Kategori: Ermenistan

  • Soykirim Iddialarina Bakis ve Genel Bir Degerlendirme

    Soykirim Iddialarina Bakis ve Genel Bir Degerlendirme


     

    Cuma, 22 Agustos 2008

    Demirhan Çiraci
    demirhanciraci@haberdokuz.com 
    Bu mail adresi spam botlara karsi korumalidir, görebilmek için Javascript açik olmalidir  


    Küresellesen dünya stratejik ve politik güç oyunlarina sahne olmaktadir. Emperyalist devletler, dünya devletleri üzerinde baski ve hâkimiyet kurmak adina çesitli senaryolar ile çesitli unsurlar yaratip, menfaat saglamak derdindedir. Bu stratejik oyunlar içerisinde önemli yer tutan ögelerden biriside soykirim taseronlugu yaparak, bunu siyasi alanda kullanip, hedefteki ülkeyi taarruza tutmaktir.
     
    Bu stratejik oyunlar içerisinde jeopolitik ve jeostratejik önemi bir hayli fazla olan ülkemizde, ciddi manada bir hedef teskil etmektedir. Yogun olarak Ermeni Soykirimi söylemi hâkim kilinmaya çalisilsa da, bunun yaninda Pontus Rum’lari ve Süryani’ler üzerinde de soykirim yapildigi iddialari servis yapilmakta, bu stratejik oyunlar ile Türk Devleti baski altinda tutulmaya çalisilmaktadir.
     
    Bu güç oyunlari, Türk Devleti üzerinde farkli soykirim tezlerinin ötelerde uygulamaya sokacagini da isaret etmektedir. Ülkemizdeki etnik yapinin çok çesitlilik arz ettigi vurgusu sürekli yapilmakta, Türk Devleti bir mozaikmis gibi sunulmaya çalisilmaktadir. Çesitliligin fazla sunulmasi, yakin tarihimizde farkli kökenler üzerinde de Türk Devleti’nin katliama giristigi iddialarinin yesertilmesi ihtimalinin, ufukta oldugu izlenimini yaratmaktadir.

     
    Bu noktada su an için en etkin kullanmayi hedefledikleri durumun Kürtler oldugu, birçok platformda Kürtlere bir baski, hak kisitlamalari ve hatta cani yöntemler uygulandigi iddialari, bazi kesimler tarafindan dillendirilmeye baslandigi gözlemlenmektedir.
     
    Kürtlere deginmeden önce Ermeni, Pontus, Süryani soykirim iddialarina deginmek, ufukta böyle bir ihtimalin nasil ortaya sunulabilir olacagini isaret etmek gerekmektedir.
     
    Sözde Ermeni Soykirim Iddialari Ortaya Nasil Atildi?
     
    Millet-i Sadika unvani almis bir milletin, bugün Türklerin yaptigi iddia edilen bir soykirimin merkezine oturtulmasi, Osmanli üzerinde emelleri olan milletlerin 1. Cihan Harbi’nde ve öncesinde kiskirtmalariyla ortaya çikmis, savas halinde basariya ulasamamis milletlerin, siyasi ortamda sikistirmak istemeleriyle ile tezahür etmistir.
     
    Rus, Ingiliz ve Fransiz kiskirtmalari sonucunda, Ermeniler Osmanli’ya karsi ayaklanmis, birçok yerde isyanlar çikarmis ve bu isyanlar neticesinde bir hayli kan dökülmesine sebebiyet vermislerdir. Ermeni çetecileri Hinçak ve Tasnak birçok vilayetimizde, köyümüzde katliam yapmis, bunlar Avrupali destekçilerinin de yönlendirmeleriyle, Ermeni katliami olarak sunulmustur.
     
    Ilk isyan hareketi olarak bilinen, 1890 yilinda Erzurum’da meydana gelen olaylarda, 12 kisi ölmüs, bu ise Avrupa’ya ‘Ermeniler Türkler tarafindan katledildi’ seklinde lanse edilmistir. Yine birçok vilayetimizde cereyan eden isyanlar ve neticesinde dökülen kanda Türklerin, Ermenileri katlettigi seklinde servis yapilmistir.

     
    Van’da 3000, Mus’ta yine Ermeniler tarafindan katledilen 20.000 dolayinda Türk, Avrupa’da katledilen Ermeniler olarak anlatilmis, Osmanli Imparatorlugu üzerinde siyasi bir baski yaratilmaya çalisilmistir.
     
    Cephe ardindaki Ermeni çetecileri, Osmanli kuvvetlerinin lojistik destegini kesmek için girisimlerde bulunmus, Osmanli Devletinin bazi cephelerde zaafa ugramasina sebebiyet vermis, ayrica köylere yaptigi baskinlarla birçok Türk’ün katlinin müdahili konumuna geçmistir. Gerçeklesen bu olaylar cephe ardinin güvence altina alinmasi gerekliligini hâsil etmis ve önce 24 Nisan 1915 tarihinde Ermeni derneklerinin kapatilmasi ve elebaslarinin tutuklanmasi, ardindan kisa sürede tehcir kararini almistir. Ermeni komitecileri için yikim olan bu karardan dolayi, bu tarihi soykirim günü ilan etmislerdir.
     
    Görüldügü üzere, Ermeni isyan hareketlerine karsi alinan tedbirler ve savas hali soykirim olarak ortaya atilmistir. Söz konusu dönemde çesitli için isyanlarda ölen Türkler dahi, Avrupa’da ‘Ermeni katliami devam ediyor’ seklinde yanki bulmus ve böyle bir inanç olusturulmustur.
     
    Bugünlerde ise Ermenilerin Türkiye topraklarinda olan ideallerinin yansimasi olarak kuvvetli bir sekilde seyir almakta, Türk topragindan parça koparma hevesleri ile sicak tutulmaktadir.
     
    Ayrica, ülkemizi ayristirma gayretinde olanlar, olusturduklari lobiler ile sözde soykirimin destekçisi konumuna geçmislerdir.  
     
    Pontus Soykirimi Yalani
     
    Yunan Megalo Ideasi’nin bitmek tükenmek bilmeyen Pontus ve Bati Anadolu sevdasinin dogurdugu bir yalan da, Pontus Rumlarina soykirim uygulandigi yalanidir.
     
    1. Cihan Harbi ve Istiklal Harbi’ni, Hiristiyanlara karsi baslatilmis bir etnik temizlik hareketi olarak sunmaya çalisan emperyalist zihniyet, sözde Ermeni Soykiriminda oldugu gibi, yaratmaya çalistiklari Pontus soykirim masalinda da ayni teraneleri çalma gayretindedirler.
     
    19. yüzyilin ikinci yarisindan sonra Amerikan misyonerlerinin yönlendirmeleriyle baslayan ve 1904 yilinda Pontus Rum Cemiyeti’nin kurulmasi ile temellerini olusturan Karadeniz’i Rum topraklarina ilhak hareketi, Rumlarin kaybetmesiyle 1922 yilinda fiilen bosaltmasina ve nüfus mübadeleleri tamamlanana kadar devam etmistir.
     
    Bu süreç içerisinde çesitli dernek ve cemiyetler kuran Pontus Rumlari, Osmanli Devleti’nin 1. Cihan Harbi’nde basarisiz olmasinin ve ardindan imzalanan Mondros Ateskes Anlasmasi’nin ardindan umuda kapilmis, Venizelos’un, Patrigin ve Pontus cemiyetçilerinin direktifleriyle isyan hareketlerine baslamistir.
     
    Samsun, Çarsamba, Bafra, Erbaa, Terme, Havza, Ladik, Amasya, Tokat, Vezirköprü gibi yerlerde silahli çeteler vasitasiyla eylemlere baslamis ve bu yerlerde birçok Türk’ün canina, irzina ve malina kastetmistir.
     
    Milli direnis güçlerinin bu çetelere karsi verdigi mücadele, isgal güçleri tarafindan katliam olarak nitelendirilmistir. Bu durum Ermeni soykirim iddialariyla yakindan benzerlik tasir. Her iki iddiada oldugu gibi, Osmanli Devleti üzerindeki emelleri gerçeklestirmek adina kullanilan bu söylemler, siyasi destek bulup hem baski altina almak, hem de bu bölgelerde isgali kolaylastirmak içindir.
     
    Günümüzde, Yunanistan’in tesekkül ettigi birçok dernek faaliyet içerisinde olup, silahli çetecilerin yaptigi katliamlar görülmeksizin, direnis güçlerinin onlara karsi verdigi mücadele soykirim olarak addedilmeye çalisilmaktadir.
     
    Istiklal Harbi’nin filizlendigi tarih olan, Mustafa Kemal’in Samsun’a bundan 89 yil önce ayak bastigi 19 Mayis gününü de, sözde Pontus Soykirim günü olarak anilmaktadir.
     
    Süryani Soykirimi Yalani
     
    Topraklarimiz içerisinde huzur içerisinde yasayan bir diger grupsa Süryani’lerdir.
     
    19. Yüzyilin sonlarina kadar, Osmanli Imparatorlugu’nda, farkli din ve etnik köken sahiplerinin huzuru yasattigi bireylerindendir.
     
    Geçmiste dini bir katliama ugramalari, bu durumdan Islam ordularinin Anadolu’ya gelisiyle kurtulmalari ve akabinde Türklerin Anadolu’ya gelmeleriyle tamamen huzura kavusmus olmalari, 19. Yüzyilda misyoner faaliyetlerinin bas göstermesine kadar baglilik içerisinde yasamalarini saglamistir.
     
    Etnik bir ayrimi körükleyen ve Türkiye’yi siyasi alanda sikistirmak gayesinde olanlar, 20. Yüzyilin baslarindan itibaren Süryanilere de el atmistir.


     
    1. Cihan Harbi’nde gerek cephe içerisinde, gerekse cephe gerisinde Süryani’ler kullanilmis, basariyi elde edemeyen siyasi güç odaklari 20. Yüzyilin ortalarindan itibaren soykirim tezgâhi içerisine Süryanileri de dâhil etmistir.
     
    Bazi iddialara göre 600 bin, bazilarina göre de 250 bin gibi kendi içinde çelisik bir rakam vererek soykirima tabi tutulduklarini iddia edenlerin tezini, ‘’Keldanî Cemaati Patrik Vekili Peder Francois Yakan; “Anadolu’da 250 bin Keldanî’nin soykirima ugratildigini söylemek dogru olmaz. O tarihteki Keldanî nüfusu Anadolu’da ancak o kadardi. Hepsi mi yok edildi? Tarihi çarpitma, gerçekleri inkâr etme var bunun içinde. Tarihin degisik dönemlerinde birtakim problemler çikmis olabilir; ama bundan herkes zarar görmüstür. Müslümanlar kadar Ermeniler, onlar kadar da Keldanîler zarar görmüstür. Sadece bir tarafa ait bir zarar yok. Ciddî bir kargasa vardi ve bunun aci sonuçlari oldu. O zaman soykirim bunun neresinde var diye sormak lâzim’’ sözleriyle bertaraf etmektedir.
     
    Ayrica birçok kaynakta da, 1. Cihan Harbi’nde bir kisim Süryani’nin Rus, Ingiliz ve Fransizlarin yaninda cephede yer aldigi ve o tarihlerde ölenlerin birçogunun savas nedeniyle öldügünü ortaya koymaktadir.
     
    Su an ciddi manada lobi faaliyetleri içerisinde olup, azimsanmayacak derecede Süryani soykirim iddialari Avrupa’da gündeme getirilmekte, Türkiye’nin Avrupa Birligi’ne girisinde kabulünün sart konulmasi çabalanmaktadir. Ayrica daha fantazik düsünüp, topraklarimiz içerisinde özerk bir bölge talebinde olanlarda vardir.
     
    Gelecek Yillar, Kürt Soykirimi Oldugu Iddialarina mi Gebe?
     
    Yazinin baslangicinda da belirttigimiz gibi, dünya siyasi güç oyunlarina sahne olmaktadir. Bu manada ciddi bir baski unsuru olan soykirim tezleri, özellikle etnik çesitlilik vurgusu yapilan ve geçmiste onlarca millet ve devlete hâkimiyet kuranlar için kullanilabilecek niteliktedir.
     
    Osmanli gibi onlarca millet ve devlete hükmetmis bir imparatorlugun varisi olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti de, stratejik önemi ve bu güç oyunlarinin odagina oturtulma gayreti içerisinde, bu tür tezlerle sürekli muhatap tutulmaktadir.
     
    Üretilen Ermeni, Pontus, Süryani soykirim palavralari, yarinlarda ülkemizin bu tarz uyduruk yeni söylemlerle muhatap kalabilecegine isarettir. Bu noktada yillardir ülkemizin Güney Dogu’sunda ezilmislik, sömürülmüslük, baski psikolojisi var oldugu yaratilmaya çalisilip, yeni bir söylemin zemini hazirlaniyor olabilir.
     
    Soykirim söylemlerinin olusturuldugu duruma bakarken, 1. Cihan Harbi ve Istiklal Harbi’nin sartlari içerisinde cereyan eden durumlarin soykirim olarak sunulmaya çalisildigi, Osmanli Imparatorlugu’nun ve yerlesik direnis güçlerinin isgal güçlerine ve katliamci çetecilere karsi almis oldugu tedbir ve uygulamalar, bugün etnik veya dini bir katliam hareketi olarak sunulmaya çalisilmaktadir.
     
    Diger soykirim iddialarinda yaratilan durumlarin bir benzeri, su an ülkemizin güney dogusunda etnik ayrimcilik tohumlari ekilerek filizlendirilmek istenmektedir. Kürtleri ayristirma gayreti içerisinde olanlar, onlarin mazlum duruma sokuldugunu, baski ve zulüm gördügünü, hatta canice öldürüldügü safsatalarini üretmektedirler.
     
    Tarih boyunca gerçeklesen 40’in üzerindeki Kürt isyanini ise, Türklerin Kürtlere karsi girismis oldugu yok etme düsüncelerinin birer parçasi durumuna getirmeye çalismaktadirlar. Dersim, Koçgiri, Seyh Sait isyanlari ve onlarcasi hiyanet hareketi olarak degil de, Osmanli’nin veya Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Kürtlere uyguladigi despot yönetim anlayisinin bir ürünü olarak gösterilmeye çalisilmaktadir.
     
    Avrupa Birligi ve çesitli ülke parlamenterleri, bölgeye sik sik ziyarette bulunarak, bölge halkinin durumunu çarpitarak dünya kamuoyuna sunmaktadir. Teröristlerin katlettigi bölge halkinin, devletin güvenlik güçleri tarafindan öldürüldügü gibi safsatalar üreterek, hem bölge halkini ayristirma, hem de ötelerde Türk güvenlik güçlerinin bölgede etnik kiyim yaptigi safsatalarini türetmek gibi bir gayret içindedirler.
     
    Haricilerden öte ülkemizde bulunup ta aydin kisvesine bürünmüs kisilerin söylemleri, dis ülkelerde katildigi toplanti ve brifinglerle bu minvalde gösterilmeye çalisilmaktadir.
     
    Nobel ödüllü ‘’aydin’’ yazar Pamuk efendinin ‘Türkler 30 bin Kürt’ü katletti’ gibi açiklamalari ise, yine bölgede Türklerin Kürtlere karsi girismis oldugu bir kiyim kanisini uyandirma çabasindan baska bir sey degildir.


    ORHAN PAMUK = BIR VATAN HAININ PORTRESI

     
    Hülasa geçmiste üretilen diger soykirim safsatalarina bir yenisini hazirlama ve bölgeyi ayristirma gayreti içerisindeler. Istiklal Harbi’ni dini ve etnik bir kiyim olarak sunmaya çalisanlar, Ermeni, Rum ve Süryani çetelerinin savas hali nedeniyle öldürülüsünü katliam diye savunanlar, yarinlarda güvenlik güçlerimizin PKK teröristlerine karsi yaptigi girisimi yine bir kiyim olarak sunmaya çalisacaklardir.
     
    Sonuç olarak söylenebilir ki; 21. Yüzyil ve sonrasi, siyasi güç çatismalarina sahne olacaktir. Ortada yeni bir dünya düzeni olusturmak, çok uluslu veya uluslar arasi küresel sermayenin çikarlarini saglamak için bir saldiri vardir. Mühim olan ise burumdan kendi devletini zarar görmeden muhafaza edebilme ve menfaatleri noktasinda edinimler kazanabilmektir.
     
    Etnik temelli bir ayristirma çabalari, bu minvalde hareket eden sempatizan güruh ve destekçisi ‘’aydin kalemsorlar’’ Türk devletini küresel güçlerin kucagina itmeye çalismaktadir.
     
    Soykirim söylemleri ile baski yaratmaya çalisan küresel güç, yeni söylemler ortaya sürerek bu baskiyi artirma ve etkinlik kazanip, ayristirmaya gidebilir. Bu minvalde yillardir Kürt’lerin üzerinde demagojik bir siyaset güden misyonerler ve isbirlikçi aydinlar, emelleri pesinde durmadan propagandaya devam edeceklerdir.
     
    Ülkemiz stratejik ve jeopolitik öneminin getirdigi konumu iyi kullanmali, bu söylemlerin olusmasina dahi firsat vermemelidir. Su an sözde Ermeni soykiriminda düstügümüz duruma mahal verilmemelidir.

  • Ermenistan’ı Tanımak…

    Ermenistan’ı Tanımak…

    Seyfi Şahin

    Ermenistan, Türkiye sınırlarını tanımıyor.

     

    Ermenistan, dünyanın her yerinde Türk milletini ve Türkiye’yi soykırımcı ilan ediyor.

    Ermenistan, Avrupa ve Amerika’daki lobileri ile her fırsatta Türkiye aleyhinde kararlar aldırıyor.

    Ermenistan, yayınladığı haritalarda Türk topraklarını yani Doğu Anadolu’yu Büyük Ermenistan toprakları içinde gösteriyor.

    Ermenistan, Azerbaycan toraklarının beşte birini işgal ediyor.

    Ermenistan, Hocalı soykırımı uyguluyor.

    Ermenistan, bir milyon Azeri Türkünü kaçkın yani mülteci hale getirmiş tren vagonları içinde aç sefil yaşatıyor.

    Ermenistan, hala Azeri topraklarını ve yukarı Karabağ’ı işgal altında tutuyor.

    Ermenistan, Erivan yani Türkçe Revan şehrindeki bütün Türk eserlerini yok ediyor. Topraklarındaki bütün Türk camii, medrese, kümbet han, hamam, kervansaray ve diğer eserleri yok ediyor. Ermenistan’ı halen Taşnak dernekleri kontrolündeki bir Türk düşmanı çete yönetiyor.

    Her zaman ve her yerde Türk düşmanlığını telaffuz ediyor.

    TÜRKİYE NE YAPIYOR?

    Türkiye’yi yöneten AKP iktidarı, Ermenistan’la gizli görüşmeler yapıyor.

    Ermeni sözde soykırım propagandalarına karşı kahramanca mücadele edip, kendi vesikaları ile Ermeni iddialarını çürüten Türk tarih kurumu başkanı Yusuf Halaçoğlu’nu görevden alıyor.

    Türkiye’de Taraf’lı bir gazete çıkararak ve AKP politikalarını da destekleyen Ermenici bazı paçavralara destek veriyor.

    Akdamar adasındaki yıkık kiliseyi onararak Ermenilerin düşmanlıklarına meşruiyet kazandırıyor.

    Bir çok Türk gazeteci öldürülmesine rağmen onları görmezlikten gelen Tayyip Erdoğan hükümeti, Hırant Dink adlı “Türk düşmanı ve damarlarında kirli Türk kanı taşıyan” diyerek Türk milletine hakaret eden bir gazetecinin öldürülmesinde kıyameti koparıp onun ailesine baş sağlığına gidiyor.

    Bu hükümet Türkiye’de gizlice 30 bin Ermeni vatandaşına iş imkanı sağlıyor. Halbuki Türkiye’de Türkler işsizlikten aç sefil dolaşıyorlar.

    AB ile yapılan bir anlaşmada Ermenistan’ı tanımak ve onlara yardım yapmak için bazı akitlere giriyorlar.

    Ama bütün bunlardan daha yenisi Gürcü, Rus savaşı bahane edilerek başbakan Tayyip Erdoğan Ermenistan’a da gideceğim diyor. Onlarla da görüşeceğim diyor.

    TÜRKİYE’Yİ KİMLER YÖNETİYOR?

    Ermenistan hiç taviz vermediği halde, bir adım geri atmadığı ve Türk milletine hala düşmanlık ettiği, sınırlarımızı tanımadığı, Azerbaycan’dan ve Karabağ’dan çekilmediği halde Tayyip Erdoğan’ın Ermenistan’a gitmek istemesi ve onları tanıması sizlerin aklına neyi getirir?

    Türkiye ve Türk milleti kendini seven, haklarını koruyan bir yönetim tarafından idare edilmediği şüphesini doğurmaktadır.

    Tayyip Erdoğan hükümeti, Kıbrıs’ta, Irak’ta ve her yerde Türkler maalesef hakkıyla temsil edememektedir.

    Allah bu millete bir baş göndersin vesselam.

  • Kafkas İstikrar Paktı’nın Altından “Ermenistan Açılımı” Çıktı

    Kafkas İstikrar Paktı’nın Altından “Ermenistan Açılımı” Çıktı

    Doç. Dr. Çağrı ERHAN

    20 Agustos 2008

    Rusya Federasyonu ile Gürcistan arasında Güney Osetya sorunu dolayısıyla başlayan çatışmanın ilk günlerinde Başbakan Erdoğan, Türkiye’nin Kafkas İstikrar Paktı önerisini açıklamıştı. Ardından Moskova’da Rusya Devlet Başkanı Medvedev ve Başbakanı Putin’le görüşen Erdoğan, önerisinin son derece sıcak karşılandığını ifade etmişti. Medya organlarının büyük bölümü de bu önerinin Türkiye’nin bölgesel liderlik rolünü pekiştirdiğini ifade etmişlerdi.

    Diğer taraftan, açıklandığı günden itibaren takip ettiğimiz öneriye üç temel eleştiri yöneltmek mümkündür:

    1-Bölgede çatışma devam ederken ve gerginlik giderek Rusya ile ABD arasında yeni bir “Soğuk Savaş” fırtınası estirmeye başlamışken bu planın ortaya atılması zamanlama açısından hatalıdır. Kuşkusuz Türkiye egemen ve bağımsız bir ülkedir. Fakat ittifak ilişkisi içinde bulunduğu ABD ile Rusya arasında ipler gerilmişken ne ölçüde bağımsız hareket edebileceği akıllara gelen meşru bir sorudur.

    2-Öneri son derece aceleyle hazırlanmıştır. Başbakan’ın Dışişleri Bakanlığı’ndan ısrarlı talebi üzerine, içeriği müphem sadece başlığı belirgin bir fikir kamuoyuyla paylaşılmıştır. Bu öneriyi önümüzdeki süreçte diri tutacak ve gerekli açılımları yapabilecek kadro kısıtlıdır. Hariciyemizin “alan uzmanı eksikliği” olarak tarif edilebilecek kronik sıkıntısı bu konuda da hemen su yüzüne çıkmaktadır. Dışişleri Bakanlığı personeli “açılım yorgunu” olmuştur. Uzun vadeli stratejik planlar dâhilinde yürütülen ve ilgili dairelerin personeli başka yere tayin olsa bile genel ilkeler çerçevesinde aynı şekilde sürdürülen kapsamlı politikalar yerine, sıcak gelişmelere bağlı, sonuca değil konjonktürel gereksinimleri karşılamaya odaklı bu türden açılımlar Bakanlık içinde dahi heyecan yaratmayabilir. Kısa süre sonra gündem değiştiğinde hep beraber şahit olacağımız gibi, bu açılım da, daha öncekilerle benzer bir kaderi paylaşacak, giderek gündemde geri sıralara düşecektir.

    Türk dış politikasında “sabun köpüğü diplomasisi” olarak vasıflandırılabilecek bu türden açılımların kalıcı olmadıkları ve beklenen faydayı sağlamadıkları görülmüştür. Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanlığından, Medeniyetler İttifakına, Irak’a Komşu Ülkeler zirvelerinden, Kıbrıs, Afganistan, Ahıska açılımlarına ve hatta Filistin-İsrail ve Suriye-İsrail arasında arabuluculuğa kadar pek çok açılım kamuoyunda olağanüstü heyecan yaratacak biçimde başlatılmış ama bir süre sonra sabun köpüğü misali ortadan kaybolmuştur.

    Hâlihazırda, Karadeniz Ekonomik İşbirliği (KEİ), Ekonomik İşbirliği Örgütü (ECO), D-8 Girişimi vb. uzun yıllar önce kendi başlatmış olduğu projelerden beklediği faydayı sağlayamamış olan Türkiye’nin alelacele yeni açılımlar üretmeye çalışması ne kadar doğrudur ?

    3-Rusya’nın Gürcistan’la; Türkiye ve Azerbaycan’ın ise Ermenistan’la aynı masa etrafında oturup, bölgeye ilişkin ortak kararlar alabileceklerini düşünmek gerçekçi değildir. Kısa vadede de bu türden bir platformun oluşturulması mümkün değildir. Rusya Dışişleri Bakanı’nın bir hafta önce “Kimse Gürcistan’ın toprak bütünlüğünden söz etmesin” dediğini bir an için hatırlarsak herhalde krizin Ağustos 2008’de olup bitenlerle sınırlı kalmayacağını, Kafkasya’nın iki yeni bağımsız devlete (Abhazya, G. Osetya) gebe olduğunu düşünmek için bir çok sebep mevcuttur.

    Bununla birlikte, bazen dış politikada -tıpkı iç politikada olduğu gibi- kamuoyuyla paylaşılan bilgilerle, gerçek niyet birbirinden farklı olabilir. Bazen de, baştan hiç planlamamış da olsanız, ortaya çıkan yeni durum sizi bazı yeni hareket tarzlarına itebilir. Bunlardan hangisinden dolayı olursa olsun, Türkiye, G. Osetya Krizi ile başlayan ve Başbakan’ın Kafkas İstikrar Paktı önerisiyle şekillenen son 15 gün sonucunda Ermenistan’la yeni bir dönemi başlatabileceğinin sinyallerini veriyor.

    Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin neden sıkıntılı olduğunu, iki ülke arasında neden diplomatik ilişkiler bulunmadığını burada uzun uzadıya yer vermek gereksizdir. ASAM internet sitesinde ve ERAREN’in sayfasında bu konularla ilgili onlarca makale yayınlanmıştır. Ancak burada önemli görülebilecek bir noktanın altını çizmek yeterli olacaktır: Erivan istekli olmadıkça bu alanda ilerleme sağlamak mümkün değildir. Bugün itibariyle Erivan yüzünü tamamen Moskova’ya dönmüştür. Dolayısıyla, Türkiye’nin hassasiyetlerine zarar vermeyecek bir barış havasının Ermenistan’la birlikte estirilmesi ancak Rusya’nın “olur”unun alınmasıyla mümkün olur. Kuşkusuz Rusya’nın bu “olur”unun da kolaylıkla sağlanabileceği düşünülmemelidir.

    Türkiye son iki yıldır en az üç kez Ermenistan’a “zeytin dalı” uzatmış ama karşılık bulamamıştır. Elbette, iki komşu ülke arasında var olan bu anormal durum sonsuza kadar sürdürülemez. Ne halkının çoğunluğu açlık sınırında yaşana Ermenistan ne de AB’ye, komşularıyla anlaşmazlıklarını çözme sözü veren Türkiye bu durumun devamından medet umabilir. Her iki taraf için de hayırlı olacak yeni bir dönemin başlangıcı o zaman neden bu kadar gecikmiştir? Neden Türkiye’nin uzattığı el havada kalmaktadır? Cumhurbaşkanı Gül’ün Türkiye-Ermenistan maçını izlemek üzere Erivan’a gitmesi sorunları çözecek midir? Erivan’la eşzamanlı olarak, Erivan’a hâkim başkentlerin de olumlu yönde harekete geçirilmesi sağlanmadığı sürece, Türkiye’nin Ermenistan’a ilişkin projelerinin beklentilerini karşılaması uzak bir ihtimaldir.

  • ‘Ermenistan’la da görüşülecek’

    ‘Ermenistan’la da görüşülecek’

    Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Rusya ve Gürcistan arasında yaşanan savaşın ardından bölgede kalıcı barışın sağlanması amacıyla gündeme getirdiği Kafkas İttifakı Projesi çerçevesinde Ermenistan’la da görüşmelerin yapılacağını söyledi.
    Erdoğan, Azerbaycan ziyareti öncesi Atatürk Havalimanı Devlet Konuk Evi’nde basın toplantısı düzenledi.
    Kafkas İttifakı Projesi’nin kalıcı barışın tesisinde bölgenin ortak yararına katkı sağlayacağına yönelik bir mekanizma olduğunu söyleyen Erdoğan, bu oluşuma Rusya ve Gürcistan’ın olumlu yaklaştığını belirterek, “Ziyaretimde Sayın Aliyev ile gündemdeki konuların yanı sıra özellikle bu platformla ilgili görüş alışverişinde bulunacağım. Bu konuda platformun altyapısını ve çatısını oluşturmanın bölge için hayırlı olacağına inanıyorum” diye konuştu.
    Erdoğan, bu platforma Ermenistan’ın dahil edilip edilmeyeceği ve sınır kapısının açılıp açılmayacağına ilişkin bir soru üzerine, “Platformla ilgili olarak Ermenistan’la da görüşmeler yapılacak. Bu hafta içerisinde Dışişleri Bakanımızın Rusya Dışişleri Bakanı ile görüşmeleri olacak. Ve bu görüşmenin ardından Ermenistan’la yapılacak görüşmenin şeklinin nasıl olacağına karar verilecek” diye yanıtladı.  

    ‘Ermenistan%20ile%20g%F6r%FC%FEece%F0iz’&ver=40

  • Türkiye’de Ermeni Dili ve Edebiyatı Bölümü Açılması

    Türkiye’de Ermeni Dili ve Edebiyatı Bölümü Açılması


    Muhammet Safi [muhammetsafi@gmail.com], Turkish Forum Danisma Kurulu Uyesi

    YÖK, Nevşehir Üniversitesi bünyesinde Ermeni Dili ve Edebiyatı Bölümü kurulmasına izin verdi.. (Basın)

    Evet,
    “Artık Ermenilerin de akademik bir üst çatıları oldu. Türkiye’de unutulmaya yüz tutmuş olan bir dil canlanacak. Ermeni bir ana babadan doğmalarına rağmen Ermenice konuşamayan vatandaşlarımız artık kendi dillerini öğrenecek. Bütün Ermeniler Ermenice konuşacak ve Türkiye yıkılacak…!!!”
    Veya
    “Ermeniler bize bir gol daha attı. Böyle devlet mi idare edilir? İki kaz gütmesini bilmeyen adamları başa getirirsen olacağı buydu. Satılık adamlar!!!”
    diyenler olabilir…

    Ama Türkiye’de o kadar “Bilmem ne” Dili ve Edebiyat Bölümü var ki… Say say bitmez.

    Aslında bu bölüme ihtiyaç var mıydı diye sormaktan öte, Türkiye’de Filolojiler ne iş yapıyor diye sormak lazım. Bunların fille mutlaka bir ilgileri vardır diye düşünenlere bile rastlarsınız, hele bir bakkala, manava, kalfaya hatta bir belediye başkanına bir sorun bakalım, ne diyecekler size: Filoloji nedir? Böyle bir bölüm var mı? Burada ne okutulur diye…

    Türkiye’de Hungaroloji diye bir bölüm var, Macar dili ve edebiyatı da deniyor. Sümeroloji diye de bir bölüm var. Buna da Sümer dili ve edebiyatı deniyor. Fakat benim bildiğim kadarıyla bu bölümler var olduğu için hiç kimse Sümerceden edebiyat ve tarih alanında araştırmalar yapıp da onu bizimle paylaşmadı. Sümerler Türktü biz Sümer. Haydin Sümerce konuşalım, herkes Sümerce konuşursa ne olur bir düşünün….. olmadı. Olamazdı da.

    Macar arşivlerinin didik didik incelendiği filan da yok.
    Macaristan’ın yerini bilen de yok…
    Macarların Türk olduğunu kim biliyor ki Türkiye’de. Milli kurtuluş günlerinin Atilla’nın Macaristan’ı fethettiği gün olduğunu Maccar Türkoloji Profesörleri yazdılar çizdiler, yoksa bizim Macar Filolojisi mezunları değil…

    Fars dili ve edebiyatı bölümümüz de var. Fakat Mevlana’nın Farsça kaleme aldığı Mesnevisinin türkçe çevirilerinden hiç birini bu bölüm mezunları yapmadı. Tuhaf değil mi?
    İran arşivlerinde bulunan bizimle yani Türklerle ilgili emsalsiz malzeme, arşiv kaynakları da incelenmiş değildir.

    Rus dili ve edebiyatı bölümü mezunlarından hiç birisi maalesef Dostoyevski’yi tercüme bile etmemiştir. İlginç olan bir şey daha var. Bu bölüm mezunları komünist bile olamadılar. Rus filolojisi bölümü mezunu olupda ben solcuyum, hatta biraz daha erkekçesi ben komünistim diyene rastlamadım.
    Üstelik Türkiye’de bulunan tercüme bürolarının Rusça çeviri hizmetini verenler kimlerdir biliyor musunuz? Azeriler veya Türki cumhuriyetlerden Türkiye’ye gelenler… Yani Rus dili ve edebiyatı mezunları Türkçe’den Rusça’ya Rusça’dan Türkçe’ye çeviri yapamıyorlar!!!

    Bu ağır bir itham değil, filoloji mezunlarını aşağılamak için de söylemiyorum, işin ta gerçeği… Kral çıplak…. Hammer çeviren bir İngiliz Filoloji mezunu var mı? Öyle Arsenal Livepool maç skronnu Arsenal: 2- Liverpool 2 diye çevirmekten bahsetmiyorum.

    İngiliz arşivlerini araştıranlar var. Fransız arşivlerini de.. British Museum veya National Biblioteq gibi yerlerde araştırma yapan Türk araştırıcılar vardır. Fakat bunlar maalesef Fransız ve İngiliz filoloji mezunları değillerdir.
     
    Türkiye’de Filoloji mezunları sadece yabancı dil öğretmeni olurlar. İlk öğretim veya liselerde.

    Bahse konu olan Ermeni dili ve edebiyatı bölümüne gelince….
    Bekri Mustafa Ayasofya Camii’ne imam olmuş…. Gerisi hikaye…

    Fakat burada şöyle bir durum var. Bunu dikkate almalıyız.
    Sui misal emsal olmaz… Bahsettigim filoloji bölümlerinin halleri iç açıcı olmayabilir.

    Ancak Ermenice konusu önemlidir.
    Birincisi bizim Ermeni vatandaşlarımız vardır.
    Yunan dili ve edebiyatı bölümü ile Rum vatandaşlarımıza bir arz yapabilmişiz.
    İkincisi, bizim tarihi ihtiyacımız vardır.
    Osmanlı arşivi açılmamış olsaydı, ne olurdu-
    Bir tane bile soykırım belgesi yoktur. Bütün belgeleri tasnif ettikten sonra bunu söyleyebiliyoruz.
    Eğer bunu söyleyemez durumda olsaydık, Almanların soykırım bedellerini hatırlayın, 2004’te son taksidi ödenen 125 milyar mark, 500 bin yahudi için-
    Ermenilerin iddiaları ilk olarak 3 milyon idi
    Sonra iki milyona düştü.
    Arşiv açılınca 1.5 milyona indi. Ki bu sayı bütün osmanlıdaki Ermenilerin sayısıdır.
    Katliam bedelini siz hesaplayın…
    Kaldıkı toprak talepleri vardır. Somut olarak bizden arazi istiyorlar.
    Osmanlı arşivinin açık olması buradan bir şey çıkmaması bizi davamızda haklı çıkardı. Fakat iddiaların arkasını kesmedi.
    Ermenistan Arşivlerinin de incelenmesi gerekecek.
    Ama bizde ermenice bilen Türk yok.
    Ermeni vatandaşlarımız var tabii ki.
    Ama Ermenice bilen Türk yok…

    Onun için bu bölümün açılması yerindedir.

    Bir zamanlar gazetelerden birisinde bir haber vardı:
    Genelkurmay Başkanlığı NASA birimi kurmuş şeklinde uzayıp gidiyordu.
    Haber başlığı şuydu:
    İki sandalye bir masa
    Al sana NASA….

    OSMANLI ARŞİVİ’NDEKİ BELGELERE GELİNCE
    Osmanlı Arşivinde genelikle belgeler Osmanlıcadır
    Hariciye tasnifinde ise ağılıklı olarak Fransızcadır
    Konsolosluklar evrakı arasında Rusça-Kiril alfabesi ile yazılan belgelerin sayısı oldukça fazladır
    yer yer Japonca belgeler de vardır
    Türk hanlıkları (Buhara, Semerkant Türkistan) başta olmak üzere İran ile yapılan yazışmalar Farsça’dır
    Hicaz bölgesi ile Afrikaya yönelik olanların bir bölümü arapçadır.
    Son dönemdeki basılı materyal örneklerinin ek yapıldığı belgelerde İngilizce de yaygın olarak bulunmaktadır
    Bunun haricinde ise arap harfli türkçe yani osmanlıcadır.

    Ermeni sorununa ait belgeler ise Fransızca, Rusça, İngilizce ve Osmanlicadır. Osmanlı Arşivi’nde Ermeni sorununa ait ermenice belge neredeyse bulunmamaktadır.
    Osmanlı’daki yabanci temsilcilikler ile bizim büyükelçiliklerimizin verdigi bilgilerin bulunduğu belgeler de bu türdendir

    Arşiv’deki belgelerin tamamı  bizim devletimizin yani Osmanlı’nın resmi belgeleridir.
    Dolayısıyla kendi dilimiz ağırlıktadır.

    Ermenice olarak mesela Darphane ve Damga matbaasındaki eski belgelerin bir kısmı Ermenicedir.
    Maliye evrakı ile diğer mali dairelerde ayrıca Sağlık alanında yine yer yer Ermenice belgeler bulunmaktadir. Fakat bunlar çok azdır.

    Bunun sebebi ise o zamanlar tebaa-i sadıka denen Ermeni vatandaşlarımızın hesap konusundaki maharetleri ile yabancı lisana aşinalıkları ve finans dunyasi ile olan temas yoğunluklarıdır.

    Ermenistan devletinin arşiv kayıtları tamamen Errmenicedir.  Hınçak partisinin arşivi Ermenicedir ve önemlidir. Rus arşivlerindeki belgelerin arasında Ermenice olanların sayısı yüksektir
    Osmanli arsivinde arastirmaci olarak ermeniler -az sayida da olsalar- arastirma yapmaya gelmislerdir. bu konuyu arastiran ermenistan vatandasi olmayan baska ulke vatandaslari ile yerli bazi arastirmacilar da bulunmaktadir

    Fakat Rusya ve Ermenistan arsivlerinde arastirma yapacak kadar ermenice bilen araştirma görevlisi, bilimadami, docent vb kariyeri olan adamimiz yoktur maalesef
    Bu konuda tek calisma vardir.
    O da Mehmet Perincek’in kitabidir. Mehmet Perinçek’in Ermenice bilip bilmedigini bilmiyorum. Ermeni olup olmadığını da. Belki anadili Ermenicedir. Belki, Osmanli arsivinde bazi yabancilarin Osmanlica bilenlere belge okutup kendileri okumuş gibi kitap makale yazdiklari gibi Perinçek de ermenice belgeleri ermmenice bilen birisine çevirtmis olabilir. Fakat eger kendisi ermenice öğrenmişse ve bilimsel ihtiyaçlara cevap verebilecek kadar da biliyorsa bu çok iyi bir durum demektir.

    Türkiye’deki Üniversitelerin edebiyat fakültelerinde, malum oldugu gibi Hungaroloji, Süremoloji gibi bölümler 15-20 yılda  ancak mezun verebiliyorlar.Hocaların sayısının öğrencilerden fazla olduğu bölümlerdir. Bunların faydası var mıdır, olmalı mıdır, bunları düşünmek bile bilimsel değildir, aptallıktır. Türkiye’de elbette filolojiler olacaktır ve olmalıdır da…
    Zebur ve Tevrat’ı İbranice’den okuyup tefsir edebilecek Türk bilimadamımız var mıdır? Yoktur
    İncili Latince’den okuyup Türkçe’ye çevirecek ve hatta tefsirini yapabilecek Türk ve Müslüman bilimaadamımız var mıdır? Yoktur.
    Pontus coğrafyasındaki dil ile Yunan coğrafyasındaki lisanın aynı Rumca olmadığını kelimeleriyle örnekleriyle etimolojik olarak ele alabilecek derecede Yunanca ve Rumca bilen Türk bilimadamı var mıdır? Yoktur.
    Ermeni harfleriyle yazılmış Türkçe metinleri edebi ve tarihi olarak inceleyip bilim dünyasına aktaracak adamımız var mıdır? Yoktur.
    O zaman bunları kimler yapar?
    Türkçe bilen Türk ve müslüman olmayanlar… Modern zamanların Lavrensleri yaparlar… ve  yapıyorlar da…
    Bırakın filolojileri… Beri gelin beri…
    Günümüzde Stanford Shav’ın yazdığı Osmanlı tarihi ayarında Türk tarihi yazacak bir bilimadamımız var mıdır? Yoktur…

    Ermeni dili ve edebiyatı bölümünün olmaması büyük bir eksikliktir. Bunu kabul edelim.
    Bizim eksiklerimiz saymakla bitmez.
    Türkiye’de dil bileni bir tarafa bırakın. Ben daha önemlisini söyleyeyim. Türkiye’de Türkçe bilen Türk dilcisi var mıdır? Yoktur.
    Nasıl yoktur. Hangi dilbilimcilerimiz İstanbul Türkçesi dışında Türkiye coğrafyasında konuşulan mahalli dilleri tek tek inceleyip de şu kelime de Türkçedir, bunu konuşanlar da Türktür demiştir. BU hususta Karadeniz örneğinde söyleyeceğim çok şey vardır, lakin yeri değildir. Canım Türkçe kelimeleri, İstanbul’daki Rum hanımlarının kullandığı Türkçe’de olmadığı için Rumca, Ermenice, Gürcüce, Lazca diye bizlere yutturanlara meydanı boş bıraktılar. Ömer Seyfettin ve zamandaşlarının revaç verdiği ve günümüze kadar gelen bu dile Türkçe dedik, bu ağızda olmayan kelimeleri dışladık.

    Yine Türkiye’de Farsça bilen tarihçi sıkıntısı vardır.
    Türkiye’de Fransızca bilen Tarihçi sıkıntısı vardır

    Türkiye’de Rusça bilen tarihçi sıkıntısı vardır
    Dahası Türkiye’de Kafkas ve Kırım yöresi halkların lisanının bilen tarihçi sıkıntısı vardır.

    Türkiye’de Arapça bilen tarihçi sıkıntısı vardır

    Ermeni Dili ve Edebiyatı bölümünün yeni açılması çok geç kalınmış bir adımdır. Sadece diaspora olarak ermenileri ele almak yanlıştır. Türkiye’deki Türk vatandaşı ermenilerin akademik olarak dillerini okuyabilecekleri bir yer olmasi normaldir. Fransiz dili ve edebiyati, İngiliz dili ve edebiyati, Fars dili ve edebiyati, Yunan dili ve edebiyatı, Arap dili ve edebiyatı gibi bölümler vardır.

    Burada dikkatimi çeken bu bölümün neden Ankara Üniversitesi veya İstanbul üniversitesi bünyesinde açılmadığıdır.
    Nevşehirde açılmasını anlamadım. Bu bölümlerin müfredatlarında sadece ermenice yoktur. Filolojilerin bulunduğu bir fakültede açılsa idi mesela İstanbul edebiyat fakültesi gibi, diğer ortak derslerin öğretilmesi daha kolay olurdu. Ayrıca bu bölüme devam edecek olan muhtemel katılımcıların bilimlerini en iyi uygulayacaklari şehir bilimsel olarak istanbuldur.

    Netice itibariyle ifade etmek gerekirse Ermeni Dili ve Edebiyatı bölümünün türkiyedeki bir üniversitede açılması geç kalınmış bir adımdır.
    İnşallah suyunu çıkarmadan burada güzel hizmet verilir.

    Önemli bir konu da şudur
    Türkiye’de mütercimlik müessesesi vardır. Yani tercüme sektörü var. Anında tercüme hizmetinden her dile çeviri veya her dilden Türkçe’ye çeviri yapıyorlar…
    Resmi ve büyük özel sektör mütercimlerinin anadilleri Türkçe değildir. Anadili Türkçe olan ve Türkiye’nin her dile tercümesiniyapabilen insanlarin olmasi gerekiyor.
    Çince mütercimlerin büyük çoğunlugu Çinlidir. Adamlar tükce öğrenmiş bize istedikleri gibi çeviriiyorlar.

    Allah rahmet etsin sözünü, anadili Türkçe olmayan,  Türk ve müslüman olmayan bir mütercimin tercümesini düşünebiliyor musunuz?
    Tarih, kültür ve edebiyat konusunda millilik, coğrafya ile sınırlandırılamaz. Askeri ve siyasi millilik hudutları vatanımızın sınırları ile aynıdır. Fakat tarih, kültür ve edebiyat alanında sınırlarımızın ötesini kapsamamız gerekiyor. Bu coğrafyalarda maalesef İstanbul Türkçesi konuşulmuyor.  Sınırlarımızın dışındaki halklar taürih, kültür ve edebiyat coğrafyamızın vatandaşlarıdır.

    Burada bütün Türk şive lehçelerine, Gürcüce, Arapça, Farsça, Fransızca, Boşnakça, Yunanca, Rumca, Bulgarca, Makedonca, Sırpça, Romence, Rusça vb diller bence İngilizceden çok daha önemlidir.

    Hele Çince, Malayca, Urduca, Sudanca, Korece, Japonca konuşanlara, hatta bu dilleri bilen bilimadamlarına ihtiyaç vardır.
    Ermeni dili ve edebiyatı böylümünün açılmasının ardından ben isterim ki, yabancı dil sınavı kapsamı genişletilip bilimadamlarımıza ingilizce gibi bir iki baba dil dayatmasından vazgeçilsin.

    Özet olarak

    Ermenistan arşivindeki belgelerle rus arşivlerindeki belgeler ermenicedir.
    Bunları araştıracak adamımız yoktur
    Bu bölüm bu amaca hizmet edecekse fevkalade önemsiyorum.

    Not:
    Ermenistan’da Türk Dili ve Edebiyatı bölümü olsaydı bu bölümün açılması çok mu normal olacaktı? Bu tür yaklaşımları tarihe gömdük. Artık “dış baskılara endeksli ters refleks” üzerine politika inşa etmiyoruz. Yani birileri bir şey yapacak sonra biz bir şeyler yapacağız. Olumlu ya da olumsuz, önemli değil, dışarıya bağlı atılımlar yapmak devri bitmiştir.

    Örnek verelim: Finli yabancı birisi Peygamberimize hakaret içeren karikatürler kaleme alınca anında müslüman olduğumuzu hatırladık. Halbuki 24 saat Türkiye’de ondan daha kötüsü yapılıyordu. Kimsenin umurunda değildi. İlle de saı dışarda olan bir sopayla dürtüklenmemiz gerekiyor…

    Türkiye artık lokomotif olmuştur. Vagon mantığıyla politika üretme devri bitmiştir. Bu mealde son olarak şunu da söyleyeyim.

    Orhun abidelerini kim buldu acaba? Göktürk yazıtlarını kim okudu acaba? Yine Finliler? Finlandiyada Türk dili ve edebiyatı bölümü taa 100 sene evvelinden vardı. Çünkü Türkler o zaman dünya lideriydiler. Bizde Fin dili olması gerekmiyordu. Finliler kimdiy ki?

    Bugün Amerikan Dili ve edebiyatının Türkiye’de olmasının tek sebebi Amerika’nın dünya devi olmasıdır. Bu durum yeterli gerekçedir. Diğerleri ikinci üçüncü sıradan tali sebeplerdir. Yoksa İngiliz dili ve Edebiyatı diye bir bölüm vardır. Maksat ingilizce ise gerek yoktur denebilir…

    Ermenistan dili ve edebiyatı bölümünün açılmasını yukarıda da söylediğim gibi, kültürel, edebi ve tarihi coğrafyamızda sürdürülebilir hakimiyet kurmak istiyorsak desteklemekten başka yapacak bir şey yoktur. Ancak İstanbul Üniversitesi bünyesinde olmalıydı… Bunu söylemek için büyük mevkide oturan yüksek rütbe ve makam sahibi adam olmak gerekmiyor.

    Fakat Ankara’nın,  sis çökmüş Esenboğası’nda kimse görmesin diye merdümgiriz ve münzevi olarak yaşamak istiyorsak bu bölümün açılmasına karşı çıkmak lazım!!!

    Muhammet Safi


    From: Mehmet Toy
    Sent: Tuesday, August 19, 2008 8:57 PM
    Cc: alifev@hotmail.com
    Subject:  Nevsehir Universitesinde Ermeni dili ve edebiyati kursusune izin verildi

     

    Saniyorum osmanli arsivlerinin buyuk cogunlugu ermenice degil. Arsivleri okumak icin ermeniceye bu denli gereksinim oldugunu sanmiyorum.  Belki ermenistandaki arsivler ermenicedir. Orayada zaten Turkleri sokmazlar.

     

    Peki Ermenistanda Turk DIli ve Edebiyati Kursusu var mi?

    Mehmet Toy



  • KAFKASLARDA RÜZGAR EKEN , FIRTINA BİÇER / KAFKASLARDA DEĞİŞEN DENGELER VE YENİ STRATEJİLER

    KAFKASLARDA RÜZGAR EKEN , FIRTINA BİÇER / KAFKASLARDA DEĞİŞEN DENGELER VE YENİ STRATEJİLER

    1- KAFKASLARDA RÜZGAR  EKEN , FIRTINA BİÇER

                                                                         Doç. Dr. Oya Akgönenç

    8 Ağustos Cuma gününden bu yana Gürçistanın Osetya bölgesinde ki çatışmalar herkesi şaşırttı. Hele şu gün varmış olduğu nokta daha da endişe verici bir durum çünkü Rusya şu anda Gürcistanın içine girmiş bulunmakta.

         Kafkaslarda gelişmelere,  bir kaç değişik açıdan bakarsak,  olayın ne olduğunu daha iyi anlamış oluruz.

         a) yıllardır altan alta gelişen ve sonunda patlama noktasına ulaşan etnik ve ayırımcı hareketlerin , zamanı uygun bularak tekrar su yüzüne çıkması   (Gürcistan içinde ki Osetya ve Abazya da ki durumlar gibi)

     

         b) Kafkaslarda, tekrar eski etki  alanlarını elde etmek için mücadele eden bir Rusya Federasyonunun varlığı ve  adeta yine eski sert uslübu ile  dünya’ya “buralar benim etki ve yetki alanımdır” mesajını göndermesi,

     

         c) Enerji kaynak ve koridorlarının kontrol ve mümkünse hakimiyetini kendi “milli çıkarları “ ile özümseyen ABD’nin,  Kafkasya ve Hazer havzasında ki stratejik eylemleri ve bir noktada dünya’ya ve Rusya’ya, “Kafkaslarda ben de varım” mesajını vermesi.

          d) Bölge devletlerin milli çıkarları, aralarında ki dostluk veya hüsumetler

    İşte hepsinin toplamı, Kafkasyada ki olayların oluşumuna katkıda bulunan faktörlerdır.  Onun için Kafkaslarda Rüzgar eken, mutlaka Fırtına biçer.

     

    Yörenin Yapısı:

    Gürcüler, Osetler, Abazalar kimdir? soruları da önemlidir. Yörenin yapısı onun tarih boyu yaşadığı hayatın da adeta özetidir.

    Bu gurupların  hepsi Kafkas milletleridir. Gürçüler çok çok eski dönemlerde Asyadan gelip, Kafkaslara yerleşmiş ve I.Ö. 400 yıllarda bile bir krallık kurmuş bir millettir. Tarihleri Milad öncesine giden eski bir kavim.  En şaşalı dönemleri ise 12. yüz yılda Kraliçe Tamara dönemine rastlar. O dönemde geniş bir krallık kurarak etkilerini Kafkasya’ya, Karadeniz kıyılarına ve hatta Doğu Anadoluya  yaymayı başarmışlardır.

    Çok eski çağlarda yani Millattan sonra 4. yy.da Bizans imparatorluğunun etkisi ile  Hristiyan olmuşlardır. Bugün nüfusunun çoğunluğu Hristiyandır  ama aralarında  %10-12’si de kadarı da  Müslümandır.

    Bu ülke 16. yüz yılda Osmanlı veya Iran imparatorluklarının etkisinde kalmış ve sırası ile onların idaresine girmiş ve onlar arasında bir çekişme konusu olmuştur.

    18. yüz yılda da ise bu  her iki devlet te zayıflayınca, Gürcistan, Rus Çarlığının idaresi altına düşmüştür. 

    1918-22  Vladi-kafkas Federasyonu devridir.  Rus ihtilalinden sonra Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan bu birliği kurarak, bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Ne yazık ki çok kısa süren bu bağımsızlıktan sonra hepsi tek , tek  Sovyetlerin pençesine düşmüşdür.

    1936 dan itibaren de Gürcistan,  Sovyet Sosyalist Cumhuriyetlerinden biri haline gelmiştir.

    1992 de Sovyetlerin dağılmasından sonra da diğerleri ile birlikte bağımsızlığını ilan etmiştir.

     

    Gürcistanın, bugün 4.600.000 kişilik bir nüfusa ve yaklaşık Konya ve Kars illerimizin toplamı kadar,  yani 69.700 km2 lik bir toprağa sahip küçük  bir Kafkas ülkesidir. Ülkesinde, ayrıca çeşitli azınlık gurupları vardır ve bölge insanlarından geniş bir yelpaze de  bulunmaktadır.

     

     Osetyalılar ve Abhazalar Kimdir:

                Osetlere gelince, onlar da yüzlerce yıl önce, Asyadan gelip, çok dağlık bir bölge olan Vladikafkas ve Güney Osetya’ya yerleşmiş guruplardır. Slav veya Türk değillerdir. Kendilerine has bir gurup olup eski “Alanlar” olarak bilinen bir guruba aittirler.

    Osetler, Hristiyan olup, her zaman kendilerini Ruslara daha  yakın hissetmişlerdir. Diğer Kafkas milletleri Rus hakimiyetine karşı 150 yıla yakın savaşırken, Osetler bunu yapmamışlar ve diğer devletlere yardım etmemişlerdir. Daima Ruslarla iyi geçinmişlerdir. Ama Rus değildirler.

    Nüfuları 70 ile 100,000 kişi kadardır. Toprakları hemen Rusyanın yakınında ama Gürcistan sınırları içindedir. Yaşam yerlerinin boyu,  Gürcistanın onda veya on ikide biri kadardır. Yaklaşık bizim Adıyaman vilayetimiz kadar bir yerdir.

     Bu da ikiye ayrılmıştır. Güney Osetya ve Kuzey Osetya arasında çok yüksek dağlar mevcut olduğundan, geçişi bir tunel vasıtası ile yapabilmektedirler.

            1990lardan sonra Sovyetler dağılınca,  Rusya etkisini sürdürebilmek için  yavaş yavaş pek çok Güney Osetin’e Rus pasaportu vermiştir. Zaten Kuzey Osetya adeta Rusyanın her türlü etkisi altındadır.  Her iki Osetya da da Rus parası ve pasaportu  çok daha fazla rağbet görmekte ve kullanılmaktadır. Bu durum Gürcistanla büyük gerginliklere sebep olmaktadır.

     

                Abazalara gelince onlar Türk/Çerkez gurubundan kişilerdir. Adige lisanına yakın bir lisan kullanırlar ( Çerkezceye akraba bir dildir)   Sohumi en önemli limanlarıdır. Gürcistandan kuzeye Rusya’ya uzanan bir kol, bir uzantı gibi olan topraklar Abazya olarak bilinir. Karadeniz kıyıları boyunca uzanan toprakları çok büyük değildir.

     Toprakları  yaklaşık 8,600 km2 dir. Yani bizim Aydın veya Bitlis ilimiz kadardır.  nüfusları da yaklaşık 200 ile 250,000 arasıdır. Abazalar Sünni Müslümandırlar.

     Bir de Acaralar vardır. Öz Türk olan bir guruptur. Acaralar Türk sınırın

    da Hopa’ya yakın Sarp sınır kapısının olduğu çoğrafyada ve az ötesinde yer almaktadırlar . En önemli şehirleri aynı zamanda Gürcistanın da en önemli limanı olan Batumi yani Batumdur. Türklerle araları çok yakın olan bu gurup, Gürcülerle de arayı düzeltmiş ve bir antlaşma yapmış durumdadır.

                 Gerek Acara’lardan ve  gerekse Abaza’lardan  pek çok kişi Türkiyede yaşamaktadır. Tabii, ülkemizde çok sayıda müslüman Gürcüler ve çok  az sayıda da Oset’ler bulunmaktadır.

                Bir de Meşketi Türkleri vardır ki, Stalin bunları Rusyanın dört bir tarafına dağıtmıştır. Onlar da geri dönüp, vatan saydıkları Gürcistanda yer tutmak istemektedirler. Bu da Gürcistan için bir problemdir.

     Kısacası  Kafkaslar bir mozaik gibidir. Renkli kültürler, zengin ve eski tarihler, heyecanlı ve azimli insanlar ve mücadeleci karakterleri ile fevkalde enteresan bir bölgedir.

     

    Kafkas Tiyatrosunda Sergilenen Oyun:

    Aslında, şu anda Kafkaslarda fevkalade karışık ve bir o kadar da tehlikeli bir oyun segilenmektedir. Bugün şahit olunan savaş aslında başkalarının savaşıdır. Görülen bu  savaşa “proxy wars” veya “Taşeronlar Mücadelesi” de denilebilir. Bunlar, başkası adına yapılan savaşlardır.

     Herşeyden once Bugün Kafkaslarda,  Rusya ve Amerika tekrar birbirlerinin gücünü ve sabrını ölçmektedir. Görünürde, önde savaşan küçük guruplar  kimseyi şaşırtmamalıdır. Her birinin arkasında başka güçler  mevcuttur.

     Putin, Bejing’de ki olimpiyatlara katılmaktaydı, aynen diğer dünya liderleri gibi. Cuma gecesi, Gürcistanda bu olaylar  patlak verir vermez, derhal Çin’den ayrılarak doğrudan Vladikafkas’a yani Kuzey Osetyanın başkentine geldi ve oradan Rus müdahalesini bizzat idare etmeye başladı.

    Bu son derece önemli bir harekettir. Rusya’nın  olaya verdiği önemi göstermektedir. Putin , şu anda: 1) olay yerinden gelişmeleri bizzat izlemektedir.

    2) Rusya çok hızlı ve sert tepki vermektedir, 3) Rusya, Kafkaslarda taktik ve strateji değiştirmektedir.

             Bütün bunlara dikkat etmek gerekir. Rusya bu gün, Gürcistanın hava alanlarını bombalamış, bir küçük sahil koruma gemisini batırmış ve Gürcistan  Cumhurbaşkanının istifasını talep etmiş bulunmaktadır.Gürcü birlikleri Osetyadan tamamen  çıkana kadar “Ateş-Kes’e “ yanaşmayacağını ilan etmiştir.

    Kısacası, Rusya  bölgede yeniden bir “King Maker” olmaya başlamıştır yani, Rusya yeniden bölgede “Belirleyici Güç, İktidar yapıcısı” rolüne bürünmektedir.

                           

                                                    Yarın: Kafkaslarda yeni Stratejiler/ Sürpriz Gelişmeler

     

     

    2- KAFKASLARDA DEĞİŞEN DENGELER VE YENİ STRATEJİLER

                                                                         Doç. Dr. Oya Akgönenç

    Değişen Dengeler:

    Kafkaslar, fevkalade değişikliklere sahne olmaktadır. Orada sergilene gelişmeler mahalli bir mücade olmayıp, dünya çapında yeni “güç dengeleri düzeni”nin yapılanmasını ifade etmektedir.

     Kafkaslar da ki savaşa “Taşeronlar Savaşı”  yani “proxy wars” demek daha doğru olur çünkü her ne kadar önde Gürcü’lerle,  Oset’yalılar savaşıyorsa da aslında burada büyük güçler yeni dengeler kurmaktadırlar. Amerika,  Rusya’yı test ediyor. Rusya, Dünya’ya yepyeni bir mesaj veriyor, Avrupa Birliği ise daha ölçülü davranmaya çalışıyor.

    Görünüşte, bir süre için, büyük güçlerden hiç bir  işin içinde olmak istemiyor. Onların yerine ölenler ve öldürenler, ızdırap çekip, herşeyini kaybedenler hep “mahalli delikanlılar” yani orada ki Kafkas Halkları. Bir de, bu mücadele sırasında  yüksek makamından , büyük bi gürültü ve şaşkınlıkla yerlere serilen ( resmen öyle oldu- TV’lere aks etti) Saakashvili nin prestiji, otoritesi ve cumhurbaşkanlığı.

    Ama büyük güçlerden biri, herkesten sabırsız çıkıp, olayların ortasına girdi.

    Bu arada, Amerika ve  Rusya birbirlerinin gücünü ve sabrını yeniden ölçüp,  değerlendirmelerini güncellediler. Oyun, aynen bir satranç tahtasında olduğu gibi oynandı.  zamanı gelince piyonların bir kısmını öne sürüldü, bir kısmını da yedekte beklettildi.

     

    Rusyanın Tepkisi:

    Putin, diğer dünya liderleri gibi, 8 Ağustosta Dünya Olimpiyatlarının açılış merasiminde bulunmak için Bejing’de idi.  Aynı gece, Gürcistanda bu olaylar  patlak verince, Rusya başbakanı Putin, Çin’den ayrılarak doğrudan Vladikafkas’a yani Kuzey Osetyanın başkentine uçtu. Rus güçlerinin Osetya’ya müdahalesini ve sonra da Gürcistana girişlerini  bizzat olayların mahallinden izlemeye başladı.

    Bu son derece önemli bir hareketti. Rusya’nın  olaya verdiği önemi ve bu bölge üstündeki plan ve hazırlıkları ile birlikte kararlılığını da  göstermekteydi. Rusya, Osetya da olanlara  çok hızlı ve sert bir tepki vermiştir. Ama, dikkatle izlendiğinde, bunun adeta “hazırlanmış” bir tepki olduğu intbaı ağır basmaktadır. Ortaya çıkan gerçek, Rusyanın, Kafkaslarda hızla taktik ve strateji değiştirmeye başlamış olduğudur.

             Rusya, Gürcistan’ın hava alanlarını ve mühimmat depolarını da bombalamış, ve bir küçük sahil koruma gemisini de batırmıştır. Bu askeri harekatın yanı sıra, siyasi olarak,  Gürcistan  Cumhurbaşkanı’nın istifasını talep etmiş ve bütün Gürcü birlikleri Osetyadan tamamen  çıkmadan, “Ateş-Kes’e “ yanaşmayacağını bildirmiştir.

    Kısacası, Rusya  Kafkasyayı adeta yeniden bir “Near Abroad” konsepti yani “Arka bahçe” anlayışı ile sahiplenme, koruma ve düzeneme politikasına girişmiştir. Rusya, bölgede yeniden  “Belirleyici Güç” rolüne bürünmektedir.

                Bu kadar hızlı ve sert bir tepki ve cevap beklemeyen Gürcistan güçleri ilk çatışmalardan sonra çekilmeye ve Gürcistan içine dönmeye başlamışlardır. Yalnız ne var ki,bu arada , Güney Osetya’nın başkenti Tskhinvali,büyük zarar görmüştür. Gözlemcilere göre, ”saldırılar, şehri ele geçirmek için değil, şehri yerle bir etmek için” yapılmış gibi görünmektedir. Bu çatışmaların sonucunda1500 kişiden fazla insan hayatını kaybetmiş ve 30,000 den fazla kişi de yerlerinden kaçarak, mülteci haline gelmiştir. Büyük bir insanlık dramı yaşanmıştır.  Dolayısı ile, uluslar arası gözlemcilere göre de  Gürcistan saldırısı da tesadüfi bir olay olmayıp, planlanmış ve hesaplanmış bir olay gibi görünmektedir.

    Kısacası hem sahada ki taraflar ve hem de onların arkasından ki  büyük güçle, hazırlıklarını epeydir yapmakta olup, en büyük dramı  iki ateş arasında kalanlar yaşamıştır.

     

    Gürçistanda Şaskınlık ve Panik:

                Gürcistan’da oldukça büyük hamleler yapan, cumhurbaşkanı Saakashvilli, olayların başlamasının ardından Dünya’dan yardım istemiş ama asker ve silah olarak hiçbir şey alamamıştır. Sadece, Irak’a  ABD güçlerine yardım için gönderilen 2000 Gürcü askeri geri çekilmiş ve hemen cepheye sevk edilmiştir.

                Gözlemcilerin ifadesine göre olayların başladığı sırada, Gürcistan topraklarında ABD askerleri de bulunmaktaydı.  En başta 1000 kadar olan askerlerin, olaylar sırasında sadece 130-150 arası olduğu iddia edilmektedir. (rakkamlar 150 ile 1000 arasında oynamaktadır)

                Rusya’nın bu derece şiddetli tepki vereceğini hesaplamayan Gürcistan büyük bir şok yaşamıştır. Rusya, aşırı tepki göstererek, bir de  Gürcistana ambargo koyabilmek için, Ukraynada ki donanmasını Gürcistan sahillerine gönderip, ikinci bir cephe açmışdır. Daha sonra sahilde bulunan Poti şehrine(limanına) doğru Rus birlikleri harekete geçmiştir. Böylece, Gürcistanın ikinci problem bölgesi Abhazya’ya direk temas koridoru kurulmuştur. Rusya hiç çekinmeden, bu problem bölgelerde faaliyet göstermekte ve adeta Gürcistanı içinden oyma çabalarını rahatça yürütmektedir.

                Rusya ile Gürcistan arasında ki gerginliğe ait bazı çarpıcı bilgiler Amerikan basınında yer almış bulunmaktadır. Buna göre, Putin ve Saakashvilli birbirlerinden asla hoşlanmamakta ve bunu da saklamamaktadırlar. Bu iki lider mizaç ve kişilik olarak ta birbirinin  zıddıdır.

     Rusya, Osetyada ki faaliyetlerini sürdürürken, Saakashvilli, Putini arıyarak, bu gelişmelerden Batılı liderlerin hiç hoşlanmayacağını ve hatta neler düşündüklerini söyleyerek, Rusyadan biran once ”elini Osetya’dan çekmesini” istemiştir. Yazılanlara  göre,  Putinin cevabı kaba hatta terbiye sınırlarını zorlayan tarzda olmuştur.  Bu olayların hangi noktaya ulaştığını anlattan  açık bir örnektir.

     

    Yeni Stratejiler:

    Rusya, epeydir içinde biriken öfke ve kızgınlık ve hırsını, Osetya saldırıs dolayısı ile Gürcistandan almıştır. Rusya,  epeydir, ABD’nin hem Kafkaslarda ilerlemesine ve hem de NATO genişlemesine içerlemekteydi. Gürcistanın hem AB’ye ve hem de NATO’ya girmek için yaptığı başvurular ve ABD’nin  de onları NATO’ya almak için yaptığı çabalar da Rusyanın sabrını taşıran son olaylar olmuştur

                Diğer taraftan, Gürcistanın enerji koridorları olarak tercih edilmesi, ekonomik çıkarları açısından Rusyayı fazlaca rahatsız etmiştir. Ve,son olarak da Kosova olayının rövanşı için Osetya mükemmel bir fırsat olmuştur.

    Putin idaresinde ki Rusya büyük bir toparlanma içine girmişti, bunu devam ettirmektedir. Rusya adeta 20 geçmiş yılın rövanşını almak üzere harekete geçmiş bulunmaktadır. Rusya bu tepkileri ile ABD’ye  ve AB’ye gerekli mesajları gönderdiğini düşünmektedir. Hatta, bu ara, Türkiye’ye bile bir mesaj yollamıştır.

                Kendi eski etki alanını, yeniden belirlemeye çalışan ve bunu korumak için her şeyi göze alacağını gösteren bir Rusya ortaya çıkmaktadır.

                Diğer tarafta Kafkaslarda yeni oyuncular mevcuttur. Bölgede ağırlığını hissettirmeye çalışan bir ABD ve hızla değişen Bölge dengeleri asla gözden kaçmamalıdır. Kafkaslarda yeni dengeler kurulmaya çalışılmaktadır. Bu hem büyük güçleri ve hem de bölge güçlerini etkileyecektir.

    Son verilen bilgilere göre son yıllarda 1000 kadar ABD askeri uzmanı, Gürcistan ordusunu yetiştirmek üzere orada çalışmaktadır. ABD silah, mühimmat, eğitim birçok şeyi sağlamaktadır. ABD, Gürcistanı NATO  üyesi yapmak için de büyük gayret göstermektedir. Bunun yanı sıra 1000 kadar İsrailli uzman ve danışmanın da Gürcistanda çalıştığı yabancı kaynaklarca aktarılmıştır. Israilli iş adam ve yatırımcılarının da Gürcistanda olduğunu İsrai’in Haaretz gazetesinde çıkan analizlerden anlaşılmaktadır. Gürcistan Irakta ABD ve Britanyadan sonra asker olarak katkıda bulunan 3. ülkedir.

    Gürcistan,  Batı ile sıkı bir ilişki içindedir. Buna rağmen son 4 gün içinde Gürcistana, Batıdan direkt bir yardım gelmemiştir. Bu arada AB tam bir arabulucu gibi çalışmaktadır. Bu işte Fransa cumhurbaşkanı ve aynı zamanda Avrupa Birliği dönem başkanı Sarkozy üstlenmiş bulunmaktadır. Görünen o ki AB’nin hazırlayıp, teklif ettiği barış antlaşması bile Gürcistanı toprak ve otorite kaybetmekten kurtaramayacaktır. Önümüzdeki bir kaç hafta pek çok şeyin değişebileceği kritik bir dönemdir.

  • KAFKASYA, TÜRKİYE’NİN ÖNCELİĞİ OLDU

    KAFKASYA, TÜRKİYE’NİN ÖNCELİĞİ OLDU

         
    Monday, 18 August 2008

    Kafkasya’daki son gelişmeler Türkiye’nin bölgedeki konumunu yeniden gündeme taşırken, uzman çevreler bölge için sadece kriz zamanlarında değil, kapsayıcı ve uzun vadeli dış politika üretmesi gereğini işaret ediyor.Rusya ve Gürcistan birlikleri arasında Güney Osetya nedeniyle çatışmaların aniden patlak vermesi, Kafkasya’yı bir anda dünya gündeminin en üst sırasına yerleştirdi. Türkiye ise olayların kızışmasının hemen ardından “Kafkas İstikrar ve İşbirliği Platformu” kurulması önerisini ortaya atarak ve sorunların çözümü için tüm taraflarla doğrudan temas kurarak, gelişmeler karşısında etkin bir politika izleyeceğinin işaretlerini verdi.

    Uzmanlar, Türkiye’nin izlemesi gereken politika hakkında farklı görüşler ortaya koyuyor…

    “TİFLİS’TE BAYRAK GÖSTERİLMESİ YERİNDE KARARDI”

    Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi (ASAM) Kafkasya uzmanı Hasan Kanbolat, Türkiye’nin çatışmalar sırasında ilk baştaki insani önlemler hariç genel olarak adım atmadığını, ancak Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın açıklamalarıyla “bir anda aktif bir politikaya yöneldiğini” söyledi.

    “Savaş zamanında bile Ankara’nın gündeminin Kafkasya değil, İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad’ın ziyareti olduğunu” belirten Kanbolat, çatışmalar sırasında Türkiye’de merak edilen tek konunun “akrabalık içinde olunan Gürcüler, Abhazlar, Osetler değil, boru hatlarının güvenliği” olduğunu savundu.

    Kanbolat, başta CHP ve MHP olmak üzere Türkiye’deki hiçbir muhalefet partisinden Kafkasya’daki krize dair açıklama gelmemesinin dikkat çekici olduğunu, TBMM’nin de tatili ileri sürerek krizi görmezlikten geldiğini söyledi.

    Başbakan Erdoğan’ın savaşın başlamasından sonra bölgeyi ziyaret eden ilk başbakan olduğuna dikkati çeken Kanbolat, “Türkiye’nin Tiflis’te bayrak göstermiş olması son derece yerinde bir karar olmuştur. Başbakana Dışişleri Bakanı Ali Babacan ve Başbakanlık Başdanışmanı Ahmet Davutoğlu’nun eşlik etmesi, Türkiye’nin dış politika öncelikleri arasına Kafkasya’yı almaya hazırlandığının sinyalleri olarak görülebilir” dedi.

    “TUTARLI VE FAYDALI POLİTİKA İZLENDİ”

    Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu (USAK) uzmanı Hasan Selim Özertem de Türkiye’nin çatışmalar boyunca taraf tutmaması ve “Kafkas İstikrar ve İşbirliği Platformu” önerisiyle iki tarafı aynı masaya oturtarak çözüm arayışına girmesinin takdir edilmesi gerektiğini ifade etti.

    Türkiye’nin bu girişimleriyle Batının yaptığını tek başına yapmaya çalıştığını kaydeden Özertem, Türkiye’nin daha hızlı davranarak bölgeye insani yardım ulaştırdığına dikkati çekti.

    Özertem, Türkiye’nin ayrıca Gürcistan’ın toprak bütünlüğünü savunarak “tutarlı ve faydalı bir politika” izlediğini belirtti.

    TÜRKİYE BUNDAN SONRA NE YAPMALI?

    Uzmanlar, Türkiye’nin bundan sonra izlemesi gereken yolla ilgili görüşlerini de dile getirdi.

    ASAM uzmanı Kanbolat’a göre, dış politika önceliklerine artık Kafkasya’nın da dahil edilmesi, yakın komşuluk ve akrabalık bağları bulunan bölgenin tamamını kapsayacak politikalar üretilmesi gerekli.

    Kanbolat, Türkiye’nin Kafkasya’daki çatışmaların önüne geçilmesi için bölgenin aydınları arasındaki “Kafkas Evi” platformuna destek vermesine ihtiyaç olduğunu kaydetti. Balkanlar’da eski devlet başkanlarının katılımıyla oluşturulan, 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in de üyesi olduğu “Balkan Kulübü”nün bir benzerinin “Kafkas Kulübü” adıyla kurulabileceğini ifade eden Kanbolat, böylece üst düzey politikacılar arasında gayri resmi diyalog kapısının açılacağına dikkati çekti.

    Hasan Kanbolat, Türkiye ile Rusya arasında 6 Kasım 2001’de imzalanan “Avrasya İşbirliği Eylem Planı”nın yeniden ele alınarak, Kafkasya’yı da kapsayacak şekilde Avrasya bölgesinde Rusya ile ekonomik, kültürel ve eğitim konularında işbirliğinin canlandırılabileceğini söyledi.

    Türkiye’nin kurucusu olduğu Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatının (KEİ) artık siyaseten de yeniden düzenlenmesi gerektiğini kaydeden Kanbolat, KEİ’nin, çatışmaların engellenmesinde devreye girmesi gereğine işaret etti.

    “DEMİR YOLU HATTI, ENERJİ HATTINDAN ÖNEMLİ”

    USAK uzmanı Özertem de Türkiye’nin bölgeye ilişkin politikasında öncelikle enerji ve ulaşım hatlarının önemine dikkati çekerek, özellikle Bakü-Tiflis-Kars demir yolu hattının mutlaka tamamlanması gerektiğini söyledi. Bu hattın toplumlar arasında bağları güçlendirerek istikrarı artıracağını kaydeden Özertem, Rusya’nın ulaşım tekelini kıracak olması açısından da bu hattın enerji hatlarından çok daha önemli olduğunu ifade etti.

    Türkiye’nin Batıyla birlikte bölgeye yapılacak insani yardımlarda da öncü rol oynayabileceğini söyleyen Özertem, “Türkiye bir insani yardım kampanyası başlatarak, bölgedeki yumuşak gücünü derinleştirebilir. Bu da Türkiye’nin bölgedeki ve uluslararası arenadaki algılanmasını olumlu yönde etkileyecektir” diye konuştu.

    Özertem, Kafkasya’daki çatışmadan Türkiye’nin nasıl etkilendiğiyle ilgili olarak da, olayların, zorunluluktan Sarp sınır kapısının kapatılması ve yolda biriken TIR’ların getirdiği maliyet gibi kısa vadeli etkileri olduğunu, Bakü-Tiflis-Ceyhan ve Bakü-Tiflis-Erzurum hatlarının bir süre kapatılmasının da Türkiye’yi günlük kazancından mahrum bıraktığını söyledi.

    “RUSYA’YI KENDİSİNDEN UZAKLAŞTIRABİLİR”

    Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Hasan Ali Karasar ise konuyla ilgili raporunda, Türkiye’nin Kafkasya’daki krizde arabuluculuk rolüne girişmemesini ve bu tür girişimlerden uzak durmasını savundu.

    Türkiye’nin böyle bir hareketle enerji ve ekonomi alanındaki önemli ortağı Rusya’yı kendisinden uzaklaştırabileceği görüşünü dile getiren Karasar, Türkiye’nin insani yardımları ön plana çıkarması gereğine işaret etti.

    Karasar, Türkiye’nin Tiflis merkezli bir yaklaşım yerine, Güney Osetya, Abhazya ve Acaristan ile siyasi ve doğrudan ekonomik ilişkilerin de kurulmasını içeren çok boyutlu ve kapsayıcı bir dış politikası geliştirmesini istedi.

    “KAFKAS İSTİKRAR VE İŞBİRLİĞİ PLATFORMU”

    Uzmanlar, Türkiye’nin ortaya attığı “Kafkas İstikrar ve İşbirliği Platformu” konusunda da farklı yaklaşımlar sergiliyor. Bilkent Üniversitesi öğretim üyesi Karasar’a göre, öneri, bölgeye yönelik kapsayıcı politikalar yaratılması açısından önemli bir fırsat sunarken, USAK uzmanı Özertem, platformun, bölgede yeni istikrarsızlıkların önüne geçmeyi amaçladığını, ama konunun uluslararası alanda tartışılması ve içinin doldurulması gereğini belirtti.

    ASAM uzmanı Kanbolat ise Başbakan Erdoğan’ın 11 Ağustosta “Kafkaslar İttifakı”, Cumhurbaşkanı Gül’ün 12 Ağustosta “Kafkas İstikrar Forumu” ve yine Başbakan Erdoğan’ın 13-14 Ağustosta “Kafkas İstikrar ve İşbirliği Platformu” fikrini ortaya attığını hatırlatarak, bu konuda üç ayrı ifadenin kullanılmış olmasının Türkiye’nin konuyla ilgili politikasının henüz olgunlaşma aşamasında olduğunu gösterdiğini savundu.

    Bununla birlikte, Kanbolat, Türkiye’nin Güney Kafkasya, Rusya ve Batılı devletlerin katılımıyla güvenlik, istikrar ve kalkınma arayışlarının öncelikli olduğu bir işbirliği paktının kurulmasını istediğini belirtti.

    (aa)

  • Azeriler’in İmza Kampanyası

    Azeriler’in İmza Kampanyası

    İzmir’deki Azerbaycan Kültür Merkezi, Ermenistan, işgal ettiği topraklardan geri çekilmediği sürece, Türkiye-Ermenistan sınır kapılarının açılmaması için imza kampanyası başlattı.

    Kampanyayla ilgili bir basın açıklaması yapan Azerbaycan Kültür Merkezi Başkanı Cemal Mehmethanoğlu, Ermenistan’ın işgal ettiği topraklardan savaş olmadan çekilmesini istediklerini söyledi.

    Bunun için Türkiye’nin ambargo uygulamaya devam etmesi gerektiğini savunan Mehmethanoğlu, “Bir millet, iki devlet, bir yumruk olalım. Ermenistan, soykırım iddialarıyla Türkiye’yle düşmanlığı körüklüyor. Bunları yaparken bir yandan da göstermelik olarak Türkiye’yle dost olmak istediklerini söyleyerek sınır kapılarının açılmasını talep ediyor” dedi.

    Bakü-Tiflis-Kars demiryolu hattının Türkiye kısmının temel atma töreninde, Kars Belediye Başkanı Naif Alibeyoğlu’nun sınır kapısının açılması için imza kampanyası başlatığını hatırlatan Mehmethanoğlu, Azerbaycan milletvekili Ganire Paşayeva’nın ise bunu provokasyon olarak nitelendirerek, şiddetle karşı çıktığını aktardı.

    Kendilerinin de Türkiye’de yaşayan Azeri Türkleri olarak tepkilerini demokratik yollarla gösterip imza kampanyası başlattıklarını ifade eden Mehmethanoğlu, “Ermenistan işgal ettiği Azerbaycan topraklarından çekilmedikçe, Türkiye ile sınır kapıları açılmasın. Savaşa hayır. Ermenistan, işgal ettiği Azerbaycan topraklarından savaş olmadan çekilsin” şeklinde konuştu.

    Haber Yayın Tarihi: 16 Ağustos 2008 Cumartesi Saat 12:46

  • Gürcistan’ın Gül Devrimi ile Kıbrıs’taki Yeşil Devrim’in Bağlantısı

    Gürcistan’ın Gül Devrimi ile Kıbrıs’taki Yeşil Devrim’in Bağlantısı

     

    Emete GÖZÜGÜZELLİ CİVAN

    ayse@aysekocaturk.com

    Gürcistan’da 2004 yılında Miheil Saakaşvili Gül Devrimi ile iktidara gelmesi 2003 yılında ve onun öncesinde örgütlendirilen sivil toplum hareketlerinin etkin faaliyetleri neticesinde gerçekleşti. Saakaşvili Amerika’nın desteği ile iktidara getirildi. Medya ve sivil Toplum örgütlerinin sokak eylemleri sonucunda önceki Cumhurbaşkanı olan  Eduard Şawardnadze’nin görevinden ayrılmak zorunda kalması ile sonuçlandı. Bu sivil devrime Gül Devrimi dendi. Gürcistan’da cereyan eden bu olaylar yaşandığı sırada eş zamanlı denilecek kadar örtüşen bir zamanda Kıbrıs’ta da Yeşil Devrim düzenlendi ve tıpkı Gürcistan’da olduğu gibi KKTC’de de batı yanlısı ve Amerikan çıkarları ile örtüşen siyaset izleyen kişiler iktidara getirildiler.

    Bu konunun detaylarını irdemelemeden önce bugünkü durumu tekrar ele almak gerekir. Geldiğimiz süreçte, Kıbrıs Türkü tedirgin bir bekleyiş içinde olduğu görülüyor… Bu tedirginliği ise esasen Talat ve Hristofyas arasında varılan tek egemenlik ve vatandaşlık konusuna dayanıyor. Rumlar ise tek egemenlik ve vatandaşlık konusunda varılan anlaşmadan hayli memnunlar. Yaptıkları basın açıklamalarında bu memnuniyetlerini devamla dile getirerek “Tek egemenlik ve vatandaşlık” temelinden asla geri adım atmayacaklarını dile getiriyorlar. Aslında KKTC’de iktidara getirilen Yeşil Devrimin temsilcileri imza koydukları metinlerin yarattığı aleyhteki sonuçların farkında bile değiller. Zira kendilerine batılı unsurlar tarafından çizilen pembe tablo oldukça farklı.

    Netice itibarıyle, taraflar arasında varılan anlaşmalardan oldukça memnuniyet duyan Rum yönetimi elde ettiği kazanımlardan o kadar memnun ki bugüne kadar imzalanan anlaşmalardan geri adım atılmayacağını devamla duyurma ihtiyacı hissediyor. Bu noktada ise akla gelen konu şudur ki, bugüne kadar en sarih haklarımızı dahi bize vermekten sakınan Rumlar acaba neden bugün bu gidişattan ve varılan mutabakatlardan memnuniyetlerini dile getiriyorlar?  Merak konusudur.

    Ülkede bu kritik süreç devam ederken, var olan hatalı anlaşmaları(tek egemenlik gibi) görmezden gelerek etrafa sahte umutlar salmaya devam eden bir yönetimin halen hiçbirşey olmamış gibi 2009’da Rumlarla çözüm olacağı umudunu taşıyarak halka sahte mesajlar vermeye devam etmesi iki farklı kutubun sahip olduğu uç noktaları da gözler önüne seriyor. Bugün gelinen süreçte Kırbıs Türkü iktidar ve CB’nın görüşmeler sürecinde izlediği tutumdan oldukça rahatsız. Dolayısıyla da halk, kendi görüşünün görüşmeler sürecine yansıtılmadığının farkına varmış durumda. 

    Bu duruma ilaveten, yeşil devrimin seçilmişlerinin sözde Kıbrıs Türk egemenliğinin devam edeceği şeklindeki sahte ve yanlış  telkinleri aralıksız sürdürmeye devam etmeleri esasen işin ciddiyetini de gözler önüne seriyor. Aslında, bu çizgide olanların  öne sundukları savlarında “Biz yıllarca bu Kıbrıs sorununu yaşadık, artık kendi çocuklarımız bir 50 yıl daha bu sorunla boğuşmasınlar biz bu işi bitirelim” düşüncesinin hakim olduğu görülüyor. Bu düşünce sonucunda Kıbrıs Türkünü nasıl bir idam sehpasına oturttuklarının farkında bile değiller. Neymiş efendim ; iki kesimli, siyasi eşitliği olan federal bir Kıbrıs oluşturmanın zamanı artık gelmiş(!).

    Halbuki “Çözüm adil olmalı” görüşü birçok yetkilinin dilinde olsa da işin adil tarafı kalmamış durumda. Bu bağlamda Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Ağustos ayının başında yaptığı bir açıklamada “Çözüm için iki kesimlilik, siyasi eşitlik ve garantörlük şart” açıklaması dahi Kıbrıs Türkünün içini rahatlatmış değil. Peki neden? Bir kere AKP’nin iktidara geldiği günden bu yana Kıbrıs politikası devamla değişikliğe uğraması ve değişken olması ana sıkıntılardan biri. Bugün ise gelinen süreçte artık Kıbrıs Türkü kendi egemenliğinin tanınmasını ve birleşik Kıbrıs yaratılması  konusunda yaşadığı isteksizliği açığa çıkarmış bir ortamdayız. Bu en son KADEM anket sonuçlarında da iyice açığa çıktı. Bu gerçekler göz ardı edilerek iktidardaki kişilerin ille de birleşik Kıbrıs diyerek Kıbrıs Türkünün gerçek arzusunun görmezden gelmeleri  hayli düşündürücüdür.

    Gürcistan’ın Gül Devrimi ile Kıbrıs’taki Yeşil Devrim’in Bağlantısı(II)

     

    Şimdi gelinen süreçte konuyu daha geniş perspektiften ele alarak incelemeye çalışalım. Daha önceki yazılarımda sıklıkla ifade ettiğim Türk halkının gerek Kıbrıs’ta gerekse Türkiye’de bir psikolojik harp kıskacında olduğu bilinen bir gerçek. Medyanın rolü şüphesizki bu savaştaki en büyük etken ve pek tabii ki silah olarak yer almakta. Hatırlanacağı üzere Annan planı sürecinde Kıbrıs Türklerine “evet” çağrısında bulunan Akp yönetimi adadaki Türkiye’den gelen pek çok soydaşımızı etkileyerek “Anavatan evet denmesini istiyor, o halde biz de evet diyeceğiz” psikolojisine girerek, Plana hayır diyen cephenin elinin zayıflamasına imkan kılmıştı. Şüphesiz ki Kıbrıs Türklerinin plana evet demesi için gerek Amerika gerekse diğer dış unsurların da yoğun çabaları vardı. Sonuçta 24 Nisan 2004’te yapılan eş zamanlı referandumda Kıbrıs Türkleri %65 oranında bir evet ile adada birleşik Kıbrıs’a onay verdiklerini gösterdiler. Bu oranın şekillenmesinde adada 1974 sonrası bulunan Türk soydaşlarımız da çok büyük etken oldular. NTV’nin o dönemde yaptığı açıklamada ise adaya 1974 sonrası gelen soydaşlarımızın %95’inin plana “evet” dediğini belirtmekteydi. Buraya kadar herşey normaldi. Kıbrıs Türkü bugüne kadar Anavatan’daki Türk hükümetinin Kıbrıs konusundaki siyasi veçhesi ne ise o şekilde duruş sergilemiş ve siyaset oluşturmuştur.

    Ancak Annan planına evet Kıbrıs Türküne bir sonuç getiremedi. Bilakis birçok alanda zemin kaybetmesine imkan kıldı. Ne Türkiye’deki AKP hükümetinin “çözüm sağlanmazsa, KKTC’nin tanınması için mücadele vereceğiz” sözleri ne de “AB Komisyonu’nun izolasyonların kaldırılması yönünde aldığı kararı” yerine getirilmedi. Hatta BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın Güvenlik konseyi’ne sunduğu raporu ki burada Kıbrıs Türkleri üzerinden izolasyonların kaldırılması çağrısı da vardı Rusya vetosu ile bu rapor da kabul edilmedi.

    Annan planı ardından Kıbrıs Türkleri hep uyalama taktiği ile sırtı sıvazlandı. Dünya konjektüründe ise birtakım olaylar gerçekleşmeye başlamıştı. Kosova’nın bağımsızlığını ilan etmesi ve bunu dünya devletlerinin Rusya itirazlarına rağmen tanıma yoluna gitmesi adada birtakım kesimlerin artık KKTC’nin tanınmasına doğru gidileceği umudunun da doğmasına imkan kıldı. Bu umut çok sürmedi. Ne KKTC CB Mehmet Ali Talat ne de Türk hükümeti bu yönde siyasi amaçları olmadığını batılı ittifaklarına yüksek sesle söyleyerek içlerinin rahatlamasına imkan kıldılar. Ancak ne olduysa oldu ve bu süreçte Rusya’nın ani çıkışı gündeme oturdu. Rusya federasyonu başkanı Putin Kosova bağımsızlığı konusunda görüş beyan edenlere cevaben Kuzey Kıbrıs’ın tanınması teklifini yaptı. Putin’in bu sözü pek gündeme getirilmedi ve sürçü lisan etmiş gibi gösterilerek süreç birleşik Kıbrıs yaratılması yönünde yeni atılımlar ile sonuçlandı.

    Talat Papadopulos arasında imzalanan 8 Temmuz 2006 anlaşması 5 maddeye dayanıyordu. Bu koşullar Annan planının artık ortadan kalktığını ve oluşacak çözümün federal zeminde iki toplumlu iki bölgeli siyasi eşitliğe dayalı bir anlaşma olacağı belirtilmekteydi.. Ancak bu üst söylemlerin altı doldurulmamıştı. Nasıl bir federal çözüm? Eyalet sistemi temelindemi  yoksa egemen devletler seviyesinde mi bir çözüm olacaktı?

    Özellikle de devamla dile getirilen siyasi eşitlik temelindeki çözümün taraflar arasında kabul edileceği söylemi iktidardakilerin ruhunu okşadı. Federal bir çözümün modellerinin dünyadaki örnekleri bile dikkate alınmadan üstünkörü bir şekilde anlaşmalar sağlandı. 2008’de Rum başkanlığına Dimitris Hristofyas gelince birleşme yanlısı mücadele verenlerin yüreklerine su serpildi. Zira iktidarda olan CTP partisi ile AKEL yani Hristofyasın partisi arasında olan kardeşlik bağı yıllar öncesine dayanıyordu. Her ikisi de ortak vatan yaratma hayalinde mücadele veriyorlardı. Hristofyas iktidara geldikten sonra Talat ile yapılan mutabakatlarda 21 Mart 2008 süreci dahil olmak üzere, 23 Mayıs, 1 Temmuz, 25 Temmuz görüşmelerinde anlaşmaya varılan ortak metinlerde “sovereignty” yani egemenlik tanımlaması yapılmazken yeni bir çözüm modeli yaratıldığı görüldü. Buna tek egemenlik ve vatandaşlık dendi. İki egemen halkın yaşadığı adada tek egemenlik ve vatandaşlık nasıl olabilirdi? İşte bu noktada bir eyalet modeli yaratıldı. Bu modelde Kuzey’de kendi idaresini belirli konularda yapacak olan Kıbrıs Türkleri ayrı egemen varlık olmayacaklardı. Rumlara seçme seçilme hakkı verilirken Türklere de bu hak verilecekti. Nitekim, Kıbrıs Türkleri zoraki ve yalanlarla donatılmış bir  birleşme modeline hazırlanmak istendiği ortaya çıktı.

    Tek egemenlik ve vatandaşlık hassas konulardan biriydi ve rumların yıllardan beri savundukları tezlerinin bir sonucuydu. 1 Temmuz’da bunu Talat kabul etti. Daha önceki mutabakatlarda da buna yer veren açıklamalar yapıldı. Şimdi 3 Eylül’de iki lider arasında görüşmeler yeniden başlayacak ve işin sonunda yani 2009’da anlaşmaya gidilmesi hedeflenecek. Peki 2009’a kadar uzlaşı sağlanabilirmi ?

    Bunun için dünyadaki son gelişmelere bakmakta fayda vardır. Bilindiği üzere Kosova’nın bağımsızlığının ardından gerek bölgede gerekse özerk statüde olarak bağımsızlık etmek isteyen bölgelerde bir kıvılcım başlattı. Bugün Gürcistan’da yaşanan savaş Güney Osetya ve Abhazya’nın bağımsızlık talepleri aslında yeni değil. 1989 yılından  beri konu sürmekte. Güney Osetya’nın bağımsızlık talebi Kosova’dan sonra Kafkaslar’da suların durulmayacağının da göstergesi. Bağımsızlık ve etniik milliyetçiliğin gerek Kafkaslar’da gerekse diğer kritik bölgelerde artmaya doğru gideceği görülüyor. Bu ortamda iki farklı halkın yaşadığı Kbrıs’ta zoraki bir evlilik neden planlandığını iyi analiz etmek lazmdır. Kıbrıs bir kere stratejik açıdan oldukça önemli bir bölgede yer alıyor. Sahip olduğu jeo-ekonomik,jeo-politik, jeo-stratejik konumu itibariyle adaya sahip olan gücün bölgenin egemen gücü olduğunun da göstergesi. Zira tarih bize bunun böyle olduğunu hep bariz bir şekilde ortay koymuştur. Kıbrıs’a sahip olan Anadolu’ya da sahip olacağı gerçeği dikkate alındığında neden bugün batı dünyasının ille de birleşik Kırbıs diyerek Türkiye ve Türk askerini adadan çıkarmak için çaba sarf ettiğini açıkça ortaya koyabiliyor. Hedef Mustafa Kemal Atatürk’ün Lozan başarısı ile kurduğu bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’ni Sevr dönemindeki haritaya kavuşturmaktır. Bunun için de son kale konumundaki Kıbrıs adasındaki KKTC’nin ortadan kaldırılması yani Kıbrıs Türk egemenliğinin son bularak adanın birleştirilmesi ile mümkün olduğunun tespiti yapılmıştır. 

     

    Gürcistan’ın Gül Devrimi ile Kıbrıs’taki Yeşil Devrim’in Bağlantısı(III)

     

    Hatırlanacağı üzere, Amerika’nın desteği ile 2003 yılında Gürcistan’daki Sivil Toplum Örgütleri Gül Devrimini başlatarak Cumhurbaşkanı Eduard Şewardnadze’nin istifa etmesi sağladı ve 2004’te yapılan seçimlerde ezici çoğunlukla Mihail Saakaşvili’nin Cumhurbaşkanı yapıldı. Saakaşvili ile Gürcistan’ın, Rus ekseninden ayrılarak tamamen batı eksenine yönelmesi ise esasen bugünkü krizin bir boyutunu oluşturur. Öte yandan yaşanan krizin diğer önemli bir boyutu da bölgedeki doğal gaz ve petrol kaynaklarının Batıya köprü rolü üstlenen Gürcistan’ın üzerinden Batıya aktarılmasının hedeflenmesi ve bu konuda Rusya’nın büyük tepkisini alması. Kıbrıs ve Gürcistan’ın batı dünyasının elinde tutmak istediği bölgelerden biri. Her iki yer de stratejik ve jeoekonomik değere sahip. Her ikisi de batıya enerji kaynaklarının nakli konusunda seçilen güzergahlardan biri. Her ikisi de düşman olarak algıladıkları unsurların önünde kale olarak belirleyebilecekleri mekanlardan biri. 

    Mesela Rusya bugün, Kafkaslar, Orta Asya, Avrupa’da Amerika ile hakimiyet kurma yarışına girdi. Amerika’nın kendi nüfuz bölgesi yaratmak için Ukranya’da Turuncu Devrim, Kırgızistan’da Lale Devrimi, Gürcistan’da Gül Devrimi, Kıbrıs’ta Yeşil Devrimleri ile kendi ulusal çıkarlarını koruyacak kişilerin iktidara getirilmesine sivil toplum örgütleri kanadı ile öncülük etti. Yani Amerika psikolojik savaşını yalnız Kıbrıs’ta değil, Kafkaslarda da gerçekleştirdi. Örneğin Gürcistan’da Saakaşvili’nin gelmesi ile, Gürcistan AB’ne girmek için kollarını sıvadı. Bağrında taşıdığı Güney Osteya ve Abhazya özerk bölgelerinin kendi içinde eritme metodunu uygulamak istedi.

    İşte bu noktada Kıbrıs konusu ile bu gelişen olayların ne derece bağlantılı olduğunu belirtmekte fayda vardır. Amerika Kosova’nın bağımsızlığını destekledi, Rusya buna karşı çıktı. Kosovanın bağımsızlığı domino taş etkisini uyandırdı. Kafkaslar karşmaya başladı. Gürcistan’daki Güney Osetya da bağımsızlığını ilan etti. Ortalık karıştı. KKTC’de gerçekleştirilen Yeşil Devrim sonrasında iktidara getirilen yönetim de Gürcistan lideri gibi gözünü batıya çevirdi. Amerika ile sıkı ilişki içine girildi. Birleşik Kıbrıs için çalışmalar hızla artırıldı. Amerika’nın verdiği milyondolarlarca fonlar ile ülkedeki sivil toplum örgütleri desteklenerek birleşik Kıbrıs siyaseti desteklenmek istendi.

    Nitekim bu operasyon sonucu Annan planına Kıbrıs Türklerinin evet demesi sağlandı. Ancak bu adanın birleştirilmesi için yetmedi. Zaten Amerika da Rumların plana hayır diyeceğini çok iyi biliyordu. Ama buna rağmen hep KKTC’de Kıbrıs Türkleri üzerinde yoğun bir psikolojik harp gerçekleştirildi. 24 Nisan 2004 referandumunda bir sonuç alınamasa da bu Rumların tüm ada adına tek başlarına AB toprağı olmalarına sebep oldu. Kıbrıs Türklerine hiçbir hak ve söz verilmedi. Şimdi yeni bir süreçteyiz. Hedef birleşik Kıbrıs’ın bu kez yaratılması. Zira Kıbrıs petrol kaynakları açısından oldukça zengin bir ada. Var olan sorun nedeni ile Rumlar henüz petrol arama işine başlayamadılar. Kıbrıs’ın birleştirilerek Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattından alınacak enerjinin ve adadan çıkarılacak enerji kaynaklarının (petrolün) Yunanistan üzerinden Avrupa’ya taşınması hedef. Bunun için Türkiye’nin bölgedeki etkinliği istenmiyor. O nedenle garantiler sistemi üzerinde düzenlemelere gidilecek. Türkiye’nin NATO üyesi olması bahane edilerek, Türkiye’ye NATO şapkası ile adada bulunabileceği mesajı verilecek. Bu kez adanın garantörü NATO Barış Gücü adı altında sağlanmak istenecek. Muhalefet edenlere de Türkiye Nato üyesi dolayısıyle burada adanın güvenliği sağlanabilir denilecek. Bu yolla da “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin NATO üyesi olmasının Türkiye tarafından önü açılsın baskısı gelecek.

    Özellikle de Gürcistan’ın NATO desteği ile Güney Osetya’ya ordularını sürdüğünü iddia eden Rusya’nın NATO temsilcisi Dimitry Ragozin’in açıklamları dikkate aldındığnda, NATO’nun ilerleyen süreçte şayet GKRY’nin de yeni bir olası anlaşma ile NATO’ya alınmasına imkan kılınırsa, Kıbrıs Türkleri daha zorlu bir sürece gireceğini gösteriyor.  

    Bu süreç Kıbrıs’ta birleşik Kıbrıs yaratılması için başlatılacak olan yoğun propaganda sürecinde ele alınabilecek konulardan biri olmakla birlikte, “Adada Kıbrıs Türk egemenliğinin devam edeceği” gibi söylemler ile süslenmek istenecek. Adada birleşik Kıbrıs oluşturulması ile KKTC Devleti ve Kıbrıs Türk egemenliği ortadan kalkması, ayni zamanda Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki egemenliğinin de son bulması anlamına gelir. Bunu büyük bir şiddetle arzulayan batı dünyası,birleşik Kıbrıs ardından Türkiye’yi kıskaca alınıp, Kosova ile başlayan bağımsızlık hareketlerinin, Kafkaslarda devam etmesi ve Türkiye’ye sıçratılması ile sonuçlandırılacaktır. Türkiye’de ayrılıkçı zihniyette olan PKK terör örgütünün eylemlerini daha da artırması, batının da AB yolunda baskısının sağlanarak PKK’lılar ile masaya oturulması istenebilecek veya PKK’lıların istedikleri bölgelerde özerk bir statüye kavuşturulması istenebilecektir…

    Oyunun büyüklüğünü sadece gürcistan veya Kıbrıs’taki sürece bakarak değerlendirmek büyük hata olur. Dünyada yeni haritalar yaratılması için başta Amerika ve batı dünyasının yeni bir mücadelesi baş göstermiş durumda. Ortadoğu, Kafkaslar, Orta Asya, Balkanların yeniden şekilleneceği bir sürece doğru gidiyoruz. Özellikle de İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’ın en son yaptığı Türkiye ziyaretinde ankara değil İstanbul’a gitmeyi tercih etmesi ve sırf Atatürk’ün kabirini ziyaret etmemek için programı istanbula çekerek resmi ziyaret sınıfından bunu çıkarması ve buna da “önemsiz bir konu, görüşmenin özüne bakmak lazım” şeklinde hükümet kanadının cevap vermesi Türkiye’de “kırmızı çizgilerin ve ulusal değerlerin”değişmeye doğru gittiğini gösteren en önemli göstergelerden biri olmuştur.

      Bu gelişmeler ışığında batı dünyasının PKK terör örgütünü desteklediği, Kıbrıs’taki Türk egemenliğine tahammül edemedikleri, Lozan’da kabul gören Türkiye Cumhuriyeti sınırları, kuruluş ilkeleri, çizgisine tahammül edemedikleri gerçeğini her Türkün iyi kavrayarak bugün tüm dünya Türklüğünün maruz kaldığı baskılar karşısında bir onur meselesi olan egemenliğinin daim etmesi için gösterdiği dirençe sahip çıkılmalı ve adanın Rum ve batı esaretine sokulmaması için çaba sarf edilmelidir. Yoksa tarih kendini yeni acılara yenileyebilecektir…

    www.aysekocaturk..com

     

    14 Ağu. 08

    12:19

  • Gürcistan üzerinden Ermenistan’ı Karadeniz’e çıkarma planı mı var?

    Gürcistan üzerinden Ermenistan’ı Karadeniz’e çıkarma planı mı var?

    İsrafil K.KUMBASAR

    Kafkaslar fokur fokur kaynıyor.
    Soros destekli ‘turuncu devrim’ ile Amerika’nın yörüngesine giren sınır komşumuz Gürcistan, uzun yıllar sonra yeni bir ‘Rus işgali’ tehdidiyle karşı karşıya.
    Amerika, küresel politikaları karşısında bir engel olarak gördüğü Rusya’yı sıkıştırarak ‘Orta Asya’daki’ enerji kaynaklarından pay almaya çalışıyor, Balkanlar’da etkinliğini kaybeden Rusya ise  “Kafkasya benden sorulur” havası içerisinde.
    Bugüne kadar Gürcistan’a her alanda destek veren, askeri araç gereç desteği sağlayan, subaylarını eğiten, silah alımı için bir milyar dolar yardım yapan Türkiye ise sessizliğini sürdürüyor.
    Savaş üzerine, medyada çok farklı şeyler yazılıp çiziliyor.
    Peki Gürcistan’ı ne kadar tanıyoruz?
    Gürcistan hakkında ne biliyoruz?
    Ataları 93 Harbi’nde Batum’u işgal eden Ruslar’ın zulmünden kaçarak Ordu’ya yerleşen tarihçi dostumuz Yusuf Ziya Başbay, belki de birçok kişinin bakış açısını değiştirecek olan şu önemli bilgileri veriyor:

    ***

    Gürcülük ‘etnik bir aidiyet’ değildir.
    Tarihte olarak ‘Gürcü’ diye tabir edilen herhangi bir ırk yoktur.
    ‘Gürcü’ diye kastedilen topluluk, eski Roma’nın ‘Georgia’ eyaletinde yaşayan insanlardır.
    ‘Gürcistan’ ise bir ‘etnik’ kimliğin değil, bir ‘bölgenin’ adıdır.
    Bölgede kendilerine soyca da ‘Gürcü’ olarak kabul eden tek topluluk, yalnızca ve yalnızca ‘Kartvel’lerdir.
    Oysa ki, halen Gürcistan’da yaşayan Acaralar, Azeriler, Abhazlar, Osetler, Ahıskalılar, Çeçenler, Çerkesler, Ermeniler, Kürtler ve diğer topluluklar da ‘Gürcü’ olarak adlandırılıyor.
    Bugün Türkiye’de yaşayan ve kendilerine ‘Gürcü’ adı verilen vatandaşlardan büyük bir bölümü Acaralı’dır.
    ‘Ağaçerili’ adıyla bilinen bir ‘Türk boyu’ mu oldukları, yoksa 12. yüzyılda bölgeye yerleşen ‘Kıpçakların’ bir kolu mu oldukları tartışmalı olan Acaralıların bir kısmı ne yazık ki kendilerini ‘Kartvel’ zannetmektedir, bir kısmı ise sırf Gürcistan’tan göç ettikleri için ‘Gürcü’ olarak anılmaktadır.

    ***

    Soros tarafından gerçekleştirilen ‘turuncu devrim’ ile iktidara getirilen Gürcistan Devlet Başkanı Mihail Saakaşvili, koltuğa oturduktan sonra ülkedeki diğer etnik kimlikleri inkâr eden bir politika izlemeye başladı.
    Komünizmin inanç ve kültür açısından dümdüz ettiği ülkede, her kesime ‘eşit’ yaklaşıp birlik ve bütünlüğü sağlamak yerine, ‘Kartvel’ unsuru üzerinden ‘aşırı’ dincilik ve ırkçılık yapmayı tercih etti.
    ‘Baskı’ ve ‘şiddet’ yoluyla etnik ve dini meselelerin üstesinden geleceğini zannetti.
    Acaristan’daki ‘özerkliğe’ son verdi.
    Orada yaşamakta olan ‘Müslüman’ halka yönelik ciddi bir ‘Hıristiyanlaştırma’ politikası uyguladı.
    Büyük ölçüde başarılı da oldu.
    Çünkü uzun yıllar komünistlerin idaresinde kalan insanlar, sistemli bir şekilde zaten yerel ve dini kültürlerinden uzaklaştırılmışlardı.
    Adeta ‘sıfır kilometre’ bir toplumsal yapı devralan Saakaşvili, Acara’nın kendine has yerel kimliğini yok etmeyi başardı.
    Osetler ve Abhazlar ise ‘bağımsızlık’ taleplerinde ısrar etmeyi sürdürdüler.

    ***

    Türkiye, Amerika’nın bölgeye yönelik stratejik çıkarlarına uygun olarak Gürcistan yönetimine her şartta destek vermek yerine, Acaristan’a, Abhazya’ya ve Osetler’e sahip çıkmayı bilseydi, bugün orada çok daha etkili olacağından hiç kuşku yoktu.
    Ama, Türkiye bunu yapmadı. 
    Acara’nın hem siyasi hem de kültürel kazanımları, Türkiye’nin gözleri önünde yok edildi.
    Türkiye gıkını dahi çıkarmadı..
    Türkiye, belki de ‘Rusya’ ile komşu olmaktan çekindiği için Gürcistan’da olup bitenlere müdahale etmek yerine, ‘göz yummayı’ tercih etti.
    Hatta her açıdan Gürcistan’ı destekledi.
    Gürcistan, artık ‘parçalanmanın’ eşiğinde.
    Dua edin de, Rusya, ABD ve AB ile kapalı kapılar arkasında ‘Ermenistan’ konusunda gizli bir anlaşma yapmasın.
    Eğer Rusya, Ermenistan’ı ‘Karadeniz’e çıkarma’ sözü vererek, ‘Gürcistan’ın küçülmesine’ göz yummaları için Batı’yı ikna ederse, Türkiye için ‘Türk dünyasına’ açılan bir çıkış kapısı olan ‘Kafkasya’ defteri ebediyyen kapanmış olacak.
    Sonrasını hayal bile etmeyin.

  • Gürcistan-Ermenistan-Azerbaycan devletlerinin kuruluşu, Milli Mücadele ve Rusya

    Gürcistan-Ermenistan-Azerbaycan devletlerinin kuruluşu, Milli Mücadele ve Rusya

    Kurtuluş Savaşına girdiğimiz yıllarda işgal devletlerin doğu sınırlarımızda bizi zayıf düşürmek için aldıkları önlemler çerçevesinde kurdukları üç devlet vardır. Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan.
    Cevdet Karim İncedayı tarafından Osmanlıca olarak 1925 te kaleme alınan ve benim tarafımdan yayına hazırlanan Kurtuluş Savaşı ile ilgili ilk kitap olan İstiklal Harbi Garp Cephesi adlı eserde ilgili bölüm günümüz Türkçesi ile verilmiştir.
    Tarih tekerrür mü ediyor acaba?

    Türkiye’nin Direniş Araçlarını Yoketmek İçin Alınan Tedbirler:

    Bu tedbirlerin birincisi Türkiye’nin kesin bir şekilde kuşatılması ve abluka altına alınmasıdır.

    Türkiye, bugün Adalar Denizi ve Karadeniz sahillerinde ve Avrupa cephesinde karadan ve denizden kuvvetle kuşatılmıştır. Suriye Cephesi, Hicaz’dan İskenderun’a kadar İngiltere ve Fransa tarafından kuvvetle, ihtiyaçla, nifakla ve halkın “bütün işlerini Allah’a havale etmişcesine” teslim oluşuyla kuşatılmış sayılabilir. Irak ve İran Cephesi’nin maddî bir surette ve kesin şekilde kapalı olmayan durumları hızlı ve geniş istifadelere tabiat itibariyle pek müsait değildir. Mesafeler geniş, birleşmeler ve kavuşmalar kaybolmuş, milletler şuursuz ve zâten memleket de işgal altındadır. Türkiye’nin diğer cephesi Kafkasya’dır ki, müsait olmayan sulh şartlarına karşı silahlı direniş gücünü en çok veren cephe burasıdır. Türkiye, Kafkasya’dan Bolşevik yayılmasını kolaylaştırmak ve onunla işbirliği etmekle Batıdan Doğuya doğru Anadolu, Suriye, Irak, İran, Afganistan ve Hindistan kapılarını müthiş bir şekilde açmış olacaktır. Bu açık kapıları kapamak için Müttefikler saldırı amaçlı asker sevki harekâtı yapacak kuvvetleri süratle tedârik edemezler. Gerekli hareket üslerine ise tabiat olarak sahip değildirler. Böyle harekât ancak Batum’dan sözkonusu olabilir ki, bu durumda da Kafkasya ile Hazar Denizi’nin arasının tıkanması için Batum’dan itibaren dörtyüz kilometreden fazla uzaklaşmak icap eder. Bu duruma karşı İtilaf Devletleri Bolşeviklerle Türklerin arasını Kafkas milletleri vasıtasıyla kesmek planını bulmuşlardır. Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan ve belki Kuzey Kafkasya Hükümetlerinin bağımsızlıklarını tanıyarak onları elde ettiler. Şimdi Bolşeviklerin vuruşmalarını bir emrivaki yapmak için onları her şekilde kışkırtıp ve sıkıştırmaktadırlar. Bundan başka bizzat kuvvet sevkine de başlamışlardır ki, bu kuvvet tesiriyle hem Bolşeviklerle çarpışmayı çabuklaştırmak hem de Kafkas milletlerinin gerek Türklerle ve gerek Bolşeviklerle herhangi bir temaslarını engellemek ve denetlemek düşüncesindedirler. Plân, son derece ciddiyetle ve hızlı bir şekilde uygulanmaktadır.

    Eğer bu plan muvaffak olur ve Kafkas milletlerinin bize karşı kesin bir set vaziyeti almasıyla memleketimiz mahsur kalırsa artık Türkiye için direniş sebepleri esasından yıkılmış olur. Ondan sonra siyasî varlıklarını tamamen kaybedebilecek olan Anadolu Türkleri İtilaf Devletleri subaylarının kumandası altında müstemleke askerleri olarak ordular teşkil edecek, hem Kafkas milletlerinin İtilâf emrinde tutulmasını ve hem Bolşevik yayılmasının durdurulmasını sağlamak için kan dökeceklerdir. Bu halde İtilâf Devletleri’ne teslim olunsa bile Türkler için canını feda etmekten kurtulmak emniyetli değildir. Bundan dolayı Kafkasya seddinin yapılmasını Türkiye’nin “kesin yokedilmesi”  projesi kabul edip bu seddi İtilaf Devletleri’ne yaptırmamak için en son yollara başvurmak ve bu uğurda her türlü tehlikeleri göze almak mecburiyetindeyiz.

    Direnme Araçlarımızı Yokedecek Tedbirlerin İkincisi:

    Fiili olarak mevcut olan müşterek idareden istifade etmek suretiyle Türkiye’yi içinden oyarak yıkmaktır. Bu hususta memlekette var olan siyasî nifak İtilâf Devletleri’nin elinde gayet iyi bir araçtır. İtilaf Devletlerinin adamları bu vasıtadan bazı makamların kayıtsız şartsız olarak teslim olma eğilimlerinden istifade ederek çalışmaktadırlar. Tabii ilk işleri, Kuva-yı Milliye’nin dağılmasını ve Türkiye elinde kalan silah ve cephanenin istifade edilemez bir hale konulmasını her şeyden önce sağlamaktır.

    Birinci derecede Kafkasya plânını, ikinci derecede dahilî, iç dağılma ve çözülmeyi temin için gereken zamanı İtilaf Devletleri ancak zayıf ve korkak hükümetler sayesinde temin edebilirler. Çünkü bu gibi hükümetler İtilâf baskısına baş eğerek dahilî kuvvetlerin ortaya çıkıp gelişmesini pek ziyade sınırlandırdığı gibi kamuoyunu da sürekli olarak korku ve endişe içinde tutarak resmi ve gayri resmi kararlar alınmasına kesinlikle engel olurlar.

    Bundan başka İtilâf Devletleri, İstanbul’un dikkate alınması gereken bütün kişileriyle dahilî ve haricî akla gelebilecek bütün mahfilleriyle dolaylı olarak temas ederek millete kesintisiz açık ve doğru olmayan ümitler aşılamaktadır. Bu şekilde kazanılan zamanlardan istifade ederek İtilafçılar sonunda Türkiye’nin abluka altına alınmasını ve yok edilmesi tedbirlerini tamamlayacaklar ve ondan sonra maskelerini birden bire atarak İstanbul’da geniş çaplı tutuklamalara, mahsur Türkiye’nin muhtelif cephelerinde yığınaklar yapmaya ve abluka önlemlerine başlayacaklar ve aynı zamanda idam hükmü demek olan barış şartlarını bildireceklerdir.

    İşte Şubat 1920’de aleyhimizde tatbik edildiğini gördüğümüz plân budur.

    Bu plan masaya yatırılıp incelendiği zaman, Anarolu’ya yönelik ele alınan tedbirler ve görevleri göstermektedir. Bu tedbirler aşağıdaki gibidir:

    Şark (Doğu) Cephesi’nde, resmî veya gayri resmî seferberlik yaparak Kafkas seddini arkadan yıkacak yığınak yapmaya başlamak.

    Yeni Kafkas hükümetleriyle özellikle Azerbaycan, Dağistan gibi Müslüman hükümetlerle acilen temasa geçilerek İtilâf plânına karşı karar ve durumlarını anlamak.

    Kafkas milletleri bize set olmaya karar verdikleri halde saldırı harekâtımızı birleştirmek için Bolşeviklerle anlaşmak.

    Dahilî olarak Kuva-yı Milliye’yi son derecede genişletmek, takviye etmek, silah, cephane ve malzememizi vermemek için silâh kullanmaktır.

    En mühim vazife ise İtilâf’ın zaman kazanmasına meydan vermemek ve onu maskesini atıp memleketin bütün direniş elemanlarını birleştirecek yolları açmayı zorunlu kılmaktır. Bunu ancak vaziyeti bu şekilde düşünen kesin karar sahibi bir hükümet yapabilir.

    Zaten Şark Cephesi’nde kuvvet hazırlıkları ve şiddetle karşı koymak gibi bazı noktalar, sadece böyle bir hükümet sayesinde gerçekleşebilir.

    Böyle bir hükümet sınırlara dair sulh şartlarımızı ve bu şartların kabulünü geciktirmeye gücümüz kalmadığını resmen ilan ile beraber Doğudaki topraklarımızla ilgili olan yukarıdaki tedbirlere ve memleketin ihtiyaç duyduğu bir zamanda Anadolu’dan idaresini mümkün kılacak diğer hazırlıklara bizzat giriştiğini de ortaya koyar. Buna karşı İ‘ilâfçılar kesin niyetlerini söylemek mecburiyetindedirler. Eğer bu niyet bizimle çarpışmayı kabul şeklinde tecelli ederse biz bu çarpışmaya iki ay sonra gerçekleşeceğinden daha müsait şartlar dahilinde ve İtilâf düzenin hazırlığını daha ikmal etmemiş bulunduğu zamanda dahil olacağız.

    Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti için acil olarak yapılması gereken bir vazife ve siyasî durumun icaplarına uygun tedbirleri hükümetle tam bir fikir birliği içinde almaya imkân olup olmadığını bir an önce kestirmektir. Eğer böyle bir hükümet kurulmasına imkân yoksa -ne yazık ki ümit verecek bir sebep görünmüyor- aldanmayarak bu durumu şimdiden görüp kabul etmeliyiz.

    Bunun üzerine alacağımız tedbir, Heyet-i Temsiliyye arkadaşlarımızı derhal İstanbul’dan çekmek, derhal Kafkas milletlerine başvurmak ve derhal yukarıda bildirilen tedbirlere gayri resmî fakat fiilî olarak teşebbüs etmektir.

    Bu hareket hattı dahilinde dahilî ve haricî münasebetlerin kesilmesi ne vakit ve ne şekilde gerçekleşeceği şimdiden kestirilemez.

    Fakat işler bir defa bu yola girdikten sonra ilişkilerin kesilmesi her halde uzak görülmemelidir.

    Gerçekten de bu ihtimâller hemen tamamıyla vuku bulmuştur. Fakat Anadolu daha ilk günden vaziyeti bu suretle ve isabetle değerlendirerek hiç tereddüt etmeden kararını vermiş ve kesin bir kararlılıkla yürüyerek bütün engelleri çiğnemiş ve sonuçta hayat ve istiklâlini kurtararak Türk ruhuna uygun bu günkü idare şeklini kurmuştur.

    İstiklal Harbi (Garp Cephesi)
    Cevdet Kerim İncedayı (Hazırlayan: Muhammet Safi)
    YKY Yayınları İstanbul 2007 sf 44-47

    Muhammet Safi

  • Tiyatro sahnesinde Türk-Ermeni işbirliği

    Tiyatro sahnesinde Türk-Ermeni işbirliği

     

    Umut ERDEM ANKARA

       

    Türkiye ile Ermenistan arasında bir barış adımı da tiyatro sahnesinde atıldı. Devlet Tiyatroları rejisörlerinden Kemal Başar, Ermeni yönetmen Suren Shahverdyan ile Garcia Lorca’nın “Kanlı Düğün” oyununu sahneleyecek.

    Türkiye ile Ermenistan arasında diplomatik ilişki bulunmuyor ama kültürel alanda iki ülke halkını birbirine yakınlaştıracak adımlar atılıyor. Bunların sonuncusu da tiyatro alanında gündeme geldi. Türk ve Ermeni yönetmenler, Garcia Lorca’nın “Kanlı Düğün” adlı ünlü oyununu birlikte sahneleyecek. Romanya’daki Tony Bulandra Ulusal Tiyatrosu’nun Genel Sanat Yönetmeni Mihai Constantin Ranin’in teklifi üzerine Romanya’da hazırlanacak oyunun provaları 2009’da başlayacak. Oyun, bahar aylarında prömiyeri yapıldıktan sonra Avrupa’da turneye çıkacak. 2010’da İstanbul’un Avrupa’nın Kültür Başkenti olması etkinlikleri çerçevesinde İstanbul Uluslararası Tiyatro Festivali’nde seyircilerle buluşacak.

    Türk ve Ermeni yönetmenleri barış projesi için ilk kez biraraya getiren projenin temeli, 2005 Trabzon Uluslararası Tiyatro Festivali’ne uzanıyor. Festivalde tanışan iki yönetmenin, Avrupa’daki farklı festivallerde sık sık karşılaşmasıyla oluşan dostlukları, ortak bir oyun üretme düşüncesini de beraberinde getirdi. Sundukyan Ulusal Tiyatrosu’nun yönetmenlerinden Shahverdyan, çalışmanın dünya barışına hizmet edeceğini vurgulayarak şunları söyledi: “Kanlı Düğün, Kemal’le yıllardır olgunlaştırmaya çalıştığımız düşüncelerimizi gerçekleştirebilmemiz için iyi bir seçim oldu. Dünyanın barışa ihtiyacı var. İki yönetmenin aynı oyunu yönetmesi oldukça güç. Bakış açılarımız farklı olabilir. Ancak Kemal’le güçlükleri aşacağımızı sanıyorum.”

    Kemal Başar da “Sanatçıların, Ermeni- Türk meselesine insani açıdan bakabildiklerini göstermek istiyoruz” diyerek şöyle konuştu: “3-4 yıldır düşündüğümüz bir çalışma. İki yönetmenin birlikte bir oyun yönetmesi, neredeyse imkansıza yakın bir durumdur. İki farklı bakış açısı vardır, kavga çıkar; ancak biz burada fedakarlık yapacağız.”

    Oyuna ev sahipliği yapacak olan Romen sanatçı Ranin ise düşüncelerini “Shahverdyan’la birlikte bir oyun yönetmek istediklerini duyduğumda bunun için en doğru yerin Türkiye ya da Ermenistan değil tarafsız ülke olan Romanya’da yönettiğim tiyatro olduğunu düşündüm” sözleriyle anlattı.

  • Yurtdışında Ermeni içeride liberal mutlu

    Yurtdışında Ermeni içeride liberal mutlu

    Görevden alındığını AKŞAM muhabirinden öğrenen Türk Tarih Kurumu Başkanı Yusuf Halaçoğlu ,“Bu operasyonu yapanlar ileride ortaya çıkar. Hükümetin bir tek yetkilisini beni aramadı” dedi

    Türk Tarih Kurumu Başkanı olarak 15 yıl hizmet verdikten sonra resmi yetkililer tarafından bilgilendirilmeden görevden alınan Yusuf Halacoğlu, ‘operasyon’ olarak nitelediği süreci ve yaşadıklarını şöyle anlattı:

  • İlk sivil gün nasıl geçti?

    Sırtımdan ağır bir yük kalktı. Yanlış anlaşılmasın, tarihi araştırmaları asla böyle görmüyorum. Ama TTK’nın sorumluluğu çok farklı. Orada söyleyeceğiniz her kelime sorumluluk gerektiriyor. Her gün 200 imzadan kurtuldum. Aşiretler kitabıyla ilgili çalışmalarımı hızlandırdım. Bu ayın sonunda bitiyor. Yaklaşık 42 bin aşireti gösteriyor.

  • Herkes kökenini rahatlıkla bulabilecek mi?

    İndeks olacak. Aşiretinizi veya lakabını biliyorsanız bulabilirsiniz.

  • Kürtleri kızdıracak mısınız?

    Kürt aşiretlerinin isimleri de var. Ben kafamdan uydurmuyorum. Osmanlı’nın tapu tahrir belgelerindeki bilimsel sonuçları yazıyorum. Anadolu’nun yerleşim tarihiyle ilgili çok önemli bir veri tabanı ortaya koyacağız. Kaynaklarımızı dünya kabul ediyor. 1453-1700 arasındaki süreci inceliyor.

    GİZLİ GÖRÜŞMELERİ BİLİYORDUM

  • Ermenistan’la yakınlaşma Halaçoğlu’nu görevden etti” iddiaları doğru mu sizce?

    Fazla etkisi olduğunu düşünmüyorum. Bu gizli görüşmelerden zaten haberim vardı. Herkes biliyor ki, Ermenistan’la diyaloğu en çok isteyen insan benim. 2005 yılında ilk teşebbüsü ben yaptım. Görevden alınmam farklı bir operasyon.

  • Arkasında kim var?

    Daha sonra belli olur bu operasyonları kimin yaptığını. Daha sonra açıklığa kavuşur. Kim olduğunu tahmin ediyorum ama şimdi olmaz. Görevden alındığımı da sizden öğrendim zaten. Kimse beni aramadı haber vermedi. Vicdanım çok rahat. Kalsaydım belki devletin hoşuna gitmeyecek planlamalarım vardı. Kafkas, İran. Ortadoğu gibi masaların kurulmasını istiyordum. Kimseyi kızdırdığımı zannetmiyorum. Bugün hükümet budur, yarın diğeri olur. Türkiye’yi yöneten kimse ben bilgileri ona sunarım. İlk defa Bakanlar Kurulu’nda brifing verdiğimde Ermenistan sınırının açılması gündemdeydi. Sayın Başbakan’a, “Ben bilim adamıyım, görevimi yapıyorum. Ermenistan’la sınırın açılması şu an için mümkün değil.

    Bizi soykırımla yani en adi suçla suçlayan Ermenistan’dır. İyi niyetle, jestle devlet yönetilmez” dedim. O da bunu teşekkürle karşıladı ve her zaman destek verdi. Kendisine görevden alırsanız itirazım olmaz da dedim.

  • Sevinenler oldu mu?

    Londra’dan aradılar. Ermeniler lokal kiralamış ve cumartesi günü eğlence tertip etmişler. Çok mutlular. Türkiye’deki liberal kesim memnuniyetini belirtiyor.

    Spor gibi etkinliklerin Ermenistan’la ilişkilerimizde yumuşamaya neden olacağına inanıyorum. Cumhurbaşkanı Gül’ün Dünya Kupası Elemeleri’nde yapılacak Türkiye-Ermenistan maçına gitmesi taviz değildir. İnsanlar birbirini tanımalı. Ermenistan’da Diaspora’nın etkisiyle büyüyen yeni nesil -teşbihte hata olmaz-Türkleri boynuzlu, kulaklı zannediyor. İşte bu yüzden diyalog gerekir.


    ‘Dönme olmak ayıp mı?’

    “Alevileri kötülemedim. Ermeniliği aşağılamıyorum. Yüzde 99’u Türkmen olan Alevileri Anadolu islamının temeli olarak görüyorum. Ermeni, Rum, Türk olmak bir şey ifade etmez. Çünkü yaratanın yarattığı insanlarız. 1.5 milyon Ermeni’yi sordular ben de sayılarıyla verdim. Dönme ayıp olan bir şey mi? Sokullu Mehmet Paşa’yı göklere çıkarırken Müslüman olan Ermenileri kötüleyebilir miyiz? İsim bile vermedim. Bunu benden sonra bir takım yerler araştırıp bulacaktır. Ben sadece listenin Amerikan arşivlerinde olduğunu söylemekle yetindim.”

    Deniz GÜÇER/ANKARA

  • Milli maçta Türkçe ve Ermenice şarkılı barış mesajı

    Milli maçta Türkçe ve Ermenice şarkılı barış mesajı

    Ermenİstan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan’ın Dünya Kupası Elemeleri çerçevesinde yapılacak Türkiye ile Ermenistan karşılaşmasına Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü davet etmesinin ardından Ermeni asıllı Türk vatandaşı sanatçı Jerry Hrimyan müzikal bir dostluk mesajı vermek için girişimlere başladı. Hrimyan, 6 Eylül’deki maç öncesi, “Bu Toprağı Çocukları” adlı şarkısını Türkçe ve Ermenice seslendirmek istediğini söyledi. Söz ve müziği kendisine ait olan şarkının düzenlemesini Garo Mafyan’ın yaptığını, albüm fotoğraflarını ise Ara Güler’in çektiğini belirten Hrimyan, “Her iki ulusa da kendi dillerinde çağrı yapmak istiyorum. Herkese sevgi çemberinin dışında değil içinde olalım mesajını vermek niyetindeyim” dedi. Himyan hazırladığı albümün İngilizce kopyasını ABD Başkan adayı Barack Obama’ya da göndereceğini açıkladı.

    Hasan AY/İSTANBUL

  • Sarkisyan’ın elindeki tarihî fırsat

    Sarkisyan’ın elindeki tarihî fırsat

    DR. ADALET İBADOV – BAKÜ-KAFKAS ÜNİVERSİTESİ
    08/08/2008

    Türkiye-Ermenistan ilişkileri, Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan’ın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü iki ülke milli takımları arasında 6 Eylül’de Erivan’da oynanacak futbol maçına davet etmesiyle birlikte tekrar tartışılmaya başlandı.

    Bu davete icabetin her bakımdan iki ülke ilişkileri açısından önemli bir fırsat olduğunu savunanlarla birlikte bunun tam karşıtını (daveti kabul etmenin önemli bir fırsat olmadığını) seslendirenler de bulunmaktadır. Bir de olaya fazla iyimser bir çerçeveden bakarak Cumhurbaşkanı Gül’ün daveti kabul ederek maçı izlemek için Erivan’a gitmesiyle birlikte iki ülke arasında diplomatik ilişkilerin başlayacağını ve sınırların açılabileceğini umanlar da var. Şüphesiz Erivan’a gidip gitmeme konusundaki kararı Sayın Cumhurbaşkanı verecektir. Biz burada Sayın Gül Erivan’a gitmelidir veya gitmemelidir şeklinde bir telkinde bulunmaktan ziyade konuyu farklı açıdan değerlendirmeye çalışacağız.

    Şunu söylemek gerekir ki, Ermenistan’daki son tartışmalı cumhurbaşkanlığı seçimleri sonucunda iktidarı Koçaryan’dan devralan Sarkisyan muhalefetin uzun süren itirazlarını bastırarak ülke yönetimini ele almış görünüyor. Türkiye gibi önemli bir bölgesel güçle ilişkiler geliştirebilmek ve onun desteğini almak Sarkisyan iktidarı için olumlu katkılar sağlayabilir. Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından bağımsızlık elde ettikten sonra da Ermenistan, birliği bir arada tutan merkezî güç Rusya’nın uzantısı olmaktan kurtulamadı. Üstüne üstlük komşu devletlere karşı arazi iddiaları ve saldırgan tutum sergilemesi Ermenistan’ı bölgede ciddi sorunların kaynağı haline getirdi. Azerbaycan topraklarının yaklaşık %20’sini işgal altında tutan, Türkiye ve Gürcistan’a karşı sık sık toprak taleplerini gündeme getiren, Türkiye’ye karşı tüm dünyada aralıksız soykırım kampanyası yürüten Ermenistan bugüne kadar bölgede hep istikrarsızlığın kaynağı oldu. Bugüne kadarki iktidarlar Rusya’nın da desteğini alarak yürüttükleri bu hatalı dış politika sayesinde hep kazanacaklarını sandılar.

    Rusya ile kurulan yoğun ilişkiler ilk yıllarda Azerbaycan’a karşı girişilen savaşta Ermenistan’a avantaj sağladıysa da Rusya’nın desteği bu ülkeyi Türkiye-Azerbaycan-Gürcistan üçgeninde sıkışıp kalmaktan kurtaramadı. Uluslararası hukuka saygılı davranmayan, ülkelerin sınır dokunulmazlığı ve toprak bütünlüğü gibi uluslararası sistemin geliştirmiş olduğu kuralları çiğneyen Ermenistan bölge ülkelerinin gerçekleştirdiği önemli projelerin dışında kaldı. Bu durum bulunduğu coğrafi ve stratejik konumun getirdiği avantajların kaybıyla birlikte Ermenistan için ciddi ekonomik kayıpları da beraberinde getirdi. Bu kayıplar Ermenistan’ı bölgede önemli ve etkin bir devlet olma konumundan uzaklaştırırken Ermenistan halkını da maddi zorluklar ve ağır ekonomik sıkıntılarla baş başa bıraktı. Rusya bir taraftan ekonomik olarak Ermenistan’ı olabildiğine borçlandırarak kendine bağımlı hale getirirken diğer taraftan da bu ülke topraklarını kendi askerî üssüne çevirdi. Diaspora da durmadan Azerbaycan’la savaşı körükleyerek, sağda solda soykırım oyunları tezgâhlayarak varlık nedenleri olan düşmanlıkları pekiştirmeye çalıştılar. Yanı başlarında Azerbaycan, Türkiye ve Gürcistan beraberce Avrupa’yı, Ortadoğu’yu ve dünyayı ilgilendiren projeleri birer birer gerçekleştirirken Ermenistan sadece bakmakla yetinir oldu. Bu durumdan en büyük zararı Ermenistan ekonomisi ve Ermeni halkı gördü. Bölgede kendi çıkarlarını gerçekleştirmeye yönelik zemin oluşturma çabası içerisine girmiş bazı devletlerin kışkırtması ile komşu ülkelerin topraklarına göz dikmenin veya diaspora uydurması soykırım oyunlarının peşine takılmanın bugüne kadar Ermenistan’a hiçbir yarar sağlamadığı gün gibi ortada. Azerbaycan’a karşı işgal ve savaş durumunu sürdürmenin de hiç kimseye, özellikle Ermenistan’a hiçbir yarar sağlamayacağı da çok açıktır.

    Şimdi ülke yeni bir Cumhurbaşkanı yönetiminde. Genelde bir ülkede yönetim değişikliği kendi içerisinde halka bir umut kapısı olma potansiyelini de içinde barındırır. Ermenistan’ın yeni Cumhurbaşkanı Sarkisyan Ermenistan’ı içinde bulunduğu kıskaçtan kurtarma ve halkını refaha kavuşturma, ülkenin makus talihini değiştirme gibi tarihî bir fırsatı elinde bulunduruyor. Cumhurbaşkanı Gül’ü Erivan’a maç izlemeye davet etmek, Erivan’da Sayın Gül ile birlikte maç izlemek Sarkisyan’ın tarihe geçmesi için yeterli olmayacaktır. Tarihe geçmek ve tarihî fırsatı değerlendirmek için Sarkisyan’ın bunun ötesinde atması gereken adımlar bulunmaktadır. Türkiye gibi etkin ve güçlü bir uluslararası aktörle diplomatik ilişkiler kurmak, sınırları açmak ve ticari ilişkiler geliştirmek için uluslararası hukuka saygılı, başta Türkiye olmak üzere komşu devletlerin toprak bütünlüğünü ve sınır dokunulmazlığını tanıma, işgalci tutumdan vazgeçme gibi adımları atmak gerekiyor ki, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de bunları Kars’ta temel atma töreninde yüksek sesle tekrarladı. Ermenistan’ın bölgede diğer aktörlerle birlikte etkili bir devlet olabilmesi, Ermenistan halkının ekonomik zorluklardan kurtulup refah içinde yaşaması Sarkisyan’a bağlı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Erivan davetini kabulü Sarkisyan’ın atacağı adımlar konusunda bir anlamda destek olabilir. Ümit edelim ki, Sarkisyan bu tarihî fırsatı kaçırmasın.

  • TBMM’den Ermeni iddialarına karşı araştırmalar envanteri

    TBMM’den Ermeni iddialarına karşı araştırmalar envanteri

    TBMM Başkanlığı, Prof. Dr. Hikmet Özdemir'in, 1916'dan bu yana asılsız Ermeni iddialarına ilişkin Türkiye'deki yayınların envanterini ve politikasını ortaya koyduğu "Ermeni İddialarına Karşında Türkiye'nin Birikimi" adlı araştırmasını yayınladı. - hikmet ozdemir

    TBMM Başkanlığı, Prof. Dr. Hikmet Özdemir’in, 1916’dan bu yana asılsız Ermeni iddialarına ilişkin Türkiye‘deki yayınların envanterini ve politikasını ortaya koyduğu “Ermeni İddialarına Karşında Türkiye‘nin Birikimi” adlı araştırmasını yayınladı.

    TBMM Kültür, Sanat ve Yayınlar Kurulu Başkanlığı’nca yayınlanan araştırmanın önsözünü Başkan Köksal Toptan kaleme aldı. Toptan, önsözünde, Prof. Dr. Hikmet Özdemir’in araştırmasının, asılsız Ermeni iddiaları karşısında “Türkiye‘nin birikiminin daha ileri hedeflere ulaştırılması için yapılabilecekler konusunda düşünce fırsatı sunduğuna” işaret etti. Toptan önsözünde şu görüşlere de yer verdi:

    “Bilinen tarihi gerçeklere rağmen, bazı devletlerin çarpıtılmış Ermeni iddialarına iç ve dış politika malzemesi olarak kullanmaları ve parlamentolarında ülkemiz aleyhine kararlar almaları düşündürücüdür. Türkiye, geçmişin tartışmalı dönemleri hakkında yasama organlarınca karar verilmesinin yanlış olduğunu, tarihin tarihçilere bırakılması gerektiği görüşündedir. Asılsız Ermeni iddialarına destek çıkan ülkelerin parlamentoları, tarihin siyasi istismar vasıtası olarak kullanılmasında çok ciddi bir sorumluluk yüklendiklerini bilmelidir. Milletimiz, soykırım gibi kara bir insanlık lekesini tarihin hiçbir döneminde taşımamış ve taşımayacaktır. Elinizdeki eser, kronikleşmiş bir ihtilafın 1915’den beri nasıl bir seyir izlediğini ortaya korken, Türkiye‘nin birikiminin daha ileri hedeflere ulaştırılması için yapılacaklar konusunda düşünce fırsatı sunmaktadır.”

    Prof. Dr. Hikmet Özdemir’in araştırmasında, Ermeni iddiaları karşısında dönemin Osmanlı Hükümeti’nin çalışmaları, Atatürk ve İnönü döneminin politikası gibi konulardan başka 1980’lerden itibaren Dışişleri Bakanlığı, Üniversiteler, Türk Tarih Kurumu, Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı ile ASAM Ermeni Araştırmaları Enstitüsü ve çeşitli Türk sivil toplum kuruluşlarının çalışmaları ayrıntılı şekilde değerlendiriliyor.

    Prof. Dr. Özdemir, araştırmasının amacını sunuş yazısında şöyle açıklıyor : “Bu çalışma, Türkiye‘de Ermeni araştırmalarının kısa tarihidir ve alana yeni başlayacaklara yararlı olacaktır. Fakat, Türk milletinin bugün karşı karşıya bulunduğu bir uluslar arası tuzağı boşa çıkartmak yolunda daha dinamik ve daha etkin bir milli plan uygulaması gerekliliğine ‘inananlar’ için el kitabı olabilirse o zaman amacıma ulaşırım.”

    İNÖNÜ’NÜN KISA ERMENİ ZİYARETİ

    Bu arada, Prof. Dr. Hikmet Özdemir’in araştırmasında ilginç bir ayrıntı da ortaya çıktı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün maç nedeniyle Ermenistan’a gidip gitmeyeceği tartışılırken, 1935 yılında Başbakan İsmet İnönü’nün Ermenistan’a kısa bir ziyarette bulunduğu ortaya çıktı. İnönü’nün Ermenistan’a yaptığı kısa ziyarete ilişkin araştırmada yer alan ayrıntılar şöyle:

    “Ermeni propagandası karşısındaki kararlı tutum, Türkiye‘nin Ermenistan ile arasında sıcak temasları ortadan kaldırmamaktadır. Nitekim 1935 yılında Başbakan İsmet İnönü’nün Ermenistan’a tarihin gölgesinde kalmış kısa bir ziyareti vardır. 17 Temmuz 1935 günü, Türkiye‘nin doğru sınırlarını ziyaret eden Başbakan İsmet İnönü, Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras ve yanındakiler, Ermenistan yetkililerinin daveti üzerine Iğdır’dan Karakale’ye geçmişlerdir. Türk Başbakan ve yanındakilerin bu ziyaretinde Ermenistan Başbakanı Tiflis’te olmadığından Sovyet Ermenistan’ı Başbakan Yardımcısı ile Sovyet Ermenistan’ı Ziraat Komiseri ve Sulama Şefi, Hudut Tugayı Komutanı ile bir Politeknik Mektebi Profesöründen oluşan heyet hazır bulunmuşlardır. Türk Başbakan ve yanındakiler Sardarabad Barajının nasıl işlediğinin ayrıntısını görmüşler ve hazırlanan bir salonda sabah kahvaltısından sonra dostluk konuşmaları yapmışlardır.”

    MECLİSİN ÖNCEKİ YAYINLARI

    TBMM Başkanlığı asılsız Ermeni iddiaları konusunda Prof. Dr. Hikmet Özdemir’in iki ayrı çalışması geçen yıl iç ve dış kamuoyunun bilgisine sunulmuştu. “Türk Ermeni İhtilafı/Makaleler” ile Doç. Dr. Yusuf Sarınay ile birlikte İngilizce olarak “Türk Ermeni İhtilafı/Belgeler” adlı eserler TBMM Kültür, Sanat ve Yayınlar Kurulu Başkanlığı’nca yayınlanmıştı.

    (ANKA)

  • ERİVAN GÜNLÜĞÜ II

    ERİVAN GÜNLÜĞÜ II

    ERMENİ GENÇLERLE BARIŞ DİLİYLE SÖYLEŞİYORUZ… YULYA, ANUŞ, RUZAN, LİANNA VE RUDİK KARDEŞLİĞİ YAPILANDIRACAK
    Adnan Genç

    Kaynak: Birgün
    Yer: Türkiye
    Tarih: 5.8.2008

    YULYA, ANUŞ, RUZAN, LİANNA VE RUDİK KARDEŞLİĞİ YAPILANDIRACAK

    “Bizler savaş ve yokluğu yaşamış bir halkın çocuklarıyız. Ama barışın ne kadar önemli olduğunu yaşadığımız şu günlerde iyice kavramış olarak biliyoruz. Gelişmek isteğimizi sadece barışla sağlayabiliriz. Tutucu fikirler ve kapalı kafalarla bunu yapamayız”…

    Gençlerin Türkiye toplumuyla olan ilişkilerini öğrenmek istiyoruz. Vova Müzik Grubu’nun Erivan’a yaptığı başarılı olduğu kadar kalıcı ve sahici etkileri olduğunu da düşündüğümüz turnenin izlenimlerine koşut olarak, özellikle gençlerin Türkiye hakkında, barış hakkında sözleri olmalıydı. Çevirmenimiz Arpi Çakar üniversite öğrencisi beş genç buluyor ve söyleşiye oturuyoruz. Yarı İngilizce, yarı Türkçe ve çokça da Ermenice’nin konuşulduğu ama sözlerdeki temel motifin hemencecik barış tınılı bir söyleme dönüştüğü muhabbetimize başlıyoruz. 

    ÇOK HEYECANLI VE MUTLUYUZ…

    Ruzan 19 yaşında ve Erivan Devlet Üniversitesi’nde Politik Bilimler okuyor. Ruzan biraz da sözcü gibi konuşuyor. Diğer gençlere de onaylattığımız sözleri umut verici: “Biz Türkiye’den bir kültür grubunun gelmesine çok sevindik. Türkiye’yi hep izliyor ve merak ediyoruz. Batıya açılan kapımızın bu komşumuz üzerinden olduğunu biliyoruz… Hemşinlileri de çok az biliyor ve merak ediyorduk. Tarihlerini biliyorduk zaten. Ama hiç karşılaşmamıştık… Hakikaten bu tanışma ve kaynaşma fırsatını çok değerli bulduk. Hemşinliler’in eski çağlardaki dinlerini korumamış olsalar bile kültürlerinin korunmuş ve saklanmış bir halk olduğunu biliyorduk. Bu insanlarla tanışmak elbette enterasandı. Birbirine yakın özelliklerimizi merak ediyorduk. Müslümanlaşmış olduklarını bildiğimiz ve Ermeni kökenli insanlar olduklarını öğrendiğimiz bu topluluğu birkaç yıldır merak ediyorduk. Nasıl oluyordu da, dilleri aynı ama dinleri farklı… Gerçi bunların hiçbir karşılığı ve yaratacağı özel bir sıkıntı yok, olmamalı da. Ben onları kardeşlerim gibi görüyorum, tanıdıkça buna da sevindim. Hemşinliler kabul etmeseler bile ben onları Ermeni kökenli olarak görüyorum.”

    Giden toplulukta; hem müzisyenler hem de akademisyenler bu görüşe birebir katılmıyorlar tabii. Nasıl hissediyor olduğumuzun ve bu hisle yaptığımız kültürel arkeolojik çalışmanın kendisinin daha önemli olduğunu hatırlatıyoruz. Beklenmedik bir olgunlukla karşılanıyoruz. “Sizlerden her anlamda birleşme ve bizim önkabullerimize göre davranmanızı zaten beklemiyoruz. Kendinizi ne hissediyorsanız, osunuzdur” diyorlar. Üzerimizdeki yük kalkıyor. Bizler Hemşinli olduğumuzu ve Türkiye toplumunun bir parçası olduğumuzu özellikle vurguluyoruz.

    Gruptan Lianna da hem eğitimini alan hem de şimdiden gazetecilik yapan çok genç bir kız öğrenci… Vurgusunu gelecek üzerine düşüncelerine gönderme yaparak belirtiyor: “Bizim kültürümüz burada çok zengin ve geniştir. Savaş zamanlarında birçok değerli varlığımızı yitirdik. Ruslara kaptırdık değerlerimizi… Kaybolan kültürlerimizden birini, yok olmaya yüz tutmuş değerlerimizden birini de sizler gündeme getirdiniz… Özellikle dilinizi merak ediyorduk. Konser sırasında ve konferans boyunca hep dilinizdeki tınıyı ve anlamayı istediğim sözcükleri kavramaya çalıştım. Batı Ermenicesini de Doğu Ermenice’sini de dilimiz sayıyoruz. Ama 1000 yıl öncesinin dili olduğu iddia edilen Hemşince’nin araştırılmasını isterim… Bu eski ve bozulmamış dilin asıl Ermenice olduğunu söylüyorlar. İlginç ve önemli buluyorum bunu… Kısaca, barışçı bir gelecek istiyorsak, araştırmanın ve doğru bilginin peşinden ayrılmadan ortaklaşabilmeliyiz. Benim umudum da bu.”

    ‘BARIŞÇI BİR DÜNYA İSTİYORUZ’

    Anuş mini minyon ve sarışın bir kız. Adı da zaten ‘güzel-tatlı’ anlamına geliyor. Hukuk okuyor. O da diğer iki arkadaşı gibi düşünüyor ve ortaklaştırdığımız sorularımızdan bir bölümüne de o yanıtlar veriyor: “Size ilişkin hiçbir şey bilmiyordum. Hatta burada çıktığını söylediğiniz ‘Hemşinlilerin Sesi’ adlı gazeteyi bile duymamıştım. Daha çok gencim ve bu tür çalışmaların başlamasını, yapılıyor olmasını çok değerli buluyorum. Ülkenize gelip, gezmeyi ve yaşıtlarımla da tanışmayı çok isterim… Biz gençler arasında tarihe referans yapan pek olmaz… Biliriz, anlamaya çalışırız ama temel ilişki kaynağımız barışçı bir dünyayı istemek üzerinedir.”

    Yulya ve Rudik de arkadaşları gibi düşündüklerini özellikle belirtmek için parmak kaldırıyor. Rudik sinema prodüktörlüğü eğitimi alıyor… Abhazya kökenli Yulya ise gazetecilik eğitimi alıyor ve henüz hayata karşı çok tecrübesiz olduğunu belirtiyor… Her ikisi de öğrenecekleri çok şey olduğunu ama Hemşinlilerle karşılaşmayı önemli bir vesile saydıklarını söylüyor: “Merakımızı giderdik. Bize, sizlerin de ‘kalın kaburgalı’ olduğunu söylemişlerdi. Bunun aynılaştırma anlamını taşıdığını biliyorduk ama burada sizlerle bir kültür kardeşliği oluşturulabileceğini sevinerek gördük. Ezgilerimizi ve müziğimizi sizlerden duyuyoruz. Bizler de büyüklerimizden Anadolu türküleri dinlemeye alışkınız. Herkes, her zaman Erzincan, Muş, Van türküsü söyler. İçli türkülerdir. Bazen bara dururlar. Bunları öğrenmek istiyoruz…”

    Gençlerin isteklerini yerine getiren bir kültür merkezi var zaten; Naregatsi Sanat Enstitüsü. Halk bilimi öğretiyor, el sanatlarının gelişimine yönelik çabaları var ve sanat kursları düzenliyor. Hiçbirinden de beş dram ücret almıyor…

    Geleceğin barışçı dilini ve kardeşçe dünyasını bu gençler kuracak. Kendileriyle bunu da konuşmak istiyorum. “Bize ağır bir sorumluluk yüklüyorsunuz. Bizler savaş ve yokluğu yaşamış bir halkın çocuklarıyız. Ama barışın ne kadar önemli olduğunu yaşadığımız şu günlerde iyice kavramış olarak biliyoruz. Gelişmek isteğimizi sadece barışla sağlayabiliriz. Tutucu fikirler ve kapalı kafalarla bunu yapamayız. Bize güvendiğiniz için bizler de teşekkür ediyoruz” diyorlar…

    Ben de umutla ve keyifle ayrılıyorum yanlarından. Gelecek güzel günler adına ıslık çalarak sokaklara yöneliyorum…

    \%3E%20G%FCncel&Id=29890&DilId=1
  • Ermenistan’da camiye Türkiye’de kiliseye bakım

    Ermenistan’da camiye Türkiye’de kiliseye bakım

    Kaynak: Sabah
    Yer: Türkiye
    Tarih: 5.8.2008

    Türkiye ile Ermenistan arasında uzun yıllardır `soykırım iddiaları` nedeniyle gerginlik yaşanırken, son günlerdeki bir olay geçmişi bir nebze olsun unutturacağa benziyor. …

    Türkiye ile Ermenistan arasında uzun yıllardır `soykırım iddiaları` nedeniyle gerginlik yaşanırken, son günlerdeki bir olay geçmişi bir nebze olsun unutturacağa benziyor. Diyarbakır `da bulunan tarihi Ermeni kilisesi Ermenistan Rotary Kulübü, Ermenistan `da bulunan tarihi bir cami de Türkiye Rotaryenleri tarafından restore edilecek. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül`ün, Türkiye -Ermenistan arasındaki Dünya Kupası eleme maçı için Erivan `a davet edilmesinin konuşulduğu bu dönemde, Diyarbakır `dan Ermenistan `a oluşturulmak istenen bu köprü olumlu karşılanıyor. Rotary Güneydoğu Bölgesi Başkanı Selahattin Gönül, `Biz hoşgörü anlamında böyle bir girişimde bulunduk` dedi. Diyarbakır `da restore edilecek Surp Grigos Ermeni Kilisesi Balıkçılarbaşı`nda bulunuyor.

    \%3E%20G%FCncel&Id=29885&DilId=1