stated that on the whole the report was “positive and balanced” in terms of Turkey.

    Read more…

    “RAPOR TÜRKİYE AÇISINDAN GENEL OLARAK OLUMLU VE DENGELİ”

    Bağış, İlerleme Raporunu değerlendirdi

    Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, Avrupa Birliği Genel Sekreterliği’nde bir basın toplantısı düzenleyerek AB Komisyonu’nun yayımladığı Türkiye İlerleme Raporu ve Genişleme Stratejisini değerlendirdi. Bağış, raporun Türkiye açısından genel olarak “olumlu ve dengeli” olduğunu söyledi.

    Devamı…

    THE ONLY THING THAT WILL PAVE THE WAY FOR TURKEY’S PROGRESS IS THE REFORMS

    Bagis met with the members of the Association of Economy Journalists

    Egemen Bagis, Minister for EU Affairs and the Chief Negotiator, met with the members of the Association of Economy Journalists and in his speech, he touched upon Turkey’s EU membership process by stating that the concepts such as privileged or qualified partnership or a different type of membership status did not even have a part in the acquis and therefore they focused on the targets tightly.

    Read more…

    TÜRKİYE’NİN YOLUNU AÇACAK TEK ANAHTAR REFORMLARDIR

    Ekonomi Gazetecileri Derneği ile bir araya geldi

    Ekonomi Gazetecileri Derneği ile sohbet toplantısında bir araya gelen Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, burada yaptığı konuşmada, Türkiye’nin AB üyelik sürecine değinerek, ayrıcalıklı, nitelikli ortaklık veya farklı bir üyelik statüsü gibi kavramların müktesebatta yerinin bile olmadığını, bundan dolayı hedeflere kitlendiklerini söyledi.

    Devamı…

    “COUNTRIES ACHIEVE A SOUND PROCESS WITH THE EU CRITERIA”

    Egemen Bagis, Minister for EU Affairs and Chief Negotiator gave a speech on “the EU and Turkey’s membership” in the monthly meeting of Women Entrepreneur Association of Turkey (KADIGER) at the Women Development Center and said that he regarded the EU as Turkey’s “dietician” and added “27 countries became more democratic, more prosperous and respectful of human rights by implementing the EU criteria.”

    Read more…

    “ÜLKELER AB KRİTERLERİYLE SAĞLIKLI BİR SÜREÇ YAKALIYOR”

    Bağış ve Onanç

    Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, Kadın Girişimciler Derneği’nin (KAGİDER) BİZ Kadın Gelişim Merkezi’ndeki aylık toplantısında yaptığı “AB ve Türkiye’nin üyeliği” konulu konuşmasında, Avrupa Birliğini Türkiye’nin “diyetisyeni” olarak algıladığını belirterek, “27 ülke, AB kriterlerini uygulayarak, daha demokratik, daha müreffeh, insan haklarına daha saygılı olabilmişlerdir” dedi.

    Devamı…

    “NEITHER THE PAST NOR THE FUTURE OF EUROPE CAN BE WITHOUT TURKEY”

    Bagis, Lluis Maria de Puig and Joan Clos

    Minister for EU Affairs and Chief Negotiator Egemen Bagis attended the reception hosted by Joan Clos Matheu, the Spanish Ambassador to Ankara, on the occasion of Spanish National Day at the Sheraton Hotel.

    Read more…

    “AVRUPA’NIN GEÇMİŞİ DE GELECEĞİ DE TÜRKİYE’SİZ OLAMAZ”

    Bağış, Lluis Maria de Puig ve Joan Clos

    Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Eğemen Bağış, İspanya’nın Ankara Büyükelçisi Joan Clos Matheu’ın İspanya Milli Günü dolayısıyla Sheraton Otel’de verdiği resepsiyona katıldı.

    Devamı…

    “WE SHOULD ALL COLLABORATE FOR THE DEVELOPMENT OF OUR LAND”

    Bagis and Mayor Sadak

    In Siirt, where Minister for EU Affairs and Chief Negotiator Egemen Bagis went to hold official talks, he was welcomed by the Governor of Siirt, Necati Senturk; Siirt AK Party Representatives, Afif Demirkiran and Yilmaz Helvacioglu; the Mayor, Selim Sadak; and by the other authorities.

    Read more…

    “BU TOPRAKLARIN KALKINMASI İÇİN HEPİMİZİN GÜÇ BİRLİĞİ YAPMASI GEREKİR”

    Bağış ve Vali Şentürk

    Devlet Bakanı ve Baş Müzakereci Egemen Bağış, temaslarda bulunmak üzere gittiği Siirt’te Vali Necati Şentürk, AK Parti Siirt Milletvekilleri Afif Demirkıran ve Yılmaz Helvacıoğlu, Belediye Başkanı Selim Sadak ve diğer yetkililer tarafından karşılandı.

    Devamı…

  • ABD Türkiye’nin din haritasını çıkardı

    ABD Türkiye’nin din haritasını çıkardı

    NEDEN????

    28 Ekim 2009

    ABD’nin dini özgürlükler raporundaki türban tartışması bir ayrıntının göz ardı edilmesine neden oldu. O da raporda verilen ayrıntılı rakamlar. ABD’liler en küçük dini azınlıkları bile ayrıntılı rakamlarla ortaya koydu…

    Zeynep Gürcanlı YAZIYOR

    ABD Dışişleri Bakanlığı, artık geleneksel olan yıllık “dini özgürlükler raporunu” açıkladı.
    Rapor, Türk basınında daha çok Washington yönetiminin Türkiye’deki laikliğe bakışı, türbanın devlet dairelerinde serbest bırakılması konusu üzerinden görüldü.
    Ancak raporda çok daha ilginç bir unsur vardı;
    Türkiye’nin “din haritası…”
    ABD raporunda, Türkiye’de hangi dine mensup kaç kişi yaşıyor, tüm ayrıntılarıyla veriliyor.
    Ne kadar doğru bu rakamlar?
    Hemen Türkiye’de aklınıza gelen gelmeyen tüm konuların resmi istatistiklerini tutan Türkiye İstatistik Kurumu’na (TÜIK) sorduk.
    Ve sürpriz;
    TÜIK’ten resmi yanıt;
    “Bizde, Türkiye’de kaç kişi, hangi dine, hangi mezhebe mensup, bu konuda hiçbir araştırma yok..”
    Ama Amerikalılar üşenmemiş yapmışlar. Meraklısına, işte ABD Dışişleri Bakanlığı’nın resmi raporundan Türkiye’nin “din haritası”…

    • Türkiye’de nüfus 70.5 milyon kişi. Türk hükümeti nüfusun yüzde 99’unu Müslüman olarak açıklıyor. Ancak aralarında Mazlum-Der’in de olduğu bazı sivil toplum kuruluşları bu oranın, hükümetin açıkladığından biraz daha az olduğunu vurguluyor.
    • Müslüman nüfusun çoğunluğu Sünni Hanefi mezhebine bağlı. Müslümanlar içinde 10 ila 20 milyonu Alevi. Ancak Türk hükümeti, Aleviliği “heterodoks bir Müslüman mezhebi olarak” adlandırıyor. Bazı Alevi ve Sünniler Alevilerin Müslüman olmadığını da iddia ediyor.
    • Müslümanlar içinde yaklaşık 500 bin kişi Şii Caferi mezhebine bağlı.

    YAHUDİLER

    * Rapora göre Türkiye’de yaşayan Yahudi sayısı 23 bin.

    HIRİSTİYANLAR

    • Hıristiyanlara gelince; Ermeni Ortodoks mezhebine bağlı yaklaşık 65 bin kişi yaşıyor Türkiye’de.
    • 15 bin Suriyeli Ortodoks Hıristiyan, Süryani var. (Rapora göre 1990 öncesinde özellikle Güneydoğu bölgesinde yaşayan Süryanilerin sayısı çok daha fazlaydı. Ancak bölgedeki terör eylemleri ve hükümet baskısı nedeniyle, Süryaniler ya İstanbul’a, ya da Avrupa ülkelerine göç ettiler.)
    • Yunan Ortodoks Hıristiyan sayısı ise 3 binden biraz  fazla.
    • Irak’tan kaçan 3 bin Kaldean Hıristiyan da Türkiye’de sürdürüyor yaşamını.
    • Hıristiyanlar içinde sayıları belli olmayan küçük Bulgar, Nesturi, Gürcü, Roma Katolik ve Maruniler de var.
    • Protestan sayısı ise raporda 3 bin olarak belirtilmiş. Ancak bunlar, mezheplerine göre ayrılmamış.

    VE DİĞER DİNLER

    Rapora göre, Türkiye’de üç büyük dinden olmayan dini gruplar da var. Bunların sayıları ise şöyle sıralanmış;
    * 10 bin Bahai
    * 3 bin 300 Yehova Şahidi
    * 5 bin Yezidi

  • Türkiye-İsrail ilişkileri nereye gidiyor?

    Türkiye-İsrail ilişkileri nereye gidiyor?

    RAFAEL SADI

    Rafael SADİ / Tel Aviv


    İki ülke ilişkierinde  belirgin bir  soğukluk, kopma olduğu gizlenemeyecek boyutlara  ulaştı. İlişkilerin esası siyasi ve ekonomik menfaatlere dayalı iken, bu ilşkiler sanki bir anda gerek siyasi gerekse ekonomik işlevini yitirmiş gibi görülüyor.

    Aslına bakacak olursak İsrail ile Türkiye ilişkileri uzun yıllardan beri (her nedense) Filistin eksenine dayandırlmıştır.
    Bu durum Türkiye Başbakanı Sn.Recep Tayyip Erdoğan’ın  buluşu degildir. Neredeyse 1968 den sonra Türk Dışİşleri’nin İsrail ile ilişkilere koyduğu kriterdir.
    Türkiyenin İsrail ile ilişkileri, İsrail’in Filistin ile ilişkilerine endekslidir.
    Bu durumu gerek Türk Dışişleri gerekse İsrail Dışişleri gayet iyi bilmekte ve bu parametre ile yaşamasını bilmekteydiler.
    Bilmeyenler, sadece sokaktaki insanlar yani Türk ve İsrail halkı.
    Sn. Erdoğan bilinen ve iki ülke Dışişlerince aralarında halledilen ve halklara çaktırılmadan yıkanılan çamaşırları evin dışında hemde medyanın ortasında yıkamaya başlamanın iyi bir  OY POTANSİYELİ oldugunu  kavraması ile  Orataya bir FİLİSTİN davası savunuculuğu  çıkmış ve bu Türkiye iç siyasetinde  geçer akçe bir malzeme olarak kullanılmaya başlanmıştır.
    Temasta olduğum  bir çok devlet görevlisi ve siyaset adamı İsrail’i ziyaretlerinde  İsrail’in bu şekilde aşağılanmasının iç siyaset gereği olduğu ve aslında iki ülke arasındaki dostluğun çok önemli stratejik menfaatlere dayalı olduğu ve bu tür beyanların bu ilişkiyi bozamayacağı belirtilmiştir. Halen bu ahvalde dostça ifadeler  devam etmektedir.
    Olumsuz gelişmeler devam etmekte ve Sn. Erdoganın ”İÇ SİYASET’‘ malzemesi olarak adlandırdığımız ”İSRAİL KARŞITI * FİLİSTİN YANLISI’‘ siyasetinin  aynı zamanda  ”DIŞ SİYASETTE’‘ de para ettiğini anlaması üzerine gelinen noktada. İsrail,’’siz bizim Başbakana bakmayın biz dostuz” ifadelerini daha bir kuşku ile algıladıklarını söylemek cok yanlış olmaz.
    İsrail Türkiyenin komşuları ile  yakın ilişkiler içinde olmasına daima olumlu yaklaşmış hatta İsrail ile diplomatik ilişkileri olmayan ARAP ve MÜSLÜMAN ülkeler ile dostluklarına sıcak bakmış hatta bundan olumlu dostluk ilişkilerinin tesisi dogrultusunda ciddi beklentiler içinde de olmuştur.
    Bunun en bariz ornegi Pakistan Devlet Başkanı Sn. Pervez Müserref ile İstanbulda yapılan gorüşmedir.
    Ne yazık ki bu kez Türkiye Komşuları olan SURİYE,IRAN ve IRAK ile olan  dostluk ve yakınlaşma döneminde bu ilişkilerin İSRAİL ile ilişkileri bozma pahasına yapılmaktadır.
    Halbuki bölgenin büyük ve saygın  ülkesi olarak herkes ile iyi ilişkiler içinde olmalı ve dünya ülkeler  camiasına  Arap ülkelerine yakınlaşabilmek uğruna   bu  TERÖR kokan ülkelerin baskısı sonucu İSRAİL gibi demokratik bir müttefiğini heba etmek zorunda kalmış bir görüntü vermesi sadece Türkiyeyi  zayıf ve aciz göstermektedir.
    Bu yapılırken de İsrail acımasızca eleştirilmekte ve İsrail’in ve İsraillilerin acımasız katiller oldugu iddiası yaralayıcı olmaya devam etmektedir.
    Türkiyenin kendisine seçtiği yeni dostları tabiiki sadece Türkiye Cumhuriyetini ve Türk halkını ilgilendirir.
    Ancak Türk halkının bilmesi gereken bazı durumlar vardır ki bu stratejik dalgalanmalar içindeki yerini tespitte yardımcı  olabilir.
    Basın demeçlerini tararsanız  ve akabindeki sonuçlara bakacak olursanız :
    Ne zaman Sn. ERDOGAN  İsrail’i acımasızca  suçlamakta  o zaman ardından ilginç bir işlem  doğuveriyor:
    22 MART 2004:  İsrail Hamas örgütü lideri ŞEYH YASİN’i yaklaşık 400 İsraillin’in katlinden sorumlu tutarak bir uçak saldırısı ile Gazzede İMHA etti. (İsrail basınında ve resmi açıklamalarda kullanılan ifade aynen böyledir ).
    Şeyh Yasin Hamas’ın  İNTİHAR KOMANDOLARINI ölüme ve öldürmeye gönderen ve 400 İsrailli’nin öldürülmesi emrini veren sözümona ruhani ama terörist lideri idi.
    Aynı dönemde Sharon Hükümeti Enerji ve Altyapı Bakanı olan YOSEF PARITSKI Türkiye ziyaretinde Sn .Erdoğan ile buluşmuş ve buluşacağına da pişman edilmişti:
    Sayın Başbakan Müttefiki olan İsrail Devleti’nin  bir bakanına hem de kendi makamında bütün siyasi ve diplomatik kuralları hiç’e sayarak :  SİZ BİR TERÖR DEVLETİSİNİZ, ŞEYH YASİNİ ÖLDÜREREK CİNAYET İŞLEDİNİZ demiş ve İsrail ile ilişkilerin soğuk bir döneme girdiğinin ilk işaretinş vermiştir.
    BU saldırının ardından  Türk basınında  çıkan haberlerden anladığımız kadarı ile  Sayın Erdogan’ın kardeşinin aracılığı ıle OFER KARDESELERIN Türkiyede yatırıma yönlendiklerini ve sonradan sorunların çıkacağı TÜPRAŞ’ın blok satışı ve LIMAN ihalelerı gündeme geldi.
    O günlerde Sn Erdoğan’ı en  fazla ilgilendiren konu ise  Filistin İle İsrail arasında bir arabuluculuk idi.
    İsrail bunu hiç bir zaman kabul etmedi. BU da Sn. Erdoğani’ın her fırsatta Filistin halkının haklarını koruyorcasına İsraile yüklenmesi ve neticede ise  belkide siyasi bir rüşvet diye adlandırabilecegimiz İSRAİL SURİYE arasında bir arabuluculuk ortamı bulundu.
    Gazzedeki DÖKME KURŞUN operasyonu ile Türkiye Basbakanı Sn. Erdoğan  kendisini aldatılmış hissetti ve özellikle devrin Başbakanı EHUD OLMERT’e çatarak  SURİYE ile İSRAİL arasında arabuluculuk yapmayacagını beyan etti.
    Ardından  da  DAVOS TİYATROSU’nun   sahnelendiğini herkes canlı yayında seyretti.
    BU kez  Türkiye Başbakanı  DOST ve MÜTTEFİK  Ülke CUMHURBASKANI Sn. SHİMON PERES’e
    SIZLER  KADIN VE ÇOCUK OLDÜRMEYİ  ÇOK İYİ BİLİRSİNİZ diyerek  10 EMİR’in  ÖLDÜRMEYECEKSİN emrini hatırlatarak vede moderatör ile kavga ederek DAVOS’u terk etmiştir. Bayan Erdoğan da  dost ve Müttefik ülke  Cumhurbaşkanı Peres’e YALAN SOYLUYOR demeyı uygun bulmuştur.
    Davos krizi henüz etkisini bitiremişken HAVA TATBİKATI krizi ve sondarbe olarak ta  AYRILIK  DİZİSİ krizi  aradaki çatlağın (aslında kırık) iyice ortaya çıkmasına sebebiyet vermistir.
    Peki bu kadar yazıyı ne diye yazdım:
    1- Tespitlerime göre ne zaman bir kriz varsa  İsrail Sn.Erdogan’a  bir  BONUS veriyor.
    Direkt veya endirekt olarak.
    2- Son krizin sebebinin  ne olabileceğine  beynimi yorarken
    Bunu  MEDSTREAM projesi olup olamayacagını sorup duruyorum kendi kendime.

    Medstream projesi iki ülke arasında AKDENİZ PETROL BORU HATTI projesidir ve  Olmert Hükümeti Enerji Bakanı Sn.  Binyamin Fuad Ben Elıyezer ile dönemin Enerji Bakanı  Sn. Dr. Hilmi Güler arasında geliştirilmiş ve ön fizibilte raporunun hazırlanması işi de  İHALESİZ olarak ÇALIK GRUBUNA  verilmistir. (Bu İsrail yasalarınca suçtur ve muhtemelen AMBUDSMAN raporunda yer alacaktır)  Fizibilite raporunun  maaliyeti 30 milyon dolardır.
    Kaynak: İsrail Enerji Bakanlıgı web sitesi.
    Peki bu proje neden aradaki çatlağın sebebi olabilir ki.
    Sözkonusu proje uzun süren ve netice alınamayan görüşmeler ile adeta dondurulmuş durumdadır.
    İsrail’de  yeni bir hükümet var. Natanyahu hükmeti iki temel sebep ile bu projeye  henüz yeşil ışık yakmamışlardır.
    1- Türkiye İran, Suriye ve Irak’a İsrail’i harcayarak yaklaşıyorsa, İSRAİL için yeterince itimat edilebilecek bir ortakmıdır.
    2- Natanyahu hükümeti henüz Obama ve Filistin barışı konusundaki dengeyi oluşturamamış, birde  başına Goldstone raporu belası sarılmışken bu projeye henüz sıra gelmemiş te olabilir.
    Aslında şu anda Türkiyede görevde olan ekip bu  konuda oldukça deneyimli ve bu projenin asli kilit elemanlarıdır.
    Bakanlıgı esnasında  Sn. Fuad ben Eliyezer‘in yardımcısı Bugünkü İsrail büykelçisi Sn. GABBY LEVİ ve Gabby Levi’nin Elçi olmasından sonra yerine geçen isim ise İstanbul Baskonsolosu Sn. MOSHE KAMHI.
    Projenin devamı için en yetkili ve bilgili ekip işbaşındadır. Projenın  babası FUAD Ben Eliyezer de halen Natanyahu kabinesınde bakan.
    Ancak Sayın Erdoğan’ın Israil’i  acımasızca eleştirmesinin ardında  bu projenin gecikmesi olduğunu düşünmem  sanırım çok yanlış değil.
    Şayet yakında İsrail ile Türkiye arasındaki ilişkiler düzene girerse ve sozkonusu projenin insaat ihalesi ÇALIK GRUBU’NA verilirse sanırım benim düşüncelerimin anlamı vardır.
    Buna inanmak için bir sebep daha var.
    İsrail bazı İŞGÜCÜNÜ işçi ithal ederek temin eder.
    Ancak son  bir kaç senedir İsraillierin tabiri ile gökler kapalıdır.
    Yani Yabancı isşçiye vize verilmemektedir.
    Ancak İsrail ile Türkiye arasındaki tank modernizasyonunda ödeme konusunda bir OFFSET anlasması vardır.
    BU anlaşma geregince İsrail Türkiyeden tahsil etmesi gereken bedelin bir kısmını (yüzde 5′ini) Türkiyeden alacağı mal ve hizmetlere ödenecek meblağlardan  tahsil edecektir.
    BU anlaşmaya  İsrailde  çalışacak olan Türk işçilerinin maaşları da dahil edilmiştir.
    Buraya kadar bir sorun yok.
    Ancak İsrail devleti bu konuda da yasal bir suç işlemiş ve işlemeye de devam etmektedir.
    Bu anlaşma kapsamına girebilmesi için 1000 türk işçisine çalışma izni, oturma izni ve  giris vizesi verilmştir.
    Bu kısmıda tamamdır ve yasal haktır.
    Yasal olmayan ise bu hakkın İsrail Kartel ve TEKEL olusturma yasağına ragmen TEK BIR  TURK ŞIRKETİNE verilmiş olmasıdır.
    Rivayet’e göre  bu durum Sanayi Bakanının talebi üzerine Sharon hükümeti zamanında oluşturulduğudur.
    Umarım  yanılıyorumdur.
    Ama ülkeler ve siyasiler arasında böylesi  durumlar olasıdır.