Kategori: Ermenistan

  • Erdoğan Putin’in Tepesini Nasıl Attırdı?..Meyyal Uygur

    Erdoğan Putin’in Tepesini Nasıl Attırdı?..Meyyal Uygur

     

    Açık İstihbarat, “AKP tarihinin” gizli kalmış karanlıklarına ışık tutuyor. Meyyal Uygur’un kaleminden, Erdoğan-Putin arasındaki ‘gizli diplomasi’ ve sonucundaki büyük fiyasko…

    —————————————————————

     

     Putin, 19 Temmuz’da Erdoğan’ı aradı, “insani bir konuda özel bir ricasını” iletmek üzere, Yardımcısı Victor Zubkov’u Ankara’ya göndereceğini söyledi. Bu ziyaretin gizli tutulmasını da özellikle rica etti.

     

    Putin, “insani bir konu” dedi ya, bizimki, bunun o sıralarda Antalya’da sorun yaşayan 120 çocukla ilgili olduğunu sanıp, Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ı apar topar Antalya’ya gönderdi. Sorunu birkaç saat için de çözdü. 

     

    Zubkov 22 Temmuz’da Ankara’ya geldi ve Erdoğan’la “gizlice” görüştü?!..

     

    Putin’in Erdoğan’dan isteği, Fener Rum Patriği Bartholomeos ile görüşerek, “arabulucu” olmasıydı. Neyin arabuluculuğu mu?


    Başbakan, geçen hafta gümrük krizi için, “Bu iş birkaç gün içinde çözülür yoksa ben Putin ile konuyu görüşeceğim” demişti. Hiç sanmıyoruz!.. İş işten geçti. Zira Rusya’nın Türkiye’ye kestiği gümrük cezasının ardında görünen-görünmeyenlerin ötesinde çok farklı bir sebep ve derin bir güven bunalımı var. ABD-AB ile Rusya arasındaki mücadele için, Türkiye’nin tümüyle bir tarafa itilmesine müsaade etmem. Türkiye’nin ulusal çıkarları neyi gerektiriyorsa ona göre hareket ederiz diyen Başbakan Erdoğan, sadece Rusya değil Türkiye için de hayati önemde olan hassas olan bir konuda, Türkiye’yi tamamen Batı cephesine itti. Bundan önemlisi, Putin’in “gizli kalsın” ricasını dikkate almadı. Ve Erdoğan, Putin nezdinde de “güvenilirliğini” kaybetti, fatura ise Türkiye’ye kesildi. Türkiye’nin önün konan sadece ekonomik bir fatura değildir. Ağır siyasi faturalara da hazır olalım!..  

     

     

    Gürcistan krizi, dünyanın yeniden kurulduğunu ortaya koydu. Bu büyük savaşta silah, para, din-mezhep ne varsa hepsi kullanılıyor, kullanılacak. Başbakan Erdoğan da güya bunun farkında, geçen hafta Fikret Bila’ya, Türkiye’nin konumunu şöyle izah ediyordu: “Gürcistan olayından sonraki süreçte bizi bir tarafa doğru itmeye çalışıyorlar. Bazıları tümüyle ABD’nin, bazıları tümüyle Rusya’nın tarafına itmeye çalışıyor…Ben Türkiye’nin tümüyle bir tarafa itilmesine müsaade etmem. Türkiye’nin ulusal çıkarları neyi gerektiriyorsa ona göre hareket ederiz.”

     

    Acaba?…

     

    Türkiye ile Rusya, daha doğrusu Erdoğan-Putin arasında gerçekte ne olduğunu anlatmak için biraz geriye gidelim.  

     

    2004 Eylül’ünde Putin, “Tayyip Erdoğan’ı tanıyor musunuz? Şahsi ilişkiler kurabilir misiniz?” şeklindeki bir soruyu, “Şahsi ilişkileri sevmem önemli değil. Önemli olan, güven ortamının oluşması. Güven ortamı işlerin halledilmesine yardımcı oluyor. Sizin başbakanınızı, sözünü tutan bir insan olarak tanıyorum…”diye cevaplandırıyor, “Erdoğan’ın bu özelliği, şahsi konulardan ziyade devletlerarası ilişkilerde çok önemlidir” diyordu.

     

    Özetle Putin, “güven, sözünü tutma”nın kendisi için her şeyden daha önemli olduğu mesajını veriyordu.   


    Sonrası malûm… Erdoğan-Putin arasında gelsin ziyaretler, gitsin telefon görüşmeleri. O kadar ki Putin, “Telefon görüşmelerini sıklaştıralım, fırsat olursa hafta sonları da buluşalım” demiş, Temmuz 2005’te Soçi’de 5 saat, tutanaksız- Gerçi sonradan Rus tarafı kendilerinin tutanak tuttuğunu, Türkiye’nin tutanak tutmadığını açıklamıştı- baş başa görüşmüşler, yetmemiş 2.5 saat ortadan kaybolmuşlar, iki liderin özel bir doğum günü partisine gittiği ortaya çıkmıştı falan…Yani adeta can-ciğer kuzu sarması olmuşlardı.    

     

    Ama o da ne?..Gürcistan krizi patlak verdi ve iddialara göre Putin, Erdoğan’ın telefonuna bile çıkmadı. Erdoğan ise Putin’i aramadığını söylüyordu. Özrü de kabahatinden büyüktü; Bush, Putin’le görüştüğü için, kendisi görüşmeye gerek duymamış. Hani şimdilerde, “Dışişleri Bakanımı muhalefet liderlerine gönderiyorum” diyor ya, demek ki,  “Bush’unu da Putin’e göndermişti” !..      

     

    Ve Ardından Rusya’nın Türkiye’ye gümrük ambargosu geldi. Bu kadar yakınlık, bu kadar muhabbetten sonra, neden? Görünenlerin, söylenenlerin ötesinde, daha derinlerde bir sorun mu var?

     

    Var, hem çok derin, hem çok önemli!..İşin bir ucunda Bartholomeos ve Ukrayna’da egemenlik savaşı, diğer ucunda, “güven” var!..

     

    BARTHOLOMEOS’UN ELİNİ ÖPMEYEN YEGANE LİDER KİM?..

     

    İzliyoruz, ABD-AB-NATO üçlüsü, turuncu devrimler, NATO üyeliği, AB üyeliği yemleri ile Rusya’nın eski egemenlik alanları Orta ve Doğu Avrupa ülkelerini kontrolü altına alıp, Rusya’yı kuşatıyor. Yetmiyor, Lozan’la statüsü belirlenmiş, Fatih Kaymakamlığına bağlı bir Türk kurumu olan Fener Rum Patrikahenesi üzerinden de sessiz ve derinden bir çalışma yürütülüyor. Onların iddiasına göre, Patrik “ekümenik” yani “evrensel” ve tüm dünya Ortodokslarının lideri. En önemlisi, “birleşik Avrupa’yı temsil ediyor”, bir diğer ifadeyle, Balkan ve Doğu Avrupa’daki kiliselerin ruhani merkezi… Ve AKP iktidarı döneminde Bartholomeos, tabir-i caizse gemiyi azıya alıyor. Gittiği her ülkede “devlet başkanı” gibi karşılanıyor, Türkiye’ye gelen her lider ve bakan Fener’e koşup, Patriğin elini öpüyor. Yetmiyor, Lozan’a göre, sadece İstanbul’daki Rumların ruhani lideri olan Patrik, İstanbul’daki Bulgar kilisesine baskı yapıp, Başpiskoposunu görevden aldırıyor, Kudüs Kilisesi Başpiskoposu için İstanbul’un ortasına mahkeme kurup, onu azlediyor, Türkiye’nin çeşitli yerlerindeki kiliselere metropolit tayin ediyor, yine Lozan’da Patrikhane yöneticilerinin Türk vatandaşı olma mecburiyeti bulunduğu halde Sen Sinod-Kutsal Meclis’ine yabancı patrikler atıyor vs. Sözüm ona Gül ve Erdoğan, Patrikhanenin “ekümenliğini” tanımıyor ama, bunlar da gözlerinin önünde oluyor. Daha vahimi, bazı Ortodoks kiliselerin Fener Rum Patrikhanesi’ne bağlanması operasyonunun ABD sorumlusu Dışişleri Bakan Yardımcısı Nicholas Burns, “Gül ve Erdoğan’ın her ikisi de Ekümenik Patrikliği kuvvetli şekilde desteklediklerini söylediler” diyor. (14 Kasım 2007-ABD Temsilciler Meclisi Alt Komisyon toplantısında) Gerçi Erdoğan da, Ekim 2006’da, partisinin bir grup toplantısında, “Fatih İstanbul’a geldiğinde ekümenikliği serbest bıraktı. Çünkü, kendine güveni vardı, bizim de kendimize güvenimiz var” diyerek, “ekümenliği” tanıdığını fiilen ilan etmişti. Dayanağının aslı-astarı olmamasına rağmen…Zira Fatih Sultan Mehmet, Patriğe “ekümenik” demediği gibi, onu sadece Osmanlı sınırları içindeki Ortodoksların başı yapmış ve kendi otoritesine bağlamıştı.                

     

    Peki, Bartholomeos’u ziyaret etmeyen, elini öpmeyen tek lider kim? Putin…Peki “ekümenliği” tanımayan kilise hangisi, Moskova Patrikhanesi…Moskova, Fener için, “Eşitler arasında birinci ama ekümenik değil” diyor.  Kavga öylesine tarihi ve büyük ki, anlatmaya sayfalar yetmez. Tek kelimeyle bu, Doğu Kiliseler Birliği savaşıdır. Hıristiyanlar arasındaki mezhep savaşlarını, Balkanların kopuşunu hatırlayın yeter!.. Şu kadarını söyleyelim, bu savaşın bugünkü en büyük arenası Ukrayna’dır. Turuncu devrim, Batılı emperyalistlerin Ukrayna’ya hükmetmesine yetmedi. Zira Ukrayna’daki kiliselerin çok büyük bölümü Moskova Patrikliğine bağlıydı.  O yüzden Fener de tüm gücüyle devreye sokuldu. Haziran 2005’te Türkiye’ye resmi ziyarette bulunan Ukrayna Devlet Başkanı Yuşçenko, Bartholomeos’un elini öptü, Bartholomeos da, “Ukrayna’daki Ortodoks kiliseleri hakkında görüştük. Orada yerel problemler var. Ortodokslar arasında bölünmeler var. Bunların nasıl giderilebileceğini konuştuk. Oradaki Ortodoksları patrikhanemize getirdi. Bizim patrikhanemiz, Ukrayna’daki Ortodoksların ana kilisesidir” dedi.   

     

    19 TEMMUZ’DA PUTİN, ERDOĞAN’I NİÇİN ARADI?

     

    Sabrınızı daha fazla zorlamadan, bugüne gelelim… Putin, 19 Temmuz’da Erdoğan’ı aradı, “insani bir konuda özel bir ricasını” iletmek üzere, Yardımcısı Victor Zubkov’u Ankara’ya göndereceğini söyledi. Bu ziyaretin gizli tutulmasını da özellikle rica etti.

     

    Putin, “insani bir konu” dedi ya, bizimki, bunun o sıralarda Antalya’da sorun yaşayan 120 çocukla ilgili olduğunu sanıp, Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ı apar topar Antalya’ya gönderdi. Sorunu birkaç saat için de çözdü. 

     

    Zubkov 22 Temmuz’da Ankara’ya geldi ve Erdoğan’la “gizlice” görüştü?!..

     

    Putin’in Erdoğan’dan isteği, Fener Rum Patriği Bartholomeos ile görüşerek, “arabulucu” olmasıydı. Neyin arabuluculuğu mu?

     

    28 Temmuz’da Ukrayna’nın Başkenti Kiev’de, Rusların atası olan Kiev Prensliği’nin Hıristiyanlığı kabul etmesinin 1020’nci yıldönümü kutlanacaktı ve Ukrayna Devlet Başkanı Yuşçenko, törenlere Bartholomeos’u davet etmişti.  İşte Zubkov, bundan rahatsız oldukları, törenlerin siyasi bir şov haline getirilmek istendiği mesajını getirip, Erdoğan’dan Bartholomeos ile görüşüp Kiev’e gitmekten vazgeçirmesini istedi. Erdoğan ise, Bartholomeos’u ikna etmeye çalışacağını ancak durumun zor göründüğünü söyledi.  


    Neticede Bartholomeos, hem de Yuşçenko’nun uçağıyla Kiev’e gitti, devlet başkanı gibi karşılandı. 1648’den beri ilk kez gelen Fener Patriği’ni ellerinde bayraklarla karşılayan Ukraynalılar bir anlamda Moskova Patrikhanesine sırtlarını dönmüş oldular. Bartholomeos da, Ukrayna ve Patrikhane bayrakları önünde, Moskova’ya mesaj verircesine, “Kiliselerimizin, birleşmesi için dua ediyorum. Bin yıl önce Konstantinopol tüm Ortodoks kiliselerinin anasıydı. Rusya Ortodoksluğu’na kaynaklık eden Kiev Ruslarının da ana kilisesiydi. Moskova Patriği II. Aleksios’la birlikte ayin yöneteceğimiz anı bekliyorum” şeklinde konuştu. 

     
    Şimdi Putin, bu kadar kredi açtığı Erdoğan’ın, doğrudan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin de egemenlik hakkına saldırı niteliğinde olan bir olayda yetkisini ve imkanlarını kullanmamasına mı yansın, Türkiye üzerinden Moskova Patrikhanesi’ne vurulan hançere mi kızsın, Ukrayna’nın egemenlik savaşında Türkiye’nin taraf olmasını mı içine sindirsin?…Hepsi bir yana, “gizli” kalmasını istediği “rica”sının çarşaf çarşaf ortalara dökülmesini nasıl hazmetsin? Sahi, bunu kim, neden sızdırdı? Batılı emperyalistlere, “Bakın Putin bizden ne rica etti, ama biz yapmadık” mesajı mı verildi?

     

    İyi de hançerin en büyüğünü Türkiye kendi kendine saplamış, “Türkiye tümüyle bir tarafa itilmiş” hatta bir tarafa mahkum edilmiş olmadı mı?       

     

    Erdoğan geçen hafta, “Çok ciddi bir gümrük krizi yok. Bu biraz da abartıldı… Bu iş birkaç gün içinde çözülür, yoksa ben Putin’le konuyu görüşeceğim” dediğinde, acı acı güldüm…Biraz zor görüşürsünüz!..

     

    Kaynak: Meyyal Uygur- Açık İstihbarat

  • Cumhurbaşkanı Gül’ün Bakü Ziyareti Gönül Alma mı, Yoksa Arabuluculuk Girişimi mi?

    Cumhurbaşkanı Gül’ün Bakü Ziyareti Gönül Alma mı, Yoksa Arabuluculuk Girişimi mi?

    Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün çok tartışılan Erivan ziyareti gerçekleşti. İki ülke arasında başlatılan “Futbol Diplomasisi” başta Türkiye, Ermenistan ve Azerbaycan olmak üzere dünyanın önemli bir bölümünde yakından takip edildi ve önemli yankılar uyandırdı. Başta ABD ve AB olmak üzere Gül’ün ziyareti iki ülke arasındaki sorunların çözümüne yönelik önemli bir adım olarak değerlendirildi. Türkiye ve Ermenistan basınının geneli bu ziyareti müspet değerlendiriken Azerbaycan basınının neredeyse tamamı ziyarete eleştirel yaklaşmıştır. Azerbaycan’daki resmi ağızlar bu ziyaretin Türkiye’nin kararı olduğu ve kendilerinin bunun üzerine bir yorumda bulunmalarının doğru olmayacağını ifade ettiler. Bununla beraber hükümetin resmi yayın organı olan Azerbaycan Gazetesi’nde Türkiye’nin bu girişimini eleştiren haber ve makalelere yer verildi.

    Bu arada Azerbaycan’da faaliyet gösteren “Rey” Kamuoyu Araştırmaları Merkezi 5-7 Eylül 2008 tarihleri arasında 18 yaşından büyük yaklaşık 1.800 kişi ile birebir anket düzenlemiştir. Anketin nispi hatası yüzde 3 olarak hesaplanmıştır. Buna göre ankete katılanlara Gül’ün Erivan seferini nasıl karşıladıkları ve bunun Dağlık Karabağ sorununun çözümüne etkisi v.b. sorular sorulmuştur. Azerbaycan halkının (ankete katılan) yüzde 88’i Gül’ün ziyaretini tasvip etmediğini bildirmiştir. Yine büyük bir ekseriyet bunu Azerbaycan’a karşı dost olmayan davranış olarak değerlendirmiştir. Yine katılımcıların yüzde 90’ı Gül’ün girişimlerinin Dağlık Karabağ sorununun çözümüne herhangi bir olumlu etkisi olmayacağını bildirmiştir. Yüzde 92’lik kesim ise Türkiye’nin Ermenistan politikasının değiştiğine inanmaktadır. Görüldüğü gibi Azerbaycan’da Gül’ün Erivan ziyaretine karşı ciddi bir tepki sözkonusudur ve Gül bu zor psikolojik ortamda Bakü’ye gitmektedir.

    Türkiye’nin “Ermenistan açılımı” çerçevesinde bu ziyaret önemliydi. Ancak bunun Azerbaycan’ı kaybetmeye değecek kadar önemli olmaması gerekirdi. Nitekim Azerbaycan’da ortaya çıkan kırgınlığı gidermek ve görüşmeler hakkında bilgi vermek için Cumhurbaşkanı Abdullah Gül 10 Eylül 2008 tarihinde Bakü’ye bir günlük bir ziyaret gerçekleştirecektir. Ziyarette Türkiye’nin bölgede barışın sağlanması için ileri sürdüğü Kafkasya İstikrar ve İşbirliği Platformu önerisi, bölgedeki son gelişmeler, enerji koridorlarının durumu ve güvenliği, Dağlık Karabağ Sorunu ve Gül’ün Erivan seferinin değerlendirilmesi konularının görüşülmesi planlanmaktadır.

    Bu ziyaret her ne kadar basınımızda Azerbaycan’ın gönlünün alınması şeklinde özetlense de yukarıda saydığımız başlıklar çerçevesinde bu ziyaretin “gönül almanın” ötesinde bir arabuluculuk girişimini başlatması da beklenmektedir. Basınımıza bu konuda açıklama yapılmasa da Gerek Sayın gül’ün Sarkisyan ile yaptığı görüşmelerde ve gerekse de Dışişleri Bakanı ali Babacan’ın maç sonrası Erivan’da kalarak meslektaşı Eduard Nalbantyan ile görüşmesinde daha derin konuların ele alındığı ve ortaya net tekliflerin çıktığı düşünülmektedir. Cumhurbaşkanı Gül’ün Azerbaycan ziyaretinde bu teklifler Devlet Başkanı İlham Aliyev ile ele alınacaktır.

    Detaylar Öncesi Genel Değerlendirme:

    Bu teklifleri sıralamadan önce bazı değerlendirmelerde bulunmak gerekir. Ermenistan’ın yeni açılımının sebeplerini de kısaca incelememiz gerekir. Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan’ın maç davetini “büyük bir jest” olarak görmemek gerekir. Ermenistan bir dizi açılımı ve hatta tavizi de beraberinde getirecek böyle bir adımı neden atmıştır. Ne değişmiştir de Ermenistan bölgede barışı isteyen taraf olmuştur? Her şeyden önce Ermenistan bu adımı atmaya mecbur kaldığı için atmıştır. Özellikle Gürcistan Savaşı’ndan sonra Ermenistan’ın Rusya ve Batı ile tek bağlantısı olan Gürcistan’ın Ermenistan’a lojistik imkan sağlayan limanlar, kara ve demiryolları işlemez hale gelmiştir. Kriz derinleştikçe de Ermenistan Gürcistan üzerinden ne Rusya’dan ne de Batıdan fazla bir yardım alamayacağını anlamıştır. Ermenistan 4 sınır komşusundan Azerbaycan ile savaş halindedir. Türkiye ile bugüne kadar sıcak olmasa da Soğuk Savaş’ı ısrarla sürdürmüştür. İran Ermenistan’ın çıkış kapılarından birisi olmuştur. Ama İran’ın Batı ile ilişkilerinin “kısıtlı” olması ve bu ülkeye yönelik ABD ve İsrail’den bir saldırı olasılığının giderek güçlenmesi İran’ı da Ermenistan için kısıtlı bir sınır komşusu olarak adlandırabiliriz. Geriye bir tek Gürcistan kalmaktaydı. Ermenilerin çoğunlukta yaşadığı Ermenistan ile sınır bölgesinde bulunan Cevehati bölgesi (Ahıska Türklerinin tarihi anavatanı ve dostumuz! Saakaşvili’nin dönmelerine izin vermediği bölge) Gürcistan’ın zayıf bir anında Ermenistan ile birleşmeye fırsat kollamaktadır. Bu sebeple Gürcistan ile ilişkiler her an bozulabilir. Diğer taraftan Ermenistan’daki 102. Rus Havva Üssü’nden kalkan Rus uçakları Gürcistan’ın Marnauli başta olmak üzere stratejik noktalarını bombalamıştır. Bu Ermenistan’ı Gürcistan’a karşı savaşın doğrudan tarafı yapmıştır. Diğer taraftan da Gürcistan’ın Rusya ile sınırları kapanmış, liman, karayolu ve demiryolları zarar görmüştür. Bu da demektir ki Ermenistan ekonomik yönden tam bir çıkmaz yoldadır. Ermenistan’ın bir çıkış yolu, Ergenekon kapısı bulması gerekirdi. İşte bu noktada Türkiye ile ilişkilerin düzeltilmesi Ermenistan’ın yeni çıkış yolu olmuştur.

    Bilindiği gibi Dağlık Karabağ sorununun halli için 1992 yılında yılında kurulan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı AGİT Minsk Grubu ve grup üyeleri ABD, Fransa ve Rusya o tarihten beri dağlık Karabağ sorununa bir çözüm bulamamışlardır. Bununla beraber sorununun çözüm sürecine Türkiye’nin katkılarını ısrarla reddederek Türkiye’yi bu sürecin dışında tutmaya çalışmışlardır. Bunda tabi Ermenistan’ın da rolü büyük olmuştur. Ancak bugün gelinen noktada artık AGİT Minsk Grubu’nun bu sorunun çözümüne hiçbir katkı sağlayamayacağı anlaşılmıştır. Bu sebeple de önümüzdeki günlerde bu kurumun varlığının sona ermesi ve yerine Kafkasya İstikrar ve İşbirliği Platformu çerçevesinde yeni bir aracı kurumun oluşturulması beklenebilir.

    Sorunun bu şekilde sürüncemede bırakılmasından Azerbaycan’ın son derece rahatsız olduğu ve askeri çözümleri de masada tuttuğu bilinmektedir. Azerbaycan’ın artık doksanlı yıllarında başındaki Azerbaycan olmadığı ve güçlenen ordusu ve ekonomisi ile Dağlık Karabağ’ı geri alabilecek kapasitede olduğu bilinmektedir. Bunu iyi bilen ülkelerden birisi de Ermenistan’dır. Ermenistan’ın bugün en çok çekindiği konu Azerbaycan’ın bir savaşa başlamasıdır. Özellikle Gürcistan savaşı sonrasında Azerbaycan bu çözümü her an uygulayabilecek durumdadır. Hatta bu konuda Azerbaycan’ın girişimleri olduğu da ifade edilmektedir.

    Rusya’da yayın yapan haftalık “Ruskiy Reporter” Dergisi, son derece ilginç bir iddiada bulunmuştur. Derginin iddiasına göre Gürcistan’ın Güney Osetya’ya saldırmasından sonra Azerbaycan’ın da Ermenistan’ın işgali altında olan Dağlık Karabağ bölgesini almak için harekete geçtiğini ancak Ankara’nın araya girerek Azerbaycan’ı bu saldırıdan vazgeçirmiştir.

    Yukarıda gösterilen durum sebebiyle Azerbaycan’ın yeniden savaşa başlamasının önüne geçmek için çareler aranmaktadır. Bu çarelerin başında da Türkiye’nin Dağlık Karabağ sorununun çözüm sürecine katılması da bulmaktadır. Şimdi Türkiye’nin bu sorunun çözüm sürecine katılası Erivan yönetimi tarafından da tartışılmaktadır. Bu yapıldığı takdirde yeni bir süreç başlatılmış olacak ve barışa kapı açmak adına en azından beş yıl daha görüşmeler sürdürüleceğinden Azerbaycan’ın savaş tehditleri bir süreliğini de olsa ortadan kalkacaktır. Bunun Ermenistan’ı ciddi olarak rahatlatacağı açıktır.

    Bu amaçla bölgede ciddi bir diplomasi trafiğinin yaşandığını da söylemek gerekir. Bu arada Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Erivan ziyareti öncesi Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un İstanbul’a geldiği, Azerbaycan Dışişleri Bakanı Elmar Memmedyarov’un önce İstanbul’a ve ardından da Moskova’ya gittiğini belirtmekte fayda var. Bu ziyaretler esnasında Türkiye’nin önerisi olan Kafkasya İstikrar ve İşbirliği Platformu, bölgesel gelişmeler ve Dağlık Karabağ sorununu görüştüklerini söyleyebiliriz. Ayrıca yine Gül’ün Erivan ziyareti öncesi Serj Sarkisyan 2 Eylül 2008 tarihinde Rusya’ya giderek Dmitri Medvedev ile görüşmüştür. Daha sonra da ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney 3 Eylül 2008 tarihinde bölge ziyareti çerçevesinde Azerbaycan’ı da ziyaret etmiştir. Görüldüğü gibi bütün bu ziyaretlerde doğrudan ve/veya dolaylı olarak Azerbaycan-Ermenistan-Türkiye hattında atılması beklenen yeni adımlar görüşülmüştür.

    Bu teklifler neler olabilir?

    Türkiye ile sınırların açılması ve tanınması: Ermenistan uzun bir süredir Türkiye ile sınırların açılmasına nail olmaya çalışmaktadır. Bu amaçla AB ve ABD başta olmak üzere birçok faktörü devreye sokmaya çalışmıştır. Ermenistan sınırların tam olarak açılmasına nail olamasa da sınırların gevşemesini sağlayabilmiştir. Bu çerçevede Türkiye, Ermenistan’a sefer yapan uluslararası havayolu şirketleri için 1995’den itibaren H-50 hava koridorunu açmış durumdadır. Ayrıca Erivan-İstanbul ve Erivan-Trabzon güzergahında uçak seferleri düzenli olarak yapılmaktadır. 10 Ocak 2002’den itibaren uygulamaya konulan sınırda vize rejimi ile Türkiye’ye girişin önündeki zorluklar kaldırılmıştır. Ermenistan vatandaşları Gürcistan üzerinden karayoluyla da Türkiye’ye gelmekte ve ticaret yapmaktadır. Bu amaçla otobüs seferleri dahi yapılmaktadır. Bir miktar Ermeni turist Türkiye’ye gelirken, 70 bin civarında Ermeni Türkiye’de kaçak olarak çalışmakta ve Türkiye bunlara göz yummaktadır. Ayrıca Türkiye Ermenistan’ın Trabzon limanını ithalat-ihracat için kullanmasına izin vermektedir.

    Şimdi sınırların tam anlamıyla açılması konusu gündemdedir. Eğer Azerbaycan’ın çok ciddi bir itirazı olmadığı takdirde sınırların tam olarak açılması gerçekleştirilebilir. Elbette sınırların açılabilmesi için onun tanınması gerekir. Bu amaçla Ermenistan’ın 1920 Gümrü ve 1921 Kars anlaşmalarında yer alan sınırların karşılıklı olarak tanınması anlaşması gerçekleştirilebilir. Bu da Ermenistan’ın Türkiye’nin Doğu Anadolu bölgelerini “Batı Ermenistan” olarak görmekten vazgeçeceği anlamına gelir. Ermenistan’ın uzun süreden beri bu konuda adım atmaya hazır olduğunu da belirtmek gerekir.

    Kars-Gümrü Demiryolu Hattının Açılması:

    Daha Cumhurbaşkanı Gül Erivan’a gitme kararı vermeden önce Ermenistan’ın demiryolarını kiralayan Rus şirketinin Kars-Gümrü Demiryolu’nun Ermenistan tarafında temizleme ve tamir işlerine başlamıştır. Gül’ün ziyaretinin hemen öncesinde de Sarkisyan gönlünden geçeni açıklamaktan çekinmemiş ve “İlk hedef Kars-Gümrü demiryolunu yeniden açmak” demiştir.

    Rusya Demiryolları – RJD’nin en önemli projeleri arasında Ermenistan ile Türkiye arasındaki demiryolları seferlerini yeniden başlatmak bulunuyor. Bu konuda Ermenistan Ulaşım ve İletişim Bakanlığı’na söz veren RJD, 2010’da seferleri başlatacağını açıkladı. Ermenistan Demiryolları yönetiminin özelleştirilmesini öngören ihaleye katılan tek şirket konumunda bulunan RJD, 230 milyon doları ilk 5 yılda olmak üzere toplam 570 milyon dolarlık yatırım yapmaya hazırlanmaktadır.

    Kars-Tiflis-Bakü Demiryolu ile beraber Kars-Gümrü Demiryolu Hattının da açılması hedeflenmektedir. Bu hattın Azerbaycan’ın kabul etmesi durumunda Azerbaycan’a ve Nahçivan’a uzatılması da gündemdedir.

    Nabucco Hattı ve Diğer Bazı Enerji Hatları Ermenistan’dan Geçirilmesi

    ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney 3 Eylül 2008 tarihinde bölge ziyareti çerçevesinde Azerbaycan’ı ziyareti sırasında ilginç bir konu gündeme gelmiştir. Cheney Aliyev’e Nabucco hattının Ermenistan’dan geçirilmesi konusunu gündeme getirmiş ve bu sebeple de Cheney-Aliyev görüşmesi oldukça serin geçmiştir. Cheney Bakü’den ayrılır ayrılmaz Medvedev Bakü’ye telefon ederek Aliyev ile görüşme ihtiyacı hissetmiştir.

    Boru hatlarının Ermenistan’dan geçmesi aslında ABD’nin uzun süreden beri istediği bir konuydu. Ancak buna uygun ortam hazırlanamamıştı. Şimdi bunun için uygun ortam yaratılmıştır. Özellikle de Gürcistan savaşından sonra bu ülkenin istikrarsızlaştığına yönelik yorumlar bulunmaktadır. Bu sebeple de şimdi Ermenistan güzergahı sadece diplomatik olarak ABD’nin yansıra bu projeye kaynak yatıracak finans çevrelerinin de Ermenistan güzergahına üstünlük verdikleri bilinmektedir. Bu güzergahın kısa olması sebebiyle maliyet açısından avantajlı olması ve Ermenistan’ın istikrar açısından Gürcistan’a göre daha avantajlı konuma geçmesi bu ülkeyi yeni dönemde boru hatları açısından cazip kılmaktadır. Gürcistan savaşı sonrası ortaya çıkan Rusya-Batı restleşmesinden sonra Rusya’nın enerji kartını ileri sürmesi ihtimali Batıyı alternatif hatlara yöneltmiştir. Bu çerçevede Rusya’nın önerisi olan Güney Akım hattının şansı azalırken Nabucco’nun şansı artmıştır.

    Şimdi bu yeni jeo-siyasi ortamda Nabocco Projesi ile Batı bir yandan Avrupa’nın enerji güvenliğini temin etme ve diğer yandan da bu hattı Ermenistan’dan geçirerek Azerbaycan-Ermenistan-Türkiye arasında bir barış hattına dönüştürmek istemektedir. Batı bu yolla Ermenistan’ı Rusya’nın kontrolünden de (kısmen bile olsa) çıkarabileceğini hesaplamaktadır.

    Bu arada Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler’in Bakü’ye gittiği ve Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ve Azerbaycan Enerji Bakanı Natıg Aliyev ile görüştüğünü de belirtmekte fayda vardır. Gül’ün ziyareti öncesi gerçekleşen bu seferde 2013 yılında faaliyete geçmesi beklenen Şahdeniz bölgesindeki faz-2 doğalgaz sahasından Türkiye’ye yıllık 8 milyar metreküplük doğalgaz arzı sağlanması konusu ele alınmıştır.

    Kafkasya İstikrar ve İşbirliği Platformu

    Görüşmelerin bir diğer maddesi Kafkasya İstikrar ve İşbirliği Platformu olacaktır. Türkiye bütün menfi durumlara rağmen bu önerinin peşinden ısrarla gitmektedir. Gürcistan ve Rusya açıkça bu öneriyi bazı şartlarla destekleyebileceklerini açıklamışlardı. Azerbaycan bu öneriye ihtiyatla yaklaşmıştı. Şimdi benzer ihtiyatı sürdüreceği beklenmelidir. Diğer taraftan şunu da belirtmek gerekir ki, başlangıçta Saakaşvili gitmeden bu öneriyi görüşmeyeceğini açıkça ifade eden Rusya şimdi bölgede her gün değişen ve gelişen şartlar çerçevesinde Türkiye’nin önerisi olan Kafkasya İstikrar ve İşbirliği Platformu’na sıcak bakmaya başlamıştır.

    Anlaşılan o ki, Türkiye ile Ermenistan arasında ilişkilerin kurulması konusu uzun bir süreden beri diplomasi çevrelerinde görüşülmekte ve fakat uygun zaman ve zemin aranmaktaydı. Dolayısıyla da bütün bu görüşmelerin daha yeni başladığını söyleyebiliriz. Abdullah Gül’ün 20 Eylül’de ABD’ye gideceği ve ihtimaldir ki, burada ABD Başkanı Bush’un yanı sıra yine Bush’un huzurunda Serj Sarkisyan ile bir araya gelmesi de mümkündür. Ayrıca Kasım ayında da Bush’un bölgeye ziyareti planlanmaktadır.

    Dağlık Karabağ Sorunun ele Alınması

    Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ele alması beklenilen en önemli konuların başında 1988 yılından başlayan ve bugüne kadar çözüm bulamayan Dağlık Karabağ sorununun da ele alınması beklenmektedir. Aslında bu konuda Erivan’ın herhangi bir adım atması beklenmemektedir. Azerbaycan daha önce Gürcistan gibi kendisinden ayrılan bu cumhuriyete en yüksek muhtariyet önermiş ama bu teklif Ermeniler tarafından kabul edilmemişti. En yüksek muhtariyetin kabul edilmemesi ondan bir adım sonrası olan bağımsızlık isteği ile açıklanabilir. Zira Azerbaycan’ın önerebileceği başka bir formül kalmamıştır.

    Ermenistan’ın Dağlık Karabağ sorunundaki ana felsefesi bu sorunun Ermenistan-Türkiye ilişkilerine endekslenmemesi ve bu konunun ayrıca değerlendirmesi şeklinde olmuştur. Hatta önceki Devlet Başkanı Robert Koçaryan’ın bu konuda açıkça bir teklifi de olmuştur. Koçaryan teklifinde “Türkiye ile Ermenistan ilişkileri üçüncü ülkelerin çıkarlarına bağlı kalmamalıdır” demişti. Şimdi gelinen noktada Türkiye için vazgeçilmez bir konumda olan Azerbaycan’ın çıkarları Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin dışına çekilmektedir. Zira Ermenistan’ın Dağlık Karabağ’ın bağımsızlığından herhangi bir taviz verme niyeti yoktur. 2 Eylül 2008 tarihinde işgal altındaki Dağlık Karabağ bölgesinin sözde “bağımsızlığının” 17. yıldönümü kutlamalarına katılan Ermenistan Başbakanı Tigran Sarkisyan yaptığı konuşmada Dağlık Karabağ’ın bağımsızlığından asla taviz vermeyeceklerini belirtmiştir.

    Hal böyle iken bu konuda Ermenistan’ın ne gibi “yeni” bir teklifi olacağı merak konusudur. Ermenistan ile Azerbaycan arasında AGİT Minsk Grubu çerçevesinde gelinen noktada Ermenistan’ın Dağlık Karabağ’dan çekilmesi ve barış anlaşmasının imzalanmasıdır. Ancak burada esas nokta anlaşma imzalandıktan sonra referandumun yapılmasıdır. Ermenistan bu sürenin 20 yıl olmasını isterken Azerbaycan 5 yılda ısrar etmektedir. Gül’ün bu ziyaretinde süre konusunda bir anlaşma sağlanması da beklenebilir.

    Dağlık Karabağ konusunda ilerleme sağlanamazsa yukarıda ifade edilen hiçbir konuda Azerbaycan’ın adım atmayacağı da bilindiğinde Ermenistan’ın bu konuda mutlaka bazı adımlar atması gerekebilir. Ermenistan açılım adına belki Dağlık Karabağ dışında işgal ettiği bazı bölgelerden çekilebilir. Ermenistan buraları zaten masada elini güçlendirmek için işgal etmişti. Şimdi buralardan vazgeçtiğini açıklayarak görüşmelerde bir açılım sağlayabilir. Onun dışında Dağlık Karabağ bölgesinden çekilme sözkonusu olamaz. Unutmamak lazım ki, Azerbaycan kadar Ermenistan’da da Dağlık Karabağ sorunu en hassas konuların başında gelmektedir. Ancak Dağlık Karabağ’dan çekilmeyen bir Ermenistan ile birkaç yerleşim biriminden çekildi diye masaya oturmak ve sınırları açarak demiryolu hattına işlerlik kazandırmak ve hatta Nabucco boru hattını buradan geçirmeye kalkmak Dağlık Karabağ’ın tamamıyla kaybedilemsi anlamına gelir ki, buna Azerbaycan’ı ikna etmeye çalışmak iki ülke ilişkilerinde tamiri imkansız sorunlar ortaya çıkarır. Azerbaycan’ın şimdiki ve gelecek nesilleri Dağlık Karabağ’ın kaybından Türkiye’yi sorumlu tutarlar.

    Her ne görüşülürse görüşülsün Türkiye-Ermenista-Azerbaycan hattında en temel konu Dağlık Karabağ konusudur ve bu konuda ilerleme sağlanmadan diğer konularda mesafe alınamaz. Türkiye ise bu konuda ciddi bir arabuluculuğa soyunmuştur. Bu sebeple de Gül’ün Erivan ziyaretinde olduğu gibi Bakü ziyaretinde de ana konu Dağlık Karabağ ve bu konuda Ermenistan’ın yeni teklifi olacaktır. 2004 yılında Ermenistan’a yaptığımız ziyaret sonrasında yazdığımız bir raporda o dönem Savunma Bakanı olan Serj Sarkisyan’ın Koçaryan sonrası devlet başkanlığı için en şanslı aday olduğu ve Ermenistan’ın en zengin işadamı olan bu zatın işadamı olması sebebiyle iktidara gelmesi durumunda farklı açılımlara gidebileceğini belirtmiştik. Umuyoruz ki, Sarkisyan yeni ve farklı açılımlarda bulunsun. Yoksa koskoca Türkiye Cumhuriyeti Devleti Ermenistan’ın ayağına kadar gitmiş ve eli boş dönmüş olacaktır ki, bu da Türkiye’nin bölgedeki ağırlığına ve bölge politikalarına ciddi zararlar verebilecektir.

  • Volkan Vural: ‘Ermeni ve Rumlar tekrar vatandaş olsun’

    Volkan Vural: ‘Ermeni ve Rumlar tekrar vatandaş olsun’

    Bir Zamanlar Fazilet Partisinin asiri sempatizani olan Volkan Vural , Acaba Gul/Erdogan Hukumetinin Ermeni Sorunu ve  Kibris Sorununu Nasil Cozeceklerinimi Acikliyor … Amerikaninda istegi Bumu Acaba ..Lutfen Goruslerinizi Yorum Kisminda Bildiriniz …. Turkish Forum 

    Neşe Düzel 08.09.2008

     

     “Yaşananlar Cumhuriyet’e yakışmıyor. Ben yetkili olsam, özür de dilerim. Verdiğimiz acılardan ötürü Rumlar’dan, Ermeniler’den özür dileriz. Bizim gibi bir devletin yapması gereken budur

     

    “Osmanlı’da tehcire uğramış Ermeniler’e ve 6-7 Eylül’de gönderilen Rumlar’a, devlet, ‘Ben, sana ve senin soyundan gelenlere tekrar vatandaş olma hakkını veriyorum’ demeli.”

     

    “Ermeni sorununu tarihçi değil siyasetçi çözer. Gerçeklerin bilinmediğine katılmıyorum. Tarihî gerçekler biliniyor. Sorun, bilinenlerin nasıl algılanıp geleceği nasıl etkileyeceği.”

     

     

    NEDEN? VOLKAN VURAL

     

    Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Erivan ziyaretiyle Türkiye çok önemli bir adım attı. Tarihteki olaylar nedeniyle diplomatik ilişki kurmayı  reddeden iki ülke, ilk kez cumhurbaşkanları düzeyinde bir ilişki kurdu. Bu yeni hamlenin devamının geleceği beklentisi ortaya çıktı. Peki iki ülke bugüne dek sürdürdükleri gerginlikten ne kazandı? Dostluktan ne kazanacaklar? Niye Ermenistan şimdi davet etti Gül’ü? Gül niye bu daveti kabul etti? Bu yakınlaşmanın Kafkaslar’daki dengelere etkisi ne olacak? Devlet, tarihî meseleler hakkında ne yapmalı? Ermeni sorununu tarihçiler mi yoksa siyasetçiler mi çözebilir? Bütün bu soruları Türkiye’nin uzun yıllar en önde gelen ve en deneyimli diplomatlarından biri olan emekli büyükelçi Volkan Vural’a sorduk. Sovyetler Birliği’nin dağıldığı ve Ermenistan’ın bağımsız devlet olduğu süreçte Moskova Büyükelçisi olan Volkan Vural, 1993’te Başbakan Tansu Çiller’in başdanışmanlığını yaptı. Daha sonra da Bonn’da büyükelçilik, ABGenel Sekreterliği gibi görevlerde bulundu.

     

     

     

    ***

     

    NEŞE DÜZEL: Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Ermenistan Cumhurbaşkanı’nın daveti üzerine futbol maçını izlemek için Erivan’a gitti.  Ermenistan’la aramızda tarihî olaylara dair anlaşmazlıklar var. O anlaşmazlık hallolmadan Ermenistan Cumhurbaşkanı’nın Gül’ü davet etmesi kendisi açısından siyasi bir risk değil miydi?

     

    VOLKAN VURAL: Elbette risktir. Türkiye Cumhurbaşkanı’nı futbol maçına davet etme kararı, Ermenistan açısından kolayca alınabilecek bir karar değildi. Biz, dünyaya sadece kendi gözlüklerimizle bakıyoruz. Bir de olaylara karşı tarafın gözlükleriyle bakmalıyız. Ermenistan’da bir Türkiye nevrozu vardır. Dolayısıyla Türkiye’ye ilişkin bir karar vermek kolay değildir. Siyasetçiye büyük bedeller ödetir bu. Nitekim ödetti de.

     

    Kime ödetti?

     

    Eski cumhurbaşkanı Ter Petrosyan, Karabağ sorununa çözüm aradığı ve Türkiye ile ilişki kurmak istediği için iktidardan uzaklaştırıldı. Ona, Türkiye’yle ilişki kurmanın bedelini ödettiler. Bugün Ermenistan halkının önemli bölümü ilişkilerin gelişmesini ve sınır kapılarının açılmasını istese de… Türkiye dosyası sanıldığı gibi kolay bir dosya değildir orada.

     

    Türkiye’de Ermenistan dosyası kolay mı?

     

    Türkiye’de de zor. Ama şu da bir gerçek ki, Ermenistan’la aramızdaki hadise, sadece tarihçilerle çözümlenebilecek bir olay değil. Çünkü bu olay, tarihî olmaktan çok psikolojik ve siyasi bir olay. Geçmişte yaşananların insanlarda yarattığı bir psikoloji, güvensizlik, korku ve dehşet var.

     

    Sizce Ermeni ve Türk tarihçiler oturup geçmişteki olayları serbestçe tartışıp objektif bir biçimde ortaya koysalar bu sorun çözülmez mi?

     

    Tek başına tarih yoluyla bu soruna çözüm bulmak mümkün değil. Çünkü bu sorunun çözümü insanlardaki psikolojik sıkıntıların giderilmesindedir. Çözüm, iki halkın yeniden sevgiyle, saygıyla birbirlerine yanaşabileceği ve birbirleriyle rahat konuşabilecekleri bir güven ortamının yaratılmasındadır. Tarihçilerin üstesinden gelebileceği bir durum değil bu. Ermeni sorunu, tarihçilerin değil, siyasetçilerin çözebileceği bir sorundur. Tarih, sadece bazı olayları aydınlatabilir ve çözümü kolaylaştırıcı bir rol oynayabilir, o kadar.

     

    Peki, Türkiye Cumhurbaşkanı’nın Ermenistan’ı ziyaretinden sonra diplomatik bazı adımlar atılacak mı sizce?

     

    Atılmasını bekliyorum ve umut ediyorum. Bu ziyaret Türkiye ile Ermenistan arasında bir başlangıca zemin olabilir. İki devlet arasında diplomatik ilişkilerin vakit geçirmeksizin kurulması lazım.

     

    Diplomatik ilişki dediğiniz nedir?

     

    Diplomatik ilişki, Erivan’da Türk diplomatlarının, Ankara’da da Ermeni diplomatların bulunmasıdır. Bu da iki devlet arasında artık normal bir ilişki var demektir ki, bu şekilde aradaki sınır kapıları da açılır. İlişkilerin normalleşmesinde ilk adım karşılıklı temsilcilikler açılması olmalı. Bir anlaşma yapacağız ve ‘karşılıklı büyükelçilikler kuracağız’ diyeceğiz. Sınır kapılarının açılması sadece Ermeniler’in ihtiyacı da değildir. Ben o kapıyı gördüm.

     

    Ne gördünüz?

     

    Alican kapısına gittim. Bizim askeri uzaktan selamladım ve geri döndüm. Erivan’a 10-15 kilometre uzaklıkta bir kapı bu. Bakın… Biz, Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra bağımsızlığına kavuşan Ermenistan’la 1991’den beri temas içindeyiz.

     

    Nasıl?

     

    Mesela Ermenistan’ı ilk ziyaret eden Türk büyükelçisi benim. O sırada Moskova Büyükelçisi’ydim. Ermenistan tam bağımsızlığa geçiş dönemindeydi. Türkiye’deki Ermeni Patriği Şınorhk Kalustyan Erivan’ı ziyareti sırasında vefat etti. Ben de Ermenistan Cumhurbaşkanı’na bir mesaj gönderdim. “Vatandaşımız olan patriğin cenazesiyle ilgilenmek ve Türkiye’ye naklini sağlamak benim görevimdir. Yapılacak törenlere de katılmak suretiyle her türlü katkıyı vermeye hazırım” dedim.

     

    Bunu Ankara’ya sorarak mı yaptınız?

     

    Hayır. Kendi inisiyatifimle yaptım. Çünkü Patrik bir Türk vatandaşı. Bizim bir dinî azınlığımızın ruhani lideri. Ermenistan’la Türkiye arasında hiçbir ilişki yoktu ama… O sıralar Ermenistan Sovyetler Birliği’ne bağlı bir cumhuriyetti ve Moskova Büyükelçisi olarak diğer cumhuriyetler gibi o da benim sorumluluğum altındaydı. Cenaze töreni Moskova’daki Ermeni kilisesinde yapıldı. Ermeniler’in şaşkın bakışları altında ben eşimle bu törene katıldım. Bir Türk büyükelçisinin Ermeni kilisesindeki törene katılması onları gerçekten çok şaşırttı. Bu, Ermenistan’la aramızda büyükelçi olarak ilk temas oldu.

     

    Peki, Ermenistan’la bu temaslar sürdü mü? Sürdüyse nasıl sürdü?

     

    Sürdü. Beni bir kış günü Ermenistan’a davet ettiler. Ter Petrosyan cumhurbaşkanıydı. Ermenistan dramatik şartlar altındaydı. Elektrik dahil büyük yokluklar içindeydi. Cumhurbaşkanı Ter Petrosyan’la, Türk-Ermeni ilişkilerini nasıl geliştirebiliriz, düşmanlığı nasıl kaldırabiliriz diye uzun ve çok yararlı bir görüşme yaptım. Ter Petrosyan da benimle aynı fikirdeydi.

     

    Bugün muhalefet partisinin lideri olan Ter Petrosyan size ne dedi?

     

    “Ben geçmişin acılarını unutamam. Ancak geçmişe takılı kalmak da istemiyorum. Sorumlu bir devlet adamı olarak çocuklarımın, torunlarımın geleceğini düşünmek zorundayım. Türkiye ile ilişkilerin geliştirilmesini samimiyetle arzu ediyorum” dedi. O sırada Türkiye’yi Ermenistan’ın yeni anayasası ve bağımsızlık bildirisi gibi unsurlar rahatsız ediyordu.

     

    Anayasada, bağımsızlık bildirisinde yer alan ifadeler Türkiye’yi şimdi rahatsız etmiyor mu?

     

    Hâlâ rahatsız ediyor. Ama Ter Petrosyan, bunların aşılabileceği izlenimini verdi bana ve ben bu durumu Ankara’ya uzun bir raporla bildirdim. Daha sonra Sovyetler’den ayrılan cumhuriyetler bağımsızlıklarını ilan ettiler. Ben bu aşamada Ankara’ya gittim. Bütün bilgiler değerlendirildi.

     

    Evet…

     

    Bu toplantılarda, Türkiye’nin, bütün cumhuriyetlerin bağımsızlığını tanımasına ve Ermenistan hariç hepsiyle diplomatik ilişki kurmasına karar verildi. Maalesef Türkiye, Ermenistan’la diplomatik ilişki kurmadı. Hayatımda en çok üzüldüğüm ve Türkiye için ‘kayıp yıllar’ olarak gördüğüm dönem odur. 1991 ve sonrasıdır. Zaten 1993’te işler iyice çığırından çıktı ve Ermenistan  Karabağ’ı işgal etti.

     

    Eğer Ermenistan’la o gün diplomatik ilişki kurulmuş olsaydı bugün ne yaşanıyor olurdu? Ermeni sorunu çözülür müydü?

     

    Türkiye’de gene bir Ermeni sorunu olurdu ama Türkiye, Ermenistan Cumhuriyeti’yle ilişkilerini normalleştirmiş bir ülke haline gelirdi. İki taraf da bu normalleşmeden yararlanırdı. Yani farklı bir gelişme,farklı bir oyun ortaya çıkardı ve bu diaspora Ermenileri’ne de yansırdı. Ama biz büyük devlet olarak denklem kuramadık. Ayrıca bu normalleşme, Ermenistan’la Azerbaycan arasındaki ilişkilerin de daha iyi olmasını sağlardı. Belki Karabağ’ın işgali önlenebilirdi. Ama biz Ter Petrosyan’a o dönemde yeterli ilgiyi göstermedik, ona yardımcı olamadık, durumu değerlendiremedik. Zaten sonra Ter Petrosyan iktidardan gönderildi ve Koçaryan cumhurbaşkanı oldu. O, radikal Ermeni milliyetçiliği politikası izledi. Biz Ter Petrosyan’a ülkesindeki yoklukları hafifletebilmesinde yardımcı olsaydık, Ermenistan’da milliyetçilik o kadar azgın olmazdı.

     

    O sırada Özal cumhurbaşkanıydı. Demirel de DYP-SHP koalisyonun başbakanıydı. Ermenistan’la diplomatik ilişki kurulmasına kim karşı çıktı? Bürokratlar mı, siyasiler mi?

     

    Dışişleri bürokrasisi içinde buna çok direnenler oldu. Turgut Özal bu fırsatın kaçırılmasına çok üzüldü. Tabii bağımsızlık bildirisinde hem Batı Ermenistan’dan bahsediliyordu, -Türkiye topraklarıydı bu-, hem de soykırımın tanıtılmasına çaba gösterileceğinden söz ediliyordu. Bu da Türkiye’den sanki toprak talebi varmış gibi bir izlenim yaratıyordu ama… Bütün bunlar diplomatik ilişki kurularak aşılabilirdi. Benim elimde de bağımsızlık bildirisini değiştirecek hazırlıklar vardı. Ama o dönemde buna karşı çıkıldı.

     

    Niye karşı çıkıldı?

     

    Ben bunu cesaret yoksunluğu olarak yorumluyordum. Ben Ter Petrosyan’la görüşmemi ilettim ama… Eğer diplomatik ilişki kurulmuş olsaydı, Türkiye Ermeni sorununda dünyada bu kadar sıkıştırılmazdı. Ermenistan’la münasebetlerini çok iyi tutan bir Türkiye’yi dünyada suçlamak o kadar kolay olmazdı. Meseleye sadece soykırım açısından odaklanmamalıyız biz.

     

    Peki, ne yapmalıyız?

     

    Biz bu bölgenin önemli bir ülkesiyiz. Bu bölgede barış ve istikrarın olması bizim lehimize. Geniş bir perspektiften bakıldığında hem Türkiye’nin hem Azerbaycan’ın hem de Ermenistan’ın çıkarı açısından Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerin normalleşmesi çok önemlidir. Sadece soykırım iddialarına odaklanmamalıyız derken, şunu demek istiyorum. Soykırım iddiaları diasporayı yaşatan bir unsur haline geldi. Soykırım iddiası bir endüstri oldu. Kendi insanlarını, müteşebbislerini, siyasetçilerini, sanatçılarını ve para mekanizmalarını doğurdu.

     

    Ermenistan’la ilişki kurmayarak, Türkiye soykırıma odaklanmış olmadı mı peki?

     

    Neticede öyle oldu. Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin gelişmesi, soykırım iddialarını tamamen bir kenara atmaz ama… Ter Petrosyan bana Alican sınır kapısını gösterip, “Bak,” dedi, “Bu kapı açılsa, insanlar birbirlerini görecekler, tanıyacaklar, kaynaşacaklar. İhtiyacımız olan bir sürü şeyi sizden alacağız. Geçmişteki sıkıntıların aşılmasına yardımcı olacak bu.” Ama bizim tuhaf bir çekingenliğimiz var. Biz kırmızı çizgileri ve tabuları bol olan bir ülkeyiz. ‘Ermenistan bize düşmanlık gösteriyor, Türkiye’den toprak talep ediyor’ deniyor. Artık retorikle hayatın gerçeğini birbirinden ayırmak lazım.

     

    Hayatın gerçeği nedir?

     

    İnsanlar retorik olarak bazı şeyler söyleyebilir, talep edebilir, hayal edebilirler. Onlar çok büyük bir Ermenistan’ın hayalini kurabilirler. Hayal etmenin sonu yok. Ama gerçekler ortada. Ermenistan’ın Türkiye’den toprak alabilmesi mümkün mü? Hangi aklı başında biri bunu düşünebilir? Ermenistan nüfusunun tamamı kadar Silahlı Kuvvetlerimizin asker sayısı var bizim. Kendimize biraz daha güvenmeliyiz.

     

    Sokaktaki adam korkabilir ya da korkutulabilir ama gerçekleri bilen asker ve sivil bürokratların böyle korkulara ve kırmızıçizgilere sahip olmalarını nasıl açıklıyorsunuz?

     

    Türkiye bu. Dışişleri, elbette ihtiyatlıdır. Meslek icabı çok ihtiyatlı davranmak bir kuraldır ama, sıfır risk almak da hiçbir sorunu çözmez. Türk kamuoyunca eleştirilmeyi de göze alamamaktır aynı zamanda bu. Bütün mesele şudur. Bir olay var. Ya bu olayın esiri oluyorsunuz. Ya da o olayı değiştirmeye çalışacak yöntemler buluyorsunuz. Biz olayın esiri olduk.

     

    Türkiye Ermeni sorununun esiri oldu…

     

    Evet. Bu sorunu çözecek başka bir denklem aramalıydık ama, açık verme ve içeride eleştirilme kaygılarıyla risk alınmadı. Ve, bir şey yapmayalım noktasına gelindi.

     

    Şimdi Ermenistan’la diplomatik gelişmeler olurken tarihteki olaylar da tartışılacak mı?

     

    Kaçınılmaz olarak tartışılacak. Bence bu, ilişkilerin normalleşmesinin önünde bir engel değil. Soykırım sözcüğü, bizim tarihî olaylarımızdan çok sonra konmuş bir tanım. Ama bu tanım bugün önemli ölçüde banalleşmiş durumda. Her insanlık dışı olay bir yerde soykırım olarak adlandırılıyor. Bizim de yaşadığımız olayların çok acı veren, çok trajik yönlerinin olduğu muhakkak. Ermeniler’in de bunu kendilerine yapılan büyük bir haksızlık olarak gördükleri muhakkak. Doğup büyüdükleri yerlerden zorla koparıldıklarını düşündükleri bir gerçek. Bu duyguları silemezsiniz. ‘Hayır, siz böyle düşünmeyin’ diyemezsiniz. Ancak onlara şunu söyleyebilirsiniz; ‘Evet, böyle şeyler yaşandı. Ama hayat bununla geçmez. Önümüzde bir başka hayat daha var. O hayatı, gelin birlikte dostluk içinde kuralım’ diyebilirsiniz.

     

    Ermenistan, tarihle ilgili olarak Türkiye’den bu kadarlık bir beklentiye mi sahip? Barışı kurabilmek için onlara bunu söylemek yeterli mi?

     

    Ermeniler elbette soykırım konusunu kurcalayacaklar. Bunu araştıracaklar. Bütün dünyaya benimsetmeye çalışan akımlar da her zaman olacak. Bu arada iki ülke arasında ‘ortak tarih komisyonu’ kurulması da ilk bakışta iyi bir açılım olabilir ama… Ermenistan bence tarihle ilgili çok büyük bir katkı sağlayacak durumda değil. Bence mesele tarihte değil. Ben, tarihî gerçeklerin bilinmediği varsayımını paylaşmıyorum. Gerçekler biliniyor. Pek çok şey biliniyor. Bütün mesele bu bilinenlerin nasıl algılandığı ve izlerinin ne olduğu. Bu izlerin geleceğe nasıl etki yaratacağı…

     

    Anlamadım…

     

    Bir Ermeni samimiyetle, halkının uğradığı durumun soykırım olduğunu düşünebilir. Biz de bunun böyle olmadığını düşünebiliriz. Burada takılır kalırsak hiçbir şeye varamayız. ‘Bunu tarihçiler bize söylesin’ demek de, tarihçilere fazla anlam yüklemektir. Çünkü her tarihçinin her olayı yorumlayışı farklıdır. Burada mesele, psikolojik sorunun nasıl aşılacağıdır. Ter Petrosyan bana, “O konuyu kenarda bırakalım, geleceğe bakalım. Bunda anlaşamayacağımız muhakkak. Toplumlar önce başka yöntemlerle kaynaşsınlar. Soykırım meselesinin üstünden böylece geçelim” diyordu. Bence de yapılacak şey budur. Bu konuyu deşmekten yarar çıkmaz.

     

    Özellikle ABD’de ve Fransa’da yaşayan çok geniş bir Ermeni diasporası var. Soykırımın tanınmasında onlar ısrar etmeyecek mi peki?

     

    Tabii ısrar edecekler. Ama Türkiye-Ermenistan ilişkileri düzelirse, diasporanın bugünkü etkisi olmaz. Çünkü Ermenistanlılar iyi komşuluğun somut yararlarını görecekler. Kapılar açılacak, ticaret artacak, zenginleşecekler.

     

    Türkiye, İttihatçılar’ın yaptığı büyük Ermeni kıyımını kabul edebilir mi?

     

    Zor. Bence biz kendi kendimizi darboğaza soktuk. Başta, hiç böyle bir şey olmamış, sanki hiçbir şey yaşanmamış gibi davrandık. Şimdi, ‘evet bir şeyler yaşandı. Ama bunlar karşılıklı oldu’ diyoruz. Yarın bu tartışmalar nereye gidecek bilmiyorum. Ama bu konuda da psikolojik olarak yapılabilecek bazı şeyler var.

     

    Neler yapılabilir?

     

    Ben yetkili olsam, ne yaparım? Ben, ‘Osmanlı İmparatorluğu sırasında, bugünkü Türkiye Cumhuriyeti hudutları içinde yaşayan ve bir şekilde tehcire tâbi tutulmuş olan, velev ki bu tehcir imparatorluğun başka bölgelerine bile olsa, bütün Ermeniler ve hatta başka azınlıklar da Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına istekleri halinde otomatik olarak alınabilir’ derim. Kaç kişi gelir bilmiyorum ama… ‘En azından kendi yaşadığı köyden, kasabadan, şehirden seni zorla atmış insanlara karşı, ‘ben Cumhuriyet olarak sana tekrar dönme ve sana ve senin soyundan gelen insanlara bu ülkenin vatandaşı olma hakkını veriyorum’ denilir ve müracaat edenlere bu hak verilir.

     

    Peki, tehcir sırasında Ermeniler’in geride bıraktıkları mal, mülk, zenginlik ne olacak?

     

    Bunlar konuşulabilir. Bir fon kurulabilir. Malların geriye verilmesi, bütün bunların hesabının çıkarılması artık çok zor ama… Sembolik bir tazminat verilebilir. Önemli olan bir acı karşısında duyarsız olmadığımızı ve buna empatiyle baktığımızı, insanlık görevi olarak da bir takım telafi edici unsurlar üzerinde durduğumuzu belirtebilecek tutumlardır. Ben özür de dilerim aslında. Hangi şartlar altında olduğu çok tartışmalı ama… Ne olursa olsun, bu ülkeden bir insan gidiyorsa… Bunu sadece Ermeniler için de söylemiyorum. 6-7 Eylül hadiselerinde Türkiye’den giden insanlar için de söylüyorum. Rum vatandaşlar için de söylüyorum.

     

    Özür dilemek derken nasıl bir özür dilemeyi kastediyorsunuz?

     

    Bu olaylar Türkiye’ye yakışmayan hadiselerdir. Biz bunları tasvip etmiyoruz. Buradan giden insanlara sempatiyle bakıyoruz. Onları kardeşimiz olarak görüyoruz. Eğer isterlerse onları tekrar Türk vatandaşlığına kazandırmak isteriz…

     

    Ve, onlara verdiğimiz acılardan ötürü de özür dileriz.

     

    Evet. Acılardan ötürü… Evet… Bence bunlar yapılabilecek en iyi şeydir. Bizim gibi bir devletin yapması gereken şey budur…

     

     

     

  • “TANRI”NIN KAFKASYA’DAKİ ÖZEL GÖREVLİLERİ

    “TANRI”NIN KAFKASYA’DAKİ ÖZEL GÖREVLİLERİ

                    Son derece anlamsız bir maç bahanesiyle Türk diplomasisi inanılmaz bir beceriksizlik sergiledi ve kendisini Azerbaycan-Ermenistan cenderesinin içine soktu.

                    Azerilerin yüzüne nasıl bakabileceğimizi bilmiyorum. Sırada herhalde Rum gemileri için limanları açıp, Güney Kıbrıs’a da benzer seviyede bir ziyaret vardır.

                    Neredeyse cehenneme bile, iyi niyet taşlarıyla örülü yolu önde geçip,  bir adım önde atlayacağız..

                    Farkında değiliz ama “turpun büyüğü” aslında torbada duruyor.

                    Amerika-Rusya tepişirken arada ezilivermek..

                    İşin kötüsü, işin içine hem AB’de, hem ABD’de “Tanrı’nın eli” de fena halde karışmış durumda..

                    Hatırlayacaksınız; Avrupa Anayasası olarak kabul edilmesi planlanırken İrlanda’nın itirazı ile rafa kaldırılan Lizbon anlaşması hazırlanırken üye ülkeler Birliğin, Hıristiyan kökenlerine atıfta bulunulmasını uzun süre tartışmışlar ve muhafazakârların çabaları anlaşmada böyle bir vurgu için yeterli olmamıştı.. Ancak duyuyoruz ki AB bugünlerde Polonyalı Kardinal Jozef Glemp’in “Meryem Ana AB’nin resmi koruyucusu olsun” şeklindeki önerisini gündemine almış. Avrupa Anayasası’nda “Avrupa Birliği Hıristiyanlık temeline dayanır” tezinin yer almasının da en ateşli savunucusu olan Glemp’in teklifi AB Piskoposlar Birliği Komisyonu’nda görüşülecekmiş..

                    Bir diğer “Tanrısal” vahiy haberi de Atlantik ötesinden geldi.

                    “Rujlu pitbull” tanımı, Cumhuriyetçilerin Başkan yardımcısı adayı, Alaska valisi Bayan Palin için yapılıyor.

                    İşte Bayan Palin’in uhrevî kelâmları..

                     “Ne söylediğimi çok iyi biliyorum. Bana inanın. Tanrı beni bu iş için bu kiliseden seçip görevlendirdi”.

                    “Irak’a askerlerimizi Tanrı gönderdi”.

                    “Alaska’ya inşa edilecek petrol boru hattının inşasına tüm Hıristiyan gençler duaları ile katılmalıdır”.

                    Sırada herhalde ve mutlaka Kafkasya’daki enerji nakil hatları için yapılacak toplu bir âyin vardır.

                    Yalnız Kafkasya’da işler biraz karışık.. Burada acaba Katoliklerin mi, Ortodoksların mı yoksa Müslümanların mı duası kabul edilecek?

                    Ha, Yahudileri unuttuk..

                    “Bayan pitbull”un söylemlerine ben hiç şaşırmadım. Dikkatli okuyucu da “Manifest Destiny” lâfını mutlaka bir yerlerden hatırlayacaktır.

                    Bu yılın Mart ayında “TANRI AMERİKALI MI?” diye bir yazı yazmıştık.. (9 Mart 2008)

                    ““Sınırsız gelecek, Amerikan büyüklüğünün devri olacaktır. Kendi muhteşem zaman ve mekân alanında ulusların ulusu –Amerikan ulusu- insanoğluna ilahi ilkelerin mükemmelliğini göstermek ve dünyada EN YÜKSEK (KUTSAL ve HAKİKAT) olana ibadet etmeye adanan en yüce tapınağı kurmak üzere tayin edilmiştir. Onun zemini bir yarımküre, tavanı ise yıldızlarla süslü Cennetlerin seması olacaktır. Onun birleşimi, yüzmilyonlarca mutlu insanı bir araya getiren ve başka hiçbir insanı efendi olarak görmeyen birçok Cumhuriyetin Birliğidir. Bu birlik, Tanrı’nın, eşitliğin doğal ve ahlâki yasası olan kardeşlik yasası tarafından yöneltilir, -çünkü barış ve iyi niyet onların içindedir..Kuzey Amerika’nın fethi Tanrı tarafından buyurulmuştur. Kızılderililer, ormanlar ve yaban öküzlerinin imhası, bataklıkların kurutulması ve nehir yataklarının değiştirilmesi, iş gücü ve doğal kaynakların sürekli olarak sömürülmesine dayanan bir ekonomi oluşturulması insan değil, Tanrı tarafından emredilmiştir”.  

                    1839’da John L. O’Sullivan tarafından yazılan bir buçuk sayfalık meşhur “Manifest Destiny”den bir bölümü okudunuz. (Hakan Çopur’un tercümesi)

                    “Manifest Destiny”, yâni “Bâriz (tartışılmaz, çok açık) Kader”.

                    Özetle, Amerika “zemini yerküre tavanı ise yıldızlarla süslü cennetin seması” olan evrene düzen getirmek üzere Tanrı tarafından görevlendirilmiştir.

                    Amerika’nın “tartışılmaz, ilahi kaderi” budur.

                    Tanrı önce Amerika’nın fethini emrediyor.

                    Sonra dönüp “Kuzey Amerika’nın fethini, Kızılderililer, ormanlar ve yaban öküzlerinin imhasını, bataklıkların kurutulmasını ve nehir yataklarının değiştirilmesini” emrediyor.

                    Zaman geçiyor..

                    Tanrı bu sefer Alaska’nın petrol boru hattı için duayı, sonra Irak’a asker göndermeyi emrediyor.

                    Tanrı şimdi de Kafkasya’yı emrediyor..

                    Bush ne demişti Cumhuriyetçi Parti Kongresi’nde;

                    “Çok tehlikeli bir dünyada yaşıyoruz. 11 Eylül’den sonra, saldırıları henüz gerçekleşmeden engelleme anlayışı doğmuştur”.

                    11 Eylül’de de “Ya benden yanasın, ya teröristlerden” dememiş miydi?

                    “Gerçekleşmeden vurmak” ne demek?

                    İstediğin yerde, istediğin şekilde vur, sonra “Tanrı öyle istedi” de..

                    Vur, sonra bahane uydur..

                    Amerika’nın Gürcistan krizinden sonra Karadeniz’e “insani yardım” için gönderdiği, “battaniye, bebek maması ve bebek bezi” taşıyan gemilere dikkat ettiniz mi?

                    “Destroyer”, yâni “Tahrip edici”..

                    Ve “hazır gelmişken” Sivastopol’a uğrayan Dallas’ın bordasındaki yazı.. “U.S Coast Guard”.

                    Yâni “Sahil Muhafaza”.. Hangi sahil? “U.S.”.. Yâni Amerikan sahilleri..

                    Peki Amerikan Sahil Muhafaza gemisinin Karadeniz sahillerinde ne işi vardır?

                    Vardır efendiler.. Dünyanın her tarafındaki sahiller Amerikan sahilidir, çünkü Tanrı öyle emretmiştir..

                    Kafkasya’daki enerji nakil hatları için dua edin..

                    “Tanrı’nın istekleri”nin yeryüzünün Kafkasya bölümünde ete kemiğe bürünmüş hâli de, Savunma Bakanı Gates tarafından 31 Temmuz 2008 tarihinde imzalanan ABD’nin “yeni” Ulusal Savunma Stratejisi”nde buluyoruz.. (Nejat Eslen. Strateji. 1 Eylül 2008. sayfa 19)

                    “Anavatanın savunulması- uzun süreli savaşların kazanılması- güvenliğin geliştirilmesi- Çatışmaların caydırılması- Ulusal savaşların kazanılması; yeni stratejinin hedefleri olarak tanımlanıyor.  Ve ABD’nin, ulusal güvenlik gereksinimlerini karşılamak için enerji kaynakları da dahil olmak üzere kilit coğrafi bölgelere stratejik erişimin ve stratejik hareket serbestisinin idame ettirilmesi öngörülüyor. Bu yapılırken de sert güçle birlikte kamu diplomasisi gibi yumuşak gücün de kullanılmasının önemi” vurgulanıyor.

                    İşte Gürcistan’a “destroyer” ve “U.S. Coast Guard” gemileriyle (sert güç); bebek maması ve bezi (yumuşak güç) gönderilmesi de bu yeni stratejinin Kafkasya’daki uygulama şekli olarak tezahür ediyor.

                    Hayrettir, NATO da 2008 Bükreş Zirvesi’nde; “ŞİÖ ülkelerinin sahip olduğu enerji yollarının güvenliğini sağlamayı kendine yeni görev olarak belirlemesi” şaşılacak bir biçimde ABD’nin yeni stratejisi ile çakışıyor.

                    Yine, aaa hayrettir Brezinski ne demişti “Büyük Satranç Tahtası”nda?

                    “a) Avrasya, ABD için ana jeopolitik ödüldür. b)ABD’nin küresel önceliği, Avrasya’daki hâkimiyetin ne kadar süre ile ve nasıl bir etkiyle sürdürülebileceğine bağlıdır. c)Avrasya’nın gücü ABD’yi gölgede bırakmıştır. Ama Avrasya’da oluşturulamayan siyasi bütünlük ABD’nin yararınadır”.

                     Barack Obama mı, Cain mi seçilse daha iyi olur diyenlere duyurulur.

                    Peki ABD bölgeyi neden bu kadar açık bir “kör parmağım gözüne” politikası ile karıştırmaktadır acaba?

                    Alain Joxe’a göre (L’Humanite. 29.8.8) Afganistan, Irak ve İran’da yenilgi sonrası dünya liderliği için Rus Şeytanı öcüsü yeniden ısıtılmalıdır. (Hüseyin Baş. 1 Eylül 2008)                               

                    “Kefe” yahut “Kefen”in öbür ucundan tutanın Rusya olduğunu söylemiştik..

                    Yarın.. 7 Eylül 2008

  • BİR ZİYARETİN ANALİZİ

    BİR ZİYARETİN ANALİZİ

    Prof. Dr. Osman Metin Öztürk

    I. Cumhurbaşkanı Gül, 06 Eylül 2008 Cumartesi günü, Ermenistan-Türkiye milli maçı nedeniyle Ermenistan Cumhurbaşkanı’nın yaptığı “maçı birlikte izleme davetine” icabet ederek bu ülkeye gitti.

    Uluslar arası ilişkiler ve diplomasi, bir boyutuyla şekil işidir, semboller edinir ve onları kullanır. Bu şekil ve semboller üzerinden, muhataplarında ve üçüncü kişilerde önceden biçimlendirilmiş algılama ve izlenimleri doğurmayı amaçlar. Bu bağlamda, ABD’nin Gürcistan’a yönelik insani yardımını en modern askeri savaş gemileri ile yapması ve bölgedeki Amerikan filosunun amiral gemisinin Gürcistan’a liman ziyareti yapması, “insani yardım” ve “liman ziyareti” olgularını çok aşan, bunlardan çok farklı anlamları taşıyan, uluslar arası ilişkiler ve diplomasi açısından muhataplarına ve üçüncü kişilere ciddi mesajlar veren eylemlerdir.

    Sayın Gül’ün Ermenistan ziyaretine bakarken bunları görmek gerekir. Yani ziyaret edilen ülke ve ziyaret edenin kimliği/statüsü, uluslar arası ilişkilerde çok önemlidir.

    II. Ziyaret edilen ülke Ermenistan’dır. Ermenistan; Türkiye, Gürcistan, Azerbaycan ve İran tarafından çevrelenmiş, denize çıkışı olmayan bir ülkedir.

    Sovyetler Birliği dağılma sürecine girip 1991 yılında bağımsızlığını kazandığında, Türkiye, Ermenistan’ın bağımsızlığını ilk tanıyan ülkeler arasında yer aldı. Ancak Türkiye’nin bağısızlığını tanıma jesti bu ülke tarafından karşılık görmedi. Karşılık görmediği gibi, Türkiye’ye kaşı, Türkiye’nin ülke ve ulus bütünlüğünü hedef alan bir politika izlemeye başladı.

    Ağrı Dağı’nı da içine alan Türkiye’nin doğu bölgesini “Batı Ermenistan” olarak nitelemesi, Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında o zamanki Sovyetler Birliği ile doğu sınırları için yapılan anlaşmayı tanımaya yanaşmaması ve bunların Türkiye’den toprak talepleri olduğu anlamına gelmesi, bunlarla yetinmeyip Ağrı Dağı’nı kendi devletlerini temsil eden birçok yerde motif olarak kullanmaları, 1915’de yaşandığını ileri sürdüğü “sözde” soykırım için Türkiye’den özür beklemeleri ve tazminat talep etmeleri karşısında, Türkiye de, bağımsızlığını tanımakla beraber, Ermenistan ile bugüne kadar diplomatik ilişki kurmadı.

    Ermenistan, bağımsızlığına kavuşmasına rağmen, Sovyetler Birliği’nin dağılması ile ortaya çıkan havanın etkisinde, bununla yetinmeyip “denizden denize Ermenistan” olarak bilinen Karadeniz’den Hazar Denizi’ne kadar olan topraklar üzerinde “Büyük Ermenistan”ı kurmak için hareket geçmiştir. Bu amaçla, Karabağ’da yönetimi ele geçirerek Karabağ’ı Azerbaycan’dan koparmayı öngören bir süreci başlatmıştır. Karabağ’daki Ermeniler’in önce Karabağ’ın Ermenistan’a katılma kararı almaları dikkat çekicidir. Azerbaycan ve uluslar arası kamuoyu buna karşı çıkınca, bu kez Karabağ’ın Azerbaycan’dan tamamen koparak Ermeniler’in yönetiminde ayrı bir devlet olmasını gündeme taşımışlardır. Azerbaycan’ın buna karşı çıkması üzerine, Ermeniler, Azerbaycan Türkleri’ne saldırarak Azerbaycan’ın yüzde yirmisini işgal etmişler, binlerce Azerbaycan Türkü’nü
    öldürmüş, bir milyona yakın insanın da işyerlerini, yurtlarını ve topraklarını bırakarak kaçmalarına ve bugüne kadar çadırlarda yokluk ve sefalet içinde yaşamalarına neden olmuşlardır.

    İnsan haklarının ağızlarda sakız yapıldığı 21. yüzyılın eşiğinde ve hemen başında yaşanan bu insanlık dışı tablonun arkasında, Ermenilerin yasa dışılığa kapı aralayan ve hukuku hiçe sayan siyasal kültürleri yer alır. Ermeni siyasal kültürüne göre, en yüce duygu adalettir ve adaleti sağlamak adına yasalar çiğnenebilir ve hukuk görmezden gelinebilir. Bu siyasal kültürün etkisinde, dün onlarca sivil-asker Türk diplomatını yurt dışında hunharca şehit eden Ermeniler, bugün aynı şekilde Azerbaycan Türkleri’ni katletmiş ve Azerbaycan topraklarının yüzde yirmisini işgal etmiştir.

    Bu ülkenin nüfusu üç milyon civarındadır ve nüfusu her yıl azalmaktadır. Satın alma gücü paritesi itibarıyla bu ülkenin ekonomik varlığının toplamı 17 milyar Amerikan Doları civarındadır. Türkiye, bu ülkeden yaklaşık 52 kat daha büyük bir ekonomik varlığa sahiptir. Türkiye’nin ihracatı bu ülkenin ihracatının 110 katı, ithalatı da 82 katı kadardır. Türkiye ile Ermenistan arasında çok ciddi bir güç farkı vardır. Bu fark, askeri açıdan da geçerlidir.

    Ziyaret edilen Ermenistan, böyle bir ülkedir.

    III. Yukarıda çarpıcı özellikleri verilen Ermenistan’ı ziyaret eden kişi ise, Ermenistan’ın ülke ve ulus bütünlüğünü hedef aldığı Türkiye’nin Cumhurbaşkanı’dır.

    Cumhurbaşkanı, hukuken, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni temsil eder ve bu sıfatı ile, hiçbir yerden yetki almasına gerek olmaksızın Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni bağlayacak uluslar arası anlaşmaları imzalamaya yetkili bir kişidir.

    Uluslar arası politikada, cumhurbaşkanlarının ve devlet başkanlarının ayrı ve özel yerleri vardır. Bu nedenle, yapacakları ziyaretler, devletlerini bağlama açısından bir anlam ifade eder, o ülke ile ilişkilerin geleceği açısından bir işaret niteliğindedir. Bu bağlamda, Cumhurbaşkanı Gül’ün yaptığı bu ziyaretin, Ermenistan ile olan ilişkilerde yeni bir sürecin başlangıcı olarak görülmesi icap etmektedir.

    Uluslar arası politikadaki bu yerleri, bu işlevleri, tutum ve davranışlarının ifade edebileceği bu anlamlar nedeniyle, cumhurbaşkanlarının ve devlet başkanlarının devletlerin ilgili bakanlık ve kurumları ile istişare ve koordinasyon içinde ziyaretler, kabul ve davetler yaptıkları varsayılır. Bu yerleşik evrensel genel kural nedeniyle, Cumhurbaşkanı Gül’ün Ermenistan ziyaretinin de, benzeri bir istişare ve koordinasyon sonucu planlanmış olduğu varsayılmak durumundadır.

    IV. Ziyareti sağlıklı şekilde analiz etmede, yukarıdaki veriler yeterli değildir. Bir de mevcut koşulların ve Türk Dış Politikasının içinde bulunduğu durumun ortaya konulmasına ihtiyaç vardır.

    Türkiye ile ABD’nin Yönetimleri arasında çok yakın bir ilişki mevcuttur. Bu yakın ilişkinin, mevcut ve kamuoyu tarafından bilinen anlaşmaların dışına taşan bir ilişki olduğu düşünülmektedir.

    ABD, epeyi bir süredir İran’ı karşısına almıştır ve Ermenistan, İran’a kuzeyden komşudur.

    ABD Yönetimi, Gürcistan’ın mevcut Yönetimi ile de çok yakındır. Öyle ki bu yakınlık, Venezüella Devlet Başkanı Chavez tarafından, “Gürcistan, ABD’nin bir parçası” şeklinde ifade edilmektedir.

    Gürcistan Yönetimi’nin Güney Osetya’ya asker göndermesi ile başlayan ve Moskova’nın bölgeye asker göndererek kontrolü ele geçirmesi ile sonuçlanan süreç, ABD’yi bölgede sıkıntıya sokmuştur. ABD’nin Gürcistan’a “insani yardım” yapmak üzere savaş gemilerini Karadeniz’e göndermesi ve Amerikan Donanmasının Gürcistan limanlarına “liman ziyareti” yapması, Rus-Gürcü çatışmasının ABD’yi sıkıntıya sokacak bir mecrada sonlanması ile ilgilidir. ABD’nin görünür gelecekte Gürcistan’dan vazgeçmesi beklenen bir durum olarak görülmemektedir.

    Hal böyle olunca, ABD’ye yakın Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı’nın Ermenistan ziyareti, bir taraftan Gürcistan’a komşu Ermenistan’ın Gürcistan konusunda hareketsiz kılma, diğer taraftan da Moskova’nın Erivan üzerindeki nüfuzunu azaltma amacına hizmet edebileceğini söylemek yanlış olmayacaktır. Bu durumda, Cumhurbaşkanı Gül’ün ziyaretinin, bölgede ABD, Türkiye, Gürcistan ve Ermenistan arasında adı konmamış bir birlikteliğin önünü açabileceği de söylenebilir.

    Bu tür muhtemel bir birlikteliğin, Karadeniz’de en uzun kıyı şeridine sahip ve bu deniz üzerinden Rusya ile komşu olan, aynı zamanda Kafkasya’ya bitişik Türkiye’ye ne getirip ne götüreceğinin, Cumhurbaşkanı Gül’ün ziyareti öncesinde ilgili bakanlık ve kurumlar ile istişare ve koordine edildiğini de, yine varsaymak icap eder.

    V. Geçtiğimiz Haziran ayı içinde Moskova’da yapılan kapalı bir toplantıda, Ermenistan’dan, bir stratejik araştırmalar kururumu temsilcisi ile de bir araya geldim. Kendisinin bana çok ilginç gelen bir ifadesi olmuştu: “Karadeniz, bölge ülkelerine bırakılmalıydı.” Bu söz, çok anlamlı gelmişti. İki neden dolayı; birincisi güncel bir Ermeni bakış açısını yansıtıyordu, ikincisi de Ermenistan için stratejik bakış açıları üreten bir kurumdan ileri geliyordu.

    Bugün bu sözleri söz konusu ziyaret bağlamında düşününce, Ermenilerin artık kullanılmış (istismar edilmiş) olmaktan duymuş oldukları rahatsızlığı açıkça dile getirir oldukları aklıma geliyor.

    Yukarıda Ermenistan’ın ülke olarak gücü konusunda bazı bilgiler sunulmuştu. ABD’deki ve Avrupa’daki Ermeni diasporası da bu güce eklense, Ermenistan’ın Türkiye karşısında güç olarak bir anlam ifade etmeyeceği objektif olarak söylenebilir.

    ABD’deki ve Avrupa’daki Ermeni diasporasının, genellikle savunma sanayiden beslendiği ve bu nedenle Ermenistan’ın “şahin” ve “uzlaşmaya karşı” bir dış politika izlemesi için örtülü-açık bir çaba içinde olduğu, bugün artık Ermenistan’da yaşayan halk tarafından da fark edilen bir husus haline gelmiştir. Diasporanın sözde “Büyük Ermenistan” idealine gösterdiği sadakatin (bağlılığın), gerçekte bunların kişisel çıkarlarına hizmet ettiğini artık herkes bilmektedir. Ermenistan’da yaşayan Ermeniler bütün sıkıntıyı, acıyı, yokluğu, işsizliği ve sefaleti yaşarken, ABD’deki ve Avrupa’daki Ermeniler de bu sıkıntıdan, acıdan, yokluktan, işsizlikten ve sefaletten beslenmekte ve bunları kendileri için kullanmaktadır. Bu gerçeğin açığa düşmüş olması nedeniyledir ki, Ermenistan’daki Ermeniler “güvercin”, diaspora Ermenileri ise “şahin” olarak nitelendirilmekte
    ve görülmektedir. Stratejik Araştırmalar Merkezinden gelen Ermeni uzmanın “Karadeniz, bölge ülkelerine bırakılmalıydı.” ifadesini de bu bağlamda hatırlamak yerinde olacaktır.

    Gürcistan’ın son Rus-Gürcü çatışması sonrasında içine düştüğü durum ve Rusya’nın bölgedeki kontrolünü pekiştirmesi, bir taraftan Ermenilerin “denizden denize Ermenistan” ideallerine uygun düşmüş, diğer taraftan da toplumsal zeminde Erivan’ı Moskova’nın etkisine daha çok açmıştır diye düşünülmektedir. Çünkü Şakaşvili Yönetimi güç ve prestij kaybetmiştir ve bu durum, Gürcistan’ın Cevehati bölgesindeki Ermenilerin, tıpkı Karabağ gibi, Tiflis’ten ayrılmalarını teşvik edici ve tetikleyici bir etkiye yol açacaktır. Tiflis karşısında Moskova’nın buna destek verme ihtimalinin çok yüksek olması, Erivan’ı Moskova’ya daha çok itecek ve Cevaheti Ermenilerini ayrılma yönünde daha çok isteklendirecektir. Bu, Gürcistan’ı küçültebilecek, en azından köşeye daha çok sıkıştıracak ve ABD’nin de, kendisine müzahir Gürcistan’ı tamamıyla kaybetmesi anlamına
    gelebilecek bir durumdur.

    Bu değerlendirme karşısında, ister istemez, ABD’ye yakın Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı Gül’ün “maç bahanesiyle” Erivan’ı ziyareti, Ermenistan Yönetimini Gürcistan ve Rusya konusunda uyarma amacına yönelik olduğu akla gelmektedir. Cumhurbaşkanı Gül’ün, ziyaret öncesinde, 02 Eylül 2008 günü, ABD Cumhurbaşkanı Bush ile yaptığı ileri sürülen telefon görüşmesinin de, bu varsayımın oluşmasında pay sahibi olduğu belirtilebilir.

    Bu durumda, Ermenistan’ı Gürcistan ve Rusya konularında “uyardığı” varsayılan Türkiye’nin, sadece sözlü uyarı ile kalmayacağı, ABD destekli olarak Ermenistan’ın bazı taleplerini eylemli olarak karşılamasını beklemek gerekir. Türkiye, Ermenistan’ın muhtemel taleplerini öyle karşılamalı ki, Ermenistan, Gürcistan konusundaki emellerini fırsattan istifade ile gerçekleştirmeye yönelmesin, Tiflis’i daha zor koşullara itmesin ve Rusya’nın yardım ve desteğine ihtiyaç duymasın!…

    Söz konusu varsayım kapsamında Washington’ın ve Ankara’nın birlikte karşılayacakları Ermeni taleplerinin ne olacağı aşağı yukarı bellidir ve muhtemelen çoğu Türkiye’nin vereceği tavizler şeklinde kendisini gösterecektir. Ankara’nın verebileceği tavizler ve Washington’a vereceği destek karşılığında, Türkiye’nin ne elde edebileceği, herkesin sorgulaması gereken bir konudur. Türkiye, ABD’nin bölgesel çıkarları için, bu ülkeye niye ve ne karşılığında destek vermelidir? Türkiye, Gürcistan Yönetimi’nin daha da kötü duruma düşmemesi için, bu ülkeye niye ve ne karşılığında destek vermelidir? Bu sorular, ilgililer kadar, kamuoyunun da kendi kendine sorması ve cevabını araması gereken sorulardır.

    VI. Diğer taraftan yine bu varsayım kapsamında, Türkiye’nin, ABD’nin etkisinde, Gürcistan’ı da dikkate alarak, Ermenistan’a yaptığı bu açılımın Rusya ve Azerbaycan tarafından nasıl algılanacağını ve Türkiye’nin Azerbaycan ve Rusya ile olan ilişkilerini nasıl etkileyeceği üzerinde de durmak gerekir.

    Karadeniz’de, var olan durumu (statükoyu) bozmaya yönelik girişimler karşısında, Rusya ile Türkiye’nin çıkarlarının örtüştüğü ve aynı paydayı paylaştıkları bilinmektedir. Bu nedenle, söz konusu gelişme ile birlikte, Türkiye’nin, hem Rusya ile aynı paydada yer almak, hem de ABD ile birlikte hareket etmek gibi, bölgesel koşullarda birbirleriyle çelişkili olan iki durumu eş zamanlı olarak yaşadığı düşünülmektedir. Bunun çok ciddi olumsuz sonuçları olabileceğini görmek gerekir. “Ne İsa’ya, ne de Musa’ya” yaranamamış bir Türkiye’nin ortada kalmaya ve kaybeden olmaya mahkum olabileceğini, bir ihtimal olarak değerlendirmelerde dikkate almakta yarar görülmektedir.

    Bu noktada, eğer Türkiye’nin ABD askeri (savaş) gemilerinin Karadeniz’e açılımlarından bir endişe duymamasından, NATO’ya üye ülkelerin tatbikat amacıyla sıkça Karadeniz’e çıkmalarına NATO içinde “evet” demesinden ve Cumhurbaşkanı Gül’ün Ermenistan’ı ziyareti ile ilgili olarak bu yazıda yer alan Türkiye’nin ABD ile birlikte hareket ettiği yolundaki değerlendirmelerin doğru olduğunun kabul edilmesinden hareketle, Karadeniz’de var olan durumu (statükoyu) değiştirmeye yönelik girişimler karşısında Türkiye ile Rusya’nın aynı paydayı paylaşmadıkları gibi bir sonuca ulaşmak ta mümkündür. Bunun bir diğer anlamı da, Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile getirilen ve 70 yılı aşkın bir süredir istikrarlı bir şekilde uygulanan sistemden Türkiye’nin vazgeçebileceğidir. Belirtilen olayları bu şekilde anlamlandırmak pekala mümkündür.

    Bu tür bir anlamlandırma öngörülmemiş bir anlamlandırma ise, Türk Dış Politikası için tehlike çanları çalıyor, Türkiye sonu belli olmayan bir maceraya doğru yol alıyor demektir.

    Dost ve kardeş Azerbaycan Devleti’nin ve Azerbaycan Türkleri’nin, Türkiye’nin Ermenistan’a verebileceği muhtemel tavizlerden ne şekilde etkileneceği ve bunları nasıl algılayacağı, üzerinde durulması gereken bir başka konudur. Cumhurbaşkanı Gül, Ermenistan’ı ziyareti ile, yurtlarından bırakıp Ermenilerden kaçan yıllardır çadırlarda sefalet içinde yaşayan ve “gaçgın” olarak bilinen Azerbaycan Türkleri’nin kırılan kalplerini ve onlarda yol açtığı endişeyi, onları ziyaret ederek telafi etme yoluna gitmeli ve onların yüreklerine su serpmelidir, diye düşünülmektedir. Üstelik bunu, Ermenistan’a yaptığı ziyaretin sıcaklığı geçmeden yapmalıdır.

    Türkiye, asılsız Ermeni iddialarına ilgisiz kalmalı, bu iddialara sırtını dönemli, diye yıllarca yazdık ve söyledik. Olmayan olayların olmuş gibi gösterilmesi, Türkiye’yi bazı şeyleri yapma veya yapmama noktasında, Türkiye’ye karşı sıkça kullanılan bir araç haline gelmiştir. Türkiye, bu iddialara sırtını dönmek ve ilgisiz kalmak suretiyle, bu aracı, kullananların elinden almak zorundadır. Ziyaretin bu amaca hizmet etmesini ümit ediyoruz.

    Ümit ediyoruz ki, bu ziyaret, gelecek kış günlerinde, Türkiye’yi Rus petrolü ve doğal gazından sonra, Azeri petrol ve doğal gazından da mahrum bırakmasın!…

    Ve yine ümit ediyoruz ki, Türkiye, 70 yılı aşkın bir süredir Karadeniz’de istikrar üreten bir düzeni değiştirecek bir politika değişikliğine gitmesin ve Rusya ile karşı karşıya gelmesin!…

    Giresun, 07 Eylül 2008
    ( www.habusulu.com, www.giresun.edu.tr )

  • EN DIŞTAKİ MATRUŞKA DAHA YENİ AÇILIYOR

    EN DIŞTAKİ MATRUŞKA DAHA YENİ AÇILIYOR

    Hüseyin MÜMTAZ

                    Dün “kefe”nin yahut “kefen”in öbür ucundan Rusya tutuyor demiştik..

                    Devam ediyoruz.           

                    Rusya Karadeniz Filosu eski komutanı Amiral Eduard Baltin bir sahilde balık tutarken kendisini görüntüleyen muhabirlere Gürcistan krizi ile ilgili olarak “Karadeniz filosunun buradaki NATO savaş gemilerini 20 dakikada yok etme potansiyeline sahip olduğunu” ifade etmiştir. Baltin, “Karadeniz’deki NATO gemileri Rusya için bir tehdit oluşturmuyor. İhtiyaç halinde NATO gemileri Karadeniz filomuzun sadece birkaç gemisi tarafından 20 dakikada yok edilebilir” diye konuşmuş, Karadeniz filosunun son yıllarda azaltılmasına rağmen hala vuruş gücünün yüksek olduğunu belirtmiştir.

                    Rusya Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na göre Karadeniz’de şu an NATO’nun 10 savaş gemisi bulunuyor. Bunlardan 3’ü ABD, 4’ü Türkiye ve 1’er de İspanya, Almanya ve Polonya’ya ait. NATO’nun daha 8 savaş gemisinin Karadeniz’e gelmesi bekleniyor.

                    Karadeniz’i ‘fare kapanı’ olarak tanımlayan Rus Amiral, “Buraya girebilirler ama her hangi bir çatışmada buradan çıkmaları imkânsızdır. Karadeniz’de bizim sadece donanma değil sahil güvenlik ve hava savunması da güçlüdür. İkinci Dünya Savaşı döneminde Almanlar bile buraya girmekten çekiniyordu” demiştir.

                    Karadeniz’de Rusya ve NATO arasında her hangi bir çatışmanın olma ihtimalinin bulunmadığını da ifade eden Baltin, “Biz onlara saldırmayacağız. Onlar da intihar saldırısı yapacak birilerine benzemiyor” şeklide konuşmuştur.

                    Baltin NATO gemilerine doğal olarak 4 Türk gemisini de katıyor ve diyor ki, “20 dakikada yok ederiz”.

                    Neredeyse onbeş gün geçti, birilerinden herhangi bir cevap bekledim kamuoyunu rahatlatacak..

                    Susmak, Türk gemilerinin “de” yirmi dakikada yok edileceğini kabul anlamına mı geliyordu?

                    Hadi siyasi cenahı anladık, Sarkisyan, Barzani, Hristofiyas üçgeninde ince politikalar üretmekle çok meşgul..

                    Yeni dönemde bir takım “imaj ve uygulama” farklılıkları hissettirmeye başladığı söylenilen askerin hiç olmazsa devir teslim ve madalya törenlerinin ardından bir şey söylemesini bekledik.

                    Ne yazık ki “yeni açılım”ın “da” bu konuya bir şekilde yansımasını göremedik.

                    Peki meselenin ekonomik boyutuna gelirsek..

                    İşte orası daha da basit, çünkü elde somut rakamlar var..

                    Türkiye 20 sene önceye kadar evlerde ve elektrik üretimindeki yakıt ihtiyacını yerli kömür ocaklarından karşılamıyor muydu?

                    Karşılıyordu..

                    Son bulunan linyit rezervlerinin, Türkiye’nin 100 yıllık ihtiyacını karşılayacağı belirlenmedi mi?

                    Belirlendi.

                    Peki hem bunları kapatıp hem de “hepsi ithal” doğal gaza bağlanmak ne demek?

                    Üstelik içeride üstü örtülü kömür ocakları dururken kömür ihtiyacını da tonu 500 dolara Sibirya’dan karşılamak ne demek?

                    Peki, doğal gaz ihtiyacınızın % 60’ından fazlasını Rusya’dan alıyor musunuz? Alıyorsunuz..

                    Rusya, vanası elinde olan doğal gazı silah olarak kullanabilir mi? Kullanabilir.

                    Geçmişte kara kışın ortasında Ukrayna ve Gürcistan’a sattığı gazı kesmedi mi? Kesti.

                    Bırakın Rusya’yı, İran bile son iki kışın ortasında “iç ihtiyaçlara yetmediği için” Türkiye’nin parayla aldığı gazı kesmedi mi?

                    O da kesti.

                    Yerli kömüre hiç bakmayın, TKİ batmış vaziyette.

                    “Kömür yardımları”nın parasını hazineden gecikmeli aldığı için borçlanan TKİ’nin borcu 2007 yılında 529 milyon YTL oldu.

                    Geliyoruz “ticaret”e..

                    Rusya’nın, bir anlamda Amerika’nın Montrö’yü delme çabalarına misilleme olarak yüzlerce Türk kamyonunu sudan sebeplerle sınırda bekletmesine tepki olarak Tüzmen “Rus TIR’larına kırmızı hat uygulaması” başlatmaya niyetlendi.

                    Olmadı..

                    Çünkü; 2007’de Rusya’dan ithalatımız 23 milyar dolar; ihracatımız 4 milyar dolar..

                    Arada neredeyse aleyhimize 6 misli fark var..

                    Bu Rusya ile “ticareten” nasıl mücadele edebilirsiniz?

                    Üstelik “kara kış” da kapıdayken..

                    Onun için hesapları doğru yapmak gerek.,        

                    “Hesapları doğru yapmak”; Amerikan dayatmalarına karşı çıkarken, Rus’un her dediğine eyvallah demek, Güney Osetya işgalini alkışlarla karşılamak değildir.

                    En az iki bin yıldır bu coğrafyada yahut Kafkas-Hazar ötesinde nasıl komşu-komşu yaşadıysak, yine yaşarız..

                    Dostluksa dostluk, düşmanlıksa düşmanlık..

                    Fakat bunun için başkalarının dolmuşuna binmeden..

                    Karadeniz’de başkalarının kayığına binip onların türkülerini çağırmadan..

                    Her şeyden önce “Türk Milli Menfaatlerini” gözeten akılcı ve ince politikalar gütmek gerek..

                    Gürcistan’ı Amerika’nın; Ermenistan’ı da Rusya’nın kullanabileceğini, kullanmakta olduğunu göz ardı etmeden.

                    Kendinizi kullandırtmadan..

                    “Ucuz tâvizlere” kanmadan..

                    Ermenistan ne yapmış? Futbol federasyonu armasından Ağrı Dağı’nı çıkarmış.

                    Türk resmî heyeti geçerken de Soykırım Anıtı’nın ışıklarını kapatmış.

                    Vay anasına sayın seyirciler, amma geri adım atmış!

                    Siz Sarkisyan’ın “bizim” televizyonlara verdiği mülakatta makam masasının arkasındaki haritaya dikkat ettiniz mi?

                    Doğal olarak Sarkisyan’ın makamında ne haritası olur? Ermenistan değil mi?

                    Değil..

                    Hazretin arkasında, “sınırlar ancak orada muhayyer gösterilebileceği için” fiziki bir harita vardı.

                    Ermenistan ile beraber bizim Doğu Anadolu’nun haritası..

                    Ve… Doğu Anadolu’nun “o bölümü” spotla aydınlatılmıştı.. “Malûm bölümü”..

                    Lâfın burasında Ermenistan Bağımsızlık Bildirgesi ve Anayasası’na bir göz atmaya ne dersiniz?

                    Tarihi bir kenara bırakınız fakat bugünkü Ermenistan’ın millî ülküsü en iyi, üç belgeye bakılarak anlaşılabilir.

                    Bunlar ”Bağımsızlık Bildirgesi”, ”Bağımsızlık Kararı” ve 1995 yılında kabul edilen ”Ermeni Anayasası”dır.

                    Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Yüksek Sovyeti’nin 23 Ağustos 1990 tarihli ”Bağımsızlık Bildirisi”nin 12. Maddesinde ”Ermenistan Cumhuriyeti, 1915 Osmanlı Türkiyesi ve Batı Ermenistan’da gerçekleştirilen soykırımın uluslar arası alanda kabulünün sağlanması yönündeki çabaları destekleyecektir” denilmektedir.

                    Ermenistan Parlamentosu da, 23 Eylül 1991 tarihinde aldığı bağımsızlık kararında aynı konuyla ilgili olarak ”Ermenistan Bağımsızlık Bildirisi’ne sadık kalacağını” beyan ve taahhüt etmiştir.

                    Nihayet 1995 yılında kabul edilen Ermeni Anayasası’nda ise ”Ermenistan’ın bağımsızlık bildirisindeki ulusal hedeflere bağlı kalacağı” bir anayasa hükmü haline getirilmiştir.

                    Dolayısıyla olmayan bir soykırımın kabul ettirilmesi ve Batı Ermenistan olarak nitelendirilen Türkiye’nin doğusundan toprak talebi, gizli bir emel olmaktan çıkmış, belki de bir başka ülke anayasasında rastlanılmayacak şekilde, resmen dünyaya açıklanmıştır.

                    Şimdi..

                    Ermenistan sınırlarımızı tanımamakta, doğumuzdan, “Batı Ermenistan” olarak söz etmektedir.

                    Kerkük’ün Irak’ın iç sorunu olduğunu belirten Barzani, Gürcistan krizi ile aynı günlerde Londra’da yayımlanan Eş-Şark El Avsat gazetesine “Güç kullanmak istemiyoruz” demekle birlikte, merkezi hükümetin referanduma karşı alternatifte ısrar etmesi halinde Kerkük İl Meclisi kararına uyarak Kerkük’ü Kürt bölgesine katacakları tehdidinde bulunmaktadır.

                    Emekli Rus Amirali, “Gemilerinizi 20 dakikada batırırız” sözleriyle Karadeniz’in Rus Gölü olduğunu ima etmektedir.

                    Hristofiyas “Artık anavatanların ipoteğinden kurtulmamız lâzım. Yerleşiklerin çoğu geri dönecek” demektedir.

                    Karadeniz Rus gölü, Ege Yunan gölü, Doğu Akdeniz Rum gölü (Petrol arama izni verdiler)..

                    Peki, biz nerede balık avlayacağız?

                    Atsız Korkut Ata ne demişti?

                    “Bu kadar düşmanla mücadele edebilmek için çok çalışman gerek”.

                    Bu şartlarda gece siz başınızı yatağa koyduğunuzda uyuyabiliyor musunuz?

                    Doğan Kuban ne diyor?

                    “Türkiye’nin uykusu çok pahalı bir uykudur”. 8 Eylül 2008

  • Abdullah Gul ve Ermenistan – 15 yil once ne oldu??

    Abdullah Gul ve Ermenistan – 15 yil once ne oldu??

     

     

    Kadere bak!
    Bundan 15 yıl önce.. 1993 yılında.. Demirel Hükümeti’nin Ermenistan politikası konusunda  verilen gensoru sırasında Refah Partisi adına Abdullah Gül söz alıyor… Bakınız zabıtlara göre, neler söylüyor:


    “Hükümet, bu politikasıyla, geleceğimizi gerçekten ipotek altına almıştır ve öyle ipotek altına almıştır ki, Ermenistan Cumhurbaşkanı Cumhurbaşkanının cenaze merasimine katılma cesaretini göstermiştir.


    HALİL ORHAN ERGÜDER (İstanbul)  Beynelmilel protokol o..


    ABDULLAH GÜL (Devamla)  …Sizin nasıl bir uzlaşmacı olduğunuzu, Türkiye’nin menfaatleri söz konusu olduğunda, sizin şahin gibi davranmayacağınızı bildiği için, yüzünüzün ne kadar yumuşak olduğunu bildiği için cesaret bulmuş ve Türkiye’ye gelmiştir.


    Siz bana bir ülke gösterin ki, kardeşleriniz
    savaş halinde olacak, kardeşleriniz katledilecek ve onlar katledilirken, ‘Bunun müsebbibi Türkiye’dir’ diye demeçler verecek; o kardeşlerimiz katledilirken, ‘Avrupa’nın haritaları bellidir, yerine oturmuştur; fakat Ortadoğu’nun, Asya’nın haritaları nihai şeklini almamıştır’ diye açıklamalar yapacak; Kars’ın, Ermenistan toprağı olduğunu iddia edecek, bütün bunlardan sonra o adam Türkiye’ye gelecek ve siz de elini sıkacaksınız!..”


    Evet.. Sayın Gül 15 yıl önce Ermenistan’dan Cumhurbaşkanı’nın değil maç, cenaze için bile Türkiye’ye gelmesini eleştirmiş… Arada değişen bir şey olmadı… Şimdi onun elini sıkmaya Ermenistan’a gidiyor…

     

    Melih AŞIK

     

  • TUCCAR VE SOYTARI PAMUK GENE BASLADI – BIR NOBEL ODULU DAHA PACAVRA BIR KITABA SIYASI SEBEBLERLE VERILEBILIRMI ?

    TUCCAR VE SOYTARI PAMUK GENE BASLADI – BIR NOBEL ODULU DAHA PACAVRA BIR KITABA SIYASI SEBEBLERLE VERILEBILIRMI ?

    Yahudi tüccarı taktiği

     

     
    02/09/2008  01:23 – Yeniçağ Gazetesi
  • Obama’ya boğazda balık yedirmeli

    Obama’ya boğazda balık yedirmeli

       
    Emre KIZILKAYA

    ABD’nin önde gelen siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler uzmanlarından Soner Çağaptay, kasım ayında yapılacak ABD Başkanlık Seçimleri’ni ve olası sonuçlarını Hürriyet’e değerlendirdi: “Başkan seçilirse Obama’ya Türkiye’nin önemi eninde sonunda anlatılacaktır. Ama bunun ne kadar çabuk olacağı önemli. Obama önce Boğaz’da balık mı yiyecek, yoksa Amerikalı Ermenilerle kahve mi içecek?”

    UFUK turunun ilk bölümünde, ABD’nin önemli düşünce kuruluşlarından olan ve ABD Dışişleri Bakanlığı ile yakın ilişki içinde bulunan Washington Enstitüsü’nün Türkiye Programı Direktörü Soner Çağaptay’a, kasım ayında yapılacak başkanlık seçimlerini ve alternatif senaryoların Türkiye’ye etkilerini soruyoruz. Çağaptay’a göre, Cumhuriyetçi aday John McCain’in seçimi kazanması durumunda Türkiye ile ABD ilişkilerinde büyük bir sorun yaşanmaz. Ancak Demokrat aday Barack Obama’nın kazanması, başta “sözde soykırım meselesi” olmak üzere birçok konuda sorunlar yaratabilir.

    “Türkiye’ye bir kez bile gelmemiş bir ABD başkan adayı düşünemiyorum, ama Obama böyle biri” diyor Çağaptay. Çağaptay’a göre asıl mesele bu. 15 yıldır kaldığı ABD’de, Türkiye konusunda iki tür yaklaşım gözlediğini söylüyor Türk uzman. Birinci grup, Türkiye’ye hiç gitmeyen, “Nesi varmış” diye bakan Amerikalılar. Bunlar Türk toplumunu, alfabetik sıralamadaki gibi, “Tunus ile Türkmenistan arasında bir yerde” görüyor. Türkiye’ye birkaç saatliğine bile olsa giden ve böylece ülkeyi tanıma fırsatı bulup Türklerle ilgili önyargılarından kurtulan, tabiri caizse “Vaaay” grubu ise, adeta Türk hayranı.

    24 Nisan’a kadar zamanı varÇağaptay durumu şöyle özetliyor: “Obama’nın, ’Nesi varmış’ grubundan ’Vay’ grubuna ne kadar çabuk geçeceği mesele. Başkan seçilirse, Türkiye’nin özellikle Irak ve Afganistan konusundaki önemi ona eninde sonunda öğretilecektir, ama öğrenme eğrisinin uzunluğu belirleyici olacak. İşleri tam öğrenmeden, ABD Başkanı sıfatıyla ’soykırım’ ifadesini kullanarak ciddi bir hata yapabilir. 24 Nisan 2009’a kadar, kendisine önce Boğaz’da balık mı yedirileceği, yoksa Amerikalı Ermenilerle kahve mi içirileceği önemli.”

    Obama ile Biden zor ikili

     

    Çağaptay, Obama’nın başkan yardımcısı adayı olan Joseph Biden’ın, mevcut isimler arasında Türkiye konusunda en çok olumsuz düşünceye sahip, en “sabit fikirli” kişi olduğu görüşünde. “Obama’yı eğitebilirsiniz, ama 35 yıldır dış politika komitelerinde olan Senatör Biden ikna edilemez” diyen Çağaptay, Biden’ın sadece Ermeni meselesindeki tutumuyla değil, “Irak’ın parçalanması gerektiği” fikriyle de Ankara ile ters düştüğünü hatırlatıyor. Çağaptay, “Biden bir devlet adamı olarak Irak’ta ABD’nin çıkarları doğrultusunda Türkiye’nin istediği bir pozisyon benimseyebilir. Ama Ermeni meselesinde bu düşük bir ihtimal” diyor.

    Biden’ı ikna edemezsiniz

    “Obama’yı eğitebilirsiniz, ama 35 yıldır dış politika komitelerinde olan Senatör Biden ikna edilemez. Biden sadece Ermeni meselesindeki tutumuyla değil, Irak’ın parçalanması gerektiği fikriyle de Ankara ile ters düşüyor.”

    Sonucu tahmin etmek imkánsız

    SONER Çağaptay, “Seçimleri kimin kazanacağını biliyorum diyen yalan söylüyordur” diyor. Zira ona göre böyle bir tahmini imkánsız hale getiren değişkenler var: Petrol fiyatları artıp “mortgage krizi” derinleştikçe, Demokratlar oy kazanıyor. Irak’ta Amerikan askeri zayiatı arttıkça, seçmen yine Demokratlara dönüyor. Milli güvenliği ilgilendiren bir mesele çıkarsa (Gürcistan savaşı, terörist saldırılar, vs) bu kez Cumhuriyetçilerin oyu artıyor. Bu üç değişkenin (ekonomi, Irak ve milli güvenlik) kasım ayındaki son durumu, seçim sonucunu belirleyecek.

    Türkiye karşıtı lobiler iktidara gelebilir

    SONER Çağaptay’a göre, Obama-Biden ikilisinin kazanması halinde, Demokratlara yakın olan Ermeni, Rum ve “insan hakları” lobileri de iktidara gelmiş olacak. Sözde soykırım konusundan Kıbrıs sorununa ve Kürt meselesine dek her konuda, Türkiye üzerindeki baskı artacak.

    Peki Demokrat Barack Obama ile Cumhuriyetçi John McCain’in, “ABD Başkanı” sıfatıyla farklı konularda nasıl tavır takınması bekleniyor? Çağaptay’ın öngörüleri şöyle:

    IRAK’A METEOR DÜŞEBİLİR Cumhuriyetçi McCain, Irak’ta Bush Yönetimi’nin politikasını sürdürecek. Ancak Obama’nın seçilmesi durumunda, Dick Cheney’nin Başkan Yardımcısı olarak oynadığı “belirleyici” rolü üstlenmesi beklenen Biden yüzünden bölgeye “meteor” düşebilir. Irak’ın parçalanabileceğine inanan Biden, bunun kansız bir şekilde, ABD liderliğinde gerçekleşmesini önermişti. Fakat Bağdat ve Kerkük çevresinde, “türlü” gibi iç içe yaşayan etnik-dini gruplar var. Parçalanma olursa, bu alanlar çatırdar. Soykırım bile yaşanabilir.

    PKK KONUSUNDA ŞART McCain, Türkiye’nin PKK ile savaşını “terörle mücadele” olarak görüp ABD’nin verdiği desteği sürdürür. Fakat Obama, bu desteği “şartlı” hale getirebilir. Sol kanattan olduğu için, “Kürt kimliği” konusunda Türkiye’den açılımlar bekleyecektir.

    İRAN’A MÜDAHALE Bu konuda bölgeye “meteor” düşmesi ise McCain’in seçilmesiyle gündeme gelebilir. Zira Cumhuriyetçiler İran’a karşı askeri müdahaleyi olası araçlardan biri olarak görüyor. Demokratlar için bu daha düşük bir ihtimal.

    RUSYA’DA BENZEŞİYORLAR McCain Moskova’ya karşı sertlik yanlısı, Obama ise daha yumuşak. Fakat ikisi de aslında şeklen farklı, içerik olarak aynı. McCain seçilirse belki altı ay Rusya ile zıtlaşır. Ama daha sonra, Rusya’nın BM’deki gücünü, enerji devi olarak önemini, Irak, İran ve Afganistan’daki kritik rolünü görüp uzlaşma yoluna gider.

    Soner Çağaptay kimdir

    ABD’nin önde gelen düşünce kuruluşlarından Washington Enstitüsü’nde Türkiye Programı Direktörü olan Dr. Soner Çağaptay, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Diplomasi Akademisi’nde, Türkiye’ye gönderilecek Amerikalı diplomatları eğitiyor. Dr. Çağaptay, Bahçeşehir Üniversitesi’nin Amerikan Araştırmaları Merkezi’nde misafir öğretim üyesi. Washington’daki Georgetown Üniversitesi’nde de öğretim üyeliği yapan ve aslen bir tarihçi olan Dr. Çağaptay’ın siyaset bilimi ve uluslarararası ilişkiler üstüne yazdığı kitapları ile dünyanın önemli gazetelerinde yayımlanan makaleleri var.

  • Gerçeğin Soykırımı

    Gerçeğin Soykırımı

    Gerçeğin Soykırımı

     

    Yazar: Şükrü Server Aya (İstanbul Ticaret Üniversitesi–2008) ISBN 9789756516249 (Turkish Forum danisma Kurulu Uyesi)


    “Gerçeğin Soykırımı” I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı İmparatorluğu’nun Ermeni Türklerine muamelesi hakkında Şükrü S. Aya tarafından “gerçeğe ulaşmak üzere tamamen özel ve kişisel araştırmalar ile” otuz yılda bir araya getirilmiş bulunan ve gerçeklerin derlemesinden oluşan bir çalışmadır. Özetle kitap, Şükrü S. Aya tarafından zaman zaman sert bir tarz ile “soykırım” suçlamasını çürütmeye yönelik hazırlanmış ikna edici bir çalışmadır. Kitap, çok sayıda gazete ya da arşivlenmiş resmi belgenin yanı sıra büyük ölçüde Ermeni yanlısı ya da tarafsız araştırmacı ve ünlü bilim adamlarından gibi çok çeşitli kaynaklardan elde edilmiş (Türk değil) içinde bulunduğumuz zamana ait ve çağdaş çok büyük bir rapor koleksiyonunu kapsamaktadır. Bütün alıntılar, geniş çaplı referanslar ve dipnotlarda tanımlanmıştır. Yazar “Türk yanlısı yabancı bilim adamları ya da hemen hemen bütün Türk tarihçiler ve zengin arşiv malzemesinden alıntı yapmaktan” kaçınmasına rağmen kitapta genel bilgi konusunda dikkate değer bir bibliyografya mevcuttur.

    Son derece dikkate değer bir çalışma olan bu kitap, ansiklopedik bir eser niteliğinde olup Batı dünyasında siyasi merkezlerde yer alan Ermeni Diasporası tarafından yaklaşık bir asırdır süren tahrik edici ve kötü niyetli suçlamalardan sonra tehdit edici şekilde çözümsüz bırakan konuyu objektif olarak anlamaya çalışan herkesin ilgisinin karşılığını vermektedir. Kitabın önsözünde tanınmış bir Türk olan Talat Halman (Uzun süren kariyerini prestijli bazı Amerikan üniversitelerinde kutlamıştır.) bu kitabın, saptırmalar ve yanlış yönlendirmeler hususunda “etkileyici bir şekilde güçlü olduğunu” ifade etmektedir.

          “Gerçeğin Soykırımı”nı tavsiye ederken bu kitap incelemesini gerçekleştirmeye duyduğum ilgiyi ifade etmeliyim. Çünkü Şükrü S. Aya’yı 1990’lı yıllardan beri değerli bir arkadaş ve kesinlikle bir liberal, kibar, sorumlu zeki bir insan, dürüst, dışa dönük ve güçlü bir hafızaya sahip ancak güvenirliği şüphe götürmez bir insan olarak tanırım. Bu kitapta bütün kanıtları incelemeyi arzu eden bir okur ile öğrendiklerini paylaşmaya kendini adamış bir insanın çalışmasını görmekteyim. Tavsiyemin arkadaşlık ilişkisi ile hiçbir bağlantısı olmadığından eminim ve bu doğrultuda, herhangi bir potansiyel okuyucuyu bu hususun bizzat keşfine davet ediyorum.

          Ayrıca, Amerikan edebiyatı profesörü olarak kaydetmelim ki, bu kitabın konusu hakkında beni bir uzman olarak nitelendirebilecek hiçbir siyasal ya da tarihsel mesleki belgem bulunmamaktadır. Bununla birlikte, yalnızca Amerika ya da Türkiye’de değil aynı zamanda Meksika, Japonya ve Birleşik Krallıkta da kitaplar üzerinde çalışarak, onları değerlendirerek ve öğreterek uzun bir mesleki kariyer yapmış bulunmaktayım. Aya’nın “gerçeği arayışı”nın doğruluk ve geçerliğinin ne denli övgüye değer olduğunu düşündüğümde, bu tecrübemi sunma gayreti içine girmiş bulunmaktayım.

          Aya, 1970’li yılların ortalarında bütün dünyada sadece “Türk oldukları” gerekçesi ile belirlenen 40 Türk diplomatın bir asır önce Osmanlı yetkililer tarafından Ermeni Türkleri karşı gerçekleştirilen sözde soykırımın intikamının alınması için öldürülmelerine duyduğu insani öfke ile “Gerçeğin Soykırımı” araştırmasına daha da yoğunlaştığı yorumunda bulunmaktadır. Bu olaylar, özellikle Hacettepe Üniversitesi’nde Fulbright bursu ile öğretmenlik yapmam sebebiyle (1970–1971) Michigan Devlet Üniversitesi’nde ilgimi çekmiş (Amerikan yanım) ve böylece Türkler ve Türkiye hakkında kifayetsiz bilgilere karşı beni ikaz etmiştir (Batılı yanım).

          “Soykırım suçu”nun geçerliği ne olursa olsun, o sıralarda suikastların bana ahlaken tamamen haksız gibi göründüğünü düşündüğümü hatırlamaktayım. Aynı Aya gibi benim de yaklaşımım reddedilmiştir; o, ancak sahip olduğu büyük saygınlıkla, okuyucunun anlamasına çok büyük ölçüde katkıda bulunan, tutkulu ama nihayette yardım etmeyi amaçlayan bir araştırma başlatmıştır.

          “Ermeni sorununa” tam olarak profesyonel nitelikte siyasi bir analiz sunmam mümkün değilse de, bu konu hakkında yıllar içinde, tedricen, mütevazı birkaç anlayış geliştirmiş durumdayım. Bunlardan ilki, son kırk yılda Türkiye ile ilgili konularda “Batılı” tarihçilerin yazdıklarını çokça okuyarak; ikincisi, Hacettepe Üniversitesi ve diğer üniversitelerde öğretmenlik yaparken son derece saygı duyduğum diğer milletlere mensup meslektaşlarımın yanı sıra çok sayıda bilgili Türk meslektaşlarımla geniş çaplı konuşmalar yaparak gerçekleşmiştir. Her ne kadar hiçbiri bu konuya Aya kadar tutkulu bir ilginin yanı sıra zamanını vermediyse de, onun olgulara dayanan sunumu bu kaynaklardan topladığım düşünceli görüşleri daha da geçerli kılmaktadır. Üçüncü olarak ise, 1990 yılında Michigan Üniversitesi’nden emekli olduğumdan beri hatırı sayılır süreler boyunca Londra’da yaşamış ve öğretmenlik yapmış bulunmaktayım ve bu bağlamda, Türk, İngiliz ve hatta Ermeni aydınlarının katıldığı Ermeni suçlamaları üzerine paneller de dâhil olmak üzere bir takım Anglo-Türk faaliyetlere katılma şansını yakaladım. Böylece, sorunun birçok veçhelerine aşina durumdayım. Katıldığım panellerin hiçbirinde ya da toplam olarak hepsinde “Gerçeğin Soykırımı”ndan daha yalın, saldırgan olmayan tarzda kanıt sunulmamıştır.

          Bu doğrultuda, bu kitabı kısa bir süre önce tekrar incelediğimde, çözümden ziyade “gerçeğe” ulaşmak üzere Şükrü S. Aya’nın kendini bu denli adadığı görevin büyüklüğünü tanımaya ve bu çalışmayı alkışlamaya hazır durumdaydım. Reddedilemeyecek gerçekleri tespit etme hususunda elde ettiği başarıdan son derece etkilenmiş durumdayım. Bundan böyle, özellikle “soykırım” suçlamaları olmak üzere “Ermeni Sorunu”na ilişkin hiçbir dürüst değerlendirmenin, bu belgede yer alan gerçekleri görmezden gelmesi mümkün değildir.

          Aya’nın bütün bu çabalarının, hatırlanan ya da hayal edilen yanlışların çarpıtılmasına dayanan nefret selini ve kendini besleyen nefreti azaltmada başarıya ulaşması umut edilmektedir. Kendini besleyen nefret, 21. yüzyılda bir yandan da çeşitli karmaşık yollarla “nefret edenlere” ve onların yanlış yönlendirilmiş destekçilerinin yanı sıra bütün suçu belki de bu yüzyılda yaşamak olan, onların Türk hedeflerine de zarar vermektedir. Kısacası, Aya’nın başarıya ulaşması için okuyucularının onun bulgularını yayması gerekmektedir. Bu ise, hem zamanı olmayan hem de günlerce 702 sayfanın üzerinden geçmek için ihtiyaç duyulacak ilgiden yoksun olanlar için bir sorun teşkil edebilecektir. Bununla birlikte, okuyucunun zamandan tasarruf etmek üzere, ilgisi ve aradığı özel bir bilgi için 30 ayrı bölüm (genellikle tanımlayıcı şekilde kabaca kronolojik sıra içinde sunulmuş) halinde düzenlenmiş bilgiye başvurması mümkün olabilecektir. Bu doğrultuda, bunun, kullanımı kolaylaştıran 1500 girişin bulunduğu bir indeks barındıran bir referans kitabı olarak kullanılması mümkündür.

          Sonuç olarak, bibliyografya, Türk dokümantasyonu ve tarihçilerine ilişkin uzun bir listeyi kapsamaktadır. Aya, bunların herhangi birini kullanmaktan kesinlikle kaçınmıştır. Aynı şekilde, Bernard Lewis, Stanford Shaw, Norman Stone, Andrew Mango, Samuel Weems, Justin McCarthy gibi bütün Türk yanlısı yabancı ve Türkkaya Ataöv gibi Türk tarihçilerden kaçınmıştır.
    Her halükarda, dayanabileceği “gerçek” için yapacağı özel araştırmada benimseyeceği kanaat her ne olursa olsun, bir okuyucu için en iyi başlama noktası, belki de çoğu kişiyi yapılan çalışmayı bir bütün olarak daha yakından incelemeye yönlendirebilecek olan bir kitapçık ya da “Birkaç Örnek Not” başlığı altında herkese açık olan bir Power Point sunumudur.

          Bu kitap Free E-library’de herkesin kullanımına açıktır. Kitap kitapevlerinde ya da üniversitelerde satılmamaktadır. Kar amacı gütmemektedir ve hiçbir sponsoru bulunmamaktadır. Bu kitabı ellerinde ya da kütüphanelerinde bulundurmak isteyenler, kitap kapağı içinde yer alan e-mail adresine (ssaya @superonline.com ) başvurabilirler.

          Kaynak:Sam S. Baskett, Profesör Emeritus, Michigan Devlet Üniversitesi, Ağustos 2008

    27.08.2008

  • Rusya ile gumruk krizinin gercek sebebi ve alinacak onlemler

    Rusya ile gumruk krizinin gercek sebebi ve alinacak onlemler

     
    01 Eylül 2008
     
       
       
     
    Sinan OĞAN
    TÜRKSAM Başkanı

    Kafkasya’da Gürcistan ile Rusya arasında yaşanan sıcak savaş bugün tüm bölgeyi ilgilendirir “Soğuk Rekabete” dönüşmüştür. Bu soğuk rekabetin birçoklarının iddia ettiği gibi bir “Soğuk Savaş”a dönüşme ihtimali zayıf görülmektedir. Ancak rekabet her geçen gün soğumakta ve bu rekabet iki ilişkilere zarar verecek düzeye gelmektedir. Türkiye’nin tüm Batı ve Rusya arasında devam eden bu soğuk rekabetin dışında kalması düşünülemezdi. Nitekim öyle de olmuştur. Türkiye başlangıcından beri bu savaş ve rekabette “tarafsız” kalmaya özen göstermesine rağmen sahip olduğu coğrafi ve jeopolitik konumu sebebiyle savaşın doğrudan ve dolaylı bütün taraflarından baskı görmeye başlamıştır.
     
    Malumunuz Türkiye ile Rusya arasında ilişkilerin tarihi seyri inişli çıkışlı bir süreç izlemiştir. Yapılan onlarca savaş ve karşıt guruplarda yer alan Soğuk Savaş döneminden sonra 1991 yılında SSCB’nin dağılmasıyla yeni bir sürece kadem basmıştır. Bağımsız Rusya Federasyonu ile Türkiye arasındaki ilişkiler sıcak başlamış ama petrol boru hatları rekabeti sebebiyle “soğuk” bir şekilde sürmüştür. İkili ilişkiler 2004 yılında dönemin Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Türkiye ziyaretiyle yeni bir döneme girmiştir. Bu dönemde rekabet yerine işbirliği fikri ön plana çıkmıştır. Ancak bu yeni dönem fazla uzun sürmemiş ve özellikle Nabucco Projesi sebebiyle yeni bir rekabet süreci başlamıştır. Türk-Rus ilişkilerinin genel seyrine bakıldığında zaten Türkiye ile Rusya’nın işbirliği yapmadığı dönemlerde hep rekabet ettiği görülmektedir.
     
    Kafkasya’da yaşanan sıcak savaş ve ardından gelen soğuk rekabetin etkilerini Türk-Rus ilişkilerinde görmeye başladığımız bu günlerde Türk-Rus ilişkileri bu krizden bağımsız olarak başka bir kriz, gümrük krizi yaşamaktadır.
     
    Rusya ile yaşadığımız gümrük krizinin birkaç boyutu bulunmaktadır. Bu boyutları sırasıyla değerlendirmek gerekir.
     
    Sorunu Nasıl tanımlayabiliriz: Türk Tırları ve ürünleri (Avrupa’dan gelse bile) Rusya gümrüğünde normal seyrine ters olarak tarife dışı bir şekilde “Kırmızı Hatta” alındığı için tırlardaki, konteynırlardaki ve diğer araçlardaki bütün mallar tek tek kontrol edilmekte ve sayılmaktadır. Bu durum uzun zaman aldığından gümrüklerde gecikmelere sebep olmaktadır.
     
    Krizin Kafkasya Savaşı İle Alakası: Rusya ile yaşadığımız bu gümrük krizinin Kafkasya savaşı ile doğrudan alakası yoktur. Zira bu kriz savaştan önce çıkmıştır ve giderek derinleşmektedir. Gümrük krizini savaşın bir sonucu olarak algılamaya kalkarsak yanlış sonuca gider, sorunun ana kaynağını göremeyiz. Bu gümrük krizi iki ülke arasında 2008 yılı başlarında başlayan gümrükleri karşılıklı tanzim etme ve “Yeşil Koridor” oluşturma çalışmalarının çıkmaza girmesinin neticesidir. Maalesef bu kriz şimdi Savaş dönemine rastgelmiş ve genelde krizin Kafkasya’da yaşanan savaş neticesinde Karadeniz’e giren ABD ve NATO gemilerine Türkiye’nin izin vermesiyle çıktığı anlaşılmaktadır.
     
    Ambargonun İlanı: Rusya Türkiye’ye karşı hiçbir zaman doğrudan ve/veya dolaylı olarak bir ambargo uyguladığını ifade etmemiştir. Bu yapılanın aslında bir ambargo olduğu, Türkiye’ye karşı bir “uyarı ateşi” olduğunu herkes bilmektedir. Ama bunu Ruslar hiçbir zaman ifade ve itiraf etmemiştir. Dolayısıyla da sizin açıktan ilan ederek bir ambargo uygulamanız diplomatik olarak doğru değildir. Eğer size gizli ambargo uygulanıyorsa siz de bunu gördüğünüzü ve masada sorunu çözme taraftarı olduğunuzu söylersiniz. Yok eğer sorun masada çözülmüyorsa bu defa diplomatik dille siz de karşılık vereceğinizi ilan edersiniz. Ancak bunu yaparken de kesin bir diplomatik dil kullanmak durumundasınız. Uluslararası ilişkilerde “bodoslama” açıklamalar genelde açıklayanın manevra imkanını kısıtlar ve açıklama yapana zarar verir.
     
    Bu Gizli Ambargoya Hangi Araçlarla Cevap Verilmez: Öncelikle şunu ifade etmek gerekir ki, Rusya’ya karşı bir ambargo uygulayacaksanız Rusya’yı iyi tanımak durumundasınız. Rusya’ya neyin zarar vereceğini iyi bilmek durumundasınız. Rusya’yı Türkiye gibi değerlendirmemek lazım. Türkiye’de özel sektörün, firmaların, hatta TIR şöförlerinin bile kamuoyu ve hükümet üzerinde baskı oluşturma etkisi vardır. Rusya’da durum farklıdır. Kamuoyunun ve şirketlerin Rusya hükümeti üzerinde herhangi bir etkisi yoktur. Dolayısıyla da Rus şirketlerine yönelik bir uygulamaya giderseniz bundan sadece Rus şirketleri ve sizin şirketleriniz zarar görür. Bu zararın etkileri bu şirketlerle sınırlı kalır. Bu durum Rus Hükümetini harekete geçirmez.
     
    Rusya ile ekonomik ve ticari ilişkiler üzerinden bir rekabet etmeniz sözkonusu değildir. Rusya ile ikili ticari ve ekonomik ilişkilerimizin yapısı buna müsait değildir. Böyle bir karşılıklı restleşmeden büyük oranda biz zarar görürüz.
     
    İki ülke arasındaki ticaret hacmine baktığımız zaman açık bir şekilde Türkiye aleyhine rakamsal bir durum söz konusudur. 2007 yılında Türkiye’nin Rusya’ya ihracatı 4 milyar 727 milyon dolar olmuştur. Bu ülkeden ithalatımız ise 23 milyar 506 milyon dolar civarında gerçekleşmiştir. Bu yılın ilk altı ayında da 3 milyar 428 milyon dolarlık ihracata karşılık 16 milyar 542 milyon dolarlık ithalat gerçekleşmiştir. 2008’in ilk dört ayında 12 milyar 756 milyonluk toplam ticaret hacmine ulaşılan Rusya, Almanya’yı geçerek Türkiye’nin birinci ticari partneri olmuştur. Dış ticaretin hacmine baktığımızda normal şartlarda biz daha çok ithalat yaptığımız için bizim uygulayacağımız ambargonun daha etkili olması gerekir. Ancak durum öyle değildir. Zira aldığımız ve sattığımız ürünlerin yapısına baktığımızda sattığımız ürünlerden Rusya vazgeçebilir ve/veya ikame edebilir. Ancak biz aldığımız ürünlerden vazgeçme ve/veya ikame etme durumumuz sözkonusu değildir. Zira aldığımız ürünlerin önemli bir kısmını petrol ve doğalgaz gibi ürünler oluşturmaktadır. Hızla gelişen ticari ilişkilerimizde bu yıl 38 milyar dolarlık bir hedef bulunmaktadır. Rus dış ticareti genel olarak fazla vermektedir. Geçtiğimiz yıl 352 milyar dolar gerçekleşen ihracata karşılık 200 milyar dolarlık ithalat yapmış Rusya. Türkiye Rusya’nın ihracatında 4. ve ithalatında ise 14. sıradadır.
     
    Türkiye’nin petrolde yüzde 40, doğal gaz yüzde 60 oranında Rusya’ya bağımlı olduğunu unutmamak gerekir. Rusya’ya ambargo uygulayacağız diye aldığımız mallardan vazgeçemeyiz. Yani önümüz kış iken ne gazı kesebiliriz ve ne de petrolünüzü almıyoruz diyebiliriz.
     
    Rusya’ya Hangi Araçlarla “Rahatsız” Edebiliriz: Rusya’yı “korkutmak” istiyorsunuz ona ticari değil, jeopolitik gerekçeler sunmanız gerekir. Tam da bu Noktada Türkiye’nin jeopolitik silahının bölgede en etkili “silah” olduğunu hatırlatmamız gerekir. Ancak Rus dış politikasında SSCB’den kalma pazu gösterme alışkanlığı olduğundan bu tür girişimlerin ters tepme ihtimali de mevcuttur ve çok iyi hesaplanması gerekir.
     
    Jeopolitik Konum: Yaklaşık iki yıl önce yazdığımız bir makalede “Karadeniz’in dünyada ABD’nin giremediği tek denizdir. ABD’nin Karadeniz’e girme girişimleri Türkiye ile Rusya’nın ortak çabaları sonucu önlenmiştir. Dolayısıyla da Karadeniz’in ve özellikle de Türkiye’nin bu bölgede önemini en iyi bilen ülke Rusya’dır. Karadeniz’e kıyısı bulunan ülkelerden Gürcistan ve Ukrayna Rusya karşıtı bir duruş sergilemektedir. Diğer iki ülke Bulgaristan ve Romanya ise açıktan Rusya karşıtı olmasalar da Amerikan yanlısıdırlar. Geriye kalan diğer sınırdaş ülke Türkiye tarafsızdır. Boğazların Türkiye’nin elinde olması, Karadeniz’e en uzun kıyı şeridinin Türkiye’de olması, Karadeniz’in en büyük askeri gücünün Türkiye olması ve aynı zamanda Türkiye’nin hem Avrupa’ya ve hem de Kafkasya’ya sınırdaş olması ona çok büyük stratejik ve jeopolitik üstünlük kazandırmaktadır. Bölgede Türkiye’nin tarafsız kalması bile Rusya için büyük avantaj sağlamaktadır. Türkiye’nin Batı yanlısı bir politika izlemesi Karadeniz’i bir anda NATO ve ABD-Batı gölü haline getirebilir. Bu Rusya’nın hiçbir şekilde arzulamayacağı bir durumdur. Dolayısıyla da Rusya’nın bölgede Türkiye’ye karşı davranışlarında hassas davranması gerekir. Rusya’nın Türkiye’nin sinir sınırlarını ölçmemesi gerektiği hatırlatılmaldır. Bunu Rusya’nın en kısa zamanda anlayacağı düşünülmektedir.
     
    Boğazlarda İş Yavaşlatma: Rusya için etkili yaptırımların bir diğeri Türk boğazlarından geçiş olabilir. Boğazlar tankerlerine ve gemilerine kapatılırsa (Bunu doğrudan kapatma olarak algılamamak lazım. Aynen Rusya’nın gümrüklerde yaptığı gibi işi yavaşlatarak) bu takdirde Rusya’nın büyük petrol şirketleri zarar görebilir. Ancak onların hükümet üzerinde kısmi bir etkisi olabilir.
     
    DTÖ: Dünya ticaret Örgütü’ne üyelik konusu bütün Batılı ülkelerin ve hatta Gürcistan’ın dahi Rusya’ya karşı uyguladığı bir ambargo ve caydırma yöntemi olduğu için bu “silahın” Rusya için pek anlamı olmayacağı düşünülmektedir. Zira bize sıra gelinceye kadar bu aracı kullanmaya hevesli en az bir düzine devlet bulunmaktadır. Rusya da bunun farkında olduğu için bu konuda restini çekmiş ve “elinizden geleni ardınıza koymayın” anlamında ifadelerde bulunmuştur.
     
    Türk ve Müslüman Kartı: Bu kart ilişkilerde kullanılması aslında hiç arzulanmayan, mecbur kalınmadıkça da başvurulmaması gereken tehlikeli bir karttır. Doksanlı yıllarda zaman zaman kullanılmış ve ilişkiler hem büyük zarar görmüş ve hem de Rusya başka kartlara özellikle de Kürt kartına el atmıştır. Bu kart Türkiye’nin başta Azerbaycan ve Orta Asya Türk cumhuriyetleri olmak üzere Rusya içerinde yer alan 20 milyon civarındaki Türk ve Müslüman bölgelerle ilişkilerin geliştirilmesi üzerine kurgulanabilir. Ama unutmamak lazım ki bu kart daha önce denenmiş ve karşılığında Rusya’nın Kürt kartını etkili bir şekilde kullandığına şahit olunmuştur. Dolayısıyla son derece tehlikeli olan bu kartın kullanılması tavsiye edilmez. Zaten iki ilişkilerin o derece kötüleşeceği düşünülmemektedir.
     
    Daha önceki domates krizleri gibi bu krizin de çözüleceği düşünülmektedir. İki ülke ilişkilerinde maalesef ki, kötü bir alışkanlık oluşmuştur. Domates krizi bile iki ülke başbakanlarının devreye girmesiyle çözülmektedir. Bu konuda da aynı metodun uygulanacağı beklenmelidir. Rusya’nın İran’dan öğrendiği krizi kontrollü yükseltme politikası böylesi dönemlerde maalesef bölgede tansiyonun yükselmesine sebep olmaktadır. Eğer Kafkasya’da savaş olmasaydı bu krizin de domates krizinden fazla bir farkı olmayacaktı. Bu sebeple tarafların böylesi hassas dönemlerde son derece temkinli ve dikkatli davranmaları özellikle önemlidir.
     
    Son Not: Dünya’da genelde ambargo uygulanan ülkeleri imkanları ile doğru orantılı olmak kaydıyla zayıf olan yanlarını güçlendirir ve kendi yerel üretimini artırma yoluna giderek dışarıya bağımlılığını azaltır. Rusya da aslında benzer bir yola başvurmayı düşünmektedir. Rusya özellikle gıda alanında dışarıya bağımlı kalmaktan rahatsızdır. Bu alanlarını güçlendirmek için fırsat kollamaktadır. Rus halkının psikolojik yapısının oluşumunda II. Dünya Savaşı’nın etkisinin büyük olduğunu dikkate alırsak aslında Rusya’ya uygulanacak bir ambargo Putin yönetimindeki Rusya hükümetinin ithal ettiği ürünlerin yerli üretimini hayata geçirmek için iyi bir fırsat yakalamış olacaklardır.
     
    Son Uyarı: Rusya ile yaşadığımız kriz, Kafkasya Savaşı ve sonrasında yaşanan soğuk rekabetle ilgili değildir. Meseli bu çerçevede tutmak ve bu çerçevede çözmek gerekmektedir. Bu krize zemin değiştirilmesi ve karşılıklı restleşmelerle krizin Kafkasya savaşı zeminine taşınması son derece tehlikeli olur. Bu taktirde kriz çıkış noktası olan gümrük prosedürü niteliğinden sıyrılarak jeopolitik bir hal alır ki, bunun diğer krizleri tetikleme ihtimali mevcuttur. Bu durumda Türkiye’nin savaşın başından beri sürdürdüğü tarafsız tutumunu bir tarafa bırakarak Kafkasya’daki savaşın tarafı haline gelebilir. Bu krizin 2 Eylül’de gelecek olan Rus Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ile görüşülerek çözülmesi Türk-Rus ilişkilerinin bundan sonraki seyri açısından son derece önemlidir.
    .
    .
    TÜRKSAM Başkanı Sinan OĞAN’a
                   +90 536 569 8191         nolu telden doğrudan ulaşabilirsiniz.

  • ‘Gül’ün ziyaretine çok önem veriyoruz’

    ‘Gül’ün ziyaretine çok önem veriyoruz’

    Murat Yetkin

    ERİVAN- Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sargisyan, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e 6 Eylül’deki milli futbol maçını Erivan’da birlikte izleme davetini yineleyerek, bu maçın iki ülke arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi için bir fırsat olarak gördüğünü söyledi. İlişkilerin geldiği noktanın her iki ülke liderliklerini önemli kararlar almanın eşiğine getirdiğine inandığını söyleyen Sargisyan, “Önemli kararlar kolay alınmıyor. Bu kararlara Ermenistan’da da, Türkiye’de de karşı çıkanlar olacaktır. Ancak olumlu kararların her iki ülke haklının çoğunluğu tarafından destekleneceğinden eminim dedi. Sargisyan şöyle devam etti:

    “Olumlu izlenimler, olumlu kararların alınmasında önem taşır. Kamuoyu önünde konuşmakla, karşınızdakinin gözlerinin içine bakarak konuşmak ayrı şeylerdir. Bu gezinin çok önemli olduğuna inanmasam, Sayın Gül’e daveti yapmazdım”.

    Ermenistan Cumhurbaşkanı Sargisyan’ın Radikal’in sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

    Türk ve Ermeni milli futbol takımlarının 6 Eylül’deki karşılaşması, en azından bölgemizde şimdiye dek rastlanan en siyasi spor olayı olarak nitelenebilir. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü maçı birlikte izlemeye davet ederken siyasi olarak beklentiniz neydi?
    Öncelikle, benim amacım Ermenistan ve Türkiye arasındaki ilişkilerin geliştirilmesiydi. Seçilmemin ardından Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün gönderdiği kutlama mesajında ilişkilerin geliştirilmesi imkânından söz ediliyordu. Daha sonra Başbakan Tayyip Erdoğan da diyalog için kapıların açık olduğundan söz etmişti. Ben de karşılık olarak bu fırsatı değerlendirmeye karar verdim. İyi spor olayı var önümüzde. Milli futbol takımlarımız tarihimizde ilk kez karşı karşıya gelecek. Bu ilişkilerimizin gelişmesi için de iyi bir fırsat verebilir. Sonucun ne olacağı önemli değil; umarım izleyenlerin zevk alacağı iyi bir karşılaşma olur. Heyecan yüksek olacak. Bu karşılaşma ilişkilerimizde fevkalade bir hadise olacak, umarın Ermenistan-Türkiye Cumhurbaşkanlarının varlığıyla da fevkalade olur. Bizler komşuyuz ve komşu olmaya devam edeceğiz. Sanıyorum, her iki halk için de normal ilişkileri içinde olmak daha faydalıdır. Sayın Gül’e davetimi bu çerçevede yaptım.

    Bu davete ilişkin Ankara’da bazı endişeler mevcut; sınır konuları ve Cumhurbaşkanı Gül’ün Erivan’da karşılaşabilecekleri üzerindeki soru işaretleri gibi. Bu endişeleri görüyor musunuz, hak veriyor musunuz?
    Hiçbir endişe olmamalı. Lojistik ve teknik hazırlıklar bir yana, bir devlet başkanı davet ettik ve devlet başkanına yakışır şekilde karşılanması için her türlü önlem düşünüldü.
    Daşnaksütyun Partisi ile görüştüm ve onlar bu davetinize karşı çıkıyorlar. Erivan’a geldiği takdirde Gül’e seslerini duyurmak için ellerinden geleni yapacaklarını söylüyorlar. O nedenle bu soruyu sordum.

    Seslerini duyurmak için yapacaklarının bu tip resmi ziyaretler için kabul edilebilecek davranışların dışına çıkmayacağını düşünüyorum. Medeni olmayan davranışlar içinde olanların bu tavırlarını Gül’den önce Ermenistan’a ve kendime yapılmış sayarım; çünkü davet eden benim.

    Türkiye, Azerbaycan ve Gürcistan arasında enerji ve ulaştırma alanında barış ve istikrar oldukça bölgedeki refahı artıracak projeler konusunda ne düşünüyorsunuz? Ermenistan bu projelere katılmak ister mi? Bir gün Türkiye’de Azeri ve Gürcü liderler gibi karşılanmayı ve Türk liderlerin Erivan davetini tereddütsüz kabul edeceğini düşünüyor musunuz?
    Biliyor musunuz, bugüne kadar uygulanan bölgesel projelerden iki ders çıkardım. Birincisi, eğer bölgedeki bütün ülkeler katılmıyorsa, ya da biri dışlanıyorsa, bu yeni bölünme hatları ortaya çıkarıyor. İkincisi, bu projelerde siyasi mülahazalar ekonomik olanların önüne geçerse, projeler olması gerektiği kadar başarılı olamıyor. Bu projelerden birinde adeta araba atın önüne koşuluyor.

    Hangi projeden söz ediyorsunuz?
    Örneğin, (Bakü-Tiflis ve) Kars demiryolu… Böyle bir demiryolu zaten var. (Ermenistan’la sınır kapalı olduğu için kullanılmayan hattan söz ediyor-MY) Çok az bir masrafla işler hale getirilebilir. Ermenistan’ı dışarıda tutmak için büyük miktarlar harcanıyor.

    Ermenistan liderlerinin Türkiye ziyaretleri geçmişte oldu. ben de değişik konumlarda birden fazla defa Türkiye’yi ziyaret ettim. Komşuların birbirini ziyaretinin doğal olduğunu ve bunun karşı tarafa bir lütuf gibi algılanmaması gerektiğini düşünüyorum. Zaten bunun olmasına çalışıyoruz.

    Cumhurbaşkanı Gül, Bakü-Tiflis-Kars demiryolu bağlantısı töreninde, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ve Gürcistan Cumhurbaşkanı Mihail Saakaşvili ile birlikteyken, uluslar arası hukuka saygı duyması halinde Ermenistan’ın da bu projelere katılabileceğini söyledi. Sizce 1921 anlaşmasıyla oluşan mevcut sınırdan mı söz ediyordu?
    Sanıyorum bunu Gül’e sorarsanız daha net bir yanıt alırsınız. Ancak şunu söyleyebilirim: Ermenistan Birleşmiş Milletler anlaşması başta, pek çok uluslararası anlaşmanın tarafıdır ve uluslar arası yükümlülüklerine saygılıdır.

    Daha açık sorayım. Ermenistan’da Türkiye’nin bir kısmını ‘Batı Ermenistan’ olarak adlandırıp, Sevres anlaşması uyarınca toprak talep edilmesini isteyen çevreler var. Sınırlarınızı tartışan komşularınızla tam diplomatik ilişki kurmanın kolay olmadığını takdir ediyorsunuzdur. 1921 Kars anlaşmasının meşruiyeti ve tanınması konusunda görüşünüz, resmi tutumunuz nedir?
    Herhangi bir Ermenistan yetkilisinin toprak talebinden söz ettiğini hatırlamıyorum. Ama bunu karşı taraftan (Türkiye’yi kast ediyor-MY) duyuyorum. Münferit ifadeleri temel almanın doğru olmadığını düşünüyorum. Ona bakarsanız Türkiye’de Ermenistan diye bir ülkenin aslında mevcut olmadığını söyleyenler bile var. Biz Türkiye ile ilişkilerde hiçbir önkoşul bulunmamasını istiyoruz.

    Doğu-batı Ermenistan ifadesi üzerine kaygıları Türk yetkililerden de duydum. Bana garip geliyor; çünkü bunlar 19’uncu yüzyılda kullanılmış coğrafi deyimler. Geçmişte kalan bu ifadeyi unutmak ve silmekte ısrar, Sparta’nın, Rus İmparatorluğu’nun, Osmanlı İmparatorluğunun, tarihte kalmış daha pek çok coğrafi deyimin mevcudiyetini reddetmeye benziyor. Eğer resmi siyasetimiz bu olsaydı, adımız Ermenistan Cumhuriyeti değil, Doğu Ermenistan Cumhuriyeti olurdu. Hiçbir Ermenistan yetkilisinin böyle bir iddiası olmamıştır. Diplomatik ilişki kurulduğu takdirde bu konular daha kolay konuşulur. Bakın Rusya’nın, Çin’le, Japonya ile sınır konuları var, ama bu diplomatik ilişkiye engel olmuyor.

    Sizin Gül’ü davetinizden bu yana Kafkaslar’da Gürcü-Rus ihtilafı gibi ciddi gelişmeler meydana geldi. Rusya’nın Gürcistan’dan kopan Güney Osetya ve Abhazya’ya verdiği destek konusunda ne düşünüyorsunuz?
    Gerçekten de sayısız can kaybına neden olan trajik olaylar meydana geldi. Bu bir kez daha silahlanma yarışının bu gibi konularda nelere yol açabileceğini gösterdi. Biz bu gibi konuların müzakerelerle çözülmesinden yanayız. Halkın serbest iradesiyle kendi kaderini tayin hakkının dikkate alınmasından yanayız. Ne yazık ki olaylar tırmanacak gibi görünüyor ve bu hiç hoşumuza gitmiyor. Biz Rusya Devlet Başkanı Dimitri Medvedev ve AB adına Fransa Devlet Başkanı Nicolas Sarkozy’nin üzerinde anlaştıkları planın uygulanmasının barış ve istikrar getireceğine inanıyoruz. Barış ve istikrar bizim için çok önemli. Her şey bir yana, ticaretimizin yüzde 70’inden fazlasını Gürcistan üzerinden yapıyoruz.

    Rusya’nın Gürcistan’daki demiryolu köprüsünü bombalaması sonucu Erivan’da benzin sıkıntısı başladı değil mi?
    Doğru. İki gün içinde sorunun çözüleceğini umuyorum. Bölgede istikrarsızlığın Ermenistan’ın yararına olmadığı açık bir gerçek. Bu bizim istikrara ihtiyacımız olduğunu gösteriyor. İstikrarsızlığın üç ay, ya da üç yıl uzaması, sorunlarımızı daha da artıracak.

    Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Kafkaslarda İstikrar ve İşbirliği Platformu önerisine Dışişleri Bakanının Edward Nalbandian olumlu tepki verdi. Bu konudaki siyasetinizi biraz daha ayrıntılandırır mısınız?
    Ermenistan’ın Dişişleri Bakanı olarak Nalbandian, Erdoğan’ın bölgede istikrar ve güvenlik için diyalog  üzerine sözlerini olumlu karşıladığını açıkladı. Dışişleri Bakanımızın çok doğru bir adım attığına inanıyorum. Öneriyi aldığımız zaman, ayrıntılarını inceleyeceğiz ve tutumumuzu açıklayacağız.

    Hem Azerbaycan, hem de Türkiye ile ilişkilerinizde sorun olan Dağlık Karabağ konusunun kısa zamanda çözüleceğini düşünüyor musunuz? Azerbaycan’la anlaşmanızın bölgedeki siyasi ve ekonomik işbirliğinin düzeyini artıracağını görebiliyor musunuz?
    Azerbaycan Cumhurbaşkanı Sayın Aliyev ile 6 Haziran da St Petersburg’ta yaptığımız görüşme olumlu geçti. Her ikimiz de Madrid İlkeleri konusunda çalışmak üzere dışişleri bakanlarımıza talimat verdik; şimdiden üç kere biraya geldiler. Umuyorum kısa sürede bir çözüm bulacağız.

    Yaklaşık bir tarih verebilir misiniz?
    Azerbaycan’daki seçimlerden önce bir tahminde bulunmak doğru olmaz. Seçimlerden sonra gelişmeleri göreceğiz.

    Güney Osetya ve Abhazya’daki durumlarla Dağlık Karabağ’daki durum arasında bir benzerlik görüyor musunuz? Halkın kendi kaderini tayin hakkının dikkate alınması gereğinden söz ettiğiniz için soruyorum.
    Bütün bu ihtilafların benzerlikleri ve farklılıkları vardır. Benzerlikler ve farklar üzerinde durmaktansa, çıkarılacak dersler üzerinde durmamız gerektiğini düşünüyorum. Sorunları askeri yöntemlerle çözme girişimlerinin önceden kestirilemeyecek tehlikeli sonuçlar doğurduğunu görüyoruz. (Gürcistan’da) kaç kişinin bu harekete kalkışmadan önce böyle sonuçlarla karşılaşabileceklerini gördüğünü merak ediyorum. Çok dikkatli olmalıyız.

    Dışarıdan bakıldığında Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin yıllardır soykırım sorununda kilitlendiği görülüyor. Sizce bu doğru mu? Sizce Türkiye, öncesi ve sonrasıyla 1915’deki trajik olayları soykırım diye tanımadıkça ilişkiler ilerlemeyecek mi? Bu bir önkoşul mu?
    Dünya üzerinde soykırım olmadığına inanan bir tek Ermeni bulamazsınız. Ancak soykırımın tanınmasını Türkiye ile ilişkilerimizin gelişmesinde bir önkoşul olarak asla görmüyoruz. Zaten bu yüzden Türkiye ile hiçbir önkoşul olmadan diplomatik ilişki kurmaya hazır olduğumuzu söylüyoruz.

    1915’te aslında neler olduğunu araştırmak için bir tarih komisyonu kurulması üzerine ne düşünüyorsunuz? Ermeni tarafının önerdiği üzere bir ilişkilerin normalleştirilmesi komisyonuyla tarih komisyonunun birbirine paralel olarak yürütülebilir mi sizce?
    Sanırım bu konuda da yeni bir bakışa ihtiyacımız var. Çünkü ben şimdiye dek devletler arasındaki sorunların çözümü için devletlerin dışında bir komisyon kurulmuş olduğunu hatırlamıyorum. En iyi çözüm, diplomatik ilişki kurmaktır. Böylelikle hükümetler arasında kurulacak bir komisyonun altında çok sayıda alt komisyon ve grup kurulabilir. Daha önce ABD’de benzeri komisyon kuruldu. Sonuç verdi mi? İkincisi, uzmanlarınız, bilim adamlarınız için normal çalışma koşulları oluşturmanız gerekir. Bunun için de normal diplomatik ilişkileriniz olması gerekir. Diplomatik ilişkilerinizin olması ve olmaması halinde yürütülecek çalışmalar birbirinden tamamen farklı olur.

    Türkiye ve Ermenistan arasında devam eden kapalı diplomatik görüşmelerin bir sonuç getireceğine inanıyor musunuz?
    Tabii ki; sonuç getireceğine inanmasan desteklemem imkânsız olurdu. Ama bu görüşmelerin ötesinde, inanıyorum ki, ilişkilerin seyri, bizlerin, iki ülke liderlerinin karar alabilecek aşamaya geldiğimizi gösteriyor. Bunlar kolay kararlar olmayacaktır. Ermenistan ve Türkiye toplumun tamamı bu kararları onaylamayacaktır. Ama eminim ki, olumlu çözümler toplumların çoğunluğu tarafından desteklenecektir. Bununla diplomatların çabasını kast etmiyorum, genel atmosferi kast ediyorum. Gül’ün kutlama mesajı, Erdoğan’ın sözleri, benim Gülü davetim, hatta sizinle yapmakta olduğumuz bu söyleşi bile bu atmosferin bir parçası. Bu anlamda kararlar alma aşamasına gelmekte olduğumuza inanıyorum.

    Gül’ün Erivan’a gelip gelmemesi bu durumu nasıl etkileyecek?
    Önemli olduğuna inanıyorum. Çünkü insanlar önemli kararlara kolay varamıyor. Kişisel ilişkiler önem taşıyor. Kamuoyu önünde konuşmakla, karşınızdakinin gözlerinin içine bakarak konuşmak ayrı şeylerdir. Bu gezinin çok önemli olduğuna inanmasam, Sayın Gül’e daveti yapmazdım.

    Bizler komşuyuz. Tarihimizde zor zamanlardan geçtik. Ama Ermenistan ilişkileri geliştirmeye hazırdır. Türkiye’den de aynısını bekliyoruz.

    Not: Bu söyleşi Ermenice/İngilizce tercüme olarak yapılmıştır.

  • BAGIS, ALBRIGHT ILE GÖRÜSTÜ

    BAGIS, ALBRIGHT ILE GÖRÜSTÜ


    Wednesday, 27 August 2008

     

     

     

     

    ALBRIGHT KIMDIR
    YORUM ———

    From: GUSAN YEDIC  <Gusan7C@aol.com>
    Sent: Thursday, August 28, 2008 2:25 AM
    Subject: DEMOKRAT PARTI KONGRESINE DAVET EDILEN BAGIS, DENVER’DA ALBRIGHT ILE GÖRÜSTÜ

     

    NED ve NDI kuruluslarinin kimleri temsil ettigini, nasil calistiklarini, amaclarinin ne oldugunu, degerli arastirmaci Sayin Mustafa Yildirim’in “Sivil Orumcegin Aginda” kitabini okuyan herkez bilmektedir.
    Ayrica Madeleine Albright’in, Clinton doneminde, PKK’lilarin dahil oldugu bolucu Kurd kesimine yonelik, Turkiye’yi sikayet ederek ilticada bulunmak isteyenlere, Turkce basvuru formlari bastirarak, Istanbul Amerikan Konsoloslugu tarafindan yardimda bulundugunu da, rahmetli Necip Hablemitoglu’nun “Seriatci Teror ve Batinin Kiskacindaki Ulke Turkiye” kitabini okuyanlariniz biliyordur. Bilmeyenler asagidaki linke tiklayarak bu metne bakabilirler.

    Demokrat Parti’nin kemik kadrosunu teskil eden Madeleine Albright’in yanina Yunan ve Ermeni Lobisi’nin Obama, Biden ve Pelosi gibi aslarini da ekledigimiz zaman, kare asi tamamlamis olmaktayizdir.

    Dort kart atip flos yakalarim hayali ile devam edenler, ya pokeri bilmiyorlar yahut da, NDI ve NED icin calisiyorlar demektir. Ucuncu bir ihtimal yok !

    Saygilarimla,

    Gusan Yedic

  • Azerbaycan, Ermenistan’la barış istiyor

    Azerbaycan, Ermenistan’la barış istiyor

    Murat Yetkin

    Azerbaycan’ın Ankara Büyükelçisi Zakir Haşimov, Türkiye’nin Kafkaslar İstikrar ve İşbirliği Platformu önerisine olumlu baktıklarını, ancak bunun nasıl uygulanacağını saptamak için ayrıntılı görüşmelere ihtiyaç duyduklarını söyledi.
    Haşimov bu ayrıntıların neler olduğu konusuna girmek istemiyor. Ancak Bakü’nün asıl sorununun Ermenistan’ın Dağlık Karabağ bölgesini ve ayrıca Karabağ bölgesi dışında Azerbaycan toprağı Şuşa-Laçin bölgelerini 1992’den bu yana işgal altında tutması olduğu biliniyor. Azeriler, Ermenistan’la işbirliğinin topraklarındaki işgalin sona ermesi ile mümkün olabileceğini söylüyor. (Bilindiği gibi Türkiye de Ermenistan’ın Azeri topraklarını işgalini protesto ederek sınırı kapatmıştı. Sınır halen kapalı ve Ankara ile Ermenistan arasında diplomatik ilişki yok.)
    Bir Azeri kaynağı, bu durumda dahi Ermenistan’la anlaşma sağlayacak her teklife açık olduklarını söylüyor.
    Aslında Büyükelçi Haşimov’un söyledikleri de bunu doğrulayacak yönde. Haşimov, “Ermenistan’dan hâlâ bir yanıt alabilmiş değiliz” diye devam ediyor; “Topraklarımızdan çıkmaları talebini AGİT de paylaşıyor. Azerbaycan Dağlık Karabağ konusunu barışçı olarak halletmek istiyor. Ermenistan’la görüşmüyor değiliz; ikili, çok taraflı, sürekli görüşüyoruz. Bütün imkânları, her yolu denemek, barışçıl çözüm için denenmemiş hiçbir yol bırakmamak istiyoruz.”
    İki ülke arasında bu amaçla Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı ve Minsk Grubu çerçevesinde çoklu görüşmeler sürüyor.
    Konu Başbakan Tayyip Erdoğan’ın 21 Ağustos’taki Bakü ziyareti sırasında Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ile görüşmelerinde de ele alındı. Erdoğan bu görüşme sonrasında Aliyev’in Kafkaslar Platformu önerisine olumlu baktığını söyledi.
    Erdoğan’ın Bakü’ye gitmesi öncesinde Dışişleri Bakanı Ali Babacan ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice,  AB Dönem Başkanı Fransa’nın Dışişleri Bakanı Bernard Kouchner, Almanya Dışişleri Bakanı Frank Walter Steinmeier, Avrupa Konseyi Dönem Başkanı İsveç Dışişleri Bakanı Carl Bildt ve AGİT Dönem Başkanı Finlandiya Dışişleri Bakanı Alexander Stubb ile telefon görüşmeleri yapmıştı. Erdoğan-Aliyev görüşmesinden bir gün sonra
    Babacan Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’u arayarak, Kafkas Platformu konusunu (Erdoğan’ın 13 Ağustos Moskova ve 14 Ağustos Tiflis temasları ardından) bir kez daha gündeme getirmişti. Dün Moskova’da Türk ve Rus heyetleri arasında, Ermenistan’ın oluşuma nasıl dahil edilebileceğini de içeren görüşmelerin kapısı böyle aralanmıştı.
    Azerbaycan’ın Ankara Büyükelçisi Haşimov’un “Detaylı görüşmeler yapmamız gerekiyor” demesi, Türk dışişleri kaynaklarınca da doğrulanıyor. Önümüzdeki günlerde Türk ve Azeri heyetleri bu konuda bir araya gelebilir.
    Burada, Haşimov’un Ermenistan konusundaki (Türkiye’deki çoğu çevreden daha ılımlı olan) görüşleri dikkat çekiyor: “Türkiye ile Gürcistan ile büyük projeler yapıyoruz. Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı, doğalgaz hattı, şimdi Bakü-Tiflis-Kars demiryolu bağlantısı. Ermenistan bütün bu projelerin kenarında kalmış. Halbuki Türkiye ve Azerbaycan ile doğru dürüst ilişki kurabilseydi, neden bunların dışında kalsın? Ben bunu söylerken demiyorum ki, hatlar oradan geçerdi, ama barış olsa, zenginlik de olur, Ermenistan da bundan faydalanırdı. Hâlâ da faydalanabilir, ama Türkiye ile bizle doğru dürüst bir ilişki kurması lazım.”

    Gül, Erivan’a maça giderse?
    Ermenistan’ın yeni cumhurbaşkanı Serzh Sargsyan’ın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü iki ülke milli futbol takımları arasında 6 Eylül’de Erivan’da oynanacak Dünya Kupası eleme
    maçını birlikte izlemeye çağırması bölgede tartışma konusu olmayı sürdürüyor.
    Ankara henüz bu konuda görüş oluşturmuş değil. Ama ilk ağızdan ‘hayır’ yanıtı verilmemiş
     olması bile kapının açık olduğunu gösteriyor.
    CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, Gül’ün Erivan’a maça gidişinin Azerbaycan’ı küstürmemesi gerektiğini söylemişti. Bu aslında toplumda yaygın bir temenni.  Yani Gül’ün Ermenistan’a maç seyretmeye gitmesinin yadırganmasından çok, Azerbaycan’ın küstürülmemesi kaygısı öne çıkıyor. Türk-Azeri ilişkilerinin yakınlığı düşünüldüğünde bu da doğal karşılanmalı.
    Peki Azerbaycan yönetimi bu konuya nasıl bakıyor? İşte Azerbaycan Büyükelçisi Haşimov’un  yanıtı:
    “Bu konu sayın Cumhurbaşkanı’nın takdiridir. Biz buna karışmayız”.
    Sonra bir an duraksıyor ve kahkahalar içinde patlatıyor: “Ama biz Azeriler her zaman Türkiye’yi tutarız. Türk takımına başarılar”.
    Mehmet Ali Bayar dün Milliyet’te Devrim Sevimay’ın sorularını yanıtlarken, Çince’de ‘kriz’ ile ‘fırsat’ kelimelerinin aynı olduğundan yola çıkıp, Gürcistan-Rusya krizinin bölgede yeni fırsatlar doğurduğunu söylüyordu.
    Zenginleşmek ve güçlenmek için barış ve istikrara, onun için de uzlaşmaya ihtiyacı olduğunu gayet iyi kavramış görünen Azerbaycan, bölgedeki değişim rüzgârlarına açık izlenim veriyor.

  • ERMENISTAN AZERBAYCAN’DAN CIKSIN, SOYKIRIM MASALINI BIRAKSIN, TURKIYE KAPILARI O ZAMAN ACAR

    ERMENISTAN AZERBAYCAN’DAN CIKSIN, SOYKIRIM MASALINI BIRAKSIN, TURKIYE KAPILARI O ZAMAN ACAR

    CALIFORNIA
    Işıl Öz

    ONSOZ:

    Sevgili dostlar. FIFA 2010 Dunya Kupasi elemeleri cercevesinde 6 Eylul 2008 de programlanan Turkiye-Ermenistan futbol karsilasmasi yaklasti ya, Ermenistan halkla iliskiler atagina kalkti. Sapkadan boyuna tavsan cikariyorlar. Once Cumhurbaskani Gul’u davet ettiler, “aman gel, dostluk kazansin” dediler. arkasinda Ermeni yanlisi Turk yazarlara yazilar yazdirttilar ki boyle yazarlarimiz Istanbul’un isgalinde de olmustur.

    Hesaplari su: Gul giderse, “Bakin, Turkiye ayagimiza geldi, baskilarimiza boyun egdi, artik kontrol bizde” mesajini dunyaya yayacaklar.

    Yok, Gul gitmezse, o zaman da “Bakin, Ermenistan surekli baris cagrilari yapiyor ama Turkler bir turlu uzlasmiyor… Turkler baris dusmani… “ temasini isleyecekler.

    Oyleyse bu davet, Ermenistancilara gore tam bir “kazan-kazan” diplomasi hamlesi.

    Ama kazin ayagi oylemi?

    Gorelim bakalim. Siz degerli okurlarimdan ricam once asagidaki Amberin Zaman adli bir gazetecinin yazdigi yaziyi okumanizdir. Ardindan da benim yorumlarim gelecek. Gosterdiginiz sabir ve caba icin simdiden tesekkur ederim:

    ***

    AMBERIN ZAMAN, ERIVAN, ERMENISTAN’DAN ANKARA’YA HITAB EDEN SU ACIK MEKTUBU YAZIYOR:

    Sayın Cumhurbaşkanım (Abdullah Gul),

    Dün akşam kulaklarınız epey çınlamış olmalı. Zira 89 yaşında bir ihtiyar delikanlı, Hovanes Bardakjian ile sizden bolca, -Türkçe- söz ettik. Ağrı Dağı’na nazır geniş bir terasta ailesiyle birlikte oturuyorduk. Masa, Kayserilileri kıskandıracak lezzette ‘basturmalar’, ‘dolmahlar’ ‘padelcanlı kebaplar’ ve daha sayamayacağım kadar Anadolu mutfağından, yani ortak mutfağımızdan yemeklerle bezeliydi. Söz elbet de Erivan’da 6 eylül gecesi gerçekleşecek olan Türkiye-Ermenistan Milli Maçı’na geldi. Biz sohbet ederken maçın oynanacağı Hrazdan stadında, genç milli takımlarımız karsılaşıyordu. Yani Türk bayrağı statta dalgalanıyordu. Maç 2-1 Ermenistan’ın lehine sonuçlandı. (BildiC4imiz kadarıyla genç millilerimiz herhangi bir çirkin olayla karşılaşmadan kendilerini bekleyen Türk Hava Yolları uçağıyla kazasız belasız memlekete döndü.)

    Hovanes Bey’e sordum: “Sizce Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül 6 eylüldeki milli maça gelse iyi olur mu?” Hiç tereddüt etmeden “Tabii ki iyi olur,” dedi ve şöyle devam etti: “Abdullah Gül’ü ben çok severim. Kendisi yumuşak ve muhabbetli bir insan, başımızın üstünde yeri var. Biz barış istiyoruz.”

    Hovanes Bey 1919 yılında Maraş’ta doğmuş. Üç aylıkken ailesi binlerce Ermeni ile birlikte Suriye’ye göç etmek zorunda bırakılmış. Genç annesi yolda bitkin düşüp bebeğini yol kenarına bırakıvermiş, aynı köyden komşuları bebeği görüp kurtarmışlar. Bu acı mazisine rağmen memleketi Maraş’ı merak edip Türkçe öğrettiği çocukları ile Türkiye’ye defalarca dönmüş. “Çamurdan olsun Maraşlı olsun” diyor Hovanes Bey, hemşerileri için. Ardından aniden beliren bir mandolini eline alıp çalmaya koyuluyor.

    “Çanakkale içinde vurdular beni
    Ölmeden mezara koydular beni
    Oy gençliğim eyvah”

    Sayın Cumhurbaşkanım,

    Bir yıldır hayatımın yarısını Ermenistan’da geçiriyorum. Bir Türk olarak sadece sevgi ve ilgi ile karşılaştım. Hovanes Bey gibi birçok insan, birçok Anadolulu tanıdım. Ezici bir çoğunluğu Türk-Ermeni ilişkilerinin normalleşmesini, sınırlarımızın açılmasını istiyorlar. Ve birçoğu bu yönde milli maçı ve size yapılan daveti tarihî bir fırsat olarak algılıyorlar. Örneğin Erivan’ın ana caddelerinde biri olan Tumanyan’da lahmacun satan ‘Ayıntablı’ Sarkis Bey “Maça gelen bütün Türk seyircilere lahmacun, ayran bedava” diyor heyecanla.

    Sayın Cumhurbaşkanım,

    Sizin gelişinizi her iki tarafta da istismar edecek, kendilerine malzeme edecek ufuksuz politikacılar, Kemal Kerinçsizler çıkacaktır. Siz onlara aldırmayın. Çirkin olay çıkarmış, gösteri yapılırmış, bunlara lütfen aldırmayın. Bildiğiniz gibi sizin gelişinize tepki koyan milliyetçi Taşnak Partisi, sizi davet eden Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan’ın hükümetteki küçük20ortağı. Bu yılki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde oylarının sadece yüzde altısını aldılar. Kaldı ki aralarında gelişinizi onaylayanlar da var. Her halükârda, hükümet yetkilileri herhangi bir tatsızlığın çıkmaması için her türlü tedbiri zaten alacaktır. Neticede, bir iki gösterici çıkıp Türkiye’yi protesto etse dahi ne olur ki. Demokrasi’nin raconu diyerek güler geçeriz.

    Sayın Cumhurbaşkanım,

    ‘Kardeş Azerbaycan ne der’ sorusuna gelince, Kafkasya’daki son kriz artık bölgesel barışın ne kadar ivedi olduğunu herkesin gözleri önüne serdi. Bakü-Ceyhan boru hattındaki patlama yüzünden Azerbaycan haftalardır petrolünün önemli bir kısmını ihraç edemiyordu. Rus kuvvetlerinin geçtiğimiz günlerde Tiflis yakınlarındaki demiryolu köprüsünü tahrip etmesiyle birlikte Azerbaycan artık demiryoluyla Gürcistan’ın Karadeniz limanlarına taşınan petrolünü de satamıyor. Oysa Bakü-Ceyhan hattının Ermenistan üzerinden yedek bir çıkışı olsaydı bu kadar sıkıntı yaşanmazdı.

    Köprünün uçurulması aynı zamanda Ermenistan’ı da kritik bir durumla karşı karş1ya getirdi. Ermenistan’ın kullandığı mazot ve uçak yakıtının neredeyse hepsi Gürcistan limanları üzerinden geliyor. Tükettiği tahılların da çoğu aynı güzergâh üzerinden geliyor. Ancak krizin patlak vermesiyle birlikte sevkıyatlar önemli ölçüde durdu. Bu durumda İran haricinde Ermenistan’ı dünyaya bağlayan bütün yollar tıkanmış bulunuyor.

    Sayın Cumhurbaşkanım,

    Ben diyorum ki, ve burada birçok insan diyor ki, en azından geçici olarak Türkiye Kars -Gümrü demiryolu hattını yeniden açsa. Böylece sadece Ermenistan’ı değil, Gürcistan ve Azerbaycan’ı da kriz çözülene dek rahatlatmış oluruz. Özellikle Gürcistan’ın mahsur kalan bölgelerine, Gori’ye, demiryoluyla yardımın ulaşmasını sağlamış oluruz. Türkiye gibi büyük bir devlete de yakışan bu değil mi ‘

    Sayın Cumhurbaşkanım,

    Şüphesiz bütün bunlar Ankara’da tartışılıyordur. Belki de bu sütun yayımlandığında bu meselelerle ilgili birçok karar alınmış olacaktır.

    Yine de sizlere buradan seslenme ihtiyacını duydum. Geniş ufkun uza, iyi yüreğinize güveniyor, sizi 6 eylül gecesi Erivan’da bizlerle görmeyi umuyorum.

    En derin saygılarımla,

    Amberin Zaman.

    ***

    Ergun Kirlikovali’nin yanit/yorumu:

    AMBERIN ZAMAN YA GERCEKLERI BILMIYOR, YA YALAN YAZIYOR, YA DA ALDATILIYOR

    Once Tarih: Tehcir 30 Mayis 1915 te Osmanli Bakanlar Kurulu onayi ile yayinladiginda henuz tek Ermeni bavulunu toplamamisti (Bakiniz Dr. Kemal Cicek’in “Belgelerle 1915-1916” kitabi.) Tehcir 9-10 ay kadar surdukten sonra yavasladi ve 1916 ortalarina gelindiginde durdu. Oyleyse, bu Ermeni’nin 1919 de Maras’tan surulmus olmasi dogru olamaz.

    Su olabilir:

    Osmanli Mondros’u ateskes anlasmasini 30 Ekim 1918 de imzaladi. Bu anlasmada Guneydogunun isgali diye hicbir madde yoktu, oyleyse mumkun degildi. Ama Ingiliz anlasmayi filan dinlemedi. Urfa, Maras, Antep ve civarina Aralik 1918 ve Ocak 1919 itibarile yerlesti. Bu Ingiliz askeri hamlesi en cok da Fransizlari rahatsiz etti . Cunku 1916 Sykes-Picot (Ingiliz-Fransiz) gizli anlsamasina gore Irak Ingiliz’e, Suriye ve Gunyedogu Anadolu Fransiz’a kalacakti.

    Fransiz protesto etti, bastirdi ve Ingiliz Ekim 1919 da bu bolgelerden cikmayi kabul etti. Fransiz Adana merkez olmak uzere “Kilikya”ya zaten yerlesmisti ve oradan Urfa, Maras, Antep’e uzanmasi, Ingiliz birliklerinden bu kentleri devralmasi zor olmadi.

    Bu siralarda oralardaki Ermeni halk Musluman halka cok zulum yapiyordu. Hele bir de Fransiz uniformasi altindaki “Ermeni lejyoner abileri” de gelince, durum Muslumanlar aleyhine resmen dayanilmaz bir hal aldi. Once Urfa ve Maras patladi ve Fransiz askerini ve onun yardakcisi Ermenileri tekme tokat kovdular. Arkasindan Fransizlarin ”en buyuk mukafat” olarak gordukleri Antep’teki silkinmeye geldi sira. 1920 Nisanindan baslayan, 10 ay suren, dunya tarihinin bir esini daha gormedigi inanilmaz bir savunmayi gerceklestiren Antep sonunda harap ve bitap dustu, direnc kirildi, Fransiz kente girdi. “Cekirdek ekmegi”, “tahtadan top”, “halk fabrikalari”, “Sahan bombasi” ,“Dokurcum”, “Karayilan”, Sahin Bey”, ve daha nice boyle Antep terimlerini bilmeyenler bunlari mutlaka arastirsin ve ikinci bir Canakkale olan Gaziantep’e saygiyla sapka cikarsin. ( Bakiniz: Adil Dai, “Antep Savunmasi”, Gaziantep, 2002.)

    Fransa, artan Turk baskilarina daha fazla dayanamadi ve sonunda 1921 de Mustafa Kemal’in askerleri ile baris imzalayip gitti. Iste bu anda panige kapilan, kendilerini Fransizlar tarafindan satilmis hisseden bolge Ermenileri de Fransiz’in pesine takilip ulkeyi terketti. Bir kismi Suriye, Lubnan, ve Misir, digerleri Fransa, Ingiletere, ve ABD ye gittiler. Bunlarin Anadolu’da kalmasi, Musluman intikamindan korkmamalari, Ankara hukumetinin boyle bir seye asla izin vermeyecegi Ermeni dini liderlere toplantilarla acik acik anlatildi. Ermeniler gene de pek ikna olmadilar. Tasi taragi toplayip gitmeyi tercih ettiler. (Bakiniz; Kamuran Gurun “Ermeni Dosyasi”, 1982, Ankara.)

    Iste Amberin Zaman’a yutturulan “1919 da kovulma” hikayesinin asli bu olsa gerek. Ermeniler Turklere yaptiklari zulmun faturasinin Ermenilere odetilecegi korkusuna kapilip kendileri kactilar; kovulmadilar. Toplu gitmeleri de 1921 gibidir, 1919 degil. Arada birer-ikiser gidenler hep oldu, ama toplu kacis 1921 dir.

    Ermeniler kacmasa idi Intikam olaylari olur muydu? Bunun cevabini hicbir zaman bilemeyecegiz. Bu isi musluman halka biraksalardi, belki de olurdu diye dusunuyorum, cunku Ermeni zulmu hakikaten cildirtan cinstendi. Ama Mustafa Kemal’in askerleri boyle bir toplu intikam olayina izin vermeyeceklerdi, vermezlerdi (Bakiniz: Nutuk, Ataturk, 1927)

    Son soz:

    Amberin Zaman bir araba laf edecegine, “gulum, sekerim” mesajlari ile Ermenistan’dan “sekerle kapli zehirli haplar” gonderecegine, eger gercekten baris istiyorsa, , “Ermenistan Karabag’dan ve Guneybati Azerbaycandan cikiyor; bir milyon Azeri’nin evlerine donmelerine izin veriyor; Soykirim masalindan vazgeciyor; Ankara’nin onerdigi tarihciler komitesine de varlar” deseydi, diyebilseydi, bak gor, o zaman o kapilar “cart” diye nasil ardina kadar acilirdi.

    Amberin Zaman ninni soylemeyi biraksin; karsisinda cocuk yok!

    ###

    Yazarimizin Diger Yazilari


    ARMENIANS MAKE A DEATH THREAT TO A SITTING U.S. CONGRESSMAN FOR NOT SUPPORTING ARMENIAN CLAIMS 19/08/08 18:59
    Armenia must end its military occupation of Azerbaijan and defamation of Turkey prior to any reconciliation 10/08/08 17:52
    Commemorating May 19 as Ataturk, Youth and Sports Day in Turkey 26/05/08 21:05
    Turkish Coalition of America Donates Two Ambulances to Mexican Red Cross 22/05/08 10:40
    It is Official: TANER AKCAM IS PAID BY ARMENIANS 08/05/08 23:43
    Call to Civic Duty: SAY NO TO RACIST RESOLUTIONS SJR-24 & SJR-26! 06/04/08 20:46
    Hillary should have known better! 29/01/08 21:13
    Armenian Greed Hits U.S. Law: Genocide Claims Dismissed 01/01/08 22:28
    NUMBERS DON’T LIE; LIARS DO! 03/11/07 19:43
    WHY ARE YOU SO BIASED AGAINST TURKEY? 02/11/07 16:07
    GENOCIDE – LAW AND DOUBLE STANDARDS 01/11/07 13:09
    GENOCIDE – LAW AND DOUBLE STANDARDS 30/10/07 09:44
    HOW DO YOU REASON WITH A LYNCH MOB? 16/10/07 04:01
    WRITE YOUR CONGRESSMAN TODAY: NO TO H.R. 106 05/10/07 22:42
    Turkish State Archives Are Open 25/08/07 23:51
    One Turkish-American’s response to Los Angeles Times 24/04/07 20:54
    NO TO HOUSE RESOLUTION 106 11/02/07 19:13
    Hrant Dink’s Assassination – Hrant Dink Suikasti 19/01/07 11:26
    ABD`deki Akademik Özgürlüğün ve Türk Toplumunun Ortak Zaferi 10/12/06 23:15
    “CENSORADOS” ARE LEARNING THE LAW
    Erecting a Hate Monument in Las Vegas is Higly Improper 27/09/06 14:35

  • Erivan kapısı Rusya’dan aralanacak

    Erivan kapısı Rusya’dan aralanacak

    22/08/2008

    DENİZ ZEYREK (Arşivi)

    Türkiye ‘Kafkas Platformu’ önerisinin Ermeni ayağı konusunda harekete geçti. Babacan Lavrov ile görüşmesinde hem Rusya’yı aktif kılmaya çalışacak hem de Erivan’ın işe katılmasının sağlanmasını isteyecek. Babacan ile Nalbandyan’ın asıl teması eylül başında BM’de olacak

    ANKARA – Türkiye, Rusya, Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan’ın dahil olmasıyla oluşmasını istediği ‘Kafkas İşbirliği ve İstikrar Platformu’ konusunda (KİİP), Erivan’ı Rusya aracılığıyla masaya çekmek istiyor. Dışişleri Bakanı Ali Babacan, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ile görüşüp Türkiye’nin önerisinin Erivan’a iletilmesini talep edecek. Ardından Müsteşar Yardımcısı Ünal Çeviköz’ün Erivan’daki muhataplarıyla buluşmasını öngören Dışişleri, Babacan ile Ermenistan Dışişleri Bakanı Edward Nalbandyan’ı BM Genel Kurulu sırasında New York’ta buluşturmak için çalışmalara başladı.  Nalbandyan şimdiden öneriye sıcak. 

    Üç ayak tamam, sıra Erivan’da
    Başbakan Tayyip Erdoğan, beşli platform için Moskova, Tiflis ve Bakü’yü ziyaret etti, katılım ve destek istedi. Muhataplarına Ermenistan olmadan platformun başarılı olmayacağı mesajını veren Erdoğan, Babacan’a da Erivan ile konuyu ele almak için çalışma yapılması talimatı verdi. Dışişleri de Erivan’la temas için atılacak adımları belirledi. İlk olarak Babacan Lavrov ile görüşerek, hem Rusya’nın aktif rol alması, hem de Erivan’ı platforma çekmesini isteyecek. Bu girişimden olumlu sonuç gelince Ankara’daki en üst düzey diplomat olan Büyükelçi Çeviköz, Ermenistan Dışişleri Bakanlığı’ndaki muhataplarıyla temasa geçecek. Esas görüşmeler ise eylülün ikinci yarısında BM Genel Kurulu sırasında olacak. Babacan’ın toplantılar vesilesiyle Nalbadyan ile buluşması planlanıyor. Babacan, görüşmede, ‘Kafkas Platformu’nun genel ilkelerini anlatıp katılım isteyecek. Nalbadyan, resmi temaslar başlamadan “Ermenistan her zaman işbirliği ve güvenlikle ilgili diyalog ve görüşmeler başlatılmasını istedi. Türkiye Başbakanının Ermenistan ile görüşme başlatma niyetine ilişkin açıklamasını sadece son derece övgüye değer bulabilirim” demişti. 

    ABD tepkisi Rusya’yı yaklaştırdı
    Öneriyi önce ciddiye almayan ve ‘ABD işi’ kuşkusuyla yaklaşan Rusya’nın, Washington’dan gelen tepkiler üzerine ciddileştiği öğrenildi. Gürcistan boyutu nedeniyle henüz ‘evet’ demeyen Moskova, Erdoğan’ın ‘birlikte kuralım’ teklifi çerçevesinde belirleyici olmak koşuluyla Platforma destek verebilir.
    Moskova ve Bakü seferlerine çıkması da gündemde olan Babacan, muhataplarına Platform’un ilkelerini şöyle sıralayacak:

    •  Coğrafya esaslı olacak,
    •  Hedef, barış ve güvenlik odaklı olacak,
    •  Ekonomik işbirliği ve enerji güvenliği temel konuları içinde yeralacak.
    •  Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı ilkelerini dikkate alacak.
    •  En önemlisi her alandaki sorunları ortak çözme ve yönetme mekanizması içerecek.

    Gül gitmesin, Başesgioğlu gitsin
    Öte yandan Dışişleri, Türkiye-Ermenistan Dünya Kupası Maçı için Erivan’dan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e gelen davet konusunda Köşk’e değerlendirmelerini sundu. Bakanlık, Gül’ün gitmesinin büyük etki yaratacağı ve olumlu olacağını ama Erivan’ın henüz böyle bir jesti hakedecek adım atmadığına dikkat çekti. Bakanlık, maça spordan sorumlu devlet Bakanı Murat Başesgioğlu’nun katılımının en akılcı ‘orta yol’ olduğu fikrinde.

  • Düşmanları birlikte yaşatmayı anlattım

    Düşmanları birlikte yaşatmayı anlattım

     Uğur BECERİKLİ ANKARA

    Cumhurbaşkanı Gül’le 45 dakika görüşmek için gittiği Köşk’te 5 saat kalan Prof. Vamık Volkan “Dışişleri hakkında konuştuk. Düşmanlar nasıl yan yana yaşatılır, metotlarını anlattım” dedi..
    Dünyanın sayılı üniversitelerinde kürsüsü bulunan, Beyaz Saray’a danışmanlık yapan ve 3 kez Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterilen Prof. Dr. Vamık Volkan, geçen hafta Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün davetlisi olarak Çankaya Köşkü’ne çıktı. 45 dakika olarak planlanan görüşme saati aşkın sürdü. Volkan görüşmenin ayrıntılarını SABAH’a anlattı:

    DÜŞMANLAR NASIL YAN YANA YAŞAR: Dünya işlerine psikolojik açıdan bakıyorum. Çalışmalarımı merak ettiği söyledi. Dışişleri ile ilgili konuları görüştük. 45 dakika denilmişti ama sanki iki dost gibi bir saat yemek yiyip sohbet ettik. Sonra Dışişleri Bakanlığı’ndan ve diğer kurumlardan yöneticileri çağırdı. Onlarla birlikte görüşme 5 saati buldu. Sayın Cumhurbaşkanı Sünni, Alevi, Kürt, Türk, tüm Türkiye’nin tek bir millet olmasını istediğini söyledi. Ben de bürokratlara 30 seneden beri öğrendiğim kavramları anlattım. Nasıl olur da düşmanlar yan yana yaşatılabilir, metotları anlattım.

    DİASPORA RAHAT BIRAKIRSA: Türkiye ile Ermenistan arasında olumlu bir şeyler yapılmaya çalışılıyor. Futbol maçını da kullanarak adım atma isteği gözleniyor. Bu çok iyi bir şey. Ermenistan’daki Ermeniler de bıkmış usanmış, yaklaşmak istiyorlar. Diaspora rahat verirse, bu sorun çözülür. Çünkü iki taraf da karşılıklı adımlar atmaya hazır.

    KIBRIS İÇİN DELİKLİ PEYNİR MODELİ: Kıbrıs için benim önerim “delikli peynir” sınırı modeli. Ben bir Yunanlıysam, Türksem ondan vazgeçmem. Gerçekçi çözüm, Türklerle Rumları aynı yere koymamaktır. Farklı yerlerde yaşasınlar ama aradaki sınır delikli peynir gibi olsun.

    TÜRKİYE SÜREKLİ DEFANS YAPIYOR: Uluslararası ilişkilerde Türkiye sürekli defans yapıyor. Ermeni meselesi var, bilmem ne var, hepsinde savunma yapar durumda. Savunma olunca da dinlenmiyoruz. Türkiye’nin kimliğini göstermek için çok fırsatlar kaybettik.

    GÜRCİSTAN KAYBETTİ: Şaakaşvili bir yerden cesaret aldı. Yanlış yaptı. Ruslar bunun için hazırdı. Rusya yeni süper güç olma sürecine girdiğini gösterdi. Hiç kimse bir şey yapamaz. Gürcistan Osetya ve Abhazya’yı artık kaybetti. Biz orada 6 yıl çalıştık, ne ırkçılık vardı ne düşmanlık.

  • Ermenistan’in Son Akillisi

    Ermenistan’in Son Akillisi

    Tuna Aktura / Global Yorum

     

     

     

    Ermenistan’in yeni Cumhurbaskani Serj Sarkisyan, yalan/yanlis iddialar üzerine kurulu politikalarla bir milletin idare edilemeyecegini ve er veya geç gerçegin ortaya çikacagini anlamis olmali ki –insallah yeni bir kandirmaca degildir–, son dönemde dünyayi, Türkiye’ye karsi düsmanlik ve nefret içeren klasik Ermeni zihniyetinin degistigine inandirma ve en sevimli pozunu takinarak Türkiye’ye Türkçe mesajlar yollamaya basladi.

     

     

     

    Ancak, kisa süre önce ülkede (Ermenistan) yolsuzluk ve seçim hileleri nedeniyle muhalefetin kiyametler koparmasina neden olan bir seçimle Devlet Baskani olan Sarkisyan’in, ilk beyanatinda; “Türkiye’nin soykirimi itiraf etmesini saglayacagiz.” “Diplomatik iliskiler için garip istekleri olan Türkiye’dir. Ülkeler arasindaki sorunlari tartismanin medeni yolu iliski kurmaktir. Ne yazik ki Türkiye henüz buna hazir degil.”

     

     

     

    Genç Ermenilere seslendigi konusmasinda ise; “Türkiye karsiti siyaset, düsünce ufkumuzu kisitladigi için Ermeniler açisindan tehlikeli. Ermenistan’in çikarlari ugruna uzun vadeli düsünmeliyiz.” seklindeki açiklamalari, hem kafa karistiriyor, hem de kafasinin karisik oldugunu ortaya koyuyor. Ancak, Ermeni politikacilarin gerçek yüzünü bilen herkes, ne yazik ki –sükürler olsun– Sarkisyan’in beyanlarinin; “Türkiye karsitligi temelli Ermeni dis politikasi ülkeyi çikmaza soktu, ekonomi batti, bölgeden dislanmasina neden oldu. Onun için su aralar akilli taklidi yapalim, uzun vadede yine özümüze döneriz.” anlamina geldigini biliyor.

     

     

     

    Gelelim su meshur futbol davetine. Hani bizim medyanin da –kim bilir kim emretti ise- “Ermenistan’in dostluk girisimi” diye üzerine atladigi ve ballandira ballandira anlattigi davete.

     

     

     

    Bilindigi gibi Sarkisyan, Cumhurbaskanimizi 2010 Dünya Kupasi elemeleri için 6 Eylül’de Erivan’da yapilacak Türkiye-Ermenistan maçina davet etti. Amacini da iki ülkenin normal bir iliskiye girebilmesi için Ermenistan’in attigi bir adim olarak açikladi. Oysa, Devlet Baskanligi gibi üst düzey sorumluluk gerektiren makami isgal eden bir kisinin, iki ülke sorunlarini bir top oyununun düzeltemeyecegini, daha ciddi adimlar atmak gerektigini bilmesi gerekmiyor mu?.

     

     

     

    Bugün olaylari bir top oyununa indirgeyecek kadar basite alan Sarkisyan’in, Türkiye’ye karsi duygulari nasil oldu da degisti bilinmez ama iki ülke arasindaki sorunlarin, ne Sarkisyan’in “Cumhurbaskani Abdullah GÜL’ü futbol maçina davet etmesi” ile çözülecek kadar basit, ne de Cumhurbaskani seçilmeden önce söyledigi;

     

     

     

    -(“…Türkiye’nin inkârciligini sürdürmesiyle Ermeniler, tutumlarini gittikçe sertlestirmek zorunda kaliyor. (Ekim 2007)

     

     

     

     -“Türkiye’nin askeri tehdidinin bittigine inanmiyorum. Ermenistan’daki Rus askeri üssü, “Türkiye’nin tehdidine karsi bir garantidir.”(Temmuz 2007)

     

     

     

    -“Türkiye, Avrupa Birligi’ne üye olmaya çalisiyor. Ancak, biz, AB ilkeleriyle uyusmayan bir ülkenin Avrupa evine kabul edilmesini hayretle karsilariz.” (Eylül 2007)

     

     

     

    seklindeki cümleleri kuracak/kurduracak kadar komplike ve karisik. Gerçek su ki; Ermeni siyasetçiler önce kendi halkina, sonra da uluslararasi topluma ve Türkiye’ye karsi samimi ve dürüst olmayi basarabilirler ise, Ermenistan ile Türkiye arasinda çözüme kavusmayacak bir konu yok.

     

     

     

    Ermenistan’in yeni dönemde yumusadigini ileri sürenlere, Sarkisyan’in, “Türkiye siniri açmiyor, milli gelirimizin üçte biri gidiyor” cümlesini iyi anlamalari tavsiye edilmektedir.

     

     

     

    Evet, Ermeni kuvvetlerinin Azerbaycan topragi Daglik Karabag’i isgal etmesi üzerine, Türkiye Nisan 1993’te Alican Karayolu Sinir Kapisi ile Akyaka Demiryolu Sinir Kapisi’ni kapatmistir. Iyi de, Ermenistan ekonomisini düzeltmek Türkiye’nin mi görevi? Sen komsularinin topraklarini isgal et, dagina/ovasina sahip çik, hatta bunu resmi belgelerine koy, her yerde Türk düsmanligini haykir, sonra da aman açliktan kiriliyoruz, su sinirini aç diye yalvar. Kin kus, nefret asila, sonra hadi futbola. Adama gülerler.

     

     

     

    Sarkisyan’in üzülmesine gerek yok. Ermenistan’in, medeni dünyaya ayak uydurmayi ve komsularinin topraklarini isgal etmemeyi/göz dikmemeyi ögrendigi gün, Türkiye-Ermenistan futbol karsilasmasi olay olmaktan çikip kendiliginden mahalle maçina dönecektir. Çünkü düsmanlik tohumlari ekilmeden önce iki halk zaten ayni mahallelerde yasiyordu.