Kategori: İngiltere

  • Seçim Günleri 5 Güne Çıkarılsın

    Seçim Günleri 5 Güne Çıkarılsın

    YSK dilekçesini imzala

    Cumhurbaşkanlığı Yurt Dışı Seçim Günleri Eşit Olsun. Tüm Ülkelerde 5 Güne Çıkarılsın!

    2. tur seçim takvimine göre Cumhurbaşkanı Seçimi yurt içinde 28 Mayıs 2023 Pazar günü yapılacakken, Amerika, İngiltere, Avustralya, İrlanda, Japonya yasayan ve yurt dışı seçmen kütüğüne kayıtlı seçmenler oylarını 20 - 21 Mayıs tarihleri arasında (2 gün) kullanabileceklerdir. Diğer birçok ülkede ise süre 5 gün. - cumhurbaskanligi secimleri sandik
    TÜRKİYE İÇİN OYUNU KULLAN AMERİKA ve KANADA, İNGİLTERE, AVUSTRALYA, İRLANDA, JAPONYA.

    2. tur seçim takvimine göre Cumhurbaşkanı Seçimi yurt içinde 28 Mayıs 2023 Pazar günü yapılacakken, Amerika, İngiltere, Avustralya, İrlanda, Japonya yasayan ve yurt dışı seçmen kütüğüne kayıtlı seçmenler oylarını 20 – 21 Mayıs tarihleri arasında (2 gün) kullanabileceklerdir. Diğer birçok ülkede ise süre 5 gün.

    İlk turda 10 gün gibi verilen süre 2 güne düşürülmüştür. Ancak Amerika ve Kanada gibi büyük ve konsolosluklara erişimin daha zor olduğu ülkelerde 2 gün kesinlikle yeterli değildir. Adil ve doğru bir şekilde seçimin yürütülebilmesi için Amerika ve Kanada’daki seçmenlere en az 5 günlük seçme haklarını kullanabilme hakkı verilmelidir.

    Seda Demirbilek

    YSK’ya verilecek dilekçeye katılıyorsan sen de imzala.

  • Ermeni Soykırımı Yalanları Karşısında Resmi Suskunluk Stratejisi?

    Ermeni Soykırımı Yalanları Karşısında Resmi Suskunluk Stratejisi?

    Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya

    Ermeni Soykırımı Yalanları Karşısındaki Resmi Suskunluk Stratejisi?

    ABD Başkanı Biden, 24 Nisan beyanatına “Ermeni soykırım” iddialarını sıkıştırarak soykırımcı lobiye karşı taahhüdünü yerine getirdi. Soykırımcı etkinlikler önceki yıllara göre hafif kalmakla birlikte yayın ve propaganda faaliyetleri kurumsallaşmış olarak devam etmektedir. Biden’ın soykırımcı söylemini TC Dışişleri Bakanlığı’nın bir tweet ile reddetmesi oldukça yetersiz kalmıştır. İddialar her gündeme geldikçe gerekli diplomatik, enformatik, hukuk yolları yerine, iç kamuoyu gazı alma mesajı anlamsız kalmaktadır.

    Konuyla ilgili tarih ve hukuk bilimleri alanlarında yığınla çalışmalar yapılmıştır. Daha fazlası gerekmektedir, teşvik edilmelidir. Birçok yayına hazır kıymetli araştırmalar ise bir yerlerde bekletilmektedir. Nice yayınlar âdeta saklanmakta, raflarda çürütülmektedir. Her kademedeki diplomasi, eğitim ve diğer kamu görevlileri ile kamuoyunun haberdar olması için, doğru bilginin yaygınlaştırılması gerekmektedir. Halbuki yalan ve iftiralar külliyesi durumundaki yayınlar ve diğer propaganda malzemelerinin ulaştırılması, hatta Türkiye’nin finanse ettiği üniversiteler kütüphanelerine konulması, yetkililerin pek umurunda değildir. Üniversite, eğitim yanında yeni tezler, araştırmalar, projeler demektir. Bunun da olmazsa olmazı kütüphanelerdir.

    ABD Başkanı Biden, 24 Nisan beyanatına “Ermeni soykırım” iddialarını sıkıştırarak soykırımcı lobiye karşı taahhüdünü yerine getirdi. Soykırımcı etkinlikler önceki yıllara göre hafif kalmakla birlikte yayın ve propaganda faaliyetleri kurumsallaşmış olarak devam etmektedir. Biden’ın soykırımcı söylemini TC Dışişleri Bakanlığı’nın bir tweet ile reddetmesi oldukça yetersiz kalmıştır. İddialar her gündeme geldikçe gerekli diplomatik, enformatik, hukuk yolları yerine, iç kamuoyu gazı alma mesajı anlamsız kalmaktadır. - image

    Ülkemizdeki öğretim üyesinden, yaklaşık üç kat fazla maaş ödenen, soydaş cumhuriyette Türkiye destekli bir üniversitede yönetilen tezde Ermeni soykırım iddiaları savunulduğunu gördüm. Danışmanına niçin böyle bir tezi kabul ettiklerini, kaynaklarının uydurma olduğunu, fakat doğru kaynakların kullanılmadığını hatırlattım. Danışmanın cevabı: “Ne yapalım hocam, bizim kütüphanemizde sadece bu kaynaklar var!” Halbuki bu üniversitelere ayrılan bütçenin yüzde biri kütüphanelere ayrılsa temel meselelerde öğrencilerin doğru kaynaklara ulaşması mümkün olabilecektir.

    Kişisel imkanlarla düzenleyebildiğimiz organizasyonlar sayesinde nice akademisyeninin soykırım iddialarının iftiradan ibaret olduğunu öğrenmesine, bu alanda yeni araştırmalar yapmasına vesile oldum. Bu durumdaki birçok arkadaşımızın da emekleri boşa gitmiş, çalışmaları yayınlanmamış, hatta cezalandırılmıştır. Halbuki konuyla ilgili yalan ve iftiralar ilkokuldan doktoraya, yazılı, görsel ve dijital medyanın her alanına sızdırılabilmektedir. Lisans veya lisansüstü seviyede öğrencilerimin en az yüzde 80’i konuyla ilgili doğru bilgilerle ilk defa derslerimde tanışabilmektedir. Önemli bir kısmı ise soykırımcı yalanları bilinçaltından çıkaramamaktadır. Çünkü tekrarlanan büyük yalanlar, dimağa kazınmış, hatta yalanı uyduran da inanmaya başlamıştır. Yakın tarihte milyonlarca Türkün/Müslümanın maruz kaldığı Rus, İngiliz, Fransız destekli Ermeni-Taşnak katliam-tecavüz-işkenceleriyle ilgili kayıtlar, yazışmalar dünyanın bütün arşivlerinde âdetâ mermere kazınmıştır. Buna karşın saldırganların mağdur, mazlumların zalim olarak öğretilmesi, iftiraların sineye çekilmesi, gerçeklerin ortaya çıkarılması, öğrenilmesi, öğretilmesi için hiçbir program yapılmaması nasıl bir stratejidir? Bu alanda desteksiz, hatta engel çıkarılan akademisyenler topluluğu olarak büyük işler başardık, kesinlikle ümitsiz değiliz, ancak yapılması gerekenleri de hatırlatmak görevimiz.

    ABD Başkanı Biden, 24 Nisan beyanatına “Ermeni soykırım” iddialarını sıkıştırarak soykırımcı lobiye karşı taahhüdünü yerine getirdi. Soykırımcı etkinlikler önceki yıllara göre hafif kalmakla birlikte yayın ve propaganda faaliyetleri kurumsallaşmış olarak devam etmektedir. Biden’ın soykırımcı söylemini TC Dışişleri Bakanlığı’nın bir tweet ile reddetmesi oldukça yetersiz kalmıştır. İddialar her gündeme geldikçe gerekli diplomatik, enformatik, hukuk yolları yerine, iç kamuoyu gazı alma mesajı anlamsız kalmaktadır. - image 1

    Sahih belgelere dayalı, mahkeme kararlarıyla kesinlik kazanmış gerçeklere dayalı araştırmalar ve yayınlar, ilkokuldan üniversiteye ders programlarında mutlaka yer almalıdır. Başta Ermeni ve Rum lobisi olmak üzere Hristiyan dünyasının yalanlarına karşın, nefrete yol açmamak için çocuklarımıza, kamu görevlilerine gerçekleri öğretecek programın olmaması ihanet değilse gaflettir, aptallıktır. Öte yandan iftira hastalığından kurtulamayan Ermenistan’dan Yunanistan’a, Fransa’dan ABD’ye, İsrail’e, Rusya’ya, Çin’e sömürgecilerin işkence, cinayet ve soykırım sabıkasını her vesile ile gündeme getirmek, lanetlemek gerekmektedir. ABD yetkililerinin “Irak’ta kitle imha silahları yokmuş, haksız yere müdahale etmişisiz” itirafını medeni bir olgunluk olarak karşılayan akademik ve diplomatik çevrelerin tavrı mide bulandırıcıdır. Çünkü 2003 müdahalesi milyonların ölümüne, onmilyonların sakat, dul, yetim kalmasına yol açmış, harap olan Bağdat bir daha âbâd olamamıştır. Eğer bu itirafta samimi iseler haytatta kalan mağdurların acıları giderilmeli, zararları tazmin edilmelidir. Halbuki böyle bir teşebbüs bilinmemektedir. Aynı cinayetler ve soykırımlar Suriye’de, Vietnam’da, Filistin’de, Cezayir’de, Kafkasya’da, Doğu Türkistan’da, Kırım’da….. işlendi, işlenmeye devam etmektedir.

    Türkiye’nin resmi söylemi “bizi soykırımla suçluyorsunuz, fakat siz de yaptınız” şeklinde olmamalıdır. ABD Başkanı böyle bir iftirada bulunduysa Dışişleri Bakanının tweet üzerinden cevabı son derece yetersiz, anlamsız kalır. En azından ABD Büyükelçisi usulüne göre çağrılır, beyan protesto edilir. Yayınlanmış ABD arşiv belgelerinden oluşan kitaplardan oluşan dosya verilir, kendi arşiv belgelerindeki bilgilere karşın iftiralar konusunda özür talebinde bulunulur. Mesela başta Şükrü Server Aya gibi belgeleri araştırıp yayınlayanlar nice fedakarlıklara katlandığı halde diplomatlarımızın ve akademisyenlerimizin kahir ekseriyeti bunlardan habersizdir. Devletin bilgilendirme, doğruları öğretme programı maalesef yoktur. “İstedikleri kadar iftira atsınlar, umurumuzd değil” tavrı kesinlikle yanlıştır. Aynı yalanlara kendi vatandaşınızın, özellikle eğitim çağındakilerin inanması tehlikelidir, güvensizlik sebebidir. Bu iftiralara sessiz kalarak sineye çekmenin, siyasal olduğu kadar sosyal, psikolojik, hatta ekonomik birçok olumsuz sonuçları söz konusudur.

    ABD Başkanı Biden, 24 Nisan beyanatına “Ermeni soykırım” iddialarını sıkıştırarak soykırımcı lobiye karşı taahhüdünü yerine getirdi. Soykırımcı etkinlikler önceki yıllara göre hafif kalmakla birlikte yayın ve propaganda faaliyetleri kurumsallaşmış olarak devam etmektedir. Biden’ın soykırımcı söylemini TC Dışişleri Bakanlığı’nın bir tweet ile reddetmesi oldukça yetersiz kalmıştır. İddialar her gündeme geldikçe gerekli diplomatik, enformatik, hukuk yolları yerine, iç kamuoyu gazı alma mesajı anlamsız kalmaktadır. - image 2

    Hazineye intikal etmiş azınlık vakıflarına ait gayrimenkullerin karşılıksız olarak bir kısmının mensubu kalmamış cemaat birimlerine devri, soykırım iftiracılarına cesaret vermis, yeni soykırım yalanları gündeme gelmiştir. Müslüman ve Türklere ait vakıf arazileri, vakfiyelerine aykırı kullanılırken, Yunanistan ve Ermenistan’da yakın dönemdeki camilerden, medreselerden iz bırakılmamışken, Batı Trakya’da Müslümanların çivi çakması yasaklanmışken ulusal ve uluslararası hukuk ilkelerinin yok sayılarak dağıtılan bu emlakın bir karşılığı olması gerekirdi. Halbuki Patrikhane’de kin kapısı halen kapalı olup ilgili yasalara aykırı faaliyetler devam etmektedir.

    Ermeni soykırım iddiaları konusundaki gerçekler, belirtildiği gibi eğitimin her seviyesinde ve hizmet içi programlarla bütün vatandaşlara sunulmalıdır. Gerçek bilgilerle donatılan her vatandaş küresel çağda ve dijital dünyada aynı zamanda aktif bir diplomat gibidir. Başta Ermenistan Dışişleri Bakanlığı olmak üzere birçok ülkenin resmi birimlerinde, ulaşıma açık dezenformasyon metinleri veya parlamento kararları şeklinde soykırım yalan dosyaları bulunmaktadır. Halbuki Türk Dışişleri Bakanlığı’nda ve diğer kamu birimlerinde kolayca ulaşılan, doğru bilgileri aktaran siteler bulunmamaktadır. Bunun anlamı mesela Ermenistan Dışişleri Bakanlığı’nın yalanlarını kabullenmektedir. Türk Dışişleri Bakanlığı, yeni kadrolar istihdam etmeden birçoğu dijital olarak da yayınlanmış, hemen her dilde yığınla tarihi belgeleri ve mahkeme kararlarını sitesine koysa önemli bir adım atacaktır. Benzer şekilde MEB, YÖK, Kültür Bakanlığı ile diğer resmi ve özel kuruluşların da görevleri bulunmaktadır. Sorun Biden’dan önce bizim eğitim, araştırma, diplomasi, tanıtım ve propaganda stratejilerimizdedir.

    alaeddinyalcinkaya@gmail.com

    twitter.com/alaeddinyalcink

  • Kosova Kurtuluş Ordusu Liderlerine Lahey’de Savaş Suçu Davası

    Kosova Kurtuluş Ordusu Liderlerine Lahey’de Savaş Suçu Davası

    Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya

    Kosova Kurtuluş Ordusu Liderlerine Savaş Suçu Davası

    Hollanda’nın mahkemeleriyle meşhur Lahey’de ilginç bir yargılama süreci başlamıştır. Eski Kosova Cumhurbaşkanı, aynı zamanda ülkenin bağımsızlığına giden yolda büyük katkısı olan Kosova Kurtuluş Ordusu liderlerinden Haşim Taçi’nin diğer önde gelenlerle savaş suçları ithamıyla yargılanması. Taçi’nin çatışmalar sırasında savaş suçları işlediği, esir sırpların işkence ile öldürülerek organlarının pazarlandığı gibi suçlamalar söz konusu. Bununla beraber, Kosova’nın Sırbıstan’dan kurtularak Taçi önderliğindeki bağımsızlık yolundaki taşlar önemli ölçüde ABD ve İngiltere tarafından döşenmiştir.

    Sadece günümüzdeki insancıl hukuk değil, Türk ve İslam geleneğinde savaşta da olsa sınırlamalar bulunmaktadır. Hele esir alındıktan sonra düşman da olsa misafir muamelesi yapılır, ihtiyaçları karşılanır, acil tedavisi yapılır, kötü muamele edilemez. Esirlere, yararlılarara ve diğer savaşamayayacak olan düşman mensuplarına kötü muamele savaş suçu kapsamındadır. Dolayısıyla başta Taçi olmak üzere gözaltına alınan sanıkların yargılanması, suçluların cezalarını çekmesi daha barışçıl bir dünya için arzulanan bir şeydir. Zaten ithamlar gelince 54 yaşındaki politikacı cumhurbaşkanlığından istifa ederek mahkemeye teslim olmuştur.

    Hollanda’nın mahkemeleriyle meşhur Lahey’de ilginç bir yargılama süreci başlamıştır. Eski Kosova Cumhurbaşkanı, aynı zamanda ülkenin bağımsızlığına giden yolda büyük katkısı olan Kosova Kurtuluş Ordusu liderlerinden Haşim Taçi’nin diğer önde gelenlerle savaş suçları ithamıyla yargılanması. Taçi’nin çatışmalar sırasında savaş suçları işlediği, esir sırpların işkence ile öldürülerek organlarının pazarlandığı gibi suçlamalar söz konusu. Bununla beraber, Kosova’nın Sırbıstan’dan kurtularak Taçi önderliğindeki bağımsızlık yolundaki taşlar önemli ölçüde ABD ve İngiltere tarafından döşenmiştir. - image 3

    Soykırım ve savaş suçları ile insanlığa karşı suçlar başlığı altındaki davalara bakmak üzere 2002’de Lahey’de Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) kurulmuştur. Mahkemenin savcılık ve yargılama kadrosu bağımsız olduğu halde idari ve mali olarak Birleşmiş Milletler bünyesindedir. Mahkeme kararlarının uygulanması sürecinde yaptırımlar konusunda kararların alınması ve uygulanması ise BM Güvenlik Konseyi kararı ile mümkündür. Dolayısıyla bu mahkeme birçok bakımdan BM Genel Kurulu ve Güvenlik Konseyi’nin murakabesi altındadır. Haşim Taçi’nin yargılandığı mahkeme ise AB bünyesinde olup Kosova kanunlarına göre bağımsız yargılama yapabilmesi için 2016’da Lahey’de kuruldu.

    Kosova dahil eski Yugoslav cumhuriyetlerinin nihai hedefi AB tam üyeliğidir. AB ise üye adaylarından öncelikle kendi aralarındaki pürüzlere son vermesini istemektedir. Bunun istisnası GKRY oldu. Zaten karşısında KKTC ve Türkiye bulunmaktaydı. Benzer şekilde Sırbistan ve Makedonya da denilenleri yapmaya çalıştılar. Bugün Kosova, devletlerin çoğunluğu tarafından tanınmış olsa da gerek yakın dönemdeki çatışmaların hesabı, gerekse ülkedeki etnik kambur sorununun öncelikle çözümü istenmektedir. Bütün bunlarla beraber Taçi’nin yargılandığı mahkemenin AB tarafından organize edilmesi birçok tuhaflıkları yanında soru işareti bırakmaktadır.

    Başta BM Şartı olmak üzere diğer uluslararası belgeler, taraflar mutabık kaldığı halde bölgesel veya özel mahkemeler kurulmasına imkan sağlamaktadır. Bu bakımdan AB bünyesinde Kosova özel mahkemesinde bir tuhaflık yoktur. Yeter ki yargılama usulünce yapılsın, şahitler ve deliller doğru değerlendirilsin, savunma hakkı yeterince kullanılsın. Bundan daha önemlisi ise bu bölgede savaş suçu, insanlığı karşı suç işleyen mesela Sırplar da yargılansın. Çünkü Sırbistan da AB üyeliğine resmen başvurmuş olup müzakere süreci başlamıştır.

    Hollanda’nın mahkemeleriyle meşhur Lahey’de ilginç bir yargılama süreci başlamıştır. Eski Kosova Cumhurbaşkanı, aynı zamanda ülkenin bağımsızlığına giden yolda büyük katkısı olan Kosova Kurtuluş Ordusu liderlerinden Haşim Taçi’nin diğer önde gelenlerle savaş suçları ithamıyla yargılanması. Taçi’nin çatışmalar sırasında savaş suçları işlediği, esir sırpların işkence ile öldürülerek organlarının pazarlandığı gibi suçlamalar söz konusu. Bununla beraber, Kosova’nın Sırbıstan’dan kurtularak Taçi önderliğindeki bağımsızlık yolundaki taşlar önemli ölçüde ABD ve İngiltere tarafından döşenmiştir. - image 4

    Saraybosna’da Başçarşı’da boş gözlerle dolaşan kadınlar görürsünüz. Muhtemelen eşi, oğlu, kardeşi soykırıma uğramış, kendisine tecavüz edilmiş, belki de tecavüzcüsünden çocuk dünyaya getirmiştir. UCM öncesinde faaliyete geçen 2017’de görevini tamamlayan Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi, sadece soykırım vb. suçlarla itham edilen üst düzey yöneticileri ve komutanları yargıladı. Bu mahkemede yargılanarak ceza alan Sırp ve Hırvat önderler aslında hiç de böyle bir ceza beklemiyorlardı, çünkü güçlü patronların dediklerini yapmışlardı. Bununla beraber Saraybosna’da hemen her mahallede, her sokakta bulunan, bilinen nice suçlular bu mahkemede yargılanmamıştır. Halen daha bunlarla ilgili bir işlem yapılmamıştır. Boşnak dostlarımızdan bunların da cezalandırılması feryadını duyuyoruz. Eşini öldürdüğü kadına tecavüz etmiş, ondan çocuk dünyaya getirmiş, dünyası kararan bu zavallıya, çarşıda her karşılaştığında sözle tecavüzü sürdürebilmektedir. Bu Boşnak dostlarımız feryat ederken Türkiye’deki ve dünyadaki kadın derneklerinin, baroların, diğer ilgili sivil toplum kuruluşlarının hiç mi yapabileceği birşey yok?

    Eski Yogoslavya Federal Cumhuriyeti, başlangıçta altı federe devletten ibaret olup istedikleri zaman bağımsız olmaları konusunda anayasal garanti var idi. Daha sonra Tito bunlara Kosova ve Sancak’ı da ekledi. Ancak Tito’nun ölümünden sonra Miloşeviç bu iki birime bağımsızlık hakkı veren anayasal düzenlemeyi iptal etti. Soğuk Savaş döneminin sona ermesiyle şiddetlenen çatışmalarda Kosova’nın bugün bağımsız olmasının temelini Sırpların bölgedeki insan hakları ihlalleri oluşturmaktadır. Bu coğrafyada etnik temizlikler önemli ölçüde kiliselerden organize edilmekte olup Sırpların bu konuda sicili hayli kabarıktır. Elbette Arnavutlardan savaş suçu işleyenler yargılanarak cezalandırılmalı, ancak Sırplar için istisna getirilmemeli. Zira organ kaçakçılığı gibi tecavüz ve diğer işkence yöntemleri de insanlığa karşı suçlardan sayılmakta olup yargılanması gerekmektedir.

    Bağımsız Kosova devleti, Arnavutluk, Makedonya, Sırbistan ve Karadağ arasında bulunup nüfusunun önemli bir kısmını Müslüman Arnavutlar oluşturmaktadır. Ülkede Sırplarla yoğun köyler-kasabaların Sırbistan’a aidiyet duyguları halen birçok sorunun kaynağını oluşturmaktadır. Bağımsızlaşma sürecinin en önemli saiki ise ABD’nin bölgede askeri üs edinme hedefidir. Nitekim ABD bombardımanı ile Sırbistan, Kosova’dan çıkarıldıktan sonra burada dünyanın en büyük askeri üslerinden biri kuruldu. Halen Kosova’da idari ve ekonomik yapı önemli ölçüde ABD’nin kontrolündedir. Taçi’nin yargılanmasına giden süreçte ABD’nin etki ve katkısını zamanla, gizli belgelerin serbest bırakılması ile öğrenmek mümkün olabilecektir. Eğer bu dava her zamanki gibi son kullanım tarihi dolanları tasfiye taktiği değilse ABD ve Avrupa arasındaki uzlaştırılmaz çıkarlar çatışmasının yansıması da olabilir. Bununla beraber bu aktörlerin hedeftekileri bir süre kirli hedefleri doğrultusunda kullanıp, kendisini riski atmadan suç işletip sonra kenara çekildiğinin örneği oldukça fazladır. Dolayısıyla ABD’ye ve AB partronlarına güvenerek risk alanlar, suç işleyenler de cezasını çekebilmektedir. Sırp ve Hırvat kasapların sonunu tekrar hatırlamak gerek.

    Hollanda’nın mahkemeleriyle meşhur Lahey’de ilginç bir yargılama süreci başlamıştır. Eski Kosova Cumhurbaşkanı, aynı zamanda ülkenin bağımsızlığına giden yolda büyük katkısı olan Kosova Kurtuluş Ordusu liderlerinden Haşim Taçi’nin diğer önde gelenlerle savaş suçları ithamıyla yargılanması. Taçi’nin çatışmalar sırasında savaş suçları işlediği, esir sırpların işkence ile öldürülerek organlarının pazarlandığı gibi suçlamalar söz konusu. Bununla beraber, Kosova’nın Sırbıstan’dan kurtularak Taçi önderliğindeki bağımsızlık yolundaki taşlar önemli ölçüde ABD ve İngiltere tarafından döşenmiştir. - image 5

    Azerbaycan topraklarında Ermeni savaş suçları halen işlenmektedir. 27 yıllık işgal, soykırım ve tahribattan sonra da katliam sürmekte, mayınlar patlamaktadır. Buna karşın Ermenistan ile barış yapma hevesiyle suçluların yargılanması, cezalandırılması için ciddi bir girişim duymadık. Ermeni savaş suçlularının yargılanması için öncelikle Türkiye ve Azerbaycan’ın UCM yetkisini kabul etmesi gerekmektedir. Aksi takdirde saldırgan Ermenistan bu yönde zaten adım atmış olup, Azerbaycan görevlilerinin yargılanması ve cezalandırılması dosyalarını çoktan yola çıkardılar. Saldıran kazanır kuralı burada da geçerlidir.

    alaeddinyalcinkaya@gmail.com

    twitter.com/alaeddinyalcink

  • Sunak’dan mesaj

    Sunak’dan mesaj

    Ankara anlaşması ile Türkiye’den İngiltere’ye yerleşenler ya da yerleşmeyi düşünenler, size İngiltere başbakanından mesaj var:

    Başbakan’dan mesaj

    Merhaba – bana sormak istediğin bir şey var mı? Pekala, şimdi senin şansın.

    24 Nisan Pazartesi günü iş dünyasından gelen soruları LinkedIn’de canlı olarak yanıtlayacağım.

    Başbakan olarak en önemli önceliklerimden biri ekonomiyi büyütmek. Ve siz – İngiliz şirketler, girişimciler, yenilikçiler ve geleceği icat eden gençler – bunun merkezindesiniz.

    Katılmak ve bana soru sormak için buraya tıklayın. )

    konuş o zaman
    Rishi Sunak
    Başbakan

  • Ukrayna-Rusya Savaşı’nda İngiltere-Almanya Kapışması

    Ukrayna-Rusya Savaşı’nda İngiltere-Almanya Kapışması

    Prof.Dr. Alaeddin Yalçıkaya

    Ukrayna-Rusya Savaşı’ndaki İngiltere-Almanya Kapışması

    Putin, bir yıl önce Avrasyacı söylemlerle Ukrayna’ya saldırırken birkaç günde Kiev’deki Atlantikçi Zelensky’yi devirerek istediği yönetimi kuracağından emindi. İki tarafın askeri kapasitesi karşılaştırıldığında Rusların kısa zamanda bunu başaracağına inananlar hiç de az değildi. Ancak söz konusu Ukrayna olunca birçok değişkeni hesaba katmak gerek.

    Rusya, Kırım’ı 2014’de ilhak etmiş, Dombas’ta kontrol bölgeleri kurmuştu. 2021 sonlarına doğru ise Ukrayna sınırına yığınak yapmıştı. İngiltere ve ABD’nin kararlı kışkırtmalarıyla Zelensky’nin NATO üyeliğine göz kırpması, sadece Ukrayna için değil Rusya için de tuzaktı. Nihayet ülkenin bağımsızlığı ile NATO üyeliği hakkı özdeşleştirilmişti. Diğer taraftan Putin Rusyasının temel stratejileri sarsılırken, yığınak yapmış olan Rus güçlerinin saldırması da zorunlu hale getirilmişti.

    Daha savaş başlamadan iki ay önce öğrencilerimizin düzenlediği toplantıda 25 yıl Moskova’da görev yapmış gazeteciye “bu çapta yığınak dikkate aldındığında aslında büyük Cenk Başlamış denilebilir mi?” diye sormuştum. Esprili soruya son derece önemli cevabı: “yılların tecrübesiyle öğrendiğim şey, Kremlin hakkında en doğru tahmin, tahminde bulunmamaktır.” Bu şifreye rağmen ben Putin’in bir müddet tatbikat ve manevralarla vakit geçirerek, zaten Kırım’a da yerleşmişken saldırı cinnetini tercih etmeyeceğini söyleyenlerden idim. Ancak özellikle ABD/İngiltere’nin kışkırtması ve Zelensky’nin geri adım atmaması ile ok yaydan çıktı.

    Belirtmek gerekirki batılı birçok araştırmacılar gibi politikacıların da bu savaştan İngiltere/ABD’yi sorumlu tutmalarına katılmamız, Rusya’nın masumiyeti anlamına gelmemektedir. Ayının tırmalaması, yılanın sokması tabiatı gereği olup bunu önceden görmek gerek. Esasen Putin ile yeniden canlanan Rusya’nın dış politik hedef ve stratejileri, güvenlik endişeleri dikkate alındığında harap olmuş Ukrayna sonucu pek uzak değildi. Tıpkı Gürcistan’da olduğu gibi. Kremlin’in hak hukuk demeden neler yapabileceğini bilmek için biraz tarih ve siyaset bilgisi yeterlidir. Asıl soru, Ukrayna’daki tahribatın gittikçe derinleşmesi ve bir yıl geçtiği halde ufukta barışın görünmemesi, bir yerlerin derin hesaplarına mı dayanmaktadır?

    Putin, bir yıl önce Avrasyacı söylemlerle Ukrayna’ya saldırırken birkaç günde Kiev’deki Atlantikçi Zelensky’yi devirerek istediği yönetimi kuracağından emindi. İki tarafın askeri kapasitesi karşılaştırıldığında Rusların kısa zamanda bunu başaracağına inananlar hiç de az değildi. Ancak söz konusu Ukrayna olunca birçok değişkeni hesaba katmak gerek. - image

    ‘Madem Ukrayna bağımsız bir devlet, istediği uluslararsı örgüte katılabilir’ mantığı hukuk kuralları açısından doğrudur. Ancak uluslararası hukuk önemli ölçüde siyasetin boyunduruğundadır. Esasen Ukrayna’yı, Rusya karşıtı stratejilere teşvik, hukukun değil derin stratejinin parçası olup renkli devrimlerle sahne almıştır. Bu strateji, Rusya’nın muhtemel saldırılarına karşı garanti olarak okunabilir. Esasen uluslararası hukukun işlemesi, ancak Rusya ve Çin’in de BM Güvenlik Konseyi’nde veto hakkı olan devletler olduğu dikkate aldığında anlamsız kalmaktadır. Halbuki Rusya’nın saldırı sebebi de NATO’nun, kendi “Yakın Çevre”sine nüfuzu, Gürcistan, Moldova, Ukrayna’nın NATO üyeliğinin gündeme gelmesidir. Bununla beraber tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan tartışmasından çok bu savaşın hedefleri ve sonuçlarına bakmak gerek.

    Rusya’nın Prenslikten İmparatorluğa yükseliş aşamalarında İngiltere daima yanında olmuştur. Deli Petro da vasiyetinde İngiltere ile ilişkilerin önemine işaret eder. İngiltere ise Rusya’yı her fırsatta kullanmış, gerektiğinde ateş hattına itmiş, fakat zor zamanlarında kollamıştır. Osmanlı-Rus Kırım Savaşı’nda İngiltere Osmanlı’nın yanında yer almış, Rusya yenilmiştir. Buna rağmen Kırım Rusya’da kaldığı gibi Rusya’nın Kafkasya ve Türkistan istikametinde önü açılmıştır. İngiltere ise Karadeniz ve Boğazlar’daki kazanımları yanında, Türkistan’ı Rusya’ya bırakarak Hindistan Müslümanlarını da kontrol altına almıştır. Türkistan’ın işgalinden sonra Doğu Türkistan’da kurulan Kaşgar Hanlığı’nın ortadan kaldırılması da İngiliz projesi olup Rusya’nın desteği ile gerçekleşmiştir. Türkistan savaşları yorgunu olmasına rağmen İngiliz diplomat, eğer Kaşgarya’daki Bedevlet Yakup Han yok edilmezse en kısa zamanda Batı Türkistan’ı ele geçireceğini söylerek Rusya’yı yardıma ikna etmiştir.

    Putin, bir yıl önce Avrasyacı söylemlerle Ukrayna’ya saldırırken birkaç günde Kiev’deki Atlantikçi Zelensky’yi devirerek istediği yönetimi kuracağından emindi. İki tarafın askeri kapasitesi karşılaştırıldığında Rusların kısa zamanda bunu başaracağına inananlar hiç de az değildi. Ancak söz konusu Ukrayna olunca birçok değişkeni hesaba katmak gerek. - image 1

    Her iki dünya savaşında da Rusya ve İngiltere/ABD, Almanya’ya karşı aynı ittifaktadır. Soğuk Savaş döneminde iki süper güç aslında danışıklı dövüş içinde olup, ABD-İngiltere stratejik ortaklığı son derece güçlü idi. Bunun en önemli ayağı olan Sovyet yayılması tehdidi ile Avrupa’yı baskılayarak hizaya getirmektir. Aksi takdirde Alman coğrafyası ile Rusya arasındaki doğal işbirliği, İngiltere/ABD için felaket olacaktır. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra sıfırı tüketmiş, dağılma aşamasındaki bir Rusya’nın SSCB sonrası BM Güvenlik Konseyi üyeliği de Atlantikçi kumpasın kurgusudur.

    Putin, bir yıl önce Avrasyacı söylemlerle Ukrayna’ya saldırırken birkaç günde Kiev’deki Atlantikçi Zelensky’yi devirerek istediği yönetimi kuracağından emindi. İki tarafın askeri kapasitesi karşılaştırıldığında Rusların kısa zamanda bunu başaracağına inananlar hiç de az değildi. Ancak söz konusu Ukrayna olunca birçok değişkeni hesaba katmak gerek. - image 2

    İngiltere, AB’deyken Almanya’yı her fırsatta engellemiş, “kedinin fareyle oynadığı gibi” önemli konularda pürüz çıkarmıştır. Brexit sonrasında ise sadece AB ekonomisini değil bütün siyasal ve sosyal düzenini hedef almıştır. Geçen haftalarda Berlin’de gösteri yapan Alman milliyetçiler, ABD/İngiltere’nin bu oyununa daha fazla alet olunmamasını ve Ukrayna’ya silah verilmemesini haykırmıştır.

    Tükenme aşamasında olan Rusya’ya karşı, Berlin’den Ukrayna’ya daha çok destek talepleri, Almanya’yı daha fazla ateş hattına çekme hedefine dayanmaktadır. Zaten çeyrek asırlık yatırımlar, enkaz haline gelmiştir. Bir yılda AB’nin Rusya’dan enerji ihracatı yarıya düşerken, ABD’den gaz ithalatı iki katına çıkmıştır. Rusya, her ne kadar konvansiyonel anlamda cephelerde rezil olmuş ise de ekonomisi daha da güçlenmiş, yeni askeri ittifaklar filizlenmiştir. Dragonbear (ejder-ayı), Ukrayna’da bataklığa saplanan Rusya’nın Çin ile askeri işbirliği için kullanılmaktadır.

    Trump’ın, başkan olduğu takdirde III. Dünya Savaşı’nı önleyeceği lafı, Rusya-Ukrayna Savaşı’nın yayılmasını engelleme anlamındadır. Bu kirli kumpaslardan ABD’nin de zarar gördüğünü, iş adamı olarak farkındadır. Ancak aynı Trump, başkan iken Ortadoğu’daki çatışmalara katılmama arzusuna rağmen müesses nizam aktörlerinin baskısına dayanamayıp “ne yapabilirim, savaş lordları kan istiyor” yakınmasını unutmuşa benziyor. Bu anlamda Ukrayna’daki yıkımın İngiltere/ABD ötesinde savaş lordları, küresel odaklar, siyonist sermaye boyutu bulunmaktadır ki bunlar hiçbir zaman kana doymamıştır. Yahudi kökenli Zelensky’nin yüzbinlerce Yahudi’yi zorunlu olarak İsrail’e yerleştirmesi, bu çatışmaların sebeplerinden mi yoksa sadece sonuçlarında mı ayrı bir konu.

    Son bir yılda olduğu gibi bundan sonra da her hafta Ukrayna’nın veya Rusya’nın yeni bir kasabayı ele geçirdiği veya terketmek zorunda kaldığı, bir bölgeyi boşalttığı, yeni füze saldırıları haberlerini duyacağız. Yani barış masasına oturmamak için iki tarafa da destekler gelecek. Fakat her aşamada AB/Almanya daha fazla ateş hattına itilerek tüketilecektir. Moskova’da Putin dönemi sona erebilir. ancak Atlantikçi cephe, özellikle kara Avrupası ile tarihi düşmanlıkları kaşarlaşmış İngiltere kontrol edilebilir ve güçlü bir Rusya’yı daima derin derine destekleyecek, kirli manevralarla kollayacaktır.

    alaeddinyalcinkaya@gmail.com

    twitter.com/alaeddinyalcink

  • Eski Sömürgecilerin Özür Dilemesi Yeterli mi?

    Eski Sömürgecilerin Özür Dilemesi Yeterli mi?

    Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya

    Eski Sömürgecilerin Özür Dilemesi Yeterli mi?

    Geçen yüzyılın sömürgeci ülkeleri arasındaki özür yarışına Hollanda da katıldı. Daha önce Danimarka, Fransa, İngiltere, Avrupa Parlamentosu ve Papalık özür beyanlarını dile getirmişti. İlk bakışta güzel bir adım. Fakat “yeni sömürgecilik” bütün hızıyla devam ediyorsa, eski sömürgelerden hırsızlanan servetlerin iadesi bir yana hedef ülkeleri yeni metodlarla kurutma programları devreye konuyorsa bu tür özürlerin hiçbir anlamı yoktur. Hatta bu tür kuru özürler bir sonraki sömürü aşamasının zeminini teşkil etmektedir. İngiltere’nin özrüne karşın müteveffa Kraliçenin torunu Afganistan’da 25 kişiyi öldürdüğünü onurla yazarken buraya terörle mücadele etmek için gittikleri masalını teyit etmektedir. Başta kral ailesi olmak üzere hemen çoğu İngilizin benzer cinayet sabıkaları bulunmaktadır. İlginçtir ki Türkiyedekiler dahil birçok aydın da bu kuru özre inanmaktadır. Tıpkı asırlarca Asya’ya, Afrika’ya medeniyet götürüldüğüne inandırıldıkları gibi.

    Geçen yüzyılın sömürgeci ülkeleri arasındaki özür yarışına Hollanda da katıldı. Daha önce Danimarka, Fransa, İngiltere, Avrupa Parlamentosu ve Papalık özür beyanlarını dile getirmişti. İlk bakışta güzel bir adım. Fakat “yeni sömürgecilik” bütün hızıyla devam ediyorsa, eski sömürgelerden hırsızlanan servetlerin iadesi bir yana hedef ülkeleri yeni metodlarla kurutma programları devreye konuyorsa bu tür özürlerin hiçbir anlamı yoktur. Hatta bu tür kuru özürler bir sonraki sömürü aşamasının zeminini teşkil etmektedir. İngiltere’nin özrüne karşın müteveffa Kraliçenin torunu Afganistan’da 25 kişiyi öldürdüğünü onurla yazarken buraya terörle mücadele etmek için gittikleri masalını teyit etmektedir. Başta kral ailesi olmak üzere hemen çoğu İngilizin benzer cinayet sabıkaları bulunmaktadır. İlginçtir ki Türkiyedekiler dahil birçok aydın da bu kuru özre inanmaktadır. Tıpkı asırlarca Asya’ya, Afrika’ya medeniyet götürüldüğüne inandırıldıkları gibi. - image

    Sömürgecilik, büyük güçlerin olmazsa olmazı değildir. Birçoklarının kabullenmekte zorlanmalarına karşın tarihin en uzun ömürlü büyük güçlerinden biri Osmanlı’dır. Ülkemizdeki birçok aydın bazen “asırlarca üç kıtaya hükmetti de niye birazcık o ülkeleri sömürmedi, yıkıldıktan sonra sadece borçlar kaldı” derken bazen de “üç kıtaya hükmetti ama oralardaki halkı asimile etti, geri bıraktı” saçmalıklarıyla gidip gelebilmektedir. Heath Lowry ise “Osmanlı Döneminde Balkanların Şekillenmesi” kitabında, fethettiği ülkelerde hiç bir büyük gücün yapmadığı iyilikleri bilimsel yöntemlerle anlatmaktadır. Bu gerçeği milyonlarca belge ve çalışma ortaya koymaktadır. Çünkü Osmanlı yönettiği coğrafyada halkın dinine, diline, mabetlerine karışmadığı gibi en ücra yerleşim yerlerinin dahi öncelikle temiz içme suyu sorununu çözmüştür. Bu bağlamda ecdadımızı, yerinde bir tespit olarak hiçbir batılı devletin sömürgelerinde yapmadığı, halkının sağlıklı su ihtiyacını dert edinen bir yönetim olarak takdim etmektedir. Halbuki batılı sömürgeciler, klasik dönemde olduğu gibi günümüzde hedef ükleleri sadece terörle, yoksullukla değil, hastalıklarla da boğuşmak zorunda bırakmaktadır.

    Batılı ülkelerdeki mamur şehirler, bol heykelli caddeler, muhteşem binaların temelinde öncelikle Ortaçağ’da ezilen kendi halkları, serfler bulunmaktadır. Keşifler ve sanayi devrimi sürecinde serfler proleterya haline gelmiştir. Daha sonra vatandaş aşamasına gelen bu insanlar yeni sömürgelerde asker, tüccar, yönetici, sömürgeci ajanı olmuşlardır. Halen eski sömürge / yeni bağımsız ülkelerin beyazları bir şekilde yeni sömürü düzeninin ajanlık görevini kısmen yerine getirmektedirler. Yerli zenginleri, kabile şefleri, şeyhleri, toprak ağaları servetlerini batıya aktarmayı sürdürmekte, kendileri ve aileleri de bu sömürgecilikten miras kalan gelişmiş, batılı ülkelerde ikamet etmektedirler. Geride kalan petrol, kakao, kauçuk, muz… bir şekilde eski sömürgecilerin ihtiyaçlarını karşılamayı sürdürmektedir. Mülteci ordusuna katılabilenler toplumun orta kesimidir. Son tarlalarını, keçilerini satarak Avrupa’ya, ABD’ye ulaşmaya çalışmaktadırlar. Kendilerini istemeyenlere “biz buradayız, çünkü siz oradaydınız”, orada yaşanabilecek bir ülke bırakmadınız demektedirler.

    Asya, Afrika, Latin Amerika’da sömürge aydını kişiliğinden, kompleksinden kurtulamayan geniş kitleler vardır. Tıpkı bizdekiler gibi. Kendi tarihlerinden, inançlarından, dillerinden, toplumsal kökenlerinden olan her şeyin kötü olduğuna, bütün iyiliklerin, güzelliklerin sömürgecilerden, batıdan geldiğine inanırlar. Sadece onların dillerini, yaşantılarını, adetlerini içselleştirerek kutsamazlar, önemli bir kısmı isimlerini de değiştirirler. Bu gibi vesilelerle eski sömürgeciler için “ne büyük insanlar ki hatalarından dolayı özür dilemeyi biliyorlar” güzellemeleri de duyulur.

    Geçen yüzyılın sömürgeci ülkeleri arasındaki özür yarışına Hollanda da katıldı. Daha önce Danimarka, Fransa, İngiltere, Avrupa Parlamentosu ve Papalık özür beyanlarını dile getirmişti. İlk bakışta güzel bir adım. Fakat “yeni sömürgecilik” bütün hızıyla devam ediyorsa, eski sömürgelerden hırsızlanan servetlerin iadesi bir yana hedef ülkeleri yeni metodlarla kurutma programları devreye konuyorsa bu tür özürlerin hiçbir anlamı yoktur. Hatta bu tür kuru özürler bir sonraki sömürü aşamasının zeminini teşkil etmektedir. İngiltere’nin özrüne karşın müteveffa Kraliçenin torunu Afganistan’da 25 kişiyi öldürdüğünü onurla yazarken buraya terörle mücadele etmek için gittikleri masalını teyit etmektedir. Başta kral ailesi olmak üzere hemen çoğu İngilizin benzer cinayet sabıkaları bulunmaktadır. İlginçtir ki Türkiyedekiler dahil birçok aydın da bu kuru özre inanmaktadır. Tıpkı asırlarca Asya’ya, Afrika’ya medeniyet götürüldüğüne inandırıldıkları gibi. - image 1

    Halbuki sömürü bütün hızıyla, farklı yöntemlerle devam ediyor. Terör örgütleri, sınır savaşları, etnik çatışmalar.. her bir terörö örgütü arkasında bir veya daha fazla eski sömürgeci bulunmaktadır. Ya doğrudan terör örgütünü organize etmiş veya kurtuluş, özgürlük adı altındaki ölüm mangalarını silahlandırmıştır. İşler çıkmaza girdiğinde sıradaki çavuşa darbe yaptırılır, bir önceki yönetim ve onu destekleyenler zindanlara atılır. Yeni gelenler ise güvendikleri eski sömürgecilerin bir gün kendilerine karşı da tezgah kuracaklarını düşünemeden halkına kan kusturur. Zavallı insanlar bir taraftan hiç bir zaman sıkıntısı çekilmeyen silahlardan çıkan kurşunlarla diğer taraftan açlıktan, hastalıktan ölür.

    Hollanda’nın özür açıklamasından sonra gelen tepkilerin özeti kuru özürle yetinilmemesi, bu ülkelerden kaçırılanların iade edilmesidir. Bize göre öncelikle halen devam eden sömürü ilişkileri sonlandırılmalıdır. Terörle mücadele, medeniyet veya demokrasi götürme, misyonerlik faaliyetleri görüntüsüyle eski sömürgelerdeki zehir ve ölüm şebekelerinin faaliyetlerine son verilmelidir. Asırlardır sömürgelerde yaptıkları çevre tahribatını telafi etmek için gerekli adımlar atılmalıdır. Elbette bu insanlardan kaçırdıkları, torunlarına iade edilmelidir. Çünkü asırlarca sömürgelerdeki soygun yaşanmasaydı, bugünkü nesil açlık ve yokluk içinde olmayacaktı. Dolayısıyla batının günümüzdeki zenginlik ve refahı, eski sömürgelerin sefaleti anlamına gelmektedir.

    Geçen yüzyılın sömürgeci ülkeleri arasındaki özür yarışına Hollanda da katıldı. Daha önce Danimarka, Fransa, İngiltere, Avrupa Parlamentosu ve Papalık özür beyanlarını dile getirmişti. İlk bakışta güzel bir adım. Fakat “yeni sömürgecilik” bütün hızıyla devam ediyorsa, eski sömürgelerden hırsızlanan servetlerin iadesi bir yana hedef ülkeleri yeni metodlarla kurutma programları devreye konuyorsa bu tür özürlerin hiçbir anlamı yoktur. Hatta bu tür kuru özürler bir sonraki sömürü aşamasının zeminini teşkil etmektedir. İngiltere’nin özrüne karşın müteveffa Kraliçenin torunu Afganistan’da 25 kişiyi öldürdüğünü onurla yazarken buraya terörle mücadele etmek için gittikleri masalını teyit etmektedir. Başta kral ailesi olmak üzere hemen çoğu İngilizin benzer cinayet sabıkaları bulunmaktadır. İlginçtir ki Türkiyedekiler dahil birçok aydın da bu kuru özre inanmaktadır. Tıpkı asırlarca Asya’ya, Afrika’ya medeniyet götürüldüğüne inandırıldıkları gibi. - image 2

    Çevre tahribatı kapsamında Rus işgalinden sonra kendi uzmanlarının tabiriyle dünyanın cenneti durumundaki Fergana’dan Aral Gölü’ne olan bölgede verilen zararın tazmini de gündeme gelmelidir. Sanayi devrimini gerçekleştirmek üzere Rus tekstil endüstrisinin ihtiyacını karşılamak için bölge pamuk tarlası haline getirilmiş, tek ürüne bağımlılık toprağı çoraklaştırmış, daha fazla suni gübre ve ilaç sonucu Aral Gölü kurumuş, tuz ve zehir kesmiştir. Bugün Türk cumhuriyetleri kıt imkanlarla bu gölü nasıl ihya ederiz, Türkistan coğrafyasını nasıl çölleşmekten kurtarabiliriz derdindedir. Bunun için gerekli kurumlaşmalar yapılmış, finansal destek birimi oluşturulmuştur. Ancak kaynak yetersizdir. O halde bunu öncelikle Moskova yönetimi karşılamalıdır. Çünkü bu bölgeden giden zenginliklerle Rusya sanayi devrimini yapmıştır. Benzer çevre felaketleri başta Afrika olmak üzere hemen bütün eski sömürgelerde bulunmakta, sorunlar her geçen gün derinleşmektedir.

    Geçen yüzyılın sömürgeci ülkeleri arasındaki özür yarışına Hollanda da katıldı. Daha önce Danimarka, Fransa, İngiltere, Avrupa Parlamentosu ve Papalık özür beyanlarını dile getirmişti. İlk bakışta güzel bir adım. Fakat “yeni sömürgecilik” bütün hızıyla devam ediyorsa, eski sömürgelerden hırsızlanan servetlerin iadesi bir yana hedef ülkeleri yeni metodlarla kurutma programları devreye konuyorsa bu tür özürlerin hiçbir anlamı yoktur. Hatta bu tür kuru özürler bir sonraki sömürü aşamasının zeminini teşkil etmektedir. İngiltere’nin özrüne karşın müteveffa Kraliçenin torunu Afganistan’da 25 kişiyi öldürdüğünü onurla yazarken buraya terörle mücadele etmek için gittikleri masalını teyit etmektedir. Başta kral ailesi olmak üzere hemen çoğu İngilizin benzer cinayet sabıkaları bulunmaktadır. İlginçtir ki Türkiyedekiler dahil birçok aydın da bu kuru özre inanmaktadır. Tıpkı asırlarca Asya’ya, Afrika’ya medeniyet götürüldüğüne inandırıldıkları gibi. - image 3

    Öte yandan sömürgeci ülkeler, o gün soykırım suçu olmasa dahi yaptıkları katliamlar için bugünkü nesillere tazminat ödemelidirler. Bununla beraber mesela 1994 Ruanda soykırımını organize eden Fransa ve Belçika doğrudan bu suç kapsamında borçlarını ödemelidirler. Aynı durum Kıbrıs’ta Rumların Akritas Planı, Boşnaklar ile Karabağ’daki soykırımlar için de geçerlidir. Çin’in Doğu Türkistan’daki soykırım ve soygun politikası ise en ilkel sömürü yöntemlerinden daha ilkel ve acımasız olmasına karşın en gelişmiş teknolojilerle, yöntemlerle ve bütün hızıyla devam etmektedir ki elbette bunun da faturası gelecektir.

    alaeddinyalcinkaya@gmail.com

    twitter.com/alaeddinyalcink

  • TRT World iş ilanı

    TRT World iş ilanı

    TRT World’ün Londra için açtığı muhabir ilanında bakın ne yazıyor:

    “Art arda gelen Britanya hükümetlerinin Covid-19 salgını, Brexit, küresel ekonomik kriz gibi büyük meydan okumalara yanıt vermekte başarısız olması İngiliz siyasetini bir karmaşa içine soktu. Kısa süreli İngiliz hükümetleri ülkenin geleceğini belirsizlik içinde bırakıyor ve İngiltere’yi Avrupa’dan uzaklaştırıyor. Kraliçe Elizabeth’in ölümüyle birlikte, Orta Çağ’dan kalma bir yönetim biçimi olarak Kraliyet’in modern çağda varlığı tartışmaları hız kazandı. Bu konularda kapsamlı haberler yapabilecek, kalemi kuvvetli muhabirlere ihtiyacımız var”.

    İngiltere’de yaşatan kalemi kuvvetli muhabir arkadaşlara duyurulur!

    TRT World'ün Londra için açtığı muhabir ilanında bakın ne yazıyor: - trt world is ilani
  • NATO, WWIII riskine girecek mi?

    NATO, WWIII riskine girecek mi?

    Rusya, 63 nükleer denizaltısının tümüne İngiltere’ye yaklaşmasını ve bir kerede ateş etmesini emrederse, İngiltere yok edilir. NATO, Üçüncü Dünya Savaşı’nı riske mi atacak yoksa geri mi çekilecek?

    Rusya, sahip olduğu 63 Nükleer denizaltının tümünü İngiltere kıyılarına yönlendirirse, nükleer silah fırlatabilen çalışır durumdaysa 14 faal Denizaltısı ve onları korumak için 8 nükleer saldırı denizaltısı İngiltere kıyılarına gönderilecek.

    Karşılarında,

    4 İngiliz Astute Sınıfı Taarruz Denizaltısı (nükleer),
    6 Fransız Rubis & Barracuda Saldırı Denizaltısı (nükleer),
    54 Amerikan Los Angeles, Seawolf ve Virginia Sınıfı Saldırı Denizaltıları (nükleer),

    Diğer NATO Ülkelerinden çok sayıda nükleer olmayan NATO Avcı Katil Denizaltısı ve Rus denizaltılarını yok etmek için tasarlanmış büyük bir NATO yüzey filosu

    bulacaklar.

    Rusya, sahip olduğu 63 Nükleer denizaltının tümünü İngiltere kıyılarına yönlendirirse, nükleer silah fırlatabilen çalışır durumdaysa 14 faal Denizaltısı ve onları korumak için 8 nükleer saldırı denizaltısı İngiltere kıyılarına gönderilecek. - submarine denizalti bomba

    Bu 63, hatta 22 denizaltı (daha gerçekçi olarak aslında 10 – 12 tam operasyonel ve konuşlandırılabilir) daha uluslararası sulardayken, her biri birden fazla NATO avcı katil denizaltısı tarafından gölgelenecek. Bu kadar yoğun bir düşman denizaltı grubu bir tehdit olarak görülecek ve kesinlikle tümü tespit edilerek, takip edilecektir.

    Fırlatmak için saldırı istasyonuna giderlerse, füze kapılarının veya torpido kovan kapaklarının açılmasının düşmanca bir hareket olarak görüleceği ve anında ateş edileceği konusunda oldukça kibarca bilgilendirileceklerdir.

    NATO denizaltılarının ve yüzey filosunun sayısal üstünlüğü göz önüne alındığında, böyle bir girişimin pek çok füze fırlatması olası değildir, fırlatılabilecek az sayıdaki füzenin NATO’nun sahip olduğu operasyonel füze savunma sistemleri tarafından imha edilmesi olasıdır.

    Konuşlandırılan tüm Rus nükleer denizaltı filosunun batmasının ve fırlatılan füzelerin başarılı bir şekilde durdurulmasının ardından Rusya’nın başı büyük belaya girecektir.

    Bir veya iki füze savunmadan sağ çıkarsa ve (diyelim ki) Londra’yı geçerse, Rusya, her biri 8 savaş başlığı taşıyan 64 Trident Füze yüklü dört İngiliz Vanguard Denizaltısından tam bir misilleme saldırısıyla karşı karşıya kalacaktır. Birleşik Krallık, her biri 200–450 Kiloton verimle ~180 Savaş Başlığını elinde tutuyor; bu da, Rusya’ya karşı 2.400 Hiroşima anlamına gelen 36 Megaton demek.

    Sonuç olarak, konu Rusya’nın sadece 63 Nükleer Denizaltısı (22’si) olmaması değil, hatta elindekinin yarısından fazlasını herhangi bir saldırıda kullanamaması da değil, böyle bir saldırıya kalkışırsa, denizaltı mürettebatı için intihar olur.

    Ve hayır, NATO geri adım atmayacaktır, bunun yerine Rusya uygun olan her düzeyde misillemelerle karşı karşıya kalacaktı.

    Hiçbir Rus komutan böyle bir planı düşünmez ve yapsalar bile Putin buna izin vermezdi, çünkü başarı şansı sıfırdır ve kesin başarısızlığın bedeli çok yüksek olacaktır, ancak en asgari başarının bile bedeli aşırı yüksek.

    Eğer fırlatırlarsa, fırlatırız. Fırlatırsak, fırlatırlar. Çoğu insan her iki tarafta da ölür. Ama Rusya artık o kadar zayıf ki, bizim tarafımızda çok daha az ölüm olabilir, oysa herkes kendi tarafında olacak.

    Bir ingiliz’in Nükleer felaket yaklaşımı

  • Kraliçenin Vefatı ve Londra’daki Kanlı Taç

    Kraliçenin Vefatı ve Londra’daki Kanlı Taç

    Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya

    Kraliçenin Vefatı ve Londra’daki Kanlı Taç

    Aile büyüklerimizden “Elizabet, denize bat” sözünü çok duymuştum. Bir dedemin babası, Gelibolu’ya gitmiş, dönüş yok. Ermeniler tren raylarını kestiğinden giderken mi, gelirken mi uçuruma yuvarlandı, Çanakkale’de şehit mi oldu, bilen yok. Diğer dedem üç kardeşiyle Doğu Cephesine gitmiş, iki kardeşten haber yok, dedem yaralı olarak düşman revirinde gözlerini açmış. Rus mermilerinden yara izlerini ömür boyu taşıdı. Doğu Cephesindeki tezgahların altında, Doğu Türkistan’dan Kafkasya’ya Rusya ve Çin tahakkümünün tesisinde, Türkiye ile Türk dünyası arasında Ermenistanlaştırma, Farisileştirme stratejilerinin arkasında İngilizlerin bulunduğunu merhum dedemden değil de doktora tezimi yazarken öğrendim. Temel kaynaklarım İngiliz arşivlerinden.

    Kültürümüz “ölünün arkasından konuşulmaz” der. Ancak Kraliçenin şahsında, özü kan ve sömürü olan İngiliz geleneklerinin adeta kutsanması, çok kastı. Burada yazılanlar, müteveffa kraliçenin şahsından ziyade parlatılan işgal, sömürü, yıkım, fesat, Türk ve İslam ülkelerinde aileyi, düzeni, değerleri tahrip stratejilerine selam durma propagandasına isyandır.

    Aile büyüklerimizden "Elizabet, denize bat" sözünü çok duymuştum. Bir dedemin babası, Gelibolu'ya gitmiş, dönüş yok. Ermeniler tren raylarını kestiğinden giderken mi, gelirken mi uçuruma yuvarlandı, Çanakkale'de şehit mi oldu, bilen yok. Diğer dedem üç kardeşiyle Doğu Cephesine gitmiş, iki kardeşten haber yok, dedem yaralı olarak düşman revirinde gözlerini açmış. Rus mermilerinden yara izlerini ömür boyu taşıdı. Doğu Cephesindeki tezgahların altında, Doğu Türkistan'dan Kafkasya'ya Rusya ve Çin tahakkümünün tesisinde, Türkiye ile Türk dünyası arasında Ermenistanlaştırma, Farisileştirme stratejilerinin arkasında İngilizlerin bulunduğunu merhum dedemden değil de doktora tezimi yazarken öğrendim. Temel kaynaklarım İngiliz arşivlerinden. - image 4

    Üzerine güneş batmayan ülke dönemi “bir devrin battığı yer”de, Çanakkale’de sona ermiştir. İngiltere’nin rolünü kısmen ABD almış, II.Dünya Savaşı’ndan sonra da Anglo-Amerikan stratejileri, haşmetli sömürü devrini sürdürmüştür. Öte yandan Kraliçenin şahsında sembolleşen “İngiliz Milletler Topluluğu” ve ada-üsler aracılığıyla sömürü düzeni devam etmiştir, etmektedir.

    Birleşik Krallık, Britanya adasında Londra merkezli İngiltere, Edinburg merkezli İskoçya, Cardiff merkezli Galler ile Belfast merkezli Kuzey İrlanda’dan oluşur. Toplam yüzölçümü, Türkiye’nin yaklaşık üçte biridir. Bununla beraber eski İngiliz sömürgelerinin bir kısmında Krallık valisi bulunmaktadır. Bağımsız diye bilinen bu ülkelerde mesela milletvekilleri Kraliçeye bağlılık yemini ederler. Daha Ağustos başında Avustralya’da yeni seçilen senatör “Ben Lidia Thorpe, sadık olacağıma ve sömürgeci majesteleri Kraliçe II. Elizabeth’e gerçek bağlılık göstereceğime ciddiyetle ve içtenlikle yemin ederim” dedi. Ancak yemininde gerçeğin ifadesi olan “sömürgeci” kelimesi resmi metinde bulunmadığından kabul edilmedi, resmi metni okumak zorunda bırakıldı. Bu haber de Kraliçeye son hediye oldu.

    Belirtmek gerekir ki İngiliz Milletler Topluluğu’nun krallıkla münasebeti sadece yeminler, yetkisiz valiler veya bir takım törensel faaliyetlerle sınırlı değildir. Doğal kaynak ve ekonomik zenginlik bakımından dünyanın şanssız bir bölgesinde bulunan İngiltere’nin klasik sömürgecilik döneminde aşırdıkları hesaba katılmazsa ekonomisi bitmiş olması lazım. Bununla beraber fert başına milli gelir yıllık elli bin dolara yaklaşmaktadır. Çoğu dünyanın en fakirleri olan İngiliz Milletler Topluluğu ülkelerinin İngiliz havaalanlarında özel giriş kapıları vardır. İngiltere, AB üyesiyken topluluk ülkelerinden gelenler, AB üyelerinden gelenlere göre daha kolay işlemlerini tamamlar, ayrıcalıklı kapılardan geçerek Londra’da “hoş geldiniz” ile karşılanırdı.

    Aile büyüklerimizden "Elizabet, denize bat" sözünü çok duymuştum. Bir dedemin babası, Gelibolu'ya gitmiş, dönüş yok. Ermeniler tren raylarını kestiğinden giderken mi, gelirken mi uçuruma yuvarlandı, Çanakkale'de şehit mi oldu, bilen yok. Diğer dedem üç kardeşiyle Doğu Cephesine gitmiş, iki kardeşten haber yok, dedem yaralı olarak düşman revirinde gözlerini açmış. Rus mermilerinden yara izlerini ömür boyu taşıdı. Doğu Cephesindeki tezgahların altında, Doğu Türkistan'dan Kafkasya'ya Rusya ve Çin tahakkümünün tesisinde, Türkiye ile Türk dünyası arasında Ermenistanlaştırma, Farisileştirme stratejilerinin arkasında İngilizlerin bulunduğunu merhum dedemden değil de doktora tezimi yazarken öğrendim. Temel kaynaklarım İngiliz arşivlerinden. - image 5

    Gana, Nijerya, Hindistan, Pakistan, Bengladeş gibi ülkelerin çoğu, İngiliz sömürgeciliğinin kasten oluşturduğu çatışmacı ve baskı rejimleriyle yönetilmektedir. Bu kadar fakir ülkelerden Londra’ya kimler gidebilir, sorusunun cevabı derin bir sırdır. Geçiş döneminde istikrarı koruyan Kraliçenin vefatından sonra da kutsanmasının altında bu sır bulunmaktadır. Daha önce sömürgelerden gemilerle Britanya limanlarına zenginlik taşınırken, II. Dünya Savaşı’ndan sonra buna ihtiyaç kalmadı. Kraliçenin kurduğu düzen sayesinde eski sömürgelerde çalan, çırpan, halkını açlığa mahkum edenler yükünü güvenle Londra’ya taşıdı. Bunun için her türlü kolaylık sağlandı. Türkiye’deki toplam mevduattan fazla parası olan nice şubesiz İngiliz bankaları, ülkesini soyan birkaç diktatörün veya çevresinin çaldıklarının bekçisidir. Petrol zengini prensler, prensesler ömürlerinin çoğunu Taç himayesinde, güvenle geçirirler. Bir Arap prensinin satın aldığı futbol kulübü için ödenen para, dünyada çoğunluğu Müslüman ülkelerdeki açlık sorununu çözebilir. Londra’nın lüks restorantlarındaki bir prens ailesi sofrası, en az yüz kişiye yetecek porsiyonlardan oluşur. Ödenen fatura ve bahşişler ise bin kişinin ihtiyacını karşılamaya yeter. Mesela Kıbrıslı işadamı Asil Nadir de Londra’da yatırım yapmıştı fakat büyük suçluydu: Çünkü Kıbrıs’ta da yatırımları vardı, Türkleri iş güç sahibi yapmıştı! Majestelerinin hukuk sistemi tarafından ezildi, yok edildi.

    İslami kuralların en kolay yaşandığı ülke olarak dillendirilen Krallık, uzanabildiği her yerde İslamın itikat ve esaslarını, aile yapısını tahrip etmek için sayısız kumpaslar hazırlamış, nice ajan-alimler yetiştirmiştir. Daha Hindistan işgalinin başında sahte ulema, İslam’ın terakkiye mani olduğunu, dinde reformun şart olduğunu, diğer dinlerle birleşerek barış dini oluşturulmasını zırvalamışlardır. İmam-ı Rabbani Hazretleri Türkçeye de çevrilmiş olan Mektubat (mektuplar) ile İngiliz tezgahını ayetler, hadislere dayanarak dağıtmıştır. Daha sonra İslamı sorgulama, dejenere etme, reforma tabi tutma önemli ölçüde Efgani, Abduh, Sir Seyyit Ahmet Han gibi Krallık bağlantılı kişilere havale edilmiş, hepsi tarihin ajan-misyoner-ulema çöplüğündeki yerlerini almıştır. Bununla beraber hemen her ülkede olduğu gibi bizde de önemli ölçüde kilise üniversitelerinden dersini alan ilahiyatçılar üzerinden dinde reform hevesleri sürmektedir. Bazı sosyal bilimcilerin yeni keşfettiği İslamı sorgulama, çağdaşlaştırma ilgileri, sömürgeci çöplüğünde yiyecek aramak demektir.

    Aile büyüklerimizden "Elizabet, denize bat" sözünü çok duymuştum. Bir dedemin babası, Gelibolu'ya gitmiş, dönüş yok. Ermeniler tren raylarını kestiğinden giderken mi, gelirken mi uçuruma yuvarlandı, Çanakkale'de şehit mi oldu, bilen yok. Diğer dedem üç kardeşiyle Doğu Cephesine gitmiş, iki kardeşten haber yok, dedem yaralı olarak düşman revirinde gözlerini açmış. Rus mermilerinden yara izlerini ömür boyu taşıdı. Doğu Cephesindeki tezgahların altında, Doğu Türkistan'dan Kafkasya'ya Rusya ve Çin tahakkümünün tesisinde, Türkiye ile Türk dünyası arasında Ermenistanlaştırma, Farisileştirme stratejilerinin arkasında İngilizlerin bulunduğunu merhum dedemden değil de doktora tezimi yazarken öğrendim. Temel kaynaklarım İngiliz arşivlerinden. - image 6

    Müteveffa Kraliçe hakkında barış, özgürlük, istikrar, ırk ayrımcılığına karşı duruş gibi ağıtların ülkemiz medyasında dillendirilmesi, İngiliz kültür emperyalizminin fuzuli hizmetkarlığı demektir. Saray gelininin niçin unvanlarını bırakarak sıradan bir hayatı tercih ettiğini sorgulamak gerekmez mi? Kraliçe ve çevresinin ırkçılığını her fırsatta yazıp söylerken elbette bildikleri, duydukları, gördükleri var.

    İngiltere’nin binlerce mil ötesinde, Arjantin’den 640 kişinin öldüğü Falkland savaşı kararının altında hoşgörü Kraliçesinin sembolik imzası bulunmaktadır. Üstelik oğlu Prens Andrew’i de bu savaşa subay olarak göndermiştir. Milyonların hayatına malolan 2003 Irak müdahalesinin altında da aynı imza bulunmaktadır. Cenazede, nikahta, merasimlerde kıpkırmızı desenlerin, ışıltıların, mücevherlerin aslında ezilen, öldürülen, tecavüze uğrayanların kanları, gözyaşları olduğunu görmemek için kör olmak gerek. Sömürgecilik sonrası istikrar kazanan neokolonyazimin başta gelen kurucularından biri de müteveffa Kraliçedir. Bu tür yeni sömürgecilik, Fransa, Hollanda, İspanya gibi eski sömürgecilere de örnek olmuştur.

    alaeddinyalcinkaya@gmail.com

    twitter.com/alaeddinyalcink

  • Rusya-Ukrayna Savaşında Avrupa’yı Cendereye Alan Avrasyacılık

    Rusya-Ukrayna Savaşında Avrupa’yı Cendereye Alan Avrasyacılık

    Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya

    Rusya-Ukrayna Savaşında Avrupa’yı Cendereye Alan Avrasyacılık

    Sömürgecilik döneminden miras bırakılan anlaşmazlıklara dayanan çatışmalar bir müddet sonra kanıksanır, gündemden düşer. Afrika’da, Asya’da savaşlar yıllarca sürüp gidebilir. Fakat bültenler genellikle bunu doğal bir durum olarak değerlendirirler. Özellikle Müslüman ülkeler arasındakileri durdurma girişimlerinin altından kızıştırmak, sürekli hale getirmek çıkar. Bombalamalar, ölümler çoğu zaman haber bile olmaz. Belirli sayıyı geçerse istatistik değeri olur. Rusya-Ukrayna savaşı ise bütünüyle farklılık arzetmektedir. Slav ırkından, Ortodoks kilisesi medeniyetinden, et-tırnak mesabesindeki iki toplumdan bahsediyoruz. Öldürülenlerin çoğu sarı saçlı, mavi gözlü! Çatışmaların şiddeti, kapsamı, tehditlerin dozu yükselmektedir. Batı ile Rusya çelişkisine dayanan bu çatışmanın kapsamı gittikçe genişlemektedir. İleri aşamalarda Türkiye’nin de durumu kritiktir.

    Çatışmaların başlamasından günümüze Rusya’nın küresel çaptaki sekiz patronu ölü bulundu, balkondan düştü, kazada öldü. Ortak özellikleri savaş karşıtı olmaları. Ukrayna’nın tahıl patronu öldürüldü. Çalışmalarının çoğu batı dillerine ve Türkçeye çevrilmiş olan Yeni Avrasyacılık yazarı Dugin’in siyaset bilimcisi kızı Darya Dugina, aracına konan bombanın patlamasıyla hayatını kaybetti. Bombayı yerleştiren Ukrayna vatandaşı bayanın Estonya’ya kaçtığına dair Rus iddiaları ise derin bir enformasyon projesi gibi. Seçilmiş kişilere yönelik saldırıların arkasında hangi istihbarat teşkilatlarının, devletlerin olduğuna dair ilk aşamada güçlü tahminler olsa da bir adım sonra tereddütler ortaya çıkmakta, ortalığı derin bulutlar kaplamaktadır.

    Sömürgecilik döneminden miras bırakılan anlaşmazlıklara dayanan çatışmalar bir müddet sonra kanıksanır, gündemden düşer. Afrika'da, Asya'da savaşlar yıllarca sürüp gidebilir. Fakat bültenler genellikle bunu doğal bir durum olarak değerlendirirler. Özellikle Müslüman ülkeler arasındakileri durdurma girişimlerinin altından kızıştırmak, sürekli hale getirmek çıkar. Bombalamalar, ölümler çoğu zaman haber bile olmaz. Belirli sayıyı geçerse istatistik değeri olur. Rusya-Ukrayna savaşı ise bütünüyle farklılık arzetmektedir. Slav ırkından, Ortodoks kilisesi medeniyetinden, et-tırnak mesabesindeki iki toplumdan bahsediyoruz. Öldürülenlerin çoğu sarı saçlı, mavi gözlü! Çatışmaların şiddeti, kapsamı, tehditlerin dozu yükselmektedir. Batı ile Rusya çelişkisine dayanan bu çatışmanın kapsamı gittikçe genişlemektedir. İleri aşamalarda Türkiye'nin de durumu kritiktir. - image

    Dugina’nın öldürüldüğü haberini, babası Dugin Avrasyacılığının, bunun dayandığı Kara Hakimiyeti Teorisi’nin önemsiz olduğuna dair paylaşımlardan öğrendim. Bu durum, KGB’de general Yahudi babanın, profesör Rus annenin çocuğu olan Dugin’in Sovyet sonrası Rusya’yı parselleyen Siyonist sermaye hakkında iyi şeyler yazmamasından kaynaklanabilir. Ortada suikast sonucu ceset dururken babasının önemsizliği, tezlerinin geçersizliği görüşleri o kadar hızlı yayıldı ki bu durum Dugin Avrasyacılığına belki de hak etmediği değeri kattı.

    İngiliz Mackinder’in sınırları tartışmalı Kara Hakimiyeti Teorisi, aslında İngiliz hakimiyeti teorisidir. Çünkü “Kalpgâh” olarak adlandırılan bölgede kontrol sağlamak mesela Çin veya Hindistan için anlamsızdır. Mackinder’in yazılarını okumayanlar, bunun doğal sonucu olarak Rusya ve Almanya arasına duvar çekilmesi, tarafsızlaştırılmış devletler oluşturulması önerisinden de habersizdir. Bu önerilerin çoğu soğuk savaş döneminde uygulanmıştır. Önemli olan Mackinder’in görüşleri değil, bu istikametteki politikalardır.

    Sömürgecilik döneminden miras bırakılan anlaşmazlıklara dayanan çatışmalar bir müddet sonra kanıksanır, gündemden düşer. Afrika'da, Asya'da savaşlar yıllarca sürüp gidebilir. Fakat bültenler genellikle bunu doğal bir durum olarak değerlendirirler. Özellikle Müslüman ülkeler arasındakileri durdurma girişimlerinin altından kızıştırmak, sürekli hale getirmek çıkar. Bombalamalar, ölümler çoğu zaman haber bile olmaz. Belirli sayıyı geçerse istatistik değeri olur. Rusya-Ukrayna savaşı ise bütünüyle farklılık arzetmektedir. Slav ırkından, Ortodoks kilisesi medeniyetinden, et-tırnak mesabesindeki iki toplumdan bahsediyoruz. Öldürülenlerin çoğu sarı saçlı, mavi gözlü! Çatışmaların şiddeti, kapsamı, tehditlerin dozu yükselmektedir. Batı ile Rusya çelişkisine dayanan bu çatışmanın kapsamı gittikçe genişlemektedir. İleri aşamalarda Türkiye'nin de durumu kritiktir. - image 2

    Dugin ise Yeni Avrasyacılık stratejisini Ukrayna’yı da kapsayan “Kalpgâh” temelli kurduğu, bu anlamda Mackinder’ı putlaştırdığı halde öneriler kısmının tam aksini, Rusya-Avrupa stratejik ortaklığının gerekliliğini savunur. 1990’ların ortalarında Gürcistan ve Ukrayna’nın parçalanması görüşünü, Putin’in 10-20 yıl sonra gerçekleştirmesinin dayanağı Dugin değildir. Daha Deli Petro’nun da vasiyetnamesinde işaret ettiği jeopolitik gerçekler, Kremlin’deki kalın duvarların arkasındaki ortak değerlerdir. Dugin’in önemi ise bu gerçekleri tarihi, coğrafi, etnik, kültürel ve ekonomik boyutlarıyla, hiçbir etik sınırlamaya tabi olmadan Makyavelist tarzda Rusya’nın ‘geçici’ çıkarlarına göre kağıda dökmeyi başarmasına dayanmaktadır.

    Avrasyacılık, günümüz Rus hâkimiyetinin felsefi temelini oluşturup jeopolitik gerekçelere dayanmaktadır. Her milletin, toplumun başkalarını yönetme, hâkim olma arzusu bulunmaktadır. Bu arzunun ideoloji, felsefe, mefkure, inanç vb. temeller üzerinden dillendirilmesi zarureti de bulunmaktadır. Çarlık döneminde Ortodoks ve Rus değerleri, Sovyet döneminde Sosyalist ideoloji temelli hâkimiyetin çökmesi üzerine Moskova entelijansiyasının Avrasyacılık yaklaşımı, düşünsel anlamda sığınma limanıdır. Hemen her devletin gücüne göre bölge veya dünya hakimiyeti stratejisinin dayandığı fikri alt yapı bulunmaktadır. Mesela Almanya’nın Lebensraum (hayat sahası) politikası da önemli ölçüde jeopolitik temele dayanmaktadır. ABD, İngiltere başta olmak üzere sömürgeci ülkelerin demokrasi, uygarlık götürme, günümüzde terörle mücadele gerekçesinin de altında, hedef bölgedeki hâkimiyet stratejisi vardır. İsrail’in arz-ı mev’ud söylemi, Orta Doğu’daki hâkimiyetine temel teşkil etmektedir. Bu kapsamda unutulan, unutturulan “Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkuresi”nin özeti, Çinlilere karşı vatanı savunmak yanında “açları doyurmak, yalıncakları giydirmek”, yani sosyal adaleti sağlamaktır. Osman Turan’ın birincil kaynaklardan derlediği eserini her lise öğrencisinin okuması gerekirken uzmanlarının dahi haberdar olmaması, ilgi duymaması kültür ve eğitim emperyalizminin ülkemizdeki başarısının delilidir. İslâm’da devletin temelinde ise adaletle hükmetmek bulunmaktadır. Şüphesiz her bir toplum için izaha muhtaç çok daha fazla sebepler, hedefler, temeller bulunmaktadır. Bu örneklerde de görüldüğü gibi devletin varlık sebebi, diğerlerine hakim olma gerekçesiyle hedefleri, araçları iç içe geçmiş olabilir.

    Sömürgecilik döneminden miras bırakılan anlaşmazlıklara dayanan çatışmalar bir müddet sonra kanıksanır, gündemden düşer. Afrika'da, Asya'da savaşlar yıllarca sürüp gidebilir. Fakat bültenler genellikle bunu doğal bir durum olarak değerlendirirler. Özellikle Müslüman ülkeler arasındakileri durdurma girişimlerinin altından kızıştırmak, sürekli hale getirmek çıkar. Bombalamalar, ölümler çoğu zaman haber bile olmaz. Belirli sayıyı geçerse istatistik değeri olur. Rusya-Ukrayna savaşı ise bütünüyle farklılık arzetmektedir. Slav ırkından, Ortodoks kilisesi medeniyetinden, et-tırnak mesabesindeki iki toplumdan bahsediyoruz. Öldürülenlerin çoğu sarı saçlı, mavi gözlü! Çatışmaların şiddeti, kapsamı, tehditlerin dozu yükselmektedir. Batı ile Rusya çelişkisine dayanan bu çatışmanın kapsamı gittikçe genişlemektedir. İleri aşamalarda Türkiye'nin de durumu kritiktir. - image 3

    Avrupa’daki İngiliz-Amerikan stratejisi, Almanya ile Rusya arasına duvar çekme, iki bölge arasındaki işbirliğini önleme hedefi, önemli ölçüde soğuk savaş döneminde gerçekleşmiştir. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla coğrafyanın da sunduğu imkanlar sonucu Alman-Rus, Avrupa-Slav kaynaşması, hatta Ankara-Moskova yakınlaşması Atlantikçi cepheyi rahatsız etmiştir. ABD başkanları, her fırsatta Alman, Fransız liderlerini tokatlamışlardır. “Niçin Rusya’dan gaz alıyorsunuz”, “niçin Rusya’ya teknoloji veriyorsunuz, işbirliği yapıyorsunuz” çıkışları sürüp gitmiştir. Almanya’nın “silahımız bitti” bahanesi bu istikametteki baskılara direnme, muhtemel işbirliği için zemin koruyabilme kaygısına dayanmaktadır. Belirtmek gerekir ki Türkiye’nin maruz kaldığı düşmanca politikaların da Atlantikçi stratejiler boyutu bulunmaktadır. Zira Türkiye’nin komşularıyla, bölge devletleriyle, hele hele Türk ve İslam ülkeleriyle arasına demirperde çekmesi her dönemin sipariş listesinde yer almaktadır.

    Çatışmaların başında, Rusya’dan Almanya’ya gaz taşıyan kuzey hattının kesinlikle kapatılamayacağı kanaatini paylaşanlardan idim. Eylük 2022 başı itibariyle Rusya gaz akışını bütünüyle durdurmuş durumdadır. Gerekçe olarak yaptırımlar kapsamında Alman Siemens’in teknoloji desteğini kesmiş olması iddiası, Avrasyacı stratejilerde inceldiği yerden kopma noktası olabilir. Gaz/petrol satışı kısıtlandıkça, Rusya’nın kârının artması, bu savaşın ilginç sonuçlarındandır. Buna karşın başta Almanya olmak üzere Avrupa’nın durumu pek iç açıcı değildir. Bir taraftan enerji krizi, diğer taraftan büyük pazarları kaybetmenin getirdiği ekonomik sorunlar. Soğuk savaş bittiğinde ABD’ye defol git derken bugün enerjide dahi Atlantikçilere muhtaç hale gelmiştir. Rusya vanaları kapatıp, fazla gazını boşa yakarken sadece okyanusun ötesindeki ABD değil, Brexit sonrası İngiltere de zevkten dört köşe olmuştur. Gittikçe daha fazla dillendirilen nükleer tehdidi de kimse hafife almamalı. Çünkü Avrupa’nın enerji açığını kapatmaya çalışan Ukrayna nükleer santralleri de Moskova tehdidi altında.

    Bir şekilde akl-ı selimin gâlip geleceği beklenirken her geçen gün tırmanan ve hibrit bileşenleri çoğalan bu savaşın gâlipleri şimdiden Atlantikçiler olarak görülmektedir. Muhalifleri yok ederek veya sindirerek geleceğini garanti altına alan Kremlin lobisi, aynı zamanda hazinelerini de doldurmaktadır. AB veya kara Avrupası’nda Ukrayna ile birlikte  sıkıntıların dozu yükselmektedir. Türkiye’nin bıçak sırtındaki ekonomik gerçeklerine ve denge siyasetine yönelik tehditlerse gittikçe artmaktadır.

    alaeddinyalcinkaya@gmail.com

    twitter.com/alaeddinyalcink

  • Kapan’da Başkonsolosluk ve İran’ın Azerbaycan-Ermenistan Telaşı

    Kapan’da Başkonsolosluk ve İran’ın Azerbaycan-Ermenistan Telaşı

    Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya

    Kapan’da Başkonsolosluk ve İran’ın Azerbaycan-Ermenistan Telaşı

    Haber sıradan, fakat anlamı büyük: İran, Ermenistan’ın Kapan şehrine başkonsolos atadı. Kapan, Ermenistan’ın güneydoğusunda Azerbaycan sınırına 1 kilometre mesafede, nüfusu 35 bin civarındadır. 2020’de işgalden kurtarılmış, henüz iskâna açılmamış Zengilan’ın yanıbaşındadır. Kapan, Azerbaycan’a savaş, işgal, soykırım gibi ihlallerinden dolayı savaş tazminatı olarak verilmesi düşünülen Zengezur bölgesindedir. Bu durumda İran’ın Kapan’da başkonsolosluk açmasının nedenlerini araştırmak önemlidir.

    1963’de Konsolosluk İlişkileri Hakkında Viyana Sözleşmesi’ne göre gönderen ve kabul eden devletlerin mutabakatıyla konsolosluk/başkonsolosluk kurulur. Diplomatik ilişkiler gönderen devletin kabul eden devlet başkentindeki büyükelçilik üzerinden yürütülür. Bu ilişkilerin muhatabı kabul eden devlet hükümetidir. Bu yüzden bir ülkede diğer ülkenin sadece bir büyükelçiliği bulunur. Konsolosluk işlerinde ise muhatap/konu her iki ülkenin vatandaşları olup ilişkilerin yoğunluğuna ve mutabakata göre birçok konsolosluk ve başkonsolosluk kurulabilir.

    Diğer ülkedeki vatandaşların devletiyle olan hemen bütün ilişkiler konsolosluk marifeti ile görülmektedir. Aynı zamanda kabul eden ülke vatandaşlarının gönderen ülkeye seyahat, yatırım, eğitim gibi işleri için de muhatap gönderen ülke konsolosluğudur. Dolayısıyla Başkonsolosluk ve Konsolosluk sayılarının temelinde ilişkilerdeki yoğunluk bulunmaktadır. Mesela Türkiye’nin Almanya’da 12, ABD’de 6 başkonsolosluğu bulunmaktadır. Almanya’nın hemen her şehrinde Konsoloslukları bulunmaktadır. Konsolosluklara bağlı Muavin Konsolosluk, Konsolosluk Ajanı statüsünde ofisler de açılabilmektedir. Buna karşın mesela Almanya’nın Türkiye’de İstanbul ve İzmir’de Başkonsoloslukları, Antalya’da ise Konsolosluğu bulunmaktadır. Antalya, Almanların en çok tatil yaptığı yerlerden olup bu şehirde büyük ihtiyaç vardır. Birçok Alman, Antalya ve civarına kalıcı olarak yerleşmektedir.

    Haber sıradan, fakat anlamı büyük: İran, Ermenistan'ın Kapan şehrine başkonsolos atadı. Kapan, Ermenistan'ın güneydoğusunda Azerbaycan sınırına 1 kilometre mesafede, nüfusu 35 bin civarındadır. 2020'de işgalden kurtarılmış, henüz iskâna açılmamış Zengilan'ın yanıbaşındadır. Kapan, Azerbaycan'a savaş, işgal, soykırım gibi ihlallerinden dolayı savaş tazminatı olarak verilmesi düşünülen Zengezur bölgesindedir. Bu durumda İran'ın Kapan'da başkonsolosluk açmasının nedenlerini araştırmak önemlidir. - image 4

    Konsolosluk ilişkilerinin temelinde işçilerin, turistlerin, öğrencilerin, tedaviye gidenlerin vb. maksatlarla diğer ülkeye giden/gitmek isteyen iki ülke vatandaşların ihtiyaçlarını karşılamak olmasına karşın siyasi maksatlarla konsolosluk açılmasının her dönemde örnekleri bulunmaktadır. Mesela Osmanlı’yı parçalama projelerinin uygulama aşamasında Vilâyât-ı Sitte’de (Erzurum, Van, Harput, Diyarbakır, Sivas, Bitlis) ABD, İngiltere, Rusya, Fransa gibi ülkelerin başkonsolosluk açmasının temelinde buradaki Ermenileri kışkırtmak, çeteleri desteklemek, nihayet bu bölgeyi Osmanlı’dan koparmak bulunmaktadır. Nitekim mütareke özelliğinden dolayı Rauf Paşa’nın (Orbay) tek başına imzalaması ile yürürlüğe giren 1918 Mondros Mütarekesi’nin 24. Maddesi bunları “altı Ermeni ili” olarak zikreder. Ermeniler de Lozan’dan sonra hukuki bir değeri kalmayan bu belgeye ve sözleşme aşamasına gelmemiş olan Sevr taslağına dört elle. Belirtmek gerekir ki halen Sevr’in sözleşme olduğunu ileri sürenler, farkında olmayarak yayılmacı Ermenilere destek sunarlar.

    Günümüzde İran’ın Trabzon ve Erzurum’da, Bulgaristan’ın Edirne’de başkonsoloslukları bulunmaktadır. Van’ın ana caddelerinde otobüslerle alışverişe gelen yığınla İranlıları görürsünüz. Hemen her caddede öbek öbek İranlılar bavullarla, kolilerle aldıklarını otobüslere taşır, ülkesine götürürler. Bu şekilde her gün binlerce İranlı Van’a geldiği halde İran’ın Van’da Konsolosluğu bulunmamaktadır. Ticaret Odası yetkilileri, yıllardır Van’da Konsolosluğa, hatta Başkonsolosluğa ihtiyaç duyulduğunu belirtmesine rağmen İran sessiz kalmıştır.

    Büyükelçilikte olduğu gibi Başkonsolosluk/Konsolosluk bünyesinde de ne kadar personelin bulunacağı iki ülkenin mutabakatına bağlıdır. Örneğin Türkiye’nin mesela Yemen’deki Büyükelçilik çalışanı sayısı yakın zamana kadar bir elin parmakları kadar idi. Aynı dönemde İngiltere Büyükelçiliği ise adeta bir şehir gibidir. Birçok ülkenin Büyükelçilik/Konsolosluk personeli sıfatıyla her kademede ajanları, her fırsatta sahaya sürülmeye, olayları provoke etmeye hazır silahlı kuvvetler bulunabilmektedir. Bu yüzden siyaset biliminde meşhur vecize: “Washington’da askeri darbe olmaz, çünkü orada ABD Büyükelçiliği yoktur”.

    Bu gerçekler ışığında, Ermenistan’ın Azerbaycan sınırında kasaba durumundaki Kapan’a İran’ın Başkonsolosluk açmasının anlamını biraz derinlerde aramak gerekmektedir. İran Dışişleri Bakanlığı’nın önerisi 29 Aralık 2021’de, yani Azerbayan’daki Ermeni işgaline son verilmesinden yaklaşık bir yıl sonra onaylanmıştır. Bu tarihin diğer bir özelliği ise İran’ın işgalden kurtarılan Karabağ ve Ermenistan sınırında askeri tatbikatından hemen sonraya denk gelmesidir. Bir yıl önce işgalden kurtuluş savaşı sürerken Aliyev, İran’a ait tırların yasa dışı şekilde Karabağ bölgesine gönderildiğini belirtmişti. Kapan’ın Karabağ’a da oldukça yakın olduğunu belirtelim.

    Haber sıradan, fakat anlamı büyük: İran, Ermenistan'ın Kapan şehrine başkonsolos atadı. Kapan, Ermenistan'ın güneydoğusunda Azerbaycan sınırına 1 kilometre mesafede, nüfusu 35 bin civarındadır. 2020'de işgalden kurtarılmış, henüz iskâna açılmamış Zengilan'ın yanıbaşındadır. Kapan, Azerbaycan'a savaş, işgal, soykırım gibi ihlallerinden dolayı savaş tazminatı olarak verilmesi düşünülen Zengezur bölgesindedir. Bu durumda İran'ın Kapan'da başkonsolosluk açmasının nedenlerini araştırmak önemlidir. - image 5

    Kapan’ın Zengezur bölgesinde, Azerbaycan sınırında olması yanında Türkler ile meskun olan İran sınır yerlerine de yakınlığı önemlidir. İran’ın Ermenistan ile her fırsatta Azerbaycan aleyhine işbirliği yapması, sözlü beyanların aksine Ermenistan işgalini fiilen desteklemesi, İran’daki Türklere baskısı, tarihi İngiliz-Rus stratejisinin devamı olarak okunmalıdır. Bu stratejinin temelinde Türkiye ile Türk dünyası arasında Türk olmayan alan oluşturmak bulunmaktadır ki Ermeniler bu alanda en kullanılışlı halk olarak keşfedilmiş ve Ermenistan oluşturulmuştur.

    Ermenistan’ın mevcut sınırların ötesinde Karabağ, Nahçıvan, Gürcistan’a ait Cavaheti ile Türkiye’den toprak talepleri resmi devlet politikasıdır. Bunun arkasında ise Erivan’daki yönetimi aşan küresel aktörler bulunmaktadır. İran hariç, diğer üç komşusundan toprak talebi bulunan Ermenistan, batının ve diasporanın bütün desteğine karşın sosyo-ekonomik bakımdan çöküş yaşamaktadır. Gençler, çalışmak için Rusya’ya veya batı ülkelerine gitmekte, genellikle de geri dönmemektedirler. Dolayısıyla Ermenistan’ın başkenti dahil bütün şehirlerinde olduğu gibi Kapan’da da İranlıların ne ticaret, ne seyahat, ne eğitim vb. işleri bulunmaktadır. Köhne marketlerde birçoğu Gürcistan üzerinden Ermenistan’a giden Türk ürünlerini almak için Van veya Erzurum’a gitmek çok daha kolaydır. Kalan ihtimal ise başkonsolosluk üzerinden Azerbaycan’ı kontrol etmek, gerektiğinde konsolosluktaki görevlileri sahaya sürmek, işgalci Ermeniler için silah depolamak, gelişmelere göre bölgenin Türkiye-Nahçıvan-Türk Dünyası arasındaki bağlantıları engelleme telaşı her fırsatta izlenmektedir. Azerbaycan-Ermenistan çatışmalarında ve Karabağ’ın işgalindeki İran politikaları dikkate alınınca, Kapan’daki İran Başkonsolosluğu, işgalci Ermenilere gerektiğinde destek sunacak bir kale, stratejik destek bürosu olarak görülmektedir.

    İran’ın Şii-Sünni çatışması yanında Türk dünyasını bölme aracı olarak küresel güçler tarafından kullanıldığını kendisi de bilmektedir. İran jeopolitiğinin, bir kaç adım gerisinde olmakla beraber Türkiye ile benzerlikleri söz konusudur. Doğu-batı ve kuzey-güney yanında etnik yapısı ve sosyo-ekonomik bakımdan oldukça hassas özellikleri bulunmaktadır. Elçibey’in “Vahit Azerbaycan” sloganını unutmayan İran’ın aynı Şii inancına sahip Türkler aleyhindeki politikaları, ülkeyi iç ve dış politikada çok daha zor duruma sürüklemektedir. Önemli ölçüde ABD yaptırımlarından beslenen İran’daki rejimin devamı işgale ve baskıya destek sayesinde daha kolay sağlanabilir, ancak refah, huzur ve sükûn hiçbir zaman tesis edilemez.

    alaeddinyalcinkaya@gmail.com

    twitter.com/alaeddinyalcink

  • MI6 RAPORUNDAN

    MI6 RAPORUNDAN

    İNGİLİZ DIŞ İSTİHBARAT SERVİSİ MI6’NIN 2023 FAALİYET VE STRATEJİ RAPORUNDAN !


    “İngiliz gizli servisi MI6’nın faaliyet ve strateji raporu.” 186 sayfalık raporda, 2023 yılı Ekimi için Resmi yazılı belgede, Türkiye için yazılmış olanlar

    2023 yılı Ekim ayı itibari ile!
    ✅1) Türkiye ekonomik olarak iflâs etmiş olacak.
    ✅2) Yabancı sermaye adı altında ve yurtdışı borçlandırma yöntemiyle ele geçirilmiş bankaların müslümanlık kullanılarak Arap sermayesine devredilmesi tamamlanacak…
    Bankalara borcu olanların borç nüshaları ile ev, işyeri, araç ve arazilerine el konulacak…
    Yargıtay aşamasına kadar tüm mahkemelerde yerel ve istinaf mahkemelerinde yeterli hakim, savcı sayısına ulaşıldığı takdirde kimse hukuk yolu ile işini çözemeyecek…
    ✅3) IMF ve benzeri kurum ve kuruluşlardan Türkiye’ye asla nakdi
    yardım yapılmayacak…
    ✅4) Etnik ve dini guruplar ayaklandırılarak KAOS oluşturulacak ve akabinde Güneydoğu, Doğu Anadolu ve Doğu Karadeniz bölgeleri ilk etapta ÖZERKLİĞE sonrasında ise Pontus ve Kürdistan gibi isimlerle Anadolu’dan ayrılmaya teşvik edilecek…
    ✅5) Altı parçalı federatif bölge plânlaması hayata geçirilmek üzere Merkezi ve Otonom bölgeler paylaştırılacak.
    ✅6) TÜRK ordusu ve ASKERİ zayıflatılmış olarak silâh ve tertibatı sınırlandırılacak…
    ✅7) Yunanistan’ın kıta sahanlığı hakkı muhafaza edilmek üzere Adalar ve Boğazların denetimi Yunanistan’a bırakılacak…
    ✅8) Ege bölgesinde araziler ve köyler kamulaştırılıp acele olarak devirleri yabancı kişi ve şirketlere devredilecek…
    ✅9) AKDENİZ’DE Türk varlığı sona erdirilecek.
    Radikal örgütler, dini cemaatler, etnik mültecilere ve gerekirse Suriyeli mültecilere toprak sözü verilerek kışkırtma ve kaos çıkartılarak, Türk varlığının yok edilmesine yol açılacak. Bunun için kışkırtma ve Kaos zorunludur…
    Sevr 100 yıl sonra yeniden masada!!!
    Peki, böyle birşey mümkün olabilir mi?
    Şu anda adım adım sona yaklaşıyoruz…
    Peki bunu durdurmak mümkün mü?
    Değil…
    Bu kitleyle mümkün değil…
    Buna bütün kitleler dahil…
    Neden?
    Halkın arzusu bu plâna, farkında olmadan uyarak yaşama peşinde…
    Hakedilenler yaşanmadan, millet tekrar ferasetini kazanmadan bu olmaz…
    Çünkü halâ 85 milyon aynı kafa…
    Peki, çözüm ne?
    Tek çözüm, sağcı, solcu, dinci, dinsiz, laik kemalist vb bu vatanda yaşayan herkesin bu tehlikeyi görerek bir araya gelmesi ve bu hırsızların hainlerin ülkeyi bu öngörülere adım adım yaklaştırmasına son vermesi, başka yolu yok
    Bu maddelerden hangisini yaşamadınız şu ana kadar?!?
    Yaşadınız ve yaşıyorsunuz…
    2023 Ekim ayını işaret etmişler..

    Yazıyı google’dan (!) bulabilirsiniz../ TURKISHFORUM – ABDULLAH TÜRER YENER

  • Avrupa, İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya katılımını Gerçekten İstiyor mu?

    Avrupa, İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya katılımını Gerçekten İstiyor mu?

    Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya

    Avrupa, İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya katılımını Gerçekten İstiyor mu?

    İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği konusunda Türkiye’nin itirazları, AB açısından paratöner fonksiyonu görmektedir. Bütün NATO üyeleri, bu iki kritik ülkenin üyeliğini sanki iştiyakla beklerken sadece Türkiye veto ediyormuş izlenimi, uygun bir meta olarak kullanılmaktadır. Akşam sabah şehit cenazeleri gelirken terörle mücadelede müttefiklerince sırtından hançerlenen Türkiye, yeni müttefiklerle bu ihanetin daha da genişleyeceğini her fırsatta dile getirmelidir. Bununla beraber konunun daha derin boyutları bulunmaktadır: 1. Başta Almanya olmak üzere diğer üyeler, NATO’nun, Rusya’nın hassas yerlerine kadar genişlemesini ne kadar destekliyor? 2. NATO’nun mevcut üyelerinin terör örgütüne hamilik derecesi, muhtemel üyelerinden en az yüz kat fazla! 3. NATO’nun genişlemesinin Türkiye-Rusya İlişkilerine etkisi.

    İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliklerine karşı Türk vetosu yaygarası, batının iç çelişkilerini örtbas etmede uygun bir enstrüman olarak pazarlanmaktadır. Türkiye’nin NATO üyeliğinden hiç de hazzetmeyen Ermeni, Rum, hatta Yahudi lobileri ile diğer Türk düşmanı cephelerin faaliyetleri ayrı bir konudur. En ezından Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) ve İsrail’in NATO üyeliği veya ileri işbirliğine karşı Türkiye engelinden, Türkiye’deki ulusalcılar ve muhafazakarlar da haberdar olsa gerek. Buna karşın vatansever kimlikle “Türkiye’nin NATO’dan ayrılmasının” gündeme getirilmesi son derece tehlikelidir. Yani GKRY’nin üyeliği önündeki engel kaldırılmalı ve Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin haklarına karşı NATO cephesi oluşturulmalıdır. Kara Avrupasından daha fazla koparabilmek için dönemin İngiliz başbakanının blöf niyetiyle Brexit’i gündeme getirmesinden dolayı bugün en fazla kendisi dizlerini dövmektedir. Sandık başına gitme zahmetine katlanmayanlar veya Brexit yönünde oy kullananların da önemli bir kısmı pişman oldular. Cameron defalarca yeni referendum talebinde bulundu ancak ok yaydan çıkmıştı. Ağızdan çıkan bir sözün küresel medyaca bilgisiz yığınlara mal edilmesi, kışkırtılması, hiç de beklenmeyen yönde kullanılması zor değildir.

    İsveç ve Finlandiya'nın NATO üyeliği konusunda Türkiye'nin itirazları, AB açısından paratöner fonksiyonu görmektedir. Bütün NATO üyeleri, bu iki kritik ülkenin üyeliğini sanki iştiyakla beklerken sadece Türkiye veto ediyormuş izlenimi, uygun bir meta olarak kullanılmaktadır. Akşam sabah şehit cenazeleri gelirken terörle mücadelede müttefiklerince sırtından hançerlenen Türkiye, yeni müttefiklerle bu ihanetin daha da genişleyeceğini her fırsatta dile getirmelidir. Bununla beraber konunun daha derin boyutları bulunmaktadır: 1. Başta Almanya olmak üzere diğer üyeler, NATO'nun, Rusya'nın hassas yerlerine kadar genişlemesini ne kadar destekliyor? 2. NATO'nun mevcut üyelerinin terör örgütüne hamilik derecesi, muhtemel üyelerinden en az yüz kat fazla! 3. NATO'nun genişlemesinin Türkiye-Rusya İlişkilerine etkisi. - image

    Başta terör örgütünün bir numaralı destekçisi ABD olmak üzere Türkiye düşmanı cephenin önde gelenleri her fırsatta bu ülkenin önemini, teröröle mücadelesinde haklılığını, teröre destek politikalarını gözden geçirme gereğini lafla da olsa ikrar ihtiyacı duyuyorlarsa, bunun temelinde Türkiye’nin NATO üyeliği bulunmaktadır. Türkiye’nin jeopolitik önemi elbette tartışmasızdır. Ancak mesela başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkeleri de ABD’nin öz askeri üsleri olup NATO üyesi değillerdir. Çünkü devletin kurumsallaşmadığı bu gibi ülkelerde herşey kişileri ikna, tehdit veya satın almayla halledilebilmektedir. Bu anlamda NATO üyesi olmayan Türkiye’yi kendi küresel çıkarları doğrultusunda kullanmak ABD açısından daha kolay olabilir. Belirtelim ki sadece NATO’dan gelecek saldırı ve tehditlere karşı bile NATO üyeliğimiz son derece önemlidir.

    Yunanistan ve Fransa’nın, ayrıldıklarına bin pişman olduktan sonra yeniden NATO’ya dönüşleri kolay olmamıştır. Hesapsız kitapsız çıkışlarla bu kaleyi terketmeyi telaffuz edebilen liderlere, bu örgütün temel sözleşmesini, üyelikten kaynaklanan avantajları, içeride ve dışarıda olmanın güvenlik ve siyasi boyutlarını lütfen danışmanlar ordusu bir daha anlatsın. Ülkemizin yanıbaşında teröristan devleti kuran ABD’ye (NATO’ya değil) rest çekmek gerekiyorsa geçmişte olduğu gibi başta İncirlik olmak üzere ABD üslerinin kapatılması, bu yönde somut adımlar atılması çok daha elzemdir. Pentegon isterse alternatif olarak gördüğü İsrail’de, Yunanistan’da, hatta Suriye topraklarındaki teröristan arazisinde yeni üsler kurmayı denesin.

    Başta Almanya olmak üzere birçok ülke, Avrupa’da NATO üzerinden ABD varlığını her fırsatta sorgulamışlardır. Ukrayna krizi, aslında bu sorgulamaya karşı kumpas olup NATO karşıtlarının seslerini kesmeyi sağlamıştır. Bu bağlamda saldırılar başlayıncaya kadar Ukrayna’nın, NATO dahil istediği örgüte girme hakkının bir tuzak olduğu daha iyi anlaşılmaktadır. Hal böyle iken Rusya’nın yanıbaşındaki iki ülkenin de önemli ölçüde ulusal ve uluslararası dayatmalar sonucu NATO üyeliklerinin gündeme gelmesi derin oyunun yeni sahneleri olarak görülmektedir. Bu süreçte mesela Hırvatistan’ın veto beyanı, aslında Almanya’nın yönlendirmesi ile ortaya konmuş “elde var bir” olarak değerlendirilebilir. İki adayın üyelik süreci başladıktan sonra daha bir çok engeller ortaya çıkabilecektir. Ancak bu aşamada Türkiye’nin cephedeki karşı görüntüsü yeterli bulunmaktadır. Belirtilen tespitler, Rus saldırganlığı veya barbarlığını haklı çıkarmayıp bu gerçeklerin baştan hesaba katılması gerektiğine işaret etmektedir.

    İsveç ve Finlandiya'nın NATO üyeliği konusunda Türkiye'nin itirazları, AB açısından paratöner fonksiyonu görmektedir. Bütün NATO üyeleri, bu iki kritik ülkenin üyeliğini sanki iştiyakla beklerken sadece Türkiye veto ediyormuş izlenimi, uygun bir meta olarak kullanılmaktadır. Akşam sabah şehit cenazeleri gelirken terörle mücadelede müttefiklerince sırtından hançerlenen Türkiye, yeni müttefiklerle bu ihanetin daha da genişleyeceğini her fırsatta dile getirmelidir. Bununla beraber konunun daha derin boyutları bulunmaktadır: 1. Başta Almanya olmak üzere diğer üyeler, NATO'nun, Rusya'nın hassas yerlerine kadar genişlemesini ne kadar destekliyor? 2. NATO'nun mevcut üyelerinin terör örgütüne hamilik derecesi, muhtemel üyelerinden en az yüz kat fazla! 3. NATO'nun genişlemesinin Türkiye-Rusya İlişkilerine etkisi. - image 1

    NATO’da baş müttefikimiz, ülkemizde özel üsleri bulunan ABD’nin teröre desteğinden öteye bu örgütü kurup yönettiğini, on binlerce tırlık ölüm makinelerini teröristlerle birlikte yanıbaşımızda konuşlandırdığını, her fırsatta gündemde tutmak gerekmektedir. Bu konudaki belge ve delilleri sadece Pentegaon veya CIA yetkilileriyle paylaşmak yetmez, zaten onlarda fazlasıyla bu var. Fakat öncelikle bu delillerin ulusal ve uluslararası kamuoyu ile, özellikle dost ve tarafsız ülkelerle paylaşılması gerek. Aynı şekilde Fransa, Almanya, İngiltere ile diğer NATO üyelerinin gerek ittifak anlaşmasına gerekse kendi iç hukuk düzenlemelerine aykırı bir şekilde teröre desteğini kamuoyu ile paylaşmak, resmi görüşmelerde yazılı olarak tespit etmek önemlidir. Bu bağlamda kamu diplomasisi araçları olabildiğince kullanılarak gerektiğinde kendi medya, sivil toplum kuruluşları ve yargı mercilerine başvuru yolları aranmalıdır.

    PKK’nın Avrupa ülkelerinde, AB ve Avrupa Konseyi zeminlerinde cirit atmasına karşın Diyarbakır annelerinin, terör mağdurlarının, şehit yakınları ve gazilerimizin de buralarda seslerini duyurmaları için ilgili kuruluşlar desteklenmelidir. Bütün bunlar, üyelik kapısında bekleyen İsveç ve Finlandiya ile pazarlıkları hafife almak anlamına gelmemektedir. Muhtemelen bu ülkeler, istenen talepleri karşılayıp üyelik sürecine girebilecektir. Üye olduktan sonra ise mevcut üyelerin yaptıklarını yapmamasının garantisi olmayacaktır.

    İsveç ve Finlandiya'nın NATO üyeliği konusunda Türkiye'nin itirazları, AB açısından paratöner fonksiyonu görmektedir. Bütün NATO üyeleri, bu iki kritik ülkenin üyeliğini sanki iştiyakla beklerken sadece Türkiye veto ediyormuş izlenimi, uygun bir meta olarak kullanılmaktadır. Akşam sabah şehit cenazeleri gelirken terörle mücadelede müttefiklerince sırtından hançerlenen Türkiye, yeni müttefiklerle bu ihanetin daha da genişleyeceğini her fırsatta dile getirmelidir. Bununla beraber konunun daha derin boyutları bulunmaktadır: 1. Başta Almanya olmak üzere diğer üyeler, NATO'nun, Rusya'nın hassas yerlerine kadar genişlemesini ne kadar destekliyor? 2. NATO'nun mevcut üyelerinin terör örgütüne hamilik derecesi, muhtemel üyelerinden en az yüz kat fazla! 3. NATO'nun genişlemesinin Türkiye-Rusya İlişkilerine etkisi. - image 3

    NATO genişlemesinin asıl hedefi Rusya, Türkiye’nin birçok açıdan göbekten bağlı olduğu bir anlamda stratejik müttefikidir. Petrol ve doğalgazda aşama aşama telafi edilebilecek bağımlılık olmasına karşın nükleer santral, S-400, beşinci nesil savaş uçakları, turizm ve gıda gibi birçok alan bulunmaktadır. Buna karşın Rusya’nın PKK’yı terör örgütü olarak kabul etmediği, ülkesinde temsilciliğinin bulunduğunu hatırlatalım. Bütün bunların ötesinde Suriye’deki son derece hassas mevcudiyetimizin de temeli, uluslararası hukuk temeli olmayan Putin taahhütleridir. Bu bağlamda ABD, PKK’yı (PYD, YPG’yi değil) terör örgütü kabul etmiş, fakat uygulamada bunun dahi sonucu görülmemiştir. Tescilli örgüt liderleri, üst düzey CENTCOM komutanlarıyla her fırsatta poz vererek bunları cesurca paylaşabilmektedirler. Sadece bu fotoğrafları kullanarak Türkiye’nin NATO, Uluslararası kuruluşlar, hatta ABD iç yargı yollarını kullanması mümkündür. İsveç ve Finlandiya’nın adaylıklarının, terörle mücadelede Türkiye’ye sunduğu çok daha geniş manevra alanlarının değerlendirilmesi elzemdir.

    alaeddinyalcinkaya@gmail.com

    twitter.com/alaeddinyalcink

  • Böyük Britaniya Ukraynaya 300 milyon funt-sterlinq dəyərində əlavə hərbi yardım göndərib

    Böyük Britaniya Ukraynaya 300 milyon funt-sterlinq dəyərində əlavə hərbi yardım göndərib

    Böyük Britaniya Ukraynaya 300 milyon funt-sterlinq dəyərində əlavə hərbi yardım göndərib.

    AZƏRTAC xəbər verir ki, bura elektron avadanlıqlar, GPS və gecə görmə cihazları daxildir.

    Həmçinin Britaniyanın Baş naziri Boris Conson bu gün Ukrayna parlamentində çıxış edəcək. O, fevralda müharibə başlayandan sonra bunu edən ilk dünya lideri olacaq

    AZƏRTAC /TURKISHFORUM – ABDULLAH TÜRER YENER

  • Çin Nereye? Çin’de Neler Oluyor

    Çin Nereye? Çin’de Neler Oluyor

    Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya

    Çin Nereye? Çin’de Neler Oluyor?

    Rusya-Ukrayna çatışmasına odaklanmışken Çin’de tuhaf gelişmeler yaşanmaktadır. Cinping dönemiyle hızlanan, pandemi sürecinde olgunlaştırılan hazırlıkların hangi hedefe yöneldiği ciddi tahlil konusudur: Hızla silahlanma, enerji ve gıda stoklamaları, yeniden kapanma, yasaklar… Bir adım sonra Doğu Türkistan’daki işkence ve soykırım kamplarını bütün ülke sathına yayma, sesini yükseltenleri “eğitim kampları”na gönderme de beklenebilir. Elinde akıllı telefonu, milyarlık yarı aç kitle ile süper zengin sınıf arasında gittikçe büyüyen refah makasının muhtemel sosyo-ekonomik patlamaları ayrı bir konudur. Çin halkının afyon savaşları, Mao ihtilali gibi yönetime isyan tecrübelerini de hatırlamak gerek.

    Büyük savaşın ön cepheleri durumundaki Kuşak-Yol girişiminin ekonomik makyajlı siyasi emperyalizm projesi haline gelmiştir. Birçok ülkenin risklere katlanarak ilk istasyonda bu “trenden” inmenin çaresine baktığı bilinmektedir. Pekin yönetimi ise bu tür gelişmeleri her seferinde “kışkırtıcı” olarak nitelemiş, sonucuna katlanırsınız mesajı göndermiştir.

    Rusya-Ukrayna çatışmasına odaklanmışken Çin'de tuhaf gelişmeler yaşanmaktadır. Cinping dönemiyle hızlanan, pandemi sürecinde olgunlaştırılan hazırlıkların hangi hedefe yöneldiği ciddi tahlil konusudur: Hızla silahlanma, enerji ve gıda stoklamaları, yeniden kapanma, yasaklar... Bir adım sonra Doğu Türkistan'daki işkence ve soykırım kamplarını bütün ülke sathına yayma, sesini yükseltenleri "eğitim kampları"na gönderme de beklenebilir. Elinde akıllı telefonu, milyarlık yarı aç kitle ile süper zengin sınıf arasında gittikçe büyüyen refah makasının muhtemel sosyo-ekonomik patlamaları ayrı bir konudur. Çin halkının afyon savaşları, Mao ihtilali gibi yönetime isyan tecrübelerini de hatırlamak gerek. Büyük savaşın ön cepheleri durumundaki Kuşak-Yol girişiminin ekonomik makyajlı siyasi emperyalizm projesi haline gelmiştir. Birçok ülkenin risklere katlanarak ilk istasyonda bu "trenden" inmenin çaresine baktığı bilinmektedir. Pekin yönetimi ise bu tür gelişmeleri her seferinde "kışkırtıcı" olarak nitelemiş, sonucuna katlanırsınız mesajı göndermiştir. - image 1

    Konu Çin olunca dev ülkenin sosyal katmanları, ekonomik sektörleri, askeri ve siyasi bürokrasisinin dayandığı hedeflerin birçok boyutları bulunmaktadır. Çin’deki gelişmeleri etkileyecek, engelleyecek, provoke edecek dış değişkenlerin sayısı ise çok daha fazladır. Böyle bir çok bilinmeyenli denklem karşısında “gerçek bir Çin uzmanı” olmak da gelecek hakkında güvenli tahmin için yeterli olmayabilir.

    Rusya-Ukrayna savaşını birçok sebepten İngiltere (+ABD, Atlantik) ile Almanya (Brexit sonrası AB, Avrasya) çatışmasına indirgemekteyim. Ukrayna, ABD’li yetkilinin ifadesiyle “Rusya’yı yıpratma bölgesi” yapıldığı halde, bu oyunda Rusya’ya verilen rol çok daha girifttir. Günün sonunda Rusya Federasyonu’nun parçalanmasından çok ABD karşısında istenilen şekilde kullanılabilecek yeni bir süper güç kostümü giydirilme ihtimali daha fazladır. Küresel aktörlerin bir takım tezgahlarına karşın Ukrayna’ya saldırıdan önce Pekin’de Putin-Cinping görüşmesinde hangi mutabakatların veya uyuşmazlıkarın sözkonusu olduğu henüz sırdır.

    Rusya-Ukrayna çatışmasına odaklanmışken Çin'de tuhaf gelişmeler yaşanmaktadır. Cinping dönemiyle hızlanan, pandemi sürecinde olgunlaştırılan hazırlıkların hangi hedefe yöneldiği ciddi tahlil konusudur: Hızla silahlanma, enerji ve gıda stoklamaları, yeniden kapanma, yasaklar... Bir adım sonra Doğu Türkistan'daki işkence ve soykırım kamplarını bütün ülke sathına yayma, sesini yükseltenleri "eğitim kampları"na gönderme de beklenebilir. Elinde akıllı telefonu, milyarlık yarı aç kitle ile süper zengin sınıf arasında gittikçe büyüyen refah makasının muhtemel sosyo-ekonomik patlamaları ayrı bir konudur. Çin halkının afyon savaşları, Mao ihtilali gibi yönetime isyan tecrübelerini de hatırlamak gerek. Büyük savaşın ön cepheleri durumundaki Kuşak-Yol girişiminin ekonomik makyajlı siyasi emperyalizm projesi haline gelmiştir. Birçok ülkenin risklere katlanarak ilk istasyonda bu "trenden" inmenin çaresine baktığı bilinmektedir. Pekin yönetimi ise bu tür gelişmeleri her seferinde "kışkırtıcı" olarak nitelemiş, sonucuna katlanırsınız mesajı göndermiştir. - image

    Bütün bu senaryonun gerçek mimarları ne Beyaz Saray, ne Londra, ne de Kremlin’dir. Başkentlerdeki yöneticiler, çok daha derinlerde hazırlanarak aşama aşama uygulamaya geçirilen planların geçici aktörleridir. Biden, “Putin’in savaşının petrol şirketleri için daha fazla kâr” haline gelmesine isyan ederken çatışmanın gerçek sorumlularına da işaret etmiştir. Siyonist finans kuruluşların tepesinde yer aldığı enerji, silah, gıda, ilaç… sektörlerindeki gelişmelerde de aynı odakların kararları izlenmektedir. Küresel sermaye bileşenleri, zaman zaman dışarıya yansıyan aralarındaki rekabete karşın sonuçta daima kendileri kazanmakta, bu rekabetten yararlanmak isteyenlerse nihayet Siyonist rakiplerden birine daha fazla teslim olmak zorunda kalmaktadır.

    Çin’in “yükselen güç” sürecinin baş aktörü Rothschild’in Pekin ile işbirliğinin sonsuza kadar gitmesi mümkün değildir. Bir aşamadan sonra gücün kimde olduğu kavgası kaçınılmazıdr. Her yerde görüldüğü gibi dünkü ortaklar, kanlı bıçaklı hale gelebilecektir. Buradaki temel soru ise son gelişmelerin küresel sermaye projelerinin parçası mı yoksa ona karşı bir hamle mi olduğudur. Mesela Putin iktidarının güçlenmesiyle Kremlin’i ikinci plana atan Siyonist sermaye bağlantılı Rus oligarkların sonu felaket oldu. Son aylarda eşiyle, çocuklarıyla birlikte bıçaklanarak hayatını kaybeden oligarklar koleksiyonu ortaya çıktı. Bununla beraber güç odaklarının Moskova yansımalı daha büyük projelerinin kenarda beklediği tahmin edilmektedir.

    Pandeminin başında Çin yönetimi, hızla yayılan virüs haberlerine sansür koymuş, aksine davranan doktorlar, gazeteciler yok olmuştur. Her gün on milyonlarca kişinin tıkış tıkış trenlerde seyahat ettiği şehirlerdeki resmi vak’a sayısı gülünç kalmıştır. Halbuki virüsün ölümcül etkisinin yüksek olduğu bu dönemde, bir kişi virüsü binlerce insana bulaştırabilmekteydi. Nasıl olduysa Pekin yönetimi, sıfır vak’a ilanıyla pandeminin sona erdiğini, yasakların kaldırıldığını kutlamalarla duyurdu. Virüsün etkisini kaybettiği günümüzde ise 20 milyon üstü şehirlerde bir kaç yüz vak’a tespit edildiği, durumun vahim olduğu, kapama yönünde tedbirlerin yoğunlaştığına dair resmi kaynaklı haberler ısrarla servis ediliyor. Yönetimin sıfır vak’a politikasından taviz vermeyeceği beyanları ise asıl projenin ne olduğu sorusunu gündeme getiriyor. Bu aşamada Pekin’den gelen her resmi beyanın altındaki gerçek niyeti sorgulamak son derece önemlidir.

    Pandemi sürecinde ve sonrasında üretimi kısma ve stokları artırma politikalarının uluslararası piyasalarda ağır tahribatı olmuştur. Bunun olumsuz etkisi yıllarca sürecektir. Tam da normalleşme başlamışken Ukrayna krizi ile birlikte hiç de inandırıcı olmayan gerekçelere dayanan piyasaları baskılamanın arkasındaki niyet merak konusudur. Bunun küresel ekonomi üzerindeki sonuçları ise çok daha ağır olabilecektir. Zira daha Ocak ayında uluslararası ticarete konu tahılın yarısını Çin stoklamıştır. Enerji fiyatlarındaki artış da aslında Çin’in anormal derecede stoklama politikasının sonucu olmuştur. Böylece serbest piyasa ekonomisine dayalı uluslararası politik ekonomi odakları “tokatlanmış, sersemletilmiştir”. Bundan sonraki hamle? Bir taraftan üretimi kısarken diğer taraftan gıda ve enerji gibi temel alanlarda stok yapılmasının tek amacı olabilir: Uzun sürecek savaş.

    Sun Tzu stratejisinde savaşmadan kazanmak esastır. Bunun gerçekleşmesi için hazırlıklı olarak düşmana gözdağı verilmesi amaçlanabilir. Dev yılan ejderha, avını parçalamak yerine sıkıp nefessiz bırakarak yutulacak hale getirmeyi tercih edebilir. Bununla beraber çevresindeki askeri hareketliliğe karşı tetikte olduğu izlenimi verilmektedir. Üretim ve stok politikalarının temelinde de hedef ülkeleri sıkma ve boğma stratejisi izlenmektedir.

    Batı dünyasında kıyamet senaryolarının (eskatolojik)  iç ve dış politikadaki etkisi zannedildiğinden çok daha fazladır. Özellikle Hristiyan dünyasında Christ’in inmesi kapsamındaki yorumlar, inanmasalar da politikacılarca sahiplenilmekte, başka türlü izah edilemeyecek saldırganlıklara kılıf olarak kullanılmaktadır. Orta Doğu’da Siyonist yayılmacılığın baş destekçisi haline gelen Evanjelist kilisenin eskatolojik yorumlarına karşı Avrasyacı stratejist Dugin, Ortodoks kilisesinin de yeni eskatolojik teori geliştirme ihtiyacını yazmıştır. Çeçen müftülüğü Rus ordusunda savaşmayı cihat sayarken Moskova Patrikliği de Ukrayna’daki çatışmayı kutsal haçlı seferi olarak tanımlamıştır.

    Rusya-Ukrayna çatışmasına odaklanmışken Çin'de tuhaf gelişmeler yaşanmaktadır. Cinping dönemiyle hızlanan, pandemi sürecinde olgunlaştırılan hazırlıkların hangi hedefe yöneldiği ciddi tahlil konusudur: Hızla silahlanma, enerji ve gıda stoklamaları, yeniden kapanma, yasaklar... Bir adım sonra Doğu Türkistan'daki işkence ve soykırım kamplarını bütün ülke sathına yayma, sesini yükseltenleri "eğitim kampları"na gönderme de beklenebilir. Elinde akıllı telefonu, milyarlık yarı aç kitle ile süper zengin sınıf arasında gittikçe büyüyen refah makasının muhtemel sosyo-ekonomik patlamaları ayrı bir konudur. Çin halkının afyon savaşları, Mao ihtilali gibi yönetime isyan tecrübelerini de hatırlamak gerek. Büyük savaşın ön cepheleri durumundaki Kuşak-Yol girişiminin ekonomik makyajlı siyasi emperyalizm projesi haline gelmiştir. Birçok ülkenin risklere katlanarak ilk istasyonda bu "trenden" inmenin çaresine baktığı bilinmektedir. Pekin yönetimi ise bu tür gelişmeleri her seferinde "kışkırtıcı" olarak nitelemiş, sonucuna katlanırsınız mesajı göndermiştir. - image 2

    Pekin’deki stratejistler, başta Doğu Türkistan olmak üzere Türk cumhuriyetlerinin yer aldığı “Batı Bölgesi”ni tanrının kendilerine sunduğu pasta olarak tanımlamaktadır. Hong Kong, Tayvan, Malakka, Pakistan Gwadar’a ve Afrika’ya uzanan inci dizisi (string of pearls) alanlarında Çin, fiilen egemenlik kurulmuştur. Bunun hukuken garanti altına alınması ve daha ilerisi için yapılan hazırlıklar büyük savaşa işaret etmektedir. İç baskılar ve yasakların savaş halindeki fevkalâde hal hazırlıkları olduğu sezilmektedir. Rus ordusunun Ukrayna’da batağa saplandığı gibi arkasına Siyonist sermayeyi de alsa yükselen gücün var olmak için yayılma-boğma politikasının sonuçsuz kalacağı beklenmektedir. Bu arada küresel sermaye merkezlerinden Roma Kulübü’nün dünya nüfusunu 2 milyara indirme planının hangi aşamada olduğu, Çin nüfusunun bunun neresinde olduğu merak konusudur.

    alaeddinyalcinkaya@gmail.com

    twitter.com/alaeddinyalcink

  • İNGİLİZ BASININDA ERMENİ MESELESİ

    İNGİLİZ BASININDA ERMENİ MESELESİ

    ERMENİ MESELESİYLE İLGİLİ İNGİLİZ BASININDAN NOTLAR

    Tarih 30 Ekim 1915, Sphere dergisi sayfa 130. Yani Ermenilerin sürülmesinden birkaç ay sonra... Başlıkta Türk’lerin Ermenileri yok etmeye "giriştiği, teşebbüs ettiği" yazılmış. "Attemp" kelimesi... - turkler ermenileri yok etmeye girisiyor ingiliz gazete propagandasi

    Tarih 30 Ekim 1915, Sphere dergisi sayfa 130. Yani Ermenilerin sürülmesinden birkaç ay sonra… Başlıkta Türk’lerin Ermenileri yok etmeye “giriştiği, teşebbüs ettiği” yazılmış. “Attemp” kelimesi…

    Tarih 30 Ekim 1915, Sphere dergisi sayfa 130. Yani Ermenilerin sürülmesinden birkaç ay sonra... Başlıkta Türk’lerin Ermenileri yok etmeye "giriştiği, teşebbüs ettiği" yazılmış. "Attemp" kelimesi... - ermeni multeciler denizde kayik ve gemiler fransiz

    Toplam iki sayfa fotolarla dolu. Sürgün edilen Ermenilerin, İngiliz ve Fransızlar tarafından kurtarıldığı, gemilerle götürüldüğü fotoğraflarla…

    Fotoğrafların altında Abdülhamid’in de Ermenileri yok etmek istediğinden bahsediliyor.

    Türk’lerin sözde soykırımına dair hatta girişimde bulunduğuna dair bir tane bile fotoğraf yok. Peki ne var?

    Tarih 30 Ekim 1915, Sphere dergisi sayfa 130. Yani Ermenilerin sürülmesinden birkaç ay sonra... Başlıkta Türk’lerin Ermenileri yok etmeye "giriştiği, teşebbüs ettiği" yazılmış. "Attemp" kelimesi... - vanda turk askerleri ile carpisan ermeni ceteler

    Van’da, silahlanarak Türk’lere karşı Ruslarla bir olan Ermeni çetelerin fotoğrafı var. Bakınız 131’inci sayfada duruyor. Silahlı Ermenilerin bile fotosu var, sözde soykırımcı Türk’lerin bir tane bile fotosu yok.

    Ayrıca aynı sayfada 250 bin Ermeni’nin kurtarıldığı çok net ifade edilmiş.

    7 Haziran 1919 tarihli Illustrated London.

    Tarih 30 Ekim 1915, Sphere dergisi sayfa 130. Yani Ermenilerin sürülmesinden birkaç ay sonra... Başlıkta Türk’lerin Ermenileri yok etmeye "giriştiği, teşebbüs ettiği" yazılmış. "Attemp" kelimesi... - suriyeli ve ermeni multeciler bagdat ingiliz

    Bağdat’taki Ermeni mültecilerin çadır kamplarının fotoğraflarını görüyorsunuz… Dergi, ballandıra ballandıra sürgün edilen Ermenileri İngilizlerin kurtardığını anlatmış.

    Aynı ay dergi, Ermenilerin silahlanıp Ruslara katıldığını, silahları bitince kaçtıklarını ve çoğunun savaşta öldüğünü açıkça anlatmış.

    Aynı sene Amerika, bilindiği üzere Ermenileri himaye altına almak istiyordu. Yani Ermenilerin mandaterliğini… 1 yıl sonra vazgeçti Amerika. Madem mazlumdu onlar, Amerika niye vazgeçti? İngiliz basını, bu sebepten Başkan Wilson’a ateş püskürür.

    Sene 1920. Ermeniler Güneydoğu’yu işgal eden Fransız ordusuna katılıyor. Senenin sonunda Ermenilerle Gümrü Anlaşması imzalanıyor.

    Tarih 30 Ekim 1915, Sphere dergisi sayfa 130. Yani Ermenilerin sürülmesinden birkaç ay sonra... Başlıkta Türk’lerin Ermenileri yok etmeye "giriştiği, teşebbüs ettiği" yazılmış. "Attemp" kelimesi... - ermeni multeciler fransiz gemilerinde

    Ermenilere kol kanat geren Fransızlar 1921’de Türk’lere yakınlaşıyorlar ve senenin sonunda Ankara Anlaşması imzalanıyor. Sonra ne mi oluyor?

    Ermenilere bırakılması planlanan Akdeniz vilayetleri Türk’lere bırakılıyor. Oysa bu bölge sözde Millletler Cemiyeti’nin tasarrufundaydı.

    Yani şunu diyorum: Fransızlar Milletler Cemiyeti’ni bile umursamadan bölgeyi Türk’lere bırakmıştır.

    Mazlum milletse onlar, Fransızlar niye yüz çevirdiler?

    Fransızlar Ermenilere yüz çevirdiği için Fransız General Gouraud, Ermeni çetelerce ölümle tehdit edilmiştir.

    26 Mart 1920’de İngiltere Başbakanı Lloyd George, “Biz Ermenilere yeteri kadar baktık, artık başlarının çaresine baksınlar, silah isterlerse veririz.” şeklinde uzun açıklama yapıyor.

    Hatta Amerika, Ermenilere sahip çıkmaktan vazgeçtiği için Amerika’ya da tepki gösteriyor İngiltere.

    Şimdi soralım, mazlum milletse nasıl oldu da önce Amerika, sonra İngiltere, sonra Fransa Ermenilere dünyanın gözü önünde sırt çevirmiştir?

    Tarih 30 Ekim 1915, Sphere dergisi sayfa 130. Yani Ermenilerin sürülmesinden birkaç ay sonra... Başlıkta Türk’lerin Ermenileri yok etmeye "giriştiği, teşebbüs ettiği" yazılmış. "Attemp" kelimesi... - ermeni heyeti toprak yer istedi inonu

    Tarih 26 Kasım 1922. Lozan konferansı başlıyor ve Lozan’da 700 bin Ermeni’nin Türkiye’ye geri alınması için İsmet Paşa’ya müracaat ediliyor.

    700 bin Ermeni!

    İsmet Paşa önce reddediyor; sonra suçsuz olanların alınabileceğini söylüyor. Kaynak Lozan Telgrafları ve Lozan tutanakları.

    700 bin Ermeni! Hani soykırım nerede?

    Bunların tamamı gerçek. Hepsi belgeli ve hatta fotoğraflı. Bunları sadece Türk gençleri bilsin de bilinçli davransın diye paylaşmıyorum; ayrıca Ermeniler de bilmeli. Çünkü bilmiyorlar.

    “Türklerle kardeş kardeş yaşarken Ruslara niye katıldınız,” diye sordum. Haberleri bile yok.

    Keza Yunanlar, Anadolu işgalinin haklılığı öğretiliyor onlara. Görünen o ki hem Ermenistan’da hem Yunanistan’da Türk nefreti tetikleniyor. Oysa Ermenilere en büyük kazığı, Türk’ler değil bu nefret tohumlarını eken yabancı hükûmetler atmıştır.

    İngilizler bütün Dünya Savaşı’nı videoya aldılar. Filistin’de, Irak’ta, Yemen’de, Çanakkale’de olup bitenleri yıllarca videolara çektiler. Hani nerede sözde katliam videosu? Nerede fotoğraflar?

    Bunları öğrenelim ve öğretelim.

    Alıntı: Ertürk Özel–

  • Çatışmaların Beklenenden Uzun Sürmesine Dair Rusya ve Ukrayna Mutabakatı!

    Çatışmaların Beklenenden Uzun Sürmesine Dair Rusya ve Ukrayna Mutabakatı!

    Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya

    Çatışmaların Beklenenden Uzun Sürmesine Dair Rusya ve Ukrayna Mutabakatı!

    Rusya-Ukrayna Savaşı, ikinci aya yaklaşırken çatışmaların sonlandırılması, barışın sağlanması yolundaki umutlar gittikçe azalmaktadır. Aylarca önceden Ukrayna çevresinde yapılan askeri yığınağı, sadece siyasi baskı aracı olarak görmüş, sıcak çatışma cinneti aşamasına geçilemeyeceğini tahmin etmiştik. Putin’in 22 Şubat’ta Donetsk ve Luhansk’ı tanıması ile hedefe ulaşıldığını zannetmiştik. Çatışmaların çok kısa süreceği, zaten Ukrayna’nın fazla direcek hali olmadığı, Rusya’nın belirli yerleri kuşatmasıyla hedefe ulaşacağını hemen herkes beklemişti.

    Daha ilk günlerde Atlantik cephesinden Zelensky’ye “ülkeni bırak gel, seni koruyalım” teklifi gelmiş, buna karşın Ukrayna savunması Ruslara büyük kayıplar vermişti. Bu savaştan her iki tarafın da büyük zarar göreceğini anlaması gereken Kiev ve Moskova yöneticilerinin bir şekilde uzlaşacağı beklenmekteyken hem Zelensky hem de Putin, bu savaşın çok uzun süreceği konusunda, bir anlamda uzlaştıklarını duyurdu.

    Rusya’nın silah, asker ve komuta kademesi kaybı, ülkeyi yeni bir Afganistan bataklığına sürüklemektedir. Bununla beraber KGB şefliğinden gelen Putin yönetimi, asker ve silah üstünlüğü ile hibrit savaş tekniklerini de kullanarak hedefe ulaşacağını hesaplamaktadır. Rusya’nın askeri üstünlüğüne karşın Ukrayna’ya gittikçe daha fazla askeri yardım gelmekte, ülkesini savunma morali gittikçe yükselmektedir. Almanya’nın bir an önce barış temelli ihtiyatlı duruşuna karşın ABD ve İngiltere’nin çatışmaları sürekli kılma yönündeki stratejisi başarıyla ilerlemektedir. Dolayısıyla çatışma, İngiliz-Alman rekabetinin yeni bir versiyonu haline gelmektedir.

    Eski sömürgelerde, Asya ve Afrika’da, genellikle Müslüman veya gayr-i Hristiyan devletler ve halklar arasındaki ihtilaflar körüklenir, zayıf olana yardım edilerek çatışmaların süreklilik kazanması sağlanır. Böylece yeni sömürge usulüyle hedef ülkelerin kaynakları emilir, bir taraftan da silah satılır. Sözkonusu Ukrayna ve Rusya olunca bu denklemin ilginç boyutları bulunmaktadır. Zayıf olan Ukrayna’ya batı desteği, oldukça geç geldi. Dolayısıyla Rusya, saldırı konusunda cesaretlendirildi. Öte yandan Brexit sonrası Avrupa’daki istikrar da önemli hedeflerden bir haline geldi. ABD’nin bu kapsamda ilave hedefi ise saldırgan Rusya üzerinden Avrupa’da askeri varlığını sürekli kılmak, takviye etmektir.

    İngiliz Mackinder’in Kara Hakimiyeti Teorisi çerçevesinde, Rusya ile Alman coğrafyası arasında tarafsız bölge oluşturma ve iki bölge arasındaki işbirliğini önleme önerileri bulunmaktadır. İngiltere başbakanı harabeye dönmüş Kiev caddelerini turlarken “biz buradayız, Almanya nerede?” kışkırtmasını yapmaktadır. Brexit sonrası Avrupa’yı sıkıştırmaya çalışan İngiltere, Ukrayna üzerinden önemli bir zemin yakalamış olup bu çatışmalardan daha ne kadar ekmek çıkaracağının hesaplarını yapmakta, hiçbir fırsatı kaçırmamaktadır. Almanya ise yanıbaşındaki çatışmalardan AB’nin büyük zarar gördüğünü hesap ederek bir şekilde uzlaşmayı beklemektedir. Bununla beraber caddeleri ceset tarlası haline getiren Rusya’ya karşı yaptırımların dozunu artırma zorunda olduğunu görmekte, istemese de gittikçe daha fazla Moskova ile karşı karşıya gelmektedir.

    Rus amiral gemisinin Ukrayna’nın kendi imkanlarıyla batırıldığı iddialarını kabullenmek zor görünmektedir. Böyle bir hedef Rusya’yı uzlaşmaya çekmekten çok daha ağır saldırılara teşvik etme stratejisinin parçasıdır. Belirtmek gerekir ki bu sadece bölge jeopolitiği ve Rus dış politik hedefleri kapsamında bir tespit olup Rusya’nın şimdiye kadar ve bundan sonraki soykırım ve savaş suçları dahil saldırılarını mazur görme şeklinde yorumlanmamalıdır.

    Dinyeper’in batı bölgesinde büyük kayıplar veren Rusya’nın Azak sahil kenti Mariupol’da yoğunlaşmasının temelinde Kırım’ı garanti altına alma stratejisi bulunmaktadır. Azak Denizi’ni Rusya’nın iç gölü haline getirmek, Ukrayna’ya liman ve sahil bırakmamak ikincil bir hedef olabilir. Bu bağlamda Kerçe Boğazı’nın iki yakasında Rus kontrolünü takviye de söz konusudur. Öte yandan Rusya’dan Kırım’a, kesintisiz Rus kontrolündeki kara bağlantısının stratejik önemi büyüktür. Çünkü Kerçe Boğazı üzerindeki uzun köprü bağlantısı, muhtemel bir çatışmada riskli hale gelebilir. 21 Nisan itibariyle Mariupol’un Rus kontrolüne geçmesi, Ukrayna’nın Azak Denizi’nde kıyısı kalmaması demektir. Kalıcı barış için bunu Kiev’in kabullenmesi çok zor. AB için öncelikli olan istikrar olsa da Atlantikçi cephe çatışmaları tırmandırma vesilesi yapacaktır.

    Çatışmaların başında Ukrayna’nın da NATO üyesi olma hakkını savunan, Kiev’e “arkanızdayız” diyen Atlantikçi cephe, Zelensky’yi geri adım atmama konusunda daha kararlı hale getirmektedir. İstanbul mutabakatında NATO üyeliğinden vazgeçebileceği, Kırım ve Dombas’ın müzakere edilebileceği yönündeki uzlaşı noktasından gittikçe uzaklaşılmaktadır. Üstelik bu mutabakatta Rusya, Ukrayna’nın AB üyeliğini kabullenebileceği işaretini vermişti.

    Bu sürecin diğer önemli bir sonucu olarak Putin, Kremlin’deki tek adam pozisyonunu da takviye etmektedir. Batının asıl hedefinin Rusya Federasyonu’nu parçalamak olduğuna dair Putin’in sözleri halk nezdinde de kabul görmektedir. Dolayısıyla halkın önemli bir kısmının Putin’e desteği sürmekte, artmaktadır.

    Amiral gemisini batırma benzeri ağır kayıpların sürmesi durumunda Rusya’nın nükleer tehdidi fiiliyata geçirmesini, en azından düşük kapasiteli nükleer başlıkları hedeflere göndermesi hiç de ihtimal dışı değildir. Çünkü bugüne kadar pek ihtimal dahilinde olmayan birçok olay gerçekleşmiştir. Böyle bir cinnetten sonra Atlantikçi cephenin Kremlin’deki tek adam rejimine son vermekten çok yeni Soğuk Savaş senaryosuna hazırlandığı, çatışma alanı durumuna gelen Avrupa’da, Amerikan işgalinin güçleneceğini beklemek gerekmektedir. Bu süreçte Atlantikçi cepheye karşı “kahramanca” direnen Rusya’nın yine Soğuk Savaş dönemi iki süper gücünden biri olarak parlatılmasının emareleri de görülmektedir. Böylece başta Almanya olmak üzere diğer güçler üzerindeki baskı takviye edilmektedir.

    Yahudi olduğunu her fırsatta gururla söyleyen Zelensky’nin kahramanca direnişinin ertesinde ustaca barış yolu beklenirken onun da “savaşın uzun süreceği” mesajının, küresel siyonizmin talimatıyla mı verildiği sorusu kafaları kurcalamaktadır. Çünkü Rusya her ne kadar asker ve silah kaybetse de şehirleri, fabrikaları yerinde durmaktadır. Halbuki Ukrayna şehirleri harabeye dönmekte, sanayi tesisleri tahrip edilmekte, ekonomi çökertilmektedir. Bu durumda Zelensky’nin öncelikle ateşkes yolunda gayret sarfetmesi beklenmekteydi. Rusya ve Ukrayna lidelerinin çatışmaların olabildiğince uzatılması konusundaki “uzlaşmalarının” diğer ülkeler üzerindeki etkilerinin ayrıntılı bir şekilde hesaplanması, gerekli tedbirlerin alınması gittikçe daha fazla aciliyet kespetmektedir.

    alaeddinyalcinkaya@gmail.com

    twitter.com/alaeddinyalcink

  • Teslim olmak zorundayız

    Teslim olmak zorundayız

    Ukrayna savaşı: Mariupol’de savaşan İngiliz, ailesine ‘Kuşatıldık, cephanemiz kalmadı, teslim olmak zorundayız’ dedi

    Ukrayna savaşı: Mariupol'de savaşan İngiliz, ailesine 'Kuşatıldık, cephanemiz kalmadı, teslim olmak zorundayız' dedi - ukrayna ingiliz asker

    Ukrayna’ya savaşmaya giden İngiltere vatandaşı Aiden Aslin, görüştüğü ailesine Rus güçlerine teslim olmak zorunda olduğunu söyledi.

    Ailesi Nottinghamshire-Newark’ta yaşayan Aslin, 2018’de Ukrayna’ya taşınarak, Ukrayna deniz piyade gücüne katılmış.

    Bağlı bulunduğu birlik, Rus güçleri tarafından kuşatılan ve ağır bombardıman altında olan Mariupol kentini savunuyor.

    Aslin ile görüşen annesi Ang Wood, oğlunun teslim olmaktan başka seçeneği kalmadığını söylediğini anlattı.

    BBC / TURKISHFORUM – ABDULLAH TÜRER YENER