Etiket: Abdullah Gül

  • Normalleşen Türkiye’den bir fotoğraf

    Normalleşen Türkiye’den bir fotoğraf

    FOTOĞRAFTAKi elleri kelepçeli genç adam bir terörist değil.

    Bir cani, bir tecavüzcü, soyguncu değil.
    Ülkesine ihanet eden bir hain değil.
    O bir gazeteci…
    Aydınlık Dergisi’nin Genel Yayın Yönetmeni.
    Adı Deniz Yıldırım…
    Dergide “Beşiktaş Terör Örgütü” başlıklı bir haber yayınladığı ve bu haberde Beşiktaş İstanbul Adliyesi’nde görevli yargıç ve savcıları hedef gösterdiği
    iddiasıyla suçlanıyor.
    Bu nedenle Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklu.
    Pek çok aydın, bilim adamı, gazeteci, yazar-çizer, asker Silivri Cezaevi’ne kapatıldı.

    Deniz Yıldırım, 18 Şubat 2010 Perşembe günü tutuklu bulunduğu Silivri Cezaevi’nden ifadesi alınmak üzere İstanbul Adliyesi’ne getirildi.
    Elleri kelepçeli, kollarından sıkı sıkı tutan iki jandarma arasında…


    Deniz Yıldırım
    adliyeye girerken kelepçeli kollarını öne doğru uzatarak bağırdı:


    “İşte basın özgürlüğü…”

    Acı ve hazin dolu bir görüntü.


    AKP’liler ve yandaşları koro halinde “Türkiye normalleşiyor…” diyorlar.


    “Türkiye demokratikleşiyor…”
    masalları anlatıyorlar.


    “Türkiye sivilleşiyor…”
    diye nutuk atıyorlar.
    Oysa Türkiye ne normalleşiyor, ne demokratikleşiyor, ne de sivilleşiyor…
    Türkiye giderek “zıvanadan” çıkıyor…
    Türkiye karanlık bir faşizme doğru sürükleniyor.
    Bir gazeteci olarak yukarıdaki fotoğraf benim yüreğimi kanattı.
    Ben, meslektaşım Deniz Yıldırım’a vurulan kelepçeye isyan ettim.
    Ve o fotoğraftan utandım.
    Acaba ülkeyi yönetenler, Türkiye’nin normalleştiği, demokratikleştiği, sivilleştiği yalanlarını savuranlar bu fotoğraf karşısında ne yaptılar?
    Acaba onlar da utandı mı?

  • Almanya Kassel Sehrinde Hocali Soykirimini Anma

    Almanya Kassel Sehrinde Hocali Soykirimini Anma

    Onumuzdeki hafta Persembe aksami 18:00 de Almanyanin Kassel sehrinde, Kassel universitesi kampusunde Hocali Soykirimini Anma programi duzenlenecektir. Tum Soydaslarimizi Hocali Soykirimini Anma Programina Bekliyoruz.

    NOT: HAKIKATLERI KENDIMIZ OGRENMEDEN KIMSEYE HAKLI OLDUGUMUZU ANLATAMAYIZ.

    Organizatorler;
    Alman-Azerbaycan Genc Ogrenciler Dernegi & Türk Ogrenciler Dernegi

    Program detaylari;
    Tarih:
    Saat: 18:00-20:00
    Adres: Kassel Universitesi Ana Kampüsü
    Nora Platiel str. 5
    Salon: 109/110
    Kassel, Almanya

    Program Akisi;
    Azerbaycan`in Berlin büyükelciligi temsilcisinin konusmasi Alman-Azerbaycan forumu baskani Otto Hauser`in konusmasi Hocali soykirimi ile ilgili sunum Hocali soykirimi ile ilgili videoklip Soru-cevap fasli Hocali Soykirimi resimleri sergisi

    TARIH: 25. 02. 2010 Persembe
    SAAT: 18:00 – 20:00

    ILETISIM:
    Ahmet Görgen
    Tel: 0049 151 10 99 60 57
    ——————–

  • İntihar etmedi öldürdüler

    İntihar etmedi öldürdüler

    ANKARA 20 Şubat 2010

    Dikmen’de 25 Şubat 2009’da aracında ölü bulunan ve intihar ettiği gerekçesiyle soruşturması kapatılan Özel Harekât Daire Başkanı Behçet Oktay’ın dosyası yeniden açıldı.

    Ankara 4’üncü Sulh Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmada, Oktay ailesinin avukatı Ülkü Gedikli, Oktay’ın kızkardeşi Şule Oktay’a gönderilmiş isimsiz mektubun aslını mahkemeye verdi. Hâkim Erdal Işık, 1 sayfalık iki yüzü de el yazısı ile yazılı mektubu dosyaya koydu. Mektup özetle şöyle: “O gece orada olanları gördük. Arabayı sanki birileri bile bile kara sapladı. Apartmandan çıkan bir kişi arabayı bekliyordu. Arabadan 4 kişi indi. Arabanın arkasında iki kişinin arasında ya baygın ya yaralı birisi vardı. O perişan kişi bir ara direnmeye kalkışınca arabanın sağ tarafında bir arbede çıktı. Sonra o perişan görünümlü kişiyi sürükleyerek arabanın sol tarafına götürdüler. İki kişi hızla uzaklaştı. Biri apartmana diğeri başka bir yöne gitti. Çok kısa bir süre sonra bir silah sesi duyduk. Silah sesinden yarım dakika sonra bir ambulans bir polis arabası geldi. Ambulans ve polis arabasının sokağın başında bekliyor olması lazımdı. Orada bekleyenlerden uzun boylu bıyıklı olanı polis arabasına bindi. Bu kişi dışarda arabanın biraz uzağında duran bir poşetin içinden bir hediye paketi alıp kazağının altına koydu. Poşeti boş olarak bıraktı. Bir kişiyi sedyeye koydular. Sedyeye koymadan önce yatan kişinin iki koluna da iğne yaptı. Ambulansın ve polis arabasının olay yerinden ayrılışında saat 01.30’du. Bu araçlar hareket ederken diğer polis arabaları geldi. Bu polisler de yarım saat kaldılar. Ayak izine, etrafa hiç bakmadılar. Savcı gelmedi. Sonra öğrendik ki o kişi Behçet Oktay’mış. O intihar etmedi. O gece oraya gelen polisler bizim bildiğimiz polislere benzemiyordu. Gazete haberlerinin hepsi yalan. Böyle büyük bir adamı öldürdüler.”
  • Org. Başbuğ: ‘Hani suikast yapacaklardı?’

    Org. Başbuğ: ‘Hani suikast yapacaklardı?’

    Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, balyoz darbe planı ve Arınç’a suikast iddialarına ilişkin çarpıcı açıklamalar yaptı. Genelkurmay Başkanı, Habertürk’ten Fatih Altaylı ve Murat Bardakçı’ya konuştu: Aylarca Deniz Kuvvetleri Komutanı’na suikast yazıldı. İşte 5. iddianame çıktı. Tek satır var mı?

    Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, “Ne yazıldı aylarca, Deniz Kuvvetleri Komutanı’na suikast yapılacaktı.  Her gün komutana suikast, komutana suikast, komutana suikast. Ne yapmak istiyorlar? ‘Bu denizciler kendi komutanlarına dahi suikast yaparlar’ demeye, herkesi buna inandırmaya çalışmadılar mı? Bence çalıştılar. Peki ne oldu? İşte 5. iddianame çıktı. Suikast girişimiyle ilgili tek satır var mı? Hani suikast yapacaklardı komutanlarına. 5. iddianamede, yani konuyla ilgili iddianamede yok. Bunun hesabını kim verecek?” dedi.

    ‘BENCE TEKNİK HATA VAR’

    İlker Bey, TSK ile ilgili vahim iddialar gündemde. Bunlar orduya olan güveni yıpratmaya yönelik ve başarılı oluyor. Ancak iddialar da vahim. Cami bombalamaktan tutun da emekliye ayrılmış bir denizaltıda bomba patlatıp çoluk çocuğu öldürerek ülkede kaos ortamı yaratma suçlamaları bile var.
    – Camide bomba patlamaya yanıt verdim zaten geçen hafta. Türk Silahlı Kuvvetleri böyle bir şey yapmaz. Bu çatı altındaki kimsenin aklından bile böyle bir şey geçmez. Denizaltıdaki bombalar ise apayrı bir konu. O patlayıcıların nasıl bulunduğunu biliyor musunuz?

    Evet, müzedeki gemide bulunmuştu. Galiba bir görevli bulmuştu.
    – Bulan, müzede görevli bir emekli astsubay. Bulunan patlayıcı yarım libre TNT ve artı iki burgu patlayıcı. Toplamı 400 gram civarında. Buluyor ve hemen müze müdürüne haber veriyor. O da Kuzey Deniz Saha Komutanlığı’na bildiriyor. Ekipler geliyor. İnceleme yapılıyor, tutanakla belgeleniyor, ardından da yasal prosedür gereği imha ediliyor. Bir teknik hata var mı? Bence var. Keşke Emniyet’e, polise de haber verilseydi diyebilirim. İyi olurdu. Burada söze Aslan Güner girdi ve “Gemilerde bulunan mühimmatın imhasıyla ilgili Deniz Kuvvetleri yetkili olduğu için o çerçevede hareket etmişler” dedi.

    İlker Başbuğ devam etti:
    – Tutanak tutuluyor ve ardından bunlar imha ediliyor.

    ‘PATLAYICILAR GÖZDEN KAÇMIŞ’

    Peki bu patlayıcılar gemiye nereden gelmiş? Menşei belli mi? Kim koymuş?
    – Bunları bilmiyoruz. Kuvvetle muhtemel bunlar zaten denizaltıda bulunan patlayıcılar. Çünkü denizaltılarda patlayıcı bulunur. Çeşitli nedenlerle. Bazen düşmanın eline geçmesin diye denizaltıyı batırmak için. Bazen buradaki kripto cihazları düşmanın eline geçmesin diye.  Muhtemelen bunlardan bir bölümü denizaltı hizmetten alınırken bir yerde kalmış olabilir. Bilmiyoruz.

    450 gram patlayıcı denizaltıyı batırır mı?
    – Batırmaz tabii. Bunlar kalmış olan, gözden kaçmış olan miktar olabilir.

    Gemiyi gezen çocukları öldürmek için konmuş olduğu iddia ediliyor.
    – Saçmalık.

    Patlasa ne olurdu peki?
    – Elbette kısmi bir zarar olurdu ama gemiyi batırmazdı. Patladığı bölgeye zarar verirdi. Dışarıya bir etkisi olmazdı.

    BİZİ GEÇMİŞE GÖTÜRÜYOR

    Deniz Kuvvetleri sürekli gündemde. Ne oluyor orada? Kendi komutanına suikast yapmayı planlayan bir yapı olur mu? Tam burada Orgeneral İlker Başbuğ’un yıllardır bildiğimiz kibar, kontrollü tavrı biraz da olsa bozuluyor. Gözleri parlıyor. Belli ki çok öfkeli. Kontrol ediyor ama zorlukla. Önce bizi biraz geçmişe götürmek istiyor. İnebahtı Savaşı’na giriyor. Bu savaşla Osmanlı’nın Akdeniz‘deki hâkimiyetini kaybetmesini anlatıyor. Sonra Karadeniz’e geliyor. Kazaklar’ın Yeniköy’e kadar gelmesine değiniyor. Büyük devletlerin denizlere hâkim olmasının önemine değiniyor. Denizlere hâkim olamayan devletlerin, hele bizim gibi devletlerin ciddi sıkıntıya gireceğini anlatıyor. Sonra Türk Deniz Kuvvetleri’nin yeterince güçlü olduğunu, bir eksiğinin bulunmadığını, Milgem Projesi ile artık kendi gemilerimizi, kendi tersanelerimizde üretecek hale geldiğimizi ve milli firkateynimizin yapıldığını söylüyor. Deniz Kuvvetleri’nin durum ve gücüyle ilgili endişesi yok. Bunu vurguluyor. Sonra başlıyor anlatmaya:

    – Karadeniz’in önemi giderek artıyor. Doğu Akdeniz’inki zaten malum. Son dönemlerde meydana gelen olayları anımsarsanız ne demek istediğimi anlarsınız. Bu yüzden biz Doğu Karadeniz’de de bir üs kurduk biliyorsunuz. Osmanlı’yı konuştuk. Denizler önemli. Karadeniz giderek daha önemli oluyor. Bakın biz bugün bir hata yaparsak bedeli bugün ödenmez. Ama 60 yıl sonra birileri der ki: “Ne vahim hata yapmışlar. Uyumuşlar. Görememişler.” Bugün hata yaparsak faturasını 40 yıl sonra, 60 yıl sonra öderiz. Benim bir kaygım yok. Deniz Kuvvetlerimiz çok güçlü. Modern. Ama son olaylarla Deniz Kuvvetleri’ndeki personelimizin moral durumunda ciddi sıkıntılar, ciddi sorunlar var. Bu konuda büyük endişelerimiz var. Hepsinin komutanı olarak bu beni rahatsız ediyor.

    ‘KARALAMA KAMPANYASI’

    Niye rahatsız oluyorsunuz? Olay yargıda ve suçlamalar kişisel değil mi?

    – Kişisel olur mu? Silahlı Kuvvetler’de böyle suçlamalar kişisel olmaz. Kurumsal algılanır. Son dönemde özellikle personelle ilgili adli soruşturmalar açıldı. Bazısı soruşturma, bazısı iddianame hazırlama aşamasında, bazısı mahkemeye intikal etmiş durumda. Bütün bu süreçte Deniz Kuvvetleri üzerinde ciddi bir karalama kampanyası var. Bunlar aşırı maksatlı. Kabul ediyorum, bazıları haber sınırında ama bazıları maksatlı. Karalamaya yönelik.

    Maksat ne?
    – Bilemem. Bilsem de delili koymadan söyleyemem. Delili olsa da zamanı gelince söylenir.

    İntiharlar var.
    – Evet var. Bunlar da moralleri bozuyor. İşte pazartesi günü bir intihar olayı daha var. Bugün siz de buna değinmişsiniz. Bir güvenlik zaafına dikkat çekmişsiniz, askeri personelin izlendiğini yazmışsınız. Evet doğru. Bir nevi komplo. Bir internet olayı var. Biz de olayı inceliyoruz. İntihar eden albayımız, bir emekli generalimizin oğlu, (Aslan Güner, intihar eden albayın, emekli Tümgeneral Nedim Erden’in oğlu olduğunu söylüyor), kendisine rahmet, ailesine başsağlığı diliyorum. Ama biz de bu olayı inceliyoruz. Ama gazeteler sürekli birtakım iddialar, imalar yapıyorlar. Bir kuvvet komutanımızın emir subayı kazada hayatını kaybediyor, buna bile şüphe yükleniyor. Bu moral mi bırakır?

    Yine de iddialar vahim değil mi?
    – Ne iddiasıymış bunlar. Hadi bakalım iddialara. Ne yazıldı aylarca, Deniz Kuvvetleri Komutanı’na suikast yapılacaktı. Her gün komutana suikast, komutana suikast, komutana suikast. Ne yapmak istiyorlar? “Bu denizciler kendi komutanlarına dahi suikast yaparlar” demeye, herkesi buna inandırmaya çalışmadılar mı? Bence çalıştılar. Peki ne oldu? İşte 5. iddianame çıktı. Okudunuz mu?

    ‘BUNLAR SABRI TAŞIRIYOR’

    Okuduk.
    – Suikast girişimiyle ilgili tek satır var mı?

    Gördüğümüz kadarıyla yok.
    – Ben hepsini gördüm. Yok. Tek bir satır bile yok suikastla ilgili. Eee, ne oldu? Hani bunlar kendi komutanlarına suikast yapacaklardı? Nerede? Aylarca suikast, suikast, suikast. İddianame çıktı işte. Tek satır yok yahu. Tek satır. Ne oldu suikast. Şimdi bana biri bunun yanıtını versin. Hani suikast yapacaklardı komutanlarına. 5. iddianamede, yani konuyla ilgili iddianamede yok. Bunun hesabını kim  verecek? Böyle rezillik olur mu? Trabzon’da yaptığım konuşmada açık açık söyledim. İddiayı iyi inceleyin diye. Aylarca suikast diye bağırdılar. Ama şimdi yok. Yokmuş. Eee, ne oldu? Yokmuş. Yeter yahu! Sabrımız taştı diyoruz, siz de soruyorsunuz, “Taşarsa ne olur” diye. Ama işte bunlar sabrı taşırıyor.

    Peki şimdi sizi bulmuşken sorayım. Sabır taşarsa arkasındaki anlam ne, ne olur?
    – Onu biraz sonra yanıtlayayım.

    Peki, bunu daha sonra sorayım ama sonuç olarak TSK ile ilgili iddialar bunlar. Siz bunları soruşturmuyor musunuz kendi içinizde?
    – Biz her olayla ilgili soruşturma açıyoruz. Anayasa Mahkemesi kararından sonra elimiz rahatladı. Bir dönem belli konulara giremiyorduk. Şimdi rahatladık. Bütün dosyaları yeniden inceliyoruz. Yetki alanlarımızı, hukuk süreçlerini yeniden ele alıyoruz. Buna göre bazı davalar açılabilir, bazı soruşturmalar yapılabilir. Bazıları zaten yapılıyor, yürüyor, sonuçlanıyor. İşte bir mahkûmiyet ve ihraç kararı çıktı. (Anladığım kadarıyla Erzincan’daki soruşturmayı da bu kapsamda ele almak istiyorlar. Söylenmedi ama böyle bir izlenim edindim diyebilirim. F.A.) Biz gerekeni yapıyoruz ve yapacağız. Ama bakın bütün bunlar benim askerimin moralini bozuyor. Ben askerimin moralini bozan herkesle savaşırım.

    ‘SORUNUZU KABUL ETMİYORUM’

    Peki askerin moralini bozanlarla savaşınız, Başbakan’ın sözünü ettiği paslaşmayı bozar mı? Orgeneral İlker Başbuğ’un bu sorumdan çok hoşlanmadığını ifadesinden hissettim. Ancak yine de yanıtladı.
    Fatih Bey, askerin morali sadece benim sorunum değildir. Bu ülkenin sorunudur. O yüzden bu sorunuzu kabul etmiyorum. Morali bozuk bir ordu, ülkenin sorunudur.

    ‘TSK, muz cumhuriyeti ordusu değil, disiplin tam’

    Planı. Sizin o dönem Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı olduğunuzu hatırlatıp sorumluluğunuz olduğunu öne sürenler var.
    – Bakın bu konu yargıda. Sivil yargıda. Savcı bütün dokümantasyonu istemiş. 5000 sayfa kadar. Allah kolaylık versin. İnceleyecekler. Görecekler. 5000 sayfayı incelemek zaman alır herhalde. Sabredin. Göreceksiniz. Ne neymiş göreceksiniz. Biraz sabır.

    Yani böyle bir plan yok mu?
    – Ben bir şey demiyorum. Sabredin. Göreceksiniz. Belgeler savcılıkta.

    Ya ıslak imza meselesi. Son olarak bir kez daha belgedeki imzanın ıslak olduğu ve Albay Dursun Çiçek’e ait olduğu belirlendi Adli Tıp tarafından.
    – O belge şimdi bize gelecek. Biz de inceleyeceğiz.

    Moraller bozuk diyorsunuz. Olan bitenin personelde rahatsızlık yarattığını söylüyorsunuz. Türkiye’de bana göre komik bir söylem vardır. “Genç subaylar rahatsız” söylemi. Hep konuşulur. Alttan komutanlara yönelik bir baskı olduğu iddia edilir. Var mıdır böyle bir şey? Genç subayların durumu ne? Özellikle son dönemde olup bitenlerden rahatsızlar mı?
    – Bakın burası Türk Silahlı Kuvvetleri. Muz cumhuriyeti ordusu değil. Burada disiplin tamdır. Yüzde bin tamdır. Emir komuta zinciri tamdır. Genç subaylar sorunu yoktur. Olmaz da. Geçen ay Silahlı Kuvvetler’deki tüm generalleri topladım. Konuştum. Keşke bütün personeli, teğmenler dahil toplayıp konuşabilecek bir imkânım olsa. Bazı şeyleri benden duymaları, komutanla konuşmaları başka. Ama ne yazık ki, fiziken mümkün değil. Ama yarın Gölcük’e gidiyorum. Neden? Az önce bahsettiğim moral bozukluğuyla mücadele için. Şunu herkes bilsin. Türk Silahlı Kuvvetleri’nde emir komuta ve disiplin tamdır. İşte benim dönemime bakın. Bir tek ses çıktı mı Silahlı Kuvvetler’den. Bir çıt çıktı mı? Bir demeç var mı benim dışımda? Tek bir çatlak ses oldu mu bu dönemde? Olmadı. Olmaz. Ama şunu da söyleyeyim, bu arkadaşları çok da sıkmasınlar (eliyle sıkma işareti yaparak).

    GAZETEPORT

  • PKK = Baris Elcisi

    PKK = Baris Elcisi

    ihsanduygulu@yahoo.com

    TEGMEN

    Facebook’tan sildiler.  lütfen izleyin ve izletin.

    OZGURLUK  VE  BAGIMSIZLIGIN  BEDELi,
    ÇOK AĞIRDIR. AKIL – BiLiM VE UYGARLIK

    YOLUNDAN  SAPAN TOPLUMLAR,  BU

    BEDELi YOK OLUŞLARIYLA ÖDERLER…

  • Tuncay Güney’in “Asit kuyuları” “Ceset tarlaları” ne oldu???

    Tuncay Güney’in “Asit kuyuları” “Ceset tarlaları” ne oldu???

    Hani nerede o “Asit kuyuları” diye yaygara yapanlar???
    Ya “Ceset tarlaları” ne oldu???
    +++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++
    Yandaş gazete ve TV’lerde bas bas bağırıyorlardı:
    “Askerler işkence yaptıktan sonra öldürdükleri insanları BOTAŞ’ın asit kuyularına attılar”
    BOTAŞ Genel Müdürü açıklama yapıyordu:
    “BOTAŞ bir sanayi kuruluşu değil, bizde asit kuyusu olmaz, sadece su kuyularımız var”
    Fakat yandaşlar bu açıklamaları duymuyor, feryada devam ediyorlardı:
    “Asit kuyuları…”
    BOTAŞ’ın su kuyularında Savcılık araştırma yapıyor, bazı kemik ve kumaşlar bulunuyor.
    Yandaş medya yaygarayı basıyor:
    “BOTAŞ’ın asit kuyularında kemikler bulundu. Kumaş parçalarının askerlerin öldürdüğü kişilere ait olduğu sanılıyor”
    Adlı Tıp rapor veriyor:
    “Bunlar kaplumbağa kabukları, kuş ve hayvan kemikleri”
    Yandaşlarda tık yok.
    +++++++++++++++++++++++++++++++++++++++
    PKK itirafçılarına üç beş kuruş verip konuşturuyorlar.
    İtirafçıların gösterdiği yerlerde ceset tarlaları aranıyor.
    Yandaşlar yine feryat figan:
    “Ceset tarlaları…”
    “Yapılan bir ihbar üzerine Güneydoğu’da falanca yerde kazı başlatıldı. İhbara göre buraya askerler tarafından öldürülen çok sayıda vatandaşımızın cesetleri gömüldü. Arama için bölgeye kazı makineleri getirildi. Kazı işlemi Savcılar ve avukatların denetiminde sürdürülüyor.”
    PKK itirafçıları krokiler çiziyor, yandaşlar gazete ve TV’lerde yaygarayı koparıyor:
    “Taburun nizamiyesinden sol yukarıya doğru çık. Oradaki garajın 50 metre sağında bir tümsek var. Askerler önce öldürdüler, sonra cesetleri oraya getirip çukur açtılar ve gömdüler”
    Arama sonunda bulunan kemikler Adli Tıp tarafından inceleniyor:
    “Bunların hayvan kemiği olduğu belirlendi”
    Kuş kemikleri, arazide ölen at,eşek, ya da kesilen koyun, inek kemikleri.
    Bugüne kadar yüzden fazla kazı yapıldı. Kazı yapılıp kemik bulunana kadar yandaşlar yaygarayı basıyor.
    Bunların hayvan kemiği olduğu anlaşılınca yandaşlarda tık yok.
    ++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++
    Ve işte en son kazı sonucu:
    Diyarbakır’da bulunan 461 kemik hayvanlara ait.
    PKK itirafçısı Abdülkadir Aygan’ın ifadeleri üzerine Diyarbakır-Hani karayolunun Karaçalı ve Develi mevkiinde Nisan 2009 tarihinde yapılan kazılarda bulunan 461 kemik parçasının hayvanlara ait olduğu kesinleşti.
    İtirafçının 1994-1996 yıllarında öldürüldüklerini söylediği Fethi Yıldırım ile Hakkı Kaya’nın cesetlerinin bulunması için yapılan bu kazılarda hiç bir insan kemiğine rastlanmadı.
    Adli Tıp Kurumu tarafından hazırlanan 4 sayfalık rapor, Diyarbakır Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı’na gönderildi. (DHA, 12 Şubat 2010)
    +++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++
    Bir hafta önce de, Avrupa’da yaşayan bir PKK itirafçısının Habur civarında tarif ettiği yerler kazıldı.
    Sözde askerlerin öldürdüğü vatandaşların cesetleri buralara gömülmüştü.
    Savcılar, avukatlar, Şırnak Barosu Başkanı, hepsi oradaydı. İş makineleri getirildi. Her yer günlerce kazıldı.

    Hiç bir şey bulunamadı.
    +++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++

    Hani nerede “Asit kuyuları” “Ceset tarlaları” diye yaygara yapanlar?
    Hiç vicdan yok mu?
    Niye şimdi çıkıp “Bir şey yokmuş, yanılmışız, ceset falan çıkmadı” demiyorlar?
    Demezler. Yeni itirafçılar bulmak ve yeni toplu mezarlar, ceset tarlaları için yaygaraya başlamak üzere hazırlık yapıyorlar.
    =========================================

    Kayıp yakınlarından savcılığa dilekçe: ‘Asit kuyuları açılsın’

    Eklenme tarihi: 22.12.2008 00:32:41 | Kaynak: Zaman Bitlis‘in Mutki ilçesindeki tapu ve nüfus müdürleri ile iki yakınlarından 13 yıldır haber alınamıyor. Akrabalarının 90’lı yıllarda faili meçhul cinayete kurban gittiğini iddia eden yakınları, Mardin ve Şırnak’taki bazı kuyulardan insan iskeletlerinin çıkmasıyla soluğu savcılıkta aldı.

    Ergenekon davası kapsamında hakkında soruşturma süren Tuncay Güney’in, ‘Binlerce Kürt kökenli vatandaşın cesetleri Mardin bölgesindeki BOTAŞ tesisleri yakınlarındaki kuyulara gömüldü’ iddiası üzerine, kayıp yakınları Kızıltepe ve Mutki savcılıklarına dilekçe vererek, BOTAŞ’a ait Silopi ve Kızıltepe’deki bazı kuyuların açılmasını istedi.

    Güneydoğu’da 1990’lı yıllarda çok sayıda kişi kaybolduktan sonra bir daha haber alınamadı. Mutki’de yaşayan Birlik ailesinden Kemal Birlik 1992 yılında işlediği bir suçtan dolayı 3 yıl hapis cezasına çarptırıldı. 29 Mayıs 1995 tarihinde cezasını çektikten sonra tahliye edildi. Onu almak üzere Mutki’den Kızıltepe’ye giden Mutki Nüfus Müdürü baba Abdulbaki Birlik, Tapu Müdürü ağabey Zübeyir Birlik ve dayı Zeki Abalık’tan bir daha haber alınamadı. Yapılan bütün ihbar ve aramalara rağmen bulunamayan baba, 2 oğlu ve dayı için gaiplik kararı alındı. Ancak aile, kayıplarının peşini bırakmadı.

    Tuncay Güney’in kamoyuna yansıyan ifadelerinin ardından 16 Aralık’ta Kızıltepe ve Mutki savcılıklarına dilekçeyle başvurdular. Dilekçede, BOTAŞ’a ait Silopi ve Kızıltepe’deki bazı kuyuların açılması ve iki hafta önce Kızıltepe’nin Katar köyünde çıkarılan iki ceset üzerinde DNA testi yapılması istendi. Katarlı’daki kuyudan önce 2004 yılında Cizre-Silopi yolundaki bir kuyudan da 3 ceset çıkarılmıştı.

    ‘Aradığımız için tehdit edildik’

    Kaybolan Nüfus Müdürü Abdulbaki Birlik’in küçük oğlu Çetin Birlik, aradan geçen sürede birçok kuruma başvurmalarına rağmen hiçbir sonuç çıkmadığını anlatıyor. Konuyu araştırdıkları için bazı şahıslar tarafından defalarca tehdit edildiklerini ileri sürüyor. “O yıllarda araştırdığımız için yol arama ve kontrol noktalarında defalarca tehdit edildik. Uzun bir dönem Mutki’den dışarıya çıkmaya çekindik.” diye konuşuyor. Yakınlarının BOTAŞ’a ait asit kuyularında olduğunu iddia ediyor: “Bu konu ile ilgili dilekçe verdik. Babam ve kardeşlerimin bu kuyulardan birinde olduğunu düşünüyoruz.” Kayıp nüfus müdürünün diğer oğlu Seyithan Birlik ise, Kızıltepe’ye giderek, avukatla görüşmüş. Kuyulardan çıkarılan cesetler üzerinde DNA testi yapılacağını öğrenmiş.

    Bitlis Barosu Başkanı Mezher Yürek ise avukat Şevket Epözdemir’in de Bitlis‘in Tatvan ilçesinde katledildiğini, ancak faillerinin bugüne kadar bulunamadığını hatırlatıyor. Resmî devlet görevlilerinin koruması altında olması gereken insanların aniden kaybolduğuna dikkat çeken Yürek, “Devlet kendi memurlarının bile peşine düşmüyor. Geçmişteki kayıp dosyalarının araştırılmadığını hepimiz biliyoruz.”

    Bu arada, Şırnak Baro Başkanı Nuşirevan Elçi, son üç günde kendilerine 4 mağdur ailesinin dilekçe ile kayıp yakınlarının bulunması için müracaat ettiğini söyledi. Aileleri cumhuriyet başsavcılığına yönlendirdiklerini aktardı.

  • “Laik Osmanlı”‘nın Yeni Bekçisi : Yeni Genelkurmay

    “Laik Osmanlı”‘nın Yeni Bekçisi : Yeni Genelkurmay

    “Laik Osmanlı”‘nın Yeni Bekçisi : Yeni Genelkurmay

    Behiç Gürcihan

    100. Yıl Mutabakatı

    Röportajı okuduğumda gözüm Pelin Batu’yu aradı.

    Murat Bardakçı’nın tarih programında “şamar kızı”na çevrilen,

    Murat Bardakçı ve Erhan Afyoncu tarafından doğru düzgün bir cümle kurmasına bile izin verilmeyen ,

    bu davranışa tahammül edip, arasıra bu kadar aşağılanmaya celallenince de “yeter artık” diye cılız serzenişlerde bulunan ama hemen sonrasında koltuğundan olmamak için o kadar aşağılanmayı sineye çekip, hiç bir şey olmamış gibi programa devam eden karakter Pelin Batu.

    Sözünü ettiğim röportaj, Fatih Altaylı ve Murat Bardakçı’nın; Genelkurmay’da Orgeneral İlker Başbuğ ve ikinci başkan Aslan Güner ile yaptıkları röportaj.

    Bu röportaj; Genelkurmay’ın bir kaç hafta önce yaptığı ve gündemin hay huyu arasında güme giden Kazım Karabekir açılımı ile birlikte okunduğunda daha da bir anlam kazanıyor.

    Kurtuluş Savaşı’nda Mustafa Kemal’in yanında yeralan fakat Cumhuriyet projesine, en azından Mustafa Kemal’in kafasındaki hali ile karşı çıkan Kazım Karabekir, yakın tarihimizin en özenle perdelenmiş karakterlerinden. Rus generallerin bile yer verildiği Taksim’deki Cumhuriyet anıtında Atatürk’ün yanında yer verilmeyen bir general kendisi. (Atatürk’ün yanında sadece İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak’ın heykelleri var)

    Aynı tarih sahnesinde hem Mustafa Kemal’i , hem Kazım Karabekir’i eşit şekilde konuşlandırabilmeniz mümkün değil. Kazım Karabekir defterini bütün gerçekliği ile açmak ; kendini “Atatürkçü” ilan eden bir yapı için bir çok riskler içeriyor.

    Ve Genelkurmay; açılım çağına uyarak, ürkekce de olsa bu defteri açtı geçenlerde. Fakat bu açılım, Başbuğ’un  mutad hale gelmiş  “asimetrik psikolojik saldırı altındayız” serzenişlerinden birine kurban gitti.

    Genelkurmay’ın Kazım Karabekir açılımından bir kaç hafta sonra Haber Türk’e özel verdiği röportajda İlker Başbuğ yine gramer gücü ile Türk Ordusu’nun namusunu korumaya çalışıyor.

    “Yeter yahu” demiş Fatih Altaylı’ya. Askerinin onurunu korumaktan sözetmiş. “Suikast diyorlardı, iddianamede yok, nerede?” diye serzenişlerde bulunmuş.

    İlker Bey kusura bakmasın ama bu çıkışlar Halil Ergün tadı vermeye başladı. (Yaprak Dökümü’nü izleyenler, izlemeyenlere anlatsın.)

    İlker Başbuğ ; sürekli olarak aynı mesajı vermesine rağmen, askerlerine ve temsil ettiği kuruma yönelik muamelede bir değişiklik olmamasının inandırıcılığını ve kurumunun itibarını yıprattığını göremiyor mu?

    Hiç sanmıyorum. Bal gibi de görüyor ama elinden başka bir şey gelmiyor.

    İşin sırrı, Yaşar Büyükanıt’ın emekliliğine günler kala; 26 Ağustos 2008 tarihinde, Türkiye Foto Muhabirleri Derneği ve Profesyonel Haber Kameramanları Derneği üyelerini kabulünde söylediği şu sözlerde gizli:

    Herkes bu hayatta üzerine düşen rolü oynuyor, hayat tam bir tiyatro kral var, asker var, kameraman var, herkes bu hayatta rolünü oynuyor. Tiyatro bittikten sonra özel hayatta birlikte vakit geçiriyorlar.”

    Bu söz iki şeyi ortaya koyuyor:

    1) Fatih Altaylı ve Murat Bardakçı’nın röportajlarını pazarlamak için kullandıkları ;

    “Görüşmede birçok ilk yaşandı, ilk kez bir foto muhabirine izin verildi.”

    cümlesinin yalan olduğunu.

    2) Genelkurmay Başkanları’nın üzerlerine düşen rolü oynadıklarını

    İlker Başbuğ da; “devletin dönüşüm projesinde” üzerine düşen rolü oynuyor. Araya serpiştirilen bu çalı ateşi misali serzenişlerinin de somut bir anlamı olmadığını herkes biliyor.

    Dostlar AKP’ye muhalefette görsün yeter ki.

    Genelkurmay Başkanları’nın, “askerlerinin onuru” konusunda bu çıkışlarının somut hiç bir izdüşümü olmadığını  kanıtı yıllardır onlarca kez ortaya serildi.

    Gün ortasında geminizi füze ile vurup, subaylarınızı ve askerlerinizi öldürüp, bir de üstüne utanmadan “yanlışlık oldu” diyecekler…

    Sesinizi çıkarmayacaksınız….

    Paşanızın helikopterini düşürmeye çalışacaklar…

    Sesinizi çıkarmayacaksınız….

    Paşanızın uçağını düşürecekler…

    Sesinizi çıkarmayacaksınız….

    İskenderun limanına asker ve tank yığacaklar…

    Sesinizi çıkarmayacaksınız….

    Askerinizin başına çuval geçirecekler…

    Sesinizi çıkarmadığınız gibi, bir de üstüne üstlük çuval geçirenleri karargahta ballı-börekli ağırlayacaksınız…

    Teğmenleriniz operasyon dönüşü helikopterden iner inmez gözaltına alınacak…

    Sesinizi çıkarmayacaksınız…

    Ondan sonra da,

    “askerlerimizin onuru ile oynanıyor, yeter yahu”

    diye serzenişte bulunacak, “bize psikolojik harp yapılıyor” diye şikayet edeceksiniz.

    Size sormayacaklar mı…“Kardeşim, bunun zeminini geriye dön de bir bak, kim hazırladı?”

    Bu sahne karşısında “yeter yahu” tepkisini sizce kim hakediyor?

    İlker Başbuğ’un Haber Türk’e verdiği röportajın ikinci ayağında ise; içi doldurulmak için çok geç kalınmış sözler değil, anlayana çok şey söyleyen semboller var.

    ABD’nin açtığı “Osmanlı Projesi” ihalesinde “laikçi” kanadın cephedeki en önemli kozlarından biri olan Murat Bardakçı’nın bu röportaja katılması boşuna değil.

    Osmanlı tarihi konusunda uzman bir gazetecinin, Genelkurmay Başkanı ile gündeme dair konuların konuşulacağı bir röportajda sizce ne işi olabilir?

    Ne işi olduğunu; röportaj vesilesi ile gözümüze sokulan “ayrıntılar” vesilesi ile anlıyoruz.

    Genelkurmay Başkanının odasının karşısındaki camekanda ne duruyormuş biliyor musunuz?

    Atatürk’ün kılıcı mı?

    Çanakkale Savaşı’ndan bir anı mı?

    Lozan anlaşmasının orijinal metni mi?

    Bilemediniz…hiç biri değil?

    Genelkurmay Başkanı’nın odasınının hemen karşısındaki özel camekanda korunan iki şey varmış…

    Biri; Kanuni Sultan Süleyman’ın kılıcı…

    Diğeri; ise Kanuni’nin sadrazamı Sokollu Mehmet Paşa’nın tombak miğferi.

    Ayrıca Murat Bardakçı aracılığı ile ; duvarlarda Osmanlı’nın son dönemlerinde yaşamış iki ünlü ressamın büyük tablolarının asılı olduğunu öğreniyoruz.

    İlker Başbuğ, röportaj sırasında Deniz Kuvvetleri’nin önemine değinirken, nelerden örnek veriyor…

    İnebahtı savaşından ve hatta Kazakların Yeniköy’e kadar inmesinden…

    Genelkurmay Başkanı’nın bu “Osmanlı” sembolleri ile süslü sohbetinde Murat Bardakçı aracılığı ile gözümüze sokulan çok önemli bir ayrıntı daha var…

    Kanuni Sultan Süleyman’ın kılıcının üzerinde yazan Farsça beyiti  Murat Bardakçı okuyor.

    Bakın bu Osmanlı emanetinin üzerinde ne yazıyormuş…

    ““Düşmanların, kılıcını savurduğun zaman dört bir yana yıkılırlar; bu kılıcın çeliğine sanki şarap verilmiştir

    Çeliğine şarap verilmiş kılıçla savaşan cihan padişahın kılıcı Genelkurmay Başkanının odasının hemen karşısında sergileniyor.

    Genelkurmay’In İlker Başbuğ aracılığı ile  verdiği mesajlar çok net.

    “Laik Osmanlı”‘nın emanetleri emin ellerde.

    Ve Genelkurmay’da artık , kendi yorumu ile “Osmanlı” kayığında. Bu Mustafa Kemal’e kendi yöntemleri ile mesafe koymalarını gerektirse bile.

    (Mustafa Kemal’i Kara Kuvvetlerin armasından çıkarılmaya çalışıldığı günleri unuttuk mu?)

    Askerlerin onuru bu bu büyük değişim sürecinde ayaklar altına alınıyorsa da; bu durum “askerlerinin onurunu koruyan” demeçler veren Genelkurmay Başkanları aracılığı ile telafi edilebilir.

    Genelkurmay Başkanlarının onur intiharı yapan albayların aynı zamanda bir generalin çocuğu olmasından duyduğu üzüntüyü öğrenip içimiz acıyabilir. Bu acı; Muavenet’te ölenlerin çocuklarının ABD’ye karşı verdikleri hukuk mücadelesine ve Eşref Bitlis’in oğlunun çırpınışlarına yapılan “katkıları” bilenler için daha da artacaktır.

    Söyler misiniz;

    askerleri ABD füzeleri ile vurulurken, başlarına çuval geçirilirken, paşalarının uçakları düşürülürken sesini çıkarmayanların Murat Bardakçı ve Fatih Altaylı’ya serzenişte bulunmanın ne zararı olabilir ki?

    Makamınızın kapısında Kanuni ve Sokollu’yu sergiliyorsanız; sahneyi yöneten krallar askerlerin mesajını hemen algılar.

    Yaşar Büyükanıt’ın dediği gibi;

    “tiyatro bittikten sonra da, kralın da, askerin de rolü biter”

    Temeli olmayan serzenişler, sızlanmalar sona erer.

    Bunca yazıdan sonra düşünüyorum da; ben bu röportajda Pelin Batu’nun yokluğunu boşuna hissetmişim.

    B.G.

  • Erzincan Başsavcısı gözaltında…

    Erzincan Başsavcısı gözaltında…

    ERZİNCAN RAPORU
    Ahmet ERSİN
    İzmir Milletvekili

    Türkiye’de bir ilk…

    Yürüttüğü İsmailağa Cemaati soruşturması nedeniyle, Erzurum Özel Yetkili savcısı Osman Şanal ile yetki kavgasına giren Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner’in evi ve adliyedeki makamında arama yapıldıktan sora gözaltına alındı.

    Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner’in adliyedeki makam odası ve evinde arama yapıldı. Başsavcı Cihaner için gözaltı kararı da çıkartıldı.

    Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner’in avukat Hamit Sekman, bugün makamında ve lojmanında arama yapılan Başsavcı Cihaner’in gözaltına alındığını açıkladı. Önce sağlık kontrolü için hastaneye sevk edildi. Ardından Erzurum’a götürülüyor.

    SUÇLAMA: ERGENEKON

    Sekman, şunları kaydetti:  “Müvekkilim Özel Yetkili Savcı Osman Şanal tarafından ’Ergenekon üyesi olmak’, ’görevi kötüye kullanmak’ ’tehdit ve iftira’ suçlamalarıyla gözaltına alındı. Şu anda Erzurum’a götürülüyor. Bu gece sorgusu yapılacak. Biz de birazdan Erzurum’a doğru yola çıkacağız. Muhtemelen tutuklanıp tutuklanmayacağı sabaha doğru belli olacak.”

    İlhan Cihaner

    Erzincan’da cemaatlere yönelik soruşturma başlatan Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner’in adliyedeki makam odasında ve evinde polis tarafından arama başlatılmıştı..Baş savcı Şanal’ın talebi üzerine aramaya Erzincan Emniyet Müdürlüğü’den de polis ekibi katılmıştı. Aramalar 16.30’a kadar sürdü.Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı Cihaner’in adı 2007 yılında Erzincan’da İsmailağa cemaatine yönelik soruşturmayla gündeme gelmişti. Ancak bu soruşturma “İsmailağa cemaatinin silahlı olduğu” yolundaki bir ihbar mektubu üzerine, Cihaner’den alınarak özel yetkili savcı Osman Şanal’a verilmişti.Ergenekon soruşturması kapsamında telefonları dinlendiği ortaya çıkan Cihaner’e, görevi kötüye kullanmak, resmi belgede sahtecilik, suça azmettirme ve adliye bahçesine kameriye yaptırarak imar kirliliğine neden olmak suçlamalarıyla 26 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açılmıştı.BAŞSAVCILARIN DÜELLOSU Başsavcı İlhan Cihaner, özellikle cemaatlere yönelik düzenlediği operasyonlarla gündeme gelmişti.Operasyon yetkisinin kendisinde olduğunu savunan Erzurum Özel Yetkili Başsavcısı Osman Şenal ile Başsavcı İlhan Cihaner arasında yetki çatışması yaşanmıştı.Başsavcı Cihaner’in yürüttüğü soruşturmalar elinden alınmıştı. Cihaner hakkında 26 yıl hapis istemiyle dava açılmıştı.Cihaner de Erzurum Özel Yetkili Savcısı Şanal hakkında dava açmıştı.Öte yandan, Adalet Bakanlığı, Erzincan Başsavcısı Cihaner hakkında inceleme başlatmıştı.

    Her şey İsmail Ağa Cemaati operasyonuyla başladı 2007 yılında İsmail Ağa cemaatiyle ilgili olarak başlattığı soruşturma, Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner’in gözaltına alınmasına kadar uzanan bir dizi gelişmeye neden oldu. Bazı basın organları soruşturmayı ‘Ak Parti ve Gülen’i bitirme’, ‘İrtica ile mücadele eylem planı’, ‘Darbe planının Erzincan’da yürürlüğe konulduğu’ iddialarıyla gündeme taşıdı. Tartışmaların artması üzerine geçen 1 Aralık günü yazılı açıklama yapan Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner, İsmail Ağa soruşturmasını ihbara dayalı olarak değil, Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 160’ncı maddesi uyarınca başlattığını söyledi. Soruşturmanın başladığı dönemde ‘andıç, kaos ya da irtica ile eylem planı’nın olmadığından söz eden Cihaner, daha sonra soruşturma dosyasını görevsizlik kararı ile Erzurum Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı’na gönderdi. İddiaların aksine ‘Çocuklara Kur’an öğretilmesi’ gibi bir şüphe ile soruşturma başlatılmadığını, Özel Yetkili Savcılığın ‘Anayasal düzeni zorla değiştirmeye teşebbüs’ suçundan dava açtığını anımsatan Cihaner, teknik takibe alınanlar arasında bakan ya da milletvekili ve belediye başkanı bulunmadığını belirtti.

    Adalet Bakanlığı İsmail Ağa cemaatiyle ilgili olarak Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner’in başlattığı soruşturmayı gizlediği iddiasıyla soruşturma başlattı. Başsavcı Cihaner hakkında Tunceli Ağır Ceza Mahkemesi’nde ‘görevi kötüye kullanma’, ‘resmi belgede sahtecilik’, ‘suça azmettirme’, ‘imar kirliliğine neden olmak’ suçlamasıyla 26 yıl hapis istemiyle yargılanmasına karar verdi.

    Erzincan’da 27 Ekim 2009 günü DSİ’ye ait baraj gölünde mühimmat bulunması ile birlikte Erzurum Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Osman Şanal’ın operasyonları başladı. Şanal ilk olarak Erzincan İl Jandarma Komutanlığında istihbarat Şube’ye girdi. 20 Kasım’da İstihbarat Şube Müdür Yardımcısı Üsteğmen Ersin Ergut, astsubay Orhan Esirger, İstihbarat Şube Müdürü Binbaşı Nedim Ersan ise 27 Kasım’da tutuklanmasından sonra 4 Aralık günü bir ilk yaşandı. Erzincan MİT Bölge Müdürlüğünün nizamiyesine giren Osman Şanal, Bölge Müdürü Şinasi D. ile iki personelini gözaltına aldı. 7 Aralık’ta Erzurum’a getirilen Mit Müdürü ile iki elemanı, 7 Aralık günü tutuklanarak Erzurum H Tipi Cezaevine gönderildi.

    Erzincan İl Jandarmada görev yapan Astsubay Şenol Bozkurt 31 Ocak, Eskişehir İl Jandarma Komutanı Albay Recep Gençoğlu 5 Şubat, Erzincan Yaylabaşı beldesi Jandarma Komutanı Astsubay Murat Yıldız 12 Şubat, emekli astubay Nejdet Özmen de 14 Şubat günü Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklandı. Albay Gençoğlu ile subay ve astsubaylar Erzurum’un Karskapı semtindeki Askeri Cezaevine kondu

    İlhan Cihaner
    İlhan Cihaner

    =============================

    ERZİNCAN RAPORU

    Ahmet ERSİN
    İzmir Milletvekili

    Erzincan’daki İsmailağa Cemaati ile ilgili gelişmeler ve Başsavcıya yönelik girişimlerle ilgili 17.08.2009 tarihli soru önergem yanıtlanmayınca, 10.11.2009 tarihinde tekrar soru önergesi verdim. Ancak ilk soru önergem sayın TOPTAN tarafından işleme konulmuş olmasına karşın, ikinci soru önergem sayın ŞAHİN tarafından iade edilmiştir.

    Bunun üzerine, Erzincan Başsavcısı ve İl Başkanı ile yaptığım telefon görüşmesinden sonra sorunu ilgililerinden dinlemek amacıyla 20.12.2009 Pazar günü Erzurum’a giderek önce H tipi cezaevinde bulunan MİT Bölge Müdürü Şinasi DEMİR ve yardımcıları Kıvılcım ÜSTEL ve Sadri Barkın İNCE ile 1 saat görüştüm. Yine Erzurum’da, askeri cezaevinde yatan Erzincan İl Jandarma İstihbarat personeliyle de görüşmek istediysem de, MSB’nın izni gerekli olduğu gerekçesiyle bu görüşmeyi o gün için gerçekleştiremedim. Günlerden Pazar olmasına karşın MSB’na ulaşarak izin konusunda yardımcı olmasını istedim ve Erzincan’a geçerek gece bir evde Başsavcı İlhan CİHANER ile buluştum. Başsavcı ile görüşmemiz gece geç saatlere kadar sürdü ve Erzincan’da geceledim. Pazartesi sabahı Garnizon Komutanı ve kendi isteğiyle ADD Başkanı ile de görüştükten sonra, Erzurum’a dönerek Askeri Cezaevinde yatan Erzincan Jandarma İstihbarat Şube Başkanı Binbaşı Nedim SEVER, ve yardımcıları Üsteğmen Ersin ERGUT ile Astsubay Orhan ESİRGER’le 1 saatten fazla görüştüm ve akşam uçakla Ankara’ya döndüm.

    ****

    1-Erzincan’da Valilikte düzenlenen güvenlik toplantılarında, İsmailağa Cemaati mensuplarının faaliyetlerinin arttığı ve küçük çocukları evlerinden toplayarak yasadışı dini eğitim verdikleri, yine yasadışı yardım ve bağış topladıklarının tespit edilmesi üzerine; Başsavcı, 2007 Aralık ayında cemaat hakkında soruşturma başlatmıştır.

    Yani, İsmailağa cemaati ile ilgili soruşturma, Başsavcının keyfi bir girişimi değildir. İl Güvenlik Kurulunun gündemine gelen bir sorun olarak soruşturma başlatılmıştır.

    Mahkemeden alınan izinle telefon dinlemeleriyle de desteklenen ve 15 ay süren takip ve soruşturmada: Cemaatin Türkiye’yi 13 bölgeye ayırdıkları, her bölgenin sorumlusunun merkezden (İstanbul) atandıkları, örgütün (El Maruf) adlı eleman kazanma ve propaganda birimlerinin olduğu, hemen her ilde kanuna aykırı olarak faaliyet gösteren kreş, yurt, vakıf ve dernekleri olduğu ve evlerden topladıkları küçük yaştaki çocuklara buralarda yasadışı eğitim verdikleri tespit edilmiştir. İzinsiz kurslardan alınan ücretler, toplanan nakdi yardım ve bağışlarla, bağışlanan taşınmazların kira ve satış gelirleri ile vaaz, CD ve kitaplardan elde edilen gelirlerin merkeze (İstanbul) gönderildiği, ayrıca Filistin’e yardım, Çeçenistan’a yardım gibi izinsiz kampanyalar düzenledikleri anlaşılmıştır. Cemaatin çok büyük ekonomik güce sahip olduğu ancak nerelere ve nasıl harcandığı bilinmemektedir. Erzincan’da belirlenen adreslere 2 kez polis baskını yapılmışsa da sonuç alınamamıştır. Baskınlar öncesinde Emniyetten cemaate bilgi sızdırıldığı kuşkusuna kapılan Başsavcı, bu kez soruşturmayı Jandarma ile sürdürmüştür. Nitekim tespit edilen 16 eve 23.02.2009 günü Jandarma ile yapılan baskında, cemaatin yasadışı faaliyetlerine ilişkin belgeler ele geçirilmiş ve 18 kişi gözaltına alınmış, söz konusu evlerde yasadışı eğitim verilen 64 küçük çocuk ailelerine teslim edilmiştir.

    Aynı gün Devlet Bakanı sayın Cemil ÇİÇEK Mardin’den Başsavcıyı arayarak, gözaltındaki cemaat mensuplarının serbest bırakılmasını istemiş, bir gün sonrada Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdür Yrd. Çetin ŞEN arayarak ( Bu işlerle uğraşanların başı belaya girer) diyerek, Başsavcıyı üstü kapalı şekilde tehdit etmiştir.

    Başsavcı, bu baskı ve tehdide rağmen gözaltındaki cemaat mensuplarını sorguya göndermiş ve cemaatin 9 mensubu tutuklanmıştır.

    ****

    2- Erzincan’da başlayan soruşturma, telefon tespitleri sonucu 20 il’e yaygınlaşarak, Gülen Cemaatini de kapsamıştır. Bu arada telefon dinlemelerine Yeni Şafak Gazetesi sahibi Ahmet ALBAYRAK ( ayrıca da dinlenmiştir), İstanbul Belediye Başkanı Kadir TOPBAŞ ve eski Bakan Osman PEPE’de takılmıştır. (Telefon tespitleri CD olarak ekte arzedilmiştir).

    3- Soruşturmanın giderek genişlemesi üzerine, kimliği belirsiz bir kişi, İsmailağa Cemaatinin silahlı örgüt olduğunu belirten imzasız bir dilekçeyi Erzurum Özel Yetkili Savcısına göndermiştir. Buradaki amacın, soruşturma dosyasınının CMK 250. madde gereği Erzurum Özel Yetkili Savcıya devrinin sağlanması olduğu açıktır. Nitekim, dinlemelerde bazı cemaat mensuplarının, daha Erzurum gündemde yokken birbirleriyle ( dosya Erzurum’a gidecek) diye müjdeli haberleşmeleri tespit edilmiştir. Dolayısıyla bu ihbar mektubunun cemaatin bilgisi dahilinde ve bir cemaat mensubu tarafından gönderildiği ve soruşturmanın Erzurum Özel Yetkili Savcısı tarafından yürütülmesinin istendiği anlaşılmaktadır.

    ****

    4- Erzincan Başsavcısı bu ihbar mektubunun düzmece olduğu nedeniyle, dosyayı Erzurum’a göndermek istemeyince, devreye Adalet Bakanı girmiş ve Erzincan’a müfettişler göndermiştir. Başsavcı, müfettişlerin de baskısıyla dosyayı (Gülen Cemaati dosyasını ayırarak) Erzurum’a göndermiştir.

    5- Soruşturma dosyasını alan Erzurum Özel Yetkili Savcı Osman ŞANAL, İsmailağa Cemaatine yönelik soruşturmada ve baskınlarda görev alan Erzincan Jandarma İstihbarat Şubesinde arama yaparak Üsteğmen Ersin ERGUT ve Astsubay Orhan ESİRGER’i gözaltına aldırmıştır.

    ****

    Arama kararını veren Erzurum 2. Ağır Ceza Hakimi İsmail ŞAHİN’nin bu arama konusunda iki farklı kararı vardır. Her iki kararda, Değişik İş No: 2009/785 numaralı dosyadan ve 18.11.2009 tarihlidir. Kararlardan birisinde, arama yapılacak kişilerin ismi ve arama yapılacak adresler yoktur. Diğerinde ise Üsteğmen ile Astsubayın ismi ve adresleri yazılıdır. ( Her iki karar da ekte sunulmuştur).

    Ayrıca, her iki kararda şüphelilerin evleri ve araçlarına arama yapılması belirtilmişse de, İl Jandarma Alayındaki İstihbarat Şubesinde de arama yapılmıştır. Hangi suç nedeniyle arama yapılacağı belirtilmemiştir. Yani her iki arama kararı da yasaya uygun değildir.

    Bu husus Özel Yetkili Savcıya itiraz olarak belirtilmişse ve hatta çok ciddi tartışmalar yaşanmışsa da , savcı itirazları dikkate almadan keyfi şekilde arama ve gözaltı işlemlerini tamamlamıştır. İki gün sonra da Şube Başkanı Binbaşı gözaltına alınmıştır. Üç Jandarma İstihbaratçı da tutuklanmışlardır.

    ****

    6- Erzurum Özel Yetkili Savcı 4 Aralık günü 25-30 polisle Erzincan MİT Bölge Müdürlüğünü kuşatarak binada arama yapmış ve Bölge Müdürü ile iki yardımcısını gözaltına aldırmıştır. Bu arama ve gözaltılar da hukuksuzdur.

    2937 sayılı MİT Yasasının 26-27. maddelerine göre, MİT görevlileri hakkında soruşturma yapılması Başbakan’ın iznine tabidir. Bu izin alınmadan keyfi bir şekilde MİT binasında arama ve gözaltılar yapılmıştır. Nitekim, cezaevinde görüştüğüm MİT personeli, itirazlarının dinlenmediğini, çatışmanın eşiğinden dönüldüğünü söylemişlerdir. MİT personeli, neden arama yapıldığını, neden gözaltına alınıp tutuklandıklarını bilmemektedirler. Kaldık ki MİT Bölge Müdürü 1 Temmuz 2009 tarihinde Erzincan’a atanmıştır.

    7- Müfettişlerin İnceleme ve Soruşturma Raporu ve (sağduyulu bir grup Erzincanlı), ( Duyarlı ve Mağdur Bir Vatandaş) gibi belirsiz kişilerin şikayeti ile Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı hakkında meslekten çıkarma ve 26 yıla kadar hapis istemiyle iddianame hazırlanarak, Tunceli Ağır Ceza Hakimliğine verilmiştir. ( İddianame ve Başsavcının HSYK’na yaptığı savunma ektedir).

    ****

    SONUÇ

    Ekte sunduğum telefon dinleme CD’nin de incelenmesinde görüleceği gibi Erzincan’da, İsmailağa Cemaati ile ilgili başlayan soruşturma, bazı politikacılarla işadamlarını ve Fethullah GÜLEN Cemaatini kapsayarak, 20 İl’e yayılmıştır. Başsavcının söylediğine göre, bu 20 İl’de operasyon yapma hazırlığındayken, dosya uyduruk ve maksatlı bir dilekçe bahane edilerek elinden alınmıştır.

    Anlatılanlara göre Üniversite öğrencisi olan gizli tanık Erzincan MİT Başkanlığının İnternet Sitesine yazdığı mail ile, mensubu olduğu Nurcu KURDOĞLU tarikatının Hizbullahçı olduğunu, gerek bu tarikat ve gerekse üniversitedeki yapılanmalarla ilgili MİT’le çalışmak istediğini bildirmiştir. Bunun üzerine MİT Başkanlığı tarafından, Erzincan Bölge Müdürlüğüne bu kişiyle temasa geçilmesi talimatı verilmiş ve bu talimat üzerine Mayıs 2009 ayından itibaren kişiden bazı bilgiler alınmıştır. Ancak verdiği bilgilerin tutarsızlığı nedeniyle Ekim ayında ilişki kesilmiştir.

    Şimdi bu kişinin, MİT aleyhine gizli tanık olduğu ileri sürülmektedir. Muhtemelen ilişkinin kesilmesi üzerine savcılığa gitmiş veya hem MİT’le hem emniyetle ikili çalışmıştır.
    MİT Bölge Müdürlüğünün basılması, aranması elemanların gözaltına alınıp, tutuklanmaları, 2937 sayılı MİT yasasına aykırıdır.

    ****

    Erzincan-Kemah arasında Sarıyazı Köyü yakınlarında 11.08.2008 tarihinde uzaktan kumandalı mayın patlatılması sonucu 1 Yarbay ve 8 personel şehit olmuştur. Saldırıyı PKK üstlenmiştir.

    Tutuklu Jandarma İstihbarat Şube Müdürü Binbaşı Nedim SEVER ve yardımcıları, sorguda gerek savcı ve gerekse yargıcın kendilerine ( o mayını siz mi koydunuz) diye sorduğunu ifade ettiler. Bu durum görüştüğüm Garnizon Komutanı tarafından da doğrulanmıştır. PKK tarafından kabul edilen Reşadiye saldırısının bazı hükümet üyeleri ve AKP’nin bazı yöneticileri tarafından, kamuoyunun kafasını karıştırmak ve saldırıyı TSK üzerine yıkma çabaları hatırlandığında, soruşturmayla ilgisi olmayan bu sorular TSK’ya yönelik bir tezgah hazırlığı olarak değerlendirilebilir.

    ****

    Erzurum 2. Ağır Ceza Hakiminin aynı dosya numarası ile ve aynı tarihli, birinin şüpheliler ve adresleri boş, diğerinde Üsteğmen ve Astsubayın isim ve adreslerinin yazılı olduğu, aynı dosyadan aynı tarihli iki arama ve gözaltı kararı vermiş olması düşündürücüdür.(Her iki karar ektedir).

    Ayrıca her iki kararda da ev ve araçların aranması belirtilmişken, Özel Yetkili Savcının itirazlara rağmen Erzincan Jandarma Alay Komutanlığına girerek istihbarat şubesinde arama yapmasında keyfiliğin ötesinde kasıt aramak gerekir.

    Erzincan’daki cemaat soruşturması, bazı çevrelerce Albay Dursun ÇİÇEK tarafından yazıldığı ileri sürülen İrtica ile Mücadele Eylem Planıyla ilişkilendirilmek istenmektedir. Dolayısıyla Başsavcı, MİT ve Askeri personel Ergenekonla bağlantılanmaktadır. Oysa, cemaat soruşturması 2007 Aralık ayında, üstelik Valilikteki Güvenlik Toplantısında gündeme gelmesi nedeniyle başlatılmış, sözkonusu Eylem Planının ise 2009 Nisan’da yazıldığı ileri sürülmektedir. Arada 1,5 yıla yakın süre vardır.

    ****

    Sonuç olarak, yasalar çiğnenerek yapılan arama ve gözaltılar, tutuklamalar ile Erzincan Başsavcısı hakkında 26 yıl hapis istemi ile dava açılması, cemaat soruşturmasına misilleme yargıya baskı, yıldırma ve cemaatlere dokunanları cezalandırma mesajları içermektedir.
    Özel Yetkili Savcıların yasal durumu ve yetkilerinin sınırları gözden geçirilmelidir. Bazılarının hükümetin telkinlere ve yönledirmelerine açık oldukları hatta talimatla hareket ettikleri ve kolaylıkla hukuk dışına çıkabildikleri görülmektedir. Keza, hukuk sistemimize sokulan sahibi belirsiz ihbar mektupları, kurgulanmış gizli tanık ve itirafçılar bir terör halini almıştır. Ergenekon soruşturması ile başlayan bu durum, genelleşmektedir.

    Özellikle Özel Yetkili savcılar kimliği belirsiz bir ihbar mektubu veya gizli tanık veya itirafçı beyanlarına dayanarak başka delil toplama yoluna başvurmadan ve şüpheli veya sanıkların haklarını gözetmeden yani yasal gerekleri yerine getirmeden doğrudan arama talebinde bulunmakta ve gözaltılar yapmaktadır. Mahkemelerde delilleri incelemeden kolaylıkla tutuklama kararları vermektedirler. Tutuklamalar tedbirin ötesinde cezalandırmanın parçası haline gelmiştir. Nitekim Erzincan’daki MİT ve Jandarma personeli ile ilgili delil torbalarının mühürü açılmadan, yani deliller incelenmeden tutuklama kararı verildiği ileri sürülmüştür.

    Arz ederim. 25.12.2009

    Ahmet ERSİN
    İzmir Milletvekili

     

    __._,_.___
  • TEKEL İŞÇİLERİNE İLK VE TEK PROTESTO

    TEKEL İŞÇİLERİNE İLK VE TEK PROTESTO

    CEMAATIN OKULU OLAN FATİH ÜNİVERSİTESİ ÖĞRENCİLERİ NEDEN  HAKTAN YANA DEĞİLDİR ? Fetullah cemaatine   yakın olan Fatih Üniversitesi öğrencileri HAK-EKMEK-İŞ arayan emekçi TEKEL işçilerine karşı eylem koymuşlar !   Böylece ülkenin gerçek emekçilerine tavır koyan ilk grup olmak şerefini de ! kazanmışlar …   Cemaat öğrencilerine yakışır !!!   Böylece haktan ve mazlumdan yana olmak öğretisini de silmişler.   Fetullah cemaatinin okulu olan Fatih Üniversitesi öğrencileri tarafından Tekel işçilerine yapılmış olan KARŞI eylemden alınan ders şudur ;   Kendilerini mümin olarak tanıtan bu cemaatin , HAK’tan yana değil,   Sermayeden ,sömürüden ve güçten yana olduğu açıkça ortaya çıkmıştır.   Naci Kaptan

    CEMAATIN OKULU OLAN FATİH ÜNİVERSİTESİ ÖĞRENCİLERİ NEDEN  HAKTAN YANA DEĞİLDİR ? Fetullah cemaatine   yakın olan Fatih Üniversitesi öğrencileri HAK-EKMEK-İŞ arayan emekçi TEKEL işçilerine karşı eylem koymuşlar !   Böylece ülkenin gerçek emekçilerine tavır koyan ilk grup olmak şerefini de ! kazanmışlar ...   Cemaat öğrencilerine yakışır !!!   Böylece haktan ve mazlumdan yana olmak öğretisini de silmişler.   Fetullah cemaatinin okulu olan Fatih Üniversitesi öğrencileri tarafından Tekel işçilerine yapılmış olan KARŞI eylemden alınan ders şudur ;   Kendilerini mümin olarak tanıtan bu cemaatin , HAK'tan yana değil,   Sermayeden ,sömürüden ve güçten yana olduğu açıkça ortaya çıkmıştır.   Naci Kaptan - FETULLAH GULERKEN2

    TEKEL İŞÇİLERİNE İLK VE TEK PROTESTO;

    Fethullah Gülen’e yakınlığı ile  bilinen Fatih Üniversitesi’nde öğrenim gören bir grup öğrenci 56 gündür haklarını arayan Tekel İşçilerini protesto ettiler.    Böylece dünyada bir ilk’e imza attı cemaatten çocuklar. İlk kez yasal olarak haklarını arayan işçiler, özgürlüğün ve örgütlü toplumun savunucuları olması gereken üniversiteliler tarafından  protesto ediliyor. Bu gençler aynı zamanda AKP Gençlik Kolları üyesi. Sizin elinize o pankartları verip, oraya gönderenler  sizlere yanlış yaptırıyorlar.   Böyle saçma sapan protesto olur mu? Daha ilk denemenizde rezil oldunuz. Ben size iki protesto konusu vereyim, araştırın doğru olduğunu göreceksiniz, cesaretiniz ve imanınız varsa protesto edin.   Birincisi; daha siz ana- baba veya cemaat eline bakarken, sizlerin yaşında  Başbakan’ın oğulları gemi filosu ve pırlanta dükkanları sahibi oldular, hem de hiç zahmete girmeden, terlemeden, çalışmadan.   İkinci konu,  Eski Maliye Bakanı Kemal Amcanızın oğlu 600 Milyon Dolarlık Enerji yatırımı yapıyor. Bu çocukta 7 sene evvel, LOLİPOP yalayan parasız pulsuz bir çocuk idi.   Ayrıca bulunduğunuz üniversitenin yemek ve kantinlerini kim işletiyor lütfen inceleyin.  Hemen toplanın  ve bu paraları “NEREDEN BULDUNUZ, İMANI TAM KARDEŞLERİMİZ” diye protesto ediniz.   Hiç olmazsa hayır dua alırsınız.  Bu kullanılan çocuklar için çok üzülüyorum.    İnanın midemiz bulanıyor

  • İsveç’te vekillere ‘soykırım’ şoku

    İsveç’te vekillere ‘soykırım’ şoku

    12 Şubat 2010

    İsveç’te temaslarda bulunan TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı Murat Mercan ve beraberindeki heyet, “soykırım” sürpriziyle karşılaştı.

    İsveçli yetkililerle görüşen Türk heyeti önümüzdeki birkaç hafta içinde parlamentoya sevk edilecek “soykırım” yasa önerisinin varlığından Türk gazetecilerinin soruları üzerine haberdar oldu.

    Sosyal Demokratların “soykırım” iddiaları konusunda karar aldıklarını hatırlatan Türk gazeteciler, Murat Mercan’a yasa önerisinin parlamentodan geçip geçmeyeceği konusunda nasıl bir izlenim edindiğini sordu.

    Mercan, parlamentoya bu konuda bir yasa önerisinin gelme olasılığı bulunmadığını söyledi, ancak İsveç Parlamentosu Dışişleri Komisyonu Başkanı, Türk gazetecileri doğruladı ve “yasa önerisinin en geç bir ay içinde parlamentoda ele alınacağını” söyledi.

    Sosyal Demokrat Parti, üç ay önce yapılan kongresinde Ermenilerin, Süryanilerin ve Keldanilerin, Türkler tarafından “soykırım”a uğratıldığı yönünde iddialar içeren bir öneriyi kabul etmişti.

    Türk heyeti öğleden sonraki görüşmelerini tümüyle bu konuya ayırdı ve İsveçli yetkilileri, tasarının geçmesi halinde ilişkilerin zarar göreceği konusunda uyardı.

    İSVEÇLİ MUADİLİM DE BİLMİYORDU

    Olayın ardından NTV’ye konuşan TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı Murat Mercan ise şunları kaydetti:

    “Biz buraya gelmeden önce İsveç’te Sosyal Demokrat Parti’nin böyle bir tasarıyı kendi kongresinde kabul ettiğini biliyorduk. Ancak tasarının daha sunulmadığı yönünde bilgimiz vardı. Benim muadilim olan İsveç Parlamentosu’nun Dışişleri Komisyonu Başkanı da böyle bir durumdan haberdar değildi. Biz bu bilgiyi, basın mensuplarının söylemesiyle aldık. İsveçli arkadaşımız da orada öğrendi. Büyük ihtimalle bu metin komisyona, bizim orada bulunduğumuz Pazartesi günü geldi. O yüzden böyle bir durum oluştu.

    Bu tasarı parlamentoya sunulmuş ve buradaki prosedür gereği görüşülecek. Ama biz İsveç Parlamento Başkanı ile görüştük ve bu konuyu açık bir şekilde gündeme getirdik. Ben bu tasarının parlamento genel kurulunda onaylanacağını zannetmiyorum.”

  • CEMAAT AVRUPA’DA DÜĞMEYE BASTI

    CEMAAT AVRUPA’DA DÜĞMEYE BASTI

    Kısa adı IDIZEM olan "Münih Kültürlerarası Diyalog Merkezi'' derneğinin yoğun güvenlik çerçevesinde düzenlediği sempozyumda cemaatin küreselleşen dünyadaki rolü anlatıldı ve Avrupa’da Musevilik-Hıristiyanlık sentezi bir İslam’ın biçimlendirilmesi ve yayılması için yol haritası açıklandı. - FETULLAH GULEN3Kısa adı IDIZEM olan "Münih Kültürlerarası Diyalog Merkezi'' derneğinin yoğun güvenlik çerçevesinde düzenlediği sempozyumda cemaatin küreselleşen dünyadaki rolü anlatıldı ve Avrupa’da Musevilik-Hıristiyanlık sentezi bir İslam’ın biçimlendirilmesi ve yayılması için yol haritası açıklandı. - GULEN CUBBELI

    Cemaat, Münih’te Gönüllüler Hareketi’ne yol haritası sundu. Avrupa misyonunu gerçekleştirmek için düğmeye basildi.

    Kısa adı IDIZEM olan "Münih Kültürlerarası Diyalog Merkezi'' derneğinin yoğun güvenlik çerçevesinde düzenlediği sempozyumda cemaatin küreselleşen dünyadaki rolü anlatıldı ve Avrupa’da Musevilik-Hıristiyanlık sentezi bir İslam’ın biçimlendirilmesi ve yayılması için yol haritası açıklandı. - Fethullah Guelen Papst Paul 2

    Kısa adı IDIZEM olan “Münih Kültürlerarası Diyalog Merkezi” derneğinin yoğun güvenlik çerçevesinde düzenlediği sempozyumda cemaatin küreselleşen dünyadaki rolü anlatıldı ve Avrupa’da Musevilik-Hıristiyanlık sentezi bir İslam’ın biçimlendirilmesi ve yayılması için yol haritası açıklandı.

    Her fırsatta Türkiye’nin Müslüman bir ülke olduğu için AB’ye girmesine karşı çıkan, liberal-muhafazakar eğilimli Alman FAZ (Frankfurter Allgemeine Zeitung) gazetesinin 2008 yılına kadar Türkiye temsilciliğini yapan Dr. Rainer Hermann cemaatin Almanya’daki hedefini açıkladı.

    Amaç Avrupa’nın da hoşuna giden yeni bir Müslümanlık türü yaratmak, yani Avro-İslam.

    Sempozyumda, Musevilik-Hıristiyanlık sentezi olan Müslümanlığı Avrupa’da yaymak için Gönüllüler Hareketi olarak adlandırılan Gülen sempatizanlarına büyük görevler düştüğü saptandı.

    Önerilen yöntem Hıristiyan Kilisesi’ne bağlı Protestanların bir kolu olan Pietistlerin ve Yahova’nın Şahitleri’nin sadakat ve sohbet aracılığıyla uyguladıkları misyonerliği anımsatıyor.

    Küreselleşen dünyada İslam dinini yaygınlaştırmanın ancak böylesine modern yöntemlerle mümkün olduğunu söyleyen Hermann, bunu yaparken sadece Türkiye’ye bağımlı kalınmamasını, örgütsel bir yapılanmadan kaçınılmasını ve özellikle akademisyen ve orta tabakaya hitap edilmesini önerdi.

    Milli Görüş’ün Hataları ve Cemaat’in Yol Haritası

    Alman Anayasayı Koruma Dairesi’nin yıllardır takibi altında olan Milli Görüş ve alt kuruluşlarına da değinen Hermann,

    “Milli Görüş katı bir İşletme İdari yapısına sahipti,

    *        Cemaat idari yapısı olmayan bir Gönüllüler Hareketi’dir.

    Milli Görüş Avrupa’da hareket ederken Türkiye’ye dönük bir çizgiye sahipti,

    *        Cemaat bulunduğu ülkenin kurallarına uyumlu hareket etmelidir.

    Milli Görüş ağır koşullarda çalışan yoksul Ford isçilerine hitap ediyordu,

    *        Cemaat akademisyenlere ve orta tabakaya hitab etmeli.

    Milli Görüş çantasında silah bulunduran şeriatı savunan bir örgüttü,

    *        Cemaat’in çantasında ise diyalog, eğitim ve medya var.

    *        Cemaatin hedefi çoğulcu bir demokrasidir”, diye konuştu.

    Sempozyumda adeta Gülen’in bas propagandist rolünü üstlenen Hermann,

    “Bürokrasi, TSK ve yargı cemaatin önündeki en büyük engeldir“, dedi.

    Hermann, “Onlar laiklik derken dini toplum dışına itmek istemektedirler. Nasıl Kürtler ulusçuluk anlayışına; solcu ve liberaller devletçilik anlayışına karşı çıkıyorsa, cemaat de dini toplum dışına iten bir anlayışa karşı çıkıyor. Biz dinin toplum içinde özgürce hareket edebilmesini sağlayan, ABD’de ve Avrupa’nın bazı ülkelerinde uygulanan, sekulerlik anlayışını destekliyoruz”, dedi.

    Gülen’in şiddeti savunan vaazlarını hatırlatan bir dinleyiciye “Gülen değişti, umarım artik siz de değişirsiniz”, diye tepki gösterdi.

    Öte yandan İranlı bir dinleyici şöyle bir uyarıda bulundu:

    “Biz İran’da putlaştırılmış kurtarıcılardan çok çektik. Siz ise bir yandan Atatürk’e karşı çıkıyorsunuz, diğer yandan ise başka bir kişiyi tanrılaştırmaya çalışıyorsunuz.“

    Bu eleştiriye karşı Türkiye’den İstanbul Fatih Üniversitesi’nden konuşmacı olarak katılan Dr. Savaş Genç “Biz, sevdiğimiz, saydığımız kişinin sözlerini seve isteye dinleriz ve onu yüceltmeye çalışırız. Bunun kötü bir yanı yok“, diye yanıtladı.

    Gülen’in halen ABD’de yaşıyor olmasını ve Türkiye’ye dönmemesini Din- ve Evrimbilimci Dr. Michael Blume söyle savundu:

    “Türkiye’ye bu konuda fazla yüklenmemek gerek. Türkiye su an Gülen’i hazmedebilecek bir istikrara sahip değildir. Kuşkum yok. Bu değiştiğinde hemen dönecektir. “

    Sempozyumu Cemaat’in Münih öğrenci derneği IDIZEM Münih Belediyesi, Almanya’da önde gelen Münih Ludwig-Maximilians Üniversitesi, Halk Yüksek Okulu, Hazreti İbrahim Dostları (Freunde Abrahams) adında bir örgüt, Katolik Kilisesi’ni temsil eden “Pax Christi” hareketi ve Protestan Kilisesi ortaklaşa düzenledi.

    Sempozyuma söz ettiğimiz konuşmacılarla aynı ağızdan konuşan Brüksel’den Katolik “Beyaz Babalar” tarikatı üyesi Prof. Dr. Pater Hans Vöcking“, Washington’dan Gülen ve Saidi Nursi araştırmalarıyla bilinen Prof. Dr. Thomas Michel, Berlin’den Ercan Karakoyun, Moskova’dan Prof. Dr. Leonid R. Sykiainen ve Gülen’in kitaplarını Almancaya çeviren Wilhelm Willeke katıldı.

    Konuşmacı olarak davet edilen Patrikhane sözcüsü Dr. Peder Dositheos Anagnostopoulos sempozyuma gelemediği için, sempozyumun açılış konuşmasını onu temsilen Münih Chorepiskoposu Malamoussis yaptı.

    Atilla Coşkun

    Odatv.com

  • Türk – Ermeni ilişkileri Türkiye aleyhine gelişiyor

    Türk – Ermeni ilişkileri Türkiye aleyhine gelişiyor

    Avrupa Ajansı (AVA)

    Hilal Uştuk- Londra

    ÖZEL

    Ermeni sorunu konusunda uzmanlaşmış olan, Ermenilerin asılsız iddialarına karşı belgelerle yanıt veren ve bugüne kadar 70’in üzerinde kitabı yayınlanan Prof. Dr. Türkkaya Ataöv, Avrupa Gazetesi’ne özel açıklamalarda bulundu.

    Türk – Ermeni ilişkilerinde son dönemdeki gelişmeleri değerlendiren Türkkaya Ataöv, bu gelişmelerin Türkiye aleyhine geliştiğini söyledi. Batı dünyasının Türkiye’yi yeterince tanımadığını ve küçümsediğini; Ermeniler’e karşı ise dinsel bir sempati duyduklarını ve bugüne kadar Ermeniler’i Türkler’e karşı silah gibi kullandıklarını ifade eden Ataöv, Ermeniler’in paralı ve oldukça iyi örgütlenmiş bir yapıya sahip olduğuna, bunun yanısıra siyasette de yer aldıklarına vurgu yaptı. Türkkaya Ataöv, Türk – Ermeni ilişkilerinde gelinen sürecin, Türkiye aleyhine işlediğini belirtti.

    Atatürk, dünya tarihinin en büyük devlet adamıdır

    1919 yılında Türkiye’de önemli bir devlet adamı, düşünür ya da sanatçı çıkmadığı yönünde sözler sarfeden Llyod George’un sözlerine de atıfta bulunan Ataöv, “Kendisinin karşısına, Mustafa Kemal Atatürk gibi, değil yalnız devlet adamı, büyük bir dahi çıktı. Dünya tarihinin en büyük devlet adamıdır ve yalnız devlet adamı değildir. Ondan çok daha ötedir. Uluslararası önemi vardır. Üçüncü dünyanın lideridir, önderidir, Hem liberalizme ve Sovyet sosyalizmine bir seçenek, alternatif getiren dünya görüşünün simgesidir, temsilcisidir” dedi.

    Ataöv: “Biz hiçbir zaman ırkçı olmadık”

    Türklerin ırkçı olmadığını, ırkçılığı yapanın Batı Dünyası olduğunu sözlerine ekleyen Ataöv, Irkçılığın doğasında soykırım olduğuna işaret eden Ataöv, “Biz hiçbir zaman ırkçı olmadık. Irkçılık teorisyenleri Batı’da çıktı. Türk toplumu ne ırkçı düşünür çıkardı, ne de ırkçı kuramları çıkardı. Bunlar Batı’da çıktı” dedi.

    İngiltere, Amerika, Almanya, Fransa, Rusya’dan çeşitli örnekler veren Prof Dr. Ataöv, hiçbir Hristiyan kilisesi tarafından tanınmayan Gregorian kilisesine sahip olan Ermeniler’i sadece, 1461’de Fatih Sultan Mehmet’in kabul ettiğini söyledi.  Türkkaya Ataöv, “Türkleri günah keçisi gibi seçmek suretiyle, suçlamaya gayret ediyorlar. Herkes kendi tarihine baksın” dedi.

    Ermeniler BM kararlarına karşı geliyor

    Türkiye’nin attığı adımların, yabancıların işine yaradığını da söyleyen Ataöv, sınırların açılması konusuna da değindi. Toprakları oldukça verimsiz olan Ermeniler’in Azerbaycan’a ait toprakları işgal etmesinin ardından, Türkiye’nin sınırını kapattığını ifade eden Ataöv, halen bu işgalin devam ettiğini ve bu durum değişmediği halde sınırların açılması konusunun gündeme geldiğini ifade etti. Ermeniler’in Birleşmiş Milletler kararlarına karşı gelerek, Azerbaycan’a girdiğine vurgu yapan Ataöv, işgal öncesinde, bölgedeki Azeri Türk halkının ortalama %90 oranına yakın olduğunu ifade etti.

    Türkkaya ATAÖV

    Siyasal bilimci ve öğretim üyesi (Gelibolu 1932). Robert Kolej’den sonra ABD’ye giderek New York ve Syracuse üniversitelerinde ekonomi ve uluslararası ilişkiler konularında öğrenim gördü. Siyasal bilimler doktorası yaptı; Türkiye’ye döndüğünde Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne asistan olarak girdi. Doçent ve profesörlüğe yükseldi. SBF Siyasal Bilimler Kürsüsü Başkanı oldu. Devlet adına Avrupa’da Ermeni terörünün iç yüzünü Batı kamuoyuna anlatmakla görevlendirildi (1983). Bu amaçla Avrupa’da bir dizi konferans vererek Ermeni terörü konusundaki Türk görüşünü açıkladı.Çeşitli Avrupa ülkelerinin yanı sıra SSCB’de de mesleğiyle ilgili araştırma ve incelemelerde bulunan Ataöv’ün başlıca kitapları: Sovyet Rusya’da işçilerin Bugünkü Durumu, işçinin Parti, Devlet ve Sendikalarla Münasebeti (1960); Sovyetler Birliği Devlet idaresi (1961); Sovyet Dış Politikasının Ana Çizgileri (doçentlik tezi) Amerikan Belgeleriyle Amerikan Emperyalizminin Doğuşu (1968); Nazım Hikmet’in Hasreti (1976); Ermeni Sorununa Kısa bir bakış (1984).

    Vatan OZ | Editor
    Avrupa | 118 Green Lanes | London | N16 9EH
    T: 020 72757610
    E: editor@avrupagazete.com
    W: www.avrupagazete.com

    __________

    Weekly Turkish Broadsheet  GAZETTE  | Best way to reach Turkish and British people in UK

    Tel: + 44 (0) 20 7275 7610 Fax:+ 44 (0) 20 7241 1908
    Distributed in  England, Scotland, Wales, Ireland
    Winners of Mayor of Hackney’s Business Awards 2009
    Best Ethnic Minority Business 2009
  • Gelmis gecmis Dis isleri bakanlarinin en iyisi

    Gelmis gecmis Dis isleri bakanlarinin en iyisi

    1- İlk önce Ermenistan Anayasa Mahkemesi’nin, imzaladığımız protokollere kabul edemeyeceğimiz yorumlar getiren gerekçeli kararı geldi. - Davudoglu

    Tesadüfe inanmam

    Cansu ÇAMLIBEL 8 Şubat 2010

    1- İlk önce Ermenistan Anayasa Mahkemesi’nin, imzaladığımız protokollere kabul edemeyeceğimiz yorumlar getiren gerekçeli kararı geldi.

    2- Ardından Aliyev ve Sarkisyan’ın Karabağ konusunda Soçi’de yaptığı son görüşmede Ermeni tarafı uzlaşmacı tutumundan geri adım attı.

    3- Şimdi de ABD Kongresi’ne bu tasarı (sözde soykırım) sunuluyor. Neden şimdi gündeme geliyor? Neden kasım ayında karar alınmıyor mesela.

    DIŞİŞLERİ Bakanı Ahmet Davutoğlu, “soykırım” tasarısının 4 Mart’ta görüşülmek üzere ABD Kongresi Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Howard Berman tarafından gündeme alınmasına sert tepki gösterdi. 24 Nisan öncesinde tasarının gündeme gelmesinin tesadüf olmadığını belirten Davutoğlu, Ermenistan tarafının son haftalardaki üç gelişmenin zamanlamasını planladığı izleniminde olduklarını açıkladı. Davutoğlu, tasarı ile ilgili ilk değerlendirmelerini Münih Güvenlik Konferansı’na katılmak için gittiği Almanya’dan dönüşte uçakta kendisine eşlik eden gazeteci grubu ile paylaştı. Ankara’nın rahatsızlığını hafta sonunda Münih’te görüştüğü ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı James Steinberg’e aktardığını anlatan Davutoğlu, yaptığı uyarıları şu sözler ile anlattı:

    Bilinçsiz olmadığı kanaati uyanıyor

    “Amerikan Kongresi’ndeki gelişmeyi siz bir tesadüf olarak görebilirsiniz ama biz öyle görmüyoruz. Son haftalarda arka arkaya gelen üç olayın zamanlaması bizi son derece rahatsız etti. İlk önce Ermenistan Anayasa Mahkemesi’nin, imzaladığımız protokollere kabul edemeyeceğimiz yorumlar getiren gerekçeli kararı geldi. Ardından Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev ve Ermenistan Cumhurbaşkanı Sarkisyan’ın Karabağ konusunda Soçi’de yaptığı son görüşmede Ermeni tarafı uzlaşmacı tutumundan geri adım attı. Şimdi de Amerikan Kongresi’ne böyle bir tasarı sunuluyor. Bu zamanlama bizde üç olayın arka arkaya gelmesinin bilinçsiz olmadığı kanaati uyandırıyor. Neden bu tasarı şimdi gündeme geliyor? Neden Anayasa Mahkemesi Kasım ayında karar almadı mesela?”

    24 Nisan baskısı ile adım atmayız

    “Biz 31 Ağustos’ta protokolleri imzalayacağımızı ilan ettiğimizde Türkiye’nin üzerinde hiçbir zaman baskısı yoktu. Gelinen noktanın doğru olduğuna inandığımız için o adımı attık. Bugün de kimse bizden 24 Nisan baskısı kurarak inanmadığımız adımları atmamızı beklemesin. Biz gerekeni doğru olduğuna inandığımız zaman yaparız. Böyle bir tasarının gündeme gelmesi ne ABD’nin, ne Ermenistan’ın ne de Türkiye’nin çıkarınadır. Bu süreç hem ikili ilişkilerimizin yara almasına, hem de büyük emeklerle bir noktaya getirdiğimiz Türkiye-Ermenistan sürecinin tıkanmasına neden olabilir. Washington yönetiminin hassasiyetlerimiz konusunda duyarlı olmasını bekliyoruz.”

    Olumlu adımların önünü kapatacak

    Davutoğlu, “soykırım” tasarısının gündeme alındığının açıklanmasından bir gün önce Münih’e giderken yaptığı açıklamalarda, Ermeni tarafının iyi niyetli davranmadığına yönelik görüşünü açıklamaktan kaçınmamıştı. Davutoğlu, “Ermeniler de aynı Rumların Aralık ayındaki AB zirveleri öncesinde yaptığı gibi, 24 Nisan öncelerinde olumlu adımların önünü kapatacak hamleler yapıyor” sözleri ile böyle bir tasarı ile karşılaşma kaygısı içinde olduklarının işaretini vermişti.

  • Ecevit e mektuplar   … Gurbuz Evren

    Ecevit e mektuplar … Gurbuz Evren

    BU MEKTUBLAR BİR KEZ DAHA MI OKUNMALI……..From: turgaykoksaldi@yahoo.com…………

    GURBUZ EVREN

    SIYASI BILIM  SOSYOLOGU

    28 Haziran 1999

    Değerli büyüğüm Sayın Başbakan Bülent Ecevit,

    18 Nisan 1999 seçiminin sonuçları mutlaka doğru okunmalıdır. Aksi takdirde Türkiye’yi çok büyük bir tehlike beklemektedir. Siyasal İslam her geçen gün alan kazanmakta, önümüzdeki seçime kadar tek başına iktidara gelmenin hesaplarını yapmaktadır. Yanlış okumadınız, “Tek başına iktidar” ifadesini kullandım. Bu, kabul edilmesi mümkün olmayan bir iddia gibi gelebilir. Belki de bu düşüncemi deli saçması sayabilirsiniz.

    Öncelikle belirteyim ki, 18 Nisan 1999 seçiminin galibi, oyların % 22’sini alan DSP değildir. Yerel seçimin de 18 Nisan’da yapıldığını anımsarsak, bu seçimin gerçek galibi milletvekili sayısı düşmesine karşın, yerel seçimde % 23 oy oranına ulaşarak birinci parti olan ve elindeki belediye sayısını arttıran (Refah Partisi) Fazilet Partisi’dir.

    Siyasal İslam, halkla en yakın ilişkilerin belediye yönetimleri aracılığıyla kurulacağı bilinciyle hareket etmektedir. Çünkü bu kesim, diğer siyasi partilere göre toplumdaki değişimin sosyolojik, psikolojik ve ekonomik analizlerini daha iyi yaparak, özellikle anakentlerde artan yoksulluğu seçim sandığında oya dönüştürmenin yöntemlerini belirlemiş, belediyeleri de bu yönde kullanmaktadır.

    Türkiye, 1980’li yıllardan itibaren çok önemli iki değişim yaşamıştır.

    1)      12 Eylül darbesinin ardından toplum çok ciddi bir depolitizasyon sürecine itilmiş, kitlelerin apolitikleştirilmesi hedeflenmiş, özellikle sol büyük bir baskı altına alınarak ezilmiş, Amerikan yanlısı İslamcı gruplar kollanmış, Türk siyasetindeki dengeler hızla değişmeye başlamıştır.

    2)      Yükselen bölücü terör nedeniyle Doğu ve Güneydoğu bölgelerinden anakentlere göç başlamıştır. Anakentler ayrıca, kırsal kesimde yaşanan yoksulluk nedeniyle, ülkenin diğer bölgelerinden de göç almıştır, almaya devam etmektedir.

    Şimdi bu iki önemli maddeyi biraz açalım. İç göç nedeniyle anakentleri kuşatan varoşlar sürekli büyümüş, buralarda yaşayan insanların büyük bir bölümü kent yaşamıyla bütünleşemediği için “kent köylü” olarak adlandıracağımız kitleler ortaya çıkmıştır. Diğer yandan depolitizasyon süreci de şov, magazin, eğlence, dedikodu, arabesk, futbol gibi kitleleri uyuşturmaya, düşündürmemeye yönelik programlara ağırlık veren bir medyanın katkısıyla daha da hızlanmıştır.

    Ülke nüfusunun yoğunlaştığı İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Bursa, Mersin gibi anakentlerin çıkardığı toplam milletvekilli sayısına bakılırsa, bu illerde çoğunluğu sağlayan siyasi partinin seçimlerden birinci parti olarak çıkabileceği görülecektir. İşte bu nedenle iç göçün tetiklediği bir diğer değişiklik de, siyasi partiler arasındaki dengelerinin belirlenmesinde yaşanmaya başlanmıştır.

    Varoş olarak adlandırılan kenar mahallelerde oturanlar, artık anakentlerin seçmen nüfusunun yüzde 65’ini oluşturuyor. Ve bu kitlelerin yöneldiği siyasi partinin, seçimlerden başarıyla çıkması kaçınılmazdır. Buna karşın, sayısal azınlığa düştüğü gözlemlenen Atatürkçü, cumhuriyet ilkelerine bağlı kesimler ise, anakentlerin belirli merkezlerine sıkışmakta ya da yeni kurulan uydu kentlerde yoğunlaşmaktadır. Bu, aynı kentlerde, yaşam tarzları, siyasi tercihleri, dünya görüşleri birbirinden farklı iki toplumun doğmasına ve giderek daha belirgin bir şekilde birbirinden ayrılması gibi sıkıntılı bir duruma neden olmaktadır.

    Siyasal İslamcı kesim, anakentlerde yaşayan seçmen kitlelerinin büyük bölümünün yoksullardan oluştuğu gerçeğini kavramış ve bu insanların somut taleplerinin özellikle günlük ihtiyaçları kapsadığını anlamıştır. Bu nedenle var gücüyle belediye yönetimlerini ele geçirmeye ve belediyelerin olanaklarını yoksullar için kullanmaya çalışan Siyasal İslam’ın her geçen gün büyüyen yeşil sermayeyi de arkasına alması tehlikenin boyutlarını büyütmektedir.

    Siyasal İslamcı kesim Türkiye’de, Mısır kökenli bir örgüt olan “Müslüman Kardeşler” modelini yerleştirmeye çalışmaktadır. Bu model, “Toplum içinde alternatif toplum” yaratmayı hedefler. Modele göre, yoksul yığınlar ve az gelirli kesimlerin en temel gereksinimleri belirlenir. Ardından, ücretsiz sağlık hizmeti sunan hastaneler ve sağlık merkezleri kurulur, öğrencilere sürekli artan sayıda burs sağlanır, dini eğitim veren kuruluşlar yaygınlaştırılır, daha çok insanı doyuracak aşevi açılır, daha geniş yığınları giydiren, maddi yardım dağıtan hayır kuruluşları çoğaltılır. Düğün, bayram, doğum gibi özel günlerde insanlara yalnız olmadıklarını hissettirecek ziyaretler yapılır, hediyeler verilir. Kısacası bir süre sonra, mevcut düzenin sorunlarını çözemediğine, kendilerine devletin değil de, İslam Dini’nin sahip çıktığına inandırılmış, giyimiyle, yaşam tarzıyla ülke toplumunun bir bölümünden farklı, dini motiflerle süslenmiş, giderek toplumun geri kalanına etki etmeye, baskı altına almaya çalışan bir toplum yaratılır.

    Türkiye’de, Siyasal İslam’ın sahip olduğu özel hastaneler, dershaneler, özel okullar, Kur’an kursları, yurtlar, işadamları, fabrikalar, hayır kuruluşları, aşevleri, medya kuruluşları, yukarıdaki tablonun bir benzeri değil mi? Siyasal İslam, sıraladığım alanlarda her geçen gün daha da güçlenmiyor mu?

    Değerli büyüğüm Sayın Ecevit, bilinmesi gereken bir başka gerçek ise, önümüzdeki dönemde Türkiye’deki Siyasal İslam’ın ABD tarafından kontrol altına alınmak ve sonra da kullanılmak isteneceğidir. Bu, “Amerikan usulü İslam” ya da “Ilımlı İslam” olarak tanımlanan modelin yaşama geçirilmesi için Türkiye’ye yönelik yeni politikalar anlamına gelir. İşte bu nedenle, büyük bir olasılıkla Refah ve Fazilet partilerinin kadrolarından yeni bir parti kurabilir.

    28 Şubat sonrası söz konusu partilerin kadroları içinde şimdilik su yüzüne çıkmayan bir ayrışma sürecinin başladığını görüyorum. ABD’nin bu süreci kontrol altına aldığı ve yönlendirdiğine ilişkin ciddi bulgular var. ABD, Ilımlı İslam modelinin Türkiye’deki savunucularını Refah ve Fazilet kadrolarının içinden çıkarmanın peşindedir. ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’nden ve özellikle İstanbul Konsolosluğu’ndan yetkililer Siyasal İslam’ın elindeki İstanbul Belediyesi yöneticileriyle çok sık görüşmeleri, yakın temas içinde olmaları hayra yorulacak bir durum değildir. Bu durum, aradıkları isimler İstanbul Belediyesi’nde mi var sorusunu aklıma getirmiyor değil.

    Değerli büyüğüm Sayın Başbakan, yoksulluk Türkiye’nin en önemli gerçeklerinden biridir. Siyasal İslamcı kesim “sadaka” gibi dağıttığı erzak torbaları, odun, kömür, çeyrek altın, giyecek, cep harçlığı, kırtasiye gibi yardımlarla kendisine muhtaç halk yığınları yaratmaktadır. Süreç, söz konusu kitlelerin Siyasal İslam’a bağımlı olması yönünde hızla işlemektedir. Siyasal İslamcı kesimin, yoksul kitleleri cemaatleşmeye götüren çalışmaları zaman zaman kesintiye uğrayıp, katıldığı seçimlerde bir miktar oy yitirse de, her seçimde kemikleşmiş oy olarak tanımlanan seçmen kitlesi büyümektedir. Siyasal İslam için önemli olan da, dönemsel nedenlerden ötürü kendisine oy verenler değil, kemikleşmiş, yani artık hiçbir siyasi partiye gitmesi mümkün olmayan fanatik kesimi büyütmek ve çoğunluk yapmaktır.

    Siyasal İslam’ın yoksulları cemaatleştirmeye götüren ve bugüne kadar da başarıyla sürdüğünü gördüğümüz çalışmasının önüne geçmek ve ne yapmalı sorusuna yanıt vermek için uzun süredir üzerinde çalıştığım bir projeyi, aşağıda birkaç başlık altında sıralıyorum. Sizden tek beklentim, projenin uygulanması için gerekli grubu oluşturmama müsaade etmeniz ve beni proje sorumlusu olarak görevlendirmenizdir.

    Çalışma modeli:……………………….

    Değerli büyüğüm Sayın Ecevit, bu yazı elinize ulaşır da okursanız, lütfen beni makam peşinde koşan, komplo teorileri üreten birisi olarak değerlendirmeyin. Benim gibi gerçekleri gören, geleceği okuyan sorumlu vatandaşlar var. Tek farkım, birçok insanın düşündüğünü satırlara dökmem olabilir. Size ve Sayın Rahşan Ecevit’e daha önce de birçok kez yazdım. DSP Genel Merkezi’ne ve Başbakanlık Özel Kalemi’ne gönderdiğim yazılarımın hiçbirine yanıt alamadım. Buna kendim için değil, ülkemin geleceği adına üzülüyorum. Yakın çevrenizi aşarak size ulaşmanın ne kadar zor olduğunu görüyorum, ama çocukluğumdan buyana Ecevit sevgisiyle yetiştirilmiş bir Türk genci olarak 1998’de döndüğüm ülkemde, keşke tek bir yazım ciddiye alınsa da, bana yanıt ve görev verilse diye bekliyorum. Birgün bir şeyler yapalım denildiğinde çok ama çok geç olabilir.

    Gürbüz Evren

    Politika Sosyoloğu

    İZLEYİCİLERE NOT: BU YAZI BAZI KESİMLERİN ELİNE GEÇEBİLİR DÜŞÜNCESİYLE “ÇALIŞMA MODELİNİ” ANLATAN BÖLÜMÜ VEREMİYORUM. ………………….

    25 Aralık 2002

    Değerli büyüğüm Sayın DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit,

    18 Nisan 1999 seçiminin hemen ardından bugünleri işaret eden görüşlerimi içeren bir yazıyı size göndermiş, üzülerek söylüyorum ki bir yanıt alamamıştım. Anımsamanız için ekte söz konusu yazıyı iletiyorum. Ama 3 Kasım 2002 seçiminden sonra ortaya çıkan tablonun, tıpkı 1999 gibi doğru okunamayacağı korkusunu taşıyorum. Evet, Siyasal İslamcı kesim (Amerikancı İslam ya da Ilımlı İslam anlayışına uygun yeni bir siyasi parti olan AKP) 18 Nisan 1999 seçiminin hemen ardından da belirttiğim gibi tek başına iktidar oldu. Eğer önümüzdeki süreçte de aşağıda tekrar özetleyeceğim çalışma planı (1999’da sunduğum model) uygulanmazsa, üzülerek söylüyorum ki 2007’de yapılacak seçimde Siyasal İslam’ın yeni temsilcisi AKP, ABD, AB, uluslar arası sermaye, yeşil sermaye, Arap sermayesi, İMF,  tarikat ve cemaatlerin desteğiyle en az % 40 oy oranına ulaşarak yeniden tek başına iktidar olacaktır.

    Bu öngörümü de, tıpkı 18 Nisan 1999 seçiminin ardından gönderdiğim yazıdaki görüşlerime benzeterek, abartılı, hatta komplo teorisi olarak görebilirsiniz. Siyasal İslam’ın yoksul kitleleri “sadaka” yardım yöntemiyle kendisine muhtaç ve bağımlı kılarak cemaatleşmesi, sadece anakentlerde değil, Anadolu’nun her köşesinde hızla sürmektedir. Siyasal İslam artık sadece belediyelerin olanaklarına değil, tek başına iktidar olmanın sınırsız diyebileceğimiz olanaklarına da sahiptir. İşte bu nedenle eğer seçim normal zamanda, yani 2007’de yapılırsa, o tarihe kadar “sadaka” yardım yöntemiyle ulaşılmayacak tek yoksul kalmayacaktır. Bu da, artık kolay kolay başka bir siyasi partiden etkilenmeyecek, seçimlerin kaderini her dönemde belirleyecek kapalı, kemikleşmiş bir seçmen kitlesinin kesinlikle oluşması demektir.

    Değerli büyüğüm Sayın Ecevit, 28 Haziran 1999 tarihli yazıda önerdiğim projeyi uygulamaya gönüllü olduğumu bir kez daha hatırlatmak isterim. Aradan geçen süre için de Maalesef Siyasal İslam alan kazanmaya devam etti. Bu yüzden söz konusu projenin uygulanması cemaatleşen kesimlerin büyümesi nedeniyle daha da zora girmiştir. Buna rağmen projenin yararlı olacağına inanıyorum.

    İZLEYİCİLERE NOT: Çalışma modeli tıpkı 1999’da olduğu gibi bu yazıda da uzun uzun anlatılmıştır.

    BU YAZI BAZI KESİMLERİN ELİNE GEÇEBİLİR DÜŞÜNCESİYLE ÇALIŞMA MODELİNİ ANLATAN BÖLÜMÜ VEREMİYORUM. ………………….

    28 Haziran 1999 ve 25 Aralık 2002 tarihli yazılarımdaki tespit ve önerilerimi, DSP Genel Merkezi’nde merhum Ecevit’in daveti üzerine 2003’te yapılan bir değerlendirme toplantısında, eski DSP’li bakan ve milletvekillerinden oluşan bir grubun (bugün çoğu CHP listesinden milletvekili seçilmiştir) önünde de dile getirdim.

    Gürbüz Evren

    Politika Sosyoloğu

    ———————–

    Gürbüz Evren Erzurum-Pasinler doğumludur , ilk orta ve lise eğitimini Ankara’da tamamladı. Ankara Gazi Lisesi’ni bitirdikten sonra yüksek öğrenim için Fransa’ya giden Evren, Paris VIII Üniversitesi’nde Siyaset Sosyolojisi eğitimi yaptı. Evren daha sonra Paris X Nanterre-La Défense Üniversitesi’nde Kent Planlama ve Bölgesel Kalkınma Bölümünü bitirdi. Aynı üniversitede lisansüstü eğitimini tamamlayan Gürbüz Evren 1998’de Türkiye’ye döndü. Ankara Üniversitesi’nde 4 yıl öğretim görevlisi olarak çalışan Evren, TRT-int’te yayınlanan ‘Memleket Saati’ adlı programda 2 yıl Dış Politika yorumcusu olarak, TRT Türkiye’nin Sesi Radyosu’nda yayınlanan ‘Enine Boyuna’ adlı programda ise 1 yıl sunucu olarak görev yaptı.

    Ocak 2005’ten bu yana Başkent Üniversitesi kuruluşu Kanal B’de Dış Haberler Editörü olarak çalışan ve Kanal B’de cuma akşamları yayınlanan ‘Bekleme Odası’ adlı programı hazırlayıp sunan Gürbüz Evren’in, ‘ Sömürgecilik Tarihi Işığında Ermeni Sorunundaki Çıkar Odakları ‘ (Ümit Yayıncılık, 2002), ‘ AB Bekleme Odası’nda Türkiye’ye Dayatmalar ‘ (Ümit Yayıncılık, 2005) ve ‘ Avrupa Birliği sürecinde Kürtçülük ‘ (2007) ve ‘ Lütfen Uyanın: Son Celse, Türkiye Ermeni Soykırımı Suçlusu ilan Edilecek ‘(2008) isimli yayımlanmış kitapları bulunuyor. Başkent Üniversitesi’nin aylık dergisi olan ‘ Bütün Dünya ‘ dergisinin sürekli yazarı olan Gürbüz Evren, AB-Türkiye ilişkileri, Ermeni Sorunu, Siyasi İslam, İç ve Dış Politika alanlarında çalışmakta, bu konularda yurt içinde ve yurt dışında düzenlenen etkinliklere konuşmacı olarak katılmaktadır. 2004 yerel seçimlerinde DSP’nin Ankara Etimesgut adayı olmuştur ama seçimleri kazanamamıştır.

    Son olarak Gürbüz Evren evli ve 3 çocuk babasıdır. İyi derecede Fransızca ve İngilizce, orta derecede İtalyanca bilmektedir. Pek bilinmese de ünlü gazeteci yazar Nihat Genç’in kuzenidir ve bir Gençlerbirliği taraftarıdır.

  • Fethullah Gülen’den kiliseye rekor bağış

    Fethullah Gülen’den kiliseye rekor bağış

    Dinler arası diyalog, çalışmaları ile tanınan Gülen Cemaati lideri Fethullah Gülen’in bir kiliseye yaptığı yüklü miktardaki yardım,

    Akşam gazetesi yazarı Nagehan Alçı köşesine taşıyınca ortaya çıktı.

    ALMANYA’NIN EN ÖNEMLİ KİLİSELERİNDEN

    Almanya’nın en önemli Protestan kiliselerinden biri olan Dresden’deki Frauenkirche, 2. Dünya Savaşı’nda bombalanıp yerle bir olmuş bir yapıt. Bu kilise Doğu Almanya döneminde onarılamadı. Malum komünist yönetim böyle bir öncelik ve bütçe öngörmüyordu ibadet yerleri için.Daha sonra iki Almanya birleşti ve Frauenkirche’nin onarılması gerektiği tartışmaları alevlendi. Nihayet devlet ve bireysel inisiyatifler sayesinde kilisenin onarımına 1992’de başlandı.

    Dinler arası diyalog, çalışmaları ile tanınan Gülen Cemaati lideri Fethullah Gülen'in bir kiliseye yaptığı yüklü miktardaki yardım, - 160520091154230937123

    ONARIMI 182 MİLYON EURO TUTTU

    Restorasyon çalışmaları yıllar aldı ve Frauenkirche eski haline 2005’te yeniden kavuştu. O gün bu gündür Dresden’in en önemli noktalarından biri. İbadete de açık.Onarım için toplam 182 milyon Euro harcandı. Bunun 70 milyonu Alman devletinden geldi. Geri kalan ise kişi ve özel kurumların yardımları…

    EN BÜYÜK BAĞIŞ GÜLEN’DEN

    Geçtiğimiz günlerde restorasyon çalışmalarını üslenen vakfın yöneticilerinden biri ile konuşuyordum. Konu dönüp dolaşıp restorasyonun finansörlerine geldi. Bunun üzerine ismini vermek istemeyen Alman yönetici şöyle dedi:

    Devlet desteği dışında toplanan yaklaşık 110 milyon Euro’luk

    yardımın en büyük bölümü Türk bir dini liderden geldi.

    Bu lider Fethullah Gülen’di.


    ABD’DEKİ KİLİSELERE DE YARDIM EDİYOR

    Bu bilgi üzerine Gülen’in şimdiye kadar başka bir kiliseye yardım edip etmediğini araştırdım. Yakın çevresi onun bu tip yardımları gizli tuttuğunu, ABD’de bazı kiliselere yardımda bulunduğunu ama bunun kamuoyunda bilinmediğini söylediler.Ben Gülen’in Almanya’daki bir kiliseye yüz binlerce Euro bağışlamasını manidar buldum.Kilisenin

    HABER 1

    16 Mayıs 2009 Cumartesi

  • ‘Ülke bölünüyor’

    ‘Ülke bölünüyor’

    Serpil YILMAZ

    ‘Ülke bölünüyor’

    İşadamı Prof. Dr. Güntekin Köksal’dan Başbakan’a açık mektup

    Genç cumhuriyetin rahmetle andığımız sanayi öncülerinden Vehbi Koç’un başbakanlara gönderdiği mektupları, Sakıp Sabancı’nın medya önünde iktidarlara yönelik eleştirilerini anımsatır, “ciğerden” gelen bir ses, onu sizinle paylaşacağım.
    “Başbakan’a açık mektup” yazan Pet Holding Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Güntekin Köksal’ın sözcükleri yer alacak burada. Mektuba köşemde yer vermemdeki en önemli kriter; samimi bir vatandaş olarak gördüğüm Köksal’ın adının bugüne kadar hiçbir siyasetçiyle birlikte anılmaması ve servetinin kaynağının bilgiyle donatılmış emek olduğunu bilmem.
    Üreten ve düşünen insanların sesi diye okudum mektubu, aynen aktarıyorum:
    “Ankara, 14 Şubat 2008

    Sn. Recep Tayyip Erdoğan
    T.C. Başbakanı
    Başbakanlık/Ankara
    Başbakan’a açık mektup

    Sayın Başbakan,

    Ben müsaadenizle önce kısaca kendimi tanıtayım. 77 yaşında bir işadamıyım. Devlet bursu ile Avrupa’da okudum. Maden ve petrol konularında 2 master yaptım. Yurda döndükten sonra 10 senesi Batman’da olmak üzere 17 sene TPAO’da çalıştım. 34 senedir de 1974’te kurduğum Pet Holding şirketlerini yönetiyorum. SSCB, Almanya, Rusya, Kazakistan, Azerbaycan ve Yemen’de başarılı yatırımlar yaptım. Halen Türkiye, Kuzey Irak ve Yemen’de çok değerli sahalarda petrol üretimi yatırımlarım var.
    Çeşitli konularda ilklere imza atan, girişken bir müteşebbisim. Risk alırım. Memleketimi çok severim. Hiç sigortasız adam çalıştırmam, vergi kaçırmam… Çok eski ve köklü bir aileden geliyorum. Dedelerim, sadrazam, vezir, asker olarak ülkemize hizmet etmiştir. Atatürk ve devrimlerine çok bağlıyım. Atatürk olmasaydı ve bu devrimleri yapmasaydı bugün bizim dinimiz ve ismimizin de aynı kalması imkânı olmadığına inanırım. Kısacası yüzde yüz bir Atatürk çocuğuyum.
    Allah’a inancım tamdır. Allah’ın dürüst, çalışkan, doğru insanların daima yanında olduğuna tecrübelerimle de inanırım. Türkiye’den kolay kolay vatan haini çıkmaz. Sizin ülkenizi sevdiğinize ve kendi stilinizde ülkemizi kalkındırmaya çalıştığınıza inanıyorum. Zeki, çalışkan ve çok karizmatik bir karaktere sahip olduğunuzu da biliyorum. Ancak ülkenin bugünkü durumunu üzülerek söyleyeyim ki hiç iyi görmüyorum. Hemen sinirlendiğinizi, kızdığınızı ve söylendiğinizi görüyorum. Medyaya sinirli, sert, kırıcı beyanatlar veriyorsunuz. Bir başbakanın her dakika sinirlenmeye hakkı yoktur. Ülke bölünüyor… Biz ve onlar diyorsunuz. Bu ne demek? Tarihimizde hiçbir başbakan halka böyle hitap etmemiştir. Kendinize hâkim olun!
    Senelerce üniversitelerde hocalık yaptım. Konferanslar verdim. Hâlâ da üniversitelerde konferanslar veririm. Babanız yaşındayım. Hocayım… Bu yüzden hiçbir işadamının yapamadığı bu ikazları yapmaya hakkım var.
    Küçük bir vakfımızda her sene 25-30 üniversite çocuğuna burs veririz.
    Sayın Başbakan!
    Müsaadenizle size birtakım tavsiyelerde bulunuyorum:
    Bugün çok güçlüsünüz. Ya yarın? Allah bilir!!!
    İnsanlar kendilerini en güçlü hissettikleri zamanlarda en büyük hataları yaparlar. Tarihte bu husus defaatla sabittir. Ancak şu atasözünü hiç unutmayın!
    “Böbürlenme padişahım, senden büyük Allah var”
    “Keskin sirke küpüne zarar verir!” Sinirlerinize hâkim olun! Bağırıp çağırıp kötü konuşmayın. İnsan kalbi sırça gibidir. Kırdığınızda tamiri imkânsızdır. Çok ağır konuşuyorsunuz. Aydınlara, medyaya, yargıya, üniversitelere değer verin, görüşün, fikirlerini alın! Onlar da bu memleketin çocukları!!! Onların fikirleri, görüşleri, bilgileri, tavsiyeleri etrafınızdaki çok kişiden daha değerli olabilir. Her güçlü kişinin etrafının “evet efendimciler”, “dalkavuklar” tarafından sarılmış olduğunu bilmeniz lazım.
    Etrafınızdakilerin çoğunluğu her şeyi size soruyorlar. Her şeyi hiç kimse bilemeyeceği gibi siz de bilemezsiniz. Bilmediklerinizi açıkça söyleyin. Her hususta fikir beyan etmeyin, danışın, öğrenin. Monolog yapıyorsunuz. Diyalog yapmaya çalışın! Hayvanlar koklaşarak, insanlar konuşarak anlaşırlar. Sadece sizin gibi düşünenleri işlerin başına getirmeyin! Bugün birçok kamu müessesemizin işi bilmeyenler tarafından yönetildiğini görüyorum. Kadrolaşmayın! Sadece sempatizanlarınızı veya öyle görünenleri kadrolara yerleştirmeyin. “Hayır! Yapmıyorum!” demeyin. Ben Ankara’da yaşıyorum. Duyuyor, kontrol ediyor ve görüyorum. Kapasitesiz, bilgisiz insanlar önce memlekete, sonra size zarar verir.
    Diktatörleşmeyin! Milletvekillerinize dahi beyanat vermeyi yasaklamayın! Medyayla, aydınlarla, yargıyla, askerle, üniversitelerle inatlaşmayın.
    Sadece türban serbestliğini Anayasa’mızda değiştirmek dahi AB’ye girmemize büyük bir engel olacaktır.
    Laikliğe, sizin tabiriniz ile ciğerden inanın, güvenin. Laiklik dini özgürlüklerin değişmez kanunudur.
    Bir hadis-i şerif diyor ki: “Cenab-ı Hak sevdiği yöneticilerin yanına açık sözlü danışmanlar nasip eder, sevmediklerine de dalkavuklar musallat eder.”
    Sıkça bahsettiğiniz büyük Türk düşünürü Edebali Hazretleri’nin öğütlerini bir kez daha okumanızı, içtenlikle tavsiye ediyorum.
    Saygılarımla…

    Prof. Dr. H. Güntekin Köksal
    Pet Holding
    Yönetim Kurulu Başkanı”

    syilmaz@milliyet.com.tr

  • FETULLAH: NEDİR BU SAKLI AJANDA VE BAĞLANTILARI

    FETULLAH: NEDİR BU SAKLI AJANDA VE BAĞLANTILARI

    Bu yurtdisindaki F-tipi okullarla ilgili bir haber..

    Bu yurtdisindaki F-tipi okullarla ilgili bir haber.. - FETULLAH GULENBu yurtdisindaki F-tipi okullarla ilgili bir haber.. - GULEN CUBBELI

    27.01.2010 10:44

    Tucson, Amerika Birleşik Devletleri’nin Arizona eyaletinde bulunan bir şehir. Tucson’da çıkan Tucson Weekly, Tim Vanderpool imzalı 2009’un son gününde çıkan bir yazıyla Türkiye’deki, AKP’nin ve Gülen Cemaati’nin asıl niyetleri ile gösterdikleri niyetler arasında farklar var mı, tartışmasına katılmış oldu. “Hidden Agenda” (Saklı Ajanda) başlığıyla çıkan bu haber, Gülen Cemaati’nin, o şehirde bulunan bir okulunda yaşananlardan ve bir velinin anlattıklarından yola çıkarak Cemaatin ABD’deki niyetlerini açıklamaya çalışıyor.

    Habere geçmeden önce Cemaatin yurt dışındaki yapılanması hakkında kısaca bilgilenmekte fayda var. “Charter School” kavramıyla başlayalım. “Charter School”, devlet okullarından daha farklı ve görece özerk yapıya sahip; ancak bunun karşılığında bazı getiriler sunan bir okul. Şöyle ki, devlet okullarında uygulanan bazı kural ve uygulamalardan görece bağımsız olan bu okullar, ders programlarını bazı alanların üstüne fazlaca eğilerek hazırlıyorlar. Bu alanlar, sanattan fene kadar birçok branşı kapsıyor. Bu “İmtiyazlı Okul”lar zaman zaman veliler ve hocaların biraraya gelmeleri ve devletin onlara izin vermeleri sonucunda oluşurken, diğer zamanlarda yine devletin izin verdiği kâr amacı gütmeyen kurumlar tarafından kuruluyor. Tahmin edilebileceği üzere, Gülen Cemaati okulları, kâr amacı gütmeyen bir kurumun okulu olarak kabul görüyor.

    Gülen Okulları’nın bir diğer özelliği ise, cemaate bağlı kişilerin kurdukları okullar isim ve hukuki bakımdan bağımsız okullar oluyorlar, ki bu metodun Türkiye’de de kullanıldığını rahatlıkla tespit edebiliriz. Cemaat okulları bu sayede kendilerine hukuki bir koruma kalkanı hazırlamış oluyorlar ve eğer bir kişinin veya bir kurumun adı lekelenir ve onun sahip olduğu okullar kapanırsa, diğerleri bundan mümkün olduğunca az etkilenmiş oluyorlar.

    Bu bilgilerden sonra Tucson Weekly’deki haber ve Cemaat okullarını incelemeye başlayabiliriz. Vanderpool’un haberine göre Tucson’s Sonoron Science Academy adlı eğitim kurumu, ki geçmişine baktığımızda son derece parlak olduğu görülüyor (Arizona’da yılın imtiyazlı okulu seçiliyor, kimi gazeteler bu okulun başarısını yere göğe sığdıramıyor), gizli bir ajanda saklıyor. Bazı ailelerin bu durumdan şikayetçi oldukları; ama sadece birinin cüret ederek konuşabildiği, onun da ismini vermeden konuşmayı seçtiği haberdeki ilginç kısımlardan biri. Ancak benim burada esas bahsetmek istediğim nokta gizli ajanda’dan (yazıya göre bu gizli ajanda Türk lobiciliği ve bu sayede “Ermeni Büyük Kırımı” iddialarının Amerikalılar’ca benimsenmemesi) ziyade bağlantılar. Bu bağlantılar, sadece okullar arasında değil; aynı zamanda okullarla kurumlar arasında da olan bağlantılar. Kastettiğim, bir öğretmenin farklı zamanlarda farklı okullarda ders vermesi ve sürekli hareket halinde olması, bu bağlantıların sadece bir kısmı olduğu. Diğer kısmı ise şu şekilde açıklanabilir: Pacifica Institute Türkçe Olimpiyatları düzenleyen kurum. Bu enstitü, aynı zamanda Kaliforniya’da Fethullah Gülen Konferansları düzenliyor. Pacifica Institute’ün Cemaat’e bağlı bir kurum olduğu Türkiye’de bilinen bir şey, ne var ki yurt dışındaki bağlantıları bulmamızda yardım sağlıyor. Sonoron Science Academy öğrencilerini Türkçe Olimpiyatları’na katılmalarına teşvik ediyor. Bu önemli ;ama yetersiz. İspatımız sadece bu bilgiyle sınırlı olsa eksik gözükebilirdi. Bundan başka Utah’taki “İmtiyazlı Okul” Kurulu, Beehive Science and Technology Academy’nin Gülenci olduğunu açıkça dile getirmiş ve bu akademi Accord Institute isimli kurumla açıkça mali ilişkilere sahip. Accord Institute ile açıkça mali ilişkilere sahip bir diğer eğitim kurumu ise Sonoron Science Academy. Velilerin isyanını, Pacifica Institute ve Accord Institute ile ilişkilerini göz önüne aldığımızda Tucson’daki okulu da cemaatin okulu olarak niteleme hakkını elde ediyoruz.

    Peki, Amerika’daki bir okulun Gülen Cemaati’nden olmasının önemi ne boyuttadır? Öncelikle Amerika’da böyle bir haberin çıkması ilgi çekicidir. Bu yazının önemi ise örnek teşkil etmesinde yatmaktadır. Bu örnek sadece Amerika’nın Arizona eyaletinde gördüğümüz bir okul için değil, Rusya’da da, Orta Doğu’da da geçerlidir.Örnek olarak, FSB (Rusya Federal İç Güvenlik Teşkilatı) 2002’de, Gülen okullarında ABD Gizli Servisi ile bağlantılı Türk casusları olduğunu ileri sürmüş ve okullardaki bazı öğretmenlerin CIA ile ilişkili olduklarını söylemiştir . Bu tutumunu, takip eden yıllarda da devam ettirmiş ve Cemaat okullarında okuyan kişilerin devlet görevlerine son verilmeye başlanmıştır. Rusya’dan başka, Irak’ın kuzeyinde de İran’ın sıkıştırmaları sonucu, Cemaat Okulları benzer bir darbe yemiştir.

    Türkiye’de Cemaat hakkında Savcı Nuh Mete Yüksel’in iddianamesi vardır ve bu iddianame çok önemli noktalara işaret etmektedir. Öğrenci evleri ve okullar aracılığıyla “beyin yıkaması” gerçekleştirildiği, askeri polise kırdırma politikaları iddianamede geçen iddialardan birkaçıdır.

    Cemaatin askeri örgütlenmesi ise ayrıca ilgi çekici gözüken bir kısımdır. Cemaatçi olduğu belirlenen bazı askeri lise öğrencilerinden alınan ifadelerden yola çıkılarak hazırlanan iddianamenin bu kısmından Mustafa Soysal’ın söylediklerini yorumsuz olarak buraya koymayı elzem buluyorum:

    “Maltepe Askeri Lisesi’ne girdikten sonra bize “Sahabi mertebesine ulaştığımızı, kurallara uymadığımız taktirde Allah tarafından cezalandırılacağımızı” söylediler… maddi sıkıntıya düştüm, bu şahıslar bana maddi imkanlar sağladılar bu nedenle bu şahıslara bağlandım. Bu cemaat mensupları hiç çekinmeden Atatürk’ü kötülediler. Kızların şeytan olduklarını, onlardan uzak durmamız gerektiğini söylediler.”

    Bu noktada, Türkiye’nin bu cemaate daha ne kadar dayanacağı sorulabilir; ancak kesin olan cemaatin izlediği mütecaviz tutum devam ederse sabır taşının kırılmak üzere olduğudur.

    1-
    2- http://www.yenicag.az/modules/news/article.php?storyid=612

    Doruk Cengiz
    Odatv.com

  • Dr. Muhammed Çetin’den ‘Gülen Hareketi’ Konferansı

    Dr. Muhammed Çetin’den ‘Gülen Hareketi’ Konferansı

    Wednesday, December 16 2009, 06:30 – 20:30
    İngilizce yayın yapan Today’s Zaman gazetesinde köşe yazarı ve İnançlar Arası Diyalog Enstitüsü yayın koordinatörü Dr. Muhammed Çetin tarafından verilecek olan konferansın konusu ‘Gönüllü Hizmet: Gülen Hareketi’. Konferansın programı şöyle;

    Kabul: 6:30 pm ile 6:45 pm saatleri arası
    Akşam Yemeği: 6:45 pm ile 7:30 pm saatleri arası
    Konuşma: 7:30 pm ile 8:00 pm saatleri arası
    Soru-Cevap evresi: 8:00 pm ile 8:30 pm saatleri arası

    Rezervasyon ve bilgi için: (408) 646-0183 veya pacificaasf@pacificainstitute.org

    Adres: 1310 Bayshore Hwy Burlingame, CA 94010

    Tel: 408-646-0183

    www.pacificainstitute.org