Kategori: Ermenistan

  • Bryza’nın ‘Karabağ için referandum’ açıklaması bölgeyi hareketlendirdi

    Bryza’nın ‘Karabağ için referandum’ açıklaması bölgeyi hareketlendirdi

    ABD Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Matthew Bryza’nın Ermeni işgali altındaki Azerbaycan toprağı olan Yukarı Karabağ’da çözümün referandumdan geçeceğine ilişkin açıklaması bölgeyi karıştırdı.

     ABD Dışişleri yetkilisi Matthew Bryza, Moskova’da Azeri ve Ermeni bakanlarla görüştü.

     

     

     

     

     

     

     

     

     

      Bryza’nın açıklamalarına tepki gösteren Azerbaycan medyası, “Bryza ayrılıkçı bölgeleri sevindiren açıklama yaptı.” eleştirisi getirirken, Azerbaycan Cumhurbaşkanlığı Dışilişkiler Bölümü Başkanı Novruz Memmedov, Karabağ’da öne sürülen referandumun ancak 15-20 yıl sonra yapılabileceğini bildirdi. Memmedov, “Referandum ancak Ermenistan işgalindeki 7 yerleşim alanının geri verilmesi ve buralardan göçe zorlanan insanların topraklarına geri dönmeleri durumunda yapılabilir.” dedi. Gürcistan’a bağlı ayrılıkçı bölge Abhazya’nın lideri Sergey Bagaşp ise Amerikalı yetkilinin açıklamalarına çok sevindiğini ifade etti. Bagaşp, Yukarı Karabağ’ın yanı sıra ayrılıkçı bölgeler Abhazya ve Güney Osetya’nın statüsü için Kosova modelinin uygulanabileceğini söyledi. Bagaşp, “Bryza’nın açıklamalarını destekliyorum. ABD’nin Abhazya ve Güney Osetya’nın bağımsızlığını öngören referandum sonuçlarını da kabul etmesi için çağrıda bulunuyorum.” diye konuştu. Eski Sovyetler Birliği topraklarında bağımsızlık ilan eden ve tanınmayan 4 bölge bulunuyor. Yukarı Karabağ, Moldova’ya bağlı çoğunluğu Rus olan Transdinyester, Gürcistan’a bağlı Rusya himayesindeki Abhazya ve Güney Osetya, Kosova’nın 17 Şubat’ta bağımsızlığını ilan etmesinden sonra kendilerinin de tanınmasını istiyor.

    Azerbaycan Dışişleri Bakanı Elmar Mamedyarov ile Ermenistan Dışişleri Bakanı Adward Nalbandiyan, önceki gün Rusya’nın başkenti Moskova’da Bryza ile birlikte kapalı kapılar adında bir araya gelmişti. Karabağ ihtilafının çözümü için Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) bünyesinde kurulan Minsk Grubu’nun eşbaşkanı olan Matt Bryza, toplantının ardından yaptığı açıklamada, Yukarı Karabağ üzerinde varılacak herhangi bir anlaşmayla ilgili referandumun niteliğinin en önemli unsur olacağını ve bunun şartları üzerinde hâlâ çalışıldığını belirterek, “Bu, tamamıyla oylamanın nasıl yapılacağına bağlı.” demişti. Anlaşmanın tüm unsurları belirleninceye dek hiçbir şey üzerinde uzlaşıya varılamayacağını da vurgulayan Bryza, “Onların uzlaşma için bir yol bulup bulamayacaklarını tahmin edebilmek imkansız. Umarız bulurlar. Eğer bir uzlaşma ihtimali olduğuna inanmasaydık, bu süreci sürdürmemizin bir anlamı olmazdı.” diye konuşmuştu. Azeri Bakan Mamedyarov da görüşmeden sonra yaptığı açıklamada, “Eğer ortak bir zemin bulduğumuzu hissedersek, o zaman hiçbir şey imkansız değil.” demişti. Moskova’nın girişimiyle yapılan toplantıya, diğer eşbaşkanlar Rus ve Fransız diplomatlar da katılmıştı. Azerbaycan, Karabağ’ın statüsüyle ilgili görüşmelerin başlamasından önce Ermeni gönüllülerin Karabağ’dan ayrılmasını ve 1 milyon Azeri mültecinin bölgeye geri dönmesini istiyor.

    AGİT Minsk Grubu, Karabağ sorununun çözümü için kuruldu. Ancak grubun yürüttüğü görüşmelerden bugüne kadar bir netice alınamadı. Ermenistan, 1991’den itibaren Azeri topraklarının yüzde 20’sini işgal etti. Çatışmalarda 30 bin kişi hayatını kaybetti. Bir milyon Azeri, göçmen durumuna düştü. İki ülke arasında 1993’te ateşkes imzalanmasına rağmen sınır bölgesinde karşılıklı açılan taciz ateşi sonucu onlarca asker ve sivil hayatını kaybetti.

     Moskova, Cihan

     

     

     03 Ağustos 2008, Pazar

  • Karabağ için tehlikeli “barış”

    Karabağ için tehlikeli “barış”

    İrfan ÜLKÜ

    Önümüzdeki günlerde Azerbaycan ve Ermenistan Dışişleri Bakanlığı yetkilileri Karabağ sorunuyla ilgili bir toplantıda bir araya gelecekler. İlk bakışta pek dikkat çekmeyen rutin görüşmeler süreci içinde değerlendirilebilir bu toplantı. Zaten bugüne kadar iki ülkenin cumhurbaşkanları da rahmetli Haydar Aliyev’den bu yana yılda bir ya da iki kez sonuçsuz zirvelerde bir araya geliyorlardı. Çünkü Ermenistan’ın işgal ettiği Azerbaycan topraklarından çekilmeye niyeti yok, dahası burada uydu bir bağımsız devlet kurmak amacıyla çalışmalar yapıyor. Eski Sovyet dünyasının yeni uyuşturucu baronları, PKK üsleri ve nihayet önemli bir Rus askeri varlığı bulunuyor Ermeni işgali altındaki Karabağ’da.

    Ne var ki bu son görüşme günlerindeki bir madde nedeniyle diğerlerinden ayrılıyor: Karabağ’a uluslarararsı barış gücü getirilmesi. Bu konu ilk kez AGİT tarafından gündeme getirilmişti. Tıpkı Bosna, Kıbrıs gibi ülkelerde B. M.’nin oluşturacağı askeri barış güçlerine benzer uygulama, Batı’dan AB ve ABD’den bir süredir destek görürken, Moskova kendi askerlerinin de katılması koşuluyla net tavır sergilemese de belli bir esneklik gösteriyor. Türkiye ise Kafkasya’daki Büyük Oyun’da artık SSCB’nin dağılışını izleyen yıllardaki gibi “büyük oyuncular” arasında sayılmıyor. Oysa Bakü-Tiflis-Ceyhan gibi önemli bir enerji yolunun yanı sıra çeşitli doğalgaz ve enerji projelerinin hayata geçmesinde önemli rol oynayan Türkiye Karabağ’daki olası kritik gelişmelerle ilgilenecek yerde Ermeni kapısının açılması için çalışmalarını yoğunlaştırmış durumda. Kendisini barış havarisi gibi göstermeye çabalarken sürekli maskesini yere düşüren Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan, Türkiye’nin kapının açılması ve Ermenistan’la barış sürecine girilmesi isteğini “Ankara’nın tavizi” olarak değerlendirmiş. Genel olarak Erivan yönetimi Türkiye’yi bu konuda çözeceğini ya da dize getirebileceğini düşündüğünden olacak yıllardır aynı taktiği uyguluyor. Türkiye’nin ve Ermenistan’ın dışişleri heyetleriyse iki yıldır İsviçre’de gizli gizli buluşup görüşmeler yapıyorlar. Neden ve hangi gerekçeyle kimsenin bilgisi yok, sanki Suriye-İsrail barış görüşmelerini anımsatan bir coğrafi dekor içinde gerçekleşen bu görüşmelerden sonra Ankara’nın örneğin uçuşlar ve benzeri bazı konularda açıklama yapmadan Ermenistan’da bize göre, “Türkiye’yi kendi amaçları yönünde yoğurmak ve Bakü karşısında yandaş değil de tarafsızlaştırmak” için yürüttükleri diplomatik operasyon yönünden oldukça önemli tavizler verdiğine tanık oluyoruz.
    Buna karşılık Başbakan Erdoğan’ın Bakü’deki Türk Kurultayı ve son Almanya gezisindeki Karabağ ile ilgili açıklamaları Dışişleri’nin yürüttüğü
    Ermenistan diplomasisiyle taban tabana karşıtlık gösteriyor.
    Neyse… Son gelişme konusunda Ankara’nın net tavır koyması gerekiyor. Bu tavır Batı ve Rusya tarafından desteklenen Ermenistan’ın işgal ettiği Karabağ’dan çekilmesi için Barış Gücü’ne karşı çıkması şart. Çünkü böyle ters bir gelişme değil barışa hizmet etmek, Kafkaslar’daki yangını daha da ateşlemekten başka işe yaramaz. Bununla da kalmaz, Türkiye’nin “Bakü ile yola devam, ama Erivan’a da selam” şeklinde özetlenecek diplomasisine darbe de vurur. Ayrıca o Barış Gücü’ne Türk askerinin katılması da önlenecektir.
    Büyük güçlerin Kafkasya sahnesinde daha güçlü olmak için yalnızca ekonomi ve diplomasi yeterli olmuyor.

     

  • Nevşehir Üniversitesi’ne Ermenice bölümü geliyor

    Nevşehir Üniversitesi’ne Ermenice bölümü geliyor

     Nergis DEMİRKAY ANKARA

    Erivan-Ankara arasında yeni yönetimle başlayan olumlu hava etkisini eğitimde de gösterdi. YÖK, Nevşehir Üniversitesi bünyesinde Ermeni Dili ve Edebiyatı Bölümü kurulmasına izin verdi..

    Ermenistan’da seçimlerin ardından koltuğa Sarkisyan’ın oturmasıyla başlayan yeni sürece Ankara da bir yenisini ekledi. YÖK, Nevşehir Üniversitesi bünyesinde Ermeni Dili ve Edebiyatı Bölümü kurulmasına izin verdi. Türkiye, soykırım iddialarına karşı Ermenistan’ı ortak tarih komisyonu kurmaya ikna etmeye çalışırken, diğer yandan da aktif diplomasisini sürdürüyor. Erivan’a uçak seferi başlatan Ankara, eğitim açılımı da gerçekleştiriyor. Dışişleri’nin de görüşünü alan YÖK, Nevşehir Üniversitesi bünyesinde Ermeni Dili ve Edebiyatı Bölümü kurulmasına izin verdi. Talep Nevşehir Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Metin Hülagü’den geldi.

    2009’DA AÇILACAK
    Üniversitelerarası Kurul’un bu yöndeki teklifi ise 3 Temmuz’da yapılan YÖK Yürütme Kurulu’nda ele alındı. Toplantıda Nevşehir Üniversitesi bünyesinde, Ermeni Dili ve Edebiyatı, İbrani Dili ve Edebiyatı, Yunan Dili ve Edebiyatı ile Arap Dili ve Edebiyatı bölümleri kurulması uygun bulundu. Karar bir yazı ile Nevşehir Üniversitesi’ne bildirildi. Metin Hülagü, “Attığımız bu adım Dışişleri’nin de önünü açacaktır. İlişkilerdeki havayı yumuşatacak. En önemlisi Türkiye’nin bu konuda uzman ihtiyacını giderecek” dedi. Ermeni sorunu konusunda sürekli sertlik politikası izlendiğinden şikâyet eden Hülagü şöyle devam etti: “Kapıları kapatmak sorunu çözmüyor. Yazıp, çizmek, lobi yapmak, diyalogcu bir yaklaşım, daha akademik bir duruş sergilemek gerek. Üniversitelerimizde Ermenice ve İbranice çalışan çok fazla uzman yok. Arşivler açılsa kim inceleyecek? Onları inceleyecek donanımlı uzmanlara ihtiyaç var.”

     

  • Türk-Ermeni ilişkilerinde açılım arayışı… – ERMƏNİSTANIN TÜRKİYƏ SİYASƏTİNDƏ YENİ NÜANSLAR VƏ YA DİPLOMATİYA OYUNU

    Türk-Ermeni ilişkilerinde açılım arayışı… – ERMƏNİSTANIN TÜRKİYƏ SİYASƏTİNDƏ YENİ NÜANSLAR VƏ YA DİPLOMATİYA OYUNU


    Bu yorum Cumhuriyet gazetesinin  21.07.2008 tarihli Strateji ekinde yayımlanmıştır.


    Sarkisyan’ın diplomasi oyunu

    Türkiye hakkındaki olumsuz düşünceleri bilinen Ermenistan Cumhurbaşkanı Sarkisyan’ın Cumhurbaşkanı Gül ile görüşmesindeki sıcak mesajları kendisinin içerde sorgulanan meşruiyeti ve ülkesinin bölgesel sıkışmışlığını gidermeye yönelik. Sarkisyan’ın Gül’ü iki ülke ulusal maçına daveti bütün boyutlarıyla düşünülerek alınacak bir karar gerektiriyor.
    Hatem CABBARLI
    Azerbaycan Strateji Araştırmalar Merkezi Başkanı
    Ermenistan bağımsızlığını ilan etmeden önce Türkiye’nin Moskova Büyükelçisi Volkan Vural, Orta Asya ve Güney Kafkasya Cumhuriyetlerini ziyaret ederken bu ülkelerin devlet yetkilileri ile gelecek işbirliği perspektiflerini müzakere etmişti. Ermeni kaynaklarına göre Vural, Ermenistan ziyaretinde bu ülkenin Türkiye’den sözde Ermeni soykırım propagandasını, toprak ve tazminat taleplerini müzakere edilmesini talep etmiş, karşı taraf ise ekonomik işbirliği problemlerini gündeme taşmak istemiştir.
    Ermenistan’ın Türkiye’ye yönelik saldırgan siyasetine rağmen ciddi ekonomik ve sosyal sıkıntılar yaşandığı, hatta Ermenilerin açlık ve soğuktan öldüğü 1990’lı yılların ortalarına kadar Türkiye Kars Doğu sınır kapısını açık tutmuş, Ermenistan’a her türlü kolaylığı sağlamıştır. İkili ilişkileri geliştirmek için Levon Ter-Petrosyan iktidarı döneminde önemli fırsat ortaya çıksa da, Petrosyan bazı iç ve dış nedenlerden dolayı bu adımı atacak cesareti gösterememiştir. Robert Koçaryan ise Türkiye’ye yönelik daha radikal siyaset uygulamış o zamana kadar iki ülke arasında mevcut olan kırılgan ilişkileri, sözde soykırım propagandasını genişleterek önemli derecede zayıflatmıştır. Bu süreçte Türkiye’nin bütün iyi niyetli girişimleri Ermenistan devlet yetkilileri tarafından değerlendirilememiştir.
    SORUMLULUK
    İki devlet arasında diplomatik ilişkilerin kurulmaması ve gelişmemesinde Ermenistan ne kadar sorumluluk sahibiyse, ABD ve Avrupa’daki Ermeni diasporası da en azından o kadar sorumluluk sahibidirler. Hatta zaman zaman Ermenistan’ın Türkiye politikasının olumsuz tablosunun çizilmesinde hiç bir hukuki sorumluluk üstlenmeyen diaspora belirleyici güç olarak kendini hissettirebilmektedir.
    Şubat 2008 devlet başkanlığı seçimlerinden sonra şaibeli bir şekilde Devlet Başkanlığı koltuğuna oturan eski savunma bakanı Serj Sarkisyan Ermenistan’ın güvenlik ve dış, özellikle de Türkiye politikasında şahinler kanadını temsil etmektedir. Sarkisyan ilk günlerde Türkiye ile ilişkiler ve sözde Ermeni soykırımı konusunda ahlaki değerlerden yoksun olan beyanlarda bulunsa da, son zamanlarda tam tersi bir durum söz konusudur. Sarkisyan iki ülke milli futbol takımlarının karşılaşmasını kelimenin gerçek anlamında bir diplomasi oyununa dönüştürmüştür. Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü maça davet eden Sarkisyan, dış ve iç politikada bu konudan başarılı bir şekilde kendisine siyasi kazanç temin etmeye çalışmakta ve bir anlamda bunu başarmaktadır. Bölge basınında bu davet konusunda çeşitli değerlendirmeler yapılsa da, Türkiye’de mütareke basını ve Ermeni sevdalısı bazı köşe yazarları Sarkisyan’ın bir kaç ay önce ‘Uluslararası alanda ve Türkiye’ye yönelik soykırım propagandasına öncelik vermemiz gerekmektedir’ ifadesini duymazlıktan gelmekte ve iki ülke arasındaki ilişkilerin gerçek tablosunu çizme cesaretini gösterememektedirler. Avrupa ve Amerika kıtasında Ermenistan hükümetinin aralıksız devam eden sözde Ermeni soykırımı propagandasının gölgesinde Sarkisyan’nın Cumhurbaşkanı Gül’ü futbol maçına davet etmesi ve hatta bilet göndermesi hiç de etik bir davranış değildir ve psikolojik taarruzun klasik bir örneğidir.
    SARKİSYAN YUMUŞUYORMU?
    Sarkisyan’ın Astana’da Cumhurbaşkanı Gül ile görüşme çabası, jest olsun diye Türkçe konuşmaya çalışması ve bunu başaramaması sonucunda Azerbaycan Devlet Başkanı Sayın İlham Aliyev’in tercüman olarak devreye girmesi de kendisinin samimiyetini kanıtlamakta yetersiz kalmıştır.
    Gül, Sarkisyan’ın davetini kabul etse de, etmese de Sarkisyan bütün durumlarda bu konudan kendisine yarar sağlayacak, uzattığı zeytin dalının kabul edilmediğini dünya kamuoyuna duyurmaya çalışacaktır. Ancak Cumhurbaşkanı Gül’ün bu daveti kabul etmemesi de aynı zamanda karşı tarafa yönelik bir tavırdır ve onurlu bir davranış olur. Ermenistan Türkiye’ye yönelik politikasını futbol maçı düzeyine indirgeyerek gerçek neden ve etkenleri gizlemeye çalışmaktadır; ancak ay balçıkla sıvanmadığı gibi, Ermenistan’ın sözde soykırım propagandası, toprak ve tazminat talepleri de tabiri caizse ‘futbol sahasında gizletilemez’ kadar büyük ve ağırdır. Türk basınında bu gerçeklerin gündeme getirilmesi gerekirken nedense kamuoyu ‘pembe masallarla ve Kafkas peyniri’ ile uyutulmaya çalışılmaktadır.
    Gül’ün ziyareti kabul etmesi, ülke içinde ciddi meşruluk problemi ile karşılaşan Sarkisyan’a rahat nefes aldırtır ve konumunu daha da güçlendirir. Bu nedenle de davet yetkili kurum ve kişiler tarafından değerlendirilirken en ince ayrıntıların kadar düşünülmeli ve acele karar alınmamalıdır. Bu bağlamda Azerbaycan’ın böyle bir gelişme karşısında nasıl bir tutum sergileyeceği de oldukça ilginçtir. Azerbaycan devleti soğukkanlı davranarak bunu devlet ciddiyeti ile kabul edebilir, ancak Azerbaycan kamuoyunun bu tür soğukkanlılık sergilemeyeceği muhtemeldir. Bu zaman Türkiye’nin Azerbaycan kamuoyundaki var olan oldukça iyi imajı zedelenebilir. Dostu ve düşmanı tanımak zamanıdır. Bu felsefe insanlar arasında olduğu gibi, devletler arasında da geçerlidir ve kimse bunun aksini iddia edecek kadar akılsız değildir.
    ERMƏNİSTANIN TÜRKİYƏ SİYASƏTİNDƏ YENİ NÜANSLAR VƏ YA DİPLOMATİYA OYUNUHatəm Cabbarlı. 16 iyul 2008
    Az
    ərbaycan Strateji Araşdırmalar Mərkəzi Rəhbəri

    Ermənistan müstəqilliyini elan etmədən əvvəl Türkiyənin Moskva səfiri Vulkan Vural Orta Asiya və Cənubi Qafqaz respublikalarını ziyarəti zamanı bu  ölkələrin dövlət rəhbərləri ilə gələcək əməkdaşlıq perspektivlərini müzakirə etmişdir.
    Erməni qaynaqlarına görə Vural, Ermənistan ziyarətində bu ölkənin Türkiyədən sözdə Erməni soyqırımı təbliğatını, torpaq və təzminat tələblərini müzakirə edilməsini tələb etmiş, qarşı tərəf isə iqtisadi əməkdaşlıq problemlərini gündəmə daşmaq istəmişdir. Ermənistanın Türkiyəyə yönəlik təcavüzkar siyasətinə baxmayaraq ciddi iqtisadi və ictimai çətinliklər yaşandığı, hətta ermənilərin aclıq və soyuqdan öldüyü 1990-cı illərin ortalarına qədər Türkiyə Qars şərq sərhəd qapısını açıq tutmuş, Ermənistana hər cür kömək göstərmişdir. İkili əlaqələri inkişaf etdirmək üçün Levon Ter-Petrosyanın iqtidarı dövründə əhəmiyyətli fürsət ortaya çıxsa da, Petrosyan bəzi iç və xarici səbəblərdən ötəri bu addımı atacaq cəsarəti göstərə bilməmişdir. Robert Koçaryan isə Türkiyəyə yönəlik daha radikal siyasət həyata keçirmiş o zamana qədər iki ölkə arasında  mövcud olan kövrək əlaqələri əhəmiyyətli dərəcədə zəiflətmişdir. Bu müddətdə Türkiyənin bütün cəhdləri Ermənistan dövlət rəhbərliyi tərəfindən qiymətləndirilməmişdir. İki dövlət arasında əlaqələrin qurulmaması və inkişaf etməməsində Ermənistan nə qədər məsuliyyət sahibidirsə, ABŞ və Avropadakı Erməni diasporu da heç olmasa o qədər məsuliyyət sahibidirlər. Hətta zaman-zaman Ermənistanın Türkiyə siyasətinin neqativ tablosunun çəkilməsində heç bir hüquqi məsuliyyət daşımayan diaspora təyin edici güc olaraq özünü his etdirə bilmişdir.

    2008-ci ilin fevral ayında prezident seçkilərindən sonra legitim olmayan bir şəkildə dövlət başçısı kreslosuna oturan köhnə müdafiə naziri, Ermənistanın təhlükəsizlik və xarici siyasətində şahinlər qanadının təmsil edən Serj Sarkisyan ilk günlərdə Türkiyə ilə əlaqələr və sözdə Erməni soyqırımı mövzusunda əxlaqi dəyərlərdən məhrum olan bəyanlar versə də, son zamanlarda tam tərsi bir vəziyyət yaşanmaqdadır. Sarkisyan iki ölkə milli futbol komandalarının qarşılaşmasını sözün gerçək mənasında bir diplomatiya oyununa çevirmişdir. Türkiyə Respublikası Prezidenti Abdullah Gülü matça dəvət edən Sarkisyan, xarici siyasətdə bu mövzudan müvəffəqiyyətli bir şəkildə özünə siyasi qazanc təmin etməyə çalışmaqda və bunu bacarmaqdadır. Bölgə mətbuatında bu dəvət mövzusunda müxtəlif qiymətləndirmələr edilsə də, Türkiyədə qəflət içində olan mətbuat və Erməni sevdalısı bəzi köşə yazarları Sarkisyanın bir neçə ay bundan əvvəl ‘Beynəlxalq sahədə və Türkiyəyə yönəlik soyqırımı təbliğatına əhəmiyyət verməmiz lazımdır’ ifadəsini eşitməməzlikdən gəlməkdə və iki ölkə arasındakı əlaqələrin gerçək tablosunu çəkmə cəsarətini göstərə bilməməkdədirlər. Avropa və Amerika qitəsində Ermənistan hökumətinin aralıqsız davam edən sözdə Erməni soyqırımı təbliğatının kölgəsində Sarkisyanın Gülü futbol matçına dəvət etməsi və hətta bilet göndərməsi heç də etik bir davranış deyil və psixoloji hücumun klassik bir nümunəsidir.

    Sarkisyanın Astanada Gül ilə görüşmə səyi, jest olsun deyə Türkcə danışması və bunu bacara bilməməsi nəticəsində Azərbaycan Prezidenti İlham Əliyevin tərcüməçi olaraq köməkliyi də Sarkisyanın səmimiyyətini sübut etməkdə qeyri-kafi qalmışdır.

    Gül, Sarkisyanın dəvətini qəbul etsə də, etməsə də Sarkisyan bütün vəziyyətlərdə bu mövzudan özünə fayda təmin edəcək, uzatdığı zeytun budağının qəbul edilmədiyini dünya ictimaiyyətinin diqqətinə çatdıracaqdır. Ancaq Gülün bu dəvəti qəbul etməməsi də eyni zamanda qarşı tərəfə yönəlik bir rəftardır və şərəfli bir davranış olar. Ermənistan Türkiyəyə yönəlik siyasətini futbol matçı səviyyəsinə endirərək gerçək səbəb və faktorları gizləməyə çalışmaqdadır; ancaq ay palçıqla suvanmadığı kimi, Ermənistanın sözdə soyqırımı təbliğatı, torpaq və təzminat tələbləri də belə demək olarsa ‘çuvalda gizlədilməyəcək’ qədər böyük və ağırdır. Türk mətbuatında bu gerçəklərin gündəmə gətirilməsi lazım olarkən nədənsə ictimaiyyət ‘nağıllarla və Qafqaz pendiri’ ilə yatırdılmağa çalışılmaqdadır.

    Gülün ziyarəti qəbul etməsi, ölkə içində ciddi legitimlik problemi ilə qarşılaşan Sarkisyana rahat nəfəs aldırdır və mövqeyini daha da gücləndirir. Bu səbəblə də dəvət, səlahiyyətli təşkilat və şəxslər tərəfindən qiymətləndirilərkən ən incə detallarına qədər düşünülməli və tələsik qərar alınmamalıdır. Bu məzmunda Gülün dəvəti qəbul etməsindən sonra Azərbaycanın necə münasibət göstərəcəyi də olduqca maraqlıdır. Azərbaycan dövləti soyuqqanlı davranaraq bunu dövlət ciddiliyi ilə qəbul edə bilər, ancaq Azərbaycan ictimaiyyətin bu cür soyuqqanlılıq göstərməyəcəyi şübhəsizdir. Bu zaman Türkiyənin Azərbaycan ictimaiyyətdəki olduqca yaxşı imici zədələniləcək. Dostu və düşməni tanımaq zamanıdır. Bu fəlsəfə insanlar arasında olduğu kimi, beynəlxalq münasibətlərdə də etibarlıdır və kimsə bunun əksini iddia edəcək qədər ağılsız deyil.

     

    Tarix: 16.07.2008 Saat: 02:57 Göndərən: Arslan

     

    Tarix: 21.07.2008 Saat: 04:22 Göndərən: Arslan

  • YUSUF HALAÇOĞLU DON KİŞOT’MUYDU?

    YUSUF HALAÇOĞLU DON KİŞOT’MUYDU?

    YUSUF HALAÇOĞLU DON KİŞOT’MUYDU?

    Alp Er Tunga Alp Arslan 30 07 2008

    TÜRK olmaktan gurur duyanlara ithaf ediyorum.

    Yusuf Beyin Avşarlarla ilgili bir konferansta Kürtler ve Ermenilerle ilgili kimsenin bu güne kadar söylemeye cesaret etmediyi bazı gerçekleri söylemesinden sonra siyasi linç girişimlerinin devam ettiği bir dönemde kendisi ve savunduğu tez hakında bir yazı yazmak istedim.
    Daha sonra Yusuf bey nasıl olsa bu çirkin saldırıları atlatır dedim ve bu yazı nedense bir türlü kalemimden dökülmedi. Ama son bir kaç gündür Yusuf Beyin görevden alınması haberlerinin Türk medyasında tartışıldığı bir zamanda bilgisayar önüne geçib ‘bazı şeyleri söylemenin zamanı geldi, geçiyor’ dedim ve bu yazıyı yazdım.

    Yusuf beyle bir arkadaşım aracılığıyla tanışma fırsatı buldum. Birinci Ermenistan Cumhuriyeti zamanı Başbakanlık görevinde bulunan Ovannes Kaçaznuni’nin ‘Taşnaksutyun Yapacak Bir Şey kalmadı adlı’ raporunu Ermeniceden Türkçeye çevirmemi istedi ve kısa bir süre sonra çeviriyi tamalayarak kendisine teslim ettim. Kendisini akademisyen kimliği ile tanıdım ve bende çok olumlu izlenimler bıraktı. Daha sonraki görüşmelerde de, Ermeni meselesi ile ilgili bazı ortak görüşlerimizin olduğunun farkına vardım. Son sekiz yıldır Ermenistan üzerine çalıştığımdan bu ülkenin bölgeye ve özellikle de Türkiye ve Azerbaycan’a yönelik ahlak dışı siyasetinden de yeteri kadar haberdar olduğumu iddia ede bilirim.  

    Yusuf bey, Ermenistan’ın ve diaspora Ermenilerinin sözde soykırım konusunda tüm hükümet yetkililerinden daha çok resmi tezi savunan birisi idi ve maalesef bu onun görevden alınması ile sonuçlandı. Bu, resmi tezi savunan diğer akademisyenlere gözdağı vermektir. Son zamanlarda Yusuf Bey ve takımı sadece ve sadece gerçeği söylediklerinden ve Türk ulusal bekaasını korumaya çalıştıklarından dolayı köşeye sıkıştırılmaya çalışılıyordu.

    Bir kaç yıldır Türkiye’de sözde Ermeni soykırımı konusunda oldukça karmaşık bir tablo çizilmektedir. Hükümet ve devlet yetkililerinin büyük bir bölümü resmi tezi savunan akademisyenlere karşı tutum izlemektedir. Soykırım yapılmadı diyen akademisyenler neredeyse ihanetle suçlanmakta, aksini savunarak Türk milletinin masumiyetini zedelemeye çalışan ve bunu önemli derecede başaran ‘3 kuruşa satılık akademisyenler/yazarlar’ meydan sulamakta, çeşitli ödüller alarak kamu oyunda meşruitiyetini temin etmeye çalışmaktadırlar.

    Gafletin, delaletin ve hatta ihanetin kol kaldırıp meydanlarda boy gösterdiği bir zamanda Yusuf Bey ve takımının Türkler Ermenilere soykırım yapmadı diye haykırmasını bir anlamda Don Kişot’un yel değirmenine karşı kılıç sallaması gibi değerlendirmek mümkündür. Ancak burada çok önemli bir farkın olduğunu hatırlatmak yerinde olur. Kişot, kendi kişisel egosunu tatmin etmek için yel değirmenine kılıç sallıyordu, oysa Yusuf Bey ve takımı kendilerine göre değil, Türk milletinin masumiyetini korumak adına eşit olmayan şartlarda mücadele vermekteydi ve şimdilik be mücadelenin birinci yarısını Ermenistan ve Türkiye’deki kripto Ermeniler (ihanet içinde olan Türkleri unutmamak lazım ve hiç bir zaman da unutulmamalıdır!) kazandı. Ama bu mücadele bitmedi ve hiç bir zaman da bitmeyecektir! Yusuf Halaçoğlu’nu annesi Türk Tarih Kurumu’na başkanlık etsin diye doğurmamıştı tabii ki. Bu kurumun başında durmayı hak eden bir çok akademisyen var ve bütün engellere rağmen her zaman olacaktır! Ancak Halaçoğlu’ndan sonra kurumun başına kimin getirileceği oldukça önem arzetmetedir. Bu kararı veren yetkililer büyük bir ihtimalle durum değerlendirmesi yaparak soykırım suçlamasına daha loyal bakışı olan birisini atayacaklardır. Hatta bu kararı veren mercilere kolaylık olması bakımından bazı kişilerin isimlerini verebilirim. Başkanlık koltuğuna-Halil Berktay, Taner Akçam ve Orhan Pamuk sahip olmayı haketmişlerdir. Veya Ermenistan soykırım müzesi başkanı Hayk Demoyan da bu göreve atanabilir. Her ne kadar kendisinin vatandaşlık problemi olsa da, Yusuf Beyi görevden alanlar için bunun halledilmesi o kadar da zor olmaması gerek. 2015 (sözde Ermeni soykırımının 100. yılı) yılına kadar daha bir çok milli duruşu olan akademisyen veya siyasiler mücadele meydanından dışlanacaktır.

    Türkiye için en büyük tehlike sözde Ermeni soykırımı konusunda kamu oyunun ikiye bölünmesidir. Ermenistan/Ermeniler bunu başardıkları taktirde arkasından toprak ve tazminat talebinin gündeme geleceğinde adınız gibi emin olabilirsiniz. Bu zaman Türkiye ciddi sorunlarla karşılaşacaktır. Bu vahim gerçek hiç bir zaman unutulmamalı, kendisini Türk olarak görenler ve vatanını sevenler bu duruma karşı mücadele etmelidir. ‘Su uyur düşman uyumaz’ atasözü hiç bir zaman unutulmamalıdır.

    Ha bu arada son bir şey; az kalsın unutuyordum. Birader, Siz, Şeref siz misiniz?

     

    Tarix: 30.07.2008 Saat: 00:50 Göndərən: Arslan

  • Gül’ün Erivan’a davet edilmesi neden bir ‘fırsat’ değildir?

    Gül’ün Erivan’a davet edilmesi neden bir ‘fırsat’ değildir?

     

     

    [Yorum – Elsever Salmanov]

    Uluslararası hukuk, ülkeler arasında dostane ilişkileri tavsiye etmekte ve düşmanca faaliyetleri de yasaklayarak yaptırıma bağlamaktadır.

    Azerbaycan hiçbir zaman hem kendisiyle başka ülkeler, hem de üçüncü ülkeler arasında kötü ilişkilere taraf olmadı. Bilakis dünyada bütün ülkeler arasında barış ve işbirliğinden yana oldu. Dolayısıyla Azerbaycan, esas olarak Türkiye ile Ermenistan arasında yakınlaşmanın karşısında yer almamaktadır. Azerbaycan’ı rahatsız eden husus, uluslararası düzeyde tanınmış devlet sınırlarının dokunulmazlığına saygıdır.

    Bilindiği gibi Türkiye, Ermenistan ile sınırlarını kapalı tutmasını ve söz konusu komşusu ile diplomatik ilişkiler kurmamasını bu sebeplerle izah ediyor: Ermenistan’ın bağımsızlığını elde ettikten sonra iki ülke arasındaki sınırı belirleyen Kars Antlaşması’nı resmi olarak hâlâ tanımamakta, Ermenistan’ın Bağımsızlık Beyannamesi’nde doğrudan Türkiye’ye karşı yöneltilmiş toprak ve sözde Ermeni soykırımını kabul taleplerine devam etmekte ve Ermenistan’ın Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünü tanımayarak hâlâ Azerbaycan topraklarının % 20’sini işgal altında tutmaktadır.

    Her şeye rağmen iki ülke arasındaki ilişkilerin düzelmesi için nedense “fedakârlıkla” çalışıp çabalayanların “ilişkilerin normalleştirilmesine karşı çıkanların sayısı az” demesine karşın Türkiye ve Azerbaycan toplumlarında bütün bunlar iyi bilinmekte ve süreç hassasiyetle takip edilmektedir. Çünkü, saldırgan tutumundan dolayı Ermenistan, ekonomik olarak çok kötü durumda ve bölgesel projelerden her gün biraz daha dışlanıyor. Bütün bunlara rağmen hâlâ sahip olduğu saldırgan, işgalci ve uluslararası hukuka saygısız tutumunu devam ettiriyor ve etrafından da onun böyle kabul edilmesi gerektiğini talep edercesine girişimlerine devam ediyor. Bunun en açık örneği son günlerde gündemi işgal eden “futbol diplomasisi”dir. Nitekim Ermenistan’ın yeni seçilmiş Cumhurbaşkanı S. Sarkisyan, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü 2010 yılı Dünya Kupası elemeleri için iki ülke milli takımları arasında oynanacak futbol maçını izlemek için Erivan’a davet etti. Abdullah Gül’ün daveti kabul edip etmeyeceği henüz belli değil. Ama Ermenistan tarafının yukarıda bahsedilen Türkiye’nin Ermenistan ile ilişkilerini geliştirmeme gerekçelerini dikkate almaması veya bu doğrultuda somut adımlar atmaması durumunda Sayın Abdullah Gül’ün bu daveti kabul etmeyeceği ihtimali yüksektir. Aksi takdirde Türkiye, Ermenistan’ın saldırgan tutumunu üstü kapalı bir şekilde onaylamış olur. Çünkü Sayın Abdullah Gül, makamı gereği sıradan ve basit bir kişilik değildir. Dolayısıyla yaptığı hiçbir davranış basit olamaz. Bir futbol maçını izlemek sıradan bir insan için basit olabilir. Ama bir cumhurbaşkanı milli futbol maçını kendi evinden veya ülkesinden başka bir yerde izliyorsa bu durum diplomaside farklı yorumlanır. Hele bu ülke size ve müttefiklerinize karşı saldırganlığıyla tanınıyorsa.

    Bölge ülkeleri açısından genel görünüm

    Türkiye Cumhuriyeti büyük bir devlettir. Uluslararası ilişkilerde aktör durumundadır. Dolayısıyla kendisini tehditle bir şeyden vazgeçirmek veya bir adımı atmaya zorlamak, hele Ermenistan gibi bir ülke tarafından mümkün olmamalıdır. Hiçbir somut adım atmadan önce iki ülke arasındaki sınırın açılması, daha sonra “soykırım”ın araştırılması için komisyon kurulması teklifi Ermenistan’ın içinde bulunduğu ekonomik sıkıntıdan bir an önce kurtulma amacı taşımaktan başka bir şey değildir.

    Uluslararası ilişkiler açısından meseleye yaklaştığımızda büyük güçlerin ve diğer komşu ülkelerin bu durum karşısındaki tutumunu incelediğimizde şu sonuçlara varıyoruz. ABD, Türkiye-Ermenistan arasındaki sınırın açılmasını, dolayısıyla da Ermenistan’ın ekonomik zorluklardan kurtulmasını istiyor. Çünkü ekonomik olarak şimdikinden daha rahat bir Ermenistan, ABD için Rusya’nın etkisinden kurtulmuş olacak ve İran’la daha düşük düzeyde ilişkiler kurmak zorunda kalacak. Böylece bölgede ABD için Rusya’nın ve İran’ın ağırlığı bir nebze azalmış olacak. Rusya ve İran’ın Türkiye-Ermenistan sınırının açılmasını istemelerinin sebebi ise Azerbaycan’ın Karabağ meselesinde kaybedecek olmasıdır. Çünkü ekonomik olarak şimdikinden daha rahat bir durumdaki Ermenistan tarafı, Karabağ meselesiyle ilgili barış görüşmelerinde daha da uzlaşmaz tavırlar benimseyecektir. Nitekim Rusya ve İran, Karabağ sorununun öylece dondurularak “sorun” olarak kalmasını istiyorlar. Çünkü bölgede sorun olduğu zaman bölgeye müdahale onlar için daha kolay oluyor. Ayrıca İran’daki 30 milyonu aşkın Azeri nüfusun varlığı daima İran’ı Azerbaycan’a karşı dikkatli davranmaya zorlamıştır. Öte yanda Gürcistan, Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin iyileşmesini, Ermenistan’ın ekonomik olarak şimdikinden daha rahat bir duruma gelip Gürcistan’dan da toprak talep edebileceğinden ve başka sebeplerden dolayı istemiyor. Dolayısıyla bu konjonktür göz önüne alındığında Türkiye’nin, Ermenistan’dan güvenilir taahhütler almadan veya Ermenistan’ı uluslararası hukuk kurallarına uymaya zorlamadan onunla yakınlaşması bir taviz niteliği taşıyacaktır ve uluslararası hukuk suçlusunu daha da cesaretlendirecektir. Böylece Kafkaslar’da adaletin anahtarı Türkiye’nin elindedir dersek mübalağa etmiş olmayız. Ayrıca Türkiye’de Ermenistan ile ilişkilerin “ne olursa olsun bir an önce” mantığıyla normalleştirilmesini isteyenlerin bunu neden istedikleri iyice araştırılmalıdır. Türkiye’de yaşayan Ermeni kökenli Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının hoşnutluğunu kazanmak ve ikili ticari ilişkiler kurulması sonucunda elde edilecek ekonomik yararlar için bütün Türkiye’nin ulusal çıkarından taviz verilmesinin akla ve mantığa uygun bir adım olmayacağı kanısındayım. Ayrıca Ermeni kökenli Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının bu ülkeyle bütünleşmesi ve kendilerini Türkiye’nin bir parçası olarak hissetmeleri doğrultusunda adımlar atılmalıdır. Yoksa her fırsatta onlara “ana yurt hatırlatma”sı Türkiye’nin ulusal çıkarına uygun değildir.

    Ziyaret beklenen neticeyi vermez

    Bu önemli hususu da vurgulamak yerinde olur kanımca. Türkiye-Ermenistan ilişkilerini Türkiye’nin iç siyasi durumuyla ilişkilendirmek çok yanlıştır. Şöyle ki, Ermeni kökenli Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı değerli bir aydının öldürülmesi sonucunda Türkiye yönetiminin gerçekten de demokratik bir devlet yönetimi olduğunu göstermek için Ermenistan’la ilişkilerini geliştireceğini ummak veya bu yönde tavsiyelerde bulunmak çok yanlıştır. Çünkü bir demokratik hukuk devletinin yapması gereken her şeyi Türkiye Cumhuriyeti yönetimi ve ilgili kurumları yapmışlar ve yapmaktadırlar. Dolayısıyla Türkiye’nin ilgili kurumlarının, çeteleri veya gizli örgütlenmeleri açığa çıkardıktan sonra Ermenistan’la iyi ilişkiler geliştireceğini umanlar veya Ermenistan ile iyi ilişkiler kurulacağını bu hukuki sürecin devamı olarak görenler çok büyük bir yanılgının içindeler ve çok yanlış şeyler umuyorlar. Çünkü bu hukuki süreç tamamen ve tamamen Türkiye’nin bir iç meselesidir ve yukarıda söylendiği gibi Türkiye Cumhuriyeti yönetimi ve ilgili kurumları üzerlerine düşen her şeyi yapmışlar ve yapmaktadırlar. Ayrıca Türkiye’nin kendi ve yakın müttefiklerinin güvenliğinden dolayı Ermenistan’dan güvence aldıktan sonra ilişkilerini geliştireceğini bir şart olarak ortaya koyması bir “kendi kabuğuna çekilme” veya “izolasyonist” bir dış politika değildir.

    Dolayısıyla Sarkisyan’ın Gül’ü Erivan’a “maç izleme”ye davet etmesi Türkiye için bir “fırsat” değil. Çünkü ekonomik olarak zor durumda olan ve buna rağmen saldırgan tutumunu devam ettiren taraf Ermenistan tarafıdır. Bunu “fırsat” olarak sunanlar, çeşitli nedenlerden dolayı “ne olursa olsun bir an önce” veya “oldu bitti” mantığıyla meseleye yaklaşanlardır. Eğer Türkiye tarafı uluslararası hukuka saygılı olmayı Ermenistan tarafına kabul ettirmeden ilişkilerini geliştirecek doğrultuda adımlar atmaya başlarsa, uluslararası hukuk suçlusu cesaretlenecek ve Gürcistan’dan da toprak istemeye başlayacak. Durumun daha da ileri gitmesi uluslararası teamül olarak bir emsal bile olabilecek. Bir mühim mesele de Azerbaycan-Türkiye ilişkilerinin çok ağır yara alacağıdır. Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin Ermenistan’ın uluslararası hukuka bağlılığı sağlanmadan geliştirilmesinin Türkiye-Azerbaycan ilişkilerini onarılamayacak düzeyde zedeleyeceği açıktır.

     

    ELSEVER SALMANOV – AZERBAYCAN DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI ENFORMASYON GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

     

    31 Temmuz 2008, Perşembe

  • Baki -Tbilisi-Qars demiryolu ve onun Geostrateji ehemiyyeti

    Baki -Tbilisi-Qars demiryolu ve onun Geostrateji ehemiyyeti

    From: elnur huseynov [elnur_turkoglu@yahoo.com

     

     

    Baki -Tbilisi-Qars demiryolu ve onun Geostrateji ehemiyyeti

     

    Dunen Turkiyenin Qars sheherinde Baki Tbilisi Qars demir yolunun temelqoyma merasimi kecirildi.Her 3 respublikanin (Azerbaycan,Gurcustan,Tukiye)prezidentleri merasimde ishtirak etdiler ve region ucun vacib olan siyasi ve iqtisadi fikirler seslendirdiler.Bu gun bu projenin heyata kecmemesi ucun ermeni diasporasi ve onlari destekleyen dovletlerin tezyiqlerine baxmayaraq nehayet ki,demiryolu reallashmasi heyat kecdi,Ermenistan daha bir neheng lahiyeden kenar qaldi

    Amerika ve ekser qerb olkeleri bu projeni ona gore destek vermirdiler ki,Ermenistan Iran ve Rusiyadan iqtisadi cehetden asili veziyyete dushecek ve Irevanin son shansida elden cixacaqdir,Hetta Amerikanin EKSIMBANKI lahiyenin heyata kecmesi ucun kredit ayirmaqdan imtina etdi,ancaq buna baxmayaraq Azerbaycan dovleti demiryolunun cekilmesi ucun bir deqiqede olsun geri cekilmedi ve Gurcustan ve Turkiyede projeni desteklemekle yeni heyat verdiler.Gurcustanin iqtisadi cehetde zif olmasi Azerbaycan dovleti Gurcutan 200 milyon$ illik1 faizi kridet ayirdi.

    Bu gun ne ucun Ermenistan ve qonshu dovletler demiryolunun cekilmesi ucun bu qeder narahatliq kecirirler.Mence burada Ermenistan faktoru ayzberqin gorunen terefin bir uzudur.En esas fikir bu proje Turk dunyasinin iqtisadi cehetden birleshmesi ve bir araya gelmesi muhum rol oynayacaq reginal lahiyelerdendir.Orta Asiyada Turk dovletleride oz musbet fikirlerini bildiribler ve gelecekde bu demiryolu vasitesi ile yuk dashimalarini heyata kecirmelerini bildirmeleri lahiyenin

    ehemiyyetini daha da artirir.Cin Xalq Respublikasida Orta Asiya vasitesi ile istehsal etdiyi mallari Avropa ve Tukiye bazarina cixartmaq ucun lahiyeni destekleyir.

    Gurcutan dovleti de bu lahiyeden boyuk gelirler goturecek.Gurcustan prezidenti Mixail Sakaashviliin sozu desek Azerbaycan bu olkenin musteqilliyinin qorunub saglanilmasinda qarantiya rolunu oynayir.Kecen il Rusiya bu olkeye qazi neqlini kesdikde Azerbaycan ucuz qiymetlerle oz qazini verdi,ve Gurcu cemiyyetini qazsiz qalmaqdan qurtardi.

    Azerbaycanin Gurcustanla bagli ozul siyaseti vardi.Cunki Gurcutanda 500 min Azerbaycan turku yashayir ve onlarin gurcu cemiyyetine inteqrasiya meselesinde boyuk problemler var.Bu olke vasitesi ile Azerbaycan oz iqtisadi siyasetini heyata kecirir.Ermenistan ve Rusiya terefinden desteklenen ermeni diasporasi fealiyyet gosterir ki, bu iqtisadi lahiyelere manecilik toretmek hereketleri problemler yarasalarda amma hec bir neticesi olmadi.Xususi ile Gurcustanin etnik munaqishelerden eziyyet kecmesi Azerbaycanla beynelxlaq arenada birge addim atmaga mecbur edir.Bu yaxinlarda BMT de Azerbaycanin ishgal olunmush rayonlarinda veziyyetle bagli qetnameye Gurcustan liheni ses vermesi her iki olke arasida olan munasibetleri inkishafina daha da tekan verdi.

    Baki Tbilisi Qars demir yolu vasitesi ilde 20 milyon ton yuk dashinmasinin nezerde tutulmasi Azerbaycanin iqtisadiyyatina boyuk gelirler getirecekdir.Azerbaycandan ve Turkiyeden insanlarin her iki olkeye sefer etmesi daha suretli gedecekdir.Cunki Azerbaycan hemishe turk dunyasi ucun bir korpu rolunu oynayib,hemde her iki respublikanin beynelxlaq arenada nufuzlarinin artmasinda boyuk rol oynayacaqdir.Amerikanin ve qerb olkeleri ne qeder projenin realizasiyasu ucun aktivlik numayish eletdirmeseler de sonunda destekleyecekler,

    Cunki her uc dovlet avroatlantikaya inteqrasiya kursunu tutublar. ve qerb bu olkelerle elaqelerinin inkishafi ucun hec vaxt hec bir zaman ermeni diasporasinin telimati ile ishleyemecekdir.Cunki Cenubi Qafqazda Rusiya ve Iran faktorunun zeiflemesi ucun Baki Tbilisi Qars demiryolunun ehemiyyeti bu olkler ucun muhum rol oynacaqdir.Ermeni diasporasinin Xerclediyi pullarin hec bir neticesi olmayacaqdir. Amma esasi odur ki BTQ demiryolu Turk dunyasinin birliyinin guclenmesinde muhum rol oynayacaq ve 7 turk dovletini siyasi iqtisadi ve menevi cehetden guclenmesine tekan verecekdir.

    Elnur Elturk

     

  • Azeriler Türk-Ermeni diyaloğundan tedirgin

    Azeriler Türk-Ermeni diyaloğundan tedirgin

    Türkiye ile Ermenistan arasında 8 Temmuz’da İsviçre’de gizli görüşmelerin yapıldığı haberi ve Serj Sarkisyan’ın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile beraber maç izleme önerisi, Azerbaycan’da olumsuz yankı buldu.
     

    Ramin Abdullayev
    NTV-MSNBC
    Güncelleme: 12:50 TSİ 21 Temmuz 2008 Pazartesi

    BAKÜ – Türkiye ile Ermenistan arasında 8 Temmuz’da İsviçre’de gizli görüşmelerin yapıldığı haberi ve Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan’ın, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü 6 Eylül tarihinde oynanacak Türkiye-Ermenistan Dünya Kupası eleme karşılaşması için Erivan’a davet etmesi, Azerbaycan’da olumsuz yankı buldu. Azeri medyasına göre, Türkiye artık Batı’nın uyguladığı baskıya dayanamıyor.

    Türkiye Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü’nün ‘Bu görüşmelere farklı bir anlam yüklenmesine neden yok’ açıklaması bile, Bakü’de esen ‘kardeş devlet Güney Kafkasya politikasını değiştiriyor’ rüzgarlarını etkilemedi. Azerbaycan’da yerel medya, Türkiye-Ermenistan sınırının Azerbaycan’a rağmen açılalacağı yorumlarıyla dolu.

    1991’den beri Ermenistan’ı tanıyan Ankara’nın, zaman zaman Erivan’la temaslarda bulunduğuna fakat normalleşme sinyallerinin hiç bugünkü kadar net olmadığına dikkat çeken gazeteler, Türkiye’nin Batı ve özellikle ABD’nin baskısı karşısında dayanamadığını iddia etti.

    ALİYEV HEMEN GÖREVİNİN BAŞINA DÖNMELİ
    “Washington ve Moskova’nın ortak tavır sergilediği nadide konulardan biri olan Türkiye-Ermenistan sınır probleminin çözümlenmesi, Bakü dışında herkesin yararına’ yorumunda bulunan gazeteler, kısa süreli tatile ayrılan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in görev başına dönerek, Türkiyeli meslektaşı ile konuyu görüşmesi gerektiğini vurguladı.

    Azerbaycan kamuoyu şimdi en çok, ‘Acaba Ermenistan’ın sözde soykırım ve toprak talebi tezlerinden vazgeçmesi karşılığında, Türkiye Dağlık Karabağ’la ilgili tutumundan vazgeçerek sınırı açar mı?’ sorusunu tartışıyor.

    ERMENİ MUHALİFLER MAÇ DAVETİNE TEPKİLİ
    Yerel gözlemciler, Abdullah Gül’ün, Serj Sarkisyan’ın Dünya Kupası Eleme Grubu maçını birlikte izleme davetini kabul etmesi durumunda, Bakü’nün Dağlık Karabağ sorunundaki en kuvvetli kozunu kaybedeceği görüşünde. Ortak kanı, 24 Nisan’da gerçekleşecek Bakü-Tiflis-Kars demiryolunun, Türkiye kısmının temel atma töreninde İlham Aliyev’in konuyu net çözüme kavuşturması gerektiği yönünde.

    Bu arada, Ermeni politikacıların çoğu, Sarkisyan’ın maç davetinin başarılı bir diplomatik hamle dışında bir şey olmadığını düşünüyor. Sınırın açılması karşılığında ortaya konabilecek tavizler konusu ise herkesi endişelendiriyor.

    Parlamentolararası işbirliğinin pekiştirilmesinden yana olduğunu açıklayan Ermenistan Parlamentosu başkanı Tigran Torosyan, ‘Ben 2003 yılında bizzat Türkiye’nin Avrupa Konseyi Parlamento Assamblesi delegasyonu başkanı Murat Mercan’la çok verimli görüşmelerde bulundum. Diyalog sürdürülebilir ve sürdürülmeli’ açıklamasında bulunsa da, ‘Taviz konusunun diyaloğun ileriki safhasında gündeme gelebileceğini’ belirtti. Radikal tutumuyla tanınan Daşnaktsyutun Partisi’nin parlamento grubu adına konuşan millet vekilli Ruzanna Arakelyan ise, Devlet Başkanı Serj Sarkisyan’a ‘Maç davetinin nedenlerini halka açıklama’ çağrısında bulundu.

    Arakelyan’ın ‘Sözde soykırım politikasından vazgeçeyemiz’ ifadelerini destekleyen Sosyal-Demokrat Partisi başkanı Lyudmila Sarkisyan da, Türkiye ile ortak bilimsel komisyonun kurulmasının düşünülemez olduğunu vurguladı. 

  • TÜRKİYE İLE MEVCUT SINIRI TANI

    TÜRKİYE İLE MEVCUT SINIRI TANI

    Kasım Cindemir / WASHINGTON

    ABD, ilk kez resmi kayıtlara geçecek biçimde Ermenistan’a, Türkiye sınırını tanıması ve Türk topraklarında gözü olmadığını bildirmesi gerektiğini vurguladı.

    ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Dan Fried ABD Temsilciler Meclisi Dışişleri Komitesi’nde düzenlenen bir oturumda, Ermenistan’ın Türkiye ile mevcut sınırını tanıdığını kabul etmeye hazır olması, modern Türkiye’nin toprakları üzerinde herhangi bir hak iddiası bulunduğunun doğru olmadığını göstermesi ve Türkiye’nin çabalarına yapıcı karşılık vermesi gerektiğini söyledi.

    Böylece, üst düzey bir ABD yetkilisi, Türkiye ile Ermenistan arasındaki mevcut sınır ve toprak iddiaları konusunda “ilk kez” Ermeni lobisinin “çok etkili” olduğu Kongre’de “resmi bir açıklama” yapmış oldu.

    ’Soykırım’ dedirtemediler

    Fried, bu ifadeleri ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi’nin Kafkaslar ile ilgili oturumunda ifade verirken kayda geçirdi. Bu net ve açık ifadeler, Dan Fried’in, zaman kısıtlaması nedeniyle Dış İlişkiler Komitesi’ne “yazılı” biçimde sunduğu bölümde yer aldı. Dış İlişkiler Komitesi’ne üye olan Ermeni lobisi temsilcileri ise, bütün ısrarlı çabalarına rağmen Fried’e 1915’te yaşanan olaylar için “soykırım” dedirtemediler. Ermeni yanlısı milletvekillleri Adam Schiff ve Diane Watson’un, “1915 olaylarının neden ’soykırım’ olarak tanınmadığını” ısrarla sormaları üzerine Fried, “ABD Başkanı, söz konusu olayların varlığını hiçbir zaman reddetmedi. Ancak biz, politika olarak bu terimi kullanmıyoruz” dedi.

    Fried, Türkiye’ye ilişkin de, “Türkiye’nin, tarihindeki karanlık bir bölümle yüzleşmesi gerekiyor. ABD’nin, kendi tarihindeki karanlık dönemleriyle yüzleşmesinin kolay olmadığı gözönüne alındığında, bu da kolay olmayacak” diye konuştu.

  • ERMENİ CİNAYETLERİ ve SOYKIRIMLARI

    ERMENİ CİNAYETLERİ ve SOYKIRIMLARI

    BEBEKLERİ KAYNATMIŞLAR KUZU ETİ YE DİYORLAR
    ERMENİ CİNAYETLERİ ve SOYKIRIMLARI

    Turhan FEYİZOĞLU

        Kayseri’nin Hacın köyünde yaşayan Melek Hanım, Birinci Dünya Savaşı sırasında yaşadığı olayları ağıt yakarak şöyle dile getirmişti:
        “Hacın’da Kağnı Pazarı,
          Var mı kitapta yazarı?
          Uyu oğlum Osman uyu,
          Hacın oldu kanlı kuyu,
          Soyka kalsın sultan suyu.
                     *
         Mürsel Efendi’nin kızı,
         Haktan kara gözlü,
         Ara kurşunu mu değidi?
         Anan kadanı alsın kuzu!
                   *
         Osman’ımı göğe attılar,
         Süngüyü altına tuttular,
         Öldüğüme gam çekmiyorum,
         Ak tenimize baktılar…
                   *
         Çam sarıoğlu koca gavur,
         Bebekleri kaynatıyor,
         Gün görmedik hanımları,
         Süngü ile oynatıyor.
                  *
         On kat esvap püsküllü fes,
         Bunu bana yu diyorlar,
         Ocak başlarından ırak,
         Bebek pişmiş ye diyorlar.”
         Yarpuzlu ailesinden Melek Hanım tarafından yakılmış olan bu ağıt, çok uzun. Ben, bu ağıtın ilk beş beyitini aktardım. Bu uzun ağıtın bir diğer iki dizesi ise şöyledir:
          “Kapı kapı geziyorlar,
          İfadeyi yazıyorlar,
          Düşman başına vermesin,
          Oğlak gibi yüzüyorlar.
                    *
         Kele Dudu Kele Dudu,
         Kanlı gömlek yu diyorlar,
         Bebekleri kaynatmışlar,
         Kuzu eti, ye diyorlar.”
         Türk Dil Kurumu’nun yayınladığı “Türkçe Sözlük”te, “Ağıt” şu anlama geliyor:
         “Ölen bir kimsenin gençliğini, güzelliğini, iyiliklerini, değerlerini, arkada bıraktıklarının acılarını veya büyük felaketlerin acılı etkilerini dile getiren söz veya okunun ezgi, yazılan yazı, sağu, mersiye.”
        Melek Hanım’ın yaktığı ağıta konu olan olaylar nelerdir?
       Birinci Dünya savaşı döneminde, Osmanlı İmparatorluğu’nda Türkler kıtlık, açlık ve yoksulluktan kırılırken, hem iç hem de dış düşmana karşı dört bir yanda savaş yapıyordu. Türkler, bu savaş sırasında ayrıca ihanetlerle karşılaşmıştı.
    Ermeniler’le ilgili ilk anlatımı babaannem, dedem ile ayrıca, İspir’de ve Erzurum’da Birinci Dünya Savaşı sırasında yaşadıkları olayları anlatan tanıdıklardı.
       Babası adliyede bir devlet memuru olan babaannem Zürriyet’in çocukluğu Erzurum’un merkezinde geçmiş. Babaannemin babası Mehmet Bey, ataması yapılınca ailece İspir’e gelmiş.
         Nenem Zürriyet, Ermeniler’in Türklere yönelik yaptığı zulümleri anlatırken gözleri dolardı.
        Ermeni cinayet şebekelerinin ve katillerinin yaptıkları vahşetler, kin duymamız, beslememiz için anlatılmazdı. Sadece olaylar anlatılırdı, o kadar.
          Kanal 6 Televizyonunda, 7 Ekim 2000 Cumartesi günü gecesi yayınlanan,  “Ceviz Kabuğu” programına katılan Celal Bayar Üniversitesi Tarih Bölümü Başkanı Mehmet Çelik, “ermenilerin Türklere yönelik kinlerini anlatan 26 bin kitap yazmış olduklarını” açıkladı.
         Ermenilerle ikinci anım 1973 sonrası yurtdışındaki Türk elçilerine yönelik saldırılardı.
         Üçüncü anım, Marmara Üniversitesi Eğitim Fakültesi Fransızca Eğitim Bölümü’nde bölümünde öğrenci iken benden bir üst sınıfta öğrenci olan bir öğrenci ile tanışmış, arkadaş olmuştum. Kadıköy-Hasanpaşa’da tek başıma kaldığım kiralık bir evim vardı. Arkadaşlarımla bu evde bir araya gelir sohbet eder, şarap içerdik. Ermeni arkadaşımda evin müdavimlerindendi. Çok iyi arkadaştık. Bu arkadaşımın ismi, “Azad” idi. Soy ismini hatırlamıyorum. Arkadaşlığımız, Azad’ın okulu bitirmesine kadar devam etti. Fransa’ya ağabeyisinin yanına gideceğini söylüyordu. Ne yaptı bilmiyorum.
         Öğrenciliğim döneminde çok kısa bir sürede olsa, bir müzik aracını çalabilmek için gayret içindeydim. İlk önce bir bağlama aldım. Kurslarına gittim. Arkadaşlar yardımcı oldu. Fakat, ekonomik ve zaman nedeniyle kısa sürdü bu öğrenme işi. Bağlamayı bir arkadaşım istedi ona verdim. Aradan bir süre geçti. Azad, gitar öğretebileceğini söyledi ve gitarını getirdi. En çok iki kere gitar dersi vermeye çalıştı. Sonra okulu bitti. Birbirimizden koptuk. Ondan sonra da bana verdiği gitarı elime almadım. Aradan en az onbeş sene geçti.   Bana verdiği gitarı, üç yaşındaki oğlum, ara sıra eline alıp, çalmak istediği için tellerinden bir çoğu kopmuş olarak halen evde durmaktadır. Sevgili dostum Azad’ı halen özlüyorum.
        Bu dönem, Kapalıçarşı’da iş yapan ve değişik sosyal faaliyetler içinde iken tanıştığım ermeni arkadaşlarım oldu. Diğer kişilerle nasıl arkadaşlık kurduysam onlarla da aynı duygular içinde arkadaşlığım devam etti.
      Ermenilerle ilgili dördüncü anım Ermenistan’ın Azerbeycan Karabağı’nda Azerbeycan Türklerine yönelik katliam ve soykırımdı. Ermenistan, halen Azerbaycan topraklarından yüzde yirmibeşini işgal altında tutmaktadır. Ve son olarak, Fransa ile ABD’nin Türkiye’ye yönelik “ermeni soykırımı” tasarıları ile oldu.
        Ermenilerin iddialarını çürüttüğü ve doğru olmadığını söylediği için Amerikalı tarihçi ve Princeton Üniversitesi öğretim üyesi Bernard Lewis, 17 Mayıs 1995’de, Paris 1. Asliye Mahkemesi’nde yargılanmaya başlanmış ve 21 Haziran 1995’de mahkum edilmişti.  Bu karar ve yargılama, bilim ve düşünce özgürlüğü açısından yüz kızartıcı bir durum olduğu gibi hukuk açısından da tam bir rezalettir.
        Profesör Stanford J. Shaw ile eşi Ezel Kural Shaw, ermeni cinayet şebekeleri tarafından ölümle tehdit edildi, Los Angeles Üniversitesi’nde ders vermesi engellendi, evlerine baskın düzenlendi, evrakları çalındı, bomba atıldı. Prof. Stanford Shaw ile Prof. Ezel Kural Shaw’un bilimsel çalışma özgürlüğü engellendiği gibi ayrıca ölümle tehdit edilmişlerdir.
        1985 yılında, Osmanlı ve Türk tarihi araştırmacısı 69 bilim adamı, New York Times ile Washington Post gazetelerinde, yayınladıkları bildiride, ermeni iddialarının yanlış olduğunu, açıklamışlardı.
        Yaklaşık yüz sene önce toplumların yaşadığı olayları gündeme getirildiğinde sadece bir toplumun tarihini değil diğer toplumların tarihini de gündeme getirmek gerekir. Böylece parçalar bütünleştirilerek görülürse her şey daha iyi anlaşılır.
         Önemli olan, bundan sonra barış içinde bir arada yaşamanın ortamına hizmet etmektir. Yüz sene önceki olayları gündeme getirerek “yara kaşımaya  çalışma” hiç kimseye bir fayda getirmez.
        Örneğin ABD’nin “Kızılderililer” ile “siyah derili” insanlara uyguladığı soykırım dünya tarihin bir parçasıdır. Ayrıca, çok yakın Vietnam örneği var belleklerimizde.
          Fransa’nın diğer uluslara yaptığını bir tarafa bıraksak bile en yakın dönemde Cezayir’de 1,5 milyon Cezayirliyi katletme olayı dünya tarihinin bir diğer parçasıdır.
      Almanya, İngiltere, Rusya ve Yunanistan’ın yaptıklarını konuyla ilgisi olmadığı şimdilik yazmıyorum. Gereği olursa onlarda yazılır.
        İngiliz tarihçi Andrew Mango, 25 Eylül 2000 Pazartesi günü, Washington’da yaptığı açıklamada, “Girit’e, Yunanistan’a Bosna’ya soykırım diyen yok” diyerek, yapılan yanlışlığı dile getirmiştir.
          Ermeniler, Osmanlı döneminde devletin en üst düzeyinde görev almışlar, 29 paşa, 22 bakan, 33 milletvekili, 7 büyükelçi, 11 başkonsolos ve konsolos, 11 üniversite öğretim üyesi ve 41 yüksek rütbeli memur olmuşlardır.
         Hem ekonomik ve hem de yönetimsel açıdan Osmanlı devleti içinde önemli yerlerde olan Ermeni vatandaşlar, Osmanlı Devletinde özellikle Maliye ve Dışişlerinde egemendiler. Birçok yerde ermeni vatandaşlar, kaymakamlık yapıyordu. Osmanlı devleti içinde Ermeni vatandaşlar, ekonomiden ve yönetimden en çok pay alan kişilerdi.
         70 bini aşkın nüfuslarıyla, Türkiye Cumhuriyetinde ise vatandaşlık haklarından aynen yararlandıkları gibi ayrıca, 33 kiliseye, 30 okula, 17 hayır ve kültür derneğine, bir çok hastahaneye, 3 günlük gazeteye, çeşitli dergilere ve Taksim ve Şişli adında iki spor kulübüne sahiptirler.
         Ayrıca, günümüzde Ermenistan’dan Türkiye’ye gelip çalışan ve Ermenistan’a para gönderen en az otuz bin ermeni var.
       Türk toplumu suskun kaldıkça, hoş görülü olunca, barış içinde bir arada yaşama düşünceleriyle iyi niyetle davranıp, hareket ettikçe diğer topluluklar, inadına kin ve nefret tohumlarını artırarak, bunu besleyerek sürekli saldırı yapmaktadırlar. Türk toplumunun bu olaylara karşı tepkisiz ve suskun kalmasının bir nedeni onun geleneksel insancıl değerlerinden kaynaklanmaktadır.
           Birinci Dünya Savaşı sırasında ermeni cinayet şebekelerinin ve katillerinin yaptığı bütün vahşetlerine, soykırımlarına ve ihanetlerine rağmen, Türkler, savaştan sonra ermenilere her türlü yardımı yapmışlardır.
       Alman General Schellendorf Von Bronsart, bunu şöyle belirtmektedir, “Türkler, kendilerine dokunulmadığı takdirde, başka dinlerden olanlara karşı, dünyanın en hoş görülü insanlarıdır.”
         Bazı yazarlar, “toplumun tepkisiz olduğu, bir çok olaya boyun eğdiği” yönünde vurgulamalar yapar.  Hatta Aziz Nesin, toplumun bu tepkisizliğine karşı tepkisini, “Toplumun yüzde altmışı aptaldır” diye bir laf ederek dile getirdiği zaman olaylar olmuştu.
         Osmanlı-Türk İmparatorluğu, özellikle XVI. yüzyıldan itibaren çöküş dönemine girdikten sonra hem dışarda hem içerde son gününe kadar süren bir sıcak savaşın içinde olmuştur.
         Adı üstünde, “Osmanlı-Türk İmparatorluğu.” Üç kıtada, egemenliğini sürdürdüğü dönemde Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde çeşitli etnik toplulukları, dinsel inançları yaşayışları barındırmaktadır.
       Yusuf Hikmet Bayur’un “Ermeni Meselesi” adlı kitabında, “Türklerle ermenilerin bir ırktan, Orta Asya brakisefallerinden ve Türk ırkının bir kolu olduğundan” bahseder. Bayur, “bu ırk birliğine rağmen”, ermeni meselesinin, “din başkalığı, tarihin gelişmesi, bazı yabancı devletlerin bu durumu ustaca sömürmeye koyulmaları, Osmanlı idaresinin bazı yönlerde bir Ortaçağ idaresi durumunda kalmış  olması ve her iki yanın ileri gelenlerinin yetersizik ve anlayışsızlığı XIX. yüzyılın son ve XX. yüzyılın başlarında Türk ve Ermeni ulusları arasında aşılamaz gibi görünen bir uçurum kazanmıştır” diye belirtir. (Sayfa: 33,34).
       Osmanlı Devleti’nde Türkler kıtlık, açlık ve yoksulluktan kırılırken, hem iç hem de dış düşmana karşı dört bir yanda savaş yapıyordu. Türkler, bu savaş sırasında ayrıca ihanetlerle karşılaşmıştı.
       Osmanlı-Türk İmparatorluğu paylaşılıp, dağılınca Ermenistan, Irak, Suriye, Ürdün, Yunanistan, Bulgaristan gibi bir çok devletler ortaya çıktı. Ermenistan’ı ilk tanıyan ülkede Türkiye’dir.
        Osmanlı İmparatorluğu’nda hem iç hem de dış düşmanla on yıllardır süren savaşlar yaşanırken Ermeni cinayet şebekelerinin ve katillerin en az bir milyon Türk’ü katlettiği cinayetlerden, soykırımdan, vahşetlerden bazıları şöyledir:
        1- Yakaladıkları Türkleri Süngü ile parçalamışlardır, 2- Balta ile parçalamışlardır, 3- Yakaladıkları Türkleri demir ve sopalarla döverek öldürmüşlerdir, 4- Öldürdükleri Türkleri köpeklere yedirmişlerdir, 5- Öldürdüğü Türklerin cesetlerinin üzerine gazyağı döküp yakmışlardır, 6- Samanlığa doldurdukları Türkleri diri diri yakmışlardır, 7- Camilere doldurdukları Türkleri diri diri yakmışlardır, 8- Türkleri evlere doldurup diri diri yakmışlardır, 9- Kadın ve kızların ırzına geçmişlerdir, 10- Öldürdükleri Türklerin kafalarını kesip, kazıklara geçirip sokaklarda dolaşmışlardır,11- Türklerin ev ve iş yerleri ile resmi daireleri yağmalayarak hırsızlık yapmışlardır, 12- Altın dişleri söküp alarak çapulculuk yapmışlardır, 13- Kadınları çırılçıplak soyduktan sonra ilk önce tecavüz edip, sonra öldürmüşlerdir, 14- Kadınları kazığa oturtarak öldürmüşlerdir, 15- Kadınların göğüsleri yarılarak, kadınlık organlarına süngü sokarak öldürmüşlerdir, 16- Çocukları süngüleyerek öldürmüşlerdir, 17- Hamile kadınların doğacak çocuğunun cinsiyeti üzerine bahis oynadıktan sonra süngüyle, kadınının karnı yarılarak cenine bakılması, 18- Çocukları kuzu gibi kızartıp süngü ile direğe asmışlardır, 19- Çocukları tandıra atıp kızarttıktan sonra annesine zorla yedirmeye kalkmışlardır, 20- Çocukları çengellere atıp öldürmüşlerdir, 21- Çocukları kuyulara atıp yakmışlardır, 22- Erkek çocukları çırıl çıplak soyduktan sonra erkeklik organını kesmişlerdir, 23- Erkek kadın bazı Türkleri ellerinden kapılara çivilemişlerdir, 24- Erkek kadın bazı Türklerin burunlarını, kulaklarını ve çenelerini kesmişlerdir, 25- Bazı genç kızları çırıl çıplak soyduktan sonra “Haydi, namaz kılın” diyerek alay etmişler, sonra da ırzlarına geçtikten sonra öldürmüşlerdir,  26- Tren vagonlarına doldurdukları Türkleri, birkaç hafta şuraya buraya göndererek vagonlarda açlık, susuzluk, havasızlık ve hastalıktan öldürmüşlerdir, 27- Ev, kahvehane ve resmi daireleri bombalayarak kitselel katliam yapmışlardır, 28- Camiden çıkan silahsız müslüman Türklere silahlı ve bombalı saldırılarda bulunarak kitlesel katliam yapmışlardır, 29- İhtiyar, hamile kadın, çocuk, asker, sivil ellerine geçirdikleri Türkleri hunharca katletmişlerdir, 30- Köyleri, evleri, tarlaları ateşe vererek yakmışlardır, 31- Mal ve hayvanları öldürerek zarar vermişlerdir,  32- Ele geçirdikleri gıda maddeleri, hayvanları, ziynet eşyalarını yağmalayıp hırsızlık yapmışlardır,  33- İple boğarak öldürmüşlerdir, 34-Asmak suretiyle katletmişlerdir, 35- Yakaladıkları ve ele geçirdikleri Türklerin gözlerini oydular, 36- Kadınları kazığa oturtarak feci şekilde can vererek ölümlerine yolaçmışlardır, 37- Başlarını taşla ezmek sueretiyle katletmişlerdir, 38- Ellerini karınlarına sokularak öldürmüşlerdir, 39- Tenasül uzuvları ağızlarına bırakılmış şekilde öldürmüşlerdir, 40- Yedi yaşındaki Fatma ve dokuz yaşındaki Gülnaz adlarındaki iki kız çocuğu ön ve arkalarından tecavüz etmişlerdir, 41- Suda boğmak suretiyle öldürmüşlerdir, 42- Yakaladıkları Türkleri tezek yığınları içine atarak yakmışlardır, 43- Tandıra atarak yakmışlardır, 44- Erkek çocuklarına tecavüz etmişlerdir, 45- Bazı kadınlara tecavüz ettikten sonra tenasül uzvuna odun sokarak öldürmüşlerdir, 46- Bazı din adamlarının sakalları pisletildikten sonra sonra vücutları parça parça doğranarak öldürülmüşlerdir, 47- Esir aldıkları Türkleri yalınayak ve çıplak yürüterek donarak öldürmüşlerdir, 48- Kurşuna dizerek toplu katliam yapmışlardır, 49- Yakaladıkları Türklerin başlarını tüfek dipçikleriyle ve çizmelerle çiğnemek suretiyle öldürmüşlerdir, 50- Esir aldıkları Türklerin derilerini yüzdüler, 51- Ermeni cinayet şebekeleri ateşte kızdırdıkları tüfeklerinin kasaturaları ile Türklerin vücutlarını dağladılar, 52- Esir aldıkları Türklere zehirli ekmek ve yemek vererek feci şekilde ölmelerine neden oldular, 53- Genç kadınların memelerini keserek asmışlardır, 54- Annesi yaralı bir çocuğun ağzına, annesinin kesilmiş memesini vererek emzirtmişlerdir, 55- Koyan boğazlar gibi insanları kesmişlerdir, 56- Yeni doğmuş çocukları havaya fırlattıktan sonra altına süngü tutarak feci şekilde öldürmüşlerdir, 57- Kol ve ayak keserek sakat bırakmışlardır.
        Ermeni cinayet şebekeleri ve katilleri, kendilerine destek ve yardımcı olan İngiliz, Fransız, İtalyan, Rus işgalci güçlerle işbirliği halinde özellikle Ankara, İstanbul, Adana, Erzurum, Bitlis, Van, Hakkari, Diyarbakır, İzmit, Kars, Kayseri, Kahraman Maraş, Şanlı Urfa, Trabzon, Sivas, Yozgat, Çorum, Amasya, Giresun, Gümüşhane, Elazığ, Erzincan, Muş, Samsun gibi iller ile bu illere bağlı ilçe, nahiye ve köylerinde Türklere yönelik soykırım yapmışlardır. Ermeni cinayet şebekeleri, öyle vahşice hareket etmişlerdir ki, bazı köy ve nahiye ahalisini toptan yoketmişler, tam bir soykırım yapmışlardır.
        Erzurum, Van ve Kars’ta ermeni cinayet şebekelerinin Türklere yaptıkları soykırıma ait toplu mezarlardan bir kaçı  ortaya çıkartılmıştır.
        24 Kasım 1985 tarihli Fransız Le Petit Journal Dergisi, ressamların çizdiği resimlerin de yeraldığı haberi, “Ermeni çeteciler Türkleri nasıl boğazladı” diye dünyaya duyurmuştu.
        Van’da ne kadar Türk varsa Ermeniler tarafından soykırıma uğradı. ABD’de yayınlanan Ermeni gazetesi Goçnak, 24 Mayıs 1915 tarihli sayısında, “Van’da yalnızca bin 500 Türk’ün kaldığını” övünerek açıklar.
         Türk devlet adamlarına, diplomatlarına ve vatandaşlarına Ermeni cinayet şebekeleri ve caniler tarafından girişilen saldırılardan bazıları:
        Ermeni cinayet şebekeleri, Osmanlı Padişahı Sultan İkinci Abdülhamid’e 21 Temmuz 1905 Cuma günü, bombalı suikast düzenler.
       Ermeni cinayet şebekelerinin bir arabanın içine yerleştirdikleri 120 kilo patlayıcı, Sultan İkinci Abdülhamid, Yıldız Camii’nde kıldığı Cuma namazından sonra, infilak eder.
       Sultan İkinci Abdülhamid’in Başmabeyincisi Kara Tahsin Paşa, hatıralarında olayı şöyle anlatmıştır:
         “21 Temmuz 1905 Cuma günü, öğle vaktini müteakip, cehennemi makine patladı. En büyük çaptaki topların çıkardığı tarrakadan daha gürültülü, akisli ses çıkaran ve hava titreşimleri meydana getirerek en uzak semtlerden dahi duyulan bu patlama, padişahı ve orada bulunan binlerce kişiyi dehşete düşürdü.
         Hünkar, camii şeriften çıkıp, saraya dönmek için arabasına binmek üzere, binek taşına giden merdivenlere doğru ilerlerken, karşısına çıkan Şeyhülislam Cemalettin Efendi ile birkaç kelimelik sohbet için durakladı. Askeri birlikler selam vaziyeti almış, teşrifat adeti usulüne göre, sağda ve solda bendegah, askeri rical ve yaverler sıralanmışlardı.
       Saatli bombanın kuruluşunda, bu duraklama hesapta yoktu. Hünkar, patlamanın şidetli sarsıntısından ve havada uçuşan parçalardan önemli ve tehlikeli bir hadisenin meydana geldiğini anlamıştı. Hiç korku ve telaş eseri göstermedi.”
         Sultan İkinci Abdülhamid’i Şeyhülislam Cemalettin Efendi ile birkaç kelime konuşma yapmak üzere duraklaması kurtarmıştır.
         Patlama sonunda, 26 kişi ölmüş, 58 kişi yaralanmış, bomba, yerde 70 santimlik bir çukur açmıştır.
         Bombalı suikasti düzenleyenlerden bir kısmı yakalandı ve yargılandı. Suikasti düzenleyenlerden Singer şirketinde memur olarak çalışan Charles-Edouard Joris adlı Belçika vatandaşı vardı.
       Boğazlıyan eski Kaymakamı Mehmet Kemal Bey, İngiliz işgali altındaki İstanbul’un Beyazıt Meydanında, ingiliz-ermeni işbirliği sonucu, 10 Nisan 1919 Nisan Perşembe günü, idam edilir. Mehmet Kemal Bey, asılmadan önce, “Ecnebi devletlere yaranmak için beni asıyorlar. Eğer adalet buna diyorlarsa kahrolsun böyle adalet. Yaşasın millet” diye bağırır.
         Boğazlıyan eski Kaymakamı Mehmet Kemal Bey’in cenaze töreni, öğrencilerin de yeraldığı onbinlerce kişinin katılımıyla, 11 Nisan 1919 Cuma günü, Kadıköy’de yapılır. Mehmet Kemal Bey’in mezarı başında konuşma yapan bir Tıbbıye öğrencisi, “İngilizleri Odesa’dan attılar. Haydin biz de İstanbul’dan kovalım. Ne bekliyoruz. İngilizi atmak borcumuzdur. Felaketimizi hazırlayan İngiliz’i yok etmek zorundayız.”, der.
          Bayburt eski Kaymakamı, Urfa Valisi Nusret Bey, ingiliz-ermeni işbirliği sonucu, 5 Ağustos 1920 Perşembe günü, Beyazıt  meydanında idam edilir.
         İçişleri Bakanlığı ve Başbakanlık yapmıştı olan İttihad ve Terakki’nin liderlerinden Talat Paşa, Berlin’de 15 Mart 1921 Salı günü, oturduğu apartmanın yakınlarında Hardenberg Caddesinde yürürken Sogomon Tehliryan adlı ermeni katil tarafından silahla vurularak öldürüldü. Ermeni katil yakalandı fakat Şarlottenburg Mahkemesince serbest bırakıldı. Arjantin’e giden ermeni katil, 1960’da eceliyle geberdi.
          Başbakanlık ve İçişleri Bakanlığı yapmış olan Sait Halim Paşa, ermeni katiller tarafından 6 Aralık 1921 Salı günü (Bazı kaynaklar ölüm tarihini 7 Aralık 1921 olarak veriyor), Roma’da katledilir. Türkiye’ye getirilen cesedi, Sultan Mahmud Türbesi bahçesine gömülür.
         İttihad ve Terakki’nin liderlerinden Bahriye Bakanlığı ve 4. Ordu Komutanlığı yapmış Cemal Paşa ile iki yaveri jandarma teğmeni Süreyya Bey ve bahriye binbaşısı Nusret Bey, Karakin Layayan ve Sergo Vartanyan adlı iki Ermeni katil tarafından 21 Temmuz 1922 Cuma günü akşamı, Tiflis’te silahlı saldırı sonucu katledilir.
       Cemal Paşa’nın cenazesi trenle Türkiye’ye getirilir ve Erzurum’a götürülüp Kars Kapısı dışındaki şehitliğe defnedilir.
         Adli Tıp Profesörü, Şurayı Ümmet gazetesini çıkarmış olan İttihad ve Terakki’nin liderlerinden Tabip Bahaettin Şakir Bey ile Hukuk Mektebi müdürlüğü, Trabzon, Bursa ve Konya valiliği, Çorum ve Preveze mebusluğu yapmış olan Azmi Bey (Mehmet Cemal), ermeni katiller tarafından,  17 Nisan 1922 Pazartesi günü, Berlin’de katledildi.
         Talat, Cemal ve Sait Halim Paşa’yı öldüren ermeni katiller, Türkiye düşmanı ermeni çevreleri tarafından kahraman olarak tanıtıldı.
       1973’den 1994 yılına kadar, ermeni cinayet şebekeleri tarafından 21 ülkenin 38 kentinde, değişik türde 110 saldırı olayı oldu. 110 saldırıdan 39’u silahlı, 70’i bombalı, 1’i işgal şeklinde  idi. Bu saldırılarda 48 diplomat ve Türk vatandaşı ile 4 yabancı öldürüldü. 127 Türk ve 66 yabancı uyruklu yaralandı.
        ABD’de Los Angeles Başkonsolosu Mehmet Baydar ile Konsolos Bahadır Demir, 27 Ocak 1973’te ABD’nin Santa Barbara kentinde 77 yaşındaki Mıgırdıç Yanıkyan adlı ermeni katil tarafından katledildi.
         Avusturya’nın başkenti Viyan’da Türkiye’nin Viyana Büyükelçisi Danış Tunalıgil, 22 Ekim 1975 günü, büyükelçiliği basan üç ermeni katil tarafından şehit edildi.
        Fransa’nın başkenti Paris’de Türkiye’nin Paris Büyükelçisi İsmail Erez ile şoförü Talip yener, 24 Ekim 1975 günü, ermeni cinayet şebekeleri tarafından büyükelçilik yakınında makam otobiline ateş açılması sonucu katledildiler.
          Beyrut’ta Türkiye Büyükelçiliği Baş katibi Oktar Cirit, Hamra Caddesinde, 16 Şubat 1976’da, ermeni cinayet şebekeleri tarafından katledildi.
        İtalya’nın başkenti Roma’da Vatikan Büyükelçisi Taha Carım, 9 Haziran 1977’de, ermeni cinayet şebekeleri tarafından silahlı saldırı sonucu öldürüldü.
         İspanya’nın başkenti Madrid’de Türkiye’nin Madrid Büyükelçisi Zeki Kuneralp’in arabasına üç ermeni katil tarafından, 2 Haziran 1978 günü, ateş açıldı. Büyükelçi’nin eşi Necla Kuneralp ile emekli Büyükelçi Beşir Balcıoğlu öldürüldüler. İspanyol şoför Antonio Torres de saldırı sonucu öldü.
        Hollanda’nın Lahey’de Deft Teknik Üniversitesi doktora öğrencisi ve Türkiye’nin Lahey Büyükelçisi Özdemir Benler’in oğlu Ahmet Benler, 12 Ekim 1979 günü, ermeni cinayet şebekelerinin saldırısı sonucu öldürüldü.
        Fransa’nın başkenti Paris’te Türkiye Büyükelçiliği Turizm Müşaviri Yılmaz Çolpan, Champ Elyees’de, 22 Aralık 1979 günü, ermeni cinayet şebekeleri tarafından öldürüldü.
         Yunanistan’ın başkenti Atina’da Türkiye Büyükelçiliği İdari Ateşesi Galip Özmen’in otomobiline ermeni katil tarafından, 31 Temmuz 1980 günü, ateş açıldı. Galip Özmen ile 14 yaşındaki kızı Neslihan Özmen öldü, eşi Sevil Özmen ile 16 yaşındaki oğlu Kaan Özmen yaralandı.
       Avusturalya’nın başkenti Sidney’de Türkiye’nin Başkonsolosu Şarık Arıyak ile koruma görevlisi Engin Sever, 17 Aralık 1980 günü, iki ermeni katil tarafından silahla katledildi.
       Fransa’nın başkenti Paris’te Türkiye Büyükelçiliği Çalışma Müşaviri Reşat Moralı, din görevlisi Tecelli Arı ve Anadolu Bankası temsilcisi İlkay Karakoç, 4 Mart 1981 günü, ermeni cinayet şebekesine bağlı iki ermeni katil tarafından, silahlı saldırıya uğradı. Reşat Moralı ile Tecelli Arı öldü, İlkay Karakoç yaralandı.
       İsviçre’nin Cenevre kentinde, Cenevre Türkiye Başkonsolosluğui sekreteri Mehmet Savaş Yergüz, ermeni bir katil tarafından, 9 Haziran 1981 günü, katledildi.
       Fransa’nın başkenti Paris’te Türkiye Başkonsolosluğu, 24 Eylül 1981 günü, öğle saatlerinde ermeni cinayet şebekelerine bağlı dört ermeni katil tarafından işgal edildi. İşgal sırasında ermeni katillerin açtığı ateş sonucu Başkonsolos Kaya İnal ile koruma görevlisi Cemal Özen, ağır yaralandı. İnal ile Özen’in hastahaneye kaldırılmasına izin vermeyen ermeni katiller, üç gün önce bir çocuğu olmuş olan Özen’in ölmesine neden oldular.
        Cemal Özen’i öldüren ermeni katil Kevork Güzelyan, 15 Ekim 2000 Pazar tarihli Hürriyet gazetesinde yayınlanan haberde, Ermenistan’ın başkenti Erivan’da yaşayan ermeni katilin anlatımına göre, “Eylemlerinden ötürü pişmanlık duymamış, daha sonra, Azerbaycan’ın Karabağ bölgesinde binbaşı rütbesiyle Azerbaycan Türklerine karşı dört yıl savaşmış, şimdi ise Ermenistan’la ticaret yapan Türk iş adamlarının ödenmeyen çek-senetlerinin tahsil edilmesi işleriyle uğraşıyormuş.”
        İsviçre’nin Bern kentinde, Türkiye’nin Bern Büyükelçisi Doğan Türkmen’e 24 Ocak 1982 günü, ermeni cinayet şebekeleri tarafından suikast düzenlendi.
       ABD’de Los Angeles Başkonsolosu Kemal Arıkan, 28 Ocak 1982 günü, ermeni cinayet şebekelerine bağlı iki ermeni katil tarafından silahlı saldırı sonucu şehit edildi.
        Kanada’nın Ottowa kentinde, Ottowa Türkiye Büyükelçiliği Ticaret Ataşesi Kani Güngör, 8 Nisan 1982 günü, üç ermeni terörist tarafından silahlı saldırı sonucu ağır yaralanır.
         ABD’nin Boston kentinde, Türkiye’nin Boston Fahri Başkonsolosu Orhan Gündüz, 4 Mayıs 1982 günü, ermeni bir katilin silahlı saldırı sonucu öldürülür.
        Portekiz’in başkenti Lizbon’da Türkiye Büyükelçiliği İdari Ataşesi Erkut Akbay ve eşi Nadide Akbay, 7 Haziran 1982 Pazartesi günü, evlerinin önünde bir ermeni katilin silahlı saldırı sonucu şehit edildi.
         Hollanda’nın Rotterdam kentinde, Türkiye’nin Rotterdam Başkonsolusu Kemalettin Demirer, 21 Temmuz 1982 günü, ermeni katillerin silahlı saldırısına uğradı. Demirer, yara almadan kurtuldu.
        7 Ağustos 1982 günü, ermeni cinayet şebekelerine bağlı iki katil, Ankara Esenboğa Havaalanı’nı bastı, salonda bulunan yolculara ateş açıp, el bombası attı. 6 Türk ile 3 yabancı uyruklu kişi öldü. 82 kişi yaralandı.
         Kanada’nın Ottowa kentinde, Türkiye’nin Ottowa Büyükelçiliği Askeri Ateşesi Hava Kurmay Albay Atilla Altıkat, ermeni cinayet şebekeleri tarafından, 27 Ağustos 1982 günü, yapılan silahlı saldırı sonucu öldürüldü.
          Bulgaristan’ın Burgaz kentinde Başkonsolosluk İdari Ataşesi Bora Süelkan, evinin girişinde, 9 Eylül 1982 günü, ermeni cinayet şebekeleri tarafından yapılan silahlı saldırı sonucu öldürüldü.
         Portekiz’in başkenti Lizbon’da Türkiye’nin idari ateşesi Erkut Akbay ile eşi Nadide Akbay, 8 Ocak 1993 günü, ermeni katillerin silahlı saldırısı sonunda şehit oldular.
        Yugoslavya’nın Belgrad kentinde, Türkiye’nin Belgrad Büyükelçisi Galip Balkar, Yugoslavya Dışişleri Bakanlığı’na giderken iki ermeni katil tarafından, 9 Mart 1983 günü, silahlı saldırıya uğradı. Büyükelçi Balkar ile bir Yugoslav öğrenci öldü, makam şoförü Necati Kaya, göğsünden yaralandı.
         Ermeni katil Mıgırdıç Madaryan, 15 Haziran 1983 günü, İstanbul’da Kapalıçarşı’da halkın üzerine otomatik silahla ateş açıp, el bombası attı. Yusuf Alper ile Murat Alptekin, öldü, 21 kişi yaralandı.
        Belçikanın Brüksel kentinde, Türkiye’nin Brüksel Büyükelçiliği İdari Ataşesi Dursun Aksoy, iki ermeni katil tarafından, evinin yakınlarında, 14 Temmuz 1983 günü, silahlı saldırı sonucu şehit edildi.
        Fransa’nın başkenti Paris’te Türk Hava Yollarının Orly Havaalanı’ndaki yolcu ve bagaj işlem bürosu önüne ermeni katiller tarafından bırakılan bir valiz içindeki patlayıcı maddelerin, 15 Temmuz 1983 günü, patlaması sonucu ikisi Türk, dördü Fransız, biri Amerikalı ve biri de İsveçli sekiz kişi öldü. Olayda 28’i Türk, 60 kişi yaralandı.
        Portekiz’in başkenti Lizbon’da, Türkiye’nin Lizbon Büyükelçilik binasını ermeni cinayet şebekesi ve katilleri, 27 Temmuz 1983 günü, işgal etti. Büyükelçilik müsteşarı Yurtsev Mıhçıoğlu’nun eşi Cahide Mıhçıoğlu, şehit edildi. Yurtsev Mıhçıoğlu ve oğlu Atasay Mıhçıoğlu, yaralandılar.
       Ermeni katiller, 28 Mart 1984 günü, İran’ın başkenti Tahran’da Türkiye’nin Tahran Büyükelçiliğine silahlı saldırıda bulundu. Askeri ateşe yardımcısı İsmail Pamukçu ile Baş Katip Servet Öktem, yaralandı.
          Ermeni cinayet şebekeleri ve katiller, 15 Nisan 1984 günü, Tahran’daki İdari Ateşe İbrahim Özdemirci’ye silahlı saldırıda bulundular.
        Avusturya’nın başkenti Viyana’da Türkiye’nin Viyana Büyükelçiliği Çalışma Müşaviri sosyal Yardımcısı Erdoğan Özen, ermeni cinayet şebekeleri tarafından otomobiline konmuş olan bombanın,  20 Haziran 1984 günü, patlaması sonucu şehit oldu.
        Ermeni cinayet şebekeleri ve katilleri, 19 Kasım 1984 günü, Viyana’daki Birleşmiş Milletler Sosyal Kalkınma ve İnsancıl İşler Merkezi Direktör Yardımcısı Enven Ergun’a silahlı saldırı düzenleyip şehit ettiler.
        Üç silahlı ermeni terörist, 12 Mart 1985 günü, Kanada’nın Ottawa’da Türkiye’nin Ottawa Büyükelçiliğine silahlı saldırıda bulundu. Büyükelçi Coşkun Kırca yaralandı, Kanadalı güvenlik görevlisi öldürüldü.
       Avusturalya’nın Melburn’daki Türkiye Başkonsolosluğuna ermeni cinayet şebekeleri tarafından 23 Kasım 1986 günü, yapılan bombalı saldırı yapıldı.
    Yunanistan’ın başkenti Atina’da Türkiye Büyükelçiliğinin servis aracına yol kenarına park etmiş bir otomobilden uzaktan kumandayla bombalı saldırıda bulunuldu. Maslahatgüzar Deniz Bölükbaşı ile İdare Ateşe Nilgün Keçeci yaralandılar. On kadar araç tamamen tahrip oldu.
        Yunanistan’ın  başkenti Atina’da Türkiye’nin Basın Müşaviri Çetin Görgü, 7 Ekim 1991 günü, cinayet şebekeleri tarafından silahlı saldırı sonucu şehit edildi.
         Macaristan’ın başkenti Budapeşte’de Türkiye’nin Budapeşte Büyükelçisi Bedrettin Tunabaş’ın bindiği araca, 19 Aralık 1991 günü, ermeni cinayet şebekeleri tarafından silahlı saldırı düzenlendi.
       Türkiye’nin Bağdat’taki İdare Ateşesi Çağlar Yücel, 11 Aralık 1993 günü, cinayet şebekeleri tarafından silahlı saldırı sonucu Bağdat’ta şehit edildi.
       Yunanistan’ın başkenti Atina’da Türkiye Büyükelçiliği Müsteşarı Ömer Haluk Sipahioğlu, cinayet şebekeleri tarafından silahlı saldırı sonucu, 4 Temmuz 1994 günü, şehit edildi.
        Ermeni katiller ile cinayet şebekelerinin yaptığı cinayet, katliam ve soykırımları ABD’de ve Avrupa’da onaylayan veya onaylamak isteyerek Türkiye’ye karşı kullanmak isteyen çevreler var.
        Sadece şöyle bir soru aklıma takılıyor? Başka bir ülkenin başbakanı, içişleri bakanı, denizcilik bakanı, 46 tane diplomatı cinayet şebekeleri tarafından silahlı, bombalı saldırılar sonucunda öldürülse o ülkenin devlet yönetimi ve vatandaşlarının tepkisi ne olurdu acaba?
        Emekli Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu, “Askeri ve Siyasi Anılarım” kitabında, şunu söylemektedir: “Gençlere hep şunu söylüyorum, ‘Hiç bir zaman memlekete hizmet ederken, mutlaka bunun karşılığını devlet bana verecek diye düşünmeyin. Sükutu hayale (hayal kırıklığına) uğrarsınız’. Çünkü, bu devlette testiyi kıranlar, daima testiyi taşıyanlardan daha makbul addedilmiştir.” demektedir. (Bakın, sayfa: 329)
        Suçu olsun olmasın, iddialar ve emperyalist güçlere yaranmak amacıyla da olsa Türkler aleyhinde davalar açılmış, bir çok kişi yargılanmış, idam edilmiş, mahkum olmuş veya sürgüne gönderilmiştir.
         Osmanlı arşivleri açılmıyor iddiası yapılıyor. Osmanlı arşivlerinin tasnif edilen bölümleri açık ve isteyen yararlanıyor. Bir çok belge aynen yayınlandı. Arşivlerin açılmadığını söyleyen sahtekarlara şunu sormak lazım: Ermeni arşivleri açık mı acaba?
             Kesinlikle açık değil.
            Cinayet, yağma, katliam ve soykırım amacıyla Ermeni topluluğunu kışkırtan İngiliz, İtalyan, Almanya, Amerika, Rus, Fransız arşivlerine gidin bakın. Oralarda daha çok belge var.
        “Yavuz hırsız ev sahibini bastırır” örneği arsızlaştıkça arsızlaşıyor bazı çevreler. Bu kadar cinayet, vahşet ve soykırımdan sonra birilerinin kalkıp bazı sözde iddialarda bulunması tam anlamıyla yüzsüzlüktür.
          Türkler, yaşadığı bir yığın insanlık dışı olaya rağmen tarihte olsun, günümüzde olsun hiç bir topluluğa kin duymamış, devamlı hoşgörü ve insancıl davranışlar içinde yaklaşmıştır. Yaşadığı o kadar acıya, ihanete rağmen her topluluğa insanca yaklaşım içinde olan Dünyada başka bir milletde yoktur. Bu milleti anlamaları için bazılarına, Nazım Hikmet’in “Türk Köylüsü” şiirini okumalarını öneririm.
                      Yararlanılan Kaynaklar:
    1- Türkçe-İngilizce ve Almanca Web Sitesi: www.ermenisorunu.gen.tr., 2-Eylül, Ekim 2000 tarihli Hürriyet, Milliyet, Sabah, Türkiye, Akşam, Cumhuriyet gazeteleri, 3- Gültekin Ural, Ermeni Dosyası, Kamer Yayınları, İstanbul, 1998, 4- Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, dört cilt, Atatürk Kültür-Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1993, 5-Trandafir G. Djuvara, Türkiye’nin Paylaşılması Hakkında Yüz Profe (1281-1913), Gündoğan Yayınları, Ankara, Şubat 1999, 6- Hüseyin Nazım Paşa, Ermeni Olayları Tarihi, iki cilt, T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1994, 7- Osmanlı Belgelerinde Ermeniler (1915-1920), T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Ankara, 1994, 8- Bilal N. Şimşir, Malta Sürgünleri, Bilgi Yayınları, Ankara, ikinci basım, Nisan 1985, 9- İlhan Akbulut, Devlet Terörizmi ve Ülke Bölücülüğü, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1998, 10- Yılmaz Altuğ, Terörün Anatomisi, Altın Kitaplar Yayınları, İstanbul, Mart 1995, 11- Georges de Maleville, 1915 Osmanlı-Rus Ermeni Trajedisi, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul, 12- Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu (E), Askeri ve Siyasi Anılarım, cilt:1, 1928-1965, Kastaş Yayınları, İstanbul,Nisan 1999, 13- Yusuf Hikmet Bayur, Ermeni Meselesi, iki cilt, Cumhuriyet Gazetesi Kitapları, İstanbul,Haziran 1998, 14- Taner Akçam, Ermeni Tabusu Aralanırken-Diyalogdan Başka Bir Çözüm Yolu Var mı?, Su Yayınları, İstanbul, Ağustos 2000, 15- Stanford J. Shaw-Ezel Kural Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, iki cilt, E Yayınları, İstanbul, ikinci baskı, 1994, 16- Mine G. Saulnier, Bernard Lewis Davası-Bir Tarih Yargılanıyor, Milliyet, 3-4 Haziran 1995, 17- Lobi Bilimi Yendi, Milliyet, 10 Ekim 2000, 18- Fransız Katliamı Sorgulanıyor, Cumhuriyet, 6 Haziran 1998, 19- Mustafa Müftüoğlu, Yakın Tarihimizde Siyasi Cinayetler, iki cilt, Yağmur Yayınları, İstanbul, ikinci baskı, 1977, 20- Mahmut İhsan Özgen, Ermeni Terörü ve Arkasında Gizlenen Güç, Tercüman, 3 Temmuz 1981 (1), 21- Emin Pazarcı, Soykırım Yalanı’nın Gerçek Yüzü, Akşam, 26 Eylül 2000 (1), 22- Serdar Uyan, Ermeni Yalanı, Türkiye, 25 Eylül 2000 (1), 23- Ermeniler Prof. Shaw’u Öldürme Kararı Aldılar, Milliyet, 12 Şubat 1982.