Yazar: A.Türer YENER

  • KÖK TÜRKLERDE MÜZİK

    KÖK TÜRKLERDE MÜZİK

    Orta Asya’da kurulan Türk birlikleri içinde, “Türk” adıyla anılan ilk siyasi örgütlenmeyi kuranlar, Kök Türkler olmuştur. 552 yılından başlayarak Bumin Kağan önderliğinde, tüm Orta Asya’ya yayılan çok geniş bir imparatorluk kuran Kök Türk devleti, Türk tarihi için çok önemli bir konumdadır. Türk milletinin adı olarak, asırlardan beri kullandığımız Türk kelimesi, kendi kaynaklarımızda ilk defa, en eski yazılı metinlerimizden olan Kök Türk bengü taşlarında, taşa kazılmış olarak geçmiştir. Farklı anlamlar yüklenmekle birlikte, genel kabul edilen yargıya göre Türk/türük kelimesi, güçlü olan anlamına gelmektedir ve Çince Tü-jüe / Tü-küe (Türkler / Güçlüler) kelimesi de büyük bir olasılıkla bu sözcüğün çoğulu olarak telaffuz edilmiştir.1]

    Genellikle bu devletin adının Göktürk olarak telaffuz edilmesinde karşın, Gömeç (1999) gibi kimi bilim insanları, Göktürk kelimesinin aslında Köktürk olarak okunması gerektiğini ifade eder. Bu konu ilk kez W. Bang tarafından belirtilmiştir. Siyasi bir isimlendirme olan Kök Türk kavim adındaki Kök’ün manaları: mavi renk, gökyüzü, göğe ait, doğu, kök, kaynak, menşe gibi şekillerde açıklanmıştır.[2] Benzer şekilde değerli bilim insanı Emel Esin de Kök Türk kelimesini kullanmayı tercih etmiştir. Bu çalışmada da, bu görüşe uyarak Kök Türk kelimesi kullanılmıştır.

    Kök Türk devrine ait maddi kültür miraslarının, Hun devrinde olduğu gibi büyük çoğunluğu mezar buluntularından ibaret değildir. Bu dönemin kalıntıları Hun dönemine göre daha değişik ve daha sağlam bir şekilde günümüze kadar gelebilmişlerdir. Kök Türklerin kendilerine ait bir yazı sistemiyle kendi dillerinde çeşitli materyaller üzerinde yazmaları, onlar hakkında daha fazla bilgi sahibi olunmasını sağlamıştır. Ayrıca İslamiyet’ten önce kurulan diğer Orta Asya Türk devletlerinde olduğu gibi, Çin kaynakları da Kök Türk tarihini aydınlatmaktadır.
    Kurdukları düzenli devlet teşkilatı, hukuk sistemi, toplumsal yapı, kadına yönetimde ve toplum hayatında verdikleri önem, bir dünya mirası olan Orhun Kitabelerini meydana getirmeleri gibi pek çok özellikleri Kök Türkleri tarih sahnesinde çok önemli bir yere koyar. Maden dökümünden, ahşap işlemeciliğine; kaya tasvirlerinden heykel yapımına kadar sanat konusunda güzel örnekler ortaya koyan Kök Türklerin Türk müziğinin gelişiminde de önemli bir rolü vardır.

    Orta Asya’da kurulan Türk birlikleri içinde, “Türk” adıyla anılan ilk siyasi örgütlenmeyi kuranlar, Kök Türkler olmuştur. 552 yılından başlayarak Bumin Kağan önderliğinde, tüm Orta Asya’ya yayılan çok geniş bir imparatorluk kuran Kök Türk devleti, Türk tarihi için çok önemli bir konumdadır. Türk milletinin adı olarak, asırlardan beri kullandığımız Türk kelimesi, kendi kaynaklarımızda ilk defa, en eski yazılı metinlerimizden olan Kök Türk bengü taşlarında, taşa kazılmış olarak geçmiştir. Farklı anlamlar yüklenmekle birlikte, genel kabul edilen yargıya göre Türk/türük kelimesi, güçlü olan anlamına gelmektedir ve Çince Tü-jüe / Tü-küe (Türkler / Güçlüler) kelimesi de büyük bir olasılıkla bu sözcüğün çoğulu olarak telaffuz edilmiştir.1] - saman toren davul

    Kök Türklerde Müzik

    İslamiyet’ten önce kurulan Orta Asya Türk devletlerinde güzel sanatlara ilgi büyüktü. Dans ve müzik, toplu eğlencelerde sevilir ve aranırdı. Bunu hem Çin kaynaklarından hem de eski Türk destanlarından öğrenmekteyiz.[3] Bu eğlence ve festivallerin ayrılmaz bir parçası olan müzik, Kök Türklerin günlük hayatında çok önemli bir yere sahipti.

    Kök Türklerde “toy” kelimesi “meclis-toplantı”, “devlet meclisi” anlamına gelmektedir. Kelimenin bir diğer ve yaygın anlamı ise bayram, ziyafet ve eğlenceli yemeklerdir. Diğer Orta Asya Türk devletlerinde olduğu gibi, Kök Türklerde de bu toplantılara büyük önem verilmekteydi. Yılın beşinci ayında ilkbaharda yapılan ve halkın da katıldığı toplantı, bunların en dikkat çekeniydi. Çin kaynaklarına göre bu toplantılar, bir bayram gibi kutlamalara sahne olur, yarışlar yapılır, şarkılar söylenir, bolca kımız içilirdi.[4] Nitekim Bizans elçileri de notlarında, Türk sosyal hayatını çok renkli şekilde anlatmışlardır.[5] Bayram ve festivallerde at ve ok yarışları yapılır, ayak topu oynanır, ayrı ayrı veya gruplar hâlinde neşeli şarkılar söylenirdi.[6]

    Kök Türklerde toy merasimleri de devlet hayatında önemli bir yer tutmaktadır. Toylar; doğum, bey oğlunun ilk avı, tahta çıkma, bir felaketten kurtulma ve elçi kabulü gibi sebeplerden dolayı yapılıyordu. Bunlardan başka; düğün toyları, ölüm toyları, ölü aşları, ad verme toyları, çocuğu olmayanların yaptırdıkları dilek ve hacet toyları, yemin toyları ve uğurlama karşılama toyları da yapılmaktaydı.[7] Söz konusu toyların hemen hepsinde müzik önemli bir yer tutmaktaydı. Kök Türk hükümdarlarının düzenledikleri şenliklerden söz eden Hiuan-tsang ise Kök Türk eğlenceleriyle ilgili şöyle der: Şölenler esnasında gürültülü müzikler işitiliyordu. Bunlar yarı vahşi havalar olsalar bile kulağa hoş geliyordu ve kalbi neşelendiriyordu.[8] Burada Hiuan-tsang’ın yarı vahşi havalar olarak nitelediği, davullar eşliğinde çalınan eğlence müziği olmalıdır. Ona farklı gelen, Türklerin kullanmayı çok sevdikleri, vurmalı çalgıların çıkardığı kuvvetli ses olsa gerek. Ancak şüphesiz, Kök Türklerin icra ettikleri müzik türleri çok daha çeşitliydi.

    Kök Türklerde dini müzik, Kam (Şaman) müziğidir. Bilindiği üzere, Kök Türkler, Gök Tanrıya inanıyorlardı ancak, bunun yanında Şamanist özelliklerini de barındırıyorlardı. Kamlar dini bir figür olmalarının yanı sıra, şair, şarkıcı, müzisyen, kâhin, hekim, halk gelenek ve menkıbelerinin yaşatıcıları olarak da kabul edilmiştir.[9] Kamlar tören sırasında sadece davul çalmaz, aynı zamanda ilahiler de söylerlerdi. Ruhlar âleminde karşılaştığı duruma göre, ilahi söylerken sesini yükseltip alçaltan kamlar,[10] müziklerini genellikle doğaçlama olarak yaparlardı.[11] Kamlar yeraltından gelen sesleri taklit ederken davulu kullanır, bunun için davulu yere vururlardı. Davuldan kimi zaman cızırtıya benzer cılız, kimi zamansa gök gürültüsüne benzeyen kuvvetli sesler çıkartan kamların zaman zaman çan ve zil kullandığı da bilinmektedir.[12] Kamın en önemli yardımcısı olan davul, Kök Türklerde, Türk mitolojisine ait çeşitli simgelerle süslenirdi.

    Kamın kimi zaman kopuz kullandığı da görülür.[13] Kopuz, Kök Türkler döneminde büyük olasılıkla iki tellidir. Genellikle dut ağacından yapılan ve içinde gizemli bir atın ya da leyleğin ruhunun taşındığına inanılan kopuzun üzerine Kam tarafından çeşitli motifler işlenirdi.[14]
    Kök Türklerin Kutlu dağ olarak kabul ettikleri dağın tepesinde gök ayini, dağın eteğinde bir koruda, daha sonraları ise ağaç dibinde yer ve su ayini yaptıkları bilinmektedir. Gök ayini, ancak Gök Tanrının temsilcisi olan en yüksek hükümdarların hakkıydı. Yer-su ayinini bazen hükümdarın kendisi, bazen eşi veya ikinci derecede bir bey tarafından yönetebiliyordu.[15] Kök Türklerin her türlü eğlence ve törenlerinde müzik yaptıkları Çin kaynaklarınca belirtilmiştir. Buna dayanarak gök ayini ve yer-su ayininde de müziğin yer almış olduğu düşünülebilir. Nitekim gök ayininde tuğ takımının yer aldığı bilinmektedir.

    Kök Türklerde Kutlu Dağ, törenlerin yapıldığı yer olmanın yanı sıra, aynı zamanda hükümdarın makamı ve hükümdar ailesinin mezarlığı oluyordu. Dağda, toparlak bir havuzun üstündeki gök ve yerden oluşmuş mekân ile zamanın (gece-gündüz, mevsimler) simgelerini ifade eden dört yöne dönük, dokuz odalı Ming-t’ang tapınağı ve bunun astrolojik kulesi ile hükümdar köşkü yükselirdi. Emel Esin (2004) Hükümdarın mehterhanesinin de burada bulunduğunu ve gök ayininde ve başka merasimlerde çaldığını belirtmiştir. Burada mehterhaneden kasıt, o dönem Türk askeri müziğini icra eden tuğ takımı olmalıdır. Önemli siyasi anlamaları da içeren tuğ takımı bu dönemde küvürk (kös), tomruk (davul), ceng (zil) gibi sazlardan oluşmaktaydı.

    Diğer Orta Asya Türk devletlerinde olduğu gibi Kök Türklerde de, yoğ / yuğ töreni büyük bir öneme sahipti. Bu törenlerde yer alan ağıtlar ve ağıtçılar çeşitli kaynaklarda dile getirilir. Örneğin Orhun kitabelerinde Bumin Kağan’ın ölümü ve cenaze merasiminde yogçı, sıgıtçı (yasçı ve ağlayıcı)ların geldiğinden söz edilir.[16] Bilindiği üzere Türklerde yoğ töreni düzenlendiğinde pek çok boy gelerek, bu törene iştirak ederlerdi.[17] Bu anlamda bu törenlerin siyasi ve toplumsal açıdan büyük önemi vardı.

    Kök Türklere ait Birinci Altun Köl mezar kitabesinde kahraman Bars’ın ölümü anlatılmakta ve onun ardından yakılan ağıt yer almaktadır. Cenazeye katılanların şöyle dövündükleri belirtilir:
    Altun Suna Yış keyiki, artgıl! Toggıl!

    (Ey Altın Suna Dağı, Dağının geyiği yine çoğalasın, yine doğasın)[18]
    Yukarıdaki ağıt, bir Kök Türk yuğ (cenaze) töreninde söylenen bir ağıttır. Bu ağıt büyük ihtimalle doğaçlamaya dayanan bir melodi ile birlikte söylenmiştir.
    Kök Türklerde şarkılarla bölünen şiirler okunduğu, bunun saz şairleri aracılığıyla gelenek haline geldiği bilinmektedir. Giraud (1999) hükümdarın çadırının altında böyle parçaların yüksek sesle söyleme resitasyonları ve resitaliflerinin yapıldığını mümkün görmektedir.
    Diğer Orta Asya Türk devletlerinde olduğu gibi, Kök Türklerde de halk şairlerine ozan derlerdi. Ozanlar yaylı (ıklığ) ya da telli kopuz kullanırlar, kök adı verilen besteler yaparlar, bunları er olarak adlandırılan güftelerle söylerlerdi.[19]
    Kök Türk metinleri incelendiğinde de, müzikal nitelikli bir üslup dikkat çeker. Aliterasyonlar, simetrik cümlecikler gibi pek çok unsur, Tür düzyazı (nesir) üslubunun doğal olarak müzikal olmasını sağlamıştır.[20] Bu Kök Türklerin müziğe olan yatkınlıklarının edebi alana yansıması olarak düşünülebilecek bir durumdur.

    Kök Türkler Döneminde Müziğin Yapısı

    Kök Türk döneminde müzikte pentatonik yapı iyice belirginleşmiş, ses (perde) sayıları artarak ezgiler genişlemiştir. Ezgi içinde perdeler geniş aralıklarla kullanılmaya başlanmıştır.[21] Ezgilerin bu şekilde bir gelişme gösterdiğini, Hsüe-tzung-ceng’in Göktürk Tarihi adlı eserinde yer alan ve Kök Türklere ait rakamlı notayla yazılan iki ezgi de görülmektedir.
    Bu dönemde adları ve yapıtları yazılı Çin kaynakları yoluyla günümüze kadar ulaşan Türk müzikçilerini görmekteyiz. Kök Türkler döneminin ilk evresinde yaşayan bir Türk müzikçiyle ilgili bilgilerden anlaşıldığına göre, 6. yüzyılın ikinci yarısının başlarına doğru Türkistan’da en azından yedi mod (çığır / makam) kullanılıyordu. 568’de Çin sarayına gelin giden bir Türk prensesinin düğün alayında yer alan Kuça’lı müzikçiler arasında bulunan ve Çin kaynaklarında adı Su-chi-po olarak belirtilen Türk müzisyen, doğu Türkistan modlarını Çin sarayına tanıtmış, bunların yedi tane olduğunu belirtmiştir. Sucup Akari olarak bilinen bu Türk müzisyenin, 12 perdeli Türk müziği ses sistemini ve kuramını da Çinli müzikçilere tanıttığı çeşitli kaynaklarda belirtilir. Yaptığı açıklamaların büyük takdir uyandırdığı yine Çin kaynaklarında yer alır.[22]
    Kök Türkler döneminde, devletin resmi-askeri müzik topluluğu olan tuğ takımlarında, üflemeli çalgıların vurmalı çalgılara göre daha çok önem kazanmaya başladığı, dolayısıyla tuğ müziğinde ezgisel boyutun ön plana çıktığı tahmin edilmektedir.[23]

    Kök Türklerde Çalgılar

    Kök Türklerin resmi çalgısı “köbürge” adı verilen davul ve boru idi. Davul, diğer Türk devletlerinde olduğu gibi Kök Türklerde de hükümdarlık sembolü olarak büyük bir öneme sahipti. Çinlilerin Türklerin hakanlık ayinlerinde verilen bilgilere göre, hakan tanınırken ona davul ve bayrak verilirdi.[24] Davul, kam müziği dışında da Türkler için çok önemli bir yere sahiptir. Köbrüg ya da köwrüg de denilen davul, Orhun kitabelerinde de geçmektedir.[25] Davul Türkler için devletin simgesi niteliğindedir ve askeri müziğin de temel taşıdır. Kök Türkler döneminde davulun dışında kös, def ve ziller gibi vurmalı çalgıların kullanılmıştır.
    Kök Türkler hem bir çeşit kemençe olan yaylı kopuzu hem de bağlamanın atası olan kopuzu çok sık kullanmışlardır. Yaylı (oklu) kopuz, “ıklığ” olarak adlandırılmıştır. Iklığ özellikle bu döneminde büyük gelişim göstermiştir.[26] Kopuz’da kullanılan teller genellikle at kılından yapılmıştır.[27] Bir çeşit uda benzeyen pipa da telli çalgılar arasında yer almıştır.
    M.Ö. II. yüzyılda, görevli olarak Türk âlemine yollanan bir Çin generalinin dönüşünde, Türklerden alıp getirdiği çalgılarla sarayında bir müzik takımı kurdurup Türk melodileri çaldırdığı çeşitli kaynaklarda yer almaktadır. Bu sazlardan birinin “Hou Kya” adında, ileriden boynu dönük, üzerinde perde delikleri bulunan ve müthiş sesiyle ün yapmış bir üflemeli çalgı olduğu yine aynı kayıtlardan anlaşılmaktadır.[28] Bu Türk çalgısının Hunlar ve Kök Türkler döneminde kullanıldığı bilinmektedir. Bunun yanı sıra devletin resmi çalgılarında olan boru, ayrıca sıbızgı, kaval ve flüt çeşitleri diğer üflemeli çalgılar arasında yer almıştır.

    Sonuç

    Kök Türkler döneminde Türk müziği biçimsel yönden gelişmeler göstermiştir. Ayrıca müzik çeşitliliği Hun dönemine göre daha net şekilde belirginleşmiştir. “Toy”larda, tören ve festivallerde, müziğe büyük önem veren Kök Türkler, kamlar aracılığıyla dini müziği, ozanlarla halk müziğini geliştirmiştir. Bu dönemde ağıtlarla ilgili örneklere de çeşitli kaynaklarda rastlanmıştır. Kervan yollarını ve önemli ticaret noktalarını ellerinde bulunduran Kök Türkler, çok geniş ülke sınırlarına sahiptiler. Bu durum, onların Çin’den İran’a, Hindistan’dan Bizans’a çok farklı kültürler etkileşim içinde bulunmalarını sağlamıştır. Kök Türklerin müziği de, onlarla birlikte farklı bölgelere yayılmış ve gelişmiştir.
    Yard. Doç. Dr. Feyzan GÖHER VURAL

  • Azerbaycan lideri İlham Aliyev, halka sesleniyor

    Azerbaycan lideri İlham Aliyev, halka sesleniyor

    Başarının sahibi çoktur, başarısızlık ise yetim ve öksüzdür; Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ’daki başarısının ardındaki nedenleri iyi analiz etmek, mevcut durumun ve önümüzdeki dönemin sağlıklı analizini yapabilmek için de önem taşıyor.

    Azerbaycan eğer 30 yıla yaklaşan bir süre Dağlık Karabağ’ı geri alamadıysa bunun baş nedeninin Rusya olduğu gerçeğini kabul etmek gerekiyor. Çözüm Rusya’nın elinde olduğu ve Rusya’yı da çözüme çekmek Moskova’yı karşınıza değil yanınıza alarak olabileceği için çözümsüzlükten ABD-Fransa- Rusya üçlüsünden oluşan Minsk grubunu suçlamak; bir nevi, “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” şeklinde okunabilir.

    Azerbaycan da Dağlık Karabağ sorununda asıl muhatabının Ermenistan değil Rusya olduğu gerçeğinden yola çıkarak siyasetini şekillendirdi. Bu nedenle de bağımsızlığını elde eder etmez her zaman Kremlin’e karşı çok dikkatli bir politika izledi. Lenin’in heykellerini kaldırmak, Sovyet liderlerine selam eden sokak isimlerini değiştirmek gibi Rus izlerini silme amaçlı adımlarını hep Moskova’yı kızdırmamaya özen göstererek attı.

    90’lı yıllarda Ankara’da bazı çevreler baba Aliyev’in bu ihtiyatlı siyasetini eleştirip alfabenin birebir Türkçe harflerden oluşması gibi taleplerle Azerbaycan’ı Türkiye’ye yakınlaştıracak her tür kültürel, ekonomik ve siyasi adımın çok daha hızlı atılması için Bakü’ye baskı yapmaya çalışırdı. Haydar Aliyev bu baskıya hiçbir zaman boyun eğmedi. (Örnek vermek gerekirse, Azerbaycan’a giderken vize alma zorunluluğu geçen sene kalktı.)

    Soğuk Savaş’ın ardından gelen ilk karambol yıllarından sonra Vladimir Putin’in de iktidara gelmesiyle Moskova yakın çevresinde hakimiyeti elden bırakmayacağını, bu hakimiyete itiraz edenlere ağır bedel ödeteceğini pek çok kez sergiledi. Gürcistan ve Ukrayna’da yaşanan toprak kaybı Rusya’nın bu siyasetinin en canlı örneklerini oluşturuyor.
    Aliyev’lerin dikkatli politikası: Sabreden derviş

    Azerbaycan önce Haydar Aliyev, sonra oğul İlham Aliyev liderliğinde Kremlin’in kırmızı çizgilerini doğru okuyarak, Moskova’yı karşısına almadan yıllarca çok yönlü bir dış politika izledi. “Bir millet iki devlet” politikasını açıkça benimsedi ama gerek Ankara gerekse Batı’yla ilişkilerini Moskova’nın şimşeklerini üzerine çekmeden yürüttü. Örneğin günümüzde Gürcistan’ın NATO’ya girme talebi Ankara’dan da destek görüyor. NATO ile ilişki kuran Azerbaycan ise hiçbir zaman NATO’ya girmek yönünde bir talep dillendirmedi.

    Baba-oğul Aliyev’yer bu denge politikasını, enerji sektörünü Rusya’ya rakip olacak şekilde büyütmelerine karşın başarıyla sürdürebildi.

    Bakü sadece enerji sektörünü değil ordusunu da geliştirmeyi ihmal etmedi. Sadece Türkiye ve İsrail’den değil Rusya’dan da silah alarak, arkasından iş çevirmeyeceği mesajını Moskova’ya net bir şekilde vermiş oldu. Bakü askeri anlamda hazır olduğunu hissettiği anda da uygun siyasi konjonktürü beklemeye başladı.
    Paşinyan’ın iktidara gelişi Bakü’ye yaradı

    Bakü’nün beklediği fırsata giden süreç Nikol Paşinyan’ın 2018’de Ermenistan’da iktidara gelmesiyle başladı. Paşinyan’ın sokak gösterileri sonrasında iktidara gelmesi zaten Moskova’da tüylerin diken diken olmasına yetti. Renkli devrimlerin, iktidara karşı yapılan sokak gösterileriyle başlayan muhalefet hareketlerinin tetiklediği rejim değişikliği, Moskova’nın her zaman uykusunu kaçırdı. Bu devrimler sonucu iktidara gelen hükümetlerin Rus karşıtı ve Batı yanlısı siyasetlerinin bedelini Moskova her defasında toprak kaybı olarak ödetti.

    Paşinyan, Ermeni ordusundaki Rus hâkimiyetini zayıflatmaya yönelik adımlarına, üstüne Batı’ya yakınlaşma çabalarına Moskova’nın kayıtsız kalamayacağını öngöremedi. Paşinyan’ın bir başka hatası ise iç politik kaygılar nedeniyle Dağlık Karabağ’da çok daha uzlaşmaz bir çizgi izlemeye başlaması oldu. Dağlık Karabağ kökenli rakiplerini eleyerek iktidara gelen Paşinyan’ın ülkenin bir numaralı sorunuyla ilgili zayıf görünmemek için daha uzlaşmaz ve agresif bir çizgi benimsemesi, Azerbaycan’ın “masada çözemiyoruz” mesajını güçlendirdi.

    Ermenistan’ın Rusya’yla ilişkilerinin zayıf anını kollayan Bakü askeri harekatını hiç kuşkusuz Kremlin’den yeşil ışık geleceğini bilerek başlattı.

    Bu noktada Türkiye’nin Azerbaycan’ın silahlı kuvvetlerini neredeyse sıfırdan inşa etmesine ek olarak iyi de bir diplomasi ordusuna da sahip olması için verdiği destek çok kritik oldu. 90’lı yılların başında Azerbaycan’ın ordusu olmadığı gibi, bazı Azeri çetelerin Dağlık Karabağ’da çatışmalar sürerken Ermenilere el altından petrol verdiği haberleri Ankara’da saç baş yoldurturdu. Elbette Azeri diplomatların kendi binalarına kavuşana kadar dünyanın önemli merkezlerinde Türk diplomatik temsilciliklerinin bir odasında çalıştıkları günler çok geride kaldı. Buna rağmen pek çok kişi, ki buna yabancı gözlemciler de dahil, Türkiye’nin verdiği askeri/teknik/diplomatik destek olmadan Azerbaycan’ın bu başarıyı elde edemeyeceği konusunda hemfikir. (Burada bir parantez açalım: Batılı diplomatlar Türkiye’nin Bakü’yü desteklemesine itiraz edilmediğine ancak Suriye’deki cihatçıların Türkiye üzerinden Dağlık Karabağ’a çatışmaya gittiklerine dair haberlerin tepki çektiğine dikkat çekiyorlar).

    Her hâlükârda Türkiye’nin desteğinden bahsedilirken, Ankara’nın hem iç ve dış politikada başarıya duyduğu ihtiyaç hem de Türk halkındaki anlaşılır coşku nedeniyle askeri zafere ortak olurken Azerbaycan’ın kendi başarısının da gölgelenmemesine, Azerilerin rencide edilmemesine özen gösterilmesi gerektiğine dikkat çekmek gerekiyor.
    İsrail, Bakü’yü neden destekledi?

    Ankara’nın destek vermesi anlaşılır. Peki, Ermenistan’ın İsrail’deki büyükelçisini geri çekmesine yol açacak ölçüde drone desteği sağlayan İsrail’in hesabı ne diye sorarsanız, kısa yanıt İran olur.

    İsrailli “teknisyenlerin” Dağlık Karabağ’a yönelik askeri kampanya sırasında Azeri saflarında varlık göstermesi elbet Ermenileri kızdırdı. Tabii bu teknisyenler sadece Azerilere drone tekniğini öğretmek için mi oradalardı, yoksa fırsattan istifade, droneları İran’la ilgili istihbarat toplamak için de kullanmış olabilirler mi diye sormak lazım. Özellikle Karabağ ile İran sınırı arasındaki bölgenin yeniden Azerbaycan’ın denetimine geçmesinin ardından bu soru daha da manalı hale geliyor.

    Azerbaycan’ın Ermenilere karşı kazanımlarının İran’a dair siyasi bir yansıması da var. Azerbaycan’ın askeri zaferleri İran’daki Azeriler arasında büyük bir heyecan dalgası yaratmış durumda. İran’daki Azerilerin sevinç gösterileri yaptıkları hatta Ermenistan’a giden silah yüklü kamyonları durdurdukların dair bilgiler var.

    Azerbaycan’ın zaferi İran’daki Azerilerin rejime olan bağlılıklarını (İsrail’in beklentilerinin tersine) zayıflatacak bir unsur olarak görülmüyor. Ancak İran’ın Dağlık Karabağ’a yönelik askeri harekatının başından bu yana kullandığı söylemde Azerbaycan lehine de bir değişiklik gözlemleniyor; bu da direkt olarak İran’daki Azerilerin sevinç gösterilerine bağlanıyor.
    Bundan sonra ne olacak?

    Harekatın başından beri Rusya’nın Azerilerin ne kadar ilerlemesine izin vereceği, hangi noktada tamam artık durma vakti geldi diyeceği tartışılıyordu. Uzmanlar Rusya’nın Şuşa’nın düşmesine izin vereceği tahmininde bulunmuyordu. Ancak Rusya’nın bonkörlüğünün elbet bir bedeli olacaktı. O da Azerbaycan’ın bağımsızlığından beri ilk kez topraklarına (son çatışmalarda geri kazanılmış olanlar üzerinde olsa da) Rus askerinin önce beş yıl sonra bir beş yıl daha konuşlanması oldu. Rusya’nın 2000’e yakın askeri ile araç ve silahlarıyla Azeri topraklarında başta ABD ve Fransa gibi Minsk grubu ülkeleri olmaksızın tek başına konuşlanması, Dağlık Karabağ’ın geleceğinde Moskova’nın daha fazla söz sahibi olması, daha önemlisi, Azerbaycan’ın iç politikasını etkileyebilecek güçte bir baskı aracına kavuşması anlamına geliyor.

    Türkiye an itibariyle Moskova ile iyi olduğunu varsaydığı diyaloğu sayesinde hem sahada (Türk askerinin ortak karargahta görev alması için ikna ederek) hem de masada yer alacağını düşünse de Batılı müttefikleri askeri/diplomatik sürecin bu kadar dışında tutmak hem Ankara hem de Bakü’nün Kremlin karşısında elini zayıflatması riskini getiriyor.

  • Gülara Yenisey: Azerbaycan ve Türkiye Türk birliğinin yolunu açıyor!

    Gülara Yenisey: Azerbaycan ve Türkiye Türk birliğinin yolunu açıyor!

    Gülara Yenisey: Azerbaycan ve Türkiye Türk birliğinin yolunu açıyor!
    26 Ekim 2020, 04:42

    Azerbaycan’ın Ermenistan tarafından işgal edilen Dağlık Karabağ topraklarını geri almak üzere başlattığı operasyon aralıksız devam ediyor. Kırklareli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Dr. Gülara Yenisey, Türkiye’nin de açık destek verdiği bu harekâtın, siyasi yönünü ve gelecek süreçte bölgemize etkileri ile ilgili Kırım Haber Ajansı’nın sorularını cevapladı.

    Dağlık Karabağ’ın işgalden kurtarılması için Azerbaycan ordusunun operasyonları devam ederken Dr. Gülara Yenisey, bölgedeki 27 yıllık işgal ile ilgili geçmişte yaşananları değerlendirdi. Dr. Gülara Yenisey, Azerbaycan cephe hattındaki son gelişmeleri aktardı. Yenisey, 27 yıl boyunca sürek Azerbaycan-Ermenistan ateşkesi boyunca Ermenistan’ın sivillere saldırmaya devam ettiğini belirtti. Yenisey, Türkiye ve Azerbaycan’ın Karabağ’ın işgalden kurtarılması konusunda gösterdiği beraberliğin, Türk dünyasına örnek olacağını belirterek, “Azerbaycan ve Türkiye şuan kardeşlik destanı yazıyor. Bu tarihe geçecek bir süreç. Azerbaycan’ın haklı savaşında Türkiye’nin her anlamda desteği çok önemlidir. Türk Dünyası için örnek teşkil edecek ve Türk Birliği’nin yolunu açacak bir olaydır.” dedi.

    Gülara Hanım, Azerbaycan ve Türkiye uzun süredir Karabağ’ın işgalden kurtarılması için diplomatik yollar deniyordu. Peki, askeri operasyon için hangi şartlar olgunlaştı ve tam kararlılıkla savaşmaya karar verildi?

    Özellikle iki önemli şartın etkili olduğunu söyleyebiliriz. 27 yıllık uzun bir ateşkes dönemi var. Bu 27 yılda Azerbaycan tarafından önerilen müzakere ve barış çağrıları hiçbir sonuç vermedi. Birleşmiş Milletlerin, AGİT’in Azerbaycan’ın işgal edilmiş topraklarından Ermenistan silahlı birliklerinin çıkması gerektiği yönündeki bütün bildirileri, bütün kararları havada kaldı. Bu önemli bir şarttı. İkinci şart ise Ermenistan’ın saldırganlığı devam etti. Ermenistan bu süre zarfında Azerbaycan’ın Karabağ dışında başka topraklarını daha işgal etti. Beş il daha işgal edildi. 27 yıl içinde Kazak bölgesinden Tovuz’a ve diğer sınır bölgelerimize sürekli saldırmaya devam ettiler ve çok sayıda sivil vatandaşımızı öldürdüler. En son Temmuz ayında Tovuz bölgesin yapılan saldırıda yine siviller öldü. Ardından da bir Generalimiz şehit oldu. Bunlar da Azerbaycan Türklerinin 30 yıllık sabrını taşıran son damlalar oldu.

    Dr Gülara Yenisey


    Savaşın haklı gerekçeleri dünya kamuoyuna yeterince anlatılabildi mi? Bunun için ne gibi çalışmalar yapıldı ve yapılıyor?

    Bu çok önemli bir konu ancak maalesef Ermenistan tarafının bu konuda daha üstün olduğunu görebiliyoruz. Amerika’da, Fransa’da, Avrupa’da, Rusya’da Ermenistan’ı destekliyor bu konuda. Biliyorsunuz Ermenistan’ın son günlerde bile sivil bölgelere saldırıları oldu, çok sayıda sivil Azerbaycan vatandaşı öldü. Mesela Rusya’da sivillerin öldüğü saldırılarla ilgili tek bir haber yayınlanmadı. Bu kabul edilebilir bir durum değildir. Koskoca Rusya basınında gece yarısı Gence’de ve Mengeçevir ve Terter’de sivillere yapılan saldırılar ve yaşanan Ermeni vahşetini anlatan herhangi bir haber geçmedi. Aynı şekilde Amerika ve Fransa’da her zaman olduğu gibi haberler çarpıtılarak yalan haberler şeklinde verildi. Mesela Gence’de ölen çocuk resimlerini Karabağ’da Azerbaycan’ın Ermenilere yaptığı saldırı şeklinde gösteriyorlar. Ermeni diasporası tüm dünyada dezenformasyon konusunda hala yoğun bir şekilde çalışıyor ve hala çok başarılılar. Dünya kamuoyunun doğru bilgilendirilmesi konusunda Azerbaycan’ın Türkiye’nin ve Türk Dünyası’nın gazetecilerimizin ve devlet adamlarımızın çok hassas olması gerekiyor ve Ermenistan’ın dezenformasyon üstünlüğünün kırılması gerekiyor.

    Fuzuli, Zengilan gibi önemli şehirler alındı, ancak yüzölçümü olarak alınan yerler henüz Karabağ bölgesinin küçük bir kısmı. Şuşa ve Laçin’in alınması gündemde sizce operasyon Nahcivan’a kadar devam eder mi?

    Tabii ki herkes emin olsun Azerbaycan Ordusu tüm Karabağ’ı geri alana kadar ilerleyecektir. Hatta burada Nahcivan ile ilgili tarihi bir olay var onu da ifade edelim. 1929 yılında Nahcivan ile Karabağ’ı birbirine bağlayan Megri bölgesi, Ermeni asıllı Azerbaycan Komünist Partisi Başkanı tarafından kanunsuz bir şekilde Ermenistan’a verilmişti. Herhangi bir seçim veya oylama olmaksızın kanunsuz bir talimatla verilen bu toprak da barış görüşmelerinde ve müzakerelerde masaya gelebilir diye bekliyoruz.
    Megri Koridoru

    28 yıldır Karabağ Sorunu denildiğinde akla AGİT MİNSK Grubu geliyordu. Ancak bugüne değin çözüm için herhangi bir başarı sağlayamadılar. Hatta Fransa’nın Ermenistan’a desteğini çok açık şekilde gördük. Bu süreçten sonra MİNSK Grubunun Azerbaycan’ın Karabağ’ın tamamını almasını engelleyebilecek bir siyasi veya ekonomik koz kullanılabilmesi mümkün müdür?

    Bugüne kadar MİNSK Grubunun aldığı kararlar hep havada kaldı ve oluşumun hiçbir siyasi ağırlığı kalmadı. ABD zaten başından beri Karabağ meselesine ilgisiz kalmıştır. Fransa ise aktif şekilde ekonomik, siyasi ve diplomatik olarak Ermenistan’ın yanında olarak tarafsızlığını yitirmiştir. Rusya’nın da zaten askeri birlikleri Karabağ’da ve her tür silah yardımını da yapmaya devam ediyor. Tarafsız olmayan bu ülkelerle barış sürecinin yürümesi tabii olarak mümkün değildi. Zaten bu durum ancak Ermenistan’ın onlara güvenerek daha da saldırgan hareket etmesine sebep olmuştur. Harekatın başladığı günden itibaren Azerbaycan’ı durdurabilecek bir hamle yapamayan bu ülkelerin bundan sonra da askeri operasyon bitene kadar çok bir etkinlik gösterebileceğini düşünmüyorum.

    AGİT MİNSK Grubu Devlet Başkanları

    Rusya’nın Ermenistan’a beklenenden daha az destek verdiğini görüyoruz, sizce bunun nedeni Fransa’nın güdümünde bir Ermenistan istememesi mi?

    Rusya tabii ki Ermenistan‘ı desteklemiştir Karabağ konusunda. Ancak Batı güdümündeki Ermeni diasporasının Ermenistan üzerindeki baskısı oldukça ağırdır. Paşinyan gibi batı yanlısı bir siyasetçinin de Rusya’ya rağmen cumhurbaşkanı seçilmesi de bunun bir göstergesidir. Rusya’nın silah, asker ve para desteğine rağmen yine de batı yanlısı bir cumhurbaşkanının göreve gelmesi Rusya’yı bıktırmıştır. Ermenistan’a yapılan yardımlar Rusya ekonomisi için oldukça maliyetli ve ağır bir yük. Artık bu maliyetli işten vazgeçmeye başlamıştır. Yine de bu durum bir anda gelişmedi. Ermenistan’ın Gence’ye yaptığı ilk saldırıdan sonra Rusya’nın arabuluculuğu ile ateşkes görüşmeleri yapıldı. Aslında Rusya’nın beklediği Azerbaycan ordusunun ilerlemeyi durdurmasıydı, bunu kabul ettiremedi. Fakat Ermenistan’ın Gence’de tekrar sivilleri vurmasından sonra sözünü dinletmek için iki ülkeyi de tehdit etti. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, “Lavrov’u dinlemezseniz Şoygu’yu dinlemek zorunda kalırsınız” ifadelerini kullandı. Malumunuz Sergey Şoygu Rusya Savunma Bakanıdır. Anacak Azerbaycan’ın kararlı tutumu Moskova’nın bu süreçte fazla sözünün geçmeyeceğini gösterdi ve Rusya şuan daha tarafsız durmaya çalışıyor.

    Azerbaycan ve Türkiye’yi bu operasyondan sonra bölgede nesil bir dönem bekliyor? Komşularla ilişkiler ve bölgesel güç açısından nasıl değerlendirirsiniz?

    Azerbaycan ve Türkiye şuan kardeşlik destanı yazıyor. Bu tarihe geçecek bir süreç. Azerbaycan’ın haklı savaşında Türkiye’nin her anlamda desteği çok önemlidir. Türk Dünyası için örnek teşkil edecek ve Türk Birliği’nin yolunu açacak bir olaydır. Kardeşliğin lafta değil gerçekten yaşandığını gösteriyoruz. Diğer Türk ülkelerinin de birbirlerine daha çok güvenmesini sağlayacak bir sinerji oluştu. İki halk kucaklaşmış durumda. Bu birliktelik coğrafyamızda barışın sağlanması için son derece etkili olacaktır.
    Son Haberler

    Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodımır Zelenskıy’den Mustafa Kırımoğlu’na doğum günü tebriki
    15 Kasım 2020, 15:39

    Çin zulmünden kaçan Kazak genç, Ukrayna’da tutuklandı
    15 Kasım 2020, 14:58

    Bosna Hersek’te yerel seçimler için yarış başladı: Halk sandık başında
    15 Kasım 2020, 13:26

    Ermenistan’ın katlettiği 93 Azerbaycanlı sivil Kanada’da anıldı
    15 Kasım 2020, 13:06

    Moldova’da halk cumhurbaşkanını seçmek için ikinci kez sandık başında
    15 Kasım 2020, 12:23

    Türk Dünyası Birlik Platformu İnteraktif Karabağ Dosyası yayımladı
    15 Kasım 2020, 11:51

    Emine Ceppar’dan AB’ye Rusya’ya yaptırımları arttırma çağrısı
    15 Kasım 2020, 11:48

    Eskişehir’de Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu Hatıra Ormanı açıldı
    15 Kasım 2020, 11:26

    Türkgücü, MSV Duisburg’u 2-1 devirdi!
    14 Kasım 2020, 20:27

    Azerbaycanlı siyaset bilimci Ramid Hüseynov: Şuşa’nın alınması, Karabağ’da zaferi hazırladı

  • “Tək çözüm yolu Türkiyə Azərbaycan konfederativ birliyinin qurulmasıdır…”

    “Tək çözüm yolu Türkiyə Azərbaycan konfederativ birliyinin qurulmasıdır…”

    “Tək çözüm yolu Türkiyə Azərbaycan konfederativ birliyinin qurulmasıdır…”


    Böyük düşünün ki, böyük qələbələr əldə edəsiniz. İslam dönəmində Məhəmməd Peyğəmbər dağılmış Kiçik ərəb qəbilələrini birləştirdi. O birləşmiş kiçik ərəb qəbilələrinin ruhlarını böyütdü, bu elə böyük bir ruh idi ki, dünyanın yarısını yendi, Sasanlı imperiyasını devirdi, ruhlar daha da böyüdü, ətrafa yayıldı, Hindistan, Bizans fəth edildi. Atatürk bütün Avropanı yendi, çünki fateh bir millətin komutanıydı, o məllitin sadəcə qurduğu təşkilatı-dövləti yenilmişdi, ruhu yenilməmişdi. Bu günkü Türkiyə o fateh millətin ruhundan doğulmuş bir dövlətimizdir, sərvətimizdir, baş tacımızdır. O böyük ruh Türkün ruhudur. Biz də ruhumuzu böyüdəcəyik və o böyük ruhumuzla Rusiyanı yenmək məcbiriyyətindəyik. Savaşda əsas məsələ ruh məsələsidir, sakın, ruhunuz yenilməsin. Hər nəslin öz milləti üçün bir savaşı vardır və verəcəyi qurbanları vardır. Biz gələcək nəsillərə Rusiya (Ermənistan- kiçik Rusiya) adlı problem buraxmamaq haqqında düşünməliyik. Bu gün gücün, silahın yoxdursa, nifrətinlə silahlan, nifrətinlə oyan, nifrətinlə yat, lakin savaş ruhunu və əzmini heç zaman itirmə. Sabah savaşacağını heç zaman unutma. Biz içimizdəki milli birliyimizi qoruyub saxlamalıyıq, yumruq kimi birləşməliyik, bütün firqə və qrup mənafelərinin fövqündə duraraq, dirənməliyik, savaşda da, diplomatiyada da uğur qazanmalıyıq. Unutmayaq ki, hamımız bu savaşın əsgəriyik. Biz 2 ci Qarabağ savaşında Ermənistanı qismən yendik, lakin bütünlüklə yenməyimiz üçün gələcəkdə böyük ehtimalla Rusiya ilə bir savaşımız olacaqdır.

    Türkiyə Azərbaycan konfederasiyası yaradılmalıdır. Tək çözüm bu. Bu konfederasiya yaranırsa, Güney-Quzey Azərbaycan, Türkiyə türklərinin ortaq stratejisi formalaşır, Oğuz birliyi yaranır və 130 milyonluq bir güc bütün Orta doğuya nəzarət etmə gücü əldə edə bilir. Oğuz birliyi ilə Son 100 ildə itirdiyimiz bütün torpaqları geri qaytara bilərik, əvvəlki gücümüzü bərpa edə bilərik.

    Rusiya qarşısında bir Oğuz birliyi olarsa, siz Türküstana keçmək üçün Rusiyaya Naxçıvandan dəhliz açmaq üçün yalvarmazsınız. Bu gün bunu böyük qələbə kimi təqdim etməzsiniz. Nədir o böyük qələbə? Rusiya Türkiyəyə Naxçıvana keçmək üçün dəhliz açacaqmış… Rusiya Ermənistanı elə o məqsədlə qurmadımı ki, Türkiyə Türküstana keçə bilməsin.
    İçimdəki səs deyir. Xeyr. Mən Rusiyaya yalvarmayacam. M.Ə.Rəsulzadənin sözlərini təkrarlayacam.” Rusiyanın etnoqrafik coğrafiyasl Moskva və Moskva ətrafıdır. Rusiya öz etnoqrafik coğrafiyasına, sərhədlərinə çəkilməlidir”. Çəkilməyə məcbur etməliyik, savaşmalıyıq.
    İçimdəki səs deyir. Bu gün Rusiya güclüdür, yarın biz güclü olacağıq. Oğuz birliyini qurmaqla. Xatırlayın. Oğuzlar şərq və qərb qollarına ayrılmamışdan öncə, bir olduqları zamanlarda böyük Səlçuklu imperiyasını qurub bütün Orta doğuya hakim olmuşlardı. Tarix hafizənizi bərpa edin. Xatırlayın. Bu gün bu birliyi, bu gücü bərpa etmək tək çözümdür.

    Yaxşı düşünün. Oğuz birliyinin sərhədləri o qədər genişdir ki. Oğuz birliyi qurulduqda dəngələr dəyişməyəcəkmi, çevrilməyəcəkmi və o zaman Ermənistan adlı o saxta dövlət, o “kiçik Rusiya” Türkiyə və Azərbaycana dəhlizlər açmaq üçün yalvarmayacaqmı?

    Türkiyə Azərbaycan konfederasiyası yaranarsa, Rusiya işğalçıları 5 il müddətində hakimiyyətlərini Qarabağın bütün ərazisinə yaya bilməyəcəkdir, çünki qarşısında bir güc görəcəkdir.

    Ermənistan adlı sorunun çözülməsinin tək yolu Türkiyə Azərbaycan konfederasiyasının yaradılmasıdır.

    Əslində bölgədəki bütün sorunların çözülməsinin tək yolu Türkiyə Azərbaycan konfederasiyasının qurulmasından keçir.

    O bütün sorunları burada sadalamıram. Çünki diqqətimiz indi yalnız Qarabağa yönəlməlidir. Amma Qarabağ sorunu aysberqin görünən üzüdür. Görünməyən üzü çox dərin və böyükdür. Lakin bütün sorunların tək çözümü Türkiyə Azərbaycan konfederasiyasının yaradılmasıdır. Konfederasiya yaradıldıqda coğrafiya dəyişir, siyasi hüquqi dəngələr dəyişir, güc balansı dəyişir. Kiçik kiçik dövlətlər və icmalar olub başqa dövlətlərə yem olmaqdansa, böyük dövlət və güc olub bütün düşmənləri birlikdə yenmək, milləti xilas etmək, torpaqları işğaldan qorumaq daha doğru yol deyilmi?
    Coğrafiyanın dəyişməsi, dəngələrin dəyişməsi deməkdir və bu bizə böyük siyasi avantajlar qazandırır. Düşünün Türkiyə, Quzey Azərbaycan, Güney Azərbaycan birləşir, Ermənistan adlı o saxta dövlət bizim coğrafiyamızda kiçik bir anklava dönüşür.

    Tək çözüm Türkiyə Azərbaycan konfederativ birliyinin qurulmasıdır.

    Böyük düşünün ki, böyük qələbələr əldə edə biləsiniz.
    Bu gün hər bir türkün savaşı var. Türkiyə ilə Türküstanı birləşdirən Azərbaycanı param parça edən gücləri və dövlətləri, işğalçıları yenmək. Azərbaycanı bütövləştirmək. Bütöv Azərbaycan qurmaq. Bu çox böyük bir savaşdır. Zatən millətlər savaşlardan və hədəflərdən doğular.

    Unutmayın, Türk dünyası Azərbaycandan qırılır.
    Türk dünyası Azərbaycandan birləşir. Azərbaycanı qorumağın tək çözümü Türkiyə ilə Azərbaycanın konfederativ birliyini qurmaqdır.

    Savaş bitməmişdir. Savaş hələ yeni başladı, davam edəcəkdir…

    Savaşlarınız, hədəfləriniz böyük olsun ki, ruhunuz da böyüsün, yenilməz olsun!!!
    Tarixdə təkcə xalqlar, millətlər, dövlətlər savaşmır, həm də ideyalar, fəlsəfələr, strateji arzular savaşır. Hanı sizin fəlsəfəniz, strateji arzularınız?

    Unutmayın tarixdə dəngələri hər zaman türklər dəyişmişdir və yenidən qurmuşdur.

    Unutmayın türklər hər zaman savaşmışdır. Türklər savaşlarda ölmüşlər, yataqda deyil. Bu bizim yaradılışdan qədərimizdir.

    Yeni savaş başlayacaq. Hələlik Rusiya ilə. Rusiya yenilməz deyil!

    P.S.
    1. Unutmayın ki, beynəlxalq bir hüquq anlayışı iflas etmişdir, beynəlxalq düzən və hüquq yoxdur, güc vardır.

    2. Bəlkə bu fikirlərimi bir xəyal olaraq dəyərləndirəcəksiniz. Özünüz bilərsiniz. Mən yaxşı bilirəm ki, Millətlər xəyallardan, ideallardan doğulur. Əgər bir millətin xəyal verən bir aydını yoxdursa, o millət passionar gücünü kayb edər. Tarixdə donub qalar, yox olar.

    Yasəmən Qaraqoyunlu, AMEA-nın əməkdaşı