Yazar: A.Türer YENER

  • KKTC, Türk Devletleri Teşkilatı’na giriş fırsatını değerlendiriyor

    KKTC, Türk Devletleri Teşkilatı’na giriş fırsatını değerlendiriyor

    Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Türk Devletleri Teşkilatı’na giriş fırsatını değerlendiriyor

    Türkiye Cumhuriyeti’nin desteğiyle, Türk Devletleri Teşkilatı’na gözlemci olarak katılımı değerlendiren Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, gözlemci üyeliğin kendi devletleri için büyük fırsatlar sunacağını söyledi.

    Bugüne kadar Türkiye’nin dışında böyle toplantılara katılımın mümkün olmadığını ifade eden KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, “Türkiye Cumhuriyeti’nin büyük desteğiyle Türk Devletleri Teşkilatı’na gözlemci olarak katılabilme fırsatını yakaladık. Türk Devletleri Teşkilatı’nın kökeni 2009 yılında Nahçıvan’da Türk Birliği’nin kuruluşuna dayanmaktadır ve zaman içinde gelişerek günümüze gelmiştir. Recep Tayyip Erdoğan’ın bu teşkilata verdiği büyük önem, kültürel, ekonomik ve ticari işbirliği alanlarında çeşitli girişimlerin teşvik edilmesi için bir çaba anlamına gelmektedir. Gözlemci üyelikle birlikte bu toplantılara katılabilme olanağımız, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti için büyük fırsatlar sunmuştur. Ne yazık ki, Türkiye dışındaki benzer toplantılara katılımımız sınırlıydı” dedi.

    “Türkiye bizim garantörümüzdür”

    Bugüne kadar yanlış algıyı kırarak Kıbrıs’ta iki ayrı devlet ve halk olduğunu anlatmayı başardıklarını da ifade eden Cumhurbaşkanı Tatar, “Kıbrıs’ın tarihine bakarsak, bu adada iki ayrı halk yaşamaktadır. Kıbrıs Türk halkı, kendi devletini kurmak zorunda kaldı ve bunu başardı. Bu yeni statümüzle Türk Devletleri Teşkilatı’na gözlemci olarak katılmanın yanı sıra farklı ülkelerle ekonomik işbirliği yaparak Kıbrıs Türk halkının gelişimine katkıda bulunmak için çaba harcayacağız. Ancak tanınmış bir cumhuriyet olarak kabul edilmemizin önünde hala engeller bulunmaktadır, özellikle Avrupa Birliği ülkeleri ve Yunanistan tarafından engellenmemize rağmen biz, iki ayrı devletin ve halkın demokrasi ile yönetildiğini muhataplarımıza başarıyla anlattık ve bu çabamıza devam edeceğiz. Bu konuda önemli bir ilerleme kaydettik. Kıbrıs’ın kuzeyinin Türkiye tarafından işgal edildiği yanlış bir algıya son vermek istiyoruz, burada tam anlamıyla bir demokrasi hüküm sürmektedir. Türkiye Cumhuriyeti, bizim güvencemizdir ve burada olmalarını istiyoruz.

    “KKTC’nin tanınmaması için tehdit ediyorlar”

    Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini tanımak isteyen ülkelerin tehdit edildiğini de ifade eden Cumhurbaşkanı Tatar, “Türk Devletleri Teşkilatı toplantılarına katılabiliriz ve ben de dahil olmak üzere üst düzey toplantılara katılarak muhataplarımızla görüşebiliriz. Ancak bu, tanınmamız anlamına gelmez, çünkü diğer Türk Devletleri’nin batı dünyasıyla farklı ilişkileri ve taahhütleri vardır. Bu konuda bazı engellerle karşılaştığımızı ve hatta üst düzey toplantılara katılmamamız için kulislerin olduğunu biliyoruz. Ancak kararlılıkla ilerlemeye devam edeceğimizi vurgulamak isterim. Bunu ilk kez açıklıyorum ki, Güney Kıbrıs ve Yunanistan bizlerin önünü tıkamak için Türk Devletleriyle ticaretler yapıp adeta ‘Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’yle ilişkinizi geliştirirseniz, size veto kartını gösteririz, sizinle şu projeyi gerçekleştirmeyiz, şu krediyi açmayız ambargo uygularız’ gibi tehdit ediyorlar. Bütün bunların yapıldığını çok iyi biliyoruz. Üst düzey bazı toplantılara katılmamamız için kulisler olduğunu da biliyoruz. Ancak biz yılmadan yolumuza devam etmekte kararlı olduğumuzu bir kez daha ifade etmek istiyorum” diye konuştu.

    “Kendimizi Türkiye’den ayrı görmüyoruz”

    Türkiye yüzyılının yansımalarını Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde de görüleceğini belirten Cumhurbaşkanı Tatar, “Türkiye Cumhuriyeti, bizim ana vatanımızdır ve Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yılını kutladığı bir dönemde, yeni Türkiye yüzyılının Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde de yansımalarını görmeyi umuyoruz. Biz kendimizi Türkiye’den ayrı görmüyoruz, sadece Doğu Akdeniz’de bulunan bir Türk Devleti olarak, adımız Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti olarak uzun yıllar boyunca Türkiye ile iyi ilişkiler içinde var olmayı sürdürmeyi planlıyoruz, bu da zaman içinde ambargolara rağmen gelişebileceğimize inandığımız bir hedef” dedi.

    İHA / TURKISHFORUM – ABDULLAH TÜRER YENER

  • BAĞDAT BÜYÜKELÇİLİĞİ DUYURUSU

    BAĞDAT BÜYÜKELÇİLİĞİ DUYURUSU

    TÜRKİYE CUMHURİYETİ BAĞDAT BÜYÜKELÇİLİĞİ DUYURUSU

    IRAK CUMHURİYETİ TARAFINDAN
    TÜRKİYE CUMHURİYETİ VATANDAŞLARINA UYGULANAN
    VİZE REJİMİ HAKKINDA DUYURU

    Umuma Mahsus (bordo) Pasaport hamili vatandaşlarımız, Irak’a gerçekleştirecekleri seyahatlerinde vizeye tabidir.

    Umuma Mahsus Pasaport hamili vatandaşlarımızın, Irak merkezi hükümetine bağlı vilayetlere (Erbil, Süleymaniye ve Duhok hariç tüm Irak) gerçekleştirecekleri seyahatlerinden önce, Irak’ın ülkemizdeki diplomatik ve konsüler temsilciliklerinden (Ankara Büyükelçiliği, İstanbul ve Gaziantep Başkonsoloslukları) mutlak suretle etiket Irak Cumhuriyeti vizesi temin etmeleri gerekmektedir.

    Umuma Mahsus Pasaport hamili vatandaşlarımızdan IKBY’ye bağlı vilayetlere (sadece Erbil, Süleymaniye ve Duhok) seyahat edecek olanlar ise, etiket Irak Cumhuriyeti vizesiyle bu vilayetlere giriş yapabilmelerinin yanı sıra, burada bulunan havalimanları ve kara sınır kapılarında kaşe tatbiki suretiyle de tek girişli ve 30 gün süreli giriş izni alabilirler.

    Diplomatik (siyah), Hizmet (gri) ve Hususi (yeşil) Pasaport hamili vatandaşlarımız, 180 gün içinde 90 günü aşmamak kaydıyla, tüm Irak genelindeki seyahatlerinde vizeden muaftır.

    Öte yandan, gerekli vize / ikamet izni alarak Irak’a gelen vatandaşlarımızın, vize / ikamet sürelerini geçirmeden Irak’tan çıkış yapmaları önem arz etmektedir.

    Aksi takdirde, vatandaşlarımızın para cezası ve gözaltına alınma gibi Irak tarafının maddi ve adli yaptırımlarıyla karşılaşmaları sözkonusu olabilecektir.

    Arzu edilmeyecek bu tür durumların önüne geçilmesi adına, yukarıda kayıtlı hususlar değerli vatandaşlarımıza saygıyla ve
    önemle duyurulur.

    T.C BAĞDAT BÜYÜK ELÇİLİĞİ / TURKISHFORUM – ABDULLAH TÜRER YENER

  • SURİYENİN SİYASİ GÖRÜNÜMÜ

    SURİYENİN SİYASİ GÖRÜNÜMÜ

    T.C DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI, SURİYENİN SİYASİ GÖRÜNÜMÜ

    1946 yılında bağımsızlığını kazanan Suriye’de, 1963 yılında Arap Sosyalist Baas Partisi darbeyle yönetimi ele geçirmiştir. 1970 yılında parti içi darbeyle iktidarı ele geçiren Hafız Esad, 1971 yılında Cumhurbaşkanı olmuş ve bu görevi 10 Haziran 2000 tarihindeki vefatına kadar yürütmüştür. Yerine oğlu Beşar Esad geçmiştir.

    Beşar Esad’ın iktidara gelmesinden hemen sonra Suriye’de demokratikleşme, insan hakları ve ifade özgürlüğü alanlarında kısa süren nispi bir açılım dönemi yaşanmıştır. “Şam Baharı” olarak adlandırılan bu dönem 2001 Şubat ayında son bulmuştur. Bu tarihten itibaren Suriye, dış politikada karşılaştığı sorunları da ileri sürerek siyasi reformlardan uzaklaşmıştır. Ülkede demokrasi ve reform talep eden çok sayıda muhalif 2005 Ekim ayında “Şam Deklarasyonu”nu imzalamış; ancak bu muhaliflerin bir kısmı daha sonra hapse girmiş, bir kısmı ise ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştır.

    2011 yılı başında Tunus ve Mısır’da başlayan ve “Arap Baharı” olarak adlandırılan hareketler Suriye’yi derinden etkilemiştir. Suriye’de halkın Deraa’da başlattığı gösteriler 16 Mart 2011 tarihinden itibaren ülke geneline yayılmış, güvenlik güçlerinin başvurduğu aşırı gücün etkisiyle Suriye kendini bir şiddet sarmalının içinde bulmuştur.

    İhtilafın barışçı şekilde çözüme kavuşturulmasını teminen bölgesel ve uluslararası alanda ortaya konan çeşitli plan ve yol haritalarını uygulamaya yanaşmayan Suriye rejimi, daha özgür ve demokratik bir Suriye özleminden beslenen meşru talep ve beklentileri dile getiren halkın tüm kesimlerini “ülkenin barış ve istikrarını bozmayı amaçlayan teröristler” olarak suçlamış ve bu talepleri aşırı şiddet kullanarak bastırma yoluna gitmiştir.

    Bunun neticesinde, 500 binden fazla Suriyeli hayatını kaybetmiş, 6,6 milyon civarında kişi ülke içinde yerlerinden edilmiş, 5,6 milyona yakın Suriyeli komşu ve diğer ülkelere sığınmıştır. Ülkemiz halihazırda 3,7 milyonu aşkın Suriyeliye evsahipliği yapmaktadır.

    T.C DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI / TURKISHFORUM – ABDULLAH TÜRER YENER

  • İran faşizmi

    İran faşizmi

    İran faşizmi: Çocuklara Türk ismi vermek yasak.

    Yaklaşık bin yıl Türklerin hakimiyetinde olan ve şu anda 35 milyon kadar Türk’ün yaşadığı İran coğrafyasında çocuğunuza Türk ismi vermeniz yasak. İran hükümeti belirlediği isim listeleri dışında çocuğunuza isim vermenize müsaade etmiyor. Ve bu listelere özellikle Türk isimleri koyulmuyor.

    BAKİ YAYA / TURKISHFORUM – ABDULLAH TÜRER YENER

  • Ayrılıkçıların defteri sonsuza kadar kapandı

    Ayrılıkçıların defteri sonsuza kadar kapandı

    Aliyev’den Karabağ mesajı: Ayrılıkçıların defteri sonsuza kadar kapandı

    Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, Karabağ sorununun ebediyen kapandığını söyledi. Fuzuli’de açıklamalarda bulunan Aliyev, “Yıl sonuna kadar Fuzuli’de yaklaşık 2 bin kişi yaşayacak. Büyük Dönüş Programı’nın ilk aşamasında, 2026’nın sonunda Fuzuli’ye 22 bin vatandaşımız dönmüş olacak.” dedi.

    Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, Ermenistan işgalinden kurtarılışının 3. yılında Fuzuli kentini ziyaret etti ve burada ata yurtlarına dönen vatandaşlarla bir araya geldi.

    Vatandaşlarla sohbet eden Aliyev, diğer kentler gibi Fuzuli’nin de işgal döneminde Ermeniler tarafından tamamen yıkıldığını hatırlatarak, işgalden sonra Azerbaycan devletinin burada yeni bir kent inşa ettiğini belirtti.

    “22 bin vatandaşımız dönmüş olacak”

    Aliyev, 800’den fazla Fuzuli sakininin kente dönerek yerleştiği bilgisini vererek, “Yıl sonuna kadar Fuzuli’de yaklaşık 2 bin kişi yaşayacak. Büyük Dönüş Programı’nın ilk aşamasında, 2026’nın sonunda Fuzuli’ye 22 bin vatandaşımız dönmüş olacak. Bu tarihe kadar genel olarak Karabağ ve Doğu Zengezur’a 140 bin insan yerleşmiş olacak.” ifadesini kullandı.

    “Ayrılıkçıların defteri sonsuza kadar kapandı”

    İşgal döneminde bazı yabancı ülkelerin Karabağ’dan vazgeçmesi için Azerbaycan’ı ikna etmeye çalıştığını hatırlatan Aliyev, “Sorunun savaş yoluyla çözümü yoktur diyorlardı. Biz, (savaş yoluyla) çözülebileceğini kanıtladık ve konu kapandı. Karabağ sorunu ebediyen kapandı. Ayrılıkçıların defteri sonsuza kadar kapandı.” dedi.

    Aliyev, zaferi canlarını vatan için feda eden kahraman askerlere borçlu olduklarını ve şehitleri hiçbir zaman unutmayacaklarını vurguladı.

    Ne olmuştu?
    Fuzuli’nin kent merkezi ve köylerinin çoğu, 1993’te Ermenistan ordusunca işgal edilmişti.

    Arazisi 1386 kilometrekare olan Fuzuli’de, işgalden önce 144 bin Azerbaycanlı yaşıyordu.

    Fuzuli’nin Ermenistan güçlerine karşı 1990’lı yıllarda 1100’den fazla şehit verdiği biliniyor. Ermenistan güçlerinin saldırılarında yaklaşık 1500 Fuzulili yaralanmış, 155 çocuk ise anne ve babasını kaybetmişti.

    Azerbaycan ordusu, 17 Ekim 2020’de Fuzuli’yi işgalden kurtarmıştı.

    JURNAL.İST / TURKISHFORUM – ABDULLAH TÜRER YENER



  • ANKARA’NIN BAŞKENT OLMASI

    ANKARA’NIN BAŞKENT OLMASI

    Mustafa Kemal ATATÜRK – ANKARA’NIN BAŞKENT OLMASI

    27 Aralık 1919’da Temsil Heyeti’nin Ankara’ya gelmesi ile, bu şehir Millî Mücadele’nin karargâhı olmuştu. 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Ankara’da açılmasıyla yeni Türk devletinin temelleri atıldı. Kurtuluş Savaşı buradan yönetildi. Böylece Ankara, fiilen başkent durumuna geldi.

    Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanmasından sonra. İtilâf Devletleri’nin askerleri İstanbul’dan çekildiler. İstanbul’un işgalden kurtulması ile yeni devletin başkentinin neresi olacağı tartışılmaya başlandı. Bazı kişiler İstanbul’un başkent yapılmasını istiyorlardı. Ancak meclisin Ankara’da açılması, buraya fiilen hükümet merkezi olma niteliği kazandırmıştı. Ayrıca Ankara, Türkiye’nin merkezinde, askerî ve coğrafî özellikleriyle başkent olabilecek konumdaydı.

    İsmet Paşa (İnönü), bir kanun teklifi hazırlayarak Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na sundu. ‘Türkiye Devleti’nin başkenti Ankara’dır.’ şeklindeki bir maddelik kanun teklifi kabul edildi (13 Ekim 1923). Kanunun yürürlüğe girmesiyle Ankara yeni Türk devletinin başkenti oldu.

    T.C MEB / TURKISHFORUM – ABDULLAH TÜRER YENER

  • YURTTA BARIŞ, CİHANDA BARIŞ

    YURTTA BARIŞ, CİHANDA BARIŞ

    Mustafa Kemal ATATÜRK – YURTTA BARIŞ, CİHANDA BARIŞ

    Atatürk bir asker olduğu halde mümkün olduğu kadar savaşın dışında kalmak isterdi. Şu sözlerinin derin anlamı vardır: ‘Mutlaka şu ve bu sebepler için, milleti savaşa sürüklemek taraftan değilim. Savaş zorunlu ve hayati olmalıdır. Gerçek kanaatim şudur: Milleti savaşa götürünce vicdanımda azap duymamalıyım, öldüreceğiz diyenlere karşı, ölmeyeceğiz diye savaşa girebiliriz. Lakin millet hayatı tehlikeye maruz kalmıyorsa savaş cinayettir’.
    Bu sözler, dahi bir askerin savaşın ne zaman yapılabileceğini gösteren bir ölçüsüdür. Millet hayatı tehlikeye girmedikçe, çıkarılan savaş savaş değil, cinayettir, öyleyse esas barıştır. Savaşın bir millet için ne demek olduğunu ve neler getirdiğini en acı ve açık biçimde gören, yaşayan Atatürk, büyük zaferin kazanılmasından sonra hep barışçı bir siyaset izledi.

    Yurtta barış, milli birlik ve beraberliğin sonucudur. Vatandaşlar birbirlerini kırmadan, birbirlerinin hak ve özgürlüklerine saygı duyarak yaşamalıdırlar. Bu memlekette esenliği sağlar ve aslında gelişmenin, kalkınmanın ve demokrasinin de en önemli şartlarındandır.

    Cihanda barış ise, devletlerin aralarındaki çekişmeleri, çeşitli anlaşmazlıkları görüşerek, anlaşarak çözümlemeleridir, insanlık ideali ancak böyle gerçekleşebilir. Devletlerarası savaşlar sadece acı, kan, gözyaşı ve felâketler getirir, kazananlar da pek çok şeylerini yitirmiş olurlar, öyleyse ancak ve ancak son çare olarak savaşa gidilmelidir. Esas olan savaş değil, barıştır. Atatürk Lozan Antlaşmasından sonra pek çok sorunu barış yolu ile çözümlemiştir.

    ‘Barış yolunda nereden bir çağrı geliyorsa Türkiye onu can atarak karşıladı ve yardımını esirgemedi’ diyen Atatürk’ün bu tutumu, Türkiye’nin dış siyasetinin temel düşüncelerinden biri oldu.

    T.C MEB / TURKISHFORUM – ABDULLAH TÜRER YENER

  • TEVHİD-İ TEDRİSAT KANUNU VE MEDRESELERİN KALDIRILMASI

    TEVHİD-İ TEDRİSAT KANUNU VE MEDRESELERİN KALDIRILMASI

    Mustafa Kemal ATATÜRK – TEVHİD-İ TEDRİSAT KANUNU VE MEDRESELERİN KALDIRILMASI

    Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde, diğer kurumlar gibi eğitim kurumları da büyük bir çöküntü içinde idi. Osmanlı Devleti’ndeki eğitim kurumları olan medreseler, Kuruluş ve Yükseliş dönemlerinde gerek eğitim kadrosu, gerekse programları bakımından çok ileri bir seviyedeydi.
    Fakat 17. yüzyıldan itibaren, devletin diğer kurumlarındaki gerilemeye paralel olarak eğitim kurumları da geriledi.

    Devletin yıkılışını önlemek amacıyla yapılmaya başlanan yenilikler çerçevesinde, eğitim kurumları da yeniden düzenlendi. 18. yüzyılın sonlarında ordunun subay, teknik eleman ve doktor ihtiyacını karşılamak üzere, çağın gereklerine uygun okulların açılmasına başlandı. Tanzimat Dönemi’nde, askerî okullardan başka, Avrupa’dakilere benzer modern eğitim kurumları açıldı. Medrese ve modern devlet okulları dışında, kendi dillerinde eğitim yapan azınlık ve yabancı okulları da vardı. Bu okullarda okutulan farklı dersler sebebiyle ayrı duygu ve düşünce, değişik kültür ve davranışa sahip insanlar yetişti. Bu uygulama, ülkede millî kültürün gelişmesine büyük ölçüde engel olmaktaydı. Bu sebeple millî bir kültür oluşturulamıyordu.

    Kurtuluş Savaşı’nın amacı millî birliğin sağlanması ve çağdaşlaşma olduğu için, Osmanlı eğitim sistemi devam ettirilemezdi. Daha Kurtuluş Savaşı yıllarında Mustafa Kemal, eğitim konusunda da çalışmalara başlamıştı. 16 Temmuz 1921’de yaptığı bir konuşmada millî kültürün önemi ve gerekliliğinden bahsederek, eğitim ve kültür konusundaki bölünmüşlüğün kaldırılmasını savundu. Osmanlı Devleti’nde var olan, mektep-medrese ayrımının kaldırılacağını söyledi. Eğitimin yaygınlaştırılarak bilgisizliğin yok edilmesi gerektiğini vurguladı.

    Büyük zaferden sonra çağdaş bir eğitim sisteminin kurulması için düşündüklerini uygulamaya koydu. Bu amaçla Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 3 Mart 1924’te Tevhid-i Tedrisat (Öğretim Birliği) Kanunu kabul edildi. Bu kanunla, medreseler kaldırıldı ve Türkiye Cumhuriyeti sınırlan içindeki bütün okullar, Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlandı. Böylece eğitim kurumlarının bir çatı altında toplanması ve eğitimin millî bir nitelik kazanması sağlandı.

    2 Mart 1926’da maarif teşkilâtı hakkındaki kanun kabul edildi. Bu kanunla lâik eğitime uygun, ilk ve ortaöğretim programlan belirlendi. Eğitim hizmetleri, modern bir hâle getirildi. Bundan sonra millî ve lâik eğitimi yaygınlaştırmak için, hızla ilkokullar, ortaokullar, liseler ve yüksek okullar açıldı. Bunların yanı sıra meslek okulları da açıldı. İlkokul zorunlu hâle getirildi.

    Eğitim ve öğretimde çağdaş ülkeler seviyesine çıkmak için yeni programlar geliştirildi. Atatürk, Türkiye’de millî eğitimin kuruculuğunu da yapmış oldu.

    T.C MEB / TURKISHFORUM – ABDULLAH TÜRER YENER

  • TARİHTEN İBRET ALMAK

    TARİHTEN İBRET ALMAK

    Türk çocuğu artık Arap çölleri için kanını dökmeyecektir.
    Mustafa Kemal ATATÜRK (1930)

    Birinci dünya savaşına giren Osmanlı zor durumdadır ve bir zamanlar egemenliği altında bulunan Arap devletlerinden bir yardım beklentisi içindedir.

    Bu amaçla Padişah, Mehmet Akif Ersoy’u Arap ülkelerine göndererek, bir nabız yoklaması yapmasını ister.

    Mehmet Akif, neredeyse Orta Doğu’da bulunan tüm Arap ülkelerini ziyaret eder. Onlardan aldığı tepkiler oldukça olumsuzdur!

    Sıkıntılı ve üzgün olarak geriye dönerken; Kudüs’e uğrar. Orada da bazı görüşmeler yaptıktan sonra bir otele yerleşir.

    Akşam olmak üzeredir… Mehmet Akif yatacağı otel odasında istirahat ederken, birdenbire dışarıdan çığlıklar gelmeye başlar! Merak ederek, dışarı çıkar. Kudüs halkı dışarıda çılgınlar gibi eğlenmektedir. Akif, bu eğlencenin nedenini merak ederek, orada bulunan bir Arap’a sorar ve aralarında şöyle bir diyalog geçer:

    – Bu eğlencenin sebebi ne!?
    Kudüs’lü Arap’tan aldığı cevap çok şaşırtıcıdır:
    – İngilizler Mescid-i Aksa’yı ele geçirdiler. Onu kutluyoruz!
    – Peki ama; İngilizler Hıristiyan ve sizler Müslüman’sınız! Bunda kutlanacak ne var ki!?
    – Olsun! Biz Türklerden kurtulduk ya! Ona seviniyoruz!
    Mehmet Akif, bu cevabı duyunca; büyük bir hüzne kapılır ve sabaha kadar ağlayarak, Kur’an okur.

    Evet, bu Araplar; bir Türk’ün üzerinde “Halifelik Hırkasını” görmek yerine, bu hırkayı bir İngiliz’in üzerinde görmeyi tercih ederler…

    Falih Rıfkı Atay’ın ZEYTİN DAĞI adlı eserinden aktarılmıştır.

    RIDVAN KARLIK / TURKISHFORUM -ABDULLAH TÜRER YENER

  • CUMHURİYET’İN KUT’U  !

    CUMHURİYET’İN KUT’U !

    Anadolu’daki yeni Türk Devleti’nin yönetim biçiminin belirlenip duyurulmasının 100ncü yılını kutluyoruz.

    Atatürk’ün “En büyük bayram” olarak nitelendirdiği Türkiye Cumhuriyeti, Onuncu Yıl Söylevi’nde belirttiği gibi iki(2) ana unsur üzerine kurulmuştu. “Türk kahramanlığı” ve “Yüksek Türk Kültürü”! Türkiye Cumhuriyeti’nin sonsuza dek yaşatılabilmesi bu iki unsurun doğru anlaşılabilmesi, yönetimler ve toplum tarafından doğru uygulanabilmesi ile olasıdır.

    Türk kahramanlığı; Türk ulusunun var olduğu binlerce yıldır, özgürlük ve bağımsızlığı için uygulandığı savunma yöntemlerinin bütünüdür. Türk Hakanları, Kağanları, Devlet Başkanları alp olarak tüm ulusa örnek olmak zorundadırlar. Mete Han’dan Atatürk’e uzanan tarihimizde başbuğları alp olan Türk Devletleri güçlü ve büyük devletler olmuşlardır. Hun Hakanı Çi-Çi Yabgu’nun M. Ö. 36 yılında Çin Ordusu ile yapılan savaşta, ordusuna yaptığı Söylevi Türk alpliğine önemli bir örnektir: “Boyun eğmeyeceğiz, çünkü bu, kıvançla yaşamış atalarımıza karşı büyük saygısızlık olur. Atalarımız bize geniş ülkelerle birlikte Özgürlüğümüzü ve bağımsızlığımızı emanet ettiler. Savaşçı ve atlı yaşamımız sayesinde yabancıları titreten bir ulus olduk. Korumakla görevli olduğumuz emaneti yaşam uğruna yitiremeyiz. Hepinizin bildiği gibi savaşta alplerin yazgısı ölümdür. Biz ölsek de alpliğimizin kıvancı yaşayacak, çocuklarımız ve torunlarımız diğer ulusların üstünü olacaklardır.”

    Atatürk’ün Çanakkale Çonkbayırı’ndaki ” Ben sizlere saldırmayı değil, ölmeyi buyuruyorum, geçen süre içinde yeni birlikler gelerek savunmamız başarıya ulaşacaktır.” Buyruğuna ne kadar benziyor değil mi?

    ” Yüksek Türk Ekini”de, binlerce yıllık gözlem ve deneyimlerle oluşmuş: Dil, tarih, duygu, gelenek, görenek ve ülkü birliğinin oluşturduğu ortak yaşam biçimidir. Bu yaşam biçiminin kurallar bütünü ise “Türk Töresi”dir.

    ATA Parti Genel Başkanı Namık Kemal Zeybek Orkun Yazıtlarını incelediği ” Kutlu Söylev”adlı çalışmasında Türk Töresi’ni şu başlıklarla özetliyor:

    – Türk Devletleri birlikte hareket etmeliler
    – Türk Devletleri, Türk Başkanlar tarafından yönetilmeli
    – Türk Devletlerinde Türk Töresi egemen olmalı
    – Türk Devleti’nin yöneticileri “tüz” yani dürüst olmalı
    – Türk Devlet yönetiminde akıl ve bilim egemen olmalı.

    Atatürk, Türk tarihini çok iyi incelemiştir. Çanakkale Savaşı gecelerinde Orkun Yazıtları’ndaki Türk Töresi’nin, Türk ekininin ana kuralları olduğunu belirleyerek yeni Türk Devleti’ nin iki ana unsurundan birisinin Türk ekinin olduğunu vurgulamıştır.

    Türkiye Cumhuriyeti’nin 100ncü kuruluş yıldönümü bu iki “kut”un bilinci ile kutlanmalıdır.

    Nice yüzyıllara, Atatürk’e ve tüm atalarımıza saygıyla kutlu olsun.

    Vedat İlteriş Çınaroğlu.- / TURKISHFORUM – ABDULLAH TÜRER YENER

  • Kamu oyuna duyurumdur.

    Kamu oyuna duyurumdur.

    29 Ekim Cumhuriyet Bayramımızı baltalamak için 28 Ekimde Atatürk Havalimanında mitinge giden kim olursa olsun yol arkadaşım, yolum demem silerim.

    Türkiye işgal edilip savaş çıkmadıkça Cumhuriyet törenleri düzenlenmeli.

    Cumhuriyet, Yunanlılar kazansaydı diyenlerin yol arkadaşlarının keyfine göre ertelenemez.
    Yaşım gereği 200. yılı göremeyeceğim için bu düşüncemi hiç bir kişi veya fikir değiştiremeyecek ve değiştiremez. 100. yılımızı kutlayacağım.

    100 yıl önce bağımsızlığa kavuşmak için 35 bin şehit, 30 bin yaralı vermişim. Bunu ancak bize yenilen Yunanlılar ve Yunanlıların tarafında olanlar ister. Neyzenin “Geldikleri gibi gitmediler; kimi itini bıraktı, kimi bitini. Kimi de piçini bıraktı!.. Yoksa bu kadar şerefsizin bizden olması mümkün değil!” dediği aklıma geliyor.

    Bu tür çabalar yüzünden Filistin de sivillerin ölmelerine bile üzülemedik, insani tarafımızı milli ve kuruluş coşkumuzu baltalamak yüzünden insani tarafım artık kalmadı. Sina çölündeki meşhur treni kaldırmayanların tümünü yok etseler beni yolumdan kimse döndüremez.

    Bu tür Cumhuriyet ve milli meseleleri baltalayan hareketlerin içinde olanlar benim ne yolumdur, nede yol arkadaşım o kadar.

    Serdar Şahin -Erzurum / TURKISHFORUM – ABDULLAH TÜRER YENER

  • Yüce Türk Milleti’ne sesleniyoruz!

    Yüce Türk Milleti’ne sesleniyoruz!

    Aşağıda imzası bulunan bizler, Yüce Türk Milleti’ne sesleniyoruz!

    Yüz yıl önce kan ve ateş çemberinden geçerek, yüz binlerce şehit vererek destansı bir mücadeleyle vatanımızı kurtardık ve kayıtsız şartsız Türk Milleti’nin birliğine ve hâkimiyetine dayanan Türkiye Cumhuriyeti’ni kurduk.

    Yüce Atatürk ve arkadaşlarının öncülüğünde bütün Türk Milleti’nin olağanüstü gayret ve fedakârlıklarıyla kurulan Cumhuriyet, dünya tarihinin en büyük başarılarından biridir ve birçok devlete de örnek olmuştur.

    Cumhuriyetimizin yüzüncü yılındayız.
    Böyle bir yıldönümü büyük törenlerle kutlanmalı, hatırasına abideler dikilmeliydi. Herhangi bir şey yapılmaması utanç vericidir. Atalarımızın ve şehitlerimizin aziz ruhlarına saygısızlıktır.

    Dünya böyle önemli yıldönümlerini unutmamıştır. Fransa’daki Eyfel Kulesi, ABD’deki Hürriyet Anıtı önemli yıldönümlerini kutlamak amacıyla dikilmiş ve geleceğe bırakılmış âbidelerdir. Türkiye’nin, Cumhuriyetimizin kuruluşunun yüzüncü yıldönümünü âbidevi eserlerle taçlandırmaması bir yana âdeta sessiz ve suskun geçirmesi kabul edilemez bir durumdur.

    Bu suskunluk ve sessizlik, ülkeyi yönetenlerin üzerinde büyük bir vebal olarak kalacaktır. Sadece ülkeyi yönetenlerin değil, cumhuriyetin kurucu partisi başta olmak üzere diğer siyasi yapıların birçoğunun da hiçbir şey yapmamış olması bağışlanamaz.

    100 yıl sonra Osmanlıcılık ile siyasal İslamcılık ideolojilerini diriltme heveslileri; rejimi saray istibdadına dönüştürmek, etnik ve dinî/mezhebî ayrımları sistemin esası kılmak çabasındadırlar.

    Cumhuriyetimizin 100. yılında, “milletin çeşitliliğini ve zenginliğini yansıtan” anayasa yapmaktan söz edenlerin ‘’Milletin birliği ve egemenliğine’’ kastettikleri açıktır.

    Bu girişim ve niyetlere karşı Türk Milletinin koyması gereken tavır net olmalıdır.

    Cumhuriyetin kurucu fikri Türk milliyetçiliğinin suç sayılmaya başlandığı son zamanlarda, ülkemizi yönetenler eliyle uygulanan karartmaların en ağırını yaşadığımız ortadadır. Bu karanlığı aydınlatmak vatanseverlerin görevidir. Aksi takdirde tarih bizi de affetmez.

    Türk İstiklal Savaşı ve Türkiye Cumhuriyeti, Türk’ün son yüzyıllardaki en büyük mucizesidir. Buna hasımlık edenler, yan gözle bakanlar, değerini anlamayanlar ve de sessiz kalanlar geçip gidecekler; Türk Milleti yeni başarı ve mucizelerle yaşamaya devam edecektir.

    Türklük ebedîdir, gerisi teferruattır.

    Cumhuriyetimizin yüzüncü yılı da, ilkelerinin ve niteliklerinin yüzlerce, binlerce yıl daha yaşaması için verilecek mücadele de kutlu olsun.

    Ne mutlu Türk’üm diyene.

    Ahmet B. Ercilasun, Prof. Dr.
    İskender Öksüz, Prof. Dr.
    Ahmet Hamdi Ünal,
    Ali Rıza Söğüt, Prof. Dr.
    Ali Şanalmış,
    Ali Uzunırmak,
    Alptekin Yıldırım,
    Atila Kaya,
    Ayfer Uzunırmak,
    Fahri Akman,
    Fatih Bozaklı,
    Fatma Koç,
    Gazi Çevik,
    Gökhan Yılmaz,
    Hakan Erdem,
    Hakan Paksoy,
    Harun Meral,
    Hasan Gömleksiz,
    Kemal Aydın, Prof. Dr.
    Konuralp Ercilasun Prof. Dr.
    Mehmet Alagöz, Prof. Dr.
    Mehmet Emin Uyartaş,
    Meryem Kuz Halkacı,
    Mesut Güneş,
    Mustafa Celepçi,
    Osman Yılmaz, Doç. Dr.
    Özkul Çobanoğlu, Prof. Dr.
    Paşa Kula,
    Suat Başaran,
    Ufuk Namalan,
    Vahit Türk, Prof. Dr.
    Vasıf İnanç Duygulu,
    Yağmur Tunalı,
    Yusuf Özkan.

    İSKENDER ÖKSÜZ -ATA SÖYLEŞİ / TURKISH FORUM – ABDULLAH TÜRER YENER

  • 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı

    29 Ekim Cumhuriyet Bayramı

    Cumhuriyet Bayramı, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet yönetimi ilan etmesi anısına her yıl 29 Ekim günü Türkiye’de ve Kuzey Kıbrıs’ta kutlanan bir millî bayramdır. 1925 yılında çıkarılan bir kanunla millî bayram olarak kutlanmaya başlanmıştır.

    Cumhuriyet Bayramı’nın kutlandığı ülkelerde 28 Ekim öğleden sonra ve 29 Ekim tam gün olmak üzere bir buçuk gün resmî tatildir. 29 Ekimlerde stadyumlarda şenlikler yapılır, akşam ise geleneksel olarak fener alayları düzenlenir.

    Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, cumhuriyetin onuncu yılı kutlamalarının yapıldığı 29 Ekim 1933 tarihinde verdiği Onuncu Yıl Nutku’nda, bu günü “en büyük bayram” olarak nitelendirmiştir.

    Cumhuriyet Bayramı, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 29 Ekim 1923'te Cumhuriyet yönetimi ilan etmesi anısına her yıl 29 Ekim günü Türkiye'de ve Kuzey Kıbrıs'ta kutlanan bir millî bayramdır. 1925 yılında çıkarılan bir kanunla millî bayram olarak kutlanmaya başlanmıştır. - Mustafa Kemal Ataturk Cumhuriyet Bayrami kutlamalari icin Turkiye Buyuk Millet Meclisine gelirken 29 Ekim 1936
    Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyet Bayramı kutlamaları için Türkiye Büyük Millet Meclisine gelirken, 29 Ekim 1936.

    Cumhuriyetin ilanı

    Osmanlı Devleti, 1876 yılına kadar mutlak monarşi, 1876-1878 ve 1908-1918 arasında meşruti monarşi ile yönetilmişti. I. Dünya Savaşı’nda yenilgiye uğramasının ardından işgale uğrayan Anadolu’da halkın işgalcilere karşı Mustafa Kemal Paşa önderliğinde verdiği Millî Mücadele, 1923 yılında millî güçlerin zaferi ile sonuçlandı. Bu süreçte, “Büyük Millet Meclisi” adıyla 23 Nisan 1920’de Ankara’da toplanan halkın temsilcileri, 20 Ocak 1921’de Teşkilat-ı Esasiye Kanunu adlı yasayı kabul ederek egemenliğin Türk ulusuna ait olduğunu ilan etmiş ve 1 Kasım 1922’de aldığı kararla saltanatı kaldırmıştı. Ülke, meclis hükûmeti tarafından yönetilmekteydi.

    27 Ekim 1923’te İcra Vekilleri Heyeti’nin istifası ve yerine meclisin güvenini kazanacak yeni bir kabinenin kurulamaması üzerine Mustafa Kemal Paşa, yönetim biçiminin Cumhuriyet olması için İsmet Paşa ile birlikte bir kanun değişikliği tasarısı hazırlayarak 29 Ekim 1923’te Meclis’e sundu. Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda yapılan değişikliklerin kabulü ile Cumhuriyet, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından ilan edilmiş oldu.

    Cumhuriyetin ilanı, Ankara’da 101 pare top atışı ile duyuruldu ve 29 Ekim gecesi ile 30 Ekim 1923 tarihinde başta Ankara olmak üzere tüm ülkede bir bayram havasında kutlandı.

    Cumhuriyet Bayramı, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 29 Ekim 1923'te Cumhuriyet yönetimi ilan etmesi anısına her yıl 29 Ekim günü Türkiye'de ve Kuzey Kıbrıs'ta kutlanan bir millî bayramdır. 1925 yılında çıkarılan bir kanunla millî bayram olarak kutlanmaya başlanmıştır. - istanbul Bogazdacumhuriyet kutlamalari havai fisek
    2007 yılı Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında Boğaziçi’nde patlayan havai fişekler

    Bayram kabul edilmesi

    Cumhuriyet ilan edildiği sırada henüz 29 Ekim günü bayram ilan edilmemiş, kutlamalar konusunda bir düzenleme yapılmamıştı; 29 Ekim gecesi ve 30 Ekim günündeki şenlikleri halk kendiliğinden organize etti. Ertesi yıl, 26 Ekim 1924 tarihli 986 numaralı kararname ile Cumhuriyet’in ilanının 101 pare top atılarak ve planlanacak özel bir programla kutlanmasına karar verildi. 1924 yılında yapılan kutlamalar, daha sonra yapılacak olan Cumhuriyet’in ilanı kutlamalarının başlangıcı oldu.

    2 Şubat 1925’te Hariciye Vekaletince (Dışişleri Bakanlığı) düzenlenen bir kanun teklifinde 29 Ekim’in bayram olması önerildi. Bu teklif Meclis Anayasa Komisyonu tarafından incelendi ve 18 Nisan’da karara bağlandı, 19 Nisan’da ise teklif TBMM tarafından kabul edildi. “Cumhuriyetin İlanına Müsadif 29 Teşrinievvel Günüünn Milli Bayram Addi Hakkında Kanun” ile 29 Ekim’de Cumhuriyet Bayramı’nın millî bayram olarak kutlanması resmi bir hüküm şekline geldi. Cumhuriyetin ilan edildiği gün, 1925’ten itibaren ülke içinde ve dış temsilciliklerde resmî bir bayram olarak kutlanmaya başladı.

    Cumhuriyet Bayramı, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 29 Ekim 1923'te Cumhuriyet yönetimi ilan etmesi anısına her yıl 29 Ekim günü Türkiye'de ve Kuzey Kıbrıs'ta kutlanan bir millî bayramdır. 1925 yılında çıkarılan bir kanunla millî bayram olarak kutlanmaya başlanmıştır. - Turkiye Cumhuriyeti 10 yildonumu kutlamalari 29 Ekim 1933 Genelkurmay Baskani Maresal Fevzi Cakmak Cumhurbaskani Gazi Mustafa Kemal Ataturk TBMM Baskani Kazim Ozalp Basbakan Ismet Inonu
    Türkiye Cumhuriyeti’nin 10. yıldönümü kutlamaları (29 Ekim 1933). Soldan sağa: Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi (Çakmak), Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal (Atatürk), TBMM Başkanı Kâzım (Özalp), Başbakan İsmet (İnönü).

    Atatürk’ün Onuncu Yıl Nutku

    Mustafa Kemal Atatürk’ün, Cumhuriyet’in onuncu yılı nedeniyle verdiği Onuncu Yıl Nutku (29 Ekim 1933)

    Hükûmet 27 Mayıs 1935’te milli bayramlar hakkında yeni bir düzenleme yaparak ülkede kutlanan bayramları ve içeriklerini yeniden belirledi. Daha evvel Meşrutiyet’in ilan günü olan Hürriyet Bayramı ile Saltanatın kaldırılış günü olan Hâkimiyet Bayramı millî bayramlar arasından kaldırılarak kutlanmasına son verildi. Cumhuriyet’in ilan edildiği 29 Ekim günü “ulusal bayram” olarak ilan edildi ve devlet adına yalnız o gün tören yapılması karara bağlandı.

    İzmir Cumhuriyet Meydanı'na 1933 yılındaki Cumhuriyetin Onuncu Yıl Kutlamaları anısında dikilmiş anıt.
    İzmir Cumhuriyet Meydanı’ndaki Cumhuriyet Taşı

    Kutlamalar

    Cumhuriyet’in ilk yıllarında, Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında yıkılan bir devletin enkazından genç Türkiye Cumhuriyeti’nin doğduğu vurgusu yapılmıştır. Bu ilk zamanlarda kutlamalar, günübirlik yapılan törenler şeklindeydi. Aynı gün içinde törenler, sabah resmikabul ile başlar daha sonra devlet erkanı önünde resmî geçit düzenlenir ve akşamda fener alayı gerçekleştirilerek program üç kısımda tamamlanmış olurdu. Ayrıca bayram akşamları şehrin idarecileri ve ileri gelenlerinin katıldığı “Cumhuriyet Baloları” düzenlendi. Törenlerin bu yapısı 1933 yılına kadar devam etti.

    Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında 1933 yılında gerçekleşen onuncu yıl kutlamalarının ayrı bir yeri ve önemi vardır. 1923’te kurulan Cumhuriyet’in on yıl gibi kısa bir süre içinde gerçekleştirdiği reformların ve ekonomik kalkınmanın halka ve tüm dış dünyaya gösterilmek istenmesi Cumhuriyet Bayramı kutlamalarına farklı bir anlam yüklenmesine sebep oldu. Onuncu yılda kutlamalar daha önce yapılan bayram kutlamalarından çok daha geniş bir şekilde organize edildi. Hazırlıklar için 11 Haziran 1933 tarihinde TBMM’de görüşülen ve 12 maddeden oluşan 2305 sayılı “Cumhuriyet’in İlanının Onuncu Yıl Dönümü Kutlama Kanunu” kabul edildi. Kanunla 10. yıl kutlamalarının üç gün sürmesi ve bu günlerin resmi tatil olması kararlaştırıldı.

    Tüm yurtta, 10. yıl bayram kutlama törenlerinin yapıldığı yerlere “Cumhuriyet Meydanı” adı verildi ve isim koyma törenleri yapıldı. İsim konma törenleri sırasında hatıra olarak “Cumhuriyet Anıtı” veya “Cumhuriyet Taşı” denilen mütevazı anıtlar yapıldı. Kutlamalar, çok renkli geçti. Mustafa Kemal, Ankara Cumhuriyet Meydanı’nda Onuncu Yıl Nutku’nu okudu. Onuncu Yıl Marşı bestelendi ve marş her yerde okunur oldu. 1934 yılından 1945 yılına kadar yapılan Cumhuriyet Bayramı kutlamaları bazı değişiklikler dışında 1933 yılında yapılan Cumhuriyet Bayramı kutlamaları örnek alınarak düzenlendi.

    Kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/29_Ekim_Cumhuriyet_Bayram%C4%B1

    TURKISHFORUM -ABDULLAH TÜRER YENER

  • Türklerde Devlet Anlayışı

    Türklerde Devlet Anlayışı

    Dünya Devleti Fikrinin Temelleri

    Türklerin en erken devirlerden beri oluşturdukları devlet anlayışı, diğer milletlerden ayrılır. “Türk Cihan Hakimiyeti”, ile ifade edilen “üniversal” yani “cihanşümul” devlet fikrinin temelinde elbette Türklerin üzerinde bulunduğu coğrafyanın, yaşayış ve inanç tarzının etkisi büyüktür. Bunları bilmeden Türk milleti ve devletini izah edebilmek, Türklerin imparatorluklar kurma ve yaşatma başarısını anlayabilmek oldukça güçtür.

    Devlet bir anlamda milletin en üst seviyede organize olmuş şeklidir ve bu anlamıyla günümüzde hemen her devletin yapılanması birbirine benzer. Ancak devlet anlayışı, milletlerin tarih ve kültürü ile doğrudan ilişkilidir. Bu sebeple Türk devlet anlayışı kendine mahsus özelliklere sahiptir. Devleti tanımlayan veya devletin unsurlarını oluşturan kavramlar dahi, Türklerin köklü ve kendine has bir devlet fikrine sahip olduklarını gösterir. Daha önce de belirtildiği gibi Türk devletleri “cihanşümul” bir anlayış ile oluşturulmuştur. Yani cihana hakim olma ve yönetme düşüncesi tarihte kurulan Türk devletlerinin ortak hususiyetidir. Bu düşüncenin oluşmasında elbette eski Gök Tanrı inancının izleri görülür. Nitekim Göktürk kitabelerinde bu anlayış açık bir şekilde dile getirilmiştir:

    Üstte mavi gök altta yağız yer kılındıkta, ikisin arasında kişioğlu (insanoğlu) yaratılmış ve kişioğlunun üzerine babam, amcam Bumin Kağan ve İstemi Kağan (Tanrı tarafından) oturtulmuştur”.Kağanlığa oturma görevi Tanrı tarafından verilmektedir. Nitekim II.Göktürk Devleti’nin kuruluşu anlatılırken, İlteriş Kağan ve İlbilge Hatun’un “Türk Tanrısı”, tarafından tepelerinden tutulup katına çekilerek kağanlığın verildiği ifade edilir.

    Devlet Anlayışı ve Hükümdar

    Günümüz devlet kavramına göre devletin oluşabilmesi için şu unsurların bir arada bulunması gerekmektedir; ülke, millet, siyasi hakimiyet ve teşkilatlanma. Türkler en eski çağlardan beri bu unsurları esas alan pek çok devlet kurmuş ve yaşatmıştır. Gerek İslam öncesi olsun, gerek İslami dönemde olsun kurulan her Türk devleti birbirinin devamı niteliğindedir. Çünkü, devletlerin adı veya coğrafyası farklı da olsa, Türk devlet anlayışı umumi hatlarıyla hep aynı kalmıştır.

    Daha önce de belirttiğimiz gibi Türk devlet anlayışı cihan hâkimiyetini esas alan ilâhî kaynaklı bir hâkimiyet esasına dayanır. Tanrı yönetme yetki ve gücünü Türk kağanına vermiştir. Kitabelerde bu durum; “kutum var olduğu için, tanrı yarlıgadığı için özüm kağan oldu.” şeklinde sık sık geçmektedir.

    Dolayısıyla Türklerde kağan olabilmek için üç unsur gerekmektedir;

    1-Kut Sahibi olmak; Tanrının devlet yönetme yetki ve gücü

    2-Yarlık Sahibi olmak; Tanrının emretme ve bağışlama yetkisi

    3-Ülüg Sahibi olmak; İyi şans, talih ve kadere sahip olmak.

    Bu özelliklere sahip olduktan sonra hükümdar “ün” sahibi de olur.

    Tanrı, Türk’ün yeri suyu ıssız kalmasın diye kağanlık görevini tevdi etmektedir. Hâkimiyetin ilâhî menşeli olduğu bu anlayış, İslâmî döneme girildiğinde de nispeten devam etmiştir. İslâmî dönemde de aleme nizam verme ülküsü “gaza ve cihat” yoluyla sürdürülmüştür.

    Kağan olduktan sonra bir hükümdarda bulunması gerekli özellikler ise şunlardır;

    1-Alplik

    2-Bilgelik

    3-Erdem

    İslami dönemde, eski Türk devlet anlayışında görülen ve geçiş sürecinde Kutadgu Bilig’de sisteleştirilmeye çalışılan, alplik, erdem ve bilgelik gibi kavramlar, mahiyet itibariyle biraz daha islamileştirilerek sürdürülmüştür. Buna ilave olarak Türklerdeki mevcut anlayışa “adalet” kavramı, daha ağırlıklı olarak girmiştir. Törenin yerini adaletin alması, hukuk kavramının tek taraflı olarak algılanması anlayışını biraz daha kuvvetlendirmiştir. Bu nedenle, İslami müesseseler Osmanlı dönemine kadar adalet kavramı dışında pek etkili değildir. Siyasetnamede devlet protokolünün ve işleyişinin daha sağlam olması gerektiğine dair öneriler bu açıdan değerlendirilebilinir.

    Türk devlet anlayışına göre devlet hanedanın ortak malıdır ve sonuçlarına katlanmak şartıyla hanedan üyeleri taht üzerinde hak iddia edebilirler. Bu anlayış da Osmanlı tarihine kadar bütün Türk devletleri tarafından korunmuştur. Ancak batıda olduğu gibi yönetme yetki ve kudreti babadan oğula süren ve soy asaletine bağlı olan bir anlayışla açıklanamaz. Aksine Türklerde hükümdarlık “liyakat” ile kazanılır. Kutadgu Bilig’de devlet yönetiminin esasları açık bir şekilde ortaya konmuştur.

    Kut, doğrudan doğruya tanrının bir kişiye devlet yönetme güç ve yetkisini vermesidir. Zaman içerisinde bu kavram doğrudan doğruya devletin kendisini ifade eder olmuştur. Yarlıg da umumiyetle kut kavramı ile beraber kullanılmıştır. Kelime anlamıyla bu söz, tanrının emir ve bağışlamasını ifade eder. Tanrının devlet yönetme yetkisini vermesi, bu görevi bahşetmesi de yeterli değildir. Bu özelliklerin yanı sıra kağanın iyi talih ve kadere sahip olması yani ülüg’ünün de bulunması gereklidir. Bütün bu özellikleri şahsında toplayan kağan kül yani şan ve şöhret sahibi olabilir.

    PROF.DR. ÜÇLER BULDUK-ANKARA ÜNİVERSİTESİ / TURKISHFORUM – ABDULLAH TÜRER YENER

  • MACARLAR RESMEN TÜRK OLDUKLARINI AÇIKLADI

    MACARLAR RESMEN TÜRK OLDUKLARINI AÇIKLADI

    MACARLAR RESMEN TÜRK OLDUKLARINI AÇIKLAYIP ANAYASALARINA EKLEDİLER.

    Evet yanlış okumuyorsunuz…Macarlar resmen Türk olduklarını açıklayıp Anayasalarına eklediler…

    Bizdeki bazı Arap sevicilerde de öyle bir Arap sevdası var ki Türküm denilmesi bile istenmiyor. Türklük vurgusunun bile yapılmasından hoşlanmayan hainler var. Utanmadan Milliyetçiliği ırkçılık olarak görüp bizleri ulusal bilinçten uzaklaştırmak istiyor Emperyalistler ve onlara hizmet eden uşakları…Selçuklu Araplaştı yıkıldı…Osmanlı Araplaştı yıkıldı…Şimdi de Türkiye Cumhuriyeti Araplaştırılıyor…

    Evet yanlış okumuyorsunuz…Macarlar resmen Türk olduklarını açıklayıp Anayasalarına eklediler… - MACAR PARLEMENTOSU

    Macaristanın Türkiye Büyükelçisi Viktor Matis şöyle diyor…

    ‘’-Türk Dünyası Macarlar için çok önemli. Çünkü biz kendi köklerimizin arayışı içindeyiz .Özellikle komünizm döneminde bize nereden geldiğimizi unutturmak istediler. Biz bu nedenle de Macarların asıl kökü nerede ? üzerine bir düşünce ortaya çıktı. Özellikle Komünizmin çöküşünden sonra birçok araştırmacı ,birçok analiz ve belgeyle Türk kökenli olduğumuzu kesin ve net bir şekilde ifade etti…İstanbul’daki Türk Konsey sekreterliğinin bu konuda son zamanlarda ciddi katkıları var Türk konseyindeki iş birliğinin geliştirilmesi gerekmekte. Biz bunu tamamen destekliyoruz. Üye ülkeler tarafından bir gözlemci olarak değil ,tam üye olarak görülüyoruz ve bunun için çok minnettarız…’’

    Evet Macarlar bunu resmen açıkladılar…Kendilerinin köklerinin Türk olduğunu kabul ediyorlar…

    MACARİSTAN NASIL BİR ÜLKE ?

    Macaristan’ın genelinde karasal iklim hakimdir. Yazları oldukça sıcak. Kışları ise soğuk ve karlıdır. Yani Macaristan’da yazın güneşe, kışın kar ‘a doyarsınız. Macaristan’ın en belirgin özellikleri doğa ,tarih ve kültürün iç içe geçtiği sokaklardır. Harika şehirleri vardır.

    Macaristan halkının resmi dili Macarcadır .Bu dil, Ural-Altay ailesinin Ural grubunda yer alan ve tıpkı Türkçe gibi sondan eklemeli diller grubuna dahil olan bir dildir. Tarihte Macarlar ile Türk boyları arasında önemli bir bağ vardır. Macarcada Atilla ya ATTİLA, Emre ye İMRE , Sakal a SZAKALL ,Anne ye ANYA, Kapıya KAPU, Kapağa KUPAK derler…Dillerimiz benzerdir.

    Macaristan da doğan çocuğunuza istediğiniz ismi koyamazsınız ,listede bulunan isimlerden birini seçmek zorundasınız .Ancak listeye yeni bir isim eklenmesi için başvuruda bulunabilirsiniz. Tabii bu isim Macarca olmak zorundadır .Yozlaşmayı engellemek için bu sistem uygulanır.

    Kanuni Sultan Süleyman ,Zigetvar kuşatması sırasında hastalıktan ölmüş, askerlerin morali bozulmasın diye bu vefat gizlenmiştir. Bedeni ,payitahta dönene kadar çürümesin diye iç organları Macaristan ın Zigetvar Şehrine gömülmüştür ve hala oradadır. Belgelerle tespit edilmiş tarihi bir gerçektir.

    Macaristan da Üniversite sınavı diye bir şey yoktur .Lise diplomanız ile istediğiniz üniversiteye gidebilirsiniz .Ayrıca Macaristan Üniversitelerinden alınan diploma Türkiye de dahil tüm Avrupa ülkelerinde geçerlidir.

    Macaristan da evlenen çiftlere devlet 30.000 Euro para desteği verir. Eğer 3 çocuk yapma sözü verirseniz bu parayı geri ödemesiz alırsınız. Genel olarak kazançlarına göre gıda maddeleri ucuzdur.

    YASEMİN GÜÇ / TURKISHFORUM -ABDULLAH TÜRER YENER

  • MİLLİYETÇİLİK SUÇ DEĞİLDİR

    MİLLİYETÇİLİK SUÇ DEĞİLDİR

    Anayasa’nın dibaçesi, “Türk Vatanı ve Milletinin ebedî varlığını ve Yüce Türk Devleti’nin bölünmez bütünlüğünü belirleyen bu Anayasa, Türkiye Cumhuriyet’inin kurucusu, ölümsüz önder ve eşsiz kahraman Atatürk’ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve onun inkılap ve ilkeleri doğrultusunda…” şeklinde başlayan ve Türk milliyetçiliği, millî devlet ve üniter yapı temelinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde, yürütülen bir soruşturma kapsamında hakkında “Ülkemizde sığınmacılara karşı meydana gelen olaylarla alakalı olarak” sosyal medyada araştırma yapılan bir kişi ile ilgili açık kaynak araştırma raporunda “Gönderilerinde milliyetçi paylaşımlarda bulunduğu tespit edilmiştir.” şeklinde bir ifade kullanılmasını büyük bir şaşkınlıkla öğrendik.

    Türkiye Cumhuriyeti’nin temelinde harcı olan Türk Ocakları olarak soruyoruz:

    1. Milliyetçilik suç mudur?
    2. Anayasa ve kanunlar değişmiş de bizim haberimiz mi yoktur?
    3. Türkiye’de bir sığınmacılar ve kaçak göçmenler sorunu yok mudur?
    4. Bizzat İçişleri Bakanlığı, kaçak göçmenlerle ilgili operasyonları hakkında açıklamalar yapmıyor mu?
    5. Sayın Cumhurbaşkanı başta olmak üzere yetkililer, Suriye’nin kuzeyinde güvenli bölgede kurulacak iskân yerlerine sığınmacıların yerleştirileceğini ifade etmiyorlar mı?

    Bilinsin ki, bu devlet milliyetçi bir anlayışla millî devlet olarak kurulmuştur ve milliyetçilik, Türkiye’nin bekasını sağlayacak tek fikirdir. Bizler Cumhuriyet’imizin ikinci yüzyılında da Türk milletini yüceltmek davası olarak gördüğümüz milliyetçilik anlayışımızla Türklüğe hizmet etmeye devam edeceğiz. Hukuk makamlarını, bu gibi soruşturmalarda daha özenli bir dil kullanmaya, tahkir ve tahrik niteliği taşımayan, sorunları dile getiren tepkileri demokratik hukuk devleti çerçevesinde değerlendirmeye davet ediyoruz.

    TÜRK OCAKLARI GENEL MERKEZİ -ANKARA / TURKISHFORUM – ABDULLAH TÜRER YENER

  • Akıl hastanesine kapatılan Tebrizli eylemcinin hayatı tehlikede

    Akıl hastanesine kapatılan Tebrizli eylemcinin hayatı tehlikede

    Akıl hastanesine kapatılan Tebrizli eylemcinin hayatı tehlikede

    15 Ekim’de Tebriz’de “ahlak polisi” tarafından dövülen ve başörtüsü zorunluluğunu ihlal ettiği gerekçesiyle akıl hastanesine gönderilen 31 yaşındaki Tebrizli Roya Zakiri’nin hayatı tehlikede.

    Doğu Azerbaycan’ın Medeni Üniversitesi’nden yüksek notla mezun olan Roya, daha önce 2022’deki protestolara katıldığı gerekçesiyle tutuklanmıştı. Yasadışı tutuklanmasını protesto etmek için 5 gün açlık grevi yaptıktan sonra geçici olarak kefaletle serbest bırakıldı.

    Roya Zakiri’nin şu anda Tebriz “Razi” akıl hastanesinde gözaltında tutulduğu ve konuyu kamuoyuna duyurması için ailesine baskı yapıldığı bildirildi.

    Roy’un 15 Ekim’de hükümet yetkilileri tarafından dövülmesini protesto etmek için “Hamaney’e Ölüm”, “Diktatöre Ölüm!” sloganlar attı.

    Akrabaları, hükümetin halka açık alanda Hamaney karşıtı sloganlar attığı için Roya’nın canına kıymasından endişe ediyor.

    TEBRİZ / TURKISHFORUM – ABDULLAH TÜRER YENER

  • Suriye Türkmenlerinin Siyasi Tarihi

    Suriye Türkmenlerinin Siyasi Tarihi

    Suriye’de 1200 yıllık bir varlığı olan Türkmenlerin siyasi mücadeleleri hakkında herhangi bir kitabın veya akademik çalışmanın olmaması, büyük bir eksikliktir.

    Ayrıca Mondros Mütarekesi ile birlikte Türk askerinin Ortadoğu coğrafyasından çekilmesi üzerine emperyal güçler tarafından suni sınırlar çizilerek oluşturulan Suriye’de kalan Türkmenlerin siyasi mücadeleleri merak edilen bir konu olmuştur.

    Türkiye ile tarihi, kültürel, sosyal, dilsel ve dinsel birçok bağlarının bulunması yanında stratejik, ekonomik, askeri, siyasal birçok ortak kaygıları olan Türkmenlerin kaderine terk edilmesi, Türkmenlerde büyük bir travma yaratmıştır. Bu kitabın arka planında Suriye coğrafyasında yaşayan Türkmenlerin siyasi mücadeleleri ve bu mücadelede yaşadıkları zorlukların tespit edilmesi ve çözüm önerilerinin sunulması yatmaktadır.

    Türkiye’nin Ortadoğu bölgesindeki en sadık partneri olan Türkmenler, Osmanlı Devleti’nin bakiyesi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin uzantısı olarak telakki edildikleri için Suriye’de iktidara gelen tüm rejimler tarafından düşman hanesine yerleştirilmişlerdir. Türkmenler, Esat ve Baas’ın sistematik asimilasyon ve tecrit politikaları nedeni ile Suriye’de herhangi bir siyasi faaliyet yürütme imkânı bulamamışlardır. Suriye’de 2011 yılında yaşanan halk ayaklanması ile birlikte ortaya çıkan otorite boşluğunda ve Esat ile muhalefetin inkâr politikalarına karşı Türkmen siyaseti ortaya çıkmıştır. Bu nedenle Türkmen siyaseti, planlı, programlı ve rasyonel bir şekilde değil, duygusal bir tepki üzerine çıkmıştır.

    Esat ve Baas rejiminin Suriye’de siyasi hayatı askıya alması nedeni ile siyaset yapma imkânı bulamayan Türkmenler, siyaset yapmaktan ve deneyim kazanmaktan mahrum bırakılmışlardır. Suriye’de meydana gelen sokak hareketleri ile birlikte siyasallaşan Türkmenler, siyasi deneyimsizliklerinden dolayı siyasi mücadelelerinde birçok sorunla karşı karşıya kalmışlardır.

    Türkiye, siyasi ve askeri olarak güçlü bir şekilde bulunduğu Suriye meselesinde Türkmenlerin ne masada ne de sahada bir varlık gösterememeleri, Türkmen siyasetine dikkatlerin çekilmesine neden olmuştur. Suriye’de yaşanan olayların ciddiyetinin kavranamaması durumunda Türkmenlerin Suriye sahasında varlık sorunu yaşamaları kaçınılmaz olacaktır.

    Büyük bir meşruiyet ve itibar kaybı ile karşı karşıya olan Türkmen siyasetinde gerekli dersler çıkarılmaz ve düzenlemeler yapılmaz ise yüzyılda bir gelen fırsat, tepilmiş ve Türkmenlerin heyecanı ve umutları tüketilmiş olacaktır. Zira Suriye meselesi yalnızca Suriyelilerin ve Türkmenlerin meselesi olmaktan çoktan çıkmıştır. Küresel ve bölgesel güçler, Suriye üzerinden Ortadoğu bölgesini yeniden şekillendirdiği bir dönemde Suriye denklemi içerisinde yer alamayan Türkmenlerin siyasi görünümü düşündürücüdür. Çünkü Türkmen siyaseti, bu süreçte gerekli adımları atamaz ise Ortadoğu bölgesinde Türkmen varlığının yüzyıllık geleceği ipotek altına alınmasına sebep olacaktır.

    Tarık Sulo Cevizci Literatürk Academia / TURKISHFORUM – ABDULLAH TÜRER YENER