Etiket: Abdullah Gül

  • ABD nin Gülü

    ABD nin Gülü

    Ne Kursmuş Be!
    Sefa Yurukel <sefa.tgrf@gmail.com>

    gul
    AB üyesi ülkelerin Ankara’daki 14 Büyükelçisi geçenlerde, AB Türkiye
    Temsilcisi Marc Pierini başkanlığında Trabzon’a gidip, Sümela
    Manastırı’nı ziyaret etti. Çaktırmadan burasının yeniden ibadete
    açılmasını dayattılar. (Cahiller)
    Bu arada Avrupalı elçileri gülme krizine sokan bir şey oldu; kilisenin
    içindeki Hz. İsa figürünün etrafındaki azizlerden birisini Abdullah
    Gül’e benzetmişler!..
    Şaşırırsın, “aaaa..”falan dersin ama, bu gülme krizi neyin nesidir,
    anladıysam Arap olayım!..Ya Müze yetkililerinin, “Burası 24 saat
    korunuyor, gece de kapalı” diyerek, adeta bu aziz figürünün orijinal
    olduğuna yemin billah etme çabalarına ne demeli?
    Neyse…Geçen sene şöyle üstünkörü gündeme girip, çıkan bir konu
    aklıma geldi. ABD’den, galiba CHP’ye, Abdullah Gül’ün, oradaki bir
    “liderlik kursundan” mezun olduğuna dair bilgiler gelmişti. “Üzerine
    niye gidilmedi, acaba doğru muydu, doğruysa önemsiz miydi?” diye
    düşündükten sonra ABD Dışişleri Bakanlığı internet sitesinde kısa bir
    tura çıktım.
    O da ne; 22 Ekim 2009 tarihi itibariyle güncellenen bir liste gördüm.
    Listenin üstünde “ECA Alumni who are Chiefs of State/Heads of
    Government (60)”, yani “Eğitim ve Kültür Bürosu mezunu Devlet ve
    Hükümet Başkanları” yazıyordu. 60 isim vardı. “Afrika, Doğu Asya ve
    Pasifik, Avrupa, Yakın Doğu, Güney ve Orta Asya, Batı Yarımküre”
    şeklinde sınıflandırma yapılmıştı.
    Avrupa bölümünde “Türkiye” başlığı altında tek bir isim yer alıyor:
    Abdullah Gül…Mevcut pozisyonu için de “Başkan” deniliyor.
    Listede başka kimler mi var; Gana, Kenya, Mozambik Cumhurbaşkanları,
    Çad, Uganda, Zimbabwe Başbakanlarından tutun,
    Avustralya Genel Valisi, Japonya  ve Güney Kore Başbakanına,
    Filipinler ve Tayvan Cumhurbaşkanına kadar kimler yok ki!..
    60 ismin hepsini saymayacağım. Nasılsa göreceksiniz…Ama en dikkat
    çekici olanlarından bazılarını daha sayayım:

    Avusturya Cumhurbaşkanı Fischer, Danimarka eski Başbakanı, yeni NATO
    Genel Sekreteri Rasmussen, Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy, Gürcistan
    Cumhurbaşkanı Saakasvili, Yunanistan’ın eski Başbakanı Karamanlis,
    Hollanda Başbakanı Balkanende, İngiltere
    Başbakanı Brown, Rusya’dan kopartılan veya Yugoslavya’nın dağıtılması
    ile ortaya çıkartılan devletlerin Başbakan ya da Cumhurbaşkanlarının
    tamamı…Bitmedi; Mısır Başbakanı, Afganistan Devlet Başkanı,
    Hindistan’ın hem Cumhurbaşkanı, hem Başbakanı, Kolombiya, Kosta Rica,
    Meksika, Uruguay devlet başkanları ile devam eden koca bir liste…

    Dünya siyasetini en doğru şekilde yorumlamak açısından bu isimlerin
    hepsi önemli elbette…Ancak bizim için mühim olan bu listede Türkiye
    Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı pozisyonunda olan Abdullah Gül’ün isminin
    bulunmasıdır.

    Bu ne menem bir “mezuniyet” listesidir? ABD Dışişleri Bakanlığı’nın
    resmi kayıtlarına dayanarak, sizlere özet bilgi arz edeyim. Dışişleri
    Bakanlığı’na bağlı bir Eğitim ve Kültür İşleri Bürosu var ve bu büro
    yıllardan beri “Uluslararası Ziyaretçi Liderlik Programı” adı altında
    bir kurs düzenliyor. Kursa öyle kendiliğinizden başvuramıyorsunuz, ABD
    Yabancı servis görevlileri, denizaşırı ülkelerden mevcut veya
    potansiyel lider adaylarını seçiyor. Hangi alanlarda mı; Hükümet,
    siyaset, medya, eğitim, sanat, iş dünyası ve diğer alanlar…
    Programın tarihçesi de epey derin. 1940’da Nelson Rockefeller
    tarafından ilk olarak Latin Amerika için başlatılmış ve 130 gazeteci
    ABD’ye getirilmiş. Gelişerek, devam eden program daha sonra Truman
    doktrini kapsamında Muhabere Bilgi, ardından
    Uluslararası Bilgi ve Eğitim Değişim bürosuna dönüştürülmüş. 1952’de
    de ABD Dışişleri Bakanlığı bünyesine alınmış. 1953’te Başkan
    Eisenhower tarafından ABD Bilgi Ajansı adı verilen program, daha sonra
    sırasıyla Eğitim ve Kültür İlişkileri Bürosu, ABD Uluslararası
    İletişim Ajansı, Uluslararası Ziyaretçi Programı ve son olarak 2004’te
    Uluslararası Ziyaretçi Liderlik Programı ismini almış.
    Kurslar gruplar halinde olduğu gibi, özel de verilebiliyor. Grup
    kurslarında meslektaşların bir araya getirilmesine dikkat ediliyor.
    Açık misyonu belli; ABD eğitim ve kültürünü kamu diplomasisi yoluyla
    dünyaya yayma!.. Kapalı misyonu da geleceğin liderlerini peşinen
    kafakola alma veya “Başkanın adamlarını” yetiştirme olmalı!..
    ABD’nin dünyayı yönettiği söyleniyordu da, herhalde böyle belgelisi
    görülmemiştir!.. Sadece şu anda dünyanın en önemli, en stratejik
    ülkelerinden üçte birinin yönetimlerinin ABD’nin rahle-i tedrisinden
    geçmiş olması ne demektir?

    70 yıllık bilançoyu da vereyim…Resmi rakamlara göre, toplam 290
    mevcut ya da eski Başbakan ve Cumhurbaşkanı ile 2 bin bakan bu kurstan
    geçmiş. Dünyanın çeşitli ülkelerinden kursa seçilen kamu ve özel
    sektör liderlerinin miktarı için ise, “Çok sayıda” demekle
    yetiniliyor. Ve yıllık ortalama 5 bin kişi bu kurstan geçiriliyor.
    Yanlış anlaşılmasın, bu görevlerdeyken kursa alınmış değiller. Bu
    kurstan geçtikten yıllar sonra ülkelerinde etkin konuma gelmişler. En
    eski kursiyerlerden birkaç örnek vereyim: Filipinler Cumhurbaşkanı
    Arroyo ve Avusturya Cumhurbaşkanı Fischer 1964, Hindistan
    Cumhurbaşkanı Patiel 1968, Kosta Rica Cumhurbaşkanı Sanchez 1971, Sri
    Lanka Başbakanı Wickemanyake 1975, Güney Kore Başbakanı Seung Soo
    1977,  Portekiz Cumhurbaşkanı Silva da 1978’de kurs görmüş.
    En taze kursiyerlerin başında ise Kırgızistan Cumhurbaşkanı Bakiyev
    geliyor. Bakiyev 2004’te kursa alınmış. Şu isimlerin yılları da şöyle:
    Makedonya Başbakanı Gruevski 2000, Togo Cumhurbaşkanı Gnassingbe 2001,
    İsveç Başbakanı Reinfeldt 2002…
    Bir kez değil, iki kez kurstan geçirilmiş iki isim de var; Biri Tayvan
    Cumhurbaşkanı Ma Ying-Jeou, önce 1971, sonra 2003’te kursa alınmış.
    İkinci isme çok şaşıracaksınız; İngiltere Başbakanı Brown… Brown da
    1984 ve 1992 olmak üzere iki kez kurstan geçirilmiş.
    Kursun Abdullah Gül kısmına dönersek; Bu kursa 1995 yılında seçilmiş.
    Yani Refah Partisi’nde olduğu dönemde. ABD Dışişleri kayıtlarında
    Gül’ün gördüğü kursun süresi veya özel mi, genel mi olduğu hakkında
    bir bilgi yok. Daha ilginci, Gül’ün özgeçmişinde, önemli, önemsiz bir
    yığın husus yer alırken, bu kurstan hiç söz edilmemiş, edilmiyor
    olmasıdır. Mesela, İngiltere Exeter mezunu olması… Başbakan
    Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı iken, Türkçe özgeçmişte Exeter’den söz
    edilmese bile İngilizcesinde vardı. Şimdi Cumhurbaşkanlığı sitesindeki
    özgeçmişin hem Türkçesi, hem İngilizcesinde Exeter var, ama bu kurs
    yok. Acaba Gül, ABD’nin, “Uluslararası Ziyaretçi Liderlik Programı”
    kursundan mezun olduğunu neden gizleme ihtiyacı duymaktadır? Unutmuş
    olabilir mi?
    Detaylı bilgi almak ve bu listeyi görmek isteyenler;
    14 Nisan 2009 tarihli liste için: 
    22 Ekim 2009’da güncellenen son liste için:

    adreslerine bakabilirler. ABD Dışişleri Bakanlığı Eğitim ve Kültür
    İşleri Bürosu ya da bu kurs hakkındaki tüm bilgiler de:

    adresinde.

    Kaynak: – Meyyal Uygur, Açık İstihbarat

  • EGEMEN BAGISDAN HABERLER

    EGEMEN BAGISDAN HABERLER

    THE AGENDA / GÜNDEM

    ISTANBUL MODERN IS 5 YEARS OLD
    Istanbul Modern Art Museum

    Egemen Bagis, Minister for EU Affairs and the Chief Negotiator, together with his wife Beyhan Bagis, attended the Gala Modern Night which was organized within the scope of the 5th year celebrations of Istanbul Modern Art Museum.

    Bagis touched upon, in every occasion, the importance of art in the development of a country and the necessity of its being assimilated by the population. Bagis had pioneered in the establishment of Istanbul Modern and Silahtaraga Santral Museums.

    Read more…
    İSTANBUL MODERN SANAT MÜZESİ’NİN 5. YILI KUTLAMALARI
    İstanbul Modern Sanat Müzesi

    Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, İstanbul Modern Sanat Müzesinin 5. yılı kutlamaları kapsamında düzenlenen Gala Modern Gecesi’ne eşi Beyhan Bağış ile birlikte katıldı.

    Sanatın, bir ülkenin kalkınmasındaki önemine ve geniş halk kitlelerince benimsenmesinin gerekliliğine her fırsatta değinen Bağış, daha önce İstanbul Modern ve Silahtarağa Santral Müzelerinin kuruluşlarına öncülük etmişti.

    Devamı…
    “THE VENUE FOR THE SOLUTION OF CYPRUS IS CYPRUS, NOT BRUSSELS”
    Mehmet Ali Talat, the President of the Turkish Republic of Northern Cyprus

    With regard to European Union Foreign Ministers’ resolution on Turkey, Minister for EU Affairs and Chief Negotiator Egemen Bagis said, “Even though there are some elements in this resolution which we don’t approve of resulting from pressure of an EU member state, Turkey’s overall accession bid has been confirmed and negotiation process has been prevented from encountering an obstacle.”

    Read more…
    “AB AÇISINDAN KIBRIS SORUNUNUN ÇÖZÜM YERİ BRÜKSEL DEĞİL, KIBRIS’TIR”
    KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat

    Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, Avrupa Birliği Dışişleri Bakanlarının Türkiye ile ilgili kararı konusunda, “Bu kararda bir AB üyesi ülkenin baskısıyla hoşnut olmadığımız bazı unsurlar yer almakla birlikte, Türkiye’nin genel katılım hedefi teyit edilmekte ve müzakere sürecinin bir engelle karşılaşması önlenmektedir” dedi.

    Devamı…
    BAGIS ACCOMPANIED PRIME MINISTER ERDOGAN DURING HIS VISITS TO THE USA AND MEXICO
    Press meeting of PM Erdogan after the meeting at the White House

    Minister for EU Affairs and Chief Negotiator Egemen Bagis was among the delegation accompanying Prime Minister, Erdogan in his visits to the USA and Mexico.

    Read more…
    BAĞIŞ, BAŞBAKAN ERDOĞAN’A ABD VE MEKSİKA TEMASLARI’NDA EŞLİK ETTİ
    ABD Başkanı Barack Obama, Başbakan Erdoğan onuruna yemek verdi

    Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a Washington ziyaretleri sırasında, beraberlerindeki heyetle birlikte eşlik etti.

    Devamı…
    “TODAY’S TURKEY IS MORE DEMOCRATIC, STABLE AND PROSPEROUS”
    The Human Rights Monument in Izmir

    Minister for EU Affairs and Chief Negotiator Egemen Bagis stated that Turkey of the present time was more democratic, stable, prosperous, honourable and freer than Turkey ten years before. He also said that within the framework of the EU process, fundamental reforms had been started in many fields, including the human rights.

    Read more…
    “BUGÜNKÜ TÜRKİYE, 1999 TÜRKİYE’SİNDEN DAHA ÖZGÜR, DAHA DEMOKRAT, DAHA İSTİKRARLI, DAHA MÜREFFEH VE DAHA İTİBARLI”
    İzmir İnsan Hakları Anıtı

    Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, bugünün Türkiye’sinin 10 yıl önceki Türkiye’den daha özgür, daha demokrat, daha istikrarlı, daha müreffeh ve daha itibarlı olduğunu belirterek, AB süreci çerçevesinde insan hakları da dahil olmak üzere pek çok alanda köklü reformlara gidildiğini kaydetti.

    Devamı…
    BAGIS ON BBC’S HARDTALK
    Stephen Sackur, the presenter of the “Hardtalk”

    Minister for EU Affairs and Chief Negotiator Egemen Bagis, attending Hardtalk -a BBC programme- answered the questions of Stephen Sackur, the presenter of the programme on Turkey’s EU accession process and the topics of the agenda.

    Read more…
    BAĞIŞ, BBC’DE YAYIMLANAN “HARDTALK” PROGRAMINDA SORULARI YANITLADI
    Bağış, BBC’de yayımlanan “Hardtalk” programında soruları yanıtladı

    Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, İngiliz yayın kuruluşu BBC’de yayımlanan “Hardtalk” programına katılarak, programın sunucusu Stephen Sackur’un Türkiye’nin AB üyelik süreci ve gündeme ilişkin sorularını yanıtladı.

    Devamı…
    ANY ADDITIONAL SANCTION WILL DAMAGE THE MOTIVATION TOWARDS EU
    Herman Van Rompuy

    British Journal Financial Times commented on the speech delivered by Minister for EU Affairs and Chief Negotiator Egemen Bagis at European Policy Centre in Brussels.

    In his speech Bagis said, “Many sanctions are already being imposed against Turkey because of Cyprus. Further sanction of any kind will reduce our leaders’ motivation towards the EU.”

    Read more…
    HERHANGİ BİR İLAVE YAPTIRIM, AB’YE YÖNELİK MOTİVASYONU KIRACAKTIR
    Bağış’ın konuşması dış basında yankı buldu

    İngiliz Financial Times Gazetesi, Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış’ın Brüksel’de Avrupa Politika Merkezi’nde yaptığı konuşmayı yorumladı.

    Bağış, konuşmasında “Kıbrıs dolayısıyla zaten Türkiye’ye çok fazla yaptırım uygulanıyor. Herhangi bir ilave yaptırım liderlerimizin AB’ye yönelik motivasyonunu kıracaktır” demişti.

    Devamı…
    INAUGURATION OF THE SECRETARIAT GENERAL FOR EU AFFAIRS’ ISTANBUL OFFICE
    PM Erdogan attended the inauguration

    Prime Minister Recep Tayyip Erdogan and Minister for EU Affairs and Chief Negotiator Egemen Bagis attended the inauguration ceremony of EU Center’s Istanbul Office. Located in Ortakoy, Besiktas, the EU Office would be shared by Istanbul Metropolitan Municipality and the Secretariat General for EU Affairs.

    Read more…
    AB GENEL SEKRETERLİĞİ’NİN İSTANBUL OFİSİ AÇILDI
    Açılış Başbakan Erdoğan’ın önderliğinde gerçekleştirildi

    Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış’ın da katıldığı Beşiktaş Ortaköy’de yer alan Avrupa Birliği Genel Sekreterliği ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin ortaklaşa kullanacağı AB Merkezi İstanbul Ofisi’nin açılış törenine katıldı.

    Devamı…
    TURKISH WOMEN ENJOY VOTING AND BEING ELECTED FOR THE LAST 75 YEARS
    The event was held in AK Party Headquarters

    Egemen Bagis, Minister for EU Affairs and the Chief Negotiator, attended the event which was held to celebrate the 75th anniversary of granting the women’s rights to vote and be elected. The event was organized by AK Party Women Branch. Emine Erdogan, wife of Prime Minister Recep Tayyip Erdogan, also participated in the event.

    Read more…
    KADINLARA SEÇME VE SEÇİLME HAKKININ TANINMASININ 75. YIL DÖNÜMÜ
    Etkinlik AK Parti Genel Merkezi’nde düzenlendi

    Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, AK Parti Genel Merkez Kadın Kolları Başkanlığı’nca düzenlenen ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’ın da bulunduğu, 5 Aralık kadınlara seçme ve seçilme hakkının tanınmasının 75. yıl dönümü etkinliğine katıldı.

    Devamı…
    BAGIS VISITS BRUSSELS
    Olli Rehn, Member of the European Commission Responsible for Enlargement

    Minister for EU Affairs and Chief Negotiator Egemen Bagis met Andris Piebalgs, Member of the European Commission Responsible for Energy, within the framework of his Brussels contacts.

    Responding the questions of the journalists after the meeting, Bagis said, “Allegation that we agreed to put the management of the Tigris and the Euphrates under international control in order for the environment chapter to be opened in the EU accession negotiations is just a figment of imagination.”

    Read more…
    BAĞIŞ’IN BRÜKSEL TEMASLARI
    AB Komisyonu’nun Enerjiden Sorumlu Üyesi Andris Piebalgs

    Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, Brüksel’deki temasları çerçevesinde AB Komisyonu’nun enerjiden sorumlu üyesi Andris Piebalgs ile bir araya geldi.

    Görüşmenin ardından gazetecilerin sorularını yanıtlayan Bağış, “AB katılım müzakerelerinde çevre faslının açılması için Dicle ve Fırat sularını uluslararası yönetime bırakmayı kabul ettiğimiz iddiası hayal mahsulüdür” dedi.

    Devamı…
    BAGIS MEETS THE CHAIRMAN AND MEMBERS OF FOREIGN AFFAIRS AND DEFENSE COMMITTEE OF THE CZECH SENATE
    Stefan Fule, EU Commissioner for Enlargement

    Minister for EU Affairs and Chief Negotiator Egemen Bagis met Jiri Dienstbier, the Chairman of Foreign Affairs and Defense Committee of the Czech senate and the members of the Committee in Istanbul Movenpick Hotel.

    Read more…
    BAĞIŞ, ÇEK SENATOSU DIŞİŞLERİ VE SAVUNMA KOMİSYONU BAŞKANI VE ÜYELERİYLE GÖRÜŞTÜ
    Çek Senatosu Dışişleri ve Savunma Komisyonu Başkanı Jiri Dienstbier

    Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, Çek Senatosu Dışişleri ve Savunma Komisyonu Başkanı Jiri Dienstbier ve komisyon üyeleriyle İstanbul Mövenpick Otel’de görüştü.

    Devamı…
    “MORE WOMEN ARE NEEDED IN THE PARLIAMENT, IN THE PUBLIC SECTOR AND IN THE BUSINESS LIFE”
    Bagis spoke at the opening of the symposium

    In the opening speech of the international symposium in Istanbul titled: “Role of the TGNA Parliamentary Commission on Equal Opportunities for Women and Men in Ensuring Gender Equality”, Minister for EU Affairs and Chief Negotiator, Egemen Bagis stated that women should take part more in the parliament, in the public sector, in the management of companies, in the media and in the art. He said: “This is very important for our integration process with the EU”.

    Read more…
    “MECLİSTE, KAMUDA VE İŞ YAŞAMINDA KADINLAR DAHA DA FAZLA YER ALMALI”
    Bağış, sempozyumun açılışında konuştu

    İstanbul’da düzenlenen “Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Sağlanmasında TBMM Kadın, Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonunun Rolü” konulu uluslararası sempozyumun açılışında konuşan Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, mecliste, kamuda, şirket yönetiminde, medyada, sanatta kadınların çok daha fazla yer alması gerektiğini belirterek, “Bu, AB ile bütünleşme sürecinde de çok önemli” dedi.

    Devamı…
    TURKEY’S ENERGY POLICY IN A CHANGING WORLD ORDER
    Bagis and Yildiz

    Minister for EU Affairs and Chief Negotiator Egemen Bagis, together with the Minister of Energy and Natural Resources Taner Yildiz, attended a conference titled “Turkey’s Energy Policy in a Changing World Order” organised by Istanbul Bilgi University Social Sciences Club.

    Read more…
    DEĞİŞEN DÜNYA DÜZENİNDE TÜRKİYE’NİN ENERJİ POLİTİKALARI

    Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız ile İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyal Bilimler Kulübünün düzenlediği “Değişen Dünya Düzeninde Türkiye’nin Enerji Politikaları” başlıklı konferansa katıldı.

    Devamı…
    “WE DO NOT DEMAND PRIVILEGE, WE DO NOT WANT HURDLE EITHER”
    Alexandra Cas Gronje, Member of the EU Commission

    Visiting Stockholm, capital of Sweden, and attending the 27th Turkey-EU Joint Consultative Committee Meeting, Egemen Bagis, Minister for EU Affairs and the Chief Negotiator, stated in his speech that Turkey’s EU membership was completely a “win-win” situation.

    Read more…
    “BİZ AYRICALIK TALEP ETMİYORUZ, AMA AYRIMCILIK DA İSTEMİYORUZ”
    AB dönem başkanı İsveç’in AB Bakanı Cecilia Malmström

    İsveç’in başkenti Stockholm’de temaslarda bulunan ve 27. Türkiye-AB Karma İstişare Komitesi Toplantısı’na katılan Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, toplantının açılışında yaptığı konuşmada, Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğinin bir “kazan-kazan” durumu olduğunu söyledi.

    Devamı…
    “THIS MISTAKE SHOULD BE CORRECTED IMMEDIATELY”
    The protest in Lausanne to condemn the decision

    Minister for EU Affairs and Chief Negotiator, Egemen Bagis went to Stockholm, Sweden to attend Turkey-EU Joint Advisory Committee; there he answered the journalists’ questions relating to the agenda and the referendum to ban the new minarets.

    Read more…
    “BU HATADAN BİR AN ÖNCE DÖNÜLMELİDİR”
    Kararı kınamak için Lozan kentinde düzenlenen protesto yürüyüşü

    Türkiye-AB Karma İstişare Komitesi Toplantısı’na katılmak üzere İsveç’in başkenti Stockholm’e giden Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, basın mensuplarının gündeme ve İsviçre’de yapılan yeni minare yapımına yasak getirilip getirilmemesi konusundaki referanduma ilişkin sorularını yanıtladı.

    Devamı…
  • ABD gezisi veda ziyareti mi?

    ABD gezisi veda ziyareti mi?

    RAFAEL SADİ  TEL-AVİV

    Sayın Basbakanın  ABD  Ziyareti

    Gün geçtikçe ne olup olmadığı  daha bir berraklaşıyor.

    Tecrübeli gazeteci SAVAŞ SÜZAL şöyle diyor:

    Gelelim Erdogan’ın Washington ziyaretine. Tam bir fiyasko. Içeriği bos parlak yaldızlı sözler, tam bir kandırmaca.
    Neden?
    Bir kere bu ziyaret hiçbir Amerikan gazetesi ve televizyonunda yer almadı.
    Bu ziyarette iki lider ortak basın toplantısı düzenlemedi.
    Bu ziyaret sirasinda Erdoğan degil Obama istediklerini aldi
    Bu ziyaret srasında Erdoğan’a eksen kaymasi konusunda uyarıda bulunuldu
    Bu ziyaret sirasinda Israil düsmanlığı, İran konusunda uyarıda bulunuldu.

    Bu ziyaret sırasında, insan hakları (özellikle Ergenekon), telekulak, duruşmalar için uyarida bulunuldu
    Amerikalılar, Ermeni soykırımı için güvence vermedi, Kıbrıs için güvence vermedi, Kandil için güvence vermedi, Ermeni protokolü için güvence vermedi, açılim-saçılim için, İran için arabuluculuk için destek olmadı. Ama çok güzel laflar ettiler. Bos laflar. Karnınız doymustur.

    Basta da söyledigim gibi Erdoğan’in siyasi yasamını noktalayacak bir jübileydi bu ziyaret. Bu tarihi unutmayin ve 2010 yılı başından itibaren Türkiye’deki gelişmeleri yazarak izleyin, göreceksiniz sizi çok şaşırtacak. 10/Aralik/2009

    Savaş Süzal’ı kaale almamak yanlış olur. Zaten Obama toplantısının baş’a baş yapılmak istenmesindeki amaç ta herhalde bu gerçeklerin basına sızmasını önlemekti.

    Başarılamadı  ama başarılması da çok mümkün değildi.

    Brüksel- Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkan Yardımcısı Alman parlamenter Dr. Renate Sommer, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan için ‘’Ahmedinecad’a dostum diyen, katliamdan aranan El Beşir’i davet eden ve İsrail’i devlet terörü ile suçlayan biri ciddi olarak AB’ye aday olamaz’’ dedi.

    Gelelim Sayın Başbakanın  Mısır gazetesi EL ŞURUK gazetesinde yayınlanan ve ünlü Mısırlı gazeteci FEHMİ HÜVEYDİ’nin gerçekleştirdiği röportaj’dan bazı inciler:

    Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, İsrail’in Anadolu Kaplanı tatbikatından çıkarılma gerekçesinin Gazze saldırıları olduğunu söyledi. Erdoğan, “Gazze’de Filistinlileri öldüren bir orduya buyrun bizimle tatbikat yapın diyemezdik.” diye konuştu.

    İsrail ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti  İsrail’in Türk hava sahasında  İsrail Hava Kuvvetlerinin tatbikatlar yapabilmesi için  ikili (bilateral) bir anlaşma imzalamıştır.

    Sizce  bu anlaşmayı kim imzalamışsa Hava tatbikatlarının  olası bir Piknite  eglence olasun diye  kullanılacağınımı düşünüyordu?

    İsrail’in komşuları ile  kısmende olsa SAVAŞ halinde olduğunu özellikle  Türkiye başbakanı bilmiyormuydu?

    İsrail’in olası bir savaş esnasında kendi uçaklarını düşmanına karşı kullanacağını bilmediğini   söylemek veya öyle davranmak  başta İsrail bütün dünyayı  aptal yerine koymak demektir.

    Bence  kimse  bunu yemiyor. Verilen zarar sadece ve sadece Türkiye Cumhuriyeti Devletine ve onurunadır.

    Bu söylemler ile Türkiye  altına imza attığı anlaşmaları yerine getirmeyen ve ben canım istediğim zaman oyunbozanlık ederim” diyen bir konuma düşürülmüştür.

    Başbakan aynı  söyleşide :

    Büyük bir hapishaneye dönüşen Gazze konusunda kimsenin bir şey yapmadığını ve sadece seyrettiğini ifade eden Başbakan Erdoğan, insan haklarına saygılı dünya ülkelerinin artık bu duruma seyirci kalmaması çağrısında da bulundu. İsrail’in Gazze’de beyaz fosfor kullanmasının insanlığa karşı bir suç teşkil ettiğini tekrarlayan Erdoğan, Tel Aviv’e yerleşim birimi inşaatlarını durdurması çağrısı da yaptı.

    Diyerek iki yanlış daha ortaya koymuştur.

    1- FOSFOR bombası dediği iki tür bomba mevcuttur .

    AYDINLATMA  BOMBASI

    SIS BOMBASI

    Bu bombalar Cenevre Konvansiyonel silahlar çerçevesinde  kullanılması serbest olan silahlar olup havada patladıktan  sonra içindeki polyester naylon karışımı kumaşların yanarak yer’e  düşmesi esnasında   ortalığı aydınlatması veya  sis’e boğması esasına göre  işlemektedir. Sözkonusu yanan kumaş parçalarının insan et’ine değmesi halinde ciddi yanıklara sebebiyet vereceği sır değildir.

    Sayın Başabakan bu bombaların ne olduğunu sanırım biliyordur. Benzer bombaların Türk ordusunda olma ihtimalide küçük değildir.

    Kaldı ki  Sayın başbakan Gazze savaşı esnasında  kullanılan top ateşine ve hava saldırılarına bir şey dememekte  her nedense bu forsfor bombalarına takılmaktadır.

    2-İkinci yanlış ise TEL-AVİV’e bildirdik ifadesinde. Afedersiniz Tel-Aviv’de kim’e bildirdiniz? Tel-Aviv belediye reisine mi acaba? Yapmayın  Sayın başbakanım lütfen Kudüs veya  Yerushalayim demek  içinizden geçmeyebilir, size yardım edeyim İsrail Hükümeti deyin Tel-Aviv’de kimse yok bu talebinizi  dinleyecek.

    İsrail’in Türk hava sahasını kullanarak İran’a yönelik casusluk faaliyetleri yaptığından dolayı tatbikattan çıkarıldığı yönündeki iddiaları da reddeden Erdoğan, bu tür iddiaların doğru çıkması durumunda İsrail’e gerekli cevabı vereceklerini dile getirdi.

    Sayın başbakanın kanıtlanmamış bu tür bilgiler konusunda spekülasyonda bulunması çok doğru bir hareket şekli değildir.
    Belli ki AKP hükümetine göre İsrail ile ortaklık süreci bitmiştir ve İRAN ile ortaklık girişimi ilerlemektedir. BU ifadeler İRAN’a hoş görünmek için  söylenmiş sözler olsa bile  eski ortaklar hakkında bu türden ifadeler  ortağı degil  Türkiyeyi küçük düşürür.

    Bu demektir ki gelecekte de İran hakkında da böyle ifadeler kullanabilecektir ortaklık bozulursa.

    Ben sade bir vatandaş olarak iddia ederim ki şayet İsrail Türk Hava sahasını kullanarak İran aleyhinde istihbarat faaliyetlerinde bulunduysa  bundan gerek Türkiye Cumhuriyetinin gerekse  silahlı kuvvetlerinin bilgisi vardı.

    Büyük bir ihtimal ile bunlar  gereksiz dedikodulardır ve bir  Başbakının bunlara  itibarı anlamsızdır. İsrail gazetelerinde ise  bu  şöyle yansıdı:

    Erdoğan : Bu casusluk faaliyeti  doğru ise  DEPREM ile cevap veririm dedi.

    Sanırım tercume Arap gazetesindeki  orijinalinden alınmıştır.

    İlginç olan İsrail‘in bu ifadeler karsısında tepkisiz kalmasıdır.

    SABIR  Yahudilerin en büyük meziyetidir.

    Acaba ben yeterince Yahudı değilmiyim?

    Sayın başbakanın  bu tutumu sanırım Arap dünyasında pek iyi satmıyor:

    Sayın Erdoğan’ın dostu Ahmedinecad  Uranyumu Türkiyeye teslim etmeyi istemediği gibi Türkiyeyi de arabulucu kabul etmek istemiyor..

    Hatırlarsanız HAMAS terör örgütü bile Türkiyeyi  esir asker GİLAD SHALİT’in serbest bırakılması konusunda  arabulucu olarak kabul etmemişti.

    Peki kimin için İsrail ile  bozuşuyoruz:

    İsrail’de sokaktaki adam söyle diyor:
    ERDOĞANLAR  gelip geçicidir.

    TÜRK HALKI  kalıcıdır ve her zaman bizim dostumuz olacaktır.

  • ERMENI TEHDIDI: Türkiye imzalamazsa tüm araçları kullanırız

    ERMENI TEHDIDI: Türkiye imzalamazsa tüm araçları kullanırız

    Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan, “Türkiye protokolleri onaylamazsa uluslararası hukukun tüm araçlarını kullanırız” dedi.

    İmza ile Karabağ arasında bağ kurma çabalarının fiyaskoyla sonuçlanacağını savundu. Sarkisyan, Türkiye ile normalleşmeyi öngören protokolleri onaylamaya hazır olduklarını, aynı adımı Ankara’dan beklediklerini açıkladı. Ermenistan Anayasa Mahkemesi: Protokol 12 Ocak’ta ERMENİSTAN Anayasa Mahkemesi Sözcüsü Hovhannes Papikyan, PanArmenian’a yaptığı açıklamada Türkiye Ermenistan protokollerinin Mahkeme tarafından 12 Ocak’ta ele alınacağını açıkladı, oturumda Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan’ın temsilcisinin bulunacağını söyledi. Anayasa Mahkemesi Yargıcısı Vladimir Hovhannisyan’ın, Ekim ayında Zürih’te imzalanan iki protokolün, Ermenistan Cumhuriyeti Anayasası’nın doğrultusunda olup olmadığına karar vereceği de belirtild

  • PKK ORGANI DTP kapatıldı

    PKK ORGANI DTP kapatıldı

    Anayasa Mahkemesi, “eylemleri yanında, terör örgütüyle olan bağlantıları da değerlendirildiğinde devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı nitelikteki fiillerin işlendiği bir odak haline geldiği gerekçesiyle, DTP’nin temelli kapatılmasına” oy birliğiyle karar verdi.


    Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç bugünkü toplantının ardından Demokratik Toplum Partisi’nin kapatılmasına karar verildiğini açıkladı.Kılıç, DTP’nin terör örgütüyle olan eylemleri de değerlendirildiğinde devletin bütünlüğüne yönelik bir odak haline geldiğinin anlaşıldığından kapatılmasına karar verildiğini açıkladı.
    Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, mahkemenin 9 saat süren  toplantısının ardından yaptığı açıklamada, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 16  Kasım 2007 tarihinde DTP’nin kapatılması istemiyle dava açtığını anımsattı.
    Kılıç, yapılan görüşmeler sonunda, DTP’nin, eylemleri yanında, terör  örgütüyle olan bağlantıları da değerlendirildiğinde, devletin ülkesi ve  milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı nitelikteki fiillerin işlendiği bir odak  haline geldiği anlaşıldığından, Anayasa’nın 68 ve 69. maddeleriyle 2820 Sayılı  Siyasi Partiler Kanunu’nun 101 ve 103. maddeleri gereğince kapatılmasına karar  verildiğini açıkladı.

    Kılıç, “davalı partinin bütün mallarının 2820 sayılı Siyasi Partiler  Kanunu’nun 107. maddesi gereğince Hazine’ye geçmesine, gereğinin yerine  getirilmesi için karar örneğinin, 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu’nun 107.  maddesi uyarınca Başbakanlık’a ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına  gönderilmesine, 11 Aralık 2009 gününde oy birliğiyle karar verilmiştir” dedi.

    ==============================

    DTP kapatıldı

    Anayasa Mahkemesi, “eylemleri yanında, terör örgütüyle olan bağlantıları da değerlendirildiğinde devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı nitelikteki fiillerin işlendiği bir odak haline geldiği gerekçesiyle, DTP’nin temelli kapatılmasına” oy birliğiyle karar verdi.

    İŞTE ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANI'NIN AÇIKLAMASI / WEB TV Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç bugünkü toplantının ardından Demokratik Toplum Partisi’nin kapatılmasına karar verildiğini açıkladı. Kılıç, DTP’nin terör örgütüyle olan eylemleri de değerlendirildiğinde devletin bütünlüğüne yönelik bir odak haline geldiğinin anlaşıldığından kapatılmasına karar verildiğini açıkladı. Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, mahkemenin 9 saat süren  toplantısının ardından yaptığı açıklamada, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 16  Kasım 2007 tarihinde DTP'nin kapatılması istemiyle dava açtığını anımsattı. Kılıç, yapılan görüşmeler sonunda, DTP'nin, eylemleri yanında, terör  örgütüyle olan bağlantıları da değerlendirildiğinde, devletin ülkesi ve  milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı nitelikteki fiillerin işlendiği bir odak  haline geldiği anlaşıldığından, Anayasa'nın 68 ve 69. maddeleriyle 2820 Sayılı  Siyasi Partiler Kanunu'nun 101 ve 103. maddeleri gereğince kapatılmasına karar  verildiğini açıkladı. Kılıç, “davalı partinin bütün mallarının 2820 sayılı Siyasi Partiler  Kanunu'nun 107. maddesi gereğince Hazine'ye geçmesine, gereğinin yerine  getirilmesi için karar örneğinin, 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu'nun 107.  maddesi uyarınca Başbakanlık'a ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına  gönderilmesine, 11 Aralık 2009 gününde oy birliğiyle karar verilmiştir” dedi. ========================  YORUM  ================================== Kimden: CAN RODOP <mach.ing.c.rodop@gmail.com>
    Konu: En üzülen CNN-Türk TV Şirin Payzın oldu sorularına dikkat edin ??? + DTP'yi bitirmesi gereken fotograf... İLETİNİZ
    Değerli Arkadaşlarım, Bugün  Balkonuma TC Türk Bayrağımızı astım... DTP Kapatıldığına  en çok üzülen ,ülkemin gündemini hazırlayan  kürt  CNN-Türk TV nin kürt spikeri Şirin Payzın oldu   gözleri kan çanağı oldu ... kimlerle roportaj yaptığına ve özellikle , sorduğu sorulara , soruş biçimine Ltf.dikkat ediniz hemen anlayacaksınız..... arkadan Mehmet Ali Birant - Ahmet Altan taraf gazeticileri gelecektir.... ŞİMDİ    AKP  ŞİDDETLE ELEŞTİRECEK ÇÜNKÜ SIRA ONLARA DA GELEBİLİR UYGULANIR ENDİŞESİ ..... BUGÜN AB NİN DEMOKRASİNİN BEŞİĞİ  SAYDIĞI GREECE = YUNANİSTAN BATI TRAKYA DA  TÜRK KELİMESİNİN KULLANILMASI BİLE YASAK .....YUNANİSTANIN TRT Sİ YANİ ERT Sİ  TRT ŞEŞ GİBİ ERT-ALTI KURMADI...BATI TRAKYA YA  TÜRKÇE  YAYIN YAPAN  TV İSTASYONU YOK....EN ÖNEMLİSİ DEMOKRASİNİN BEŞİĞİ DEDİKLERİ YUNANİSTANDA TÜRK PARTİSİ YOK..... TC NİN KÜRTLERE VERDİĞİ HAKLARIN HİÇ BİRİ ,YUNANİSTANDA TÜRKLERE UYGULANMADI VERİLMİYOR...TÜRKÇE KELİMESİNİN BİLE KULLANILMASI YASAK.... MADEM Kİ AB YE GİRMEK İSTİYORUZ AB ÜYESİ YUNANİSTANIN UYGULADIĞI HAK VE KANUNLARIN AYNISINI BİZDE UYGULAMALIYIZ....EN TABİİİ ÖRNEK HAK...DEĞİL Mİ ???** VE
    Çok söze gerek yok, fotograf herşeyi anlatıyor
    DTP'yi bitirmesi gereken o kadar çok şey varki.İşte bu resimde bunlarda biri !!!
    eski ama zamanı. PKK+DTP
    Soldan sağa: Celal Talabani, Abdullah Öcalan, Mehdi Zana ve Ahmet Türk...
    DOSTUNU VE DÜŞMANINI BİLMEYENLERE ULAŞANA DEK  İLETİNİZ
    GÖNDERİNİZ... ===========================  YORUM ============================== From: Mehmet Toy <mtoy054@yahoo.com>
    Bildiginiz gibi Turkiye PKK ile mucadelede buyuk bir bocalama icerisinde. Devlet iyi niyetle elini veriyor kolunu alamiyor, kolunu veriyor govdesini alamiyor. DTP/PKK tarafindan kiskirtilmis cocuklar yollarda devletin emniyet guclerine kafa tutuyor, sucsuz gunahsiz genc kiz yakiliyor ve 7 fidan kahpece kusunlanarak sehit ediliyor. Burada bir tek gercek ortaya cikiyor, o da size silahi dogrultana gul atamazsiniz.  Varliginiz savasabilme gucunuze baglidir. Olmeyi goze alamiyorsaniz yasama hakkiniz baskasinin keyfine kalmis demektir. Turk halki Canakkale de 250 bin sehit vermeseydi bugun TC yoktu. Asagiya Obama'nin Nobel odulunu alirken yaptigi konusmadan bir paragraf aldim. . msn.com/id/ 34360743/ ns/politics- white_house/ page/2/ Martin Luther KinG; "Violence never brings permanent peace. It solves no social problem: it merely creates new and more complicated ones."

    Obama : "....For make no mistake: evil does exist in the world. A non-violent movement could not have halted Hitler's armies. Negotiations cannot convince al Qaeda's leaders to lay down their arms. To say that force is sometimes necessary is not a call to cynicism - it is a recognition of history; the imperfections of man and the limits of reason." Gordugunuz gibi Obama Martin Luther King'in siddetle hicbir sey cozulmeyecegi sozunu tekrarlamasina ragmen, insanoglunun mukemmel olmayisi ve musmahaninda bir siniri oldugunu belirterek, Afganistandaki savasin gerekliligini savunuyor. Evet bende PKK/DTP nin musamahanin sinrini coktan astigi kanisindayim. Binlerce insanin katili Ocalan'in hucresi 0.17m2 kucultuldu diye Tukiye savas alanina cevrildi ve 8 sehit verdik. Obama, seytanin bu dunyada oldugundan hic suphe etmedigini soyluyor. Ben Obamaya hak veriyorum. PKK bir seytandir. Tek cozum yolu Turkiyenin hic vakit kaybetmeden  tum siyasi ve askeri gucunu kullanarak Kandil denen seytan yuvasini dagitmasi, elebasilarini yakalayarak idamla ilgili kanunu degistirip Ocalan dahil asmasidir. Sayin Basbakan ve Davutoglu hic bosuna zamanini Israil ve Iran arabulucuguyla harcamasin. Cozulecek problem PKK nin Kandilde cokertilmesidir. Inanin o zaman icteki kafa tutmalarin hepsi kaybolacaktir. Mehmet Toy

  • Nabi Şensoy’un istifasının perde arkası…

    Nabi Şensoy’un istifasının perde arkası…

    Erdogan15

    Nabi Şensoy’un, olaylı bir şekilde Washington Büyükelçiliği’nden ayrılmasının perde arkası aralanıyor. İddia edildiğinin çok ötesinde ilişkiler ortaya çıktı. Erdoğan, daha ABD’ye gitmeden bunun mesajını vermişti.

    Nabi Şensoy’un istifasının perde arkası…

    Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Nabi Şensoy’un istifası Türkiye gündeminde büyük etki yarattı.

    Başbakan Erdoğan’ın “Monşerler” diye hitap ettiği dışişleri çevreleri ve muhalefet istifanın gerçek nedeninin siyasi olduğu yorumlarını dile getirdi.

    Yorumlarda Şensoy’un istifa gerekçesi basitti.

    Erdoğan- Obama görüşmesine Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun girememesi.

    Bakan Davutoğlu ziyaretten haftalar önce Şensoy’a görüşmeye kendisinin de girmek istediğini, bu talebin ABD’ye iletilmesini emrettiği yönündeydi.

    Talep ABD tarafına iletilmemiş, hatasını kabul eden Şensoy da hatasını kabul ederek istifaya zorlanmıştı.

    Yapılan yorumların tamamının genel çercevesi buydu.

    Peki gerçek bu mu?

    Yani salt gerçek demek istiyorum!!!

    Bizce istifaya zorlamanın perde arkasında çok daha büyük bir skandal yatıyor.

    Erdoğan’ın Amerika ziyaretinin hemen ardından gerçekleşen bu istifa kararının arkasında yatan gerekçe, gerçekten de siyasiydi.

    Hem de Türkiye’yi ABD cephesinde çok zor durumda bırakacak bir siyasi karalama kampanyası vardı.

    Hatırlanacağı üzere Doğan Grubu’ndan Sedat Ergin ve Rıza Türmen bir süre önce Amerika’ya gitmiş, ABD Kongresi’ne bağlı İnsan Hakları Komisyonu’yla Türkiye hakkında bilgilendirme toplantısı yapmıştı.

    Ergin ve Türmen ikilisi toplantıda Türkiye ve AK Parti hükümetini karalayan akıl almaz ifadeler kullanmıştı.

    Doğan Grubu şirketlerine vergi kaçakçılığı yaptığı gerekçesiyle kesilen ceza “Hükümetin karşıt medyayı cezalandırması” olarak sunulmuş, Türkiye’deki basın özgürlüğünün giderek daraldığına dikkat çekilmişti.

    Türkiye aleyhine Doğan Grubu’nun yürüttüğü bu propaganda çalışmalarında Büyükelçi Nabi Şensoy’un da adı geçmişti.

    En önemli iddia; toplantıyı Doğan Grubu adına Şensoy’un ayarlamış olmasıydı.

    Nabi Şensoy’un bir süredir Washington’da Türk Büyükelçisi sıfatından ziyade Doğan Grubu’nun sözcüsü gibi davrandığı da hükümete rapor edilen konuların başında geliyor.

    Hatta Başbakan Erdoğan, ABD ziyareti öncesi İstanbul’da katıldığı bir açılışta bu duruma özellikle dikkat çekmişti.

    Erdoğan, Türkiye – ABD ilişkilerinin birileri tarafından yanlış enformasyonlarla bozulmak istendiğinin farkında olduğunu söylemişti.

    Başbakan, “Birileri içeriden hasmane biçimde bizi karalıyor. Onları biliyoruz gerektiği zaman da açıklarız” sözleriyle Doğan Grubu ve Büyükelçi Şensoy’un ABD’de yürüttüğü işbirliğine dikkat çekmişti.

    İşte Erdoğan’ın Amerika’ya gitmeden sadece 1 gün önce ve Şensoy’u istifaya zorlayan gerçek nedenin perde arkasının sinyallerini verdiği konuşması.

    haber 7

  • Washington’dan iki portre

    Washington’dan iki portre

    Taha Kıvanç
    t.kivanc@yenisafak.com.tr
    11 Aralık 2009 Cuma

    “Kongre’deki oturumda Harold Rhode da varmış” diye yazıp ‘casusluk davası’nda yargılanan AIPAC üyesi arkadaşlarının adlarını da aynı yazıda kayda geçirdikten sonra indiğim otel lobisinde kiminle karşılaştım dersiniz?

    Önce görüntüsü pek garibime gitti. Daha önceki karşılaşmalarımızdan tanıdığım mendili yerinde işadamı kılığı bütünüyle yok olmuş… Boynunda Filistin poşusu… Ayağında arkasına basılı bir pabuç mu, yoksa terlik mi var, belli değil… Bakışlar donuk… “Sizi bir yerlerden tanıyor gibiyim” girişime olumlu cevap verdi, evet oymuş… Keith Weissman…

    11 Eylül (2001) sonrasında dayanışma için Davos yerine bir defalığına New York’u toplantı yeri seçen Dünya Ekonomik Forumu’na katılan Tayyip Erdoğan-Abdullah Gül ikilisi Washington’a da uğradıklarında, Weissman görüştükleri en önemli kişiydi. AIPAC kısaltma adıyla anılan, ancak Washington’un iktidar dengelerini bilenlerce ‘The Lobby’ denilen bir kurumda ‘analist’ olarak çalışıyordu Weissman…

    Otel lobisindeki karşılaşmamızda, “Dışişleri Bakanlığı nedense Erdoğan ve Gül’le görüşmedi” diye hatırlattı o günleri; “Hatta eski büyükelçi Marc Grossman bile” vurgusu da ona ait…

    Weissman’ın bir ‘güç simsarı’ iken başına gelenler ABD’de işlerin nasıl cereyan ettiğinin en çarpıcı kanıtı. Bugün başkentin en konforlu otelinin koridorlarından geçerken terlik-gibi pabucu ve dağınık görüntüsü yüzünden dikkatleri üstüne çeken Weissman, beş yıl önce, aynı otelin salonlarında bir başka ülkenin yönetimini devirmeyi amaçlayan toplantılarda en baş köşede oturuyordu.

    Kendisi ABD başkentinde en itibar edilen ‘İran ve Türkiye uzmanı’ olarak biliniyordu çünkü…

    Darbe 27 Ağustos 2004’te CBS kanalında yayınlanan bir haberle geldi: Savunma Bakanlığı’nda Douglas Feith ve Paul Wolfowitz’le çalışan Lawrence Franklin adlı ‘İran uzmanı’nın İsrail’e casusluk yaptığı kanaatine varmıştı FBI… Üzerinde ‘çok gizli’ kaydı bulunan belgeleri AIPAC’ta çalışan kişilere iletiyordu, onlar da İsrail’e…

    Keith Weissman’ın adı gündeme o haberden sonra taşındı: Franklin’den belgeleri alan iki AIPAC çalışanından biri oydu çünkü… Lawrence Franklin İran asıllı silâh tüccarı Manucher Ghorbanifar ile buluşup Tahran rejimiyle dolaylı bir pazarlık başlatmıştı.

    FBI’ın konuya “İsrail adına casusluk” olarak bakmasının sebebi, Washington’daki İsrail Büyükelçiliği’nde önemli bir konuma sahip Naor Gilon’un AIPAC’çılar ve Franklin’le sıkça görüşmesiydi. FBI Gilon’u izliyordu, Franklin-Weissman ağa böylece takıldı. Yapılan aramada Franklin’in 87 ‘çok gizli’ belgeyi evinde sakladığı ortaya çıktı.

    Washington’u avucunun içi gibi bilen bir dostuma, “Weissman’ı otelde gördüm” dediğimde çok şaşırdı. O davada yargılananlar insan içine pek çıkmaz olmuşlar çünkü. Bu yılın mayıs ayında karar oturumu yapılan davada, Franklin’e verilen 12 yıllık ceza sekiz yıla indirilmiş ve bir yıl ‘ev hapsi’ haline döndürülmüş. AIPAC’tan Keith Weissman ile arkadaşı (Steve Rosen) aleyhindeki suçlamalar ise geri alınmış…

    Yargıç, “Casusluk için yalnız bir yabancı devlete bilgi aktarmak yeterli değildir” demiş kararında ve eklemiş: “Adına casusluk yapılan devletin ABD’nin düşmanı olması ve aktarılan bilginin kendi devletimize zarar vermesi de gerekir; İsrail ABD’nin dostudur ve oraya aktarılan bilgilerin ABD’ye bir zararı dokunduğu söylenemez…”

    “İsrail ile ABD aslında aynı devlettir” deseydi bari…

    Konuyu görüştüğüm bir dostum, “Beraat etti etmesine ama” dedi, “Resmen batmaktan kurtulamadı. Yıllar sürdü dava ve avukatlık masrafları yargılananları bitirdi. Kimi evini sattı, kimi bankalardan borç aldı.”

    Weissman’da fark ettiğim çöküş bunun sonucu olabilir…

    Otelin koridorlarında sıkça karşılaştığım Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Nabi Şensoy’un emekliliğine aylar kalmışken istifası ülkede pek büyük bir etkiye sebep olmadı galiba. Olmasın da. Beyaz Saray’daki önemli buluşmaya altına imzasını da attığı istifa mektubuyla giden bir diplomatın durumu nasıl bir ruh halidir?

    Nabi Bey diplomatik basamakları tırmanırken Mesut Yılmaz da politikada ilerliyordu. Mülkiye’den sınıf arkadaşı iki kişi mesleklerinde zirveye birlikte tırmandılar: Biri Başbakan oldu, diğeri de Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı ve ardından Washington Büyükelçisi…

    Mesut Yılmaz’ın politika dışı kaldığı dönemde çıktığı Moskova yolculuğunda kendisini ağırlayıp Gazprom yetkilileriyle görüştüren oradaki büyükelçimiz Nabi Bey’di. Herhalde bundan böyle de birlikte yürüyüşleri devam eder, diplomasi koridorlarından yeni bir simayla zenginleşir politika…

    “İyi de” dedi bir gözlemci, “Kendisini son iki en önemli göreve bu hükümet getirmemiş miydi?”

    Söyleyecek söz bulamadım.

    Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Diyalog Gazetecilik San. ve Tic. Ltd. Şti.’ne aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan köşe yazısı/habere aktif link verilerek kullanılabilir.

  • VIDEO: ERDOGAN-OBAMA GORUSMESI TAM METNI

    VIDEO: ERDOGAN-OBAMA GORUSMESI TAM METNI

    YouTube – President Obama Meets with Turkish Prime Minister Erdogan

  • Erdogan’In ABD jübilesi

    Erdogan’In ABD jübilesi

    Tayyip Erdogan’In ABD gezisi son 30 yIlda gördügüm ötekilerden hiçte farklI olmayan bilmem kaçIncI gezi.  Çogu bu seferki gibi turistik olmaktan öte geçmedi. Bu ziyaret bizim boyalI basInIn yalaka alkIslarInIn aksine, Erdogan’In jübilesi gibiydi. Biliyorsunuz futbolcularIn sporu bIrakmak için düzenlenen jübileleri de anlI sanlI olmasIna ragmen genelde içi ve bir sonu isaret eder. Bu ziyarete deneyimli büyükelçimiz  Nabi Sensoy’un istifasI da eklenince her sey tam oldu.

    tayyip-obama

    Dilerseniz sondan basa gidip önce Büyükelçinin istifasIndan baslayalIm. Nabi Sensoy, Türk DIsislerinde önemli bir dizi görevde bulunmus deneyimli bir diplomat. Kendisini 1980’li yIllarda Sükrü Elekdag’In Büyükelçiligi döneminden tanIrIm. Turgut Özal ile Dünya BankasIndayken tanIsmIs sonraki yIllarda DIsisleri danIsmanI olarak yanInda çalIsmIstI. 19 yIl önce Beyaz Saray’daki benzeri krizde Özal’In DIsisleri BakanI Ali Bozer toplantIya girememis ve istifa etmisti. Sensoy o olay sIrasInda Özal’In özel kalem müdürüydü.

    Büyükelçi Sensoy’un sIkIntIsI günlük bir olay, günlük bir vaka degil. Daha önce aynI sIkIntIlarI bir önceki büyükelçi Logolu’da yasamIstI. Sorun, Erdogan hükümetinin devleti devlet gibi degil asiret gibi yönetmesinden kaynaklanIyor. Devlette görüsmeler kayIt altIna alInIr. Kisiler kafalarIna göre takIlamaz söz veremez. Verdikleri söz belki kendilerini degil ama ulusu baglar. Bu durum devlet görevlilerini sIk sIk zor durumlarda bIraktI ve bIrakIyor. Ankara’da BasbakanIn dIs politika da deneyimsiz çesitli baglantIlI yardImcIlarInIn Washington’daki Büyükelçiligi atlayarak AmerikalI yetkililerle temas kurup bir dizi olay planlamasI uzun süredir rahatsIzlIk yaratIyordu. Büyükelçi BasbakanIn ziyareti öncesinde burada görevli gazetecilere düzenledigi bilgilendirme toplantIsInda dahi bir çok olaydan haberleri olmadIgInI ima etmisti.

    Sensoy’un istifasInI Beyaz Saray’da vermesi de dikkat çekici. Sensoy bir program aksaklIgI yüzünden istifa etmedi. Belki adI bu olabilir ama gerçek neden bu degil. Bu olay ziyaretle ilgili bardagI tasIran bence son damla. Bir çok konuyu sonradan ögrenen Sensoy, bir anlamda kendi BakanlIgI ile BasbakanlIk arasInda sIkIsIp kaldI.

    Bir anlamda hükümet içindeki çatlagI da temsil eden bu durumda kabak gene bir bürokratIn basIna patladI. AKP’lilerin bürokratlarI kapIkulu gibi görmeleri de ayrI bir sorun. BasbakanIn yanInda çalIsanlara hitabI ve davranIsInI en son SaglIk BakanI ile Meclis BaskanInda gördük. AyrIca kendine hakim olamayIp yaptIgI her türlü devlet adamlIgIndan yoksun konusmalarInI düzeltmekte bürokratlara kalIyor. O yIktI, diplomatlar düzeltti. Sensoy ile görüstüm, bu isin ayrIntIlarI da önümüzdeki günlerde açIklanacak. Ama size su kadarInI söyleyebilirim, istifa bir format gibi basit bir gerekçeden kaynaklanmIyor.

    Gelelim Erdogan’In Washington ziyaretine. Tam bir fiyasko. Içerigi bos parlak yaldIzlI sözler, tam bir kandIrmaca.
    Neden?
    Bir kere bu ziyaret hiçbir Amerikan gazetesi ve televizyonunda yer almadI.
    Bu ziyarette iki lider ortak basIn toplantIsI düzenlemedi.
    Bu ziyaret sIrasInda Erdogan degil Obama istediklerini aldI.
    Bu ziyaret sIrasInda Erdogan’a eksen kaymasI konusunda uyarIda bulunuldu
    Bu ziyaret sIrasInda Israil düsmanlIgI, Iran konusunda uyarIda bulunuldu.

    Bu ziyaret sIrasInda, insan haklarI (özellikle Ergenekon), telekulak, durusmalar için uyarIda bulunuldu
    AmerikalIlar, Ermeni soykIrImI için güvence vermedi, KIbrIs için güvence vermedi, Kandil için güvence vermedi, Ermeni protokolu için güvence vermedi, açIlIm-saçIlIm için, Iran için arabuluculuk için destek olmadI. Ama çok güzel laflar ettiler. Bos laflar.  KarnInIz doymustur.

    Basta da söyledigim gibi Erdogan’In siyasi yasamInI noktalayacak bir jübileydi bu ziyaret. Bu tarihi unutmayIn ve 2010 yIlI basIndan itibaren Türkiye’deki gelismeleri yazarak izleyin, göreceksiniz sizi çok sasIrtacak.  10/Aralik/2009

    Savas Süzal

  • Fransa’da Ermeni Tabusu

    Fransa’da Ermeni Tabusu

    Sayin Turkish Forum   okuyuculari
    Ahmet İnsel ve Michel Marian  Fransa’da Ermeni Tabusu Üzerine  Diyalog  basligini tasiyan bir kitap yayimladilar
    Bu kitap konusunda yazdigim biryaziyi   ekte sunmaktayim
    Saygilarla
    Pulat Tacar <tacarps@gmail.com>
    H.E. Ambassador Pulat Tacar, Head of the Mission of Turkey to the EC
    ————————————————————————————————————
    Pulat Tacar ( 1931)


    1931’de İstanbul’da doğdu. Kabataş Lisesi, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunu. Cakarta’da, Avrupa Topluluğu nezdinde ve UNESCO nezdinde Büyükelçilik, Daimi Temsilcilik; merkezde ise, Kültür İşleri Genel Müdürlüğü görevleri yaptı. ‘Kültürel Haklar, Dünyadaki Uygulamalar ve Türkiye için Bir Model Önerisi’, ‘Siyasetin Finansmanı’, ’50 yılında UNESCO; Mozart Gibi Beyhude mi?’ başlıklı yayınları ile Türkiye’de ve yurt dışında yayımlanmış ‘İslamda Hoşgörü’, ‘Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri’ konularında çeşitli incelemeleri ve uzun makaleleri bulunmaktadır. Turkish Forum danisma Kurulu Uyesidir.
    ————————————————————————————————————————————–

    Pulat Tacar

    Turkish Forum danisma Kurulu Uyesi

    Ermeni tabusu üzerinde diyalog[1]kitabı hakkında yazı

    Galatasaray Üniversitesi profesörlerinden Ahmet İnsel[2] ile Paris  Siyasal Bilgiler Okulu öğretim görevlisi Michel Marian[3], Gazeteci Ariane Bonzon’un [4] yönetiminde “Ermeni tabusu üzerine  bir  söyleşi” gerçekleştirerek, bu diyalogu 2009 yılında Fransa’da  169 sayfalık bir kitap olarak yayımladılar.  Kitabı okuyamamış olanların bilgi edinmesini sağlamak amaciyle önemli saydığım  bölümlerini  özetledim ve bazı  yorumlar yaptım

    Dokunulmazlık zırhına bürünmüş bir tabu konusunda  diyaloga girmek, bunu sonuçlandırarak yayımlamak cesaret işi. Ahmet İnsel ve  Michel Marian’ın görüşleri  pek çok alanda benzerlik gösteriyor. Görüşlerinin farklı  olduğu terim  “ soykırımı”. O nedenle  kitabın anlatımına bununla başlamak istiyorum. Diğer konuları da başlıklar altında ayrıca  ele aldım..

    Biri soykırımı diyor, öbürü değil”  (Sh. 109-125)

    “Nürnberg kriterleri”

    Michel Marian 1915 olaylarını değerlendirebilmek için “Nürnberg  kriterlerini” incelemek gerektiğini belirtmiş (Sh.109).Soykırımı suçu literatüründe Nazi Almanyası döneminde çıkarılan Nürnberg kanunları[5] hariç,“Nürnberg kriterleri” terimine daha önce rastlamamıştım. Ama,  Ermeni tarafının,  farklı ölçüt ve kavramlar icad ederek 1948  Soykırımı Sözleşmesinin kurallarını işlevsiz hale getirme çabası içinde bulunduğunu biliyordum.

    Paris Siyasal Bilgiler Fakültesinin öğretim görevlisi, Nürnberg ölçütü derken  acaba  8 Ağustos 1945 tarihli Londra Anlaşmasını mı kasdetmiş? Ya da  Uluslararası Askeri Mahkemenin Statüsünün 6 maddesini mi?  Statüde “Mahkemenin yetkisi ve genel ilkeler başlığı altında,  “Barışa karşı suçlar”,”Savaş suçları” “İnsanlığa karşu suçlar” kategorileri ele alınmıştı Anlaşılan, Michel Marian sorgulanyamayacağı varsayımından hareketle  muhatabını ve okuyucuları yanıltma girişiminde bulunmuş. Oysa soykırımı suçunun, Marian’ın  duymak istemediği  hukuksal temel taşları  var. Bunlar arasında “yetkili mahkeme[6], “soykırımı suçunun gerçek kişi  tarafından işlenebileceği[7]” ve “soykırımı  suçunu  diğer uluslararası suçlardan ayıran  latince “dolus specialis” denilen bir grubu tamamen veya kısmen sırf ulusal,ırksal, etnik, dinsel gruba ait olduğu gerekçesiyle ile yok etme özel kastının bulunması” gibi hukuksal  öğeler  bulunuyor.

    Michel Marian ise 1948 Sözleşmenin esaslarını oluşturduğunu ileri sürdüğü, ama uluslararası soykırım literatüründe bulunmayan Nürnberg kriterlerini şöyle  sıralamış:

    İlk kriter hedef toplumun etnik ya da dinsel niteliğiymiş, bunu kimse tartışmamaktaymış.  Marian soykırımından söz ediyorsa,  eksik söylemiş.Sözleşmedeki “ulusal” ve “ırksal” kelimelerini atlamış. İkinci ölçüt : yapılan  eylemin niteliğiymiş. Marian, ayrıntı vermiyor, “bunu da kimse tartışmıyor” diyor. Oysa bu  da Sözleşmenin 2. maddesinde ayrıntılı biçimde  açıklanmış Marian  soykırımı eylemleri arasında “zorla din değiştirtmek”  var diyor.Sözleşmede kayıtlı ölçütler arasında bu yok. Sözleşmeyi hazırlayan Uluslararası Hazırlık Konferans konuyu ele almış, ama Sözleşmeye ölçüt olarak koymayı reddetmiş. Bunu da  bilmek için  zahmet edip 1948 Sözleşmesinin Hazırlık Konferansının zabıtlarını okumak gerekir.   Üçüncü kriter “Hükûmetin  soykırımı suçunun işlenmesine iştirakiymiş”. Bu  da  Sözleşmede çok daha farklı bir çerçevede, 9. maddede   (Hükumetin değil) Devletin – sorumluluğu konusunda, (bir başka  Taraf  Devletin Uluslararası Adalet Divanına başvurulabileceği çerçevesinde) ele alınıyor. Sözleşmeye göre soykırımı suçunu tüzel kişi işlemiyor Devlet ise – malum-  tüzel kişi. Soykırımının  dördüncü ölçütü “imha etme kastının” bulunmasıymış. Marian bu konuda  Sözleşmenin belkemiğini oluşturan  ve yukarıda değindiğimiz “özel kasıt” öğesinden söz etmiyor.

    Özetle,  Michel Marian soykırımı  hukukunu  kendince Nürnberg  ölçütleri kavramını oluşturarak  kendine göre yeni baştan kodifiye etmeğe  kalkışıyor  “Bu bir hukuksal ayrıntı. Önewmli değil ” diyenler çıkabilir.  Soykırımı bir uluslararası suç olduğu  işin esası da bunu oluşturan 1948 Sözleşmesindedir. Ne var ki  anılan Sözleşme Marian’ın  beyninde oluşturduğu imgeden  farklı .  Yukarıda değindiğim özel kasıt unsurundan  başka, 1948 Birleşmiş Milletler Sözleşmesi  soykırımının varlığını saptayacak yetkili mahkemeyi de   açıkça belirlemiş (Md. 6) Marian  bu önemli  hukuk kuralını da   görmezden geliyor  ve  trajik 1915 olaylarına ve bunun nedenlerine selektif bir okuma getirerek, başkalarının da  kendi yorumuna aynen uymasını bekliyor.

    Oysa, siyasal bilimler alanında  öğretim görevlisi olan bir kimsenin – ne kadar militan olursa olsun- asgari akademik disipline uyması ve amacı uzlaşma yollarını aramak olan bir diyalogda yanıltnaya başvurularak güven yitirmemesi gerekirdi.

    Marian’ın muhatabı olan Prof. Ahmet İnsel de akademisyen, ama o da “Nürnberg ölçütleri” terimini sorgulamamış ve Maria!ın işine geldiği  için bu  kriterleri varsaymış; böylece bilerek ya da bilmeyerek 1948 Sözleşmesi kural  ve ölçütlerinin tahrifatına göz yummuş

    Oysa, Ahmet İnsel, farklı nedenlerle, 1915 eylemlerini soykırımı saymadığını,o eylemlerin “insanlığa karşı suç” kategorisine girdiğini düşündüğünü, ve Osmanlı Hükumetinin bundan tümüyle sorumlu bulunduğunu (Sh.114)  belirtiyor;  ama “ yirmi yıl, iki yıl, altı ay veya bir gün sonra yeni bilgilerle karşılaşırsa  soykırımı  terimini de kullanabileceğini” ekleyerek (Sh. 125) kapıyı aralık bırakıyor.

    Ahmet İnsel, bu  savını  Uluslararası Ceza Mahkemesini  oluşturan Roma Statüsündeki “insanlığa karşı suç” veya “savaş suçı” tanımlarını  da inceledikten sonra ileri sürseydi saygınlık kazanabilir, akademik unavına yakışır bir tutum içinde bulunurdu.İnsel bunu yapmamış,  kendisinin soykırımını Yahudilere uygulanan Shoah ile özdeştırdiğini, soykırımının çocuklara,  yaşlılara kadar herkesin bilerek, sistemli biçimde ve özenle imhası anlamına geldiğini, oysa Ermenilere yapılan katliamın, Osmanlının genelde kendi   tebaasına  uyguladığı katliam geleneğine uygun olduğunu……tarihte Kuyucu Murat Paşanın da Aleviler ile Dürzilerin başlarını keserek kuyulara doldurmasına    benzediğini ,Osmanlı devletinin geleneğinde  tehcir uygulamasının  bulunduğunu, hatta Cumhuriyet döneminde  de 1934 ve 1950 yıllarında Kürtlerin zorunlu göçü ile bu geleneğin sürdüğünü belirtmiş.(Sh. 110-111). Öte yandan ,”1915 yılında Osmanlı Devletinin   savaş  halinde bulunduğu ve Ermeniler  Ruslarla işbirliği yaptıkları  için sınır bölgesinden uzaklaştırıldıkları”  yolunda bir gerekçenin ileri sürüldüğünü”  belirten İnsel, ancak sınırdan binlerce kilometre uzaktaki İzmir, Çanakkale, Bursa  gibi kentlerde yaşayan Ermenilerin tehcirinin  güvenlik gerekçesi ile izah edilemeyeceğini, …  1941 ‘de Amerika’da  Japon asıllılara uygulanan muamele ile  1915 tehcirinin karşılaştırılamayacağını savunuyor.  İnsel, Osmanlı Hükumetinin Ermenileri hedef aldığını,  Rumların ve diğer Doğu Hristiyanlarının  da bu arada  paylarına düşenden kurtulamadıklarını belirttikten sonra, bununla birlikte Alman  (imha) sistematiği ile Türk uygulamasının aynı olmadığını, Osmanlıların bir ırkı ortadan kaldırmaya yönelmediğini, kimi Ermeni kadın ve çocukların kurtarıldığını, bu nedenle  1915 olayları hakkında soykırımı teriminin  kullanılasını uygun görmediğini  belirtiyor..

    Srebrenica soykırımı değilmiş

    İnsel’e göre “ Srebrenica’da olanlar  soykırımı  değildir; Srebrenica soykırımı  ise, Ermenilerin başından geçen de soykırımı sayılır,….  ama soykırım  bir halkın, bir etnik grubun radikal bir şekilde istenerek  yok edilmesi,  Devlet ile  toplumun da  bu amaçla yoğun biçimde harekete geçmesi olarak tanımlanıyorsa,  1915 olayları  soykırımı   sayılmaz”(Sh.  113.) Marian da Srebrenica’nın soykırımı olmadığını belirtiyor, ancak  1915 ‘in soykırımı olduğu konusunda  hiç bir  duraksaması bulunmadığının altını çiziyor (Sh. 115)

    Soykırımı hukuku alanında bilgisizlik

    Gerek Marian’ın, gerek İnsel’in ifadeleri, soykırımı hukuku konusundaki  “bilgisizliklerinin”  derin olduğunu  gösteriyor. Bir başka izah ise,   her ikisinin  de bu konuyu  1948 Sözleşmesi ve Uluslararası Adalet Divanı kararları ile şekillenmiş olan   soykırımı hukuku dışına bile bile çıkarıp, siyasal bir çerçeveye oturtmak istemeleridir Çünkü   akademisyen olan bu iki  konuşmacı,  eski Yugoslavya Ceza Mahkemesinin verdiği, iki Sırp yetkilisinin  Srebrenica’daki eylemlerini  soykırımı sayan  ve nihai olan kararına   rağmen,o eylemleri  soykırımı saymadıklarını  belirtebiliyorlar(Sh.113 ve 115) ve böylece kendilerini yetkili  mahkemenin yargıcı yerine koymuş oluyorlar, kesinleşmiş bir mahkeme kararını yok sayıyorlar.  Maazallah bu sözleri İsviçre’de söyleseler soykırımını inkar suçundan İsviçre Ceza yasasının 221 bis  maddesi gereğince  mahkum bile edilebilirler. Öte yandan,  böyle davranarak mahkeme kararına  bile bağlanmamış olan soykırımı suçlamalarının   yadsınabileceğine   örnek oluşturmuyorlar mı? Ama kendilerine hak olarak tanıdıkları  “yadsıma” başkalarının hakkı  değil

    Michel Marian bu konuda şunları da söylüyor:  :   “Ermeni  tehciri  sadece bir  ahali transferi değildi, Ermenileri   yok etme kastı ile   yapılmıştı….. Bu da 1948  tanımına göre  soykırımıdır… O halde, kelimeler konusunda yapılan bu tartışma  neye yarar? Zaten 1915 yılında  suçu  cezalandıran bir pozitif hukuk yoktu o dönemde.Ermeniler Osmanlının o tarihe kadar uğradığı kayıpların tümü  için  bedel ödediler. Ermeniler öldükleri için  artık  bir tazmin olanağı yok.  Yargıya başvurarak   ceza  verilmesi de  sağlanamaz.. Bu  suçu yargılayacak bir  mahkeme kurulamaz. Bu nedenle  dünya  bu olayların soykırımı olduğunu  tanısın. Bu davranışi  o dönemden bu yana hukuk ve adalet duygusunda yaşanan gelişmelere uygun olur. Soykırım bir gerçek olduğu  cihetle bu  gerçeğin kredisi bize neden verilmiyor? Olayların soykırımı olduğunun yadsınması Türkiye açısından  bir uygarlık sorunu olduğu kadar, uluslararası açıdan da bu husus  geçerlidir.. Soykırım konusundaki görüş ayrılığı diğer gelişmeleri engellememelidir ve soykırımı tanınmadığı gerekçesi ile tüm diyalog kapıları kapatılmamalıdır. Shoah ile 1915 olayları arasındaki farklar tartışılabilir.Ancak bir şartla: 1915 olaylarının Shoah’dan çok Srebrenitsa’ya  benzediği  ileri sürülmemelidir (Sh. 117-118) ” ….Shoah ile  Ermeni soykırımı arasındaki farklardan[8] biri   kadın ve çocukların İslamlaştırılmasıdır. Ama bu İslamlaştırma da  eylemin  soykırımcı niteliğini azaltmamalıdır; zira bu insanlara  bir seçenek tanınmamıştı ve kadınlar ile çocuklar ya  boğazlanmış ya da çöle terkedilmişti  (Sh. 119) Günümüzde  bazı aileler, hele Kürt aileleri  bakımından  bir Ermeni kökenli büyükanneye sahip olma  şık sayılıyor…. Ancak durum biz Ermeniler açısından farklı…Biz bugüne kadar  dinsel kimliği ile bilinen bir  halk olduk…

    Ahmet İnsel’in 1915 olaylarının insanlığa karşı suç  sayılması  düşüncesine karşı,  Marian,insanlığa karşı suç ile soykırımı arasında  muazzam  fark bulunduğunu, soykırımının bir halkı yeryüzünden silmek projesi olduğunu,  insanlığa karşı suçun ise Srebrenica’da olduğu gibi  hem sayı hem de hedef kitle açısından kısmî  olduğunu, bu nedenle  bu farkı kabul etmwnin uygar bir davranış sayılacağını  belirtmiş, kendisi dahil  Ermenilerin  büyük bir sabırsızlık içinde bulunduklarını, 2015 tarihinin   soykırımının kabulü  konusunda kendileri açısından son tarih  teşkil ettiğini ve  daha fazla beklenmesinin düşünülemeyecek olduğunu  “ söylemiştir Ahmet İnsel de  “ sabırsızlığını anlamaktayım”  yanıtını vermiş. (Sh. 124).

    Bu sözler Marian’ın Roma Statüsündeki  insanlığa karşı  suç tanımı  ile  soykırımı suçu ve savaş suçu tanımları arasındaki  farkları  ya bilmediği veya bilmezden geldiği  yolundaki tesbitimizi  doğrulamakta.

    Michel Marian diyalogun bu aşamasında,  “Ermenilerin Türkler ile ilişkilerinde, kendi ahlaksal  –açıdan üstün- pozisyonlarından yararlanarak, Türkleri  suçlayıcı bir tavır takınmalarını, …. soykırımı kelimesini kullanmayanları olduğu gibi, bu terimi şimdi işlevsel anlamda kullanan  Fuat Dündar[9] gibi tarihçileri de  inkarcılıkla suçlamalarını doğru bulmadığını belirtmiş, soykırımını inkar eden Türklerin bu  suçları işleyenlerle –bir- olduğunun ileri sürülmesine de katılmadığını, savunma ya da  olayın boyutunu küçük görmenin  eylem ile  eşit olmadığını” (Sh. 132) sözlerine eklemiştir.

    Türkiye’den  beklentiler

    İnsel,   Türklerin kapsamlı bir bellek  çalışması yapmasını, önce çok uzun zamandır  unuttuğumuz ve inkar ettiğimiz tarihsel olaylarla karşılaşmamız  gerektiğini,  söylüyor ve bunun zaman alacağını   …bu  çalışlmanın (tavandan değil) tabandan başlaması gerektiğini, yoksa, günün birinde Türk devletinin   bugüne kadar  bilinen gerçek değişmiştir, şimdi gerçek şudur diyerek yeniden tepeden inme bir  durum (tarih yorumu) yaratabileceğini  söylüyor.

    Marian’a göre ise  Ermeniler doksan yıl beklemişlerdir.  Ermeniler,  Avrupa’nın anahtarını elinde tutanların  şimdilik kendi yanlarında olduğunu ve   soykırımının tanınmasını  sağlayabileceklerini sanıyorlar, bu güç dengesi bozulursa  istediklerini hiç bir zaman elde edememekten korkuyorlar.

    Marian’a göre, “ilk AKP  Hükumeti buzların erimesinde önemli bir rol oynamıştır. . Daha sonra 23 Mayıs 2009 tarihinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın  Düzce’de yaptığı bir konuşmada,   yıllar  boyu farklı bir kimliğe sahip olanlar ülkeden kovuldular. Bu iyi niyetle yapılmadı.Bu faşist bir yaklaşımla yapıldı dedi., bu bir açılımdır; Cumhurbaşkanı Gül ise Nisan 2009’da  Barack Obama’nın  yaklaşımına katılmamış,  ancak, resmi inkâr tutumunu da tekrarlamamıştır” diyor  , Bu durumda Ermeniler,  Türkiye’nin,   Ermeni tutumunun  aynını kabul etmese bile,   resmi inkar  pozisyonunu terketmesini beklemekteymişler. Örneğin Türk diplomatlarının Ermeni  sorunu konusundaki  inkarcı söyleme göre yetiştirilmesine son verilebilecek,. okul kitapları gözden  geçirilebilecek,  Jön Türkleri  açıkça öven kurumlara destek verilmesinden vazgeçilebilecek, Türk Hükumeti  yurt dışındaki ulusalcı grupları desteklemeyi durdurabilecekmiş.

    Marian’ın  dile getirdiği beklentiler arasında  şunlar da var:

    1960’lı yıllardan beri Ermenilerin istediği  şey:  Mahkeme  Ancak bu  bir hayal. Uluslararası Ceza Mahkemesinin kurulduğu tarihten önceki olayları ele alamayacağı kararlaştırıldı.Ayrıca  suçlanabilier  Devletler değil, yöneticiler. Bir Nürnberg Mahkemesi kurulmasının olanaksızlığı Ermeniler için çok düş kırıcı” (Sh. 78) “1915 yılında müttefikler ittihat ve Terakki yöneticilerinin Ermenileri yok etmeğe devam ettikleri takdirde sorumlu tutulacaklarını  belirtmişlerdi. Bu uluslararası hukuk açısından  önemli bir yenilikti” (Sh.77)  “Daha sonra  bu amaçla bir  mahkeme kurulması fikri terkedildi  , onun  yerine  Türklerin Türk olmayanları yönetme yeteneği bulunnadığı gerekçesiyle  Osmanlı Devletinin  toprakları elinden alındı” (Sh.77)

    Bu konuda  eklenmesi gereken   husus  Marian ve onun gibi düşünenlerin  Malta’ya yargılanmak için  sürülen Osmanlı yöneticilerinin aleyhlerinde bir delil bulunamadığı için  yargılanmadan salıverilmiş  bulunmalarınden hiç söz etmemeleridir. Bu da  selektif  okuma ve  işline gelmeyen hususları bellekten silme güdüsünün bir  tezahürüdür.

    Marian’a “ göre Ermeniler’de  toprak değil,  , manevi tatmin  talebi  bulunduğu konusunda bir bilinçlenme  var. Tabii, azınlıkta bulunan bazı gruplar toprak taleplerini ileri sürüyorlar. Soykırımının kabulü dışında bu manevi tatmin nasıl sağlanabilir?  Ermenilerin,  bir Ermeni  yurdu kurulmadan  -eski topraklarına- geri dönüşü nasıl olabilir?  Belki Türk Hükumeti sembolik bir jest yaparak  Ağrı dağının yarısını Ermeniler’e verebilir. Veya tarihsel Başkent Ani’yi verebilir. Ya da daha  pratik olarak, Ermeni gemilerinin Trabzon limanına yanaşması kabul edilebilir. Örneğin Van sakinlerinin Van kökenli Ermenilere, Muş  sakinlerinin Muş kökenli Muşlulara yapabilecekleri jestler  olabilir. Bu  vatandaşlığa alınma  ya da toprak  talebi  değil, bir çeşit varlığını yeniden kabul etme gibi bir jest olabilir.”  “Doğal olarak  benim ailemin (Marian’ın  ailesinin)  geldiği yer olan Erzurum’da itirazlar gelebilir.   ….Ben hala Erzurum’a gitmeyi çok arzu ediyorum ama korkuyorum”(Sh. 136-137)

    Türk hükumeti herkesin görüşünü açıklayabilmesi için bir propaganda silahsızlanması yapmalıdır”.  İnsel bunun şart olduğunu, ancak gerçekleşmesi için güçlü bir toplumsal talep bulunması gerektiğini belirtmiştir ( Sh. 144)

    Diyalogun  Ermeni talepleri  bölümünün ve diyalogun bununla ilgili sayfalarının   okunması, özellikle  Michel Marian’ın ve onun gibi düşünenlerin  gerçeklerden ne kadar uzakta bulunduklarını göstermesi bakımından ilgi çekici. Bunlar, Birinci Dünya Savaşı  öncesinde ve sonrasında olduğu gibi  bazı dış güçlerin  örneğin ABD, Fransa ve Avrupa Parlamentosunun Türkiye üzerine baskı kurma  yoluyla  soykırımını Türkiye’ye kabul ettirebileceklerine inanıyorlar.  Bu baskıların  aksi tesir yarattığı kendilerine söylenince şaşırıyorlar, hatta   inanmak istemiyorlar. Bunun başında   bazı ABD’li ve Avrupalı siyasetçilerin sözlerin ve güvencelerin  kendilerinde oluşturduğu beklentiler geliyor. Ancak, bu beklentileri gerçekleşmeyeceği cihetle, ileride  bu konuda karşılaşacakları  düş kırıklıklarının yeni bir trauma  yaşatması  olasılığı şimdiden   üzüntü veren bir gerçek.

    Ermenilerin sayısı

    İnsel tarihle  yüzleşme alanında  bazı sivil toplum örgütlerinin  çalışmalarına değinmiş, örnek olarak TÜSİAD’ın  Ahmet Kuyaş’a hazırlattığı bir  tarih  kitabı projesinde, Ermeni saldırılarının  1915  olaylarından önce değil de  1916  yılında cereyan ettiğinin yazıldığını, 1915’te ölen Ermenilerin sayısının 600.000 olarak verildiğini, ancak bu kitabın okullarda okutulmadığını, gene de bazı öğretmenlerin  esinlendiğini  söylemiş; 1923 te Türkiye’de 300.000 Ermeninin bulunduğunu, bunlardan bir bölümünün Anadolu’da yaşadığını ,  bu Ermenilerin  çektikleri  acılarla -Türk halkının-   yüzleşmesinin gerektiğini ve daha genel olarak,  Kemalizmin  yeşerttiği korkudan  kurtularak, kendi  dolaplarımızdaki ölüleri saymamız icab eylediğini  düşündüğünü, aksi halde  “ başka ve yeni unutulanlar” yaratılmış olacağının  altını çizmiş ,Türkiye’nin  Ermenilere karşı  olan tarihsel gerçeği kabul borcu bulunduğunu, öte yandan   yaşanan büyük trajedinin  sebeplerinden birinin  iç düşman yaratılması olduğunu, bunun terk edilmesinin gerektiğini,  aynı iç düşman söyleminin bugün Kürtler için yenilendiğini  belirtmiş. (Sh.136)

    Marian,  ölen Ermeniler konusunda  Taner Akçam’ın  800 000 sayısını verdiğini,  kendilerinin 1.500.000 sayısına alıştıklarını, ölen Ermeniler arasında,  tehcir sırasında  katledilenler,  yorgunluktan, açıktan, soğuktan  ölenler bulunduğunu, soykırımından önce  Osmanlı İmparatorluğunda 1.900.000 Ermeninin yaşadığını, bunların 3000 kilise, 2000 okula sahip olduklarını, sayılar savaşının  tarih kitaplarının yeniden yazımını engellememesi gerektiğini  anlatmış.

    Osmanlı Türklerinin maruz kaldığı kıyım

    İnsel sadece Ermenilerin değil,  bunun yanında “Kafkasya’dan, Balkanlar’dan sürülen ve katledilen Müslümanların  da  hesaba katılması  gerekeceğini”   belirtmiş(Sh.80 ve Sh 135) “70-80’li yıllarda  Türk resmi görüşü,   ASALA eylemlerini ve Birinci Dünya Savaşı sırasındaki Ermenilerin Rus ve Fransızlara katılarak   ihanet etmelerini  öne çıkarmış ve olayların tarihsel  sıralamasını  gizlemiştir” diyen. İnsel’e göre, örneğin, Osmanlı sınırından Rusya’ya kaçan Ermeniler  Rus ordusu ile  Doğu Anadolu’ya geri geldikleri zaman  1915’te yapılanlardan intikam almak için Müslüman halkı gerçekten  katletmişlerdir. (Sh.80).

    Öte yandan, “ Ermeni entellektüellerin Istanbul’dan sürülüşünün  sembolik tarihi olan 24 Nisan 1915’ten önce  Van’da  ayaklanan Ermeniler sivil müslüman halkı  katletmişlerdir. Ama bu katliam yüzbinlerce Ermeninin Orta Anadolu’dan ve Marmara kıyılarından sürgüne yollanmasını  haklı kılabilir mi ?  sorusu, çok kısa zaman önceye kadar sorulmamıştır”(Sh. 81).  Bu  soruya Marian’ın verdiği yanıt ta kayda değer:  : “Dikkat !  Taner Akçam Jön Türk propagandasının öne çıkardığı Van  ayaklanmasının bölgede yapılan çok sayıda Ermeni kıtalinden sonra olduğunu söylüyor. Savaşın başlaması ile Nisan 1915 arasında 55.000 Ermeni öldürülmüş…

    Ermeni terör örgütlerinin eylemleri

    Marian   “ASALA’nın ilk   saldırılarının Ermeni toplumunu  bu eylemlerin  olumlu medyatik  sonuçları ve kendilerini  terör  olayları ile özdeşleştirilme  açmazı arasında bıraktığını, 1981’de  bir Taşnak Komando timi tarafından Türk Sefaretine[10] yapılan ünlü  Van operasyonundaki rehin alma eyleminde sadece bir korumacının öldürüldüğünü, minimum şiddet kulanıldığını , kendisinin de o  akşam Türk Büyükelçiği önünde yapılan Ermeni nümayişe  katıldığını, zira orada Türkler ile kavgalar çıktığını,  bu eylemin 26 Ağustos 1896 tarihinde  Osmanlı Bankasına yapılan saldırının benzeri olduğunu, o tarihte alınan rehinelerden kimsenin ölmediğini”  belirtmiş[11] (İnsel ise   Türk temsilciliği ile araları iyi olmadığından o gün Büyükelçiliğe gitmemiş)  Marian soru üzerine  kendisi nin ASALA’ya kuvvetli bir sempati beslemediğini söylüyor ve  “uyanış  sevincine  evet,  ama o kadar”  diyor, 1984 yılında Esprit dergisinde bir makale yayımladığını ve  “teröre hayır, ancak   bu terör eylemleri yalınlığı ile terör ya da teröre verilen destek   bir çeşit  demokratik katılım sağlamıştır ve maalesef bu terör eylemleri  diyaspora’da iyi karşılanmıştır” diye yazdığını  sözlerine ekliyor.  Marian’a göre “Türk makamlarına karşı yapılan suikastlar  belleğin uyanmasını sağlayan bir megafon olmuş” (Sh. 83)  Daha sonraki yazılarında ise Marian, soykırımının kabulü lehinde ama terorizmin karşısında tutum aldığını, mensup bulunduğu  derneğin   Avrupa Parlamentosunun 1987  yılında aldığı Ermeni soykırımını tanıma kararı ile sonuçlanan Belçikalı parlamenter Vandemeulebroucke   ile  yoğun işbirliği yaptıklarını, kararın  Ermeni soykırımının tanınmasının Türkiyenin üyeliğinin koşulu olduğunu belirttiğini vurgulamış,

    İnsel, “ Ermeni terör eylemlerinin   Türkiye’nin  aktif inkarcılık politikasına katkıda bulunduğunu”, “Türkiye’nin Devletin şiddet kullandığı bir ülke olduğunu, ama Devletin herşeye rağmen  halkın bu şiddet kullanımını desteklemesini  de  istediğini,  belirtmiş. (Sh.82)

    Türkiye’nin Avrupa Birliği   adaylığı  konusu  ve  soykırımı

    Marian Avrupa Birliğinin  Türkiye’nin üye olması için soykırımının tanınmasında ısrar edeceğini düşünüyor. Ermenistan Cumhuriyeti  Türkiye’nin AB  üye olmasının  Ermenistan’ı Avrupa’ya yakınlaştıracak bir öğe olarak değerlendirmekteymiş.Buna karşı diyaspora, inkarcılığın kabulü anlamına  gelme riskini taşıdığı için   Türkiye’nin AB üyeliğine karşı.(Sh. 139) Gene de soykırımını tanıması  halinde  Ermeniler Türkiye’nin  AB üyeliğini destekleyecekler, hatta onun avukatlığını yapacaklarmış.(Sh. 138) İnsel ise Türkiye’nin AB üyeliğinin  gerçekleşemsi konusunda  daha mesafeli.duruyor Bir süre sonra Türkiye’nin Avrupa’ya  gereksinme  duymayabileceğine işaret ediyor  ama, Azeri-Ermeni uzlaşmazlığının esiri haline gelmiş bulunan Türkiye’nin  Ermenistan ile ilişkilerinin normalleşmesini istiyor.

    Arşivler

    Marian, tanık kalmadığına göre arşivlerde araştırma yapılmasının özendirilmesini isteyince, İnsel İttihat Terakki mensuplarının kendi arşivlerini imha ettiklerini sandığını, ama  terk edilen mallar konusunda   Genelkurmay Başkanlığı arşivlerinin  bulunduğunu, ayrıca Taşnak arşivlerinde de yararlanılabileceğini belirttikten sonra, 2005 yılında Milli  Güvenlik Kurulunun Osmanlıcadan nakledilen  kadastro kayıtlarının yayımlanmasını yasakladığını, bunun gerekçesinin  Ermenilerin  öal talebimde  buolunmasına veya soykırımınıntanınmasına olanak tanıması olarak  izah edildiğini belirtiyor

    Aileler, çocukluk ve gençlik yılları  “Cart ve Gart”

    Söyleşinin ilk 73 sahifesi  İnsel ve Marian’ın ailelerini,  çocukluk ve gençlik yıllarını birbirlerine  anlatmalarına ayrılmış . Marian’ın Büyük babası  ve ailesi  Bayazıt  ve Erzurum göçmeni. İnsel’in ailesi  ise  Serez’den göçmüş. Marian’ın babasının adı Martin Haroyan Ermenistan’da doğmuş. Büyükbaba 1915’te Bayazıt’tan Ermenistan’a kaçmış. Kader Martin’i  daha sonra Fransa’ya götürmüş; kimliğini gizlemek için orada  Haroyan adını almış[12] Oğlu, Marian Fransa’da  Türk karşıtı olarak yetişmiş, Fransız Ermenileri bakımından Türkiye lehine olan herşey kötü ve haksız olduğu için acı vericiymiş  (Sh..53)

    İnsel, gençlik yıllarında eski trajedilerden pek bahsedilmediğini söylüyor. Marian da  çocukluk yıllarında  soykırımından “cart” (katliam) ve “garttan”(sürgün)  sözedildiğini duymuş

    1970’li yıllarda Marian da, İnsel de   Fransa’da aşırı sol görüşlüymüş. İnsel Fransa Komünist Partisine üyeymiş (Sh.58). Marian  bu dönemde  Ermeni soykırımı ve Ermenilere yapılan haksızlık konusundaki  çalışmalara katılmış. Türklerden korkuyormuş (Sh. 62)

    Diyaloga katılanların “öğrendikleri”

    Diyalogun son bölümü “öğrendiklerimiz” başlığını taşıyor. Her iki konuşmacının  üzerinde uzlaşma sağladıklarını belirttikleri öğelerden bazıları şunlar   (Sh. 148):

    “1915 olayları    zulümler,ayaklanmalar ve siyasal çatışmalar zinciridir;

    -Osmanlı devletini yöneten grubta Osmanlı Ermenilerini  yok etme iradesi  vardı;

    -Türkiye Cumhuriyetinin  -bu alandaki- sorumluluğunu  tanıması  gereklidir;

    – İnkarın demokrasiye  zarar veren bir niteliği bulunmaktadır;

    Konuşmacıları  ayıran husus  olayların kendisi  değil, bunların tanımlanması hakkında Shoah  gibi bir kelimenin  kullanımıdır; bu konuya ileride dönülmelidir

    – Olaylar ve bazı  açıklamalar konusunda farklı tepkiler bulunduğu nsağtanmıştır

    – Diyalogun  devamında yarar vardır. Ancak bunun sonsuza kadar   süremeyeceğinin ve  diyalog tuzağına düşülmesi durumunda bunun ileride daha büyük hayal kırıklıklarına sebep olacağının  altı çizilmelidir.   Diyalog düğümleri çözer, doğru jestleri ve sözcükleri bulma durumunda olan . sivil toplum örgütlerine ve poltikacıloara yardımcı olabilecek malzemeleri bulma hususunda yardımcı olur . (Sh.151)

    Kitabın ekinde  bir kronoloji, bibliografya, Ermenilerden özür dileyenlerin imzaladığı Aralık 2008  tarihli mektup, 60 Ermeni kökenlinin imzaladığı, Türk vatandaşlarına  teşekkür mektubu yer alıyor


    [1] “ Dialogue sur le tabou arménien”  Editions Liane Levi,  169  sayfa.   2009; ISBN: 978-2-86746-522-

    [2] Ahmet İnsel,  2007 yılından bu yana Istanbul  Üniversitesi Ekonomi bölümünü yönetmektedir. İletişim yayınları yetkilisi.

    [3] Michel Marian Paris’te  Siyasal Bilgiler Fakültesinde öğretim görevlisi. Ermeni sorunu konusunda Esprit dergisi  ve  Nouvelles d’Arménie dergisinde  makalaler yayımlamıştır.

    [4] Ariane Bonzon, gazeteci,  1996-2000 yılları arasında ARTE  televizyonunun Istanbul temsilciliğini yapmıştır.

    [5] Sevin Elekdağ, “Ermeni Olaylarını Anlamak Holokost ile Karşılaştırmalı Analiz” Ermeni Araştırmaları Dergisi No.32 (2009)  Sh.91  17 sayılı dipnotu : “ Yahudilere  uygulanan ırk  ayrımcılığına sahte bilimsel temel kuran Nürnberg Yasaları iki, kanundan oluşmaktaydı : Alman Kanı ve Alman Onurunu Koruma Kanunu… iler Reich Vatandaşlık Kanunu”

    [6] 1948 Soykırımı Sözleşmesi. Madde  VI

    [7] 1948 Soykırımı Sözleşmesi  Madde  Madde IV

    [8] Bu konuda bakınız : Saevin ELEKDAĞ “ Ermeni Olaylarını Anlamak. Holojost ile Karşılaştırmalı Analiz “ in Ermeni Araştırmaları Dergisi  No. 32  Sh. 87-107

    [9] Fuat Dündar’ ın , tehciri,  Anadolu’daki tüm azınlıkları   sulandırmayı   amaçlayan bir etnik mühendislik projesi ile, Rus ordularının ilerlemesi karşısında duyulan panikin  birleşmesi sonucunda doğduğu  görüşünü savunduğu Marian taraından  belirtiliyor.

    [10] Saldırı Büyükelçiliğe değil,  Paris’teli Türk Başkonsolosluğuna yapılmıştı.

    [11] Marian   eylemin Paris’teki Başkonsolosluğua yapıldığını, Konsolosun klarnından vurulduğunu    söylemiyor. Marian  1975 yılında Büyükelçi İsmail  Erez’in   bir  Ermeni  katil tarafından şehit edildiğini  de hatırlamamayı yeğliyor.

    [12] Baba  Martin Haroyan Ermenistan’da gazetecilik yaparken 2. Dünya savaşı çıkmış  Görev yaptığı Rus birliği  Kırım’da Almanlara teslim olmuş.  Haroyan  Almanca bildiği için bir Alman subayının tercümanı olmuş- “diğer Ermeniler gibi esir kamplarında çürümemiş”-  Fransa’ya  ve İtalya’ya  Alman subayı ile birlikten  gitmiş. ( Marian  söylemiyor  ama ) babasının Alman askeri üniformasını giydiği muhakkak. 1944 yılında  Alman subayı öldürülünce  kaçmış, Paris’te saklanmış, savaş sonunda ortaya çıkmış, doğum yerini  Bayazit, adını Marian olarak beyan edip Fransa’dan siyasal  iltica istemiş. O dönemde pek çok Ermeninin Alman üniforması giydiği biliniyor. Ermeni birlikleri kurulduğunu biliyoruz  De Gaulle ile Stalin arasında imzalanmış olan  anlaşma gereğince, bu askerler  Rusya’ya  teslim edilmekteymiş.  Doğum yerini ve adını değiştirmemiş olasaydı, işbirlikçi  Rus askeri olarak Stalin   döneminde herhalde sonu  iyi olmazdı

  • Güzel şeyler bunlar mıdır Abdullah Gül?

    Güzel şeyler bunlar mıdır Abdullah Gül?

    Sabahattin ÖNKİBAR

    Hatırlayın ne demişti Abdullah Bey?
    – “Çok yakında ülkemizde güzel şeyler olacak!”
    Ne için demişti bunu?
    Kürt açılımı için!
    Bırakın öncesini, dünkü gazetelerde yer alan olayları yani bir günlük açılımın bilançosunu aktaralım:
    -Diyarbakır’da onbinlerin isyan provası. İzinsiz gösterilerde bir öğrenci öldü, çok sayıda yaralı var.
    -Şanlıurfa’da PKK yanlıları şehri yağmaladı.
    -Hakkari (Şemdinli)de Türk bayrağı yakıldı.
    -Ağrı’da Kandil’den gelen barış(!) grubunun bir üyesi İstiklal Marşı yerine artık Kürt Marşını okuyacaklarını açıkladı!
    -Muş’ta ahali sokağa çıkmaktan korkuyor.
    -Siirt meydanları teröre teslim.
    -Batman’da polis, öldürülme korkusu ile panzersiz sokağa çıkamıyor!
    -Şırnak alev alev!
    -Van diken üstünde!
    -Sadece iller değil Güneydoğunun bütün ilçelerinde 1993’ün teslimiyet ya da PKK’nın hakimiyet tablosu var!
    -PKK her gün İstanbul’un değişik semtlerinde terör estiriyor!
    -İzmir’den sonra İstanbul Sefaköy’de ikinci halk isyanı. Bir grup genç DTP binasını bastı.
    -Kürt nüfusun yoğun olduğu İzmir, Antalya, Mersin, Bursa, Balıkesir ve Adana’da kitlesel çatışma riski var!
    Daha fazla içinizi karatmayalım ve burada duralım.
    Evet sadece bir günün özeti budur!
    Tam bu noktada soralım:
    Sizin güzel şeyler olacak dediğiniz bunlar mıdir Abdullah Bey?
    Evet ortada bir güzellik var da bu Türkler için değil, Türkiye’yi bölmek isteyenler içindir!
    Hiçbir şey ama hiçbir şey açılım gibi Türkiye’yi bu kadar bölünme sınırına yaklaştıramamıştı!
    Her gün şehitlerin geldiği günlerde bile durum hiç bu kadar vahim olmamıştı!
    Kürt açılımı ile bir imkansız başarılmış ve mütedeyyin Kürt kardeşlerimiz bile politize edilmiştir.
    Bu işi CIA’ya, MI5’e ya da Mossad’a ihale etseler emin olun bundan etkili metot bulamazlardı!
     Evet açılımcılar tam isabet kaydettiler ve Türkiye’yi ayrıştırarak  bölünmenin eşiğine taşıdılar!
     Israrla sormaya devam ediyorum, Abdullah Gül bunlar mıdır sizin güzel şeyleriniz?

  • PKK: MEZAR KAZICILARI – DNA AVCILARI

    PKK: MEZAR KAZICILARI – DNA AVCILARI

    Mustafa Yıldırım

    7 Aralık 2009 myldrm2008@gmail.com

    İnsan Hakları Vakfı adına basına konuşan Şebnem Fincancı, arayıp durdukları mezarları bulur bulmaz DNA saptayıp ailelerin yaslarını tamamlamalarına yardımcı olacaklarını açıkladı.
    Yavrularını yitiren anaların yas sürelerinin ölçülebileceğini düşünmek bile iç karartıyor; ama acıları sömürerek ulusal devleti sarsmaya çalışanlar için her yol olağan.
    Bu kişilere birkaç mezar-fail araştırma konusu önermeden edemiyorum:
    Üniversitede öğrenciydiler. Devrimci siyasal savaşımda çıkış yolu bulamadıklarını düşünüyorlardı. ERNK (PKK’nın içerdeki cephe örgütü) onlara yanaştı; yavaş yavaş yönlendirdi; sordu soruşturdu ve gençlerin silahlı savaşıma yeterli olduklarına karar verdi.

    Gençler PKK rehberlerinin eşliğinde heyecanla dağlara gittiler. Düşlerindeki savaşımın içinde yer alacaklardı. Coşkuluydular, dağlardaki yoldaşlarıyla düşüncelerini, duygularını paylaşmak için can atıyorlardı.
    Daha silahlı eğitime bile başlayamadan kendilerini kalaşnikof namlularının karşısında buldular. Emir gelmişti; gençler PKK üst yönetimine göre “ajan” idiler.
    Bilmiyorlardı ki kendisini “devrimci” olarak ilan eden örgütün düşünce paylaşmaya, öneri dinlemeye tahammülü yoktur!
    Düşüncelerini şöyle ya da böyle paylaşmak, tartışmak geliştirmek isteyen sayısız militan, yönetici ayaküzeri yargılanıp; kurşuna dizildiler.
    İçlerinden bazıları dağları, sınırları aşıp Batı Avrupa’ya gittiler; ama PKK’nın ölüm timlerinden kurtulamadılar.
    Abdullah Öcalan’ın ya da onun atadığı tim komutanlarının emirleriyle öldürülüp meçhul mezarlara gömülenlerin kimlikleri araştırılsa, cellâtları belirlense ve davalar görülse…
    Kayıpların annelerinin acıları elbette dinmez; ama ölümlerin tümünü belirli bir ordu kuruluşunun suçu olarak AB’ye taşımak isteyenlerin iki yüzlülükleri ortaya çıkar.
    Uydurma toplu katliam yalanlarıyla kışkırtılan gençler, belki böylece heyecanlarını sınırlamayı becerebilirler de kendi yoldaşlarına bile durup dururken kıyanların erki ele geçirdiklerinde ne acımasız diktatörler olabileceklerini bir an olsun düşünürler.
    Mezar ve DNA meraklıları bu yargısız infazları elbette sorgulamayacaklardır. Ön yargılı, kent aydınları da öyle! Onlara dert anlatmak, olanaksızın da ötesindedir.
    Ne ki suçları soruşturmakla yükümlü adalet-güvenlik görevlileri gereğini yerine getirmeli; TBMM’de hemen her gün çatışma kışkırtıcılığı yapanlara karşı namuslu milletvekilleri soruşturma komisyonları kurulmasını sağlamamalılar.
    Özellikle her gün şantaj çığlıkları atan kadın milletvekili, kız çocuğunun boğazlanması olayını araştırma komisyonuna alınmalılar. 15 yaşındaydı; heveslenmişti PKK’ya katılmaya. İstanbul polisince yakalanmış; daha sonra serbest bırakılmıştı. Kızcağızı evinden alan ERNK cellâtları; onu sorgulamışlar ve ölüsünü ormana atmışlardı.
    Faili meçhul çetelesi tutan Kürt milliyetçileri, bu cinayetlerin unutulacağını sanıyorlarsa yanılıyorlar!
    Devleti savunmak yerine sarsma yolunu seçen yöneticiler de yanılıyorlar; çünkü siyasal oyunlar cinayetleri kâğıt üstünde örtebilir; ama vicdanları susturamaz!
    Not: Derli toplu bilgi için: “Aliza Marcus, Kan ve İnanç – PKK ve Kürt Hareketi, İletişim Y. İst. 2009.”

    posted by washington @ 9:54 AM

  • FETULLAHIN TEHDITLERI VE ERGENEKON

    FETULLAHIN TEHDITLERI VE ERGENEKON

    Dogrulari yazdigim icin korkuyorlar

    “Ergenekon’a inanmayan ve Gülen Cemaati’yle ters düşen herkes şu anda saldırıya uğruyor. Bu kişiler üzerinde inanılmaz bir terör estiriliyor”

    05-12-2009 23:56

    AFÖ(azılı fethullahçı örgüt)’ün Ergenekon tertibini deşifre eden araştırmacıyı tehdit ettiği ortaya çıktı…

    Ünlü Ergenekon Raporu’nu yazan İngiliz gazeteci Gareth Jenkins ağır saldırılara uğradığını söylüyor:

    Leyla Tavsanoglu

    Cumhuriyet-

    Ergenekon davasının iddianamelerinden yola çıkılarak hazırlanan “Gerçekle Düş Arasında: Türkiye’nin Ergenekon Soruşturması” başlıklı raporun yazarı İngiliz gazeteci Gareth Jenkins’le konuşuyoruz. Jenkins iddianamelerde ciddi mantıksızlıklar olduğunu vurguluyor. Dış dünyada Ergenekon davasının gittikçe daha fazla sorgulanmaya başlandığını belirtiyor. Davanın AKP hükümeti muhaliflerini bastırmak amacıyla açıldığı kanısının yaygınlaşmaya başladığına işaret ediyor ve Gülen Cemaati’nin işin arkasında olduğu kuşkularını dile getiriyor. “Rapor nedeniyle bana hakaretler edildi, yalanlar söylendi. Bu rapor iddianameleri temel alıyor. Bana karşı çıkanlar önce iddianameleri okusunlar. Üstelik İslami Cihad sitesinde beni hedef gösterdiler. Beni öldürebilirler. Ama sonuna kadar gerçek ve doğru bildiklerimi söylemeye devam edeceğim. Neden korkuyorlar? Demek gizlemek istedikleri bir şeyler var” diyor.

    – Siz Ergenekon davasına neden bu kadar merak duydunuz da 5 bin 800 sayfayı bulan iddianameleri satır satır okuyup rapor yazdınız? Bir de Ergenekon davasının arkasında Gülen Cemaati olduğunu telaffuz ettiniz. Neden?

    – Aslında Ergenekon olayı Haziran 2007’de ortaya çıkınca fazla önemsenmedi. Ancak Ocak 2008’de Türk kamuoyunun çok iyi tanıdığı isimler içeri alınınca o zaman ben bu işi merak etmeye başladım. Bu kişiler Susurluk davasından tanıdığımız Veli Küçük ve birkaç askerdi. Ondan sonra iş büyümeye başladı. Ben Ocak 2008’de, “Bu galiba Susurluk’un devamı olacak” diye düşündüm. Derken yeni gözaltı dalgaları geldi. O zaman Ergenekon’un benim düşündüğüm amacından sapmaya başladığını gördüm.

    Dış dünyanın Ergenekon’a bakışı değişti

    Bildiğim kadarıyla şu anda Fethullah Gülen ABD’nin Pennsylvania eyaletinde yaşıyor. Ben Fethullah Gülen’in birebir bu işle ilişkili olduğunu sanmıyorum. Ben raporumda da yazdım. Gülen Hareketi’nin kimi basın organları var. Bunlar bu davanın itici güçleri oluyor. Bu yayın organlarında, “İddianame böyle böyle yazıyor” diye haber yapıyorlar, köşe yazıları çıkıyor. Ama iddianameye bakıyorsunuz, böyle bir şey yok. Bu tür kanıtlar onların iddia ettikleri gibi iddianamede yer almamış. Ben Gülen Hareketi’ni tümüyle suçlamak istemiyorum. Ama bu harekete bağlı bir avuç aktivist bütün bunları yapıyor. İşte, gördük. Benim bu rapor kamuoyunda duyulduktan sonra bana etmedikleri hakaret, iftira kalmadı. Tam bir karalama kampanyası açtılar. Ama öte yandan ne rapora ne de söylediklerime bakıyorlar. Şimdi panik halindeler. Çünkü artık herkes raporun gerçekleri yansıttığını görmeye başladı.

    – Yani kamuoyunun büyük bölümü raporun içeriğine inandı ve kafasında soru işaretleri oluşmaya mı başladı?

    – Soru işaretleri zaten oluşmaya başlamıştı. Bu da nisan ayında “Baba Beni Okula Gönder” kampanyasına yapılan baskın, Prof. Türkan Saylan’ın evinin ve ÇYDD’nin genel merkez ve şubelerinin aranması, bilgisiyarlara el konması, ÇEV’e yapılan baskın üzerine oldu. Ayrıca Prof. Mehmet Haberal’ın içeri alınması dikkat çekti. Dış dünyada tanınan bir isim. Haberal’ın kesinlikle bu işlerle ilgisi olmadığı biliniyordu. Yurtdışında Türkiye’deki derin devletin varlığı biliniyordu. Ben de raporda bunu yazdım. Ergenekon davası açıldığında dış dünyada Türkiye’nin derin devleti tasfiye sürecine girdiği düşünüldü. Ama daha sonra yavaş yavaş işin içinde başka bir iş olduğunu düşünmeye başladılar. Tabii toplam 5 bin 800 sayfalık iddianameyi okumak kolay değil. Ama ben hepsini okudum. Dış dünyada tabii ki bu iddianameyi Türkçe bilmedikleri için okuyamadılar. Ama bu konuda İngilizce bir rapor yazılınca çok merak uyandı. Çünkü dış dünyada Ergenekon davasıyla derin devletin üzerine gidildiği izlenimi doğmuştu. Ben de zaten raporumda derin devletin gerçek olduğunu yazdım. Daha sonra dış dünyada davaya bakış yavaş yavaş değişmeye başladı. Milliyet’te benim raporumun ABD’de davaya bakışı 180 derece değiştirdiği yazıldı. Bu doğru değil. Ben raporu yazmadan önce düşünceler değişmeye zaten başlamıştı. Çok tuhaf ve mantıksız işler olunca yabancıların aklında soru işaretleri doğal olarak uyanıyor.

    Fethullahçı militanlardan hakaretler

    Yapılanlar gerçekten mantıksız mı? Vakıf üniversitelerinin, devlet üniversitelerinin muhalif rektörleri, burs veren vakıfların yöneticileri içeri alınıyor. Acaba bu insanlar Fethullah Gülen okullarının rakipleri görüldükleri için mi içeri alındılar?

    – Böyle bir imaj var. Benim de aklıma bu sorular geliyor. Ama yüzde yüz emin olmadan bir şey söylemek güç.

    – İlginç bir açıklama da raporun konu edildiği Washington’da 18 Kasım günü düzenlenen Arı Vakfı toplantısını yöneten Yurter Özcan’dan geldi. “Ergenekon’a inanmayan ve Gülen Cemaati’yle ters düşen herkes şu anda saldırıya uğruyor. Bu kişiler üzerinde inanılmaz bir terör estiriliyor” dedi. Sizce neden böyle yapılıyor?

    – Bunlar Washington’a kadar gittiler, “Biz demokratız” diyorlar. Ama gördüğümüz kadarıyla onlara karşı çıkanları sürekli karalamaya çalışıyorlar. Hakaret ediyorlar. Kendimize demokrat diyorsak birbirimizin fikirlerine tahammül etmeliyiz. En azından karşımızdakini susturmaya çalışmamalıyız.

    Dediğim gibi, şimdi korkuyorlar. Çünkü sonunda biri çıktı ve 5 bin 800 sayfalık üç iddianamenin tamamını okudu. Belki bir dördüncü iddianame yoldadır. Ama olsun. Ben hazır olanları okumuş bulunuyorum. Burada şunu vurguluyorum: Raporda yazdıklarımı kafadan atmadım. Bütün alıntılar iddianamelerdendir. O nedenle korkuyorlar ve beni susturmaya, karalamaya çalışıyorlar. Eğer demokratsak, terbiyeli, kibar bir biçimde tartışalım. Hiç kimse yazdıklarıma katılmak zorunda değil. Ama hiç kimse de iddianameyi okumadan ahkâm kesmesin. Fethullah Gülen’in basın organları bana bunun için karşı çıkıyor. Çünkü biliyorlar ki iddianamenin tamamını okuyan olursa gerçekler de ortaya çıkacak.

    – Sizce Gülen Cemaati’nin aktivistleri ve yayın organları neden böyle bir davanın açılmasını can ve yürekten desteklediler?

    Bu davayı destekleyen iki taraf var. Bir taraf 28 Şubat’ın, öbür taraf da 12 Eylül’ün rövanşını almak istiyor. Tam anlamıyla intikam duygularıyla hareket ediyorlar. Örneğin bir Taraf gazetesi var. İnanılmaz bir biçimde intikam duygularıyla yayın yapıyor. Bu da en büyük sorun. Böyle bir davada intikam duygularına yer olmamalı. Dava adil bir biçimde görülmeli.

    Adaletin temeli kanıttır. İddianameye bakıyorsunuz. Ergenekon diye bir örgütün varlığına dair tek bir kanıt yok.

    – Ergenekon davası, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek’in günlüklerinde yazılanlardan yola çıkılarak açıldı. Ama Örnek bugün ifadesine başvurulana kadar ne tanık ne da sanık oldu. Bu durum sizce de tuhaf değil mi?

    – Bu darbe günlüklerini okuduğunuz zaman içinin boş olduğunu görüyorsunuz. Günlüklerden adamın kendini yalnız bırakılmış hissettiğini anlıyorsunuz. AKP’ye karşı anlaşılan harekete geçmek istemiş. Eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’e de kendisini desteklemediği için sinirlendiği belli. Ama örgüt kurulmasıyla ilgili günlüklerde en ufak bir kanıt yok.

    Raporuma gösterilen tepkinin amacı bana saldırmak, bana hakaret etmek ve hakkımda yalanlar uydurmaktır. İstediklerini yapsınlar. İsterlerse beni öldürsünler. Hiçbir şey değişmez. Ben sonuna kadar doğru ve gerçek bildiğimi söylemeye devam edeceğim. İddianameler orada duruyor. Ben iddianamelerden yola çıkarak o raporu yazdım. İddianamelerde yazılanlardan konuşmak yerine bana saldırmayı tercih ederseniz gizlemek istediğiniz bir şeyler var demektir.

    Ayrıca hiç kimsenin benimle aynı fikri paylaşması gerekmez. Benimle aynı fikirde değillerse iddianameleri okusunlar. Bana karşı çıkanların çoğu raporu bile okumadılar. Bir de şunu belirteyim. İslami Cihad’ın bir sitesi var. Buna Zaman ve Taraf’ta yayımlanan benim raporu, ayrıca bütün bağlantı numaralarımı ve adresi koymuşlar. Zaman ve Taraf bundan memnunsa o onların sorunu. Yazdıklarımı eleştirecek yerde bana saldırıyorlarsa demek ki gizlemek istedikleri bir şeyler var. Orta yaşlı bir adamdan neden korkuyorlar, anlamıyorum.

    – Sizin rapordan anladığım kadarıyla Gülen Cemaati’nin Türkiye’de, özellikle bu davada çok etkili olduğunu söylüyorsunuz. Yoksa Gülen Cemaati mi artık Türkiye’yi yönetiyor?

    – Şu anda Türkiye’de en güçlü onlar. Bakın, o kadar hâkim ve savcı dinlendi. Talep de birkaç savcıdan geldi. Ergenekon savcıları bugün inanılmaz güçlüler. Bakın, “Baba Beni Okula Gönder” kampanyası, ardından ÇYDD baskına uğradı. Sonra ÇYDD bursuyla okuyan çocukların kayıtları PKK’yle ilgileri var mı yok mu diye incelendi. Bütün bu işler için inanılmaz paralar, zaman, enerji harcanması, sayısız insan çalıştırılması lazım. Kimse bunlara dur diyemiyor. Ergenekon davasına dönersem… Bu dava, sonunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) gider ve Türkiye suçlu bulunur. Bugün Türkiye’de AKP’yi desteklemeyen herkes korku içinde.

    – Cumhuriyet’e atılan el bombalarıyla Ümraniye’deki evde bulunan bombaların seri numaralarının birbirini tuttuğu kimi köşe yazarları tarafından savunuldu. Ama siz raporda bunun kesin bir durum olmadığını yazıyorsunuz…

    – Çıkan haberlere bakarsak şunu görüyoruz: Bu bombalardan Türkiye’nin hemen hemen her yerinde kullanılmış. Ortada somut bir kanıt yok. Dediğim gibi adaletin temeli somut kanıttır. Aynı durum Alparslan Arslan için de geçerli. Evet, Danıştay baskınını yaptığını biliyoruz, ama azmettiricisi var mı yok mu bilmiyoruz. Kanıt yok. Eğer Alparslan Arslan’ın arkasında ordu var demek istiyorlarsa kanıt göstersinler. Tek kanıt Osman Yıldırım’ın ifadeleri. Zaten Osman Yıldırım daha sonra sözlerini geri aldı. Birinci iddianamede Osman Yıldırım’ın verdiği Ergenekon’un ölüm listesi var. İçinde Şener Eruygur, Bülent Eczacıbaşı, Tuncay Özkan, Ahmet Necdet Sezer, Orhan Pamuk olmak üzere pek çok kişi var. Ama bakıyorsunuz, ikinci iddianamede Şener Eruygur Ergenekon’un lider kadrosunda yer alıyor. Adam hem örgütü kuracak hem de kendini o örgüte öldürtecek. Böyle mantıksızlık mı olur?

    Zaten sözüne güvenilmez ve kişilik bozukluğu olduğu doktor raporuyla sabit Osman Yıldırım’ın ifadelerinden nasıl yola çıkılabilir? Bu şekilde kafa karıştırılarak hiçbir zaman gerçeğe varılamaz. Gerçekten böyle bir çete var mı? Hiçbir zaman anlaşılamayacak. Suçsuzlar içerde kalacak, suçlular serbestçe ortalıkta dolaşacak. İşin bu tehlikesi var. Zaten herkes de bundan şikâyet ediyor. Bakın, bu dava er ya da geç düşecek. Düşmezse AİHM’den dönecek. Bu yüzde yüz kesindir. Kimsenin şüphesi olmasın. Zaten iddianame şaka gibi. Beş yaşında bir çocuk bile bunu ciddiye almaz.

    – Ortalıkta uçuşan belgeler hep aynı gazeteye yani Taraf’a servis ediliyor. Geçen gün Taraf gazetesi rapordan yola çıkarak size fena halde yüklenmiş. Sizce Taraf ne yapmaya çalışıyor?

    – Aynı Taraf Muhsin Yazıcıoğlu’nun helikopterini NTV’nin düşürdüğünü de ileri sürdü. Böyle bir gazeteyi ne kadar ciddiye alabiliriz? Bilmiyorum. Yöneticisi eski solcu. İntikam almaya çalışıyor. Yarın TSK kansere çare buldu diyelim. Taraf hemen şiddetle karşı çıkar. Tıpkı CHP’nin AKP’ye yaptığı gibi. Taraf yönetiminde TSK’ye karşı ciddi bir nefret duygusu var. Doğru olup olmadığına bakmadan ellerine ne gelirse yayımlıyorlar. Zaten umurlarında da değil. Tek amaçları askere karşı olsun. Vur askere…

    – İddianamede İlhan Selçuk çalıştığı ve yönettiği gazeteyi bombalatmış oluyor. Buna ne diyorsunuz?

    – İddianameye göre bombaları İslamcıları suçlatmak için Ergenekon attı. İlhan Selçuk da bunu köşe yazısında itiraf etti. Yani, böyle bir şey olur mu? İnsan böyle bir şey yaparsa en azından gizlemek ister. Açık açık yazar mı? Mantığa sığıyor mu? İddianamede buna benzer binlerce mantıksızlık var. Dolayısıyla bugüne kadar Örnek’in çağrılmaması da mantıksızlığın başka bir örneği.

    – Raporunuzda Tuncay Güney’e atıfta bulunuyorsunuz ve “Tuncay Güney’in Türkçesi, evinde ele geçirilen belgeleri yazmaya yeterli değil” diyorsunuz. Siz Güney’i tanıyor musunuz?

    – Güney’in Türkçesi benimkinden beter. Onu tanımıyorum. Ama bazı yazdıklarını okudum. Adam cümle bile kuramıyor. O nedenle de evinde ele geçirilen belgeleri onun yazdığını hiç sanmıyorum.

    Ayrıca Tuncay Güney güvenilmez birisi. Onun ifadelerine nasıl inanabilirsiniz ki?

    – Sizce Tuncay Güney kim?

    – Bana kalırsa hasta bir insan. Onun doktora ihtiyacı var. Tam bir doğuştan yalancı.

    – Tamam da, doğuştan yalancı olduğu besbelli bir adama bunca zaman inanıp iddianameler hazırlandı, onlarca insan içeri atıldı. Bu nasıl iş?

    – Onu bilemem. Size bu adamın nasıl güvenilmez olduğunu örneğiyle anlatayım: “Veli Küçük eroin kaçakçılığı yapıyordu. Biliyorum. Çünkü Fransız istihbaratı OGD bana söyledi” dedi. OGD diye bir Fransız istihbarat örgütü yok. OGD Fransa’da bir gazete ve dergi dağıtım kuruluşu.

    Ayrıca kendisinin, anneannesinden dolayı Yahudi olduğunu iddia etti. Ama bakıyorsunuz, anneannesinin adı Ayşe.

    – Tuncay Güney’in psikopat olduğu da söylendi…

    – Evet. Bence de adam hasta. Ama buna rağmen devlet televizyonunda onu dört saat konuşturdular. Olacak şey mi?

    – Yani sizce AKP ve Gülen Cemaati’ne karşı olan herkes Ergenekoncu mu ilan ediliyor?

    – Evet. Ama gördüğüm kadarıyla bunu Tayyip Erdoğan yönetmiyor. Ama anladığım kadarıyla karşı da çıkmıyor. Bu öğrenci katsayısı meselesinde Danıştay’ın yürütmeyi durdurma kararını ideolojik olarak niteledi. Ama Ergenekon söz konusu olunca “Adalete güvenmemiz lazım” diyor. Burada çifte standart var.

    Gülen Cemaati’ni de tümüyle suçlamak istemem. Demin de söylediğim gibi bir grup miltanları var. Onlar yapıyor. Bir de AKP yandaşı birkaç maliye müfettişi.

    – Ergenekon’un Gladio türü bir örgüt olduğu iddiaları var. Varsayalım ki doğru. Ama bundan yıllar önce İP lideri Doğu Perinçek, Aydınlık dergisinde “Türkiye’de Gladio türü bir yapılanma vardır. Bu da Süper NATO’dur” dedi. Bunu yazan adamı bugün Ergenekon davasından içeri attılar. O zaman bu nasıl yaman bir çelişki?

    – Gerçekten bu davanın mantığını bulmak çok zor. Doğu Perinçek bir zamanlar solcuydu. Hatta PKK’yle konuşmak için Bekaa Vadisi’ne gitmişti. Sonra değişti. İddianameye göre Ergenekon PKK’yi kontrol ediyor. Bu kadar büyük mantıksızlık olamaz. Bakın, Gladio hiçbir zaman tek bir teşkilat olmadı. Bunun içinde bir sürü çete vardı. O zaman baştan yanlış bir model ortaya konuyor. Ergenekon; Hizbullah’ı, İBDA-C’yi, PKK’yi kontrol ediyor. Ergenekon 33 askeri öldürüyor. Yani her şey tek bir merkezden yönetiliyor buna göre. Nasıl iş bu?

  • Başbakan Erdoğan Yarın ABD’ye Geliyor

    Başbakan Erdoğan Yarın ABD’ye Geliyor

    Saturday, 05 December 2009

    Başbakan Erdoğan’ın “yüklü gündemle” ziyaret edeceği ve resmi temaslarda bulunacağı ABD gezisi için yarın bu ülkeye hareket ediyor. Erdoğan, ABD Başkanı Obama’yı ziyareti sırasında Afganistan’a asker gönderilmesi konusu gündemin ilk sırasında yer alacak. Erdoğan-Obama görüşmesinde PKK ile mücadale ve Ermenistan, Kıbrıs ve İran başlıklarının da ağırlıklı olarak ele alınması bekleniyor.

    Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “yüklü gündemle” ziyaret edeceği ve resmi temaslarda bulunacağı ABD gezisi için yarın bu ülkeye hareket ediyor. Erdoğan, ABD Başkanı Obama’yı ziyareti sırasında Afganistan’a asker gönderilmesi konusu gündemin ilk sırasında yer alacak. Obama’nın “ilave asker” talebine, Erdoğan, Afganistan’daki Türk askeri sayısının 800’den 1700’e çıkartıldığı hatırlatarak, muharip güç yollanamayacağını ancak Türkiye’nin, Afgan askerinin eğitimine katkılarını artıracağı mesajını verecek.
    Başbakan Recep Tayyip Erdoğan yarın Amerika’ya giderek, ABD Başkanı Barack Obama ile 7 Aralık’ta Washington’da masaya oturacak. Irak’tan Afganistan’a, Balkanlardan Orta Doğu’ya, Kıbrıs’tan Kafkaslara, terörle mücadeleden enerji arz güvenliği ve küresel mali krize kadar geniş bir dosyası olan Erdoğan, terörle mücadelede somut adımlar atılmasını isteyecek.

    -AFGANİSTAN İLK MADDE-

    ANKA’nın diplomatik kaynaklardan edindiği bilgiye göre, Erdoğan-Obama görüşmesinin ağlık noktasını Afganistan konusu oluşturacak. Görüşmelerde Afganistan’a Türkiye’nin 2001’den bugüne kadar 200 milyon dolardan fazla katkı sağladığının altı çizilecek. Türkiye’nin, Afgan halkına yardım etmeye devam edeceği mesajına vurgu yapılarak, Türkiye’nin 800 olan asker sayısının 1 Kasım’dan itibaren Kabil bölge Komutanlığı’nı üstlenmesiyle bin 700’e çıkartıldığı hatırlatılacak. Erdoğan, bu artırımın zaten destek olduğuna işaret ederek, Türkiye’nin daha fazla muharip güç yollayamayacağı ancak Afganistan polis ve askeri teşkilatlarının oluşturulması için katkılarını artıracağına dikkat çekilecek.

    -PKK İLE MÜCADELE-

    Görüşmede PKK ile mücadelenin de ağırlıklı olarak ele alınması bekleniyor. Erdoğan, Amerika’dan “Irak’tan çekilmeden Kuzey Irak’taki terör varlığını bitirilmesi” için destek ve Kandil’de konuşlanan örgütün hareket alanının daraltılmasını isteyecek ve kuzey Irak’taki “Örgüt üyelerini teslim edin” talebini tekrarlayacak.

    -KIBRIS-

    Erdoğan’ın Obama ile yapacağı görüşmede ele alınacak önemli dosyalardan biri de Kıbrıs. Türkiye bir kez daha “Çözüm için zaman daralıyor” diyerek, çözüm için Ankara’nın yeni hedefinin Nisan 2010 olduğu anlatılacak. Nisan 2010’daki Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı seçiminden önce, inisiyatif için ABD’den çözüm için destek teklifinde bulunulacak ve Amerika’nın özel bir Kıbrıs temsilcisi ataması da istenecek.

    -İRAN-

    Washington yönetiminin dosyaları arasında ise, İran’ın nükleer faaliyetleri bulunuyor. Gündemdeki başlık Batı’nın tüm önerilerini reddeden ve son olarak da nükleer silahsızlanma anlaşmasından çekilebileceğini söyleyen İran’a uygulanacak yaptırımların neler olabileceği tartışılacak. ABD, Türkiye’den bu konuda net tavır sergilemesini isteyecek. Türk tarafının buna vereceği cevabın “Barışçıl amaçlı nükleer teknolojiye herkes sahip olabilir, nükleer silahlar insanlık için büyük tehdittir ancak diplomasi ve diyalog yolu korunmalıdır” olması bekleniyor.

    -ERMENİSTAN İLİŞKİLERİ-

    Bu arada, Amerika’nın Türkiye-Ermenistan ilişkilerin gündeme getirmesi bekleniyor. Obama yönetimi iki ülke arasında imzalanan protokollerin TBMM’den geçirilmesi konusundaki beklentilerini yenileyecek. Türkiye’nin bu talebe cevabı Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki Dağlık Karabağ konusunda atılacak adımlar olacak. Ermenistan’ın Dağlık Karabağ’dan çekilmeden protokollerin Meclis’ten geçirilmesinin zorluğu dile getirilecek.

    Öte yandan Enerji konularında özellikle Nabucco projesinde gelinen aşamanın da Erdoğan-Obama görüşmesinde ele alınması bekleniyor.

    -MEKSİKA ZİYARETİ-

    Bu arada Erdoğan, 9 Aralık’ta Meksika’ya giderek, Cumhurbaşkanı Felipe Calderon ile de görüşecek. Görüşmede, ikili ilişkilerin yanısıra, iki ülkenin aynı dönem için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi geçici üyeliği bağlamında, güncel bölgesel ve küresel konuların da ele alınacağı belirtiliyor.

    (ANKA)

  • Fethullah Gülen’i Sorusturan Başsavcı için 26 yıl istendi

    Fethullah Gülen’i Sorusturan Başsavcı için 26 yıl istendi

    bassavci
    Ali DAĞLAR / İSTANBUL 4 Aralık 2009

    Adalet Bakanlığı, İsmailağa ve Fethullah Gülen cemaatlerine yönelik iki ayrı soruşturma başlatan Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner hakkında görevi kötüye kullanmak, imar kirliliğine neden olmak ve resmi belgede sahtecilik suçlamalarıyla dava açtı.

    Bakanlığın 30 Kasım tarihli kovuşturma izni ile hazırlanan iddianamede şüpheli Başsavcı Cihaner’in 26 yıla kadar hapsi isteniyor.

    İddianamenin “ihbar edenler” bölümündeki “Duyarlı ve mağdur bir vatandaş”, “İkram Çamur”, “Hakan Vural” müstear isimleri dikkat çekti. İlgili kanun, hakimler ve savcılar hakkındaki şikayetlerde “başvuru sahibinin adı, soyadı, iş ve ikamet adresleri, TC kimlik numarası bulunmayan” ihbar ve şikayetlerin işleme konulmayacağını öngörüyor.

    Adalet Bakanlığı’nın düzenlediği fezlekeyle en yakın ağır ceza mahkemesi olarak Tunceli Ağır Ceza Mahkemesi’nde açılan davanın iddianamesinde Erzurum ve Erzincan Cumhuriyet Başsavcılıkları arasındaki yetki tartışmalarına da yer verildi. İsmailağa Cemaati ile ilgili soruşturmayı uzun süren yetki tartışmalarının ardından örgütün silahlı olduğunu belirten bir ihbar mektubunu gerekçe gösteren Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığı’nın almasından sonra, Fethullah Gülen cemaatiyle ilgili soruşturma dosyasını da Erzincan’dan istediği iddianameyle ortaya çıktı. İddianamede Cihaner hakkında “Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığı’nın ilgili şahıslar hakkında (teknik takip, adli dinleme) bulunup bulunmadığının araştırılarak gönderilmesini talep ettiği halde, yaptığı soruşturmayı gizleyerek bulunmadığı şeklinde yazı gönderttiği ve soruşturmaya devam ettiği…” ifadeleri yer aldı.

    İddianamedeki suçlamalar

    Erzincan Cumhuriyet Başsavcılığı’nın başlattığı iki cemaate yönelik iki ayrı soruşturmayla ilgili Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yetkisinde olduğu değerlendirilerek bilgi talep etmesine rağmen soruşturmayı gizlemek,
    Erzincan Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilen, bir kamu görevlisinin kaleme aldığı öne sürülen şikayet dilekçesinde Fethullah Gülen taraftarı dini grubun şeriat ihtilali planladıkları dile getirilmesine bu iddianın Erzurum yetkili cumhuriyet savcılığının yetki alanında olmasına rağmen yazışmaları sürdürerek ısrarla soruşturmaya devam etmek,
    Yıllık iznini kullanıp döndükten sonra 22 Eylül 2008 tarihinde göreve başlamasına rağmen 20 Eylül Cumartesi günü göreve başlamış gibi 22 Eylül’de bakanlığa telgraf çektirerek resmi evrakta sahtecilik yaptığı,
    Resmi bir ödenek olmadığı halde adliye lojmanlarının bahçesine, haklarında kamu davaları bulunan üç kişinin de yardımlarıyla ilgili yerlerden yapı izni almadan, bilirkişi raporuna göre imar mevzuatına aykırı ölçülerde 101 metrekarelik alana kameriye yaptırarak imar kirliliğine neden olmak, yargı camiasının saygınlığına ve tarafsızlığına gölge düşürmek. Başsavcı Cihaner iddianameye itiraz edecek, itirazın reddi halinde yargılama Yargıtay’da yapılacak.

  • Korumalı: Tuğrul Keskingören Tarafindan WASHINGTON YORUMLARI

    Korumalı: Tuğrul Keskingören Tarafindan WASHINGTON YORUMLARI

    Dikkat

    Yasaklanan, sansürlenen, hakkında bazı ülke yasalarına göre soruşturma açılan ve herkese açık olmasının propaganda niteliği taşıması ihtimali olan içerikler genel izleyiciye açık değildir. Sadece üyelerimiz içindir. Üyelik ücretsizdir ve dilediğiniz zaman ayrılabilirsiniz. Üyeler:

    • Bulundukları ülkenin kanunlarına uygun içerikleri görebilir
    • Yönetime katılabilir
    • Oy verebilir
    • Diğerleri ile arkadaş olabilirler

    Üye olmak için lütfen buraya tıklayın

    Üyeliğiniz onaylandıktan sonra devam edebilirsiniz


  • İSRAİL, İRAN, PAKİSTAN  AFGANİSTAN

    İSRAİL, İRAN, PAKİSTAN AFGANİSTAN

    ERGUN OZGEN

    Turkish Forum danisma Kurulu Uyesi

    Ergun Ozgen <ergunozgen@superonline.com>

    Genelde, İsrail’in  Pakistan ile doğrudan bir  ilişkisinin olmadığı  görüşü söz konusu olmakla          beraber, son gelişmeler dikkate alındığında peş peşe  ortaya çıkan  sorunlar bazı çağrışımlara neden olmaktadır.

    Mart  2009  ayı başlarında CENTROM  komutanı  general Petrous’un    baş                   danışmanının o tarihlerde   6 ay içinde Pakistan’ın  dağılacağına yönelik  ifadesinin  basında yer aldığı hatırlanacaktır! Geçen süre içersinde Pakistan ile  Hindistan arasında Mumbai olayında olduğu gibi ortaya çıkan  bazı terörist saldırıların hasıl ettiği gerginlikler, diğer yönden de gene o tarihlerde Svat vadisinde Taliban saldırılarının  artmış olması, Pakistan’ın mevcut olan sıkıntılarını büyütmüştür…

    Diğer yönden, özellikle Pakistan’ın bir İslam ülkesi olarak  elinde Atom başlıklarının bulunması da, İsrail ve ABD’yi rahatsız eden faktörler içinde ayrıca yer almıştır.  ABD yönünden bir diğer açı ile bakıldığında ise, Afganistan’daki varlığının  önemli nedenlere bağlı olduğu da görülmektedir…Bu hususta,

    *Türkmenistan  Doğal Gazının kuzeyden güneye  Belucistan  bölgesindeki Gvadar limanına  indirilmesi,

    *İran doğal gazının, Pakistan ve Hindistan’a naklinin Afganistan üzerinden ABD kontroluna alınması veya engellenmesi,

    *Hazar petrol bölgelerine yakın bir konumda Hazar ve Türkmenistan’ın güneyindeki coğrafyanın  ABD kontrolunda bulundurulmasının sağlanması.

    *Bir diğer yönden de, Çin’i batısından kuşaklanacak şekilde bilinen coğrafyanın jeostratejik açıdan  denetiminin  sağlanması,

    * Aynı mantık içinde, İran’ın da  doğusundan  Afganistan üzerinden  ayrıca  çevrilmesinin asli nedenler içinde görüldüğü söylenebilir.

    *Bu bağlamda, bir süre önce, İngiliz Genel Kurmay Başkanının, Afganistan’da uzun seneler kalınabileceğine ilişkin ve basında yer alan ifadesinin de ön görülen hedefler açısından  değerlendirilmesi  gerekmektedir…

    Her ne kadar, ABD’nin  Afganistan’daki varlığı,  Taliban terör örgütüne karşı  bir refleks olarak nitelenmekte ve bu konuda da  gereken uluslar arası desteği sağladığı da  kabul edilmekle beraber şu soruyu da sormak gerekmektedir…Asli sebep, Taliban mıdır? Yoksa,bölgede  jeopolitik ve jeostratejik  çıkarlar mı söz konusudur?

    Konu hakkında ,karşıt bir görüş açısı ile süreç sorgulandığında,  bilinen terör örgütlerinin tümü, bu sürecin sonunda  tasfiye edilmiş olsa  ve bölgede ön görülen  güvenlik sağlanabilse, ABD Afganistan’dan tümü ile çekilebilecek midir? Bu sorunun cevabının yukarıdaki maddeler ile birlikte değerlendirilmesinde yarar vardır!!!

    Kısaca, genel  görüntü dikkate alındığında ve konuya bu coğrafyadaki hesaplar  yönünden bakıldığında, bir taraftan  İsrail’in , ABD yönetimini İran’a  karşı bir askeri yaptırım konusunda  etkilemeye çalışması da  olayların  seyri ve paralelliği  içinde  ayrıca  hissedilmektedir… Bu bağlamda, İsrail’in politik hedefleri ile ABD’nin  bölgede örtüşen  hedefleri dikkate alındığında, ABD’nin gerek Afganistan’da  etkinliğinin sürmesi yanında  enerji hatlarının  denetiminin geleceği  ve ayrıca da Atom başlığına sahip Pakistan’ın  mutlak denetiminin sağlanması ön görülen hususlar içinde yer almış gibidir…

    Konu ile ilgili olarak,zaman içersinde  Pakistan’dan koparılmış bir Belucistan’ın da gene ABD  denetimine alınmasının,kuzey güney ekseninin güvenliği yönünden  birilerinin temennileri içinde olduğu hissedilmektedir…Böyle bir  durumunda , Türkmenistan ve Hazar bölgesinden güneye  döşenmesi ön görülecek Doğal Gaz hattının da Gvadar limanına indirilmesi mümkün olabilecektir..Bu   anlamda  da söz konusu  enerjinin  nakli,  bölgeden ABD denetiminde  sağlanabilecektir. Bu açıdan bakıldığında , ileriye yönelik uzun vadeli  bir projenin  varlığından ayrıca  söz etmek  mümkündür…

    Özetle, böyle bir uygulamanın enerji  güzergahları konusunda mevcut bulunanların dışında  ayrı bir alternatif imkanı vereceği de  dikkate çarpmaktadır!  Esasen, geçmiş yıllar içinde  UNUCAL şirketinin Türkmenistan  doğal gazının  güneye Arap Denizine kadar  aktarımı konusundaki anlaşması  hatırlandığında  olaylara bu açıdan  bakmak da zorunlu olmaktadır…

    Konuya tekrar dönüldüğünde  ve  mevcut görüntü içinde, İsrail’in   uygun koşullarda İran’a karşı ABD ile bir yaptırımda bulunmasının düşünülmekte  olması,  ortaya çıkan olaylar da dikkate alındığında,  durum, farklı   çağrışımlara neden olmaktadır. Hatırlanacağı üzere,

    • Birkaç ay önce bazı İsrail savaş gemilerinin Kızıl denize indirilmiş olmaları,
    • Yakın zamanda, 17 ABD. savaş gemisinin İsrail  limanlarına gelmeleri,
    • ABD,ait  hava savunma füze rampalarının İsrail’de konuşlandırılmaları,
    • Ekim 2009  içinde İsrail ile ABD arasında  “Juniper Cobra 10” adı ile  ortak füze savunma tatbikatının yapılması,
    • Türkiye’de de Barış Kartalı adı verilen  tatbikata  ABD, İsrail ve İtalyan  hava kuvvetlerinin  katılmaları ve bu tatbikatın da   bu zaman aralığı içine  denk gelmiş olması…
    • Ancak, süreci değerlendiren Türkiye’nin bu tatbikattan İsrail’i hariç tutması ile  tatbikatın  ertelenmesi,.ister istemez zamanlama  bakımından ilginç bir görüntü sergilemiştir!.
    • Bu arada, Obama’nın danışmanları içinde tekrar yer almış bulunan Brezezinski’nin, İsrail ‘in  saldırgan politikalarına karşı  olduğu da,  bir nevi muhalefet şerhi şeklinde   görülmüştür….

    Açı biraz daha büyütülerek olaylara bakıldığında  çok yakın bir süre önce, İran’a karşı , Pakistan’ın  Belucistan  hududu üzerinden  gelen bombalı saldırıda, 30 yakın üst düzey İranlı’nın ölmesi, İran, Pakistan gerginliğine neden olmuştu!  Gene hatırlanacağı üzere, yukarıda belirtilen  gelişmeler paralelinde  Barış kartalı tatbikatının  bu dönem içindeki  yakın zaman  dilimine denk geldiği  de  dikkatlerden kaçmamıştı.

    Özetle, ortaya çıkan görüntüye  göre. Bir yönü ile,  Belucistan’daki  bombalı saldırı ile gerginleştirilerek  bir çatışma ortamına itilmek istenilen  İran,  Pakistan  sorunu  yaratılmak istenilmiş gibidir…

    *Böyle bir ihtilafın  silahlı çatışma sürecini büyütmesini kimler ne için isteyebilecektir?

    *Diğer yönden ise,  Pakistan, kuzeyde Svat’ta Talibanla mücadele ederken, güneyde de İran ile çatışma  ortamına itilmesi, bu ülkeyi iki cephe  sorunu ile karşı karşıya  getirilmiş olmayacak mıdır?…

    *.Bu sürecin sonucu bölgeyi kontrol etmekte olan bir diğer  güç merkezine  bu tarz gelişmeler müdahale için bahane ve  insiyatif sağlamayacak mıdır?

    * Bu da Belucistan’ın Pakistan’dan koparılması için birilerine imkan sağlamış olmayacak mıdır?

    Konuya bu açıdan da bakıldığında,

    Böyle bir süreçte,

    • Pakistan iki cephede  kalabileceği gibi,  Belucistan üzerindeki kontrolunu da kaybetme durumunda kalabilecektir…Bu bahane  ise, ABD’nin bölge üzerinden  Gvadar’a yerleşmesine imkan sağlayabilecek bir ortam oluşturulabilecektir…
    • Muhtemel  bir İran, Pakistan gerginliği ise, stratejik açıdan İsrail’e ve ABD’ye İran’a karşı bir askeri yaptırım  insiyatifini de sağlayabilecek  ve  İran’da bir taraftan Pakistan ile  çatışma durumunda iken diğer yönden de  İsrail ve ABD  saldırısı karşısında o da iki cephede  kalabilecektir.
    • ABD’nin İsrail’de konuşlandırılan hava savunma füzeleri  ile, 17 savaş gemisinin bölgede ayrıca  yer almaları, Barış Kartalı tatbikatının da zamanlama itibariyle yakın döneme denk gelmesi bu açıdan bakıldığında  acaba bir tesadüf müdür?
    • Türkiye’nin de Barış Kartalı tatbikatı adı altında  olayın kenarından içine itilmesinin  ihtimaller içinde yer aldığının  bu bağlamda gözden uzak tutmaması da gerekmektedir.
    • Hatırlanacağı üzere,  Suriye’ye geçmiş yıllarda  İsrail’in yapmış olduğu bir hava operasyonundan dönen  uçakların  boş yakıt tanklarının  Türkiye toprakları içine bırakması bir tesadüf mü olmuştur? Yoksa  o tarihlerde Suriye, Türkiye arasında bir gerginlik için ayrı bir operasyon mu olarak bu uygulama  düşünülmüştür?

    Türkiye’nin Barış kartalı tatbikatındaki kararlı  tavrı hatırlandığında gelişmeler  gene birilerini ziyadesi ile rahatsız etmiştir… Diğer yönden , takip eden süreçte gerek Türk Genel Kurmay Başkanının Pakistan’ı ziyareti,  ayrıca Başbakanın da Pakistan ve  İran’ı ziyaretleri , Türkiye’nin  konuya olan duyarlığını  yansıtmıştır. Ayrıca Türkiye’nin bu konudaki  ön görüsü de   muhtemel bir  operasyonun  sonuçsuz kalmasına neden olmuş gibidir…

    Gelişmelerin getirdiği noktaya dikkat edildiğinde, İran ve Pakistan  muhtemel olan bu  senaryonun oyuncuları olmaktan ve   tahriklerden  kaçınmışlardır… Ayrıca,son günlerde  İran’ın  siyasi alanda verdiği cevaba dikkat edildiğinde ise,  yeni nükleer tesisler kurulmasına ilişkin tavrında, bir  şekilde  gelişmelere karşı sert bir  tepkinin varlığı hissedilmektedir…

    Belirtilen nedenle Türkiye’nin konuya ilişkin  siyasi kararlılığı ve  TSK’nın olaya yaklaşımı şeytan  teorisyenlerini  fazlasıyla rahatsız etmiş gibidir… Bu bağlamda  esasen  uzun zamandır TSK üzerinde operasyon uygulamakta olan malum çevrelerin psikolojik harekat  yöntemleri içindeki kara propagandaları ise tekrar, tekrar  devreye sokulmuştur!…Yansımalardaki  zamanlamaya dikkat edildiğinde  Ergenekon adı verilerek sürdürülmekte olan  davada TSK’yı  yıpratmaya yönelik  ithamlar, intikam duyguları içinde,  gene aynı ağızlardan ve aynı üslupla , peş peşe  belli yayın organları üzerinden servise konulmakta ve dozajı da  arttırılmaktadır…

    İmzasız mektuplar ithamlar ve  içeriği boş  dosyalar ile yapılan  suçlamalar sürmektedir. Özellikle operasyonları bozulan dış güçlerin  ülkedeki  taşoronları aracılığı ile,  kurumlar arası güvenliğin sarsılması amaçlamakta oldukları da hissedilmektedir!.. Diğer yönden de    TSK   ile  Siyaseti   karşı karşıya getirecek ve kurumlar arası çatışmayı büyütecek  şekilde bir takım iddialar   intikam hesabı içinde sürekli olarak  gündeme oturtulmak istenilmektedir… Giderek ayrıştırılmak istenilen toplum, bu kere de sivil asker karşıtlığı  içinde  çatışma ortamına  çekilmeye  çalışılmakta, kışkırtmaların sokağa taşınması ile de iç  huzurun bozulması için ortam oluşturulmaktadır…

    Türkiye’nin dış politika stratejisindeki  son dönem gelişmeler dikkate alındığında, Ankara, Moskova ekseni ve AVRASYA politikası dışında, Türkiye’nin İran, Suriye ve diğer  Orta   Doğu ülkeleri yanında Afrika ülkeleri, Çin Hindistan, Pakistan  vb. Asya Pasifik ülkeleri ile siyasi, kültürel ve ticari ilişkilerini geliştirmesi birilerini ziyadesi  ile rahatsız etmiştir…. AB. Yapısı, Asya  ve Afrika ülkeleri  ile LOME, ARUSHA, MEDA, YAUNDE gibi anlaşmalar ile ticaretlerine boyut kazandırırken  konuya itiraz etmeyenler, Türkiye’nin bu ülkeler ile ilişkilerini çok yönlü olarak  geliştirmesini  yadırgar olmuşlardır…

    Kısaca  konunun  gerçek  yönü , Batının  üç asırlık  Türkiye’yi  TECRİT  politikasının  bozulmasının şaşkınlığı yaşamasıdır… Bu bağlamda da jeostratejik  bakış açısından  Türkiye’yi  tekrar tecrit arayışları başlamıştır. Gelişmelere bakıldığında  ülkeyi  içeriden karıştırmanın  yöntemlerinde  Atlantik’in  Doğusu ve Batısındaki  dostlarımızın(!) müdahil olmaları artık sürpriz etkisi yaratmamaktadır!… Dolayısı ile, İsrail, İran, Pakistan üzerinde sürmekte olan ve Afganistan coğrafyasında yansıyan görüntülerin Türkiye ayağı ile   birlikte çok yönlü olarak değerlendirilmesinde yarar vardır…

    ERGUN ÖZGEN

  • “Demokratik Açılım” Washington’da Tartışıldı

    “Demokratik Açılım” Washington’da Tartışıldı

    Wednesday, 02 December 2009 10:45

    ABD’deki düşünce kuruluşlarından Carnegie Endownment uzmanı, Lehigh Üniversitesi uluslararası ilişkiler profesörü Henri Barkey, “demokratik açılım” sürecini, “(Kürt meselesinin) çözümü yolunda 1993’ten beri gerçek anlamda ilk fırsat ve Türkiye’de bu konuda yürütülen gelmiş geçmiş en kapsamlı ve en uyumlu girişim” olarak niteledi. Carnegie Endowment’ta düzenlenen “Türkiye’deki Kürt Açılımı: Kökenleri ve Geleceği” başlıklı panelde konuşan Barkey, “8.Cumhurbaşkanı Turgut Özal’dan beri, 1993’ten bugüne kadar bu konuda gerçek bir fırsat olmadı. Başarılı olur mu olmaz mı zaman gösterecek, ama bence (bu süreç) Türkiye’de bu konuda yürütülen en uyumlu ve en kapsamlı girişim, Kürt meselesine yönelik bir zihniyet değişikliğine de işaret ediyor ki bu da çok önemli bir gelişme” dedi.

    Konuşmasında, “demokratik açılım”ın arkasındaki nedenlere değinen Barkey, bunlardan en önemlilerinden birinin Irak’taki savaş ve ABD’nin Irak’tan çekilme kararı olduğunu savundu.

    -“KUZEY IRAK POLİTİKASINDA 180 DERECELİK DEĞİŞİM”-

    Barkey, Türkiye’nin kuzey Irak politikasının son bir yılda 180 derece değiştiği, Türkiye’nin Irak’taki en önemli müttefiklerinin Kürtler olduğu “ilginç bir durumun” ortaya çıktığı, Iraklı Kürtlerin de Türklere daha fazla yakınlaştığı görüşünü dile getirdi.

    Barkey, “terör örgütü PKK’nın da Iraklı Kürtlerce artık istenmediğini, şiddetle bir yere varamayacaklarını ve artık değişme zamanının geldiğinin farkına vardığı”nı belirtti.

    MİT Müsteşarı Emre Taner’ın 2000’lerin ortalarında kuzey Irak’ı ziyaretini hatırlatarak, “demokratik açılım”la ilgili çalışmaların aslında çok önceden başladığını belirten Barkey, hükümetin “komşularla sıfır sorun” siyasetinin iç sorunların çözümünü gerektirdiğine işaret etti.

    Barkey, ordunun da çok önemli değişim geçirdiğini, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un da askeri yolla çözüme ulaşılmasının mümkün olmadığı tespitine vardığını öne sürdü.

    Türkiye’nin güneydoğusundaki halkın da değiştiğini ve savaştan artık bıktığını ifade eden Barkey, Türkiye’deki Kürtlerin, Irak’ın kuzeyindeki gelişmelerden ötürü kendilerine güvenlerinin arttığını belirtti.

    Barkey, “demokratik açılım” paketinin ortaya atılmasında AB’nin de çok önemli bir katalizör rolü oynadığını kaydederek, Kopenhag kriterlerinin büyük çoğunluğunun demokratikleşmeyle ilgili olduğuna dikkati çekti.

    -“SÜREÇTEN GERİ DÖNÜŞ ARTIK MÜMKÜN DEĞİL”-

    “Kürt meselesi”ni çözmeden AB’ye üyeliğin mümkün olmadığını herkesin bildiğini söyleyen Barkey, demokratik açılımın uzun ve zor bir süreç olduğunu, süreçte zaman zaman gerileme ya da ilerlemelerin görülebileceğini, ancak bu süreçten geri dönüşün artık mümkün olmadığını savundu.

    ABD’deki diğer bir düşünce kuruluşu Dış İlişkiler Konseyi uzmanı Steven Cook ise konuşmasında ağırlıklı olarak Türk-Amerikan ilişkilerine ve Türkiye’nin dış politikasına değindi.

    Cook, Irak ve Ermenistan gibi konularda ABD’nin desteğini alan gelişmelerin olduğunu, ancak Türk dış politikasıyla ilgili olarak Washington’daki yetkililerin “kafalarını karıştıran” birtakım konuların da bulunduğunu savundu.

    Türkiye ile İsrail ilişkilerinde yaşanan gerilemeye atıfta bulunan Cook, bunun ne Türkiye, ne İsrail, ne de ABD’nin çıkarına olduğu görüşünü dile getirdi.

    “Türkiye’nin İsrail ile ilişkilerinin seviyesini düşürüp, ‘kendisiyle birlikte bölgedeki en güçlü orduya sahip’ İsrail’i Anadolu Kartalı tatbikatından çıkarırken, Suriye ile ilişkilerini ise geliştirdiğine ve ‘en iyi haliyle üçüncü sınıf’ diye nitelediği Suriye ordusu ile bağlarını güçlendirme yönünde zemin hazırladığını” iddia eden Cook, bu durumdan Genelkurmay Başkanlığı’nın da memnun olmadığını öne sürdü.

    -“TÜRKİYE, NÜKLEER PROGRAMI İRAN’DAN BİLE İYİ SAVUNUYOR”-

    Washington’da “kafaları karıştıran” bir diğer hususun da Türkiye’nin İran konusunda tutumu olduğunu savunan Cook, Ankara’nın İran’ın nükleer programını İran’dan bile daha iyi savunduğunu iddia etti.

    “Demokratik açılım” konusunda Cook, Obama yönetiminin, Türkiye’nin, Irak’ın kuzeyinde istikrarı sağlamlaştırma yönünde atacağı her adımı destekleyeceğini, ancak kendisinden özel bir katkı talebi gelmedikçe, bu konunun Türkiye’nin iç meselesi olarak görüldüğünü belirtti.
    Başbakan Erdoğan’ın Wasington’a yapacağı ziyarette 4 konunun öne çıkacağını da belirten Cook, bunları “Afganistan-Pakistan (AfPak), İran, Ermenistan ve Ankara ile Erbil arasındaki ilişkilerin gelişimi” olarak sıraladı.

    Cook, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun “Stratejik Derinlik” kitabına da değinerek, “Ne için stratejik derinlik? Türkiye’nin neden stratejik derinliğe ihtiyaç duyduğu açık değil. Ankara’da, Türkiye’nin ABD ile Tahran arasında aracı rolü oynayabileceği şeklinde hatalı bir varsayım var. ABD zaten İran’la görüşüyor, aracı kullanmamızı gerektirecek bir neden yok” diye konuştu.

    -“TÜRKİYE’NİN ROLÜ AZALACAK”-

    ABD’deki bir önceki yönetim sırasında Türkiye’nin Orta Doğu’da oynadığı rolün de “çok büyütüldüğünü” öne süren Cook, ABD’nin, yeni dönemde Orta Doğu’ya yeniden odaklanmaya başladığı, İsrail-Filistin meselesinin çözümü ve Suriye ile temas kurmaya dair ilgisini tazelediği göz önüne alınırsa, Türkiye’nin rolünün muhtemelen azalacağı iddiasında bulundu.

    Cook, Türkiye’nin Orta Doğu barış sürecinde önemli rol oynamasının, İsrail ile ilişkileri gerilediği müddetçe çok zor olduğu görüşünü de dile getirdi.

    Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Kemal Kirişçi de, açılım sürecinde “güven artırıcı önlemler” gayesiyle atılan adımlara değindiği konuşmasında, açılımın en zorlu ve tartışmalı kısmının, “Türklük kavramının yeniden tanımlanmasına dair gereksinim duyulan anayasa değişiklikleri” ve eğitimle ilgili hususların olduğunu ifade etti.

    Kirişçi, Türkiye’nin demokratikleşme bağlamında 10 yıl öncesine “iki ayrı dünya” olarak nitelenebilecek çapta değişim geçirdiğini da belirtti.

    AA