Kategori: Fransa

  • GÖÇMENE OY HAKKI

    GÖÇMENE OY HAKKI

    Muammer ELVEREN / PARIS | 16.11.08

    Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin Paris yakınlarındaki Haut Seine bölgesi Genel Konseyi’ndeki büyük oğlu Jean Sarkozy AB üyesi olmayan ülkelerden gelen göçmenlere Fransa’da yapılan yerel seçimlerde oy hakkı verilmesini önerdi.

    Haftalık Le Point dergisine bir demeç veren Jean Sarkozy, ‘Fransa’da yaşayan AB üyesi ülke vatandaşlarına yerel seçimlerde oy hakkı varken neden burada çalışan, bizimle birlikte yaşamlarını sürdürenlere oy hakkı olmasın. Komşusu olan bir İtalyan ya da başka AB ülkesi vatandaşının semce hakkı varken onlar gibi Fransa’da vergisini ödeyen yaşamını bu ülkede kuran bu insanlar neden yaşadığı yerin belediye başkanını seçemezsin’ dedi.

  • TÜRK VE ERMENİ MÜZİSYENLER PARİS’TE ORTAK KONSER VERECEK

    TÜRK VE ERMENİ MÜZİSYENLER PARİS’TE ORTAK KONSER VERECEK

    PARİS (A.A) – 12.11.2008 – Fransa’nın başkenti Paris’te yaşayan Türk ve Ermeni müzisyenler cuma günü ortak bir konser verecek.

    Fransa’da geleneksel Türk müziğini icra eden “Aksak Anatolia” grubu ve Ermeni şarkıcı Elise Yeghiguian Ohannessian, “Centre d’Animation Place des Fetes” salonunda birlikte sahne alacak.

    Konserde Türk ve Ermeni türküleri seslendirilecek.

    “Aksak Anatolia” grubu, geçen yıl “Papiers d’Armenie” isimli müzik topluluğuyla, Fransa’da yaşayan Türk ve Ermeni toplumları arasında dostluğu ve barışı geliştirmek amacıyla bir konser vermişti.

    Paris’te 1991 yılında “Trio Aksak” adıyla kurulan ve 2001 yılında “Aksak Anatolia” ismini alan grup, Fransa, Almanya ve Belçika başta olmak üzere çeşitli Avrupa ülkelerinin başkentlerinde 200’ün üzerinde konser verdi.

    Anadolu’nun çeşitli bölgelerinden halk ezgilerini derleyen grup, daha önce, “İlk” ve “Nafile” isimli iki albüm çıkardı.

  • TÜRK TOPLULUKLARINDAN HABERLER

    TÜRK TOPLULUKLARINDAN HABERLER

    İÇİNDEKİLER:

    -HAMBURG’DA 3 TÜRK DÜKKANINA SALDIRI
    -SALDIRILARIN ARDINDA PKK TERÖR ÖRGÜTÜ YANDAŞLARININ OLDUĞU TAHMİN EDİLİYOR
    -TÜRKÇE KONUŞAN İŞ ADAMLARI GİRİŞİMCİLİK EĞİTİM SEMİNERİ
    -ETO BAŞKANI SARAR: ”TÜRK DÜNYASINI DÜNYADA DAHA ETKİLİ KILMAK, TÜRKÇE KONUŞAN MÜTEŞEBBİSLERİN GÖREVİDİR”
    AACHEN’DA YUNUS EMRE CAMİİ’NE ONAY ÇIKTI 
    EŞİTSİZLİK ORTADAN KALKMALI
    UMUT YABANCILARDA
    FIRSAT VERİLSİN HARİKALAR YARATIRIZ
    TBCCI İŞ GELİTİRME SEMİNERİ DÜZENLENDİ
    TÜRK ÇİÇEKÇİLERE ALTIN MADALYA
    ALMAN GÖÇ YASASI’NIN AYIRDIĞI HÜNKAR BEBEK 3 AY SONRA ANNESİNE KAVUŞTU
    PKK, ALMANYA VE FRANSA’DA TÜRK İŞYERLERİNE SALDIRDI

    ***

    -HAMBURG’DA 3 TÜRK DÜKKANINA SALDIRI

    -SALDIRILARIN ARDINDA PKK TERÖR ÖRGÜTÜ

    YANDAŞLARININ OLDUĞU TAHMİN EDİLİYOR

     

    BERLİN (A.A) – 20.10.2008 – Almanya’nın Hamburg kentinde 3 Türk dükkanına saldırı düzenlendi. 

    Hamburg polisinin bir sözcüsü, bugün yaptığı açıklamada, hafta sonunda düzenlenen saldırıların siyasi amaçlı olduğunun tahmin edildiğini söyledi.

    Sözcü, hafta sonunda kimliği belirsiz kişilerin Hamm ilçesinde bir Türk manavı ile hemen yanındaki Türk seyahat bürosunun camlarını kaldırım taşlarıyla kırdığını, daha sonra da manav dükkanının içine yanıcı madde atıldığını bildirdi.

    Wilhelmsburg ilçesinde de bu sabah bir Türk seyahat bürosuna saldırı düzenlendiğini ifade eden sözcü, saldırganların burada PKK terör örgütünün adını yazdığını kaydetti.

    Saldırıya uğrayan manav ve seyahat bürosunun yakınlarında bir cami ve kültür merkezi yöneten Diyanet İşleri Türk İslam Birliğinin (DİTİB) yöneticilerinden Mesut Yapraklı, eylül ayında “Türkler dışarı” yazılı tehdit mektupları aldıklarını belirterek, saldırıların önce Alman aşırı sağcıları tarafından düzenlendiğini sandıklarını söyledi.

    Polis, saldırıların tehdit mektuplarıyla ilgisi olduğunun sanılmadığını bildirdi.

    Diğer bir polis sözcüsü, aynı şekilde yazılmış tehdit mektuplarının 2000 yılından bu yana Almanya’nın değişik yerlerinde ortaya çıktığını, aynı mektubun Almanya Başbakanlığına bile gönderildiğini söyledi.

    (EA-ALŞ)

     

    ***

     

    -TÜRKÇE KONUŞAN İŞ ADAMLARI GİRİŞİMCİLİK EĞİTİM SEMİNERİ

    -ETO BAŞKANI SARAR: ”TÜRK DÜNYASINI DÜNYADA DAHA

    ETKİLİ KILMAK, TÜRKÇE KONUŞAN MÜTEŞEBBİSLERİN GÖREVİDİR”

     

    ESKİŞEHİR (A.A) – 20.10.2008 – Eskişehir Ticaret Odası (ETO) Başkanı Cemalettin Sarar, Türk dünyasını dünyada daha etkili kılmanın Türkçe konuşan müteşebbislerin görevi olduğunu söyledi.

    Sarar, ETO’da düzenlenen toplantıda yaptığı konuşmada, Birleşmiş Milletler’in 1990 yılına ait istatistiklerine göre, Türkçe’nin, 165 milyon dolayında kişi tarafından anadil olarak konuşulduğunu belirterek, bu rakamın bugünlerde 200 milyona yaklaştığını kaydetti.

    Batı Avrupa’dan Çin’e kadar çok geniş bir coğrafyada, anadili Türkçe olan 200 milyon kişinin yaşadığını ifade eden Sarar, şöyle konuştu:

    ”Diğer taraftan dünya, iktisaden hızla küresel bir hale gelmekte. Artık dünyada sermaye kendini nerede karlı görürse o bölgeye hareket ediyor. Dünyada görülen bu hızlı değişim bir gerçek. Bu şartlar altında, küreselleşen dünyada, batı Avrupa’dan Çin’e kadar Türkçe konuşan müteşebbis dostlarımızın olması kanaatimizce bir avantaj olarak değerlendirilebilir. Bu avantajımızı yeni iş fikirleri yaratarak, yeni ortaklıklar kurarak değerlendirmeliyiz.

    Biz Türkler bu coğrafyada daha etkin olmalıyız. Daha etkinlikten kasıt siyasi ve iktisadi etkinliktir. Yaşadığımız bölgelerde siyasi gelişmelere yön verebilmemiz demektir. Siyaseten güçlü olabilmemizin yolu da, iktisaden güçlü olmaktan geçmektedir. İşte bu noktada hepimizin Türkçe konuşuyor olması, hedef ve işbirliği yaratmada bizim en büyük avantajımızdır. Türk dünyasını dünyada daha etkili kılmak Türkçe konuşan müteşebbislerin görevidir.”

    Sarar, Türkçe konuşan müteşebbislerin daha planlı ve sıkı işbirliklerine gitmesi gerektiğini belirterek, ”Birbirimizi daha iyi tanımalıyız. İletişim ve işbirliği ağlarımızı geliştirmeli ve birbirimize açmalıyız. Bu yolla daha büyük hedeflere, birlikte ulaşabiliriz. İşbirliğimizi sıkı ve sıcak tutalım, heyecanımızı kaybetmeyelim, çok çalışalım” dedi.

    Konuşmaların ardından Irak’lı iş adamları, etkinliğe katılan Vali Kadir Çalışıcı’yı kaftan hediye etti.

    Afganistan, Almanya, Arnavutluk, Azerbaycan, Bosna Hersek, Bulgaristan, Gürcistan, Irak, İran, Karadağ, Kazakistan, Kırgızistan, Kosova, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Moldova, Makedonya, Özbekistan, Romanya, Rusya, Tacikistan, Türkmenistan ve Yunanistan’dan gelen iş adamları, kent turunun ardından Büyükşehir Belediyesi Çağdaş Cam Sanatları Müzesi’ni gezdi.

    Yarın Eskişehir Sanayi Odası’nı ziyaret edecek konuk iş adamları, ikili iş görüşmelerinin ardından Organize Sanayi Bölgesi’nde fabrika ziyaretleri yapacak.

    (CY-TAR-YIL)

     

    ***

     

     

    Deutsche Welle | 20.10.2008

     

    AACHEN’DA YUNUS EMRE CAMİİ’NE ONAY ÇIKTI

     

    Almanya’nın Aachen kentinde yapımı planlanan Yunus Emre Camii için kentin Belediye Meclisinden onay çıktı. Diyanet İşleri Türk İslam Birliği’ne bağlı Yunus Emre Camii, Aachen’ın 4’ncü camiisi olacak. 

     

     

    Yunus Emre Camii Derneğinin başkan yardımcısı Mükremin Yıldız, 3 bin metre karelik bir alanda inşa edilecek yeni cami kompleksinde ibadethanenin yanı sıra çocuklar için kreş, kütüphane ve alışveriş yerleri olacağını belirtti.

    ‘Hristiyan Demokratlar destek verdi’Yıldız, ”Aachen’de yeni cami artık bir ihtiyaç halini almıştı. Cami yapımına hiç kimse itiraz etmedi. Aksine Almanlar daha çok destek verdi. Hatta Hristiyan Demokrat Birlik Partisi (CDU) il başkanının desteği çok önemliydi” dedi.

    Ezan okunmayacağını kaydeden Yıldız, minarelerin 40 metre yüksekliğinde olacağını ve camide aynı anda bin kişinin ibadet edebileceğini ifade etti. Yıldız, yeni caminin maliyetinin yaklaşık 5 milyon Euro olacağını ve inşaatını yıl başına kadar başlatmak istediklerini bildirdi. ”Yunus Emre Camii”, Aachen’ın 4’ncü camiisi olacak.

    Avrupa’da en çok Müslüman Almanya’da

    Avrupa’nın en büyük Müslüman cemaati Almanya’da yaşıyor. Merkezi Essen’de bulunan Türkiye Araştırmalar Merkezi’nin verilerine göre, Almanya’daki Müslüman sayısı 3 milyon 400 bini aşıyor. Türkler de Müslümanlar içinde 2,5 milyonluk kitleyle en büyük grubu teşkil ediyor. Almanya’daki İslam kuruluşları içinde en geniş kitleye hitap eden Diyanet İşleri Türk İslam Birliği, 500‘e yakın din görevlisi ve birliğe bağlı 800‘ün üzerindeki dernek ve kültür merkeziyle Almanya’daki Müslüman cemaatin önemli bir yapılanması konumunda.

     

     

    ***

     

     

    Hakan SARISOY / KAMEN | 20.10.2008

     

    EŞİTSİZLİK ORTADAN KALKMALI

     

    Kamen’de beşincisi düzenlenen “Uyum Konferansı”nda konuşan Vali Michael Makiolla, göçmen gençlerin eğitimde karşılaştıkları eşitsizliğin mutlaka ortadan kaldırılması gerektiğini söyledi.  

     

    Unna kenti tarafından Kamen’de düzenlenen ‘5. Uyum Konferansı’nda konuşan Vali Michael Makiolla, ‘Göçmen gençlerinin, eğitimde karşılaştıkları eşitsizliği mutlaka ortadan kaldırmalıyız. Bu bizim uyum çalışmalarımızın öncelikli maddesini oluşturmalıdır’ dedi.

    Mayıs 2006 ve Kasım 2006 tarihlerinde 120 göçmen temsilcisi ile yapılan toplantılarda alınan kararlar doğrultusunda düzenlenen 5. Uyum Konferansı’nda alınacak kararların, valilik bünyesinde değerlendirileceği ve uygulamalarda göz önünde bulundurulacağını da belirten Vali Makiolla şöyle devam etti:

    ‘Unna Bölgesi’nde yaklaşık 450 bin insan yaşıyor. Bunların 32 binini göçmenler oluşturuyor. Almanlar’ın da üçte biri göçmen asıllı. Almanlar arasındaki işsizlik oranı yüzde 9,7 iken, bu oran göçmenlerde yüzde 29,1’e ulaşıyor. Daha da acısı, göçmen geçler arasında diploma almadan okullardan ayrılma yüzdesi 27. Bu kabul edilir gibi değil. Eğer çalışmalarımızı bu konuda odaklaştırıp, bu kötü gidişata bir dur diyemezsek, yarınlar karanlık günlere gebe olacaktır. Eğitimdeki bu eşitsizliğe çare bulmak ve gidermek öncelikli görevimiz olmalıdır’.

    Daha sonra konferansa katılanlar, gruplar halinde çalışmalar yaparak uyum konusundaki önerilerini bir rapor halinde valiliğe sundular. Konferansa çok sayıda göçmen kuruluşun yanı sıra, Unna Eğitim Müdiresi Margot Bertens, Unna Sosyal İşler ve Çalışma Dairesi Müdürü Rüdiger Sparbrod, RAA Müdiresi Marina Raupach da katıldılar.

     

    ***

     

     

    Zeynel Lüle

     

    17.10.2008

     

    UMUT YABANCILARDA

     

    AB ülkelerinde, 13 milyon yabancı yaşıyor. Bu rakam, 15 ülke nüfusunun sadece yüzde 3,5’ini oluşturuyor. Son 15 yılda bu rakamın yarı yarıya artması, Doğu Avrupa ve Balkanlardaki soğuk savaş duvarlarının yıkılmasıyla gerçekleşti. Buna rağmen ABD’nin nüfusunun yüzde 6,6’sının yabancılardan oluştuğunu göz önüne alacak olursak, AB ülkelerindeki yüzde 3,5’un ne kadar “düşük rakam” olduğunu görürüz. Mesela Almanya’yı ele alalım…

    Bu ülke; AB içinde en çok yabancıyı ülkesinde barındıran konumda bulunuyor. Raporlara göre Almanya’da 5,5 milyon yabancı yaşıyor. AB ülkelerinde yaşayan Türklerin dörtte üçü bu ülkede bulunuyor. Fransa’daki yabancı sayısının 2,1 milyon, İngiltere’deki 1,4 milyon ve İtalya’daki 1,1 milyon yabancı sayısını göz önüne alacak olursak, Almanya’daki rakamın hiç de küçümsenmeyecek durumda olduğunu görürüz.

    Çifte vatandaşlık

    Ama bir gerçeği göz ardı etmemeliyiz. Almanya’da yaşayan Türkler, “Türk vatandaşı” olarak kalıyor. Bu ülkede, çifte vatandaşlığın kabul görmemesi, Türklerin “Türk vatandaşı” olarak kalmasına, yani “yabancı statüde” görülmesine neden oluyor.

    Bu nedenle AB ülkelerindeki Türklerin sayısı resmi olarak 2,7 milyon iken, Kuzey Afrika ülkelerinden gelenlerin sayısı sadece 2,3 milyon olarak gözüküyor. Halbuki Cezayir, Tunus ve Faslıların toplam sayısının Türklerden fazla olduğu bir gerçek. Ama onlar, bulundukları ülke vatandaşlığına çoktan geçtiler bile…

    Herşey bir yana, AB içindeki yabancı sayısı, ihtiyacın çok altında ve bunu raporlar söylüyor. Yaşlı kıtanın nüfusunun yaşlanmasını önleyecek olan yabancılar. Hesaplamalara göre 2050 yılında iki gence, 65 yaşın üzerinde bir yaşlı düşecek.

    Yabancı sayısının artmasıyla ancak bu rakam 2050 yılında bir yaşlıya 2,5 genç haline dönüşecek.

    Sonuçta, yabancı sayısının artması ve aile birleşmesi vs. ile göçün devamı AB ülkeleri için “gerekli” ve bu durum mevcut halde hiçbir sorun teşkil etmiyor.

    AB ülkelerindeki nüfus, ihtiyaca göre gençleştirmek isteniyorsa, ya kadın başına 3,8 çocuk düşecek, ya da 2050 yılına kadar milyonlarca yabancıya kapılar açılacak.

    Avrupa’da kadın başına 3,8 çocuk düşmesinin imkansızlığını hepimiz biliyoruz.

    O halde asıl umut yabancılarda…

     

    ***

     

     

    FIRSAT VERİLSİN HARİKALAR YARATIRIZ

     

    FRANKFURT | 20.10.08

     

     

    Almanya Dışişleri Bakanı Frank Walter Steinmeier’in “Türk ve Boşnak gençler kapıcı olmakla yetinmesin, daha üst düzey görevlere gelsinler” şeklindeki sözlerine Almanyalı Türk gençlerinden yanıt geldi. Frankfurt’ta yaşayan başarılı Türk gençleri Murat Tek (27), Demet Çetiner (26), Hatice Yurttaş (28), Beyhan Özdemir (30) ve Sinan Beltek (26), “Gençliğin önünü açsınlar. Biz harikalar yaratırız” diye konuştular.

    Örnek arkadaşlarımız var

    Türk gençlerinin imkan verildiğinde büyük başarılara imza attığını vurgulayan Frankfurtlu gençler, bir çok alanda büyük başarılara imza atmış, kendini kanıtlamış Türk gençlerinin bulunduğuna dikkati çekerek, ‘Spordan, sanata, kültürden edebiyata kadar bu ülkede her alanda varlığımızı ortaya koyduğumuz başarılarla kanıtladık. Önümüzü açsınlar, içimizden çok daha fazla arkadaşımız hem Almanya’nın hem de dünyanın geleceği ve refahı için çok daha büyük işler yapacaktır’ diye konuştular.

    Üniversiteli kızlarımız gurur veriyor

    Metalürji Mühendisi Murat Tek ile Sosyal Pedagog Beyhan Özdemir, Almanya’daki Türk gençlerinin ülkedeki diğer uluslardan gençlerle hiçbir farkları bulunmadığını vurgularken, üniversite öğrencisi Demet Çetiner, ‘Bugün üniversitelerde özellikle Türk genç kızlarının sayıları umut verici’ diye konuştu.

    Bilgisayar Bölümü mezunu olan Hatice Yurttaş ise, mezun olduktan sonra iş bulamadığını belirterek, ‘Ben iş istiyorum. Başarıyla okulumu bitirdim. Fırsat eşitliğinden yararlanıp, hem başarılarımı kanıtlamak hem de yaşamımı kazanmak istiyorum’ dedi.

    ***

     

     

    TBCCI İŞ GELİTİRME SEMİNERİ DÜZENLENDİ

     

    Aynur TATTERSALL / LONDRA | 19.10.2008

     

    İngiltere ve Türkiye arasındaki ticaretin geliştirilmesi ve yatırımların arttırılması amacıyla Londra’da faaliyet gösteren Türk İngiliz Ticaret ve Sanayi Odası (TBCCI), Londra’da işadamlarına rehberlik hizmeti veren Business Link ile ortaklaşa ‘İş geliştirme semineri’ düzenledi.

    Londra’da Bernie Grant Arts Centre’de gerçekleştirilen seminere TBCCI Genel Müdürü Yavuz Sökmen, Londra Başkonsolos Yardımcısı Sunay Dizdar, Londra Başkonsolosluğu Çalışma ve Güvenlik Ataşesi Ayşegül Yeşildağlar, Business Link Yöneticisi Tony Cattermole ve Londra’da ticaret yapan Türk işadamları katıldı.
    Toplantıda konuşan TBCCI Genel Müdürü Yavuz Sökmen, son aylarda yaşanan kredi krize ve finansal çalkantılara rağmen Türkiye ve İngiltere arasındaki ticari ilişkilerde artış olduğuna dikkati çekti. Londra’da iş kurmak isteyen işadamlarına seslenen Sökmen, genel kurallar yerine getirildiği sürece Londra’da iş kurmanın çok kolay olduğunu söyledi. Sökmen yeni iş kurmak veya işini geliştirmek isteyenlerin TBCCI’a başvurmalarını istedi.
    Türk işadamlarına Londra’daki iş hayatında aşarılı olabilmek için neler yapmaları gerektiğini anlatan Business Link Yöneticisi Tony Cattermole, şatış teknikleri ve pazarlama konusunda bilgiler verdi. Cattermole, başarının yolunun iyi bir iş planından geçtiğini söyleyerek, iş planı hazırlarken gelecekte, bugün olduğu gibi kriz yaşanabileceğini ve bunla nasıl başa çıkılacağının baştan planlanması gerektiğini vurguladı.
    Toplantıda Türk işadamlarına reklam ve pazarlamanın inceliklerinden de bahseden Cattemole, müşteri şikayetlerinin sabırla dinlenmesi ve derhal çözüme kavuşturulmasının şirketlerin başarısındaki önemine dikkat çekti.
    Yine TBCCI tarafından Essex Chamber of Commerce, UK Trade & Investment ve East of England International işbirliğiyle gerçekleştirlecek olan ‘Türkiye’de iş fırsatları’ semineri ise 29 Ekim’de saat 9.30-13 arasında Kelvedon, Essex’deki Prested Hall’da yapılacak.

    ***

     

     

    TÜRK ÇİÇEKÇİLERE ALTIN MADALYA

     

    Fatih ÖZYAR / AMSTERDAM | 18.10.2008

     

     

    Amsterdam’da “Horti Fair” adıyla uluslararası düzeyde düzenlenen Bahçe Tasarımı ve Çiçekçilik Fuarı’nda Türk çiçek üreticileri altın madalyayla ödüllendirildi. Antalya Kesme Çiçek İhracatçıları Birliği Başkanı Osman Bağdatlıoğlu, 8 yıldır katıldıkları fuarda ilk kez ödül almalarının, Türk çiçekçiliği açısından çok önemli olduğunu söyledi.

    Hollanda’nın başkenti Amsterdam’da “Horti Fair” adıyla uluslararası düzeyde düzenlenen, Bahçe Tasarımı ve Çiçekçilik Fuarı’na katılan Türk çiçek üreticileri, “Stant düzenleme ve çiçek kalitesi” kategorisinde altın madalyayla ödüllendirildi.

    Türkiye’den, Antalya Kesme Çiçek İhracatçıları Birliği bünyesinde 25 çiçek üretici firmasının katıldığı fuarda, Türk çiçekçiliği seçkin örnekleriyle tanıtılıyor. Fuarda, sera, bahçe tasarımı, tohum, gübre, cam, plastik, sulama sistemleri gibi diğer tarım alanlarında da Türk özel sektör temsilcileri yer alıyor.

    Antalya Kesme Çiçek İhracatçıları Birliği Başkanı Osman Bağdatlıoğlu, 8 yıldır katıldıkları fuarda ilk kez ödül almalarının, Türk çiçekçiliği açısından çok önemli olduğunu söyledi. Bağdatlıoğlu, kendilerine verilen altın madalya ödülünün, ileriki yıllardaki çalışmalarında, kendilerini destekleyici işlev göreceğini söyledi.  
    Türk çiçek üreticilerinin fuara, kendi olanaklarıyla katıldığını belirten Osman Bağdatlıoğlu, dünyada baş gösteren ekonomik kriz yüzünden, çiçekçilikte son aylarda yüzde 30’a yakın bir gerileme olduğunu belirterek, ancak bu gerilemenin Türk çiçek üreticisine yansımadığını söyledi.  

    Devlet desteği yok
    Bağdatlıoğlu, Türk çiçekçilik sektörünün aslında çok daha fazla ileriye gidebileceğini, son beş yılda döviz kurlarının değişmemesi yüzünden dış satışları aynı değerde kalırken, girdi maliyetlerinin yüzde 300’lere varan oranda arttığını anımsattı. Buna rağmen devlet desteği olmadan sektörü ayakta tutarak ihracatta başarı sağlamaya çalıştıklarını ifade eden Bağdatlıoğlu, fuarda Türk çiçekçiliğini uluslararası alanda tanıtmanın mutluluğunu yaşadıklarını kaydetti.
    Amsterdam’ın ünlü RAI Fuar Merkezinde 80 bin metrekarelik alanda düzenlenen fuarı, sektörle ilgili 50 bin dolayında kişinin ziyaret etmesi bekleniyor.

     

    ***

     

     

    ALMAN GÖÇ YASASI’NIN AYIRDIĞI HÜNKAR BEBEK 3 AY SONRA ANNESİNE KAVUŞTU

     

    Almanya’da tedavi gören 3 aylık bebeğine ‘Göç Yasası’ sebebiyle hasret kalan Yozgatlı anne İlknur Bezirhan, yavrusuna kavuştu.

     

    ‘Göç Yasası’nda yer alan dil bilme zorunluluğunu yerine getiremediği için Almanya’ya gidemeyen anne Bezirhan’a, Zaman’da yer alan haberin ardından vize verildi. Önceki gün Almanya’ya giden Bezirhan’ı Stuttgart Havaalanı’nda eşi ve 3 aylık bebeği Hünkar karşıladı. Anne Bezirhan, 3 aydır görmediği bebeğini yüreğine basarak hasret giderdi.

    Yozgat’ın Yerköy ilçesinde yaşayan İlknur Bezirhan, geçen yıl Alman vatandaşı olan akrabası Salih Bezirhan ile evlendi. Bu ülkeye gitmek için vize başvurusunda bulunan İlknur Bezirhan, 2007 yılının Ağustos ayında Göç Yasası’na eklenen ‘Almanca bilme zorunluluğu’ sebebiyle eşiyle bu ülkeye gidemedi. Yoğun stres yaşayan İlknur Bezirhan, 6 aylık olarak dünyaya getirdiği bebeklerinden birini doğum sonrası kaybetti. Eşi, diğer bebekleri Hünkar’ı daha iyi tedavi görmesi amacıyla Almanya’ya götürdü. Bebeğini bir kez bile kucağına alamayan genç anne, psikolojik tedavi görmeye başladı. Eşine destek için sık sık Türkiye’ye gelen Salih Bezirhan da işten çıkarıldı.

    Bezirhan ailesinin yaşadığı dramın 13 Ekim’de ‘Göç Yasası, Hünkâr bebeği annesinden ayırdı’ başlığıyla Zaman’da yer almasının ardından Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) ve Alman Yeşiller Partisi kongre üyeleri harekete geçti. AGİT ve Yeşiller’in devreye girmesi üzerine Alman makamları İlknur Bezirhan’ın vizesini onayladı. Bu ülkeye giden anne Bezirhan’ı Stuttgart Havaalanı’nda eşi Salih Bezirhan, avukatı Memet Kılıç, kayınpederi Haydar ve kayınvalidesi Cevriye Bezirhan çiçeklerle karşıladı. Anne Bezirhan bebeğine koşarak onu bağrına bastı. Bezirhan, sevincini şu sözlerle dile getirdi: “Çok sevinçliyim. Sevincimi ifadelerle anlatacak durumda değilim. Ama çok mutluyum, bebeğime kavuştum. Eşime kavuştum, bir rüyada gibiyim. Bir annenin bebeğine kavuşmasının ne demek olduğunu bebeğimden ayrı kaldığım zamanda çok iyi anladım. Allah hiçbir anneyi bebeğinden ayırmasın.”

    Baba Salih Bezirhan da çok mutlu olduklarını anlatırken, “Hem eşime kavuştuğum için hem de yaptığım mücadelenin boşa gitmediğini gördüğüm için mutluyum. Zaman’ın yayınları için teşekkür ederim. Bundan sonra ilk iş olarak eşimi Almanca kursuna kaydettirip Almanca öğrenmesini sağlayacağım.” ifadesini kullandı. Bezirhan ailesinin avukatı Memet Kılıç da ailenin kavuşmasında Zaman’ın yayınlarının çok etkili olduğunu dile getirdi.

    İlknur Bezirhan’ın Konya’da yaşayan babası Elvan Gezici de, kızının vize sorunu çözüldüğü için ailece büyük sevinç yaşadıklarını söyledi. Geçen yıldan beri birçok sıkıntı ve stresle mücadele ettiklerini kaydeden baba Elvan Gezici, duygularını şöyle dile getirdi: “Hem biz hem de damadımızın ailesi büyük sıkıntı yaşadı. Kızım bunalıma girdi. Erken doğumla dünyaya gelen bebeğinden ayrı kaldı. Damadımız işinden oldu. Ailece büyük sıkıntılarla dolu bir yıl geçirdik. Ama hepsi geride kaldı. Kızım çocuğuna ve eşine kavuştu. Çok mutluyuz ve sevinçliyiz. Hem Alman hem de Türk yetkililere teşekkür ediyorum. Zaman Gazetesi’ne teşekkür ediyorum.”

    Göç Yasası’na takılmıştı

    Almanya’nın göç yasası çerçevesinde uyguladığı ‘dil bilme zorunluluğu’nu yerine getiremediği için bu ülkeye gidemeyen İlknur Bezirhan, 3 aylık bebeğini 3 ay sonra ilk kez kucağına aldı. 6 aylık dünyaya gelen Hünkar bebek tedavi olması için babası tarafından Almanya’ya götürülmüş, vize alamayan annesi ise arkasından gidememişti.

    Aydın Hızlıca – Ali Rıza / Yozgat – Stuttgart

     

    21 Ekim 2008

     

    ***

     

     

    PKK, ALMANYA VE FRANSA’DA TÜRK İŞYERLERİNE SALDIRDI

     

    Son dönemde yurtiçindeki saldırılarını artıran terör örgütü PKK, Avrupa’da da harekete geçti. Terör örgütü militanları art arda Almanya ve Fransa’da Türk dükkânlarını hedef aldı.

     

    Almanya’nın Hamburg kentinde hafta sonunda 3 Türk dükkânına saldırı düzenlendi. Hamburg polisinin bir sözcüsü, kimliği belirsiz kişilerin Hamm ilçesinde bir Türk manavı ile hemen yanındaki Türk seyahat bürosunun camlarını kaldırım taşlarıyla kırdığını, daha sonra da manav dükkânının içine yanıcı madde atıldığını bildirdi. Wilhelmsburg ilçesinde de dün sabah bir Türk seyahat bürosuna saldırı düzenlendiğini ifade eden sözcü, saldırganların burada PKK terör örgütünün adını yazdığını kaydetti. Sözcü hafta sonunda düzenlenen saldırıların siyasi amaçlı olduğunun tahmin edildiğini söyledi.

    Bölücü terör örgütü militanları, Fransa’nın başkenti Paris’te de iki Türk seyahat şirketine saldırdı. PKK militanlarının saldırısı sonucu, Paris’te yaşayan Türklerin genelde alışveriş için gittiği Faubourg Saint Dennis Mahallesi’ndeki iki işyerinin vitrin camları tamamen kırıldı. Türk seyahat şirketlerinin polise şikâyette bulunduğu, saldırıyla ilgili soruşturmanın devam ettiği bildirildi. Saldırıların, Ergenekon terör örgütü davasının başladığı güne denk gelmesi ve Kuzey Irak’taki bölgesel Kürt yönetimi ile Ankara arasında yeni bir sayfanın açıldığı döneme rastlaması dikkat çekti. Dış Haberler Servisi

    21 Ekim 2008, Salı

  • Fransız tarihçilerden soykırım yasası uyarısı

    Fransız tarihçilerden soykırım yasası uyarısı

    Fransa’da Ermeni diasporası, iki yıldır senatoda görüşülmeyi bekleyen soykırım yasasını gündeme getirmek için yeniden harekete geçerken, biri tarihçi diğer roman yazarı ülkenin önde gelen iki entelektüeli kitap yazarak “tarih için özgürlük” çağrısında bulundu.

    Fransa Milli Bilimsel Araştırmalar Merkezi (CNRS) tarafından yayınlanan ve bugün piyasaya çıkacak olan “Tarih İçin Özgürlük” isimli kitap, tarih yazımının siyasetçilerin işi olmadığını savunarak, Fransa parlamentosunun tarihle ilgili kanunlar çıkarabileceği uyarısında bulunuyor. Kitapta, cumhurbaşkanı, hükümet ve parlamento komisyonlarının tarihçilere artık mecliste tarih yazılmayacağına dair teminat verdiğini hatırlatan ünlü tarihçi Prof. Dr. Pierre Nora, parlamentoda tarihî konularla ilgili yasa çıkarabilecek yeterli siyasî grupların oluştuğuna dikkat çekiyor. Fransa parlamentosunun tarihle ilgili çıkardığı “hafıza yasalarına” tepki göstermek için iki yıl önce kurulan “Tarih İçin Özgürlük” hareketinin kurucu üyesi olan tarihçi Nora, “insanlığa karşı suçun”, 1915 olayları dahil kapsamının genişletilmesi yönünde “yolun açıldığı” uyarısında bulunuyor. Fransız tarihçi, siyasetçilerin tarihî gerçeklere karar verme girişiminin ardında “seçim demagojisinin” olduğunu savunuyor.

    Ali İhsan Aydın, Paris

    09 Ekim 2008, Perşembe

  • Fransalı Yahudilerden Sarkozy’ye ‘Türklere vefa borcu’ hatırlatması

    Fransalı Yahudilerden Sarkozy’ye ‘Türklere vefa borcu’ hatırlatması

    İkinci Dünya Harbi sırasında, Alman işgali altındaki Fransa’da milyonlarca Yahudi, Nazi ölüm kamplarına sevk edilirken onlar, Türkiye’nin girişimiyle “ay yıldızlı trenlerle” İstanbul’a gelerek hayatta kalabildiler.

       

    ‘Son tren’ isimli belgesel filmin Paris’teki tanıtımına katılan Le Figaro başyazarı Alexander Adler (solda), Fransa lideri Sarkozy’nin Türkiye tavrını eleştirdi.

     

     

    Bu olaydan 64 yıl sonra ilk kez bir araya gelen tren yolcularından hayatta kalan Yahudiler, Paris’te düzenledikleri bir resepsiyonla Türkiye’ye teşekkür etti. Resepsiyonda söz alan Le Figaro gazetesinin başyazarlarından Alexander Adler, Türklerin tarihin her döneminde katledilen Yahudilere kucak açtığını belirterek İkinci Dünya Harbi esnasında; Fransa, Yunanistan, Bulgaristan, Macaristan ve Romanya’daki çok sayıda Yahudi’nin Türk diplomatların yardımıyla Türkiye’ye sevk edilerek kurtulabildiğini söyledi. Bu dönemin çok iyi bilinmediğini ifade eden Adler, “Bunları Alexis Weissenberg (Bulgaristan’dan Türkiye’ye sığınan Yahudi piyanist) ve İsrail’in eski ABD büyükelçisi Meir Rosen ile konuştum; ama Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’ye anlatmadım. Onun da babası ile biraz konuşması gerektiğini düşünüyorum.” diyerek Türkiye karşıtı Sarkozy’nin Yahudi geçmişine gönderme yaptı. Türkiye’nin Avrupalı olmadığını ileri sürerek Avrupa Birliği (AB) üyeliğine karşı çıkan Sarkozy’nin ailesi, Osmanlı idaresindeki Selanik’ten Fransa’ya göç etmişti. Fransa’nın önde gelen entelektüellerinden birisi olan Adler, Türklerin gururlu bir millet olduğunu ve gururlarından dolayı her zaman yaptıklarını anlatmadıklarını, kendilerini savunmadıklarını belirterek, “Madem Türk dostlarımız bunu yapmıyor. Bizim yapmamız lazım. Çünkü Türk devletine karşı bir borcumuz var.” dedi. Almanya kökenli bir Yahudi ailenin çocuğu olan Adler’in dedesi, Bağdat demiryolunun inşasında görev almış ve Hitlerin Yahudileri hedef almaya başlamasıyla 1930’lu yıllarda Türkiye’ye göç etmiş.

    Türkiye’ye haksızlık yapılıyor

    Programda bir konuşma yapan Sarkozy’nin Türkiye özel temsilcisi Pierre Lelouche ise, Türkiye’nin işgal edilmiş bir ülkedeki Yahudileri kurtarmasının “Hoşgörünün, birlikte yaşamanın ve siyasi cesaretin mükemmel bir örneği” olduğunu belirterek, “Bugünkü dünyamızda bu tür derslere çok ihtiyacımız var.” şeklinde konuştu. Türkiye’nin Fransa’da kötü bilindiğini ve “haksız bir muameleye” maruz kaldığını ifade eden iktidardaki Halk Hareketi Birliği (UMP) milletvekili, “Türkiye’nin bunu hak etmediğini” belirterek, “Türkiye’nin Fransa’da, büyük bir halkın sırtında küçük hesaplar, küçük politikalar yapan bazıları tarafından ortaya atılan kötü klişelerle değil, olduğu gibi tanınmasının elçileri olmalıyız.” dedi. Fransa’da Türkiye karşıtlığının başını, Ermeni asıllı siyasetçi Patrik Deveciyan’ın başında bulunduğu Lelouche’in partisi UMP ve Sarkozy çekiyor. Türkiye, İkinci Dünya Harbi sırasında Fransa’yı işgal eden ve bu ülkedeki Yahudileri trenlerle toplama kamplarına gönderen Almanlardan, Türkiye kökenli Yahudilere dokunmamasını istedi. Türkiye’nin Fransa’daki diplomatik temsilcileri, Türk pasaportu taşıyan Yahudilerin korunması için olağanüstü bir mücadele verdi. 1944 yılında, çoğunluğunu Fransa’ya önceden göç etmiş Türkiye Yahudilerinin oluşturduğu 500 civarında Yahudi, Paris’ten yola çıkan altı tren konvoyuyla İstanbul’a sevk edildi. Yolculardan bazıları, Drancy’deki toplama kampından ve Nazi askerlerinin elinden alınarak trene bindirildi. Önceki akşam Paris’te düzenlenen bir kokteylde bir araya gelen tren yolcularından yirmi civarında Yahudi, konuklara başlarından geçenleri anlatarak Türkiye’ye teşekkür etti.

     

    Ali İhsan Aydın

  • 11 Eylül 2008: Fransa ile Stratejik İşbirliği Konferansı

    11 Eylül 2008: Fransa ile Stratejik İşbirliği Konferansı

    11 Eylül 2008 Perşembe günü, İstanbul Sanayi Odası ve Türk – Fransız Ticaret Derneği işbirliğiyle Türk firmalarını Fransa pazarı ile ilgili bilgilendirmek üzere bir konferans düzenlenecektir. Konferansa konuşmacı olarak hem Fransa hem de Almanya pazarı konusunda uzman olan ve Almanya’da bulunan Fransız Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Gilles Untereiner katılacaktır.İki saat sürecek konferans boyunca Gilles Untereiner Türk firmalarına Fransa pazarı, Fransa’da pazarlama ve firmadan firmaya satış, şube kuruluşu ve yönetimi, joint-venture, şirket satın alma, fiyatlandırma, hedef müşteri kitlesi, dağıtım sistemi gibi pek çok konuda uygulamaya yönelik bilgiler verecektir.

    Katılımcılar talep ettikleri takdirde Gilles Untereiner ile konferans sonrasında birebir görüşme yapabilme imkanı bulabileceklerdir.

    Program:

    12:30 – 13:00: Kayıt

    13:00 – 15:00: Fransa ile Stratejik İşbirlikleri Konferansı
    Gilles Untereiner, Almanya Fransız Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı

    15:00 – 15:15: Kahve arası

    15:15 – 17:30: İkili görüşmeler

    İstanbul Sanayi Odası Odakule Meclis Toplantı Salonunda gerçekleştirilecek toplantıya katılım ücretsiz olup, katılımcı formunun en geç 4 Eylül 2008 Perşembe gününe kadar earslan@iso.org.tr e-mail adresine ya da 0212 293 55 65 numaralı faksa ulaştırılması gerekmektedir. Toplantıda Fransızca-Türkçe tercüme yapılacaktır.

    Detaylı bilgi ve katılım için:

    Ezgi Arslan
    AB & Dış Ekonomik İlişkiler Şubesi
    e-mail: earslan@iso.org.tr
    Tel: 0212 292 21 57
    Faks: 0212 293 55 65

  • Soykırımcı Fransa

    Soykırımcı Fransa

    6 Agustos 2008 tarihli “Aksam” gazetesinden alinmistir.

    Timur Sumer

     

     

    Ruanda Araştırma Komisyonu, hazırladığı 500 sayfalık raporunda, “AB Dönem Başkanı” Fransa’nın bu ülkede, 1994’te yapılan soykırıma faal olarak katıldığına yönelik ithamlarına ilk defa resmiyet kazandırdı. BM verilerine göre 1994 yılının haziran-ağustos döneminde Ruanda’da 800 bin Tutsi ve ılımlı Hutu’nun ölümüyle sonuçlanan soykırım hakkında bir araştırma komisyonu oluşturulmuştu. Rapor, Fransa ve Avrupa’da bomba etkisi yarattı. Türkiye’yi her fırsatta sözde Ermeni soykırımı ile suçlayan Fransa’nın Ruanda’da soykırım hazırlıklarından haberdar olduğu, bu hazırlıklara katıldığı, cinayetlerde faal rol oynadığı belirtiliyor. Bölgedeki “insani yardım operasyonlarına” katılan Fransız askeri birimleri, soykırıma doğrudan destek vermekle suçlanıyor.

    ÖLÜM LİSTESİ HAZIRLAMIŞ

    Raporda Fransa ayrıca, soykırımcılara istihbarat, strateji, askeri eğitim desteği sağlamakla, “öldürülecek kişilerin listesinin belirlenmesine katkıda bulunmakla”, “silah temin etmekle” suçlanıyor. Komisyon, raporunda, Ruanda hükümetine, “Fransa devletine karşı uluslararası kurumlarda suç duyurusunda bulunmasını ve dava açmasını” öneriyor. Fransa, çeşitli yöntemlerle Ruanda hükümetine baskılar yaparak söz konusu soykırım suçlamalarına resmiyet kazandırılmaması için çaba harcıyordu.

    Türkiye’nin aleyhine inkâr yasası

    Fransa Meclisi genel kurulu, iki yıl önce, Sosyalist Parti’nin sunduğu sözde Ermeni soykırımını reddetmenin suç sayılmasını öngören yasa teklifini 19’a karşı 106 oyla kabul etmişti. Patrik Deveciyan’ın verdiği, bilim adamları ve tarihçilerin çalışmalarının yasanın yaptırımlarından muaf tutulmasına ilişkin değişiklik önergesi de reddedilmişti. Yasa sözde soykırımı reddedenlere, bir yıla kadar hapis ve 45 bin euro para cezası verilmesini öngörüyor.

  • KGS İZİNCİLER İÇİN SORUN OLDU

    KGS İZİNCİLER İÇİN SORUN OLDU

    Türkiye’de Boğaziçi köprüleri ile paralı otoyollarda giriş ve çıkışlarındaki araç yoğunluğunu önlemek üzere başlatılan Otomatik Geçiş Sistemi (OGS) ile Kartlı Geçiş Sistemi (KGS)bir çok izinci için sorun oldu.

    Özellikle İstanbul üzerinden memleketlerine devam etmek isteyen birçok Avrupalı Türk, KGS kartlarını dolduracak yer bulamadıkları için ‘kaçak’ durumuna düştüklerini söylediler. 14 yıldan beri Frankfurt’ta yaşayan Karamanlı Mehmet Kocaer (38), İstanbul’da Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’ne girişte seyyar satıcılardan 35 YTL’ye satın aldığı KGS kartı yüzünden sorun yaşadığını belirterek, başına gelen olayı şöyle anlattı:

    ‘Tüm yol boyunca otoyol ücretlerini bu kartla sorunsuz ödedik. Kredisi bittiği zaman kartı her hangi bir Ziraat Bankası şubesinden doldurabileceğim söylendi. Dönmeden önce hem Karaman hem de Ankara’daki Ziraat bankalarından elimdeki kartı doldurmak istedim. Şube şube dolaşmama rağmen kartı dolduracak bir şube bulamadım. Polise sordum; ‘Böyle devam edin. Sorun çıktığı yerde ödersiniz’ dedi. İstanbul’da saat gece 1.30 sıralarında köprüden geçtiğimizde kredi yeterli olmadığı için alarm çaldı. Yol kenarına çekip polise ödeme yapmak istedim. Bizi karayollarına yönlendirdi. Ancak o saatte kimseyi bulamadık. O zaman sınırda ödeme yapabileceğimi belirttiler. Sınırda da ödemek istedik. Kimsenin haberi yok. Böylece çıkıp geldik. Şimdi ne olacak ben de bilmiyorum. Lütfen yetkililer buna bir çare bulsun. Önümüzdeki yıl geldiğimiz zaman büyük ceza ödemek istemiyorum.’

  • Fransa’nın soykırımı resmiyet kazanıyor

    Fransa’nın soykırımı resmiyet kazanıyor

    Belçika basını, bugün Ruanda’da açıklanacak olan bir rapor çerçevesinde, Fransa’nın bu ülkede 1994’te yapılan soykırıma faal olarak katıldığına yönelik ithamların ilk defa resmiyet kazanacağını duyurdu.

    AA
    Güncelleme: 16:11 TSİ 05 Ağustos 2008 Salı

    BRÜKSEL – BM verilerine göre 1994 yılının haziran-ağustos döneminde Ruanda’da 800 bin Tutsi ve ılımlı Hutu’nun ölümüyle sonuçlanan soykırım hakkında bir araştırma komisyonu oluşturulmuştu. Kapsamlı araştırma ve sorgulamaların ardından çalışmalarını tamamlayan ve bugün raporunu resmen açıklaması beklenen komisyonun vardığı sonuçlara göre, bölgedeki insani yardım operasyonlarına katılan Fransız askeri birimleri, soykırıma doğrudan destek vermekle suçlanıyor.

    Komisyonun 500 sayfalık raporunda, Fransa’nın soykırım hazırlıklarından haberdar olduğu, bu hazırlıklara katıldığı, cinayetlerde faal rol oynadığı belirtiliyor.

    Raporda Fransa ayrıca, soykırımcılara istihbarat, strateji, askeri eğitim desteği sağlamakla, öldürülecek kişilerin listesinin belirlenmesine katkıda bulunmakla, silah temin etmekle suçlanıyor.

    Ruanda Araştırma Komisyonu’nun, AB Dönem Başkanı Fransa’yı resmen suçlayan raporunun bomba tesiri yapacağı ifade ediliyor.

    Komisyon, raporunda, Ruanda hükümetine Fransa devletine karşı uluslararası kurumlarda suç duyurusunda bulunmasını ve dava açmasını öneriyor.

    Fransa, çeşitli yöntemlerle Ruanda hükümetine baskılar yaparak söz konusu soykırım suçlamalarına resmiyet kazandırılmaması için çaba harcıyordu. Uzmanlar, Ruandalıların bu baskılara boyun eğmediklerini, gerçeklerin ortaya çıkmasından yana tavır koyduklarını ifade ediyorlar.

  • KKTC- Bize federasyon dayatılırken Belçika Federasyonu yıkılıyor. Konfederasyon en akılcı çözümdür (1)

    KKTC- Bize federasyon dayatılırken Belçika Federasyonu yıkılıyor. Konfederasyon en akılcı çözümdür (1)

     

    Sabahattin İsmail  volkan@kktc.net

    YeniVolkan Gazetesi Başyazarı

     

     Slovenya, Hırvatistan, Bosna Hersek, Makedonya, Sırbistan, Karadağ derken, eski Yugoslavya federasyonundan 7. bağımsız devlet olarak Kosova Cumhuriyeti doğdu…

    Hiçbir bağımsız-egemen devlet geçmişi bulunmayan Kosova özerk bölgesi, ABD, AB ve BM’nin iteklemesi ile Sırbistan’dan ayrılarak bağımsız oldu…

     

    Bilindiği gibi eski Sovyet Federasyonu’ndan da 15 bağımsız-egemen devlet doğmuştu…

    Çeçenistan örneğinde görüldüğü gibi, Rusya’nın şiddete, kan ve ölüme dayalı acımasız baskıları olmasa, en azından 15 özerk Cumhuriyette yaşayan farklı Halklar da egemenliklerini ilan etmek için sırada bekliyor…

    Yine bilindiği gibi, eski Çekoslovakya Federasyonu’ndan da, sonradan AB üyesi olan bağımsız Çek ve Slovak devletleri doğmuştu…( Kadife ayrılık )

     

    BELÇİKA FEDERASYONU SIRADA

     

    Ve, şimdi sırada Belçika federasyonu var..

     AB üyesi ve AB merkezi olan Belçika’da Valon ve Flamanlar arasındaki güvensizlik had safhaya çıkmış durumda…Geçtiğimiz yıl yapılan seçimlerde  siyasi partiler bağımsız Flaman ve bağımsız Valon devletleri için propaganda sürdürdü..Buna karşı çıkanlar ise hiç olmazsa, federasyon yerine, iki bağımsız devletten oluşacak Konfederasyon modeline geçilerek dağılmanın önlenmesini öneriyor…

     

    Anımsanacağı gibi geçen yıl sonunda ayrılma tartışmaları o denli ileri boyuta ulaştı ki, Belçika Devlet televizyonu “Belçika devleti öldü, Flamanlar ayrı bağımsız devlet ilan etti” şeklinde bir haber şakası yapınca, ülkede büyük kaos doğmuştu…

    Ve, son olarak, Valon ve Flaman’ların anlaşmazlığı yüzünden, aylarca süren hükümet krizinden sonra, federasyonu kurtarmak hedefiyle Başbakan olan Yves Leterme de pes ederek istifa etti…

    Leterme, geçtiğimiz hafta istifasını açıklarken “BELÇİKA ARTIK YÖNETİLEBİLİR OLMAKTAN ÇIKTI” dedi…Leterme’nin bu istifası federasyonu yaşatmak için artık hiçbir ümidin kalmadığını ve tek yolun Çekoslovakya’da olduğu gibi, KADİFE AYRILIKLA yolları ayırarak, ya bir KONFEDERASYON çatısı altında, ya da   iyi komşular şeklinde AB çatısı altında işbirliği yapmak olduğunu kanıtladı… 

     

    AB ÇATISI ÇATIŞMA VE AYRILMAYA ENGEL DEĞİL

     

    Belçika Federasyonu 1830 yılında 3 toplumlu bir federasyon olarak kuruldu. Göçmen işçilerle birlikte nüfusu  10.5 milyonu bulan Belçika’nın %60’ı Flamanca konuşuyor ve kendisini Hollanda’ya yakın hissediyor, %35’i ise Fransızca konuşuyor ve kendisini Fransa’ya yakın hissediyor…Bunlar dışında küçük bir kesim de Almanca konuşuyor ve kendisini Almanya’ya yakın hissediyor…

    Ve, AB çatısı altında bulunmalarına, kişi başına düşen milli gelir 25-30 bin euro’ya çıkmasına, çok gelişmiş bir demokrasiye sahip olmalarına karşın, yine de bağımsızlık rüzgarı engellenemiyor…

     

    Bu da, milli kimlik, ulus devlet, bağımsızlık ve egemenlik duygularının, zenginlik ve refahtan önce geldiği gerçeğini bir kez daha kanıtlıyor…

     

    Flamanlar, geçmişte zengin olan Valonlar tarafından yıllarca aşağılandı, ikinci sınıf vatandaş muamelesi gördü, yoksulluk içinde yaşadı…Elit Valonlar devleti yönetirken, küçümsenen ve aşağılanan Flamanlar, en pis ve en ağır işlerde çalıştırıldı…Ne ki, bu durum sadece Flaman milliyetçiliğini körüklemekle kalmadı, onları büyük bir hırsla daha fazla çalışmaya itti ve “Flander” denen bölgelerini zaman içinde Valon bölgelerinden daha zengin hale getirdiler…Yükselen statüleri ve refahları ile birlikte devlet yönetimine de girerek etkin oldular…Flamanca’nın da resmi dil olma mücadelesini kazandılar, Flamanca üniversiteler açılmasını sağladılar, mevcut üniversiteler bu temelde ikiye bölündü…

    Yeniden şekillenen toplumsal yapıda her konu ayrı bir etnik tartışma sorunu haline geldi…Ulusal havaalanına inip kalkan uçakların hangi güzergahtan uçup hangi toplumun tepesinde gürültü yapacağının bir çizelgeye oturtulması bile çözümsüz sorunlara dönüştü…

     

    Ve sonuçta Belçika, geçen yıl yapılan seçimlerin ardından, ülke tam 7 ay hükümetsiz kaldı…Flaman ve Valon partileri, ortak bir hükümet kurmak yerine, birbirlerini suçlayıp durdu ve ayrılma-bağımsızlık için kamuoyu oluşturdu…Son bir gayretle 5 ay kadar önce kurulan Yves Leterme hükümeti de akıntıya kürek çekmek yerine geçen hafta istifa etti…

    Bu durumun bir başka nedeni ise zenginleştirdikleri Kuzeyde yaşayan Flamanların, refahlarını Valonlarla paylaşmak ve fakir Güney bölgesine para akıtmak istememeleri….

    Değişik görüşteki Flaman partileri söz konusu Valonlara karşı mücadele ve bağımsızlık talebi olunca her konuda tam bir birlik içinde hareket ediyor…

     

    Ayrılmaya karşı çıkıp kendilerini Valon ve Flaman olarak değil “ Belgic- Belçikalı” ( ‘Kıbrıslılık’ gibi uyduruk birşey) olarak tanımlayanlar ise çok azınlıkta, şaşkın ve etkisiz....

     

    KENDİLERİ AYRILIRKEN, BİZE FEDERASYON DAYATIYORLAR

     

    Uzmanlar bu durumu şöyle değerlendiriyor:

    Belçika federasyonunda yaşanan süreç, yoğun pazarlıklardan sonra oluşan, iki veya daha çok toplumlu federal yapıların, bir an gelip dikişlerinin attığını gösteriyor. Başarısızlığa uğrayan son derece sofistike, gelişmiş bir demokrasi, sosyal devlet, refah toplumu ve Avrupa birleşmesinin örnek gösterilen merkezidir…Devam eden ayrılma sürecinden çıkacak olanın iki küçük ve psikolojik düşman olacağına artık kesin gözüyle bakılıyor…”

    Ne ilginçtir ki, eski Sovyet, Yugoslavya, Çekoslovakya, Sırbistan-Karadağ-Kosova ve son olarak da Belçika federasyonlarında yaşanan bütün bu gerçeklere karşın, Kıbrıs’ta hala bize ırkçı, Türk düşmanı, eline Türk kanı bulaşmış, sicilinde Türk soykırımı bulunan, hegemonyacı, ilhakcı ( Enosis ) ve 1960’daki ortaklık devletini yıkmaktan sabıkalı olan Rumlarla “birleşik bir Kıbrıs Federasyonu” kurmamız dayatılıyor…

    Hem de başta, kendi federasyonlarını koruyamayıp dağılan ülkeler ve bu ayrılıkları sonuna kadar destekleyen BM, AB, ABD tarafından…

    Oysa Kıbrıs’ta en gerçekçi çözümün ayrı iki egemen-bağımsız devletin ya bir Konfederasyon kurması, ya da, Çek-Slovak modelinde olduğu gibi ayrı ayrı AB’a girerek AB çatısı altında işbirliği yapması olduğu, bunun aksi bir federasyon dayatmasının kısa sürede yıkılacağı çok açık…

     

    Bu konuyu da yarınki yazımda değerlendireceğim…

     

     

     

    Bize federasyon dayatılırken Belçika Federasyonu yıkılıyor. Konfederasyon en akılcı çözümdür (2)

     

    Sabahattin İsmail

    YeniVolkan Gazetesi Başyazarı

     

    Dünkü yazımda Belçika federasyonunun dağılmasını önlemek için son umut olan Başbakan Yves Leterme’nin de başarılı olamayıp istifa ettiğini belirtmiş ve Dünya’daki bütün federasyonlar dağılırken, Kıbrıs’ta  bize federasyon dayatıldığını ifade ederek  şöyle demiştim:

    “Ne ilginçtir ki, eski Sovyet, Yugoslavya, Çekoslovakya, Sırbistan-Karadağ-Kosova ve son olarak da Belçika federasyonlarında yaşanan bütün bu gerçeklere karşın, Kıbrıs’ta hala bize ırkçı, Türk düşmanı, eline Türk kanı bulaşmış, sicilinde Türk soykırımı bulunan, hegemonyacı, ilhakcı ( Enosis ) ve 1960’daki ortaklık devletini yıkmaktan sabıkalı olan Rumlarla “birleşik bir Kıbrıs Federasyonu” kurmamız dayatılıyor…

     

    Hem de başta, kendi federasyonlarını koruyamayıp dağılan ülkeler ve bu ayrılıkları sonuna kadar destekleyen BM, AB, ABD tarafındanOysa Kıbrıs’ta en gerçekçi çözümün ayrı iki egemen-bağımsız devletin ya bir Konfederasyon kurması, ya da, Çek-Slovak modelinde olduğu gibi ayrı ayrı AB’a girerek AB çatısı altında işbirliği yapması olduğu, bunun aksi bir federasyon dayatmasının kısa sürede yıkılacağı çok açık…”

     

    FEDERASYON DENGELİ OLMASINA KARŞIN YÜRÜMEDİ

     

    Aslında Belçika Federasyonu, iki kurucu Halk olan Flaman ve Valonlar arasında dengeli bir yapı oluşturmaktaydı…Örneğin;

    – Kurucu halkların kendi yetkilerine giren ekonomi, sosyal ve kültürel alanlarda üçüncü ülkelerle ayrı anlaşma yapma hakları vardı.

     

    – Her halk, kendi topraklarında sadece kendi dilinde eğitim yapmaktaydı.

     

    – Kararlar konsensüsle alınmaktaydı.

     

    – Her halk, uluslararası alanda kendi yetkileri çerçevesinde ilişki kurmak için ayrı temsilcilikler açabilmekteydi.

     

    – Her halkın, kendi yetkilerine giren konuların AB’deki müzakeresini yürüten heyetlerde  rotasyon uygulanmaktaydı.  

     

    – AB’daki oylamalarda tüm Belçika’yı ilgilendiren konularda her iki halk görüş birliğinde olmazsa tarafsız kalınmaktaydı.

     

    Belçika Federasyonu, olası bir Kıbrıs çözümünde bizim de örnek alıp savunmamız gereken bu önemli unsurlara ve dengelere karşın yürümemiştir…Çünkü ayrı ulus bilinci, EGEMEN olma ve kendi kendini bağımsız şekilde yönetme isteği önde gelmiştir…

     

    KIBRIS’TA KONFEDERASYON ŞART

     

    “ Birleşik Kıbrısçıların”, aralarına kan, kin, ölüm, nefret, düşmanlık girmiş, iki farklı dine, dile, kültüre, kimliğe ve birbirleri ile çatışmalarından oluşan farklı tarihlere sahip Türk ve Rumları birleştirmeye çalışan BM’nin, AB’ın, ABD’nin, İngiltere’nin; Belçika’da yaşananlardan gerekli dersleri çıkarması gerekiyor…

     

    Aslında bugün Belçika’da yaşananları Türk ve Rumlar 1960 ortaklık Cumhuriyeti’nde yaşadılar.. Sonra kurucu ortaklardan biri olarak, hegemonyacı, Enosisci, ırkçı Rum ortağımızın saldırısına maruz kalıp dışlandık, katledildik, etnik temizliğe uğradık….

     

    Ne ki şimdi, sanki bu deneyim hiç yaşanmamış ve ilk yaşanacakmış gibi, “ Birleşik Kıbrıs” adı altında aynı süreci yeniden yaşamaya zorlanıyoruz…

     

    Irkçı Rum zihniyeti değişmediğine göre, sonucun 1960 Cumhuriyeti’nden farklı olmayacağı çok açık değil mi?…

     

    Artık, Annan Planının da öngördüğü ve yürümeyeceği açık olan, bağımsızlık ve egemenliği olmayan sözümona iki kurucu “devlete!” ( constituent state-EYALET ) dayalı birleşik Kıbrıs yerine, cesaretle KKTC’nin tanınmasını ve iki bağımsız-egemen devlet esasında bir Konfederal anlaşmayı savunma zamanı gelmiştir, hatta bu konuda çok geç kalınmıştır…  

     

    Daha önce birçok kez vurguladığımız gibi, KKTC’nin tanınması ve iki tanınmış bağımsız egemen devletin varlığı, konfederal temelde bir birleşik Kıbrıs’ın kurulmasına ve bu yapının AB içinde yer almasına engel değildir…

     

     

     FEDERASYON YAŞAMAYACAKTIR

     

    Son 15 yılda yaşanan gelişmelere baktığımız zaman, ortaya çıkan yalın gerçek şudur:

     

    Farklı etnik-dini temele dayanan, aralarına kan, kin savaş, düşmanlık, güvensizlik girmiş olan ve Halkların gönüllü iradelerine dayanmayan, zoraki birleşmelerin, dıştan dayatma federasyonların yaşama şansı yoktur…

     

    Ne kadar inkar edilirse edilsin, çağımız, önce Ulus Devletlerin kurulması ve ancak ondan sonra egemen devletler olarak, gönüllü şekilde ve karşılıklı çıkara dayalı olarak AB gibi, uluslarüstü birliklerde biraraya gelme çağıdır…Ve bu iki süreç paralel gitmektedir…

     

    Yani, kimlik bunalımı içindeki sözde solcuların iddia ettiği gibi, bu çağ, ulus devletlerin ve ulusçuluğun ortadan kalktığı bir çağ değil, etnik ve dini temele dayalı federasyonların ortadan kalkarak ulus devletlerin kurulduğu, ama AB gibi uluslarüstü birliklerde de eşit haklar temelinde işbirliği yaptığı bir çağdır…

     

    Bu gerçekler ışığında, bugün bağımsız Kosova’yı yaratan BM, AB ve ABD’nin;  kendi durumuna bakmayan parçalanma sürecindeki Belçika’nın ve hatta KADİFE AYRILIK’la Çekoslovakya’yı tarihe gömen Çek ve Slovaklar’ın bile bizi zorla Rumlarla birleştirmeye çalışması kabul edilemez…

     

    Dış güçlerin içimizde devşirdiği CTP takımı ve diğer sol satanlar da, KKTC’de ifadesini bulan ulus devletimize karşı çıkarak, hala bize tek egemenlik-tek vatandaşlık-tek kimlik temelinde federal birleşik Kıbrıs’ı dayatmalarına boyun eğilemez…

     

    Yürümeyeceğini, kısa sürede yıkılacağını, adada yeniden kan dökülmesine neden olacağını, eski ortaklığı yıkan Rum tarafının yaptıklarından asla pişman olmadığını, özeleştiri yapıp özür dilemediğini, tam aksi, düşmanlık, ırkçılık, saldırganlık, Haçlı Seferi, Osmosis siyasetinin tüm Rum Halkını salgın bir hastalık gibi sardığını bile bile bunu yapmaları akıl ve mantık dışıdır…

     

     “Barış, çözüm, AB, birleşik Kıbrıs” diye diye, yeni bir savaşın ve kan dökülmesinin zeminini hazırladıklarını ve tarih önünde bunun sorumlusu olacaklarını göre göre, aynı yolda ısrarla devam etmeleri nasıl izah edilebilir?…

     

    Bu nasıl bir körlüktür, nasıl bir inattır, nasıl bir dar görüşlülük ve öngörüsüzlüktür?

     

    Kıbrıs Türk Halkı, ekonomik refah ve AB üyeliği uğruna, beyni dış güçler tarafından yıkanmış olan ve dış güçlerin çıkarlarına hızmet eden bu dar görüşlülerin peşinden gitmesi ve bağımsız egemen devletine kararlılıkla sahip çıkmaması halinde, yeniden çok acılar çekeceğini bilmelidir..

  • Karadziç’i sorunca Fransız bakan neden asabileşti?

    Karadziç’i sorunca Fransız bakan neden asabileşti?

    SELÇUK GÜLTAŞLI

    Salı günü Avrupalılar 13 yıl sonra Karadziç’i yakaladıkları için Sırp yetkilileri tebrik etmek için sıraya girmişti.

    Bu 13 yılın ilk iki yılı Pale’de NATO Kuvvetleri’nin gözü önünde, son 5 yılı da anlaşılan Belgrad’da Sağlıklı Hayat dergisine makaleler yazarak ve alternatif tıp kliniklerinde çalışarak geçmişti. Bu arada alternatif tıp seminerleri vermiş ve beş de kitap yazmıştı. Bir gecede 8 bin kişiyi ölüme gönderen bir insan için doğrusu ilginç işlerdi bunlar yani sağlıklı hayat için tavsiyelerde bulunmak, geleneksel tıbbın çaresiz kaldığı durumlarda ölen birine can vermek için çabalamak. Bir de tabii yakalandığı yer, “Avrupa, Sırpları neden bu kadar şehvetli tebrik ediyor?” sorusunu sormaya zorluyordu insanı. Dünyanın “en çok aradığı adam” bir belediye otobüsünde yakayı ele veriyordu.

    Tabii ki yakalanması, yakalanmamasından iyidir. Tabii ki AB üyelik perspektifi Sırpları harekete geçirmiştir ve bu çerçevede faydalı olmuştur. Ama Avrupalıların bu vesile ile nasıl olup da 3 yıl boyunca 250 bin insanın boğazlanmasına seyirci kaldıklarını kendilerine sormaları, ciddi bir muhasebeye girişmeleri gerekmez mi? Şu an Avrupa’da tartışma öylesine steril yürütülüyor ki sanki Bosna denen bir ülkede Sırplar denen bir millet masum insanları öldürmüş ve Avrupa da sonunda bu işe bir çözüm bulmuş. Yahudi Soykırımı’nın ardından “bir daha asla” cümlesini vird-i zeban yapan, “dağa taşa yazan” Avrupa’nın sorumluluğunun gündeme getirildiğini pek işitmiyorum. Bu meşum soykırım sanki Kaf Dağı’nın arkasında olmuş gibi.

    Belki de “bir daha asla” cümlesine bir dipnot düşüp, bu düsturun hangi millet ve din mensuplarını ihtiva ettiğini netliğe kavuşturmalı Avrupalılar. Bu konuda tek namuslu çıkışı İsveç Dışişleri Bakanı Carl Bildt’ten işittiğimi de yazayım ki hak ihlali yapmış olmayalım.

    Olan şu: Yugoslavya cumhuriyetleri tek tek bağımsızlığına kavuşurken, Boşnaklar da aynı yola başvuruyor. O zaman Bosna-Hersek Meclisi üyesi olan Karadziç, 1991’de bağımsızlık ilan etmeleri durumunda Boşnakları da yok edeceklerini, Bosna’yı da cehenneme çevireceklerini Meclis’te haykırıyor. Savaş sonucunda:

    Kahir ekseriyeti Boşnak, 250 bin kişi öldürülüyor.

    200 bin kişi işkenceden geçiriliyor. Sırpların 80 yeni işkence metodu icat ettikleri ortaya çıkıyor.

    Bosna nüfusunun yarısı göç etmek mecburiyetinde kalıyor.

    En genç Boşnak kurban 29 günlük bir bebek, en yaşlısı 101 yaşında kör bir kadın.

    Foça’da Boşnak kadınlara tecavüzle görevli askerî bir birlik kuruluyor.

    1200 cami, tekke ve mescit yok ediliyor. (1)

    Bu ağır bilançoya rağmen ortaya çıkan devletin yüzde 49’u Sırp Cumhuriyeti, kalan yüzde 51’i de Boşnak ve Hırvatlar arasında bir federasyon. Eski Başbakan Haris Sladziç, “Dayton tekrar müzakere edilmeli” deyince de Batılılar gülüyor. Bunca zulme karşılık Boşnaklara bırakılan bu abuk-sabuk devlet de büyük başarı olarak lanse ediliyor. Peki neden?

    Bu sorunun belki de mühim cevaplarından birisi eski ABD Başkanı Bill Clinton’ın Hayatım isimli hatıratında bulunuyor. Bosna Savaşı’nı durdurmak için Avrupalı liderlerle sık sık bir araya gelen Clinton, dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Francois Mitterrand’ın Müslümanların liderliğinde kurulacak bir Bosna’yı istemediğini kendisine hissettirdiğini açık-seçik yazmış kitabına. Ocak 1993’te Fransız askerlerinin koruması altında olduğunu sanan Bosna-Hersek Başbakan Yardımcısı Hakkı Turayliç de Hollandalı askerlerin koruması altında olduklarını sanan 8 bin Boşnak gibi katledilmişti. Milletlerarası camianın koruması altında olduklarını düşünmüşlerdi.

    Katliamları Avrupalılar yapmadı ama katliamların durdurulması için de katliam sorumlularının yakalanması için de bir şey yapmadılar. Şimdi Karadziç’in yakalanması bir vicdan borcu, adaletin tecelli etmesinden ziyade Sırbistan ile AB arasında son derece iyi pazarlığı yapılmış siyasi hesaplar neticesinde gerçekleşiyor.

    Bosna Savaşı sırasında Mitterrand’ın Sağlık Bakanlığı’nı yapan Bernard Kouchner’e salı günü, “Karadziç’in bu kadar geç yakalanmasında Avrupa’nın bir katkısı yok mu?” diye sorduğumda, Fransız bakan beni konuyu saptırmakla itham etti. Kouchner’e göre gün mutlu olma günüydü, eski defterleri karıştırma günü değil!

    (1) Erhan Türbedar’ın 22 Temmuz tarihli ASAM makalesi. 

    28 Temmuz 2008, Pazartesi

  • Fransa çifte standartlı referandum kararı aldı!

    Fransa çifte standartlı referandum kararı aldı!

    Sarkozy Türkiye’nin AB yoluna bir engel daha koydu

    Pazartesi günü Fransa’nın Millet Meclisi ve Senatosu ülke anayasasının hemen hemen iki maddesinden birini değiştirecek kapsamlı bir reform paketini kararlaştırmıştır. Böylece Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy uzun zamandan bu yana hazırladığı anayasa reformu için gereken 3/5 çoğunluğu bir oyla da olsa sağlamıştır.

    Ancak söz konusu reform paketinin özellikle bir maddesi Avrupa Birliği’nin geleceği ile bağlantılıdır. Yeni anayasaya göre, AB’ye bundan sonra katılmak isteyen ülkelerin üyeliğine ilişkin Fransa’da halk oylaması yapılması kararlaştırılmıştır. Bu uygulama ilk bakışta sanki her aday ülke için geçerliymiş gibi anlaşılabilir, ancak detaylı incelendiğinde, Fransa’nın yine Türkiye karşıtı bir politika izlediği belirmektedir.

    Öyle ki söz konusu referendum sadece AB’nin Temmuz 2004 den sonra üyelik müzakerelerine başladığı ülkeler için geçerli olacaktır. Bu, Ekim 2005 tarihinden bu yana AB ile müzakereleri olan Türkiye’nin üyeliğine ilişkin halk oylaması yapılacağı anlamına gelmektedir. Ancak yeni yasanın açık bıraktığı kapılar da vardır. Eğer iki bölümden oluşan Fransa parlamentosu 3/5 çoğunlukla bir aday ülkenin üyeliğine ilişkin referendum yapılmasına karşı çıkarsa, Cumhurbaşkanı söz konusu üyeliği  halkın değil de, Fransa Parlamentosu’nun kararına bırakabilir. Fransa’nın yıllardan bu yana popülist politikalar yürüttüğü Türkiye gibi bir ülkenin üyeliğinin halk oyuna sunulacağı  kesin. Ancak Fransa’nın çıkarlarına uyan ülkeleri de halk oylamasıyla  engellememek  için yine bir acık kapı bırakılmıştır.

    İnsanın aklına hemen şu soru geliyor: Fransa acaba neden bazı konularda halkın kararına güveniyor da, bazı konularda güvenmiyor? Fransa’nın yeni anayasa değişikliğinde sergilediği referendumlara ilişkin çelişkili tutumu başka bağlamlarda da görülmektedir. Şu günlerde Sarkozy’nin Lizbon Antlaşması’nın İrlanda’da halk oylaması sonucu reddedilmesine gösterdiği tepkiye tanık oluyoruz. Referendum sonucuna, yani halkın kararına saygı göstermek yerine, Sarkozy İrlanda hükümeti  yetkililerini, “sorun“ olarak nitelendirdiği bu duruma “çözüm“ bulmaya çağırmaktadır.

    Sol Parti Meclis Grubu olarak Avrupa Birliği’ne üye olacak ülkelerle Kopenhag Kriterleri’ne dayalı olarak eşit sartlarda müzakereler yürütülmesini savunmaktayız. Ancak bu şekilde Avrupa Birliği’nin inanılırlığı korunabilir ve Avrupalı Hıristiyanlar Kulübü olması engellenebilir.

    Hakkı Keskin

  • Fransızlar dansı Serap’tan öğreniyor

    Fransızlar dansı Serap’tan öğreniyor

    Hurriyet
    Levent GÜNDÜZ/COLMAR | 22.07.2008 20:28:40

    Fransa’nın Colmar kentinde yaşayan Konya asıllı Serap Rigault(44) kentte beş dans okulunda Fransızlar’a modern dans ve folklor öğretiyor. ‘Nomades’ göçenler isimli dans koreografını hazırlayan Serap Rigault Fransa Dans Federasyonu tarafından 2007’nin en iyi üç koreograftan biri olarak seçilmişti.

    KONYA’da dünyaya gelen Bursa Uludağ Üniversitesi İşletme Bölümü mezunu Serap Rigault, Fransızlar’a dans ve folklorü öğretiyor. Dans ve folklora hep yakın olduğunu, boş zamanlarını bu dans etme hobisine ayırdığını söyleyen Rigault, “Folklor, dans, Anadolu yörelerin farklı oyunları hep ilgimi çekti. Severek ve büyük bir zevkle Bursa’da folklor çalıştım ve gençlere ders verdim” diye konuştu.

    Fransa’ya gelişiniz nasıl oldu?

    Bursa’da çalışan Fransız eşim Dominique’le tanıştıktan kısa bir süre sonra evlendik ve eşimle birlikte 1991 yılında Fransa’ya döndük. Bir yıl Paris’te lisan öğrendim. Daha sonra eşimin kaldığı Colmar kentine yerleştik. Üç çocuğumuz oldu. Sinemiz(11), Onat(13) ve Antoine(15) isimli çocuklarıma da dans öğretiyorum. Colmar’da 1996 yılında beş dans okulunda folklor ve modern dans öğretmenliği yaptım. Çoğu Fransız olmak üzere 500 öğrencime dans dersi veriyorum. Ayrıca Colmar Belediyesi, UNİCEF, Strasbourg Akdeniz Festivali ve değişik bölgelerdeki kültürel etkinlikler için dans gösterileri hazırlıyorum.

    Türkler’in dansa ilgisi nasıl?

    Türklerin dans ve folklora ilgisiz maalesef. Fransa’da bugüne kadar hiç Türk öğrencim olmadı. Dans okuluna diğer yabancılar ilgi gösteriyor. Dans ve folklörü çocuklarımıza, gençlere sevdirmemiz gerekiyor. Tabii başta aileler, anne ve baba dans etmeyi sevmeli ki çocuklarına da dans sevgisini aşılayabilsinler. Dans etmenin aynı zamanda güzel estetik bir spor olduğunu, müzik eşliğinde hem eğlence hem spor birarada yapılıyor. Herkese tavsiye ederim.

    Fransa’nın başarılı koreograflarından biri olarak seçildiniz değil mi?

    Haziran ayında Fransa genelinde 600 dans okulun katıldığı Montlucon kentinde en iyi koreograf yarışmasına katıldım ve Nomades (göçmenler) koreografı olarak kasım ayında en iyi üç koreograf arasına seçildim. Nomades grubunda dans eden 50 amatör dansözü özenle seçtim. Başarımız sadece sahnede dansımız değil. Dansın dışında, dansözlerin makyajı, kostümler, müziğimiz, oyunda sergilenen duyguyu seyirciye aktarmak çok önemli. Ödül o kadar önemli değil, yaptığımız çalışmanın Fransa genelinde takdir görmesi bizi daha çok mutlu ediyor. Nomades’in hazırlanması için yaklaşık bir yıl yoğun tempo içinde severek içten çalıştık. Neticeden hepimiz çok mutluyuz.

    Koreografileriniz için hangi tür müziği tercih ediyorsunuz?

    ‘Nomades’ koreografında ‘Mercan Dede’ ve ‘Kardeş Türküler’ grubun şarkılarına yer verdik Fransızlar müziğimizi çok beğendi. Başarıda birçok unsur birleşince ve yapılan çalışma herkes tarafından sevilerek yapıldığında başarı kaçınılmaz oluyor. Eserimizin Türkiye’de de sahnelenmesini arzuluyoruz. Fransa’nın değişik kentlerinde sahnelenen ’Nomades’i Türk seyircisine tanıtmak istiyoruz. Ama maalesef amatör olduğumuz için maddi kaynağımız yok. Şayet sponsor bulunursa Konya, Bursa, Ankara, İstanbul, İzmir gibi kentlerimize de ‘Nomades’i götürmek istiyoruz.

    Yaklaşık üç saat süren Nomades oyunu nedir?

    Nomades değişik halk dansların enerjisi, anlatım biçimiyle Modern Jazz’ın birleşmesinden oluşmuştur. Yeni konsept arayışımızdaki amaç yaşama bakış açımıza, görüşlerimize daha doğru ve daha içten bir anlatım getirmek. Dünya görüşümüzü ve mesajlarımızı içten, gerçekçi bir dille aktarabilme anlayışındayız. Biz şova yönelik bir anlatım tarzından uzak olup yaşamdan kesintiler, iç dünyamızdaki sorgulamaları, hikayeleri anlatmayı hedefledik. Sahnede her hareket, ritim, süslemelerden çok dansımızdaki hikayelerin otantik ezgi ve figürlerle lirik anlatımlarıdır. Yukarıdaki anlatıma ulaşmak için dansçı, yani dansöz seçiminde çok titiz davrandık.

    Dansçılarınız hangi özellikleri taşıyor?

    Teknik açıdan dansçılarımızın çoğu tiyatro ve müzik eğilimli ve etnik dans eğitimi almış gençlerden oluşuyor. Yaşları 8-25 yaş arasında olan 50 amatör dansözün tekniklerin yanında böyle bir çalışma için yüreklerin açık olması çok önemliydi. Kısacası Nomades, sınırları kaldırmaktan bahsederken, kalın çizgilerle insanları ayrıştıran daha çok bireyselciliğe yönelterek zayıflatan sisteme karşı olduğundan yola çıkarak bir diğerine yapılan yolculuktur.

    Yolculuk ilk etapta kendimizle karşı, karşıya geldiğimiz, diğerine doğru attığımız her adımla yumuşak bir direniştir. Her birimizin diğerinin aynası olmak, insanları bireyselleştirmeye yönelten sistemin bize kabullendirmek istediği doğrulara da bir karşı çıkıştır.

    Dansçılarınızın kostümü ve makyajının renkliliğini nasıl açıklıyorsunuz?

    Çok renkli, adeta rengarenk bir yapı, değişik, farklı kültürlerin bu dünyadaki renkli yapısını sembolize ediyoruz. Hiç kimse olmadan herkesten bitr renk olmak isteğiyle değişik kültürleri kendine özgü renkleri, biçimlerini danslarımızdaki hikayeye göre özgürce kullandık. Kostümlerde Türk, Türkmen, Şaman, Berber, Arap, Laos, Tibet desenlerinden ve doğadan esinlenerek hazırladık. Kostümlerimizi sanatçı bir Fransız dostumuz Madeleine Pinot hazırladı. Makyajlar Paris sinema, moda, tiyatro ve televizyon dans alanında çalışan Anais Daubias ve dansçılarımızın kendi beğenilerinden oluşan makyaj tarzı kullandık.

  • FRANSA’DA TÜRKİYE’NİN AB ÜYELİĞİ İÇİN REFERANDUM TARTIŞMASI

    FRANSA’DA TÜRKİYE’NİN AB ÜYELİĞİ İÇİN REFERANDUM TARTIŞMASI

    PARLAMENTO, ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ PAKETİNİ KIL PAYIYLA ONAYLADI 

    PARİS (A.A) – 21.07.2008 – Fransa’da meclis ve senatoyu bir araya getiren parlamento, bu akşam yapılan oylamayla Türkiye’yi de doğrudan ilgilendiren anayasa değişikliği paketini onayladı.

    Parlamentodaki oylamada, 539 ”evet”, 357 ”hayır” oyu çıktı. Anayasa değişikliği paketinin onaylanması için parlamento üyelerinin beşte üçünün oyu gerekiyordu.  Oylamada, 538’in altında ”evet” oyu çıksaydı, Fransa’da uzun süredir yoğun tartışmalara yol açan paket reddedilmiş sayılacaktı.

    Anayasa değişikliği paketinin kıl payıyla da olsa kabul edilerek onaylanması, ”Cumhurbaşkanı Nicholas Sarkozy’nin başarısı” olarak yorumlanıyor.

    Anayasa değişikliği paketi, gerek iktidar gerekse muhalefet partisi içinde derin görüş ayrılıklarına yol açmıştı.

    Parlamentodaki bugün düzenlenen oylamayla, 1958 yılında kurulan 5. Cumhuriyet tarihinde 24. kez anayasa değişikliğine gidilmiş oldu. 

    -TÜRKİYE’Yİ İLGİLENDİREN MADDE- 

    Parlamentoda kabul edilen anayasa değişikliği paketinin 33. maddesinde, AB’ye yeni üye olacak ülkeler için doğrudan referanduma gidilmesi şartı korundu. Ancak meclis ve senato üyelerinin beşte üçünün talep etmesi halinde cumhurbaşkanının, söz konusu ülkenin üyeliğinin onaylanmasına parlamentonun onay verip vermeyeceğine karar vermesi koşulu getirildi.

    Cumhurbaşkanının parlamentoyla ilişkilerini belirleyecek “kurumların reformuna” ilişkin anayasa değişikliği paketindeki Türkiye’yi ilgilendiren madde, uzun zamandır meclis ile senato arasında tartışmalara yol açmıştı.

    Mecliste daha önce kabul edilen maddede, “AB nüfusunun yüzde 5’inden fazla nüfusu olan ülkeler için doğrudan referandum şartının” korunması istenmiş, ancak Senato bu maddeyi “Türkiye gibi müttefik bir ülkeyle ilişkileri yaralayacağı” gerekçesiyle reddetmişti.

    Eski Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, AB’nin Türkiye ile tam üyelik müzakerelerine başlamasına onay vermesinin ardından, üzerindeki yoğun siyasi baskıyı giderebilmek amacıyla 2005 yılında AB’ye yeni üye olacak ülkeler için doğrudan referandum yapılmasına olanak sağlayan bir anayasa değişikliğine gitmişti.

    Cumhurbaşkanı Nicholas Sarkozy, özellikle küçük Balkan ülkelerinin AB üyeliklerinin referandumla engellenmemesi için, referanduma ya da parlamentonun onayına gitme kararının, cumhurbaşkanına verilmesini istemişti.

    Anayasa paketi, cumhurbaşkanının parlamento genel kurulunda da konuşma hakkına sahip olmasını öngörüyor. Yeni değişikliğe göre, cumhurbaşkanı üst üste en fazla iki dönem seçilebilecek.

    Bakanların, aynı zamanda büyük kentlerde belediye başkanı veya bölge konseyi başkanı olmasına da sınırlama getirilecek. Parlamentoya, anayasa mahkemesi veya önemli kamu kuruluşlarına yönetici olarak aday gösterilecek kişileri veto hakkı tanınıyor.

    (RG-SO-MOC)
    21.07.2008 20:54:17

  • Sarkozy Atatürk’e sövdü mü, övdü mü?

    Sarkozy Atatürk’e sövdü mü, övdü mü?

    From: Tolga Cakir <tolga@tolgacakir.co.uk>
    To: Haluk Demirbag
    SABETAY VAROL Paris
    Esad’la Paris’te görüşmesi ile ilgili eleştirilere Sarkozy’nin şu tuhaf cevabı verdiği iddia edildi: “Ne yapalım, Ortadoğu’dan ya Talibanlar, ya da Atatürkler çıkıyor”
    Fransa Cumhurbaşkanı Nicholas Sarkozy’nin, partisine mensup milletvekilleriyle yaptığı bir sohbet sırasında kendisine Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ı kastederek Ortadoğulu diktatörleri neden Paris’e davet ettiği soranlara, “Ne yapalım. Ortadoğu’dan ya Talibanlar ya Atatürkler çıkıyor” karşılığını verdiği iddia edildi.
    Associated Press’in haberine göre iktidar partisi Halk Hareketi İçin Birlik (UMP) milletvekilleriyle bir araya gelen Sarkozy, geçen pazar günü düzenlenen “Akdeniz İçin Birlik” zirvesine Esad’ı davet etmesinin ve Suriye ile ilişkileri güçlendirmek için girişimlerde bulunmasının doğru bir karar olduğunda ısrar etti.
    Esad’ın ayağına kırmızı halı serilmesini barış yapma gereksinimiyle açıklayan Sarkozy, polis devleti olarak bilinen Tunus’un lideri Zeynel Abidin Ben Ali’nin ülkesinde, “küçük kızların tümünün okula gönderildiğinin de unutulmaması gerektiğini” ekledi.
    AP’nin haberinde toplantıda bulunan kimi UMP milletvekillerinin, insan hakları ihlallerini hiçe sayar bir tavırda sarf edilen bu sözlerin bazı milletvekillerini sinirlendirdiğini ve şoke ettiğini yazdı.
    Kaynak: Milliyet, 16 Temmuz 2008
  • TÜRKİYE-AB İLİŞKİLERİNDE SARKOZY FRANSASI FAKTÖRÜ

    TÜRKİYE-AB İLİŞKİLERİNDE SARKOZY FRANSASI FAKTÖRÜ

    Sarkozy, başından beri Türkiye ile üyelik yerine ortaklığa dayalı farklı bir ilişki türünün geliştirilmesini savunuyor.

    Stratejik Analiz,
    Mayıs’08

    Dr. Deniz ALTINBAŞ
    ASAM Avrupa Uzmanı
    daltinbas@asam.org.tr

    Türkiye’nin AB’ye üyelik müzakereleri süreci, krizler ve tıkanmalarla birlikte devam etmektedir. Müzakere sürecinin başlaması önemli bir adım olarak görülürken, önce Kıbrıs nedeniyle bazı müzakere başlıklarının dondurulması, arkasından Fransa’nın yeni cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin engellemeleri nedeniyle bir kez daha sorunlu bir döneme girilmiştir. Nicolas Sarkozy, maliye bakanı olduğu dönemden başlayarak Türkiye ile üyelik yerine ortaklığa dayalı
    farklı bir ilişki türünün geliştirilmesini savunmuştur.

    Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyasında da bu konuyu kullanmış olan Sarkozy, hâlâ açıkça Türkiye’nin AB üyeliğine karşı olduğunu ve bunu engellemek için her türlü girişimde bulunacağını söylemektedir. Türkiye’nin bir Avrupa ülkesi olmadığını, dolayısıyla AB içinde de yeri bulunmadığını söyleyen Sarkozy, Türkiye ile her alanda işbirliğini savunduğu, ancak AB ile siyasi entegrasyon sürecine girmesine karşı çıktığını belirtmektedir.

    Fransa’nın engellemelerinden en somut olanı, Sarkozy’nin, tam üyelik yolunu açacağı ve geri dönüşü olmayacak şekilde Türkiye’nin AB ile entegrasyonunu sağlayacağı gerekçesiyle beş müzakere başlığının açılmasına izin vermeyeceğini açıklamasıdır.

    Bu beş başlık; ekonomi ve parasal politikalar, bölgesel fonlar, tarım politikası, finans konuları Haziran sonuna kadar geçici olarak kapatılması için çalıştığını belirtmektedir.

    Her ne kadar bugüne kadar açılmış olan başlıklar Fransa tarafından “aksesuar” olarak değerlendirilse de, Brüksel tüm başlıkların tam üyeliğe yönelik olduğunu dile getirmektedir.

    Bu süreç içinde Türkiye’den yapılan tüm resmî açıklamalar, net bir şekilde, amacın tam üyelik olduğunu ve bu seçeneğin dışında başka hiçbir önerinin kabul edilmeyeceği yönündedir.

    Türkiye’nin AB Sürecinde Sarkozy Unsuru

    Fransa Cumhurbaşkanı, seçildikten sonra, üyeliğe karşı olduğunu ifade etmeye devam etmesine rağmen, Türkiye’nin sürecini tamamen durdurma girişiminden vazgeçmiştir. Bu durum, bir “U dönüşü” olarak değil, “esneklik” olarak algılanmalıdır. Nitekim Fransa’nın Avrupa işlerinden sorumlu bakanı Jean-Pierre Jouyet, ancak tam üyelik ve imtiyazlı ortaklık şeklindeki her iki seçeneğin de açık tutulması koşuluyla müzakere sürecinin engellenmeyeceğini belirtmektedir.

    Sarkozy liderliğindeki Fransa, Türkiye ile AB’nin üyelik çerçevesindeki ilişkilerinden bahsedilirken önceki belgelerde yer alan “katılım” ifadesinin çıkarılarak yerine “hükümetlerarası görüşmeler” şeklinde bir kullanıma gidilmesini sağlamıştır. Her ne kadar, bunun, müzakere sürecinin durma noktasına gelmemesi için Fransa’ya verilen sembolik bir taviz olduğu ileri sürülse de, ikili görüşmelerin amacının katılım olmadığını gösteren bir sonuç ortaya çıkmaktadır. Fransa’nın bu kelime ile ilgili ısrarları, Türkiye’nin üyeliğini savunan, özellikle İngiltere ve İsveç gibi ülkelerin tepkisini çekmiştir.

    Türkiye’nin üyeliğini sonlandırmaya yönelik bir başka hamle ise, Akdeniz Birliği girişimi olmuştur. Sarkozy, AB üyeliği yerine Akdeniz’e kıyısı olan ülkelerle oluşturulacak AB benzeri bir başka entegrasyon sürecine üyeliği önermiş, ancak başta Almanya olmak üzere AB üyelerinin itirazlarıyla karşılaşmış ve Fransız liderin amacının dışına çıkarılmış, tüm AB üyelerini kapsayacak bir işbirliği girişimi şeklindeki versiyonuyla kabul edilmiştir.

    Akil Adamlar Komitesi (Fikir Grubu)

    Dönem Başkanı Portekiz’in Türkiye ile, ulaştırma ağları ve tüketici sağlığının korunması başlıkları –

    Sarkozy’nin bugün genişlemeye değil de sadece Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkmasının nedenlerinin; Fransa’dan daha büyük bir ülkenin üyeliği ile güç kaybedeceği, ekonomik külfet getireceği gibi noktaların yanında “Hristiyan Avrupa” düşüncesi veya seçim hesaplarının olabileceğini söyleyebiliriz. ve kurumsal konulardır. Bu bağlamda, 2007 yılının Haziran ayında parasal politikalar başlığının açılmasını engellemiştir.

    Aslında ilk önce bütün başlıkların açılmasına karşı çıkan Sarkozy, bu girişimi nedeniyle Brüksel’de desteksiz kalınca, çözüm olarak artık kendisine ait bir tarz haline getirdiği “şartlı kabulü” ileri sürmüştür. Sarkozy, “iki yollu müzakere formülü” olarak adlandırılan bu koşulla, hem tam üyelik hem de imtiyazlı ortaklık ilişkisi için geçerli olabilecek başlıkların açılmasına itiraz etmemeye karar vermiştir.

    Bugünkü müzakere sürecine baktığımızda, zaten Kıbrıs nedeniyle dondurulmuş olan, daha açık bir ifadeyle Türkiye limanları açmayı kabul edene kadar başlatılmayacak olan sekiz başlık bulunmaktadır. Bunlar; malların serbest dolaşımı, hizmet sağlama özgürlüğü, finans hizmetleri, ulaşım, tarım ve kırsal kesim kalkınması, balıkçılık, gümrük birliği ve dış ilişkilerdir. Şimdiye kadar altı başlık açılmış, sadece bilim ve araştırma geçici olarak kapatılmıştır.

    Açılmasına rağmen hâlâ kapatılamamış olanlar; istatistik, trans-Avrupa şebekeleri, işletmeler ve sanayi politikası, mali kontrol ve tüketici sağlığının korunmasıdır.

    Bu arada, hiçbir başlığın, tamamlanmış olsa bile nihai olarak kapatılmayacağını belirtmek gerekir. Bu da, kapatıldığı düşünülen başlıkların bir gün yeniden açılması anlamına gelebilecektir.

    2008 yılının ilk yarısında Avrupa Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Olli Rehn, dönem başkanı Slovenya’nın da desteğiyle iki başlığın daha açılmasını talep etmişti. Rehn’in öncelik verdiği enerji başlığına Rumlar, eğitim ve kültür başlığına ise bir kez daha Fransa itiraz etmektedir.

    Komisyon, bugün, açılmış olan başlıklardan en az ikisinin açılması girişimi, Sarkozy’nin önce Türkiye’nin üyeliğini sorgulayacak Akil Adamlar Komitesi’nin kurulması şartıyla bloke edilmiştir.

    Fransız Cumhurbaşkanı’nın istediği, bu grubun AB’nin geleceği üzerine çalışması ve Türkiye’nin üyeliğinin AB’nin çıkarları dahilinde olmadığı sonucuna varmasıydı. Türkiye’nin üyeliğine karşı olan Alman Şansölyesi Angela Merkel’den destek alan girişime, kapalı kapılar ardında bir grup elitin karar alması fikrine itiraz eden Avrupa Parlamentosu ile Türkiye’nin üyeliğini sorgulamaya yönelik olmasını kabul etmeyen İngiltere, diğer kuzey ülkeleri ve Avrupa Komisyonu karşı çıkmıştır. Komisyon, bağımsız ve tecrübeli olması durumunda katkı sağlayabileceğini, ancak kararlarının Avrupa kurumlarının yerini tutmayacağını, üstelik sadece Türkiye konusunun tartışılmasıyla sınırlı kalmaması gerektiğini belirtmiştir. Sonuçta Akil Adamlar Komitesi, Fikir Grubu (Reflexion Group)  ismiyle Sarkozy’nin istediğine yakın, ancak yetki ve görev alanı daraltılmış bir şekilde kurulmuştur. Üyeleri, 2008 yılının ikinci yarısında Fransa’nın dönem başkanlığında belirlenecek olan çalışma grubunun başkanlığına İspanya eski Başbakanı Felipe Gonzales, başkan yardımcılığına Letonya’nın eski başbakanı Vaira Vike-Freiberga ve Nokia yöneticilerinden Finlandiyalı Jorma Ollila’nın getirilmesi kararlaştırılmıştır. “2020-2030 yıllarında nasıl bir Avrupa istiyoruz” sorusuna cevap arayacak grubun, AB içinde ve çevresinde refah ve istikrarın nasıl artırılabileceğini ve korunabileceğini araştırması; enerji, çevre sorunları, terörle mücadele, göç, ekonominin daha rekabetçi hale getirilmesi gibi konuları incelemesi ve çalışma sonuçlarını 2009 yılında sunması beklenmektedir. Fikir Grubu’nun yapılanması Fransız cumhurbaşkanının önerisinin ötesine gitmiş olsa da, yine de amacına yaklaştığını söylemek mümkündür. Öncelikle, Sarkozy’nin seçmenlere verdiği, Türkiye’nin üyeliğini engelleme sözünü bir şekilde tutmaya çalıştığını göstermektedir. İkincisi, her ne kadar Türkiye’nin üyeliğinin konu edilmeyeceği ileri sürülmekteyse de, AB’nin geleceğini tartışacak olan bir çalışma grubunun genişlemeyi ele almaması mümkün değildir. Dolayısıyla, sadece Türkiye konusunu tartışmak üzere kurulmamakla birlikte, AB’nin sınırları ile beraber Türkiye konusuna da değinilmesini beklemek gerekir. Aslında, AB’nin şimdiki ve gelecekteki komşularıyla ve diğer güçlerle ilişkileri, küresel düzlemde AB’nin yeri, entegrasyon düzeyi, vatandaşların katılımı, şeffaflık ve demokrasi sorunlarının ele alınması daha faydalı olacaktır. Şu da belirtilmelidir ki, uluslararası ortam, ulusal çıkarlar ve hatta devlet sistemlerinin değişme ihtimali nedeniyle genişleme ile ilgili uzun vadeli planlamalar yapmanın faydası olmayacaktır. Fikir Grubu, karar merci değil sadece bir tür tartışma platformu şeklinde düşünülmüştür. Dolayısıyla, Fikir Grubu’nun çalışma sonucu Türkiye için olumlu da olsa olumsuz da olsa bağlayıcı tarafı olmayacak, ancak yönlendirme etkisi olabilecektir. Örneğin, Türkiye’nin adını bile zikretmeden genişlemenin olumsuzluklarını sunmaları etkili olabilecektir. Yine de, siyasi liderlerin Türkiye hakkındaki düşünceleri, karar merci olmaları ve kamuoyunu oluşturma güçleri nedeniyle çok daha önemlidir. Bu arada, Avrupa Parlamentosu, hızlı gidildiği takdirde AB içinde bölünmelere neden olarak, bazı ülkelerin daha fazla Fransa’nın dönem başkanlığında Sarkozy’nin, Türkiye için sürekli dile getirdiği “adaylık statüsünü düşürmeye yönelik projeleri”n yeniden gündeme gelmesi bekleniyor. entegrasyona giderken bir bölümünün kenarda kalacağı endişesiyle, genişleme sürecinin yavaşlatılmasını öneren ve Mayıs ayında oylamaya sunulması etmesini savunanların başında Avrupa Komisyonu gelmektedir. Komisyon Başkanı José Manuel Barroso, Sarkozy’nin engelleme girişimlerinin Türkiye’nin hem Fransa ile hem de AB ile ilişkilerini olumsuz etkileyeceğini, Türkiye ile müzakereleri durdurmaları durumunda üye devletlerin bunun sonuçlarına
    katlanacaklarını söylemektedir.

    Komisyon’un Genişlemeden Sorumlu Üyesi Olli Rehn de, Türkiye ile müzakerelerin kesilmemesini, reformların teşvik edilmesi açısından savunanlardandır. Avrupa Parlamentosu’nda Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkanlar kadar, kimi zaman ağır şartlar öne sürmelerine rağmen destek verdiklerini savunan Yeşiller, Liberaller ve Sosyalistler bulunmaktadır. Aslında, bu grupların üyelik yanlısı değil müzakere yanlısı olduklarını, çünkü taleplerinin yerine getirilmesinin tek yolunun bu süreç olduğunu söylemek mümkündür. Türkiye’nin üye olmasını “gerçekten” isteyenler, İngiltere ve kuzey ülkeleri gibi görünmektedir. Bu ülkeler geleneksel olarak AB’nin sürekli büyümesini savunmaktadırlar. Örneğin İsveç Başbakanı Frederic Reinfeldt, AB’nin sürekli genişlemesinin Avrupa değerlerini yaymak için başlıca stratejik araç olduğunu ve Türkiye’ye yapılmaya çalışıldığı gibi yeni duvarlar inşa etmenin kıtada istikrarsızlık riski gibi sorunlara neden olabileceğini ifade etmektedir.

    Egemenliklerin devri konusunda hassas olan kuzey ülkelerinin AB vizyonlarının, Almanya ve Fransa gibi üyelerden farklı olarak siyasi entegrasyon yerine gevşek yapılı bir birlik şeklinde olduğu hatırlatılmalıdır. Bir diğer destekçi ABD’nin başlıca endişesi, AB kapısının kapanması durumunda Türkiye’nin İran ve Rusya ile yakınlaşacağı ve bu durumda bölgedeki dengenin altüst olacağıdır. Belki de bu duruma bir önlem teşkil edecek biçimde, Türkiye’nin AB üyesi olmasa dahi “imtiyazlı ortaklık” gibi bir başka statü verilerek AB çatısı altında hapsedilmesi savunulmaktadır.

    Almanya’nın Eski Dışişleri Bakanı Joschka Fischer, Rusya ve İran’ın Türkiye’yi kendi taraflarına çekmek için AB’nin tepkisini beklediğini ileri sürerek Türkiye’nin dışarıda bırakılmasının sorumsuzca bir hareket olacağını ileri sürmektedir. Fischer’e göre bu sonuç, Avrupa enerji politikası açısından da çok
    ciddi sonuçlar doğuracaktır. 

    AB üyesi ülkeler

    2008 yılının Temmuz ayında başlayacak dönem başkanlığı, Fransa’nın, “ipleri ele geçirme” çabaları çerçevesinde etkili olmaya çalışacağı bir süreç olacaktır. Bu dönemde, Türkiye ile AB ilişkilerinde, yeni “girişimler”le beraber Sarkozy’nin sürekli dile getirdiği “adaylık statüsünü düşürmeye yönelik projeleri” bekleyebiliriz.

    Türkiye’nin AB içinde yerinin olup olmadığının bugün tartışmaya açılması gayrimeşrudur. Çünkü Türkiye’nin üyeliğine karşı olanların engel olarak ileri sürdükleri coğrafî konum, nüfus, din, kültür, ekonomik yapı gibi unsurlar Türkiye’nin 1999 yılında aday olarak kabul edildiğinde de sahip olduğu ve değiştirmesi mümkün olmayan özellikleridir. Daha önce alınmış kararlardan vazgeçilmesi uluslararası hukuka ve ahlak ilkesine uygun düşmemektedir. Benzer düşünceleri savunan dünyaca ünlü yirmi entelektüel, Açık Toplum Enstitüsü’nün web sitesinde, Sarkozy’nin Türkiye’yi AB’den dışlamaya yönelik tutumunun gayrimeşru olduğunu savunan bir bildiri yayınlamıştır.

    Türkiye’nin Üyeliğine Yönelik Görüşler

    Türkiye’nin üyeliği konusunun birkaç yıl öncesine göre çok daha fazla tartışıldığı ve üyeliğe karşı olan kesimlerin hem arttığı hem de seslerini yükseltmekte oldukları görülmektedir. Üye ülkelerde önemli bir iç politika unsuru haline getirilen Türkiye meselesi, kimi zaman ilgisi bulunmayan konularda dahi seçim malzemesi yapılmaktadır. Örneğin, Avrupa Anayasası 2005 yılında Fransa’da halk oylamasına sunulurken, Anayasa karşıtları Türkiye’nin üyeliğine karşı olanların anayasaya “hayır” oyu vermeleri için çağrıda bulunmuşlardır. Bu durumun farkında olan Türk hükümeti de tepkisini göstermekte, Dışişleri Bakanı ve Başmüzakereci Ali Babacan, Türkiye ile AB ilişkilerinin “kısa vadeli siyasi çıkarlar için riske edilmekte” olduğu eleştirisinde bulunmaktadır.

    Türkiye’nin üyeliğini destekleyip desteklemediği belli olmasa da, en azından müzakere sürecinin devam de petrolde yüzde 30 ile yüzde 85 arasında, gazda ise yüzde 32 ile yüzde 100 arasında değişen oranlarda dışarı bağımlılık söz konusudur. Türkiye’nin üyeliğini savunma gücü açısından da destekleyenler bulunmakta; Afganistan, Kongo, Lübnan ve Yugoslavya’daki operasyonlara katkısı örnek olarak gösterilmektedir.

    Bir görüşe göre, bugüne kadar Batı üzerinden güvenlik sağlamaya çalışan Avrupa doğuyu ihmal etmiştir ve artık Avrupa’nın varlığından Türkiye ve Rusya olmadan söz edilemeyecektir.

    Avrupa Parlamentosu eski başkanlarından İrlandalı Pat Cox, Avrupa’nın “diğer liderleri de keşke Sarkozy gibi Türkiye’ye karşı dürüst olsalar” şeklinde konuşmuştur.

    Aynı sözleri söyleyen birçok Avrupalı siyasetçi olduğunu düşünürsek, aslında Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkanların görünenden daha fazla olduğunu ileri sürebiliriz. Ancak nasıl olsa Sarkozy gibi bir engel varken diğer ülkelerin Fransa’nın arkasına sığınarak gerçek düşüncelerini ifade etmekten kaçındığını söylemek yanlış olmayacaktır.

    Sarkozy’nin Türkiye Karşıtlığının Sebepleri

    Fransa, AB’nin genişlemesine her zaman karşı çıkan ülkelerden olmuştur. İngiltere’nin üyeliğini iki kere veto etmiş, İspanya’ya zorluklar çıkarmış ve doğu genişlemesine uzun süre itiraz etmiştir. Bunun başlıca sebebi, AB içinde güç kaybedeceği endişesi olmuştur. Altı üye ile başlayan Avrupa entegrasyon sürecinde Fransa, uzun yıllar Birliğin en büyük ülkesi olarak ortak politikaları neredeyse tek başına şekillendirmiş ve ulusal çıkarlarını AB üzerinden gerçekleştirmiştir. Fakat, önce iki Almanya’nın birleşmesi, sonra da doğu genişlemesi ile birlikte liderlik koltuğunda tek başına oturamamanın sıkıntısını yaşamaya başlamıştır. Ancak Fransa’nın AB işlerinden sorumlu bakanı Jean-Pierre Jouyet, Financial Times’daki röportajında, Fransa’nın eskisi gibi genişlemeye karşı olmadığını, daha büyük bir Birliğin dünyada daha güçlü olacağını düşündüğünü ileri sürmüştür. Bu değişimin 2005 yılında Fransız Türkiye’nin yıllardır dış politika alanındaki enerjisini Avrupa’ya yöneltmiş olması nedeniyle, diğer bölgeler ihmal edilmiştir. Önümüzdeki süreçte, Çin’in Afrika’daki veya İran’ın Latin Amerika’daki varlığı örneklerinde görüldüğü üzere, Türkiye’nin dış politikada çeşitliliğe gitmesi önemlidir. Almanya Başbakanı Angela Merkel, Sarkozy’nin Türkiye’ye yönelik politikalarında en büyük destekçisidir.

    AB’nin Türkiye’ye Olumsuz Sinyalleri

    Lagendijk’in aksine, eski Türkiye raportörlerinden olan Avrupa Parlamentosu Hristiyan Demokrat Grubu üyesi ve Sarkozy’nin AB danışmanı Alain Lamassoure, Fransız Cumhurbaşkanı’nın Türkiye’nin üyeliğini engelleyeceğini, müzakerelerin katılım için değil imtiyazlı ortaklık için sürdürüldüğünü ifade etmektedir.

    Türkiye’nin ortak tarım politikası, bölgesel fonlar ve kişilerin serbest dolaşımının daimi olarak dışında bırakılabileceğinin resmî belgelerde belirtilmesi, Türkiye’de üyeliğe dair ciddi soru işaretleri yaratmıştır. Bu tür olumsuz sinyaller ve çifte standartlar nedeniyle Türkiye’ye özgü yeni bir kavram dahi ortaya çıkmıştır. Türkiye, “üye” olmak istemesi gerekirken artık “tam üye” olmak istediğini dile getirmektedir. Bu durumda Türkiye için “tam olmayan” bir üyelik durumunun da söz konusu olabileceği ileri sürülebilir. Batı basınına baktığımızda da, Türkiye’ye “farklı muamele” yapıldığının kabul edildiğini görüyoruz. Örneğin 2004 İlerleme Raporu sonrasında Le Monde gazetesinin başyazısında Türkiye’ye “sıradan bir aday ülkeden” farklı davranıldığı, bazı uygulamaların sadece Türkiye için planlandığı ileri sürülmüştür. New York Times’da Türkiye’nin reform süreci içindeki “en ufak bir tökezlemesinin” müzakerelerin durmasına sebep olacağı, bu durumunda üyelik önünde engel oluşturabileceği ifade edilmiştir. Financial Times Deutschland’da, Komisyon’un Türkiye’ye “evet” demesine rağmen, tavsiye kararının içine “acil çıkış kapısı koyduğu” belirtilmiştir. Bir başka Le Monde makalesinde, her ne kadar telaffuz edilmese de, 2004 raporunda “imtiyazlı ortaklık yolunun açıldığı” ileri sürülmektedir. Aynı yazıda, AB’nin müzakereleri durdurma hakkını elinde tutması “el freni” olarak değerlendirilmektedir. Avusturya’nın eski başbakanı Schüssel’in önerdiği “sonsuza kadar müzakere” formülü, bugün Sarkozy ve Merkel gibilerinin “üyeliğe hayır-müzakereye evet” politikaları, Rehn’in yeni müzakere başlıklarının açılmasını savunurken “reformların devamlılığı için” ifadesini kullanması ve Barroso’nun “müzakereler sona ermeden Türkiye’nin üyeliği konusunda karar verilmemeli” şeklindeki sözleri dikkate alındığında, AB’nin, Türkiye’nin üye olmasını değil, vatandaşlarının anayasayı referandumda geri çevirmesinden sonra yaşandığını belirten Jouyet, önceki yıllarda, entegre olmuş bir AB’yi savunduklarını, genişlemenin de entegrasyonu olumsuz yönde etkileyeceğine inandıklarından buna karşı çıktıklarını, fakat artık Balkan ülkelerinin üyeliklerini desteklediklerini söylemiştir.

    Sarkozy’nin bugün genişlemeye değil de sadece Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkmasının nedenlerinin; Fransa’dan daha büyük bir ülkenin üyeliği ile güç kaybedeceği, ekonomik külfet getireceği gibi noktaların yanında “Hristiyan Avrupa” düşüncesi veya seçim hesaplarının olabileceğini söyleyebiliriz.

    Libération gazetesinde bir yazıda Sarkozy’nin kapalı kapılar ardındaki konuşmalarından yola çıkarak, Türkiye’nin üyeliğine karşı olmasının nedeninin Müslüman nüfus olduğu iddia edilmiştir. Diğer AB üyelerinin liderleri ile yaptığı özel görüşmelerde, Türkiye’nin üyeliğine itirazını haklı göstermek için Müslümanları hedef alan sert saldırılarda bulunduğu belirtilmiştir. Fransa Cumhurbaşkanı’nın İrlanda ve İsveç liderleri ile yaptığı görüşmede, asıl konunun dışına çıkarak Müslümanlara yönelik kaba ve karmaşık bir konuşma yaptığı ve iki liderin Sarkozy’nin söylediklerine ve kontrolsüz sinirli davranışlarına inanamadıkları ileri sürülmüştür.

    AB-Türkiye Karma Parlamento Komisyonu Eş Başkanı Joost Lagendijk, Sarkozy’nin Türkiye’nin üyeliği konusundaki çabalarıyla ilgili olarak oy birliği ile alınmış kararların yine oy birliği ile değiştirilebileceğini, Sarkozy’nin Türkiye’yi süreçten koparmaya gücünün yetmeyeceğini, ancak sembolik kazanımlar peşinde olduğunu söylemiştir.  ama müzakereleri sürdürmesini ve bu süreç içinde de imtiyazlı ortaklık statüsüne ikna edilerek AB’ye bağlanmasını amaçlandığı görülmektedir.

    Sonuç

    Sarkozy’nin seçildikten sonraki ilk Brüksel ziyaretinin “Fransa’nın Avrupa’ya dönüşü” şeklinde nitelendirilmiş olması önemlidir. Fransa’nın, özellikle Avrupa anayasasının reddedilmesi sonrasında pasif konuma düştüğü AB’ye, Sarkozy ile iki önemli konuda dönüş yaptığı ileri sürülmektedir. Lizbon Anlaşması’nın onaylanma sürecine girmesi bir başarı olarak görülmektedir. Oysa daha önce reddedilen belge hem “anayasa” olmaktan çıkarılarak hem de risk almamak için halkoylamasına sunmaktan kaçılarak onaylanmıştır. Sarkozy’nin, Fransızların yüzde 71’i Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkmasına rağmen Türkiye konusundaki son sözü Fransız halkının söylemesini istemediği, dolayısıyla bir kez daha riskten kaçtığı, Cumhurbaşkanı’nın yakın çevresi tarafından dile getirilmektedir.

    Sarkozy’nin ikinci başarısının ise Türkiye’nin üyeliği konusundaki girişimleri olduğu belirtilmektedir. Her ne kadar Sarkozy’nin bu konudaki girişimleri daha başarılı kabul edilebilse de, şimdilik sonuçsuz kalmıştır. Akil Adamlar Komitesi veya Akdeniz Birliği gibi engelleyici adımlar değiştirilerek -üstelik tehditle kabul ettirildiğinden- başarı olarak görülemez. Akdeniz Birliği projesinin AB çatısına alınması karşısında Sarkozy, “bunun bir ödün olduğunu inkâr etmiyorum, ama Avrupa’yı ödün vermeden inşa etmek çok zor” şeklinde konuşmuştur. 

    Ferenczi, bu iki konuyu Fransa’nın özellikle genişleme ile birlikte kaybettiği etkinliği araması çerçevesinde Avrupa’yı şekillendirme çabası olarak değerlendirmektedir.

    Özellikle 2008 yılının Temmuz ayında başlayacak dönem başkanlığı, Fransa’nın, “ipleri ele geçirme” çabaları çerçevesinde etkili olmaya çalışacağı bir süreç olacaktır. Bu dönemde, Türkiye ile AB ilişkilerinde, yeni “girişimler”le beraber Sarkozy’nin sürekli dile getirdiği “adaylık statüsünü düşürmeye yönelik projeleri” bekleyebiliriz. Bu durum sadece Türkiye ile ilişkilerde değil, AB’nin kendi içinde de gerginlik yaratacaktır.

    Le Figaro gazetesinde, Türkiye konusunun özellikle Fransa ile İngiltere gibi ülkeler arasında anlaşmazlıklar çıkaracağı ileri sürülmektedir. Üstelik Sarkozy, AB’nin ve selefi Chirac’ın imzaladığı kararları yok sayarak Fransız devletine ve AB’ye meydan okumaktadır. Sarkozy’nin Türkiye’nin üyeliğine yönelik gayriahlâkî tavırları nedeniyle Fransa’nın Türkiye ile ekonomik ilişkilerinde sorunlar yaşadığı ileri sürülmektedir. Bernardin, Libération gazetesindeki yazısında Sarkozy’nin bu yaklaşımı nedeniyle sonuçta iki kaybedenin ortaya çıkacağını, bunların Fransa ve AB olacağını savunmaktadır.

    AB’nin Türkiye’yi reddetmesinin en büyük etkisi AB üzerinde olacaktır. Pacta sund servanta (ahde vefa) ilkesinin göz ardı edilmesi, AB’nin aldığı kararların sürekliliğinin olmadığını, dolayısıyla güvenilir olmadığını gösterecektir. Bu şekilde, AB’nin diğer ülkelerle de sağlam ilişkilere sahip olması ve küresel düzlemde bir güç haline gelmesi imkânsızlaşacaktır. Türkiye, sürekli “ahde vefa” ilkesinin üzerinde durmakta ve Avrupa’yı kısa vadeli iç sorunlarla uğraşırken uzun vadede önemli olabilecek olayları görmemekle, bir başka ifadeyle vizyon eksikliği ile eleştirmektedir.

    Dışişleri Bakanı ve Başmüzakereci Ali Babacan, bugün dondurulmuş olanlar da dahil olmak üzere tüm başlıklarla ilgili çalışmaların AB’den bağımsız bir şekilde yürütülmekte olduğunu belirtmektedir. Türkiye’nin üyeliğinin söz konusu olmaya başlayacağı tarihe kadar AB üyesi ülkelerde en az iki seçim daha yapılacağı ve Türkiye’yi destekleyen isimlerin iktidara gelme ihtimali göz önünde tutulmalıdır. Charles Grant tarafından yapılan “2027 yılında AB” simülasyonunda, Fransa’nın iki referandumda reddettiği Türkiye’ye, üçüncüsünde evet dediği öngörülmektedir.

    Bir başka ilginç araştırma olan Harvard Üniversitesi’nin müzakere kültürüyle ilgili incelemesinde, Fransızların “evet” demesinin gerçek anlamda “evet”, “hayır” demelerinin ise “müzakereye devam, ileride anlaşabiliriz” anlamına geleceği iddia edilmektedir. Dolayısıyla, uzun müzakere sürecinin sonunda AB’nin Türkiye’yi “tam” üyeliğe istemesi bir olasılıktır. Bugün gelinen noktada, hazır olmayan tarafın AB olduğu görülmektedir. Türkiye’nin adaylığını sonlandırmak için meşru gerekçelerden yoksun olan AB’de bazı kesimlerin psikolojik baskı uygulayarak Türkiye’nin kendiliğinden masadan kalkmasını sağlamaya çalıştığına dair iddialar mevcuttur. Reddedenin AB olması, bu karar için ağır bir bedel ödeyecek olması nedeniyle önemlidir.

    Türkiye’nin yıllardır dış politika alanındaki enerjisini Avrupa’ya yöneltmiş olması nedeniyle, diğer bölgeler ihmal edilmiştir. Önümüzdeki süreçte, Çin’in Afrika’daki veya İran’ın Latin Amerika’daki varlığı örneklerinde görüldüğü üzere, Türkiye’nin dış politikada çeşitliliğe gitmesi önemlidir. Öte yandan, imtiyazlı ortaklık türü alternatifler için Türkiye tarafından da bazı hazırlıklar yapılmasının “her ihtimale karşı” gerekli olduğu düşünülmektedir.

    Ben Hall, “France is Ready to Champion Larger EU”, Financial Times, 7 Ocak 2008.
    Marc Bernardin, « France, Turquie : perdants-perdants », Libération, 4 Mart 2008.
    Jean Quatremer, “Sarkozy et les musulmans”, Libération, 19 Kasım 2007.
    “Joost Lagendijk: Sarkozy’nin, Türkiye ile müzakereleri kesemeyeceğini kendiside biliyor”, ABHaber, 31 Aralık 2007.
    “Lamassoure ABHaber’e konuştu: Sarkozy,Türkiye’nin AB üyeliğini engelleyecek”, ABHaber, 21 Şubat 2008.
    “L’Europe et la Turquie”, Le Monde, 7 Ekim 2004.
    Elaine Sciolino, “EU Gives Turkey ‘A Qualified Yes”, New York Times, 7 Ekim 2004.
    Kai Beller ve Peter Ehrlich, “EU-Kommission Lässt Sich Beim Ja zur Türkei Hintertürchen Offen”, Financial Times Deutschland, 6 Ekim 2004.
    Arnaud Leparmentier, “La Commission Européenne Entrouvre la Porte à la Turquie”, Le Monde, 6 Ekim 2004.
    Jochen Luypaert, “Commission challenges France on Turkish membership talks”, EUObserver, 24 Ekim 2007.
    Alexandrine Bouilhet, « Bruxelles défend la Turquie contre Sarkozy », Le Figaro, 14 Ekim 2007.
    « Sarkozy à Bruxelles pour renouer avec l’UE », Le Monde, 24 Mayıs 2007.
    Alain Lamassoure, Jean-Pierre Decool, Lionnel Luca vd, “La Turquie dans l’UE? C’est Toujours Non!”, Le Monde, 29 Ocak 2008.
    Guillaume Perrault ve Judith Waintraub, « Turquie : l’UMP tient dur comme fer au référendum », Le Figaro, 20 Aralık 2007.
    « L’UE valide un projet édulcoré d’Union pour la Méditerranée », Libération, 14 Mart 2008.
    Thomas Ferenczi, « A la recherche de l’influence perdue », Le Monde, 7 Kasım 2007.
    “Le Figaro: Türkiye dosyası AB’de yeni gerilimler yaratacak”, ABHaber, 21 Ekim 2007.
    Marc Bernardin, « France, Turquie : perdants-perdants », Libération, 4 Mart 2008.
    “Babacan: Sarkozy’nin Türkiye ile ilgili genel yaklaşımından memnun değiliz”, ABHaber, 20 Kasım 2007.
    Thomas Ferenczi, « Vingt ans après, l’Union en 2027… », Le Monde, 20 Nisan 2007.
    Bahadır Kaleağası, “Fransa’nın karmaşık ruhu ve Türkiye”, ABHaber, 17 Aralık 2007.
    Dip Notlar, Le Figaro, 27 Eylül 2004.
    Henri de Bresson, « L’adhésion de la Turquie à l’UE oppose les candidats », Le Monde, 4 Mayıs 2007.
    Alain Lamassoure, Jean-Pierre Decool, Lionnel Luca vd, “La Turquie dans l’UE? C’est Toujours Non!”, Le Monde, 29 Ocak 2008.
    Thomas Ferenczi, « L’UE Refuse d’ouvrir avec la Turquie des Négociations sur la Monnaie »,Le Monde, 26Temmuz 2007.
    Philippe Ricard, Natalie Nougayrède, « Bruxelles salue l’inflexion de M. Sarkozy sur la Turquie », Le Monde, 29 Ağustos 2007.
    « Fransa, Türkiye ile müzakereleri bloke etmeye devam ediyor », ABHaber, 18 Ekim 2007.
    Pierre Avril, « L’Europe poursuit la discussion avec la Turquie », Le Figaro, 19 Aralık 2007.
    Sami Kohen, „Sarkozy değişti mi?“, Milliyet, 27.9.2007.
    „Fransız Bakan: Fransa, Türkiye’nin AB ile üyelik müzakerelerini engelleme uğraşı içerisinde değil“, ABHaber, 24 Eylül 2007.
    Pierre Avril, « L’Europe poursuit la discussion avec la Turquie », Le Figaro, 19 Aralık 2007.
    Pierre Avril, « Méditerranée : Paris rabote ses ambitions », Le Figaro, 12 Mart 2008.
    « Nicolas Sarkozy et Angela Merkel veulent convaincre l’UE de l’utilité de l’Union pour la Méditerranée », Le Monde, 13 Mart 2008.
    Bu konuda daha ayrıntılı bir değerlendirme için bkz. « Deniz Sarkozy’nin Büyük Yenilgisi: Akdeniz Birliği Projesinin Değiştirilmesi », 17 Mart 2008,

    Elitsa Vucheva, “EU-Turkey membership talks to move a step further in December”, Euobserver, 20 Kasım 2007.
    Philippe Ricard, « M. Sarkozy obtient la création d’un groupe de réflexion sur l’Union, avec un mandat limité », Le Monde, 12 Aralık 2007.
    Honor Mahony, “France eases stance on EU Turkey talks”, EUObserver, 27 Ağustos 2007.
    Honor Mahony, “MEP report seeks to put brake on further EU enlargement”, EUObserver, 9 Nisan 2008.
    Açık Toplum Enstitüsü,
    “EU aims to expand membership talks with Turkey despite French reservations”, The Associated Press, 20 Kasım 2007.
    Alexandrine Bouilhet, « Bruxelles défend la Turquie contre Sarkozy », Le Figaro, 14 Ekim 2007.
    “AB’de Sarkozy rahatsızlığı”, ABHaber, 24 Şubat 2008.
    Joschka Fischer, “Türkiye’ye sırt çevirmek sorumsuzca ve çılgın bir davranış olur”, ABHaber, 22 Ocak 2008.
    Hugh Pope, « Européens, n’ayez pas peur de la Turquie ! », Le Figaro, 14 Ekim 2007.
    Frankfurter Allgemeine Zeitung’dan aktaran “Frankfurter Allgemeine Zeitung: Türkiye Avrupa Varlığının Belirleyici Unsuru“, ABHaber, 15 Kasım 2007.
    “Pat Cox :Keşke diğerleri de Sarkozy gibi Türkiye’ye karşı dürüst olsalar”, ABHaber, 13 Ocak 2008.

  • AVRUPA’NIN 301’LERİ

    AVRUPA’NIN 301’LERİ

    İtalya Ceza Kanunu, Madde 292: ‘Her kim ulusal bayrağı veya devlete ait diğer bir sembolü aşağılarsa bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.’

    Almanya Ceza Kanunu, Madde 90: ‘Her kim bir toplantıda veya yazılı neşriyatın dağıtılması suretiyle alenen Almanya Federal Cumhuriyeti’ne veya federe devletlerine veya anayasal düzenine hakaret eder veya kötü niyetle AŞAĞILARSA veya Almanya Federal Cumhuriyeti’nin veya federe devletlerden birinin renklerini, Bayrağını, Armasını Veya Ulusal Marşını Tahkir Ederse üç yıla kadar hapis veya para cezası ile cezalandırılır.’

    Polonya Ceza Kanunu, Madde 133: ‘Her kim Polonya Halkını ve Polonya Cumhuriyeti’ni alenen AŞAĞILARSA bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.’

    İspanya Ceza Kanunu Madde 543: ‘…İspanya’nın, özerk bölgelerini veya simge ve amblemlerinin Sözle, Yazıyla Veya Eylemle alenen AŞAĞILARSA veya KÜÇÜK DÜŞÜRÜRSE, yedi aydan 12 aya kadar hapis cezası ile cezalandırılır.’

    Danimarka Ceza Kanunu Madde 110′ Her kim bir milleti, devleti veya bayrak ya da alametlerini veya Birleşmiş Milletleri ya da Avrupa Parlamentosu’ nu alenen AŞAĞILARSA dört aya, eğer ağırlaştırıcı nedenler varsa iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.’

    Fransa Basın Özgürlüğü Kanunu Madde 30: ‘…hiç kimse Fransız ulusunu, Fransız devlet kurumlarını aşağılayıcı yayın yapamaz’

    Portekiz Ceza Kanunu Madde 332 ‘…Her kim sözle, hareketle, yazıyla veya bir iletişim aracıyla Cumhuriyeti, ulusal bayrağı veya ulusal marşı, Portekiz hükümranlığının herhangi bir sembolünü veya amblemini aşağılar veya gerekli Saygıyı Göstermezse 2 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.

    Bedii Nezih Oz