Kategori: İngiltere

  • İyimserliğe devam…

    İyimserliğe devam…

    Rauf DENKTAŞ

    Görüşmelerin başlaması her gündeme geldiğinde “ilgili taraflar” iyimser beyanatlar vermeye başlarlar. İki taraf arasında başlayan ilk temaslar tarafların “esas ilkelerde” Kuzey ve Güney kutupları kadar birbirlerinden farklı görüşlerde olduklarını kanıtlamış olsa da “ilgili taraflar” iyimser beyanatlara devam ederler. Neden? Çünkü “işler”, “ilgili tarafların istedikleri yönde ilerlemektedir” de onun için! “İlgili taraflar” kimlerdir? Onlara bakmak lâzım! ABD “ilgili tarafların” başında gelir. Kıbrıs meselesi 45 yıldır halledilmemişse bunun direkt sorumluluğu “Yunan lobisi” ve bölgedeki kendi çıkarları nedeniyle baştan malûl olan ABD’ye aittir. 1964’te eli kanlı, cani Makarios’u ve suç ortaklarından oluşan Rum idaresini “meşru hükümet” olarak tanıyan ve tanıtan ABD’dir. Garantör İngiltere’nin “ABD uydusu olarak” ve sadece üslerini düşünerek tevessül ettiği haksızlık ve adaletsizlik de unutulmamalıdır. Bu iki dost ve  müttefik, Kıbrıs’ta, Türkiye ile Kıbrıs Türklerinin haklarını yok sayarak “adanın  birleşmesinden, bütünleşmesinden” yana ağırlıklarını koymuşlardır. Onlar için Kıbrıs Türklerinin 1963-74’leri hatırlayıp, bunların ileride tekrarlanmaması için talep ettikleri ne varsa “uzlaşmazlık” göstergesidir. ABD’nin arşivleri bunu açıkça vurgulamaktadır. ABD Dışişleri Müsteşar Yardımcısı Bryza’nın “Türkiye mükellefiyetlerini yerine getirsin (yani Rum idaresini meşru hükümet olarak tanısın) ve önerilerini Rumların kabul edebilecekleri şekle soksun” önerisi unutulamaz. ABD’nin Türkiye’ye ve Türkiye kanalıyla bize Annan Planı’nı kabûl ettirdikten sonra “Kıbrıs Türkleri Annan Planı’na evet demekle, ayrı egemenlikten ve ayrı devletten, devleti tanıtmaktan vazgeçmişlerdir” yorumuyla bize yapmış olduğu kötülüğün ve kalleşliğin eşine dünya tarihinde az rastlanır. İşte bu “ilgili taraflar” dır ki Talat-Hristofyas görüşmelerindeki ilk temastan bu yana “iyimserlik havasını” bol bol yaymaktadırlar. BM Genel Sekreterliği de bunların paralelinde hareket etmektedir. Niye? Türk tarafı tek halk, tek egemenlik, tek devlet, tek vatandaşlık formülüne evet dediği için!
    Diğer “ilgili taraf” kuşkusuz suçlu, kalleş Yunanistan’dır. Süreci canla başla desteklediğini açıklamakta ve “Kıbrıs meselesi işgalden kaynaklanan bir meseledir; işgal kalksın, mesele halledilmiş olur” tezini savunmaktadır-hem de yüzü kızarmadan! Neden? Hristofyas “Yoldaş Talat ile Kıbrıs’ın askersizleştirilmesinde de anlaştık” dediği için. Bunun sonucu olarak Hristofyas ile Atina “Garantiler kalkacak, asker gidecek” noktasında birleşmiş oluyorlar. Tekli anlaşmalar KKTC’nin ortadan kalkması anlamına gelmektedir. Hristofyas “toprağın, ekonominin, halkın ve kuruluşların birleşmesini” öngörmektedir. Tek halk olacağımıza göre niye olmasın?
    AB de, Kıbrıs Rum kanadını üye yapmakla “Kıbrıs’ı üye yaptığı zannı içinde” diğer “ilgili taraflardan” biridir. Sayın Talat aksini iddia etse de bal gibi “çorbaya tuz atmaktadır” ; Türkiye’nin üyelik müracaatını Türkiye’ye şantaj yapmak için bal gibi kullanmaktadır. Bunlar da yetmedi, Hristofyas, Kipriyanu’nun bana yaptığı ve en sonunda KKTC’nin doğuşunu sağladığı gibi, Talat’la temasın hemen arkasından dünya liderlerini ziyaret edip Talat’ı şikâyet etmekte, kendi davasını ballandırarak anlatarak taraf toplamaktadır. Kıbrıs’a uzaktan bakan devlet adamları için Hristofyas’ın, Meşru Kıbrıs Hükümeti sahte bayrağı altında ortaya koyduğu “kırmızı çizgiler” makul addedilmektedir. Sayın Talat’ın ayni makamlara eşit şartlarda ulaşmak imkânı yaratılmadığı takdirde zaten zor olan durumu daha da zorlaşacaktır.
    Bu yazıda diğer “ilgili taraf” Türkiye’nin iyimser beyanatlarından bahsetmeyi gereksiz buldum. Çünkü diğer “ilgili tarafların” niye iyimser beyanatlarda bulunduklarını izah edebiliyorum da, Türkiye’nin niye aynı iyimserliği paylaştığını anlayamıyorum. Unutulmaması gereken bir şey var: Görüşmeler Rum tarafına evet dedirtmek içindir. Bizden beklenen direnişten, devletten ve egemenlikten vazgeçmektir. İyimser beyanat yapan ve sırtımızı okşayan, yüzümüze gülen “ilgili taraflar” bunlardan vazgeçildiğini varsaymaktadırlar. Ya Türkiye?..

  • TÜRK TOPLULUKLARINDAN HABERLER

    TÜRK TOPLULUKLARINDAN HABERLER

    İÇİNDEKİLER:

    -ALMANYA FEDERAL SUÇ DAİRESİ BAŞKANI ZİERCKE’DEN TERÖR UYARISI
    -TÜRK VE ALMAN EDEBİYATÇILAR BERLİN’DE BULUŞTU
    -ALMANYA
    -ÖNEL YAYIN EVİ İSLAMİYET HAKKINDA ALMANCA DİN DERSİ KİTABI HAZIRLADI
    TÜRK’ÜN VİZE ZAFERİ
    İNGİLTERE’DE YENİ GÖÇMEN İŞÇİ POLİTİKASI
    İSVEÇ’TE YENİ CAMİ İÇİN KOLLAR SIVANDI
    POPKOMM’DA TÜRKLER DE OLACAK
    RAMAZAN SULTANI VE PAŞASI
    DİSİPLİNLİ OLMAYI OKULDA ÖĞRENDİM
    KONGRE’DE TÜRKİYE’Yİ SORAN YOK
    TÜRKİYE’DE AB VE ABD ‘SEVGİSİ’ BİR YILDA ARTTI  

    *** 

    -ALMANYA FEDERAL SUÇ DAİRESİ BAŞKANI ZİERCKE’DEN TERÖR UYARISI

    BERLİN (A.A) – 10.09.2008 – Almanya Federal Suç Dairesi Başkanı Jörg Ziercke’nin, Almanya’da terör saldırısı yapılabileceği yönünde uyarıda bulunduğu bildirildi.

    Bild gazetesinin haberinde, Ziercke’nin, Alman Meclisi İçişleri Komisyonu’na gönderdiği bir raporda, El Kaide ve diğer terör örgütlerinin Almanya’da saldırılar düzenleme kararı almaları nedeniyle uyarıda bulunduğu belirtildi.

    Raporda, uluslararası terörizmin güncel boyutuyla Alman devleti ve halkı için çok büyük bir tehdit oluşturduğunu ifade eden Ziercke, bugüne kadar planlanan saldırıların ortaya çıkartılmasından ve başarısızlığa uğratılmasından dolayı Almanya’da tehdidin azalmasının beklenemeyeceğini kaydetti.

    Ziercke, Almanya’nın aşırı dinci terörün hedefinde olduğunu, El Kaide’nin, terörü Almanya’ya taşıma isteğinin kısa zamanda değişmeyeceğini belirtti.

    (ERB-EA-SRP) 

    *** 

    -TÜRK VE ALMAN EDEBİYATÇILAR BERLİN’DE BULUŞTU 

    BERLİN (A.A) – 10.09.2008 – Türkiye’nin 60. Frankfurt Kitap Fuarına onur konuğu olması dolayısıyla fuarın başlamasından yaklaşık bir ay önce Türk ve Alman edebiyatçılar Almanya’nın başkenti Berlin’de bir araya geldi.

    Türkiye Edebiyatçılar Derneği ve Alman Edebiyatçılar Birliği tarafından düzenlenen toplantıya Türkiye’den Edebiyatçılar Derneği Başkanı Gökhan Cengizhan, şair Yücel Kayıran ve yazar Mehmet Yaşin, Almanya’dan da Alman Edebiyatçılar Birliği Genel Başkanı İmre Török ile yazarlar Charlotte Worgitzky, Anja Tuckermann ve Horst Bosetzky katıldı.

    Cengizhan, burada yaptığı konuşmada, 14-19 Ekim arasında düzenlenecek 60. Frankfurt Kitap Fuarı öncesinde Hamburg, Köln, Berlin ve Darmstadt kentlerinde düzenlenen programlarda 12 Türk ve Alman edebiyatçının bir araya geldiğini ya da geleceğini, bu buluşmaların iki ülke edebiyatçıları için çok önemli olduğunu ifade etti.

    Türkiye’de çok canlı bir edebiyatın üretildiğini ve güçlü bir edebiyatın bulunduğunu kaydeden Cengizhan, bu toplantıların iki ülke arasındaki yazarların aracısız bir şekilde buluşmalarını sağladığını, bu işbirliğini sürdürmek istediklerini kaydetti.

    Cengizhan, Almanya’da yapılan bu buluşmalarda, okunan metinleri daha sonra birleştirerek kitap haline getireceklerini söyledi.

    Török de Alman Edebiyatçıları Birliği olarak her yıl onur ülkeyle işbirliği imkanlarını araştırdıklarını belirterek, ancak bu yıl Türkiye’nin onur konuğu olmasının, Almanya ve Alman edebiyatçıları için özel bir önemi olduğunu, bu buluşmanın da sıra dışı bir buluşma olduğunu ifade etti.

    Frankfurt Kitap Fuarında Türkiye’nin sloganının ”büyüleyici ve renkli” olduğunu hatırlatan Török, ”Türkiye ve Türk edebiyatı bizim için her zaman büyüleyici bir hayata ve çeşitli renkliliğe sahip oldu” dedi.

    60. Kitap Fuarının açılışını Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Nobel ödüllü yazar Orhan Pamuk yapacak. Açılış törenine Almanya Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier de katılacak.

    (ERB-EA-MCT) 

    ***

    -ÖNEL YAYIN EVİ İSLAMİYET HAKKINDA ALMANCA DİN DERSİ KİTABI HAZIRLADI

    KÖLN (A.A) – 10.09.2008 – Almanya’nın Köln kentinde bulunan Önel Yayın Evi, ilköğretim üçüncü sınıflar için İslamiyet hakkında hazırladığı Almanca din dersi kitabı ”Schöne Quelle”yi (Güzel Kaynak) düzenlenen basın toplantısıyla tanıttı.

    Yayın evinin sahibi Hayati Önel, “Almanya’da bir ilki gerçekleştirerek Almanca din dersi kitabı hazırladık. 2009 yılı sonuna kadar ilkokulun her sınıfının din dersi kitabı hazır olacak” dedi.

    Önel, kitabı, İslam bilimcileri Havva Yakar, Şeniz Hale Önel, ilahiyatçılar Hüseyin Çetin, Ali Topçuk ile ilkokul müdürü Dorothea Paschen ve eyalet eğitim bakanlığı görevlisi Klaus Gebauer’in birlikte hazırladıklarını ifade ederek, “Kuzey Ren Vestfalya eyaletinde 140 okulda İslam din dersi Almanca olarak verilmeye devam ediyor. Farklı milletlerden 10 bin 900 öğrenci bu derslere katılıyor. Daha önce böyle bir kitap yoktu. Bu, alanında ilk kitap oldu” diye konuştu.

    Gebauer de kitap için KRV eyaletine müracaatın yapıldığını, 6 hafta sonra alınacak izinle okullara dağıtılabileceğini söyledi. 

    Kitap kurulunda bulunan Şeniz Hale Önel ise kitapla ilgili olarak herhangi bir Müslüman dernekten tepki almadıklarını, bunu da zaten beklemediklerini söyledi. Kitabı, hazırlandıktan sonra Diyanet İşleri Türk İslam Birliği’ne (DİTİB) gönderdiklerini ifade eden Şeniz Hale Önel, “Genel Başkan Sadi Arslan bey bizi arayarak teşekkür etti. Kitap olumlu tepkiler aldı” dedi.

    Kitabın okullarda kullanılması için KRV eyaletinin yanı sıra Almanya’daki tüm eyaletlerin eğitim bakanlıklarına müracaat edildiği bildirildi.

    Basın toplantısına Sosyal Demokrat Partili (SPD) Alman meclisi üyesi Lale Akgün, Anadolu Üniversitesi Batı Avrupa Bürosu Müdürü Gürsel Gür, Köln Başkonsolosluğu Eğitim Ataşesi Uğur Acar da katıldı.

    (KAR-EA-SRP)

    ***

    Aynur TATTERSALL | 10.09.2008

    TÜRK’ÜN VİZE ZAFERİ

    10 yıl önce İngiltere’ye iltica eden Türk vatandaşı Mehmet Darı, İngiliz hükümetine karşı açtığı davayı kazanarak, vizesine kavuştu. Avrupa Adalet Divanı, Mehmet Darı’nın Ankara Anlaşması gereği oturma talebini 2007 yılında haklı bulmuştu. O tarihten beri vize mücadelesi veren Darı sonunda İngiltere İçişleri Bakanlığı’nın kararı ile 6 aylık vizesini aldı. 

    İngiltere’ye 10 yıl önce iltica eden Türk vatandaşı Mehmet Darı, İngiliz hükümetine karşı verdiği mücadeleyi kazandı. İngiltere İçişleri Bakanlığı, Avrupa Adalet Divanı’nın 2007 yılında karara bağladığı Mehmet Darı’nın iltica başvurusunu yürürlüğe koyarak Darı’ya vize verdi.

    İngiltere İçişleri Bakanlığı, ülkeye kaçak yollarla giren Türk vatandaşı Mehmet Darı’nın iltica başvurusunu sonunda yürürlüğe koyarak yıllardır mücadele veren Mehmet Darı’ya 6 aylık vize verdi.  10 yıl önce İngiltere’ye TIR içinde gizlenerek giren ve o tarihten itibaren ülkede kalma mücadelesi veren Darı sonunda mücadelesini kazandı.

    Avrupa Adalet Divanı, İngiltere’de bulunduğu süre içinde işyeri sahibi olan Türk vatandaşı Mehmet Darı’nın Ankara Anlaşması gereği oturma talebini 2007 yılında haklı bulmuştu. O tarihten beri vize mücadelesi veren Darı sonunda İngiltere İçişleri Bakanlığı’nın kararı ile vizesine kavuştu.

    İngiltere İçişleri Bakanlığı’nın Mehmet Darı’nın vize kararını onayladığını, Darı’nın davasını üstlenen Kuddüs Avukatlık Bürosu avukatları düzenlediği bir basın toplantısıyla duyurdu. Darı’nın avukatları yaptıkları açıklamada alınan sonucun önemine dikkat çekerek, siyasi mülahazalara rağmen mücaleyi kazandıklarını ifade ettiler. Mehmet Darı ile birlikte yine kaçak yollarla ülkeye giren Hasan Mazi, Nail İçli ve Tahsin Küçük’ün de vize başvuruları kabul edildi. 

     

    ***

    LONDRA (A.A) | 10.09.2008

    İNGİLTERE’DE YENİ GÖÇMEN İŞÇİ POLİTİKASI

    İngiltere’nin gelecek dönemde puan sistemine bağlı olarak AB üyesi ülkelerin dışında kalan ülkelerden göçmen işçi kabul edeceği meslek gruplarını yeniden belirlendi. 

    İngiltere’de sıkıntısı çekilen yeni meslekler listesinde doktorlar, hemşireler, kimya ve inşaat başta olmak üzere bazı mühendislik alanları, matematik ve İngilizce öğretmenleri, gemi ve hovercraft mürettebatı, veteriner ile jokeyler ve at eğitmenleri bulunuyor.

    Muhalefetteki Muhafazakar Parti sözcüleri, hükümetten öncelikle İngiltere’ye her yıl kaç göçmen işçi kabul edileceği konusunda politika belirlenmesini istedi. Listenin, yeni göçmen işçi politikasının Kasımda uygulanmaya başlamasıyla birlikte geçerli olmasının beklendiği bildirildi.

    İngiltere Sınır ve Göçmen Bakanı Liam Byrne, sistemin Avustralya’dan esinlenilerek hazırlandığını ve İngiltere’ye çalışmak üzere gelmek isteyen göçmen işçilere kalifikasyonlarına göre puan verilmesinin öngörüldüğünü kaydetti.

    Sistemin tümüyle İngiltere’de belli meslek gruplarında çekilen sıkıntıyı gidermeye yönelik olduğuna dikkat çeken Bakan Byrne, “Sistem sadece bizim istediğimiz kişilerin ülkemize gelip çalışmalarına olanak verilmesine yönelik olarak hazırlanmıştır. Bu nedenle de bizim ihtiyaç duyduğumuz meslek alanlarının listesi yapılmıştır” dedi.

    İngiltere’ye göçmen işçi olarak girmesine izin verilebilecek kişilerin belli mesleklere mensup olmalarının yanı sıra İngiltere’de lise bitirme derecesine denk eğitim almış olmaları, yeterli İngilizce bilgisine sahip bulunmaları ve kendilerine yılda en az 24 bin sterlin ödemeye hazır bir iş yerinden teklif almaları gerekiyor.

    Bu kişilerin ilk maaşlarını alacakları güne kadar kendilerine yetecek toplu parayı İngiltere’ye getireceklerine dair garantiler sunması da gerekiyor.

    ***

    İSVEÇ’TE YENİ CAMİ İÇİN KOLLAR SIVANDI

    Tandogan UYSAL / STOCKHOLM | 10.09.2008

    Skarholmen Camii inşaatı için kolları sıvayan Skarholmen İslam Cemiyeti Başkanı Fikret Tümtürk, “1500 kişilik, iki minareli cami modern ve çevreye uygun olacak” dedi.

    Stockholm yakınlarındaki Skarholmen bölgesinde yaşayan Türkler, cami için harekete geçti. Skarholmen merkezine çok yakında bir yerde belediye tarafından gösterilen 1490 metrekare arsaya inşa edilmesi planlanan caminin projesi tamamlandı ve inşaat müsaadesi için belediyeye müracaat edildi. Skarholmen İslam Kültür Cemiyeti olarak yapılan inşaat başvurusu kabul edildikten sonra cami inşaatının kurulacak bir İsveç Müslümanlar Vakfı’na dönüştürülmesinin hedeflendiğini kaydeden  Cemiyet Başkanı Fikret Tümtürk, caminin anahtar teslim maliyetinin 40 milyon kron olarak tahmin edildiğini, inşaatın bitirilmesi tarihini de 2012 olarak hedeflediklerini söyledi.

    Arsayı belediyeden metrekaresi 3 bin kron’dan alındığını ve bu arsa parasının İsveç’teki cemaatten karşılanarak inşaata başlanacağını da kaydeden Tümtürk, yaklaşık 1.500 kişilik kapasiteli caminin 2 minareli, park yeri olan, çevreye uygun, modern bir cami olacak’ diye konuştu.

    ***

    POPKOMM’DA TÜRKLER DE OLACAK

    10.09.08

    Almanya’da düzenlenecek müzik fuarı Popkomm’a, bu yıl Türkiye de “Konuk Ülke” olarak katılıyor.

    8-10 Ekim tarihleri arasında Almanya’da düzenlenecek müzik fuarı Popkomm’a, bu yıl Türkiye de “Konuk Ülke” olarak katılıyor.

    Berlin’de yapılan fuar kapsamında, 8 Ekim günü Moğollar, Athena, MFÖ, 9 Ekim günü Halil Karaduman ve Ekibi, Arif Sağ, Deniz Seki 10 Ekim’de de Sabahat Akkiraz, Yaşar ve Taksim Trio konser verecek. 11 Ekim’deki kapanış partisinde ise DJ İpek İpekoğlu ile Pasha performans sergileyecek.

    ***

    RAMAZAN SULTANI VE PAŞASI

    Aydin ULUN /BERLIN | 10.09.2008

    Berlin’de devam eden ramazan şenliğini zayeret edip iftara katılan Eyalet Milletvekili Dilek Kolat (SPD) ve Özcan Mutlu (Yeşiller) sultan ve paşa kıyafetleri giydi.

     

    Semazenleri, fasıl ve ateşbazları izleyen Kolat ve Mutlu daha sonra Nasrettin Hocanın kavuğunu da takıp, otak çadırında çay içtiler. Kolat ve Mutlu ‘Ramazan şenliği Türk kültürünün bir parçasıdır. Böylesi bir şenliğin kültürler başkenti Berlin’de gerçekleşmesi bu anlamda son derece yararlı olmuştur. Bir yandan Berlin’in kültürüne renk katarken, bir yandan da ön yargıları yıkmak, İslami kültürün zenginliğini tanıtmak açısından da yararlı olmuştur. Bizler de bu ziyaret vesilesiyle Osmanlı döneminin giysilerine bürünerek geçmişe yolculuk yaptık.G iysiler gerçekten hem görkemli, hem de ince bir zevk ürünü. Tabi Nasrettin Hoca  ayrı bir mizah ve hoşluk dünyası’ dediler.

    ***

    DİSİPLİNLİ OLMAYI OKULDA ÖĞRENDİM

    Emine SONUGÜR / HAMBURG | 09.09.08

    Alman televizyonunun sevilen Türk oyuncusu Erol Sander bir kişinin başarılı olması için azim, disiplin ve saygının çok önemli olduğunu söylüyor.

    ALMAN birinci televizyon kanalı ARD’de Ekim ayında gösterilecek olan ‘Die Tote in der Zisterne’ (Yerebatan Sarayı’ndaki Ölü) adlı filmin baş rolünü oynayan Erol Sander, azim disiplin ve saygının çalışma hayatında çok önemli olduğunu belirtti.

     Son filmin çekimlerini İstanbul ve Marmaris’te gerçekleştiğini ifade eden Erol Sander, filmde dünya kenti İstanbul’dan ve turistik belde Marmaris’ten güzel manzaralar bulunduğuna dikkat çekti.
    Hülya Özkan’ın yazdığı ‘İstanbul sehen und sterben’ (İstanbul’u görmek ve ölmek) adlı romanından alınan filmin çekimlerinde İstanbul’da  bulunduğu sürece Erol Sander, doğduğu kentte oldukça heyecanlı günler geçirdiğini söyledi.

    10 YIL MANKENLİK YAPTI
    Evli ve bir çocuk babası olan 39 yaşındaki yakışıklı oyuncu Erol Sander, dört yaşında Almanya’ya geldiğini ve annesinin o dönemde terzilik yaptığını kaydetti. Erol Sander, ‘Annem için zorlu bir dönemdi. Hatta beni okula giderken iki yıllığına yatılı bir okula verdi.

    Benim için yatılı okul çok iyi geldi ve orada disiplinli olmayı, azimli olmayı öğrendim. 18 yaşıma geldiğimde yolda birisinin bana ‘mankenlik yapmak ister misin?’ diye sorması üzerine mankenlik yapmaya başladım.

    İngilizce, Fransızca dillerini iyi konuştuğum için mankenlikten ayda bin 800 Mark kazanıyordum. Bu para da annemin kazandığı maaşın çok üstündeydi. Mankenlik için Madrid, Zürih, New York gibi dünyanın önemli kentlerine gidiyor  Armani, Dior gibi önemli markaların tanıtımını yaptım. 10 yıl mankenlik yaptım’ dedi.

    54 FİLMDE OYNADIM
    Daha 13 yaşındayken oyuncu olmak istediğini belirten Erol Sander, ‘Ben 13 yaşımda oyuncu olmayı çok istiyordum. Bu isteğimden hiç vazgeçmedim, mankenlik yaparken oyunculuk beni çekmeye devam etti. 1999 yılında oyunculuğa başladım. Toplam 54 filmde oynadım ve bu filmlerin hemen hemen hepsinde baş rol oynadım.

    Şu anda Bad Segeberg Açık Hava Tiyatrosu’nda da Kızılderili Winnetou’yu oynuyorum. Burada ata binmem gerekiyor. Ata binmeyi eşim yıllar öncesinden bana öğretmişti ve benim içinde çok faydalı oldu.
    Ayrıca, Winnetou için anlaşmayı bir yıl daha uzattım ve 2009 yılında da oynayacağım. Şu anda Türkiye’de çekimlerini yaptığımız ‘Yerebatan Sarayı’ndaki Ölü’ adındaki filmi bitirdik. Umarım  televizyon seyircisi filmi beğenir. Başka bir film projesi üzerinde çalışmalarımız var. Fakat bu film somut değil onun için üzerinde konuşmam doğru olmaz’ dedi.

    HER İNSAN DEĞERLİDİR
    Eşi ve çocuğunun her zaman film çalışmalarına birlikte geldiklerini söyleyen Erol Sander, ‘Bence her insanın değerli bir tarafı vardır. Benim yakışıklı seçilmem beni motive ediyor ve bir nevi sevindiricidir.
    Ama her insanın çekici bir yönü vardır. Benim için çocuklar ve insanlar çok değerlidir ve herkese büyük bir saygım var. Bir insanı insan olarak görmek lazım. Nereden gelmiş ve nereli olduğu önemli değildir’ dedi. Erol Sander hedefinin Avrupa’da oyunculuğu devam ettirmek olduğunu ve son yıllarda farklı uluslardan ve kültürlerden başarılı oyuncuların çıkmasına da çok sevindiğini söyledi.

    ***

    KONGRE’DE TÜRKİYE’Yİ SORAN YOK

    AHU ÖZYURT Washington

    ABD’nin Gürcistan’a yapmaya hazırlandığı 370 milyon dolarlık yardım paketinin tartışıldığı ve önceki gün Temsilciler Meclisi’nin Dış İlişkiler Komitesi’nde düzenlenen oturumda Ermenistan dışında Türkiye’nin gündeme gelmemesi şaşkınlık yarattı.

    Komite’ye ifade veren Dışişleri Bakan Yardımcısı Dan Fried, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün gezisini gündeme getirdi.
    “Krizin Ermenistan’a maliyeti yüksek oldu. Elbette bu fırsatla Ermenistan Devlet Başkanı Sarkisyan’ın Türk Cumhurbaşkanı’na yaptığı daveti ve Gül’ün buna cevaben yaptığı Erivan ziyaretini takdirle karşıladığımızı belirtmek istiyorum” diyen Fried, “Umuyoruz ki bu adım Ermenistan’ın izolasyonunun azalması için de bir adım olur” ifadesini kullandı. 

    Osetya-Kıbrıs benzetmesi
    Aynı gün ABD Senato’sunun Silahlı Hizmetler Komitesi’nde de yapılan oturumda konuşan ABD Dışişleri’nin Avrupa ve Avrasya İlişkilerinden Sorumlu Bakan Yardımcısı Dan Fried, Güney Osetya-Gürcistan arasındaki sorunu Kıbrıs görüşmeleriyle bağladı.
    Komite üyelerinden Senatör Ben Nelson’un, “Osetyalılar ne istiyor, Rusya ile birleşmek mi, bağımsız olmak mı?” sorusuna Dan Fried, “Bu konuda elimizde çok sağlıklı bir veri yok. Ama Kıbrıs sorununu hatırlayalım. Önce sert çatışma ve otuz yıl süren ayrılıktan sonra şimdi iki tarafın liderleri bir araya gelmek için görüşmeler yürütüyor. Yani olmaz diyemem” yanıtını verdi.
    Michigan Senatörü Carl Levin’in başkanlık ettiği Komite’ye ifade veren ABD Savunma Bakanlığı’nın Siyasi İşlerden Sorumlu Müsteşarı Eric Edelman ve Dışişleri Bakan Yardımcısı Dan Fried’in konuşmalarında Türkiye’den hiç bahsetmemeleri dikkat çekti.
    İki buçuk saati aşkın oturumda Türkiye’nin dile getirdiği Kafkasya Barış ve İstikrar Platformu’ndan da hiç bahsedilmedi.
    Sadece Bakü-Tiflis Ceyhan Boru Hattı’nın çalışır durumda olup olmadığı sorusuna Fried, “Bildiğim kadarıyla hattan petrol akışına başlandı” yanıtını verdi.

    ***

    TÜRKİYE’DE AB VE ABD ‘SEVGİSİ’ BİR YILDA ARTTI

    11.09.2008

    Her yıl yapılan Marshall Fonu araştırmasına göre Türkiye’de son birkaç yıldır göze çarpanın aksine ABD ve AB’ye olan güvenin arttığı ortaya çıktı..

    Alman Marshall Fonu Transatlantik İlişkiler Merkezi tarafından yılda bir kez yapılan “Transatlantik Eğilimler” 2008 raporu dün İspanya’da açıklandı… Raporda Türklerin AB ve ABD’ye karşı 2004’ten beri soğuyan hisleri 2008’de ısınma gösteriyor. Araştırmaya göre Türkiye’nin AB’ye karşı 2004’ten beri “soğuyan” hisleri 2008’de yedi derecelik bir ısınma göstererek, 33 dereceye ulaştı.

    OBAMA’YA DESTEK
    ABD’ye duyulan sıcaklık ise üç derece artarak 14 olurken, Türkiye’nin geçen sene İran’a karşı soğuyan hisleri bu yıl iki derece ısınarak 32 derece olarak belirlendi. Ankete katılan Türklerin büyük bölümü (yüzde 48), Türkiye’nin uluslararası konularda yalnız hareket etmesi gerektiğine inanıyor. Türkiye’nin AB üyeliğiyle ilgili Türk ve Avrupalı kamuoyundaki görüşler geçen yıla oranla değişmedi. Türklerin büyük çoğunluğu (yüzde 42) AB üyeliğini “iyi” olarak değerlendiriyor. AB ülkelerinin vatandaşlarının yüzde 60’sıysa Türkiye’nin AB üyesi olacağına inandığını belirtiyor. Yine de araştırmaya katılan Avrupalıların yüzde 57’si ve Türklerin yüzde 55’i, Türkiye’nin Batı’dan çok farklı değerleri olduğunu belirtti. Türklerin çoğunluğu ABD seçiminde Demokratların adayı Obama’yı destekliyor…

  • TÜRK TOPLULUKLARINDAN HABERLER

    TÜRK TOPLULUKLARINDAN HABERLER

    İÇİNDEKİLER:  

    AVUSTURYA’DA SEÇİME DOĞRU
    BASEL’DA 18 TÜRK ADAY
    TÜRK BÜYÜKELÇİLERDEN BİLDİRGE
    LONDRA’NIN İLK TÜRK POLİS MÜFETTİŞİ GÖREVDE
    HRİSTİYANLAR DA RADİKAL
    ALMAN GENERAL İFTARA KATILDI 
    TERÖRİZMLE MÜCADELEDE TÜRKİYE VE ABD’NİN BENİMSEDİĞİ YAKLAŞIMLARIN KARŞILAŞTIRMALI BİR ANALİZİ
    KKTC’Yİ TANIMAYIZ
    ALMANYA’DAN PKK AÇIKLAMASI 

    ***

    AVUSTURYA’DA SEÇİME DOĞRU

    Avusturya’da Yeşiller Partisi, 28 Eylülde yapılacak erken genel seçimler için, Türk kökenli Alev Korun’u 3. sıradan aday gösterdi.  

    Parti lideri Prof.Dr. Alexander van der Bellen ve yardımcısı Eva Glawischnig’in ardından 3. sırada aday gösterilen Alev Korun’un seçimlerde parlamentoya girmesine kesin gözüyle bakılıyor. Yeşiller partisi 2002 yılında yapılan genel seçimlerde oyların yüzde 11.05’ini alarak federal mecliste 21 milletvekiline sahip olmuştu.
            
    “TÜM GÖÇMENLERİN SÖZCÜSÜ OLACAĞIM”
            
    Partinin son kongresinde oy çoğunluğuyla listenin 3. sırasında aday olması kararlaştırılan Alev Korun, düzenlenen basın toplantısında, “Göçmen kökenli bir Avusturyalı olarak ülkedeki tüm göçmenlerin sözcüsü olacağını” söyledi.
    Partisinin ülke tarihinde ilk kez göçmen kökenli birini listenin 3. sırasında aday göstererek parlamentoya girmesine şans tanımakla diğer tüm partilere öncülük yaptığını ifade eden Korun, “Yeşiller Partisinin attığı bu adımın diğer partilere de örnek olmasını diliyorum” dedi.

    Koalisyon hükümetinin ortakları Sosyal Demokrat Parti (SPÖ) ve Halk Partisinin de (ÖVP) listelerinde göçmen kökenli adaylar gösterdiğini anımsatan Korun, “Ancak bu partilerin göçmen kökenli adayları seçilmeleri mümkün olmayan 80. veya 350. sıralara koyarak göçmen kökenli seçmenlerin oylarını bölmek için çalıştıklarını” söyledi.

    Basın toplantısının ardından Türk gazetecilere açıklamasında da Korun, Avusturya’da son verilere göre 118 bin Türk kökenli Avusturyalı bulunduğunu ve bunların da 70 bin kadarının seçmen olduğunu belirterek, “Türk kökenli seçmenlere, SPÖ ve ÖVP’nin listelerinde seçilmeleri mümkün olmayan sıralarda göstermelik olarak koydukları adayların peşine takılarak oylarını ziyan etmemeleri” çağrısında bulundu.

    SPÖ ile ÖVP’nin ülkedeki göçmenlerin sorunlarını çözme konusunda samimi olmadıklarını öne süren Korun, “İki partinin de ya tek başına ya da koalisyon ortağı olarak yıllardan beri iktidarda olmalarına rağmen göçmenlerin sorunlarının azalmadığını, aksine sürekli arttığını” ifade etti.

    Yeşiller Partisi olarak ülkede yasal olarak yaşayan ve ikamet eden göçmenlere vatandaşlık hakkı verilmesi için çalıştıklarını belirten Korun, “SPÖ ve ÖVP gibi iki büyük partinin ise vatandaş olmak isteyen göçmenlerin önüne sürekli sorun çıkardıklarını, tüm koşulları yerine getirenlerden de hem kendileri hem de aile fertleri için teker teker çok yüksek miktarda para istendiğini” kaydetti.

    Alev Korun ile birlikte basın toplantısına katılan Yeşiller Partisi Başkan Yardımcısı Eva Glawischnig, “Alev Korun’un listenin 3. sırasında aday gösterilerek parlamentoya girmesinin kesinleştiğini” belirterek, “Ülke tarihinde ilk kez göçmen kökenli bir milletvekiline sahip olmaktan Yeşiller Partisi olarak büyük gurur duyuyoruz” dedi.

    Glawischnik, partisinin attığı bu ilk adımın diğer partilere de örnek olmasını umduğunu belirterek, “Ancak, SPÖ ve ÖVP’nin listelerinin son sıralarına koydukları göçmen kökenli adaylarla göçmen kökenli seçmenlerin oylarını bölmek gibi çok çirkin bir oyun oynamasından üzüntü duyduğunu” kaydetti.
            
    ALEV KORUN
            
    1969 yılında Türkiye’de dünyaya gelen Alev Korun, İstanbul’da Avusturya Lisesinden mezun olduktan sonra yüksek öğrenim için Avusturya’ya geldi. Avusturya’da İnnsbruck üniversitesinde siyasal bilgiler fakültesinde öğrenime başlayan Korun, öğrencilik yıllarında da ırkçılık karşıtı ve entegrasyon hareketi gibi sivil toplum örgütlerinde çalışmaya başladı.

    1993 yılında Yeşiller Partisi İnnsbruck teşkilatına katılan Korun daha sonraki yıllarda partinin Viyana teşkilatında göçmenler için sosyal danışma bürosunda görev yaptı. 1998-1999 yıllarında İçişleri Bakanlığında entegrasyon danışmanı olarak görev alan Korun, aynı yıllarda Avrupa Irkçılıkla Mücadele ağı adlı örgütün kurucuları arasında yer aldı.

    1999-2005 yılları arasında Yeşiller Partisi parlamento grubunda azınlıklar, insan hakları ve göçmenler uzmanı olarak görev yaptı. 2001-2005 yıllarında Yeşiller Partisi 3. bölge belediye meclisi üyeliği yapan Korun, 2001-2003 yılları arasında Yeşiller Partisi Landstrasse teşkilatı başkanlığı görevini üstlendi.

    Parti içinde özellikle göçmenlerin sorunları, insan hakları ve entegrasyon konularındaki çalışmalarıyla dikkat çeken Alev Korun, 2001-2005 yılları arasında partinin Viyana teşkilatı yönetim kurulu üyeliğini yaptı. Alev Korun, 2005 yılında belediye seçimi sonucu seçildiği Yeşiller Partisinin Viyana belediye meclisi üyeliği görevini ürdürüyor.

     

    ***

    BASEL’DA 18 TÜRK ADAY

    Isa DEVEÇEKEN | 09.09.2008  

    İsviçre’nin Basel Kantonu’nda 14 Eylül Pazar günü yapılacak kanton seçiminde değişik partilerden 18 Türk kökenli aday da yarışıyor. Türk adaylar, Türk kökenli seçmenlere, seçim gününde sandık başına giderek, kendilerine oy vermeye çağırdılar.
     

     

    İsviçre’nin Basel Kantonu’nda 14  Eylül Pazar günü yapılacak kanton meclisi seçimine 18 Türk kökenli aday da katılıyor. Basel Ost, Basel West ve Klein Basel adlarıyla üç seçim bölgesine ayrılan Basel Kanton Meclisi seçimlerinde yarışan 18 Türk adaydan 6’sı halen meclis üyesi. Tekrar seçilmek isteyen aday olan isimler şunlar: Mehmet Turan, Hasan Kanber, Gülşen Öztürk, Mustafa Atıcı, Sibel Arslan ve Uğur Çamlıbel.
    İşte adaylarımız

    Kanton Meclisi sayısı 130’den 100’e düşürülen kanton meclisi için Sosyal Demokrat Parti’den Mehmet Turan, Hasan Kanber, Gülsen Öztürk, Mustafa Atıcı, Atilla Toptaş, Hürriyet Özbey, Yusuf Çalışkan, Mazlum İşcen, Semih Kutluca, Veli Savsa, Hür Demokrat Partiden Hayrettin Kalaycı, Murat Kaya, Babur Taner; Hıristiyan Demokrat Parti’den Edibe Gölgeli; Yeşiller Basta’dan Uğur Çamlıbel, Sibel Arslan, Liberal Yeşiller’den Bülent Pekerman ve Liberal Parti’den Timur Yüksel isimli adaylar Türk kökenli seçmenlere, 14 Eylül’de sandık başına gidip oy kullanmaya çağırdı.
    820 aday arasında yer alan Türk kökenli adaylar meclise girmeyi umut ettiklerini belirtip, “İnşallah başarılı oluruz” diye konuştular.

    Nasıl desteklenecek

    Türk kökenli adayları desteklemek için oy pusulasında yer alan 27 aday isminden biri silinerek, üç Türk kökenli adayın ismi, listenin altına yazılabilir. Böylelikle Türk kökenli adaylar hem parti üzerinden hem de tercihli oyla, iki oya sahip olabilecek. Liste üzerinde değişiklik yapmayan seçmenler, partisini işaretlediği Türk kökenli adaylara sadece bir oy vermiş olacaklar. Oy pusulasında bir kişinin ismi en fazla üç kez yazılabiliyor.

    Mektupla oy için elinizi çabuk tutun

    Yaklaşık 6 bin Türk’ün yaşadığı Basel kentindeki Türk kökenli seçmenlere, 14 Eylül’deki seçim için mutlaka sandık başına gitmeye çağıran Sosyal Demokrat Partili aday Mehmet Turan, meclise seçilmek için partiye verilecek oyların yanı sıra, tercihli oyların da kendilerine verilmesini istedi. Kanton Meclisi için Sosyal Demokrat Parti’den 21. sıradan aday olan Mehmet Turan, “Kanton Meclisi seçimleri için vatandaşlar posta yoluyla evlerine gelen seçim zarfını kullanarak da oy kullanabilirler. Seçmenler, her adayın adını üç kez yazarak söz konusu adayı daha fazla desteklemiş olacaklar. Seçimde son oy kullanma tarihi 14 Eylül. Fakat postada gecekme olup oyunuzun çöpe gitmemesi için sandığa gitmek istemeyenler en son 10 Eylül günü oy zarfının postaya verilmesi gerekir” diyerek uyarıda bulundu.

    ***

     

    BERLIN (A.A) | 09.09.2008

    TÜRK BÜYÜKELÇİLERDEN BİLDİRGE

    Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Ertuğrul Apakan başkanlığında dün ve bugün Almanya’nın başkenti Berlin’de düzenlenen Büyükelçiler Konferansının sonuç bildirgesi yayınlandı. Bildirgede, bu konferansın düzenlenmesine, 15-18 Temmuz 2008 tarihlerinde Ankara’da Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın başkanlığında yapılan Büyükelçiler Konferansında karar verildiği hatırlatılarak, Berlin’deki konferansta Avrupa ülkelerinde yaşayan yaklaşık 4 milyon Türk’ün durumu ve karşılaştıkları sorunların geniş bir çerçevede ele alındığı belirtildi. 

    Söz konusu sorunlarla ilgili çözüm önerilerinin değerlendirildiği, büyükelçilerin ve bağlı konsolosluk birimlerinin vatandaşlara daha verimli ve etkin hizmet sunmaları yönünde atılabilecek adımlarla ilgili görüş alışverişinde bulundukları ifade edildi. Bildirgede, ‘Bulundukları ülkelerin toplumsal yaşamına etkin biçimde katılırken, ana dilleri ve öz kültürleriyle bağlarını korumalarına, yasalara saygılı ve huzurlu bir hayat sürmelerine dayalı entegrasyon anlayışımız çerçevesinde konferansta, yurt dışındaki vatandaşlarımızın ihtiyaçları ele alınmıştır’ denildi. Konferansta son zamanlarda giderek arttığı endişeyle gözlemlenen ve Türkleri de doğrudan etkileyen yabancı düşmanlığı, ayrımcılık ve ırkçılık içerikli söylem ve eylemlerin de ayrıntılı şekilde görüşüldüğü belirtilen bildirgede, ‘Ülkemizin coğrafi konumu nedeniyle maruz kaldığı yasa dışı göç sorunu, insan ticareti ve ülkemizin vize politikaları, AB ile yakın ilişkilerimiz çerçevesinde vatandaşlarımıza sağlanmasını arzu ettiğimiz vize kolaylıkları konuları konferansta, tüm veçheleriyle ele alınmıştır’ şeklinde ifadeye yer verildi.
            
    Azami 10 yıl süreyle tanzim edilecek yeni tip elektronik pasaportlara ilişkin çalışmalara hız verilmesinin, söz konusu pasaport başvurularının 2009 yılı içinde dış temsilciliklerce alınmaya başlanmasının da kararlaştırıldığı kaydedildi. Konsolosluk hizmetlerinin sürat ve kalitesinin artırılması için alınabilecek ek önlemlerin de konferansta değerlendirildiği, bu çerçevede konsolosluk hizmetleri ve birimlerinin yeniden yapılandırılması, hizmetlerde bilişim teknolojisinin kullanım ve etkinliğinin artırılması konularına yer verildiği, vatandaşların ‘e-konsolosluk’ hizmetlerinden daha yaygın ve etkin şekilde yararlanmaları imkanları üzerinde görüş alışverişinde bulunulduğu belirtildi.
            
    Sonuç bildirgesinde şöyle denildi: ‘Büyükelçiler Konferansı, ülkemizin politikalarında öncelikli bir konuma sahip olan yurt dışındaki vatandaşlarımızın sorunlarının ele alınması ve vatandaşlarımıza sunulan hizmetin daha da iyileştirilmesi yönünde önemli bir imkan sunmuştur. Konferans, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın, bulundukları ülkelerle Türkiye arasında oluşturdukları köprünün önemini teyit ederken, 21. yüzyılda giderek daha fazla insan odaklı hale gelen dış politikamıza yeni bir boyut kazandırmıştır.’
     

    ***

    Halil YETKINLIOGLU/ LONDRA | 09.09.2008

    LONDRA’NIN İLK TÜRK POLİS MÜFETTİŞİ GÖREVDE

    Türk bir baba ve İngiliz anneden Londra’da dünyaya gelen Homre Varley adlı polis memuru, geçmişi 1829’lı yıllara dayanan Metropolitan Polis Teşkilatı (met) bünyesindeki “ilk” Türk kökenli “polis müfettişi” oldu. Varley’in bu başarısı, Metropolitan Türk Polis Derneği (MTPA) tarafından düzenlenen bir etkinlikle kutlandı.  

    LONDRA’da bir Türk baba ile İngiliz anneden dünyaya gelen Homre Varley (PC), adlı polis memuru, 1829  yılında kurulan Metropolitan Polis Teşkilatı’nın (met), ‘ilk’ Türk kökenli ‘polis müfettişi’ oldu.
    Varley’in bu başarısı için Londra’nın güvenliğinden sorumlu ‘met’ bünyesinde görev yapan Türk kökenli polislerince oluşturulan, Metropolitan Türk Polis Derneği (MTPA) tarafından bir etkinlik düzenlendi. Ponders End’teki, Vadi Restaurant’da düzenlenen geceye MTPA Başkanı Halil Hüseyin, Başkan Yardımcısı ve met Avukatı Necdet Necjdet, Genel Sekreter Meryem Cast, Mali İşler Sorumlusu Shen Mertkol ile Abide Osman, Hatice Hussein, Ali Dağ, Julia Dott ve derneğin diğer üyeleri katıldı.
    BİR İLKE İMZA ATILDI

    Yaz tatili ardından ilk kez kez bir araya gelinen etkinlikte, polis memurluğu görevini yerine getirirken biribiri ardına girdiği sınavlarda elde ettiği başarı ile polis müfettişliğine terfi eden dernek üyeleri Varley’den gıptayla söz edildi.
    İngiltere’nin ilk Türk kökenli ‘polis müfettişi’ Varley, Hürriyet’e yaptığı açıklamada, ‘Ben bu kadar gündem olmasını beklemiyordum. İşimle ilgili böyle bir şey yapmaya karar verdim. Zamanından fedakarlık yaparak sürekli çalıştım. Sonunda da başardım. Şimdi ise sevinçliyim. Bu kadar sevinç duyacağım doğrusu hiç aklıma gelmezdi. İnşallah önümüzdeki yıllarda da, daha yüksek görevlere terfi edilirim. Hepinize teşekkür ederim’ dedi. Ramazan ayı ve yaz tatili vesilesiyle biraraya gelinilen yemekli etkinlikte MTPA Başkanı Hüseyin, ‘meslaktaşları Varley’in yılmadan çalışması akabinde bir ilke imza attığını’ belirttti.

    POLİS ADAYLARI ARANIYOR

    İngiltere’deki Türk kökenli polisler arasında ilk kez Varley’in, polis müfettişliğine yükseldiğinin altını çizen Hüseyin şöyle konuştu; ‘Bu haber bizleri çok mutlu etti. Bu başarı aynı zaman da, Türk toplumun başarısıdır. Bizlere iyi bir örnek oldu. Yeni görevinde başarılar dileriz.’
    Londra’nın güvenliğinin met bünyesindeki 51 bin 817 görevli tarafından sağlandığına da değinen Hüseyin, ‘Londra’da yaşayan Türk sayısı oldukça yüksek. Türk kökenli polis sayımız ise 160 civarında. Bu rakamı yukarıya çekmek istiyoruz. Ancak, polis olmak için başvuru yapmak isteyenlerin bazı şartlara sahip olması gerekiyor. Öncelikle sabıka kaydının olmaması şart koşuluyor. İngilizce’yi iyi bilmesi gerekiyor. Bununla ilgili sertifika soruluyor. Yaş sınırı ise 18,5’tan başlıyor ve 55 yaşına kadar herkes başvuruda bulunabilir.’ İlerleyen saatlerde, yaklaşan Ramazan Bayramı sebebiyle bayrama yönelik çalışmalar gündeme geldi, yenilen yemek ardından da Türkçe müzik eşliğinde eğlenildi.  

     

    ***

    HRİSTİYANLAR DA RADİKAL

    AMSTERDAM | 09.09.2008

    Almanya İçişleri Bakanı Wolfgang Schaeuble, dinleri istismar eden radikal eylemlerin sadece Müslümanlar tarafından değil, Hristiyanlar tarafından da sıkça yapıldığı söyledi.
     

     

    Schaeuble, başkent Berlin’de düzenlenen ‘Güvenlik Politikası ve Savunma Sanayisi’ konulu toplantıda yaptığı konuşmada, Müslümanlar arasında aşırı uçların kendi emellerine ulaşmak için dinlerini kötüye kullandıklarını  belirterek, ‘Radikal dinci eylemler Hristiyanlar arasında da sıkça yaşanmıştır. Hristiyanların bu konuda şımarmalarına gerek yok’ şeklinde konuştu. Avrupa’daki demokratik kurallara uyduğu sürece İslamiyet’e de bu kıtada yer olduğunu ifade eden Schaeuble, aksi takdirde bu durumu kabul edemeyeceklerini, Avrupalıların da farklı kültür ve dinleri bir tehdit değil, bir zenginlik olarak algılamaları gerektiğini kaydetti.
            
    Globalleşen dünyada farklı kültürlerin ve dinlerin birbirleriyle daha da yakınlaştığına işaret eden Schaeuble, bu yakınlaşmanın sorunları da beraberinde getirdiğini, dünyanın herhangi bir bölgesinde yaşanan krizin kısa sürede Avrupa’ya da yansıması olduğunu söyledi. Schaeuble, günümüzde intihar komandolarına karşı caydırıcılığın bir etkisi olmadığını, bu nedenle olası saldırıların önceden haber alınmasının önemli olduğunu, bunun için de uluslararası alanda istihbarat bilgisi alışverişine büyük ölçüde ihtiyaç duyduklarını sözlerine ekledi.

    ***

    ALMAN GENERAL İFTARA KATILDI

    10 Eylül 2008 Çarşamba

    Kuzey Almanya İslam Toplumu Derneği tarafından Almanya’nın Hamburg şehrinde iftar yemeği verildi. Yemeğe Almanya Genelkurmay Başkan Yardımcısı Johann-Georg Dora da katıldı. Burada bir konuşma yapan Dernek Başkanı Ramazan Uçar, “Avrupa’da yaşayan Müslümanlar diğer dinlere mensup topluluklar gibi eşit hak ve yasalardan yararlanmak zorunda” dedi. Yaklaşık 25 yıl önce Diyarbakır’da bir iftara katıldığını belirten Dora da, son yıllarda Alman Silahlı Kuvvetlerinde görev yapan müslümanların sayısının arttığını söyledi.

    ***

    TERÖRİZMLE MÜCADELEDE TÜRKİYE VE ABD’NİN BENİMSEDİĞİ YAKLAŞIMLARIN KARŞILAŞTIRMALI BİR ANALİZİ

    Fatma Taşdemir

    9 Eylül 2008

    Terörizmle mücadelede uluslararası hukukun öngördüğü yollar barışçıl ve kuvvet kullanmaya dayalı yollar olarak iki üst başlık altında incelenebilir. Barışçıl yollar arasında kuvvet kullanılmasını gerektirmeyen siyasal, yargısal, ekonomik ve diplomatik yaptırım mekanizmalarının harekete geçirilmesi bulunmaktadır. Terörizmle mücadelede kuvvet kullanmayı öngören modele göre ise terörizmin bir “silahlı saldırı” teşkil etmesi gerekir. Uygulamada, hem Türkiye hem de ABD terörist saldırılara karşı ülkesi dışında kuvvet kullanmak durumunda kalmıştır. Her iki devlette bu müdahaleleri farklı esaslarda meşrulaştırmıştır. Söz konusu meşrulaştırmalar uluslararası hukuka uygunluk açısından farklılıklar göstermektedir.

    ***

    KKTC’Yİ TANIMAYIZ

    Nerdun HACIOĞLU / MOSKOVA

    Rusya, bağımsızlığını tanıdığı G.Osetya ve Abhazya ile dün resmen diplomatik ilişki başlatırken, KKTC’yi tanımayacağını açıkladı.

    Rus Dışişleri Bakanı Lavrov ise askerlerinin daha uzun süre Gürcü topraklarında kalacağını söyledi.
    KAFKAS savaşında Gürcistan’dan tek yanlı bağımsızlık ilan eden Güney Osetya ile Abhazya’yı devlet olarak tanıyan Rusya, batıya sitem ettiği çifte standart uygulamasını KKTC konusunda sürdüreceğini açıkladı. Rus RBK ajansının bildirdiğine göre Kıbrıs Rum kesiminde görevli Rusya’nın bölgedeki özel temsilcisi Aleksander Alekseyev, “Rusya’nın G.Osetya ile Abhazya bağımsızlıklarını tanıması Moskova’nın Kıbrıs sorununa bakışını değiştirmiyor. Kafkaslarda ve Kıbrıs’ta yaşanan etnik sorun birbirinden çok farklı. Biz Gürcistan’ın saldırgan politikaları karşısında Kafkaslarda iki oluşumun bağımsızlıklarını tanımak mecburiyetinde kaldık. Kıbrıs

    politikamız değişmeyecek” dedi. G.Osetya’da 70 bin, Abhazya’da ise 320 bin kişi yaşıyor.
    Orada kalırız

    AB-Rusya Kafkas krizi görüşmelerinden sonra dün bir basın toplantısı düzenleyen Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, bölgede barışın sağlanmasında bundan sonra Avrupa’nın baş rol oynayacağını söyledi; “Avrupa Birliği ile AGİT tampon bölgeye yeterli sayıda gözlemci gönderdiğinde biz memnuniyetle kuvvetlerimizi Gürcistan’dan G.Osetya ve Abhazya içlerine çekeceğiz. Rusya burada uzun yıllar kalacak” dedi.

     

    ***

    ALMANYA’DAN PKK AÇIKLAMASI

    AA

    Almanya Anayasayı Koruma Dairesi Başkanı Heinz Fromm, terör örgütü PKK’nın, Avrupa’da siyasi açıdan tanınmak istediği için Avrupa ülkelerinde şiddete başvurmadığını söyledi.
    Fromm, Alman Haber Ajansı’na (DPA) yaptığı açıklamada, terör örgütünün Almanya’daki faaliyetlerini gizlice sürdürdüğünü ve terör eylemleri için para topladığını belirterek, “Bu örgüt konusunda güvenlik makamlarının son derece dikkatli olması lazım” dedi.

    “Almanya’da yaşayan yaklaşık 500 bin ‘Kürt’ arasında örgüte destek veren yaklaşık 11.500 kişinin bulunduğuna” işaret eden Fromm, “Şimdilik Almanya’da şiddet eylemlerinin düzenleneceği konusunda bir belirti yok, ancak bu böyle kalmak zorunda değil. Örgütün Avrupa’da siyasi açıdan tanınma isteği o kadar büyük ki, buralarda şiddete başvurmuyor” ifadesini kullandı.

    Terör örgütünün yeni adıyla da yasa dışı olarak faaliyetlerini sürdürdüğünü, yandaşlarından her yıl milyonlarca avro topladığını ve gösteriler düzenlemeye devam ettiğini söyleyen Fromm, “Örgüt Almanya ve Batı Avrupa’da yoğun şekilde siyasi ajitasyon yapma, yandaşlarının sayısını koruma ve para toplama çabası içinde” dedi.

    Fromm, terör örgütü üyelerinin Almanya’da dikkat çekmemeye çalıştığını, buna rağmen tutuklanarak yargılandığını belirtti.

    Örgüt yanlısı Roj-Tv’nin kapatıldığını da hatırlatan Fromm, “Türkiye’de 3 Alman dağcının kaçırılması, örgütün gittikçe ne yapacağını bilmez bir hale geldiğini ve gerektiği takdirde Alman çıkarlarına karşı da mücadele etmeye hazır olduğunu gösterdi” diye konuştu.

     

  • Rusya karşıtı cephe girişimi

    Rusya karşıtı cephe girişimi

     
    BBC – 27 Ağustos, 2008 – TSİ 10:21
     
    İngiltere Dışişleri Bakanı David Miliband, “Rusya baskısına” karşı olabilecek en geniş koalisyonu kurmak amacıyla Ukrayna’ya bir ziyaret düzenliyor.

    Miliband, ziyareti öncesinde Rusya’nın tanıma hamlesini ‘kabul edilmez’ olarak nitelemişti

    Miliband’in ziyareti, Rusya Devlet Başkanı Dimitri Medvedev’in Gürcistan’ın ayrılıkçı Güney Osetya ve Abhazya bölgelerinin bağımsızlıklarını resmen tanımasının sonrasına rastlıyor.

    İngiltere Dışişleri Bakanı, Rusya’nın hamlesini “meşru olmayan ve kabul edilemez” bir hareket olarak tanımlamıştı.

    Ukrayna Cumhurbaşkanı Viktor Yuşçenko, ülkesinin Rusya tarafından eski Sovyet bloğu üyesi ülkelere karşı yürütülen savaşta bir rehin olarak tasvir ediyor.

    Yuşçenko ayrıca, Gürcistan ile Rusya arasında yaşanan kısa savaşın, Birleşmiş Milletler’deki güçlerin ve diğer uluslararası kurumların ciddi zayıflıklarını ortaya serdiğini belirtti.

    Gürcistan ile Rusya arasındaki savaş, Gürcü ordusunun ayrılıkçı Güney Osetya bölgesini askeri yoldan tekrar ele geçirmeye çalışmasının ardından 7 Ağustos günü patlak vermişti.

    Rus ordusu, Gürcistan’a karşı saldırı başlatmış ve savaş Gürcistan ordusunun hem Güney Osetya hem de Abhazya bölgelerinden çıkarılmasıyla sona ermişti.

    Her iki bölge de, Gürcistan’ın askeri hamlesi öncesinde fiiliyatta bağımsızdı.

    Ancak bağımsızlıkları Rusya dâhil hiçbir ülke tarafından kabul edilmemişti.

    Rusya iki bölgede de barış gücü olarak görev yaptıklarını belirttiği askeri güç bulunduruyordu.

    İngiltere Dışişleri Bakanı Miliband, Ukrayna gezisi öncesinde Rusya’yı “uluslararası hukuka uymaya” ve askerlerini çatışma öncesi duruma çekmeye çağırmıştı.

    ‘Tanıma kararını, sonuçlarını hesaplayarak aldık’

    Bu arada, Rusya Devlet Başkanı Dimitriy Medvedev, Abhazya ve Güney Osetya’yı tanımaları kararlarının, ”ciddiyetsiz biçimde veya sonuçları tam olarak hesaplanmadan atılmış bir adım olmadığını” belirtti.

    Medvedev, Financial Times’ta bugün yayımlanan yazısında, gerek Kosova’daki gelişmelerden, gerekse Gürcistan’ın ”saldırganlığından” sonra, ülkesinin bu iki cumhuriyetin bağımsızlığını tanımaktan başka bir seçeneğinin kalmamış olduğunu vurguladı.

    Güney Osetyalılar önceki gün bağımsızlık için miting düzenlemişti

    Rusya’nın Gürcistan’da çatışma çıkmaması için çaba gösterdiğini ancak Batı’nın, Kosova’daki duruma yaklaşımıyla bu çatışmayı kışkırttığını ileri süren Medvedev, ”Rusya’nın uyarılarını göz ardı ederek Kosova’nın Sırbistan’dan yasa dışı bağımsızlık ilanını alelacele tanıdılar” dedi.

    ”Abhazlar ve Osetlerle dünyadaki onlarca başka gruba, Kosova Arnavutları için iyi olanın kendileri için kötü olacağının anlatılmasının mümkün olamayacağını ısrarla dile getirdiklerini” ifade eden Medvedev, ”uluslararası ilişkilerde birine başka, diğerine başka kural uygulayamayız” dedi.

  • At Avrat Reina! Türkiye aleyhine bir ingiliz makalesi

    At Avrat Reina! Türkiye aleyhine bir ingiliz makalesi

     

    2010 Avrupa kültür başkenti seçilen İstanbul için ‘ne kültür başkenti İstanbul Avrupalı bile değil’ diyen İngiliz GQ dergisinden A. A Gillbakınız daha neler demiş; Şehirde cazdan metale ve alaturkaya kadar her türlü müziğin dinlenebileceği barlar var. Kentin en ünlü gece kulübü ise Reina. Yüksek sınıf bir eğlence mekanı olan Reina‘ya ulaşmak bir kabus! Türkler inanılmaz bir saldırganlıkla araba kullanıyor ve özellikle bu mekanın bulunduğu hatta trafik insanı çileden çıkarıyor.

    Reina‘nın kapısında ilginizi ilk çeken şey; çift taraflı park etmiş Mercedesler ve sinirli bodyguardlar oluyor. İçeri girerken üzeriniz aranıyor. Bunun nedeni olası bir El Kaide saldırısından çekinilmesi değil, Türk erkeklerinin silaha olan merakı. Geçmişten gelen ‘at, avrat ve silah’ tutkularından vazgeçemeyen Türk erkeklerinin çoğu silahla dolaşıyor ve onlara karşı dikkatli olunması gerekiyor.

    Müthiş bir manzaraya sahip olan Reina‘da her türlü içki bulunuyor. Mekanda eğlenen Türk erkekleri Rus bodyguard’lara benziyor. Kadınlar ise sarışın, mini etekli, etine dolgun ve erkekleri tahrik etmek için mutlaka göğüs dekoltesi veriyor! Kadınlar dansöz gibi kıvırıyor. Erkeklerse bir metronun içinde tek elleriyle demire tutunmuş bilinçsizce sağa sola sallanan tipler gibi…

    İnsanlar gece boyunca eğlenir gibi yapıp, aslında birbirini kesip sevgili arıyor. Reina‘daki şişko erkeklerin yanlarındaki kadınlar için fahiş fiyatlara şampanya patlatması tam bir Ortadoğululuk göstergesi. Türk erkeklerinin hepsi birer John Travolta. Sık sık tuvalete gidip saçlarını ıslatıyorlar, gömleklerinin bir düğmesi açık dolaşıyorlar ve etrafa vurucu bakışlar atıyorlar. Bu halleriyle çok gülünçler.

    İstanbul öyle bir kent ki, her yer güvenli ama insanları güvenilir değil! Sokaklarda türbanlı hatta kara çarşaflı kadınlarla transeksüeller birlikte yürüyor. Bazı restoranları New York‘unkilerle yarışacak düzeyde ama Ortaçağ’dan kalma karanlık köşeler de var.

    Kentte birçok cami var. Bunlar arasında belki de en görkemlisi Sultan Ahmet Camii. Dışarıdan gerçekten harika ama içerisi buram buram ayak kokuyor! Temizlikleriyle övünen Müslümanlar Allah‘ın karşısına galiba ayaklarını yıkamadan çıkıyor! Orayı gören her turist böyle düşünüyor.

    Gill, yazısında Türkiye’nin bugüne kadar AB’ye girebilmek için boş yere alay konusu olduğunu da belirtmiş: ‘Türkler kendilerine ‘Midnight Express’ filminin hatırlatılmasından nefret etseler de Türkiye okumamış gençleri, Kürt terörü ve çingeneleriyle Avrupa’nın içinde bir işçi sınıfı olarak kalmaya mahkum.’

  • Temsilciden dernek ziyareti

    Temsilciden dernek ziyareti

    Londra’nın güney batısında yer alan Southwark Kıbrıs Türk Derneği başkanı ve üyeleri, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Londra Temsilcisi Dilek Yavuz Yanık’ı dernek merkezinde ağırladı.

     

    Lohdra’da Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Londra Temsilcisi Dilek Yavuz Yanık, eşi Okan Yavuz ile Southwark Kıbrıs Türk Derneği’ni ziyaret ettiler. Güney Londra’da, 152 Old Kent Road SE1 adresindeki dernek merkezine gelen konuklar, Başkan Hulusi Yürüten ile sayıları 30’u aşkın dernek üyesi tarafından karşılandı. Temsilci Yanık , birlik ve beraberliğin önemini vurgulayarak ‘İngiltere Türkler tek çatı altında toplanmalıdır. Birlik ve beraberlikle bütün sorunlarımızı çözüm yolunda ilk adım atmış olacağız’ dedi.

    Yanık, konuşmasının sonunda, Başkan Yürüten ile dernek faaliyetlerine katkıda bulunan üyelere teşekkür etti. Derneğin yaşlı üyeleri, özellikle eşdeğer puanları, KKTC’ye kesin dönüş, genç üyeleri ise askerlik konularında Yanık’a, sorular yönelttiler. Yanık, her zaman Temsilcilik olarak vatandaşlarının yanında olduklarını ve bu tür karşılıklı ziyaretlerin oldukça yararlı olduğunu vurguladı.
    İki saati aşkın süren ziyaret sırasında, vatandaşlarla biraraya gelen Yanık çifti, dernek çalışmaları hakkında da bilgi aldı.

  • İngiliz BBC gene PKK’nın avukatlığına soyundu

    İngiliz BBC gene PKK’nın avukatlığına soyundu

    Londra- İngiliz yayın kuruluşu BBC, tamda Güngürendeki çocuk ve masum sivillerin öldürülmesi ardından PKK terör örgütü lideri Murat Karayılan ile yapılan bir mülakatı yayınlayarak örgütün propagandasını yaptı. Mülakat sırasında Karayılan bu tür saldırıları düzenlemenin hakları olduğunu ileri sürdü. BBC mülakatı 01.Ağustos.2008,

     

  • Oylar onun sayesinde arttı

    Oylar onun sayesinde arttı

    Hurriyet
    Alpaslan Düven/ LONDRA | 22.07.2008 13:38:57

    İngiltere’de geçen yıl Muhafazakar Partisi’nin St. Albans Bölge Sözcüsü seçilen Türk işadamı Dursun Altun, seçim bolgesi Clerance’de sürdürdüğü başarılı çalışmaların sonucunda, partisinin bölgedeki oy oranını yüzde 45 oranında arttırdı.

    Yaklaşık bir yıldır Clerance’de seçim çalışmalarını yürüten Altun, bölge halkıyla tek tek ilgilenerek, sorunlarının çözümüne yardımcı oluyor. Başarısını ‘dürüstçe ve çok çalışarak’ elde ettiğini anlatan Altun, politikacıların boş vaatler yerine, yerine getirebilecekleri sözleri vermeleri gerektiğini belirterek, şunları söyledi:

    Aday olacak

    “1980 yılından bu yana Muhafazakar Parti içerisinde bölgesinde oy oranının yüzde 45 arttıran tek üyeyim. Bu şekilde Liberal Demokratlar’ın kalesini de ele geçirmiş olduk. Ayrıca, il meclis üyeliğine adaylığımı koydum. Partim bu başvurumu oldukça olumlu karşıladı. Önümüzdeki günlerde üyelik başvurum değerlendirilecek.’ Clerance bölgesindesi oy artışı, parti lideri David Cameron’un da dikkatini çekti. Cameron, Dursun Altun’un bölgedeki başarılı çalışmalarını takdirle karşıladığını söyledi.

  • Gulbenkian Denklemi?: John Newsinger ve Sözde Ermeni Soykırımı

    Gulbenkian Denklemi?: John Newsinger ve Sözde Ermeni Soykırımı

    Yazar: John Newsinger; İngiltere’de Bath Spa Üniversitesinde tarih profesörü ve İngiliz solunun derin siyasi analizcilerinden biri…

    Kaynak: İngiltere’de istihbarat ve derin siyasi çevrelerin dergisi olan ve senede iki kez yayinlanan Lobster dergisi…

    Konu: Sözde Ermeni Soykırımı…

    Beyefendinin değerli yazıları ve eserleri var; mesela ‘The Carlyle Group’ hakkında Lobster dergisinin son sayısında bir analizi var.

    Bu aynı kaynakta Taner Akçam’ın sabıkalı, anarşist ve de terörist kimliğinden habersiz olarak Akçam’ın kitabını okuyucularına pazarlıyor… İngiltere’deki düzene tepesi atıp hıncını “faşist” İngiltere’nin “faşist” ‘müttefiği’ Türkiye’den almaya çalışan bir yoldaş psikolojisi ile yazıyor. Ama doğal olarak soykırım bilimi, Osmanlı Tarihi ve Ermeni konusu uzmanlık dalı falan da değil. Bu yetmezmiş gibi Osmanlıyı arkadan vurup servetini Londra’ya kaçıran Üsküdarlı Ermeni Calouste Gulbenkian’ın peşinden kurulan ‘Calouste Gülbenkian Foundation’dan da bol bol ‘araştırma’ fonları çekmesi ile ünlü bir üniversiteye çalışıyor.

    Bu arkadaşı bilgilendirmek ve aydınlatmak lazım.

    Saygılar

    Haluk Demirbağ

    A Shameful Act: The Armenian Genocide and the Question of Turkish Responsibility

    Taner Akcam

    London: Constable, 2007, 576pp., £9.99, p/b

    The Kurdish and Armenian Genocides: From Censorship and the Denial to Recognition

    Desmond Fernandes

    Apec Forlag: 2008, £309pp., 16.99, p/b

    John Newsinger

    Denial of the Holocaust is very much the preserve of the fascist right and its coded way for anti-Semites to indicate their support for Hitler and the Nazis. Denying the Holocaust has become a thinly disguised way of supporting it.

    What we confront with the controversies surrounding the attempted Armenian genocide during the First World War, however, is a denial that has been supported over the years by the Turkish state. Far from being the work of a discredited handful of fascists, denial of the Armenian genocide is Turkish government policy and it has been sustained by powerful diplomatic and commercial pressures. Quite remarkably, it has even succeeded in enlisting the Israeli government in its cause.

    The futility of this exercise in denial is conclusively demonstrated in Taner Akcam’s definitive account of the “The Question of Turkish Responsibility.” Here he painstakingly establishes that it was the Turkish government’s ‘intention to destroy a people’ between 1915 and 1917, a policy that resulted in anything from 600,000 to 1.5 million deaths. To carry out this crime, the regime established its Special Organisation, a paramilitary force of Kurdish volunteers, hardened criminals specially released from prison, and refugees bitter for revenge against the ‘Christian’ who had driven them from their homes in the Caucasus and elsewhere. These were the men responsible for the murder, rape and pillage that characterized this particular horror. There can no longer be any serious doubt about the origins of the Armenian genocide, and Akcam has put us all in his debt.

    Akcam is also to be congratulated for his account of opposition to the genocide within the Turkish administration and of the gangster fashion that it was dealt with. As he points out:

    ‘Some of the governors refused to accept the Central Committee’s instructions that deportation was to be understood as annihilation. In several cases uncooperative officials were actually murdered. Huseyn Nesimi, the prefect of Lice, refused to obey a verbal order and asked for the written copy. He was fired, called to Diyarbakir, and murdered on the way. Abidian Nesimi, the prefect’s son, wrote that the liquidation of government officials was ordered by Mehemet Resih, the governor of Diyarbakir, amongst others.’

    He lists other officials killed for refusing to carry out the massacre.

    Akcam also provides the most accessible account of the unsuccessful attempt by the British and their Allies to bring the culprits to account after War.

    It is worth noticing here that Akcam himself has fallen foul of the Turkish authorities. He was a student activist in the late 1960s and was eventually sentenced to ten years in prison for publicising the oppression of the Kurds. Today he is an eminent historian, living in Germany, but still the victim of harassment. In 2007, for example, in well-publicised episodes, he was detained by both the Canadian and United States immigration authorities because of allegations on the internet, including his Wikipedia biography, that he was a terrorist.

    Whereas Akcam’s volume is based on archival research, Desmond Fernandes’ book is more a critique of the contemporary phenomenon of denial. Although his title refers to ‘Kurdish Genocide’, in fact, he only briefly considers the Turkish state’s oppression of the Kurds. The bulk of the book focuses on how the Turkish government and its accomplices have tried to suppress discussion of the Armenian genocide. He provides an excellent demolition if Guenter Lewy’s The Armenian Massacres in Ottoman Turkey: A Disputed Genocide. But of greater interest is his recounting of Turkish attempt was made, for example, at intimidating Microsoft into suppressing an online encyclopedia entry. They ‘threatened Microsoft with serious reprisals unless all mention of the Armenian genocide was removed.’ He marshals an enormous amount of material demonstrating how Turkish governments have used their diplomatic and commercial clout to sustain denial. Once again, perhaps most surprising, is the way that Israeli governments have collaborated in this.

    Fernandes’ book is very densely argued and comes with an overwhelming mass of footnotes. He touches on so many issues that he left this reader with a huge number of references to chase up. This is an important book that deserves more attention than it, unfortunately, is likely to get.

    John Newsinger writes about the QinetiQ scandal on page 37.

    Source: Lobster: The Journal of Parapolitics, Summer 2008, Issue 55