Yazar: Ahmet Kılıçaslan Aytar

  • TÜRK HALKI YANILTILIRKEN

    TÜRK HALKI YANILTILIRKEN

              TÜRK HALKI YANILTILIRKEN
           
              ABD Merkez Bankası bünyesinde bir birim, bankaların bilançosunda sorunlu varlıkları almakta,
              Bankalara parasını ödemektedir.
              Devlet Bakanı Ali Babacan TUSKON Başkanlar Kurulunda bu işlemden hareketle,
              Küreselliğin  mükemmel bir tanımını yapıyor.
              “O para nereden alınıyor? Biraz kağıt biraz mürekkep, açıkçası!
              Dünya ekonomisinde ancak bir savaş döneminde uygulanacak politikalar uygulanıyor.
              Devletlerin olağanüstü müdahaleleri geri çekmesi halinde dünya ekonomik büyümesinin sürdürülmesi mümkün olamaz”diyor.
             
              *
              Devletler; dünyadan yerele sürdürülebilir ekonomik büyümenin sağlanabilmesini teminen,
              Global yoksulluk, göç, ısınma, kitle imha silahları gibi tehditlere karşı,
              Stratejik ve taktik güvenlik politikaların uygulanmasında ortak hareket ediyor.
              O sayede sektörel, kamusal ve ulusal yapıların güvencesi sağlanıyor.
              Elbette eşanlı, senkronize ve ülke ölçeği bazında  malî ve parasal  politikalar da uygulanıyor.
     
              *
              Bugün yaşama rengini veren aslî unsurun “global sürdürülebilir ekonomik büyümenin sağlanabilmesi”,
              Zorunluluğu olduğu anlaşıldığında;
              Mesela Türkiye’deki gelişmelerin saikleri , süreç ve sonuçları da net görülüyor.
              O çerçeveden bir duruş sergilendiğinde yanılmak ya da yanıltılmak  zorlaşıyor.
              Bireysel, Sektörel, Kamusal ve Ulusal kararlılık oluşuyor…
     
              *
              Birbirine geçmiş yargı ve siyasetin  gölgesi altında Yüksek Askeri Şura krizi,
              Kemalist, Ilımlı İslam, Ayrılıkçı Kürt Hareketi kutuplarında farklı tartışma ve heyecanların nedeni olmuştur.
              Krizden her düşüncenin  kendi payını çıkardığı görülüyor.
              Kemalistler, cumhuriyet nitelikleri  hassasiyetlerini umutla taçlandırmak adına TSK yı desteklerken,
              Cumhuriyet Devrimiyle yıllar boyu cefa çektikleri tezinde iticai ılımlı islam ve ayrılıkçı Kürt Hareketi;
              TSK nın dize getirilerek Cumhuriyet Devrimi ile hesaplaşma döneminin başladığı düşüncesindedirler.
     
              *
              Her düşüncenin karargâhında tartışmalar  sürüyor.
              CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, hükümet-ordu arasında yaşanan krizle ilgili,
              “Nasıl olsa siz zaten 3-5 gün sonra uzlaşacaksınız. Zaten bir araya geleceksiniz. Niye kriz yaratıyorsunuz?
              İmzayı geciktirerek, belli pazarlıklar yaparak ya da pazarlıklar yapılıyormuş gibi görüntüler vererek,
              Krizi Türkiye gündeminde tutuyorsunuz. AKP kriz yaratıyor sonra krizden besleniyor” dediği saatlerde…
     
              *
              Ayrılıkçı Kürt Hareketi  Demokratik Toplum Kongresinin Diyarbakır’daki toplantısında,
              Silah yerine diyalog ve barışa kapı aralamak için  Demokratik Özerklik talebinde bulunuluyor!
              Avrupa Konseyinin “Özgür Demokratik Yerel Yönetim Anlayışının Geliştirilmesi, AB Yerel Yönetimler Özerklik Şartı”,
              Belgesinde Türkiye’nin ayrılıkçı Kürt Hareketini engelleyen çekincelerinden dolayı uluslararası hukuka takılacaklarını bile-bile,
              Demokratik  Özerklik ilanını kararlaştırıyorlar.
              Çatışmasızlık kararı  veriliyor ve Avrupa’dan Türkiye’ye  oluşturulacak baskıyla istimin arkadan gelmesini planlıyorlar…
     
              *
              Tam  o  sırada Afyonkarahisar’da  Başbakan Erdoğan,
              TSK da atanacak komutanlara ilgili olarak Org.İlker Başbuğ ile mutabakat sağlandığını açıklıyor!
              Cumhuriyet niteliklerinin peyderpey tüketilerek; Ilımlı İslam siyasetinin devleti partileştirdiği ve hukuku siyasallaştırdığı,
              Dış  politikanın temelinden değiştiği,
              Ayrılıkçı hareketin  Demokratik Özerklik ilanına hazırlandığı  bu süreçte,    
              TSK’ nın; Kürtçü liberal Mehmet Metiner’in tanımıyla ” kurumlardan bir kurum” gibi davranması,
              Kemalist   umutları kırıyor…
     
              *
              Balyoz Davasında 101 muazzaf-emekli askerin yakalama kararı ertelenmiştir.
              Fakat emekli Amiral Atilla Kıyat’ın ” faili meçhuller devlet politikasıdır” açıklamasıyla,
              Ergenekon, Balyoz ve benzeri davalardan yargılanan askerler nezdinde Türkiye Devletinin,
              İşletilen demokratikleşme sürecinde  Ayrılıkçı Kürt Hareketine hesap vermesinin yolu da açıktır!
              Sırası geldiğinde Abdullah Öcalan’ın barış şartı,  TBMM de “Hakikatleri Araştırma ve Adalet Komisyonu”nun
    kurulacağı şüphesi yer edinmeye başlamış görünüyor…
     
              *
              TSK nın Balyoz Davasında siyasetle kurgulanmış yargı sonucu  terfi bekleyen 11 generale haksızlık yapıldığı  tezinde  samimi olmadığı anlaşılıyor.
              Çünkü ilgili generallerin terfileri dondurulmuş ve görevleri başında tasfiye edilmişlerdir!
              Org. Hasan Iğsız Kara Kuvvetleri Komutanlığına kuvvetli adayken,
              Şura’dan kısa süre önce  hakkında  Balyoz Davasında yakalama kararı,
              Şura’nın  ikinci gününde İnternet Andıcı  sorgulaması talebiyle müthiş bir  yargı darbesine uğratılmış bulunuyor!
              Gözden düşüyor ve 30  Ağustos’ta emeklilikle tasfiye  ediliyor…
              Sonuçta Genelkurmay   Başkanı İlker Başbuğ’un bu konuda da samimi olmadığı anlaşılıyor.
              İki yıldan  bu yana  geleceğin  Genelkurmay Başkanı olarak hazırlandığı fısıldanan,
              Org.Necdet Özel’in kriz süresince  özel bir öneme sahip olması da dikkat çekiyor!
              Acaba Org.Atila Işık’ın Kara Kuvvetleri Komutanlığına atanmasına rağmen onurlu bir davranış olarak emekliliğini istemesi,
              Generallerin Bizans entrikalarını protestosu  anlamına mı geliyor?
     
              *         
              Generaller; Türklük yerine Türkiye’liliğe,         
              Ayrılıkçı tehdite rağmen ulus-üniter devlette  adem-i merkeziyetçiliğe,
              Laik demokrasi yerine sekülerizme açık olduklarını gösteriyorlar…
              TSK yı kurumlardan bir kurum mertebesine düşürüyorlar.
     
              *
              Dünyanın sürdürülebilir ekonomik büyüme sağlamasına yönelik,
              Olağanüstü global tedbirlerin alınmasında  uluslararası ortaklığa; tamam Türkiye’de katılsın!
              Fakat neden Türkiye’nin  en ağır diyet ödediği, anlaşılıyor!
              Global sürdürülebilir ekonomik büyümeye  tehdit olarak algılanan,
              O nedenle uzun süredir  kadroları tasfiye edilen TSK da;
              İçişleri ve Adalet Bakanları ile MİT Başkanının yakın takibinde son Askeri Şura’sında nihaî tasfiye yapılmış bulunuyor!
              Bu anlamıyla Genelkurmay Başkanı Org.İlker Başbuğ komutasında TSK;
              Kurucusu ve kollayıcısı olduğu Türkiye Cumhuriyetinin, niteliklerinin tavizkârı olmuş,
              Doğrusu ilkesizliğine yenilmiştir! 
              Hazin olan şanlı TSK da  bir kağıt parçasının bir atom bombası eşdeğerinde ki yıkıcı etkisidir.
              Ilımlı İslamla  irticaya ve pek yakında ayrılıkçı Kürt Hareketine yol verilmesi işten bile değildir.
     
              *
              Kabusun bitmesi  için  yeni istifa kararlarıyla,
              Şanlı TSK nın muhteşem gücüyle geriye dönmesi ne güzel olur!

  • BÜTÜN YOLLAR YÜCE DİVAN’A ÇIKAR

    BÜTÜN YOLLAR YÜCE DİVAN’A ÇIKAR

              BÜTÜN YOLLAR YÜCE  DİVAN’A  ÇIKAR
            
              Başbakan Erdoğan, Aydın’dan meydan okuyor:
              “Bakıyorsunuz CHP’ye, MHP’ye, ne diyor? Seni Yüce Divan’a göndereceğiz.
              Biz bu yola beyaz gömleğimizi giyerek çıktık. Başımızı koyduk biz bu yola!” diyor.         
              CHP’de  Kılıçdaroğlu  yanıtlıyor.
              “Bizim senin bedeninle sorunumuz yok. Milletin başına neler getirdin, derdimiz onunla!”
              MHP’de  Bahçeli,
              “O gün geldiğinde seni güle güle Yüce Divan’a göndereceğim.” diyor…
     
              *
              Lâik Cumhuriyete rağmen  hem de iktidarda ılımlı islam,
              Ulus-üniter devlete rağmen Ayrılıkçı Kürt Hareketi; siyasetlerini uygulayabilmeyi teminen;
              Türkiye’nin Kemalist özü, kurum ve mensuplarıyla hesaplaşma  özlemindedir.
     
              *   
              Muhalefet; bu gayretiyle  Başbakan Erdoğan’ın Yüce Divan’da yargılanması düşüncesindedir.
              Büyük Orta Doğu Projesi Eşbaşkanlığı görevi ve Cumhuriyetin niteliklerini sakatlayan uygulamaları,
              Ve yolsuzlukların gölgesinin,
              Ancak hukuk denetimde kaldırılması halinde;
              Bir Türkiye Demokrasisi vaadindedirler…
     
              *      
              Uzun süredir Yüce Divan polemiklerine muhatap Başbakan Erdoğan,
              Elbette tedbirlerini alıyor.
              Madem ithamlar Büyük Orta Doğu Projesinden gelişiyor,
              O halde sığınacağı tek liman  ABD’ nin; Orta Doğu politikalarında en iyi müttefiği olmakta sınır tanımıyor.
              Bu amaç için iç politikada  bütün engellerin  kaldırılmasına yönelik,
              Emniyet İstihbarat, Telekomünikasyon ve İletişim Başkanlığı, Bankalar ve Sermaye Piyasalarında ki
    egemenliğini kullanıp,
              Hukukçuyu,siyasetçiyi, yazar-çizeri, askeri, iş adamını, sivil toplum liderlerini,
              Yargıda kadroları ve Özel Yetkili Mahkemelerle de muhalifleri susturduğu şüphesi toplumda  yaygın kanaat oluşturuyor…      
              Başka bir kanaat;
              Büyük Orta Doğu Projesinin  iç politikaya yansıyan kimi uygulamaların muhalifi TSK ‘nın,
              Ergenekon,Balyoz  ve diğer davalarda yargılananan mensupları üzerinden kurumsal kimliğinin de değiştirilmek isteğidir.
              İşte, Anayasa Mahkemesinin çalışma ve yargılama usulünü değiştiren, HSYK nın yeniden yapılanmasını kapsayan,
              Anayasa Değişikliği de 12 Eylül Referandumuyla oylanıyor!
              Üstelik  bir değişiklik te, görevleriyle ilgili suçlarda  Genelkurmay Başkanı, Kuvvet Komutanlarına Yüce Divan yolunu açıyor…
              Elbette Başbakan Erdoğan, Yüce Divan tehditine tedbirler alıyor…
              Çaresiz referandum sonucunda ” Parti benim, Devlet benim,Hukuk benim,Hak benim” deyip,
              Büyük Orta Doğu Projesi doğrultusunda Cumhuriyet niteliklerinin hiç edildiği Türkiye’nin, Sultan’ı olmayı hedefliyor!
     
              *
              İlgili projeden nemalanan Abdullah Öcalan, devletle uzlaşmak için TBMM de “Hakikatleri Araştırma ve Adalet Komisyonu” kurulmasını istiyor.
              BDP’den  Sırrı Sakık ve  Ahmet Türk, İzmir’de,
              “Kürtlere yönelik gerçekleştirilen faili meçhullerin araştırılması,
              Devletin özür dilemesi, tazminatların ödenmesi ve sorumluların mahkemelerde ve Yüce Divan’da yargılanması”nı istiyor.
              Ayrılıkçı Kürt Hareketi barış için Yüce Divan’ı şart görüyor!
     
              *
              Yüksek Askeri Şura; bu aşamada ağır bir kriz ile sonuçlanmıştır.
              Şura’dan bir süre önce Özel Yetkili Mahkeme Balyoz Davasında 11 i terfi sırasında general 102 muvazzaf-emekli  asker için  yakalama emri çıkarıyor!
              Şura’nın  ikinci gününde  bir yıldır bekletilen bir belgeye dayanarak hükümetin terfisini istemediği kuvvet komutanı ile ilgili soruşturma başlatılıyor!
              Terfiler donuyor.
              TSK; siyasetin hukuk kurgusuyla kurumsal kimliğine ağır bir darbe vurulmak tehditi altındadır.
              Ulus-üniter devlet, bölünmez bütünlük, laik esas tehdit edilirken; asker yargılanıyor,kurumsal kimliği değiştirilmek isteniyor,Yüce Divan’la tehdit ediliyor…
              Oysa TSK varlığını;  Atatürkçü Düşünce temelinden ve Cumhuriyetin niteliklerinden alıyor.
              Temeli  disiplindir.
              Son raddeye gelindiğinde, TSK varlığının korunmasını teminen disiplin ortaya çıkıyor.
              Kara Kuvvetleri Komutanlığına atanan Org.Atila Işık’ın emekliliğini istemesiyle,
              Tüm açıklığıyla ayrışma, titretiyor…                   
     
              *
              Hesaplaşmak!  Fikri ve isteği Türkiye’de geniş bir tabana yerleşmiş görünüyor.
              Nasılsa çok yol alınmıştır o nedenle Küreselliğin çıkarları için de  şu aşamada Türkiye’nin  uzlaşma sağlaması gerekiyor.          
              Şimdi  divan kurulmalı,hesaplaşılmalı  ardından ortak bir uzlaşma ortamı yaratılmalıdır.
     
              *
              Bir komployla  yenilenen CHP nin söyleminin  yumuşaklığı farkediliyor.
              Genel Başkanı Kılıçdaroğlu Başbakan Erdoğan’ın Yüce Divan’a gönderilmesinde samimidir.
              Bir süreden beri eski Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın da Yüce Divan’a verilmesini istiyor.
              27 Nisan e-muhtırası ve Dolmabahçe görüşmesinin dönemin siyasetini dizayn ettiğini iddia ediyor.         
              Nitekim CHP  suç duyurusunda bulunuyor.
              Büyükanıt’ın emekliliğine iki ay kala yaptığı icraatlar;
              Mesela parasızlıktan taşınamayan  Aktütün karakolunda PKK baskınıyla ağır kayıpların yaşanması,
              Teröre karşı 40-50 milyon dolarlık elektronik donanım ihalesinin yapılmamasına rağmen,
              Almanya’dan 7 yıl sonra teslim alınacak  okyanus denizaltıları için 3.5 milyar dolar peşin,
              5 yıl sonra teslimde silah taşıma yeteneği olmayan  helikopterlere 1 milyar peşin, ödemeli işlerde imzası,
              Genel  yolsuzluklar dosyası kapsamının  ek’ini mi oluşturuyor?
              CHP ‘nin AKP nin ılımlı islam politikası,  kürt sorunu ve TSK nın yeni konumuna balans sağlayacak  güçlü bir söylemi olduğu anlaşılıyor…
     
              *
              Türkiye’nin tüm güçleri muhataplarına Yüce Divan’ı öngörüyor!
              Türkiye Demokrasisi ve Dünya için uzlaşmayı teminen,
              Yüce Divan’da; ülkeyi işbu  kavgaya getirenin şahsından hareketle hesaplaşmak gerekiyor!
              Yok, daha neler? Kemalizm’e karşı Tayyibizm, Apoizm!
              O noktadan hareketle yeni bir Anayasa için Yüce Divan gerekli görülüyor…
              Bütün yollar Yüce Divan’a çıkıyor. ( Tutte le strade portano a Corte Suprema! )

  • ERİS ŞURA TOPLANTISINDAYDI

    ERİS ŞURA TOPLANTISINDAYDI

    Yüksek  Askerî Şura kararları genellikle yerleşik teamüllerin sürmesini teminen  TSK ya bırakılıyor.
    Bu yılın Askerî Şurası; Ergenekon ve Balyoz davaları yargı kararları ve darbe girişimi iddialarıyla,
    Terfiler konusunda ve Org.Hasan Iğsız’a  savcılıktan gelen ifade davetiyle;
    Ağır kriz ortamında yapıldı.
    Balyoz Darbe Planı davasında yargılanan askerler terfi ettirilmedi.
    Org.Necdet Özel Jandarma Genel Komutanı Atilla Işık’ın yerine atanırken gelecekte Genelkurmay Başkanı olmasına yol açıldı.
    Kara Kuvvetleri Komutanlığına atama yapılmadı.
    Atilla Işık’ın Kara Kuvvetleri Komutanlığına atanmasının önü açıldı…
    Başbakan kazandı!

    *
    Akıl; bir perspektifinde yaşamın yüzyıllar boyu değişen şeklinin, bulunduğu  bir kesitini algılıyor,
    Diğer perspektifinde o kesitinin şeklini değiştirerek evriliyor.
    Bu eşikte toplumsal akıl  ülke  medeniyetini belirliyor.
    Yazık ki Türkiye’nin medenî gelişimi; Batının küresel ekonomisi , siyaseti ve kültürünün yansımasıyla oluşuyor!

    *
    Yazar ve Edebiyat tarihçisi İsmail Habib Sevük,” Avrupa Edebiyatı Ve Biz” kitabında,
    Batı medeniyetinin  şu veya bu Avrupa milletlerinin değil, Yunan ve Latin’e eklenmiş Avrupa olduğunu,
    Türklerin Avrupalı millet olabilmek için Antikite’yi  ya da Yunan ve Latin’in eserlerinden başlamak üzere,
    Diğer Avrupalı  milletlerin eserlerini de öğrenmesi gerektiğinin altını çiziyor.
    Bir yanda kendi kültür kaynaklarımız diğer yandan Avrupa kaynaklarının bilinmesi: zor iştir!
    Bu başarı ayrıştırıcı politikalarla  marjinalleştirilen Türk Kültür alanında ancak bireysel  ölçüde kalıyor…
    O nedenle batı medeniyetinin Türkiye’ye ekonomik,siyasal ya da sosyo-kültürel yansımaları;
    Önce şaşırtıyor, yalpalatıyor, aklını alıyor, sömürüyor  en sonunda teslim almaya çalışıyor…

    *
    Yunan Mitolojisinde Eris, kanlı savaşların tanrısı Ares’in  kardeşi ve kavganın tanrıçasıdır.
    Bir düğünde üzerinde “en güzel kadına” yazdığı altın bir elmayı misafirlerin arasına atıyor.
    Tanrıçaların en güçlüsü  Hera,-ki döl bereketini,
    Athena; kültürü,
    Aphrodite aşkı ve güzelliği,
    Ya da üçü birlikte varlığı,birlikteliği ve sevgiyi-muhabbeti simgeliyorlar.
    Ve atılan elmayı çekiştirmeye başlıyorlar.
    En güçlü Zeus, Troya kralının oğlu  Paris’i -ki felaketi simgeliyor, hakem tayin ediyor.
    Üç tanrıça bir çok vaadle Paris’i kandırmaya çalışıyor.
    Paris elmayı kendisine en güzel kadını vadeden Aphrodite’e verince Troya Savaşı çıkıyor…

    *
    1986 Ankara’da ABD Savunma Bakanı Caspar Weinberger ülkesinin ve İsrail’in Orta Doğu güvenceleri için,
    Türkiye’nin Musul ve Kerkük’ü almasını ve himayesinde Kürdistan’ı  desteklemesini istiyor.
    Planın, Genelkurmay Başkanı Necdet Üruğ tarafından reddedilmesi,
    TSK nın  Büyük Orta Doğu Projesi önünde  engel olduğunun teyidi oluyor.
    PKK derhal Çekiç Güç birliklerinin  eğitim, lojistik ve stratejik desteğiyle eylemlerini arttırıyor.
    Rağmen 1991-92 de Jandarma Komutanı Eşref Bitlis, terör örgütünü tecrit ve bölgeye  güven veren icrasıyla,
    Kuzey Irak’ta Kürt Devleti faaliyetine darbe indiriyor, bir uçak kazasıyla ölüyor!
    1995 te   Kuzey Irak’a tertiplenen Çelik Hareketi  Kürdistan devletine daha büyük  darbe vuruyor…

    *
    1996 da Graham Fuller, Paul Henze ve CIA yetkililerinin Türkiye Geleceği Konferansı sonuç bildirgesinde;
    TSK nın siyasi sistemin teminatı konumunu yitirmesi gereğinin altı çiziliyor.
    2000 de Michael Robert ” Yükselen Hegemon:Türk Stratejisi – Askeri Modernizasyon ArasındaUçurum”kitabında;
    Kültürel ve anayasal değişiklik olmadığında,modern silah ve gelişmiş kabiliyette TSK nın  kısa-uzun vade de küresel çıkarların engeli olacağına dikkat çekiyor…

    *
    ABD nin Irak taleplerine karşı duran DSP-ANAP- MHP koalisyonuna  oluşturulan darbenin ardından,
    İktidar olan AKP ye; ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld yazdığı mektubunda,
    “Türk Ordu Mensuplarının sizin iradeniz dışında faaliyetlerde bulunduğunu biliyoruz.”diyor!

    *
    Orta Doğu ekonomisinin,siyasetinin batıya devşirilmesinde “yeniOsmanlı” siyaseti  uygun görülüyor.
    Bu idealin gerçekleşmesi için Cumhuriyetin lâik demokrasisinin lâfta kalması,
    O nedenle Kemalizmin  suçlanması ve hesaba çekilmesi gerekiyor.
    O yüzden Kemalist siyasetin koruyucusu ve kollayıcısı TSK;
    2007 den bu yana CIA-MOSSAD orijinli Ergenekon, Balyoz ve diğer birçok davayla yargılanıyor.
    Sigaya çekmek için önce gözden düşürülüyor…

    *
    Konumunu sürekli ABD çıkarlarıyla belirleyen ayrılıkçı Kürt Hareketi de,
    “Konfederal ulus,anayasa,siyaset ve vatan” yakın idealinde;
    Kemalist siyaset, kollayıcısı ve koruyucusu TSK ile  yüzleşmesi ve hesap görmesi gerekiyor.
    Abdullah Öcalan, Kürt Sorunu çözümünde bir gün  Ergenekon, Balyoz ve diğer dava dosyalarının,
    TBMM de açılacak  Hakikatleri Araştırma ve Adalet Komisyonunda görüşülmesini  şart koşuyor!
    Faili meçhuller sıkça gündeme geliyor…

    *
    ABD önderliğinde TSK sıkıştırılıyor.
    Son olarak Genelkurmayın; Balyoz Darbe Planıyla yapılan ithamların düzmece olduğu,
    Hukukun kurgulandığı itirazlarına,
    Rağmen  Yüksek Askeri Şura’ da  Başbakan’ın baskıları  galebe çalıyor.

    *
    Mitoloji günümüzde tekrarlanıyor gibidir.
    Eris; sanki Türkiye çıkarlarının  geleceğini belirleyen Şura’ya katılmıştır.
    Ortaya, üzerinde “Türkiye Demokrasisi” yazılı  altın bir elma atmış,
    Türkiye’nin varlığının, birlikteliğinin ve muhabbet ortamının; elmayı  çekiştirmesine yol açmıştır.
    ABD nin derini; elmayı yeniOsmanlıya verince de,
    Madem veriyor;işte varlık, birliktelik ve muhabbetin  ahengi birbirinden kopuyor.
    Bu tam bir felakettir!
    Türkiye, referandum sonucu ardından genel seçimlerde;
    Hukukun gücünü de kendine eklemlemiş bir  dehşet  iktidar gücüyle;
    Cumhuriyetinin geçmişiyle hesaplaşmaya gidiyor!

    *
    Türk Ulu’su  Atatürk,
    “Gelecek nesillerin, Türkiye’de Cumhuriyet ilanı günü, ona en merhametsizce hücum edenlerin başında,
    Cumhuriyetçiyim iddiasında bulunanların yer aldığını görerek şaşıracaklarını asla düşünmeyiniz.
    Bilakis,Türkiye’nin münevver ve cumhuriyetçi çocukları, böyle cumhuriyetçi geçinenlerin gerçek zihniyetlerini tahlil ve tesbitte hiç tereddüte düşmezler.” diyor…

  • TÜRK HALKI SIRTTA YUMURTA KÜFESİ TAŞIMAZ

    TÜRK HALKI SIRTTA YUMURTA KÜFESİ TAŞIMAZ

             TÜRK  HALKI  SIRTTA YUMURTA KÜFESİ TAŞIMAZ
     
              Yüksek Askerî Şura; haklarında yakalama kararı çıkartılan 11 generalin terfisiyle ilgili belirsizlikle sürüyor.
              Hükümet iddialar nedeniyle yakalama emri çıkarılan generallerin terfisine onay vermemeye tarafken,
              Genelkurmay yakalama kararlarına itirazların sonuçlanmadığı,hukuken terfilerin engellenemeyeceği düşüncesindedir.
     
              *
              Kamuoyu bir bölümü  TSK nın ciddi dayanaktan yoksun ihbar ve soruşturmalarla yıpratılmak istendiği,
              Diğer bölümü de  militarizmle  oluşturulan asker toplumuyla demokratikleşmenin önünün kesildiği
    söylemindedir.
     
              *
              Yüksek Askerî Şura,
              Haklarında yakalama kararı çıkartılmış generallerin terfilerinin yapılmaması,
              Ya da kısmen ya da tamamının terfii,
              Ya da terfilerin bir yıl ertelenmesi obsiyonu görüşüyor.
              Ya da generallerin bir üst mahkemeye yaptıkları itirazların şura sürecinde karara bağlanmamış olması;
              Genelkurmayın tezi yönünde terfilerin yapılacağını fakat hükümetin de terfilere itirazını diri tutarak, sonuçlarıyla her dem Genelkurmay üzerinde etkili olacağı,
              Bir gelişmeyi mi gösteriyor?
              Askerin ısrarıyla terfilerin yapılması halinde Cumhurbaşkanının tutumu,
              Bu süreç içinde Hukuk’un nasıl şekilleneceği,
              Yüksek Askerî Şura sonrasını bekliyor.
              Kararların Türk Halkını bulundukları tarafta daha da sabitleyeceği bir sonuç endişe yaratıyor…
     
              *
              Sultan Abdülhamid’in anılarında (Siyasi Hatıratım, Dergah Yayınları-1974),
             “Paşaların sadeliğe gayret etmemeleri  üzücüdür.Elimi bir eşek arısı yuvasına uzatmak istemiyorum.
              Ama yüksek rütbeli memurların bu kadar yüksek ücret almaları da şaşırtıcıdır.
              40 Mareşal, 60 Vezir, 13Nazır, 180 Bala! ” dediği,
              Hiçbirşey yapmadan hergün tükenişini izlediği,
              Osmanlı  Devleti ve Ordusu!         
              Ardından büyük bir tarih, Kurtuluş Savaşıyla mazlum bir ulusun kurtarıcısı  ve  Cumhuriyetin kurucusu,
              O nedenle Cumhuriyetin  ve demokrasinin kollayıcısı ve koruyucusu Türk Ordusu!
              Bugün zor bir Askerî Şuradan geçiyor…
     
              *
              Sekiz yıllık iktidarında AKP; çoğulcu demokrasiye ortam yaratması gerekirken,
              Kendi gibi  düşünmeyen ve yaşamayan herkesi mahkûm etmeye yönelik  siyasal islam anlayışındadır.
              Avrupa’nın kilise ile  danışan-dayanışan, lâik olmadığı halde lâik devlet esaslarına uyan Hristiyan Demokratlarını,
              Taklit ederek  Müslüman Demokrat kimliğini benimsiyor.
              Anayasal lâik ilkeye inançsız iktidarıyla anayasaya sadakatı eksiltiyor,
              Ya da  çoğulcu demokrasiye uygun yeni bir uzlaşma  anayasasının da yolunu tıkıyor.
              Bu noktada kutuplaşma  ve toplumsal  kargaşanın biricik amilidir!
     
              *
              Ayrılıkçı Kürt Hareketi iktidarın  anayasada açmaya çalıştığı gediğin yarattığı karambolden faydalanıyor.
              Konfederal ulus, vatan, anayasa ve siyaset iddiasında siyaset ve militarist yöntemler uyguluyor.
              Diyarbakır Belediye Başkanı,”Belediyemiz önünde Kürt bayrağı da dalgalansa ne olur?” ya da,
              “TBMM de olacak Kürdistan Parlamentosu da!”  sözleri açık bir meydan okumaya dönüşmüştür.
              Diyarbakır’da  cadde ve sokaklarda kadınlar ve gençler savunmak amacıyla mevziler oluşturuluyor.
              Yüksekova’da Esentepe Mahallesi  demokratik özerk alan ilan edilmiştir; polis giremiyor…
     
              *
              İkinci Cumhuriyetçiler Kemalizmi ve Cumhuriyet sürecinde askerin kurucu ve kollayıcı sıfatını reddediyor.
              Yaşanan kargaşayı  demokratik bir cumhuriyete, halk demokrasisine dönüşüm olarak değerlendiriyorlar.
              Bu süreci hızlandırmak üzere bulundukları her noktadan saldırıyor ve öldüresiye kızıştırıyorlar…
     
              *
              Peki ama dünyanın ezilmiş ülkelerine örnek bir Bağımsızlık Savaşı  deneyiminde,
              Kurtarıcı ve  Cumhuriyetin kurucusu ve elbette kollayıcısı TSK;
              Doğrusu şu dakikaya kadar her türlü iç-dış baskılara rağmen,
              Anayasasında Cumhuriyetin temel niteliklerini muhafaza edebilmişken,
              Niçin Askeri Şurasında  böylesine sıkıştırılabiliyor?
     
              *
              Büyükanıt’ın Dolmabahçe  ve Başbuğ’un Çankaya görüşmeleri  muamması;
              Sultan Abdülhamit’in Osmanlı Ordusu için söylediklerinin günümüze bir  yansıması mıdır?
              Bilinmiyor ama tam bu noktada;
              Ordunun Türk Halkındaki   güveninin pekiştirilmesi gerekiyor.
              Aksi taktirde Türk halkı  kendiliğinden görev yükleniyor.
              Bağımsızlığına ve özgürlüğüne düşkün ruhu, Ulu’su Atatürk’ün,
              “Ulusal varlığımıza düşman olanlarla dost olmayalım! Böylelerine karşı,
             -Türk’üm ve düşmanım sana, kalsam da tek kişi! diyelim.” buyruğuyla ayaklanıyor.
              Kat’iyen  istenmez ama işte İnegöl, Dörtyol olayları oluşuyor!
              Şüpheye yer vermeyen, açık ve içten bir güven; ordu-halk kaynaşması,
              Güçlü Ordu,Güçlü Devlet anlamına geliyor.
              Bu yıl Askerî Şura’da zor sınav veriliyor!

  • İSLAMCININ İTAAT REFERANDUMU

    İSLAMCININ İTAAT REFERANDUMU

              İSLAMCININ  İTAAT  REFERANDUMU
     
              Batı; askerî ,ekonomik ve kültürel alanda İslam dünyasına fark atıp,
              Küreselleşirken maddi değerler  yanında manevî değerleri de piyasa malına dönüştürmüş bulunuyor.
     
              *
              Batının güdülemesi ve  İslamın alternatif olmak hayaliyle yeniden yorumlanması bedbahtlığı,          
              Tarikatlar, cemaatler,siyasi oluşumlar, uluslararası  örgütler ve birliklerle,
              İslamın getirildiği hazin noktayı göstermesi bakımından;       
              SP Olağan Kongresi ve AKP referandum kampanyası mükemmel bir örnek teşkil ediyor.
     
              *         
              SP Genel Başkanı Numan Kurtulmuş parti yönetimine aday 200 kişiyi, görüşünü almak üzere Erbakan’a veriyor.
              Erbakan ise  Kongre’nin belirlediği 75 kişiyi seçmesini istiyor.
              İsteği gerçekleşmeyince,
              “İştişare yapılmış,karar alınmış,itaat gerekir.” diye olağanüstü kongrenin  toplanmasını zorluyor…
     
              *
              İslami  yönetim;
              İmamet (yol gösterme), hilafet (temsil etme) ve imaret (başkanlık yapmak) kavramları esası,
              İştişare( fikir alış verişi),meşveret (danışma),karar, biat (seçim) ve itaat ilkelerinden oluşuyor.
              Rağmen SP Olağan Kongresi ardından Erbakan’ın talebi;
              İmamet,hilafet ve imareti kişi  sultasına alan ve özgür iradeyi hiçe sayan  bir kötü örnek anlamına geliyor!
              Bu noktada din alimi Elmalılı Hamdi Efendi’nin ” Milli egemenlik hilafetten üstündür” ifadesi örnekleniyor.
              Erdoğan’ın  Erbakan’a itaat etmediği ve AKP nin demokratik  olgunlukla halka giderek başardığı mukayesesi konuyor!         
     
              *
              Erbakan, bir mürşid gibi imamet,hilafet ve imareti kendi sultasında kabul ediyor.
              Bu: Allah sevgisi içinde o’na kavuşmak arzusunda olan Murid’den,
              İlim,irfan ve manevi zenginlik kazanabilmesi için halis bir rabıta  istenmesine benziyor.         
              Muhabbetle bağlılık , murşid ile muridi arasındaki rabıtadır.
              Murid muhabbeti teminen mürşidinin suretini ya da hayalini  sür-git tasavvur etmeli,
              O hayalin yol göstericiliğinde ilim-irfan denizinde ermelidir!
              Murşidi  tasavvurla kulluk ya da aklın bir objeye sıkıştırılmasıyla,
              Beynin uydurmasına yol açılıyor!
              Sonra uyduran beyinler çoğalıyor, çoğalıyor,çoğalıyorlar.
              Bilime sırtı dönük hastalıklı bir toplum oluşuyor…          
     
              *
              Rabıta (Rabitat-ül Alem-ül İslam) Orta Doğu Amerikancı  İslamında,
              Şeriat düzeni ile İslam devletleri birliği kurmak isteyen bir kuruluş olarak faaliyet gösteriyor.          
              Komünizm ile Mücadele Dernekleri, Din Adamı Yetiştirme Dernekleri, İlim Yayma Cemiyetleriyle,
              1976 dan bu yana Türkiye’dedir.
              ABD nin Orta Doğu’da tam egemenliğini sağlamak üzere istediği Kürt-İslam Faşizminin gereği,
              Kenan Evren’e yaptırtığı 12 Eylül 1980 askeri darbesi;
              Suudi Arabistan ve ABD finansmanı kullanan Rabıta kuruluşuna muazzam bir özgürlük veriyor.
              Manevi değerlerin piyasalaştığı bu süreçte,
              Amacı üyelerinin toplumsal ve ekonomik gelişmelerini şeriata  göre geliştirmek  olan İslami Kalkınma Bankası önderliği ve desteği,
              Din adına dolandırılan  uyduran beyinlilerin  himmetiyle  sağlanan finansmanla;
              Refah Partisinden AKP ye siyasal örgütlülük sağlanıyor.
              MÜSİAD’ın yeşil sermaye holdingleri, bugün Türkiye ekonomisini tutuyor!
     
              *
              Erbakan’dan Tayyip Erdoğan’a  farklılaşan tek şey,
              Sekiz yıllık  AKP iktidarının;
              ABD desteği ile Amerikan İslamı adına devleti ele geçirerek,
              İstihbarat, Telekomünikasyon ve İletişimde, Bankalar ve Sermaye Piyasalarında  muazzam kontrol gücüyle,
              Yarattığı korku imparatorluğu,
              Ve yeşil sermayenin istihdamını, zekatını ve sadakasını oy’a tahvil etme becerisidir.
         
              *          
              Bir çoğu  bu gelişimi  Türkiye Cumhuriyetine karşı  Amerikan  Ilımlı İslam  darbesi olarak görüyor.
              O çoğunluk bu çoğunluğun Milli İradeyi temsilinde şüphelidir.
              Onlarda bunlardan!
     
              *
              Erdoğan, referandum kampanyası meydanında bağırıyor.
              “12 Eylül Anayasası ile Türkiye geleceği yakalayamaz!” diyor.
              12 Eylül 1980 darbesiyle yürüdüğü  Amerikan İslam Şeriatı yolunda  daha ilerisini istiyor.
              Dinleyen bir kadın, ” O bizim babamız!” diye iki gözü iki çeşme ağlıyor.
              Yaşanan toplumsal hallüsinasyon hali Türkiye üzerine ölü toprağı seriyor…
     
              *
              Halbuki  Mahşerde şefaat talebiyle Peygamberi Muhammed önüne,
              Ulu’su Mustafa Kemal’in sancağı altında gidecek Türk Ulusunun,
              Elbette Yüce Allah’ın dostu ile gönül birliği içinde  rabıtada olması gerekiyor.
              Türk’ün Ulu’su Mustafa Kemal şöyle diyor,
              “Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek demek değildir.
               Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyor ve hissediyorsanız, bu kâfidir.”
              Türk’ün başka bir ulu’ya ihtiyacı yok!

  • 27 NİSAN HEZİMETİ

    27 NİSAN HEZİMETİ

             27 NİSAN  H E Z İ M E T İ
     
              Kemal Kılıçdaroğlu, 27 Nisan bildirisinin Yaşar Büyükanıt ile Tayyip Erdoğan’ın anlaşmasına dayandığını,
              27 Nisan bildirisiyle Başbakan’ın darbe mağduriyeti yarattığını ve oylarını %47 ye çıkardığını,
              Büyükanıt’ın Dolmabahçe görüşmesiyle de  hakkında soruşturma açılmasını önleyerek kendi garantisini aldığını öne sürüyor.
     
               *
              Büyükanıt, bu ifadelerin bilgi- belgeye dayanmayan hakaret anlamında olduğunu,
              Bugün de Cumhurbaşkanı seçimi sırasında  açıklanan 27 Nisan Bildirisinin bir muhtıra değil,
              TSK nın laiklik konusunda duyarlılığını  dile getiren bir açıklama olduğu görüşünün arkasında durduğunu açıklıyor.          
              Başbakan ile yaptığı Dolmabahçe görüşmesinin bir devlet işi  olduğunu da ilâve ediyor.
     
              *
              Büyükanıt’ın açıklamaları ” devletin bilmediği devlet işi ” noktasında kalıyor!
              Dolmabahçe görüşmesi  Türkiye’de  büyük rahatsızlık yaratmıştır.
              Görüşmenin muamması; bugün yaşananları da  kapsamak üzere TSK nın caydırıcı gücüne varıncaya kadar spekülasyonlara neden oluyor.
              TSK güven kaybediyor.         
     
              *
              Ulusal Güvenlik Stratejisi ile ABD;
              Dünya Ticaret Örgütü çerçevesinde yaptığı çok taraflı ekonomik ve siyasi anlaşmalar,
              Bölgesel ve ikili  serbest ticaret anlaşmalarıyla oluşturulan küresel serbest  pazarların,
              Ticaretin güvencesi olmayı önceliği saymaktadır.
     
              *
              Bu nedenle ülkelerin  küresel uyum kapasitelerini teminen,
              Demokrasi,hukukun üstünlüğü,insan hakları ve azınlık haklarıyla siyasi kriterlere,
              Ülke ekonomilerinin rekabetçi baskılar ve diğer serbest piyasa güçlerine dayanabilecek bir ekonomi varlığı içinde bulunması için ekonomik kriterlere,
              Uyulmasını  istiyor.
     
              *
              Küresel serbest pazarların ve ticaretin en büyük tehditi ise;
              Ortak mücadeleye muhatap nükleer, biyolojik, kimyasal  (NBC) silahlarla terör,
              Ve siber savaş olarak belirleniyor.
     
              *
              Bu çerçevede ülkeler iki ana görevi yükleniyor.
              İlki mesela Türkiye’nin  söz gelimi 2009 da ürettiği mal ve hizmetlerinin 618 milyar dolarlık hasılasının,
              Siyasi  ve ekonomik kriterlerle güvencede  tutulması görevi,
              İkincisi, küresel serbest piyasalar ittifakının  siber savaşa ve  NBC silahlarıyla  teröre karşı,
              Mesela Türkiye’de TSK caydırıcılığının  her daim nazır ve hazırda  olması görevini yükümlüyor.
              Bu tehditlere TSK; Genelkurmay Başkanı emir ve komutasında hazırlanıyor…
     
              *
              Büyükanıt, 27 Nisan 2007 bildirisiyle  TSK nin laiklik konusunda hassasiyetini açıklıyor.
              4 Mayıs 2007 de Başbakan ile  Dolmabahçe’de görüşmesi ardından TSK tam bir sessizliğe bürünüyor.
              Anayasa Mahkemesi 30 Temmuz 2008 de AKP için ” antilâik odak” hükmünü veriyor.
              Büyükanıt  emir ve komutasında  TSK; laiklik konusunda hassasiyetinde  haklı çıkıyor.
              Rağmen TSK  İç Hizmet Kanunu 35. maddesinden aldığı yetkiyle cumhuriyetin  anayasal niteliklerini,
              Koruma ve kollama caydırıcılığı gücünde  büyük kusur  gözler önüne seriliyor…
              Lâik olmayan bir siyasi parti devleti yönetiyor!
     
              *
              Dolmabahçe görüşmesi AKP iktidarının devlete  tam egemen olduğu bir sırada yapılıyor.
              İktidarın kadroları  Emniyet İstihbarat, Telekomünikasyon İletişim, Sermaye Piyasaları, Bankalar  ve her kurumda;
              Enterkonnekte Siber  Teknolojilerin  yönetimi ve idaresindedirler.
              Büyükanıt emir ve komutasında TSK’ nın siber savaş yeteneğinin  olmadığı anlaşılıyor.
              Çünkü o görüşmenin ardından  sessizliğe bürünen TSK ‘nın kurumsal kimliği ve mensuplarının,
              Bilgileri, konuşmaları,belgeleri, filmleri, videoları,para hareketleri vs.,
              Şişirilerekte  olsa tedavüldedir ve  hukuk yoluyla TSK’nın tasfiyesi amacıyla kullanılıyor…
     
              *
              TSK yıllarca Sovyetler Birliğine karşı Avrupanın karakolu görevini yaparken,
              Edindiği savunma konseptiyle konvansiyonel savaş alanında gelişmiş bulunuyor.
              Halbuki 1945 Hiroşima ve Nagasaki’de  patlayan atom bombalarının,
              Hemen sınırımızda 1988 de Halepçe’de  kimyasal gaz saldırılarının insanlık ayıpları henüz tazeyken,
              Üstelik bölgede  İsrail ve İran’dan  dünyaya mütemadiyen gelişen nükleer tehdite,
              Rağmen TSK; kitle imha  terörü ya da savaşına karşı  caydırıcılığı  da şüpheyle  karşılanıyor.
              Bakınız Güney Kore bugün bir kitle imha savaşına karşı  sivil savunma tatbikatı yapıyor…
     
              *
              Anlaşılıyor ki Genelkurmay Başkanı Büyükanıt emir ve komutasında TSK nın,
              Cumhuriyet niteliklerini tehdit eden irtica ve bölücü harekete karşı,
              İç-dış siber savaş tehditine,
              Nükleer, Kimyasal ve Biyolojik silahlarla teröre karşı yeterli bir hazırlığı bulunmuyor.
     
               *
              Bu kadarıyla kalsa iyi ama,
              Terör, siber savaşa karşı caydırıcılık  yeteneğinin olmayışı daha fena sonuçlara da kapı açıyor.
              Türkiyenin anayasal cumhuriyet niteliklerinin korunmasında,
              Ulusal çıkarları AB, Kıbrıs,Ermenistan Sorunu, Ege Denizi, Irak’ta eli düşüyor.
              Türkiye zayıflıyor…          
     
              *
              Yaşar Büyükanıt  Dolmabahçe görüşmesini, devlet işi diyerek kamufle ediyor.
              Sadece o değil! Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’da Çankaya Köşkü görüşmesini saklıyor.
              Başarısız komutanlıklarını;
              Bugün PKK terör örgütüne karşı,
              Yarın potansiyel  NBC silahlarıyla teröre karşı Türkiye’nin korunması ve kollanmasının caydırıcılığı için,
              Cansiperane savaşmayı yaratılışındaki hasletinden alan  kahraman Türk Askerinden gizlemeye yelteniyorlar.
              Halkı kandırıyorlar…
              Bu noktada AKP’ye rağmen TSK’ nın  siber  savaş yeteneğinin   asla olmayacağını da ilave etmek  gerekiyor…
     
              *
              Kemal Kılıçdaroğlu doğru söylemektedir.
              Yaşar Büyükanıt  ve-bence İlker Başbuğ’da  AKP iktidarının yelkenlerini şişiriyor.         
              Yazık, işte İlker Başbuğ TSK ya inen Balyoz’da  astlarına ayıp olmasın diye Başbakan ile sayışıyor;
              Oooo..bu general senin- o general benim, bu subay senin- o subay benim, bu kadro senin- o kadro benim…
     
              *
              Yine de kaydetmek gerekiyor!
              Mustafa Kemal,
              “Türk milletinin yüce ideallerini gerçekleştirmesi için kahraman asker evlatları hep önde gidecektir.”,diyor…

  • B E Y İ N

    B E Y İ N

               B  E  Y  İ  N
     
              Başbakan Türk Milleti algısına  şu vurguyu işliyor.
              “Dağları delerek geldik. Çıkmışlar Yüce Divanla, Anayasa mahkemeleriyle tehdit ediyorlar.
              Biz bu yola canımızı,bedenimizi koyduk. Biz bu yola beyaz kefenimizle çıktık!”diyor.
              Anlaşılıyor ki, Başbakan ne hak ne de hukukla ilgileniyor.
              Hak’ka ve hukuka karşı can koyuyor.
                       
              *
              Hak ve hukuk bizzat Başbakan tarafından iğfal edildiğinde;
              İşte Aydın İl Başkanlığı binasına asılan bir pankartın indirilmesi sorun oluşturuyor.
              İnegöl’de doğu kökenli vatandaşlarla ilçe sakinleri arasında çıkan kavga ortalığı savaş alanına çeviriyor.
              Hatay Dörtyol’da devriye gezen polis otosuna terörist saldırısı ve 5 polisin şehit edilmesinin ardından,
              Doğu Kökenli vatandaşlarla gerginlik bütün ilçeye yayılıyor.
              Hak ve hukuk yok olunca her türlü kargaşa normal bir sonuç oluyor…
              İyi ama neden?
     
              *
              Akılcılar  aklı yöneten ana fikirlerin doğuştan geldiğini,
              Ampiristler ise sonradan kazanıldığını savunuyor.
              Her iki akım için ” öğrenme” ortak noktayı oluşturuyor.
              Öğrenme bir uyarıcıyla oluşan davranış ve tepkilerin değişimiyle oluyor.
              Türleri, ögeleri, şekilleri, ilkeleri,stratejileri ve etkileri Öğrenim Felsefesi kapsamına giriyor.
              Algı ya da idrak ise bireyin öğreniminden hareketle  toplumun oluşturulması  temelidir.
              O halde öğrenirken algının çekip çevrilmesiyle,
              İnsandan- topluma ya da vicdandan- toplumsal hak ve hukuk anlayışına; istenilen oluşturulabiliyor…
     
              *
              İslam coğrafyasının büyük ülkesi Türkiye’de, özellikle 12 Eylül Darbesi;
              Emperyalizmin güdülen bireylerini  oluşturmak ve o noktada örnek bir ülke  teşkil etmek  üzere,
              Türk Halkının algısı üzerinde de  kimi uyarlamaları yapmış bulunuyor…
              AKP iktidarı  sürdürdüğü öğrenim usulleriyle bu amacı daha ileri taşıyor…
              İslamın ılımlılaştırılması projesi bu temelden yürüyor.
     
               *
              12 Eylül’ün öğrenci ve eğitimcilere siyaset yasağı  toplumun yeni fikirlerle gençleşmesinin önünü tıkamıştır.
              Çok  sayıda eğitimcinin tasfiyesiyle oluşan öğretmen açığının kaç jenerasyonu etkilediğini düşününüz.
              Ya YÖK ile özgün ve özgür üniversitenin yok edilmesi?
              Eğitsel politikaları saptayan bakanlık üstü Eğitim ve Öğretim Yüksek Kurumu ile,
              Milli eğitimin liberalleşmesi sonucu  millî  benliğe yaşatılan  karambol?
              Ya yerli-yabancı bir çok yayının yasaklanmasıyla kültür dünyasının sığlaştırılması,
              Ardından Türkiye vizyonunun  çevrilmesine, ne demeli?
              Milli Eğitimde dinci kadrolaşma,  kuran kursları,dinsel içerikli yayınlar artırılırken,
              İşte din felsefesinin yayılması ve bilimsellikten uzaklaşılma süreci  adım adım yaşanıyor…
     
              *
              Öğrenimle bireyin daha ciddi etkilenmesi  ise direkt insan beyninin fonksiyonlarının nakış gibi işlenmesiyle sağlanıyor.
              İdrak,dikkat, irade, hafıza, muhakeme ve zeka!
              Biri ya da tümü bizzat öğrenimin kimi yöntemleriyle uyarılıyor ya da körletiliyor…
              Mesela iktidarın Eğitim Bakanlığı müfredatında okula yeni başlamış parmak kadar bir çocuğa,
              Harfler alfabede küçük boyutta yazılı haliyle tanıtılıyor.
              Ya da  o öğrenci  yazıyı öğrenmeye el yazısı ile başlıyor!
              Bu şekilde küçük öğrencinin dikkat algısı küçük bir objeye hedeflenmektedir.
              Dikkat  daraltılıyor ve küçültülüyor!
              Emeği  köreltilmiş birey  ve  üretemeyen umursamaz toplum oluşturulma amaçlanıyor.
              Mesela matematiğin temeli toplama,çıkarma, bölme,çarpma işlemleri öğreniminde,
              Öğrencinin bu işlemleri öğrenme pratiği çıkarma ve bölme işlem tekniklerinde yoğunlaştırılıyor.
              Algı; toplama ve çarpmanın arttırma esası yerine çıkarma ve bölme ile eksiltme esasına yöneltildiğinde,
              Tüketen birey  oluşuyor ya da  toplumsal  muhakemenin sınırlanması amaçlanıyor…
              Bireyin algısını  saptıran, minimize eden daha nicesini.., elbette iyi uzmanlar biliyor…
     
              *
              Diğer taraftan pozitif bilimlerin öğreniminde esirgenen tüme varımcı yöntem din eğitiminde kullanılıyor.
              Ne ki dini eğitimde  kişiyi uyaran ya da bir nesne olmaksızın bir hissin varlığına inanır hale getirmek için,
              Önce materyalist boyuta indirgenmiş dini objelere  can veriliyor, etlendiriliyor.
              Sonra tüme varım yöntemiyle ivmelenen  idrak-algı yetisiyle,
              Beynin bunları uydurmasına neden olunuyor…
              Öylece yaratılan bu objelerin duyumsanmasını ya da  görülmesini, kokusunu, tadını, hissini almaya yetişiyorlar.
              En hafifinden en ağırına hallüsinasyon hali oluşuyor.
              Mesela bakıyorsunuz birden ve  sebepsiz ağlıyor, garip sanrılara giriyorlar…
              Ya da ağızlarını açtıklarında başlıyorlar saymaya,
              “Onların dilleri var söylemezler, gözleri var görmezler, kulakları..” diye devam ediyorlar.
              Daha da beteri müthiş gaddarlaşıyorlar…
     
              *
              Bu tarzda uygulanan öğrenim ile  aynı tezgahtan geçmiş yöneticiler vasıtasıyla,
              İnsan ve toplum kendine ve birbirine yabancılaşıyor.
              İslam  Türkiye’den bu kıvama getirilmiş toplumla ılımlaştırılıyor.
              Hak ve hukuk kat’iyen gelişmiyor.
              Güdüleniliyor.
              İnsanın insana kulluğu giderek ülkeyi ve geleceği karartıyor.
              Birbirine yabancı, amaçsız, gelecekten kuşkulu toplum;
              İşte öyle bir lider ile ümüğünden sıkılıp hizaya getirilmek isteniyor!
              Ne ki  Halk; belli bir seviyede de kalsa , inancına basıldığında infial ediyor…
     
              
              *
              Başbakan bağırıyor,
              “Allahın verdiği canı ondan başka alacak yoktur. Bizde ona teslim olmuşuz.
              Bu yolda ölmenin ne olduğunu çok iyi biliriz!” diyor.
              Yahu ne oluyor?
              Tehdit mi var?
              Hak-Hukuk?
              Düşman kim?
              Ya Dost?
              Millet algısını; Aydın’da, İnegöl’de, Dörtyol’da uygulamaya koyuyor…
              Bu hal emperyalizme yarıyor ama Türkiye an be an felâkete koşuyor.
     
              *
              12 Eylül’ün eğitim ve öğretim  vasıtasıyla Türk insanına indirdiği darbeyi,
              AKP; uygulamalarıyla  dünyaya örnek edercesine ileriye sürüklüyor.
              O yine bağırıyor,
              “Buyrun gelin, 12 Eylül ile hesaplaşalım diyoruz ,yanaşmıyorlar” diyor.        
              Akıl; bunun ya da bunların tersinin düz, düzünün  ters olduğunu  söylüyor…
     
              *
              Beyinlerimizin bu dehşetten korunması gerekiyor…

  • KAZAN KALDIRMADAN

    KAZAN KALDIRMADAN

             KAZAN KALDIRMADAN
     
              Kürtçü Hareket; barış  süreci için  siyasal dayatmalarda bulunuyor.
              Bu düzlemde izlerin açık edilmemesi gerekir;
              Kürtçü hareketin  siyasi ayağı BDP, TBMM de çalışmalarına devam ederken,
              İki yüzlü siyaset  gereği  Kürt Milliyetçiliği ithamıyla siyaseten muarız haline getiriliyor…
              İktidarın Kürt Açılımı ardından,
              Kürtçü Hareketle temas sağlayıcı kurumlar ya da akil adamlar tesbiti,
              Propaganda yöntemi  aşamaları ardından,
              Kontaklar çalışıyor…
              Abdullah Öcalan’ın belirlediği dayatmalar bir-bir  uygulanıyor…
     
              *
              TRT Şeş, Kürt Dili ve Edebiyatı eğitimi, Kürtçe yer isimleri derken,        
              Ülkede sıcak bir ortam temini için  Mahmur’dan ve Kandil’den “Barış Ekibi”  getiriliyor!
              Bölücülüğe karşı ulusal tavırlı  CHP’de,  Genel Başkan değişimi sağlanırken,
              MHP;  bir suçmuş  gibi Türk Milliyetçiliğine hapsediliyor, Türklük dışlanılmak isteniyor!
              Taş atan çocukların  salıverilmesi gibi uygulamalar, Öcalan’ın dayatmalarıyla eşanlı sürüyor.
              Ya asker? Alınan kimi kararlarla terör mücadelesinde savunmada  bırakılınca,
              İşte her gün şehitlerin ardı arkası kesilmiyor…
              Askerin Ergenekon, Balyoz ve benzeri davalarla  uğradığı aşağılanma; hergün katmerleşiyor.
              Cumhuriyetçilerin içi kanıyor!
     
              *
              Asker için dağ gibi  dava dosyaları hazırlana-dursun,
              Öcalan; PKK’ya  yapılan gayri nizami savaş ve sonuçlarında; Devlet ve Ordu ile yüzleşme ve hesap istiyor.
              Teminen TBMM de “Hakikatleri Araştırma ve Adalet Komisyonu” kurulmasını!
              Yüzleşmek ve hesap ; taa ezelden dinci,  şimdi yeniOsmanlıcı çevrelerin   çoook hoşuna gidiyor…
              Hep birlikte Cumhuriyet Devriminin mağduru oldukları zehabındadırlar.
              Atatürk Devrimini  haksız, travmatik, faşist, darbeci, asimilasyoncu, ayrıştırıcı ve eli kanlı buluyorlar!
              Temelinde anlaştıkları bu zeminde:
              Hazır uluslararası destekleri varken ve  iktidar çoğunluğundayken,
              Hem de iletişimden istihbarata, Merkez Bankası politikalarından bankalara, enerjiden ulaşıma kadrolaşmışken,
              Dinci sermayenin istihdamı, zekatı ve sadakalarından  %30 oy potansiyelini her daim hazırlamışken,
              Kendi hukukları çerçevesinde  Cumhuriyet Hukuk Sisteminin  ve Askerin;
              Kendileriyle yüzleşerek hesap vermesini sağlamaya çalışıyorlar…
              Referandum; bu uğurda  iktidarın, Cumhuriyet Hukuku anayasal değişmezlerini bozmak,değiştirmek ve kaldırmak üzere,
              Türk Milletine  tuzağından başka  bir şey ifade etmiyor!
     
              *         
              Bireyden topluma, toplumdan devlete uzanan bir girişim olan Yüzleşmeyi,
              İnsan ister istemez gündelik yaşamında her an,
              “Onun yüzü yok bana bakmaya, Yüzü kızardı , Yüzsüz” gibi sözlerin karşısında,
              “Bakacak ve bakılacak yüz olmak” savaşımıyla sürdürüyor.
              Hukuk;bireysel vicdanın geliştiği çağdaş  toplum ve devletlerde yüzleşmenin aracıdır.
              Mesela Türk Anayasa Hukukunun temelini oluşturan,
              Cumhuriyetçilik,Üniter Devlet, İnsan Haklarına Saygı, Atatürk Milliyetçiliği,Demokratik Devlet, Laik Devlet,
    Sosyal Devlet, Hukuk Devleti, Eşitlik ilkelerinin;
              Üstüne titrenilmesi,kararlılıkla yürütülmesi; devletin ve toplumun birbiriyle mütemadiyen yüzleşmesi ve gerçek demokrasi anlamına geliyor.
              Herhangi bir kırılma; ilkelerin bozulması,değiştirilmesi ya da kaldırılması suçunu oluşturuyor…
     
              *
              Özel Yetkili İstanbul 10.Ağır Ceza Mahkemesinin,
              102 muvazzaf-emekli subay için çıkarttığı ” yakalama emri” toplumu derinden sarsmıştır.
              Atatürkçü Düşünce Sistemiyle yetişmiş kahraman Türk Ordusuna reva görülen siyasi kisveli hukuk muamelesinin;
              TSK’ nın yüzleşmeyi  başkaları tekeline bırakmamayı gerektiriyor…
              TSK kendiyle yüzleşmelidir!
     
              *
              Ücretli askerlerin Yeniçeri kışlasında  tam orta yerde yemek kaynatılan kazanlar bulunuyordu.
              Yeniçeriler bir sorun karşısında  kazanın başında toplanır, konuşurlardı.
              İsyana karar verince de kazanı kaldırıp dışarı çıkarırlardı.
              1826 da  Vaka-i Hayriye  isyanı  Yeniçeri Ocağının kapatılması sebebidir..
              Keçecizade İzzet Molla o gün  tarihe kayıt düşüyor;
              “Nice isyankâr nankörlük edip et meydanında toplandı,
              İkide birde koyup kaldırırken,
              Kazan devrildi söndürdü Ocağı!”, diyor…
     
              *
              Askerin temeli disipline dayanıyor.
              Ast’ın itaat hissini tehdit eden her tezahür, söz, yazı, fiil ve hareketleri cezai müeyyidelerle men olunmuştur.
              Kat’iyen kazan kaldırılmaz!
     
              *
              Ne ki  TSK nın kendiyle yüzleşmesi için;
              Dolmabahçe Sarayında Başbakan ile  Yaşar Büyükanıt’ın ,
              Çankaya Köşkünde Cumhurbaşkanı, Başbakan ve İlker Başbuğ’un görüşmesi sırlarının,
              Ne üzerinde anlaşıldığı, askerin hedefi, varsa bir senaryonun  mutlaka bilinmesi gerekiyor.
              Çünkü o görüşmeler kara bulutlar gibi TSK’ ı gölgelemektedir.
              Karanlıktan aydınlık çıkmıyor…
     
              *
              Yaşar Büyükanıt ve İlker Başbuğ’un konuşması ve ardından TSK’ nın  kendiyle  yüzleşmesi sürecini,
              Kazan kaldırmadan,
              Demokrasinin açıklık rejimi olduğundan hareketle,
              Ölüme kadar silah arkadaşlığı temelinde,
              Muvazzaflardan destekli Emekli Subay ve Emekli Astsubay Dernekleri,
              Şehit ve Gazi Dernekleri , Sınıf Arkadaşlığı   sağlayabilir.
              Gereken temaslar, gazete ilanları, TV toplantıları,  gösteri ve toplantılarla,
              Orduevlerinden, evlerden müşterek olunan her yerden  her türlü iletişimi kullanarak,
              Açıklık istenebilir aksi  halde bu ikisinin  gönüllerden ebediyen dışlanacağı vurgusu yapılabilir.
              Ya da, ne bileyim işte!
     
             *
              Askerin davasına sahip olması gerekiyor.
              Başkomutan Mustafa Kemal,
              ” Ordunun esenliğini yürekten düşünen namuslu ve ahlâklı insanlar ikiyüzlülükten uzaktır.
              Tam ve olgun ahlâk sahipleri, çoğu kez barış ve güvenlikte dikkât ve ilgiyi kendi üzerlerine çekmekten çok, bunları umursamadan açıkça konuşurlar.” diyor.

  • S U F L Ö R

    S U F L Ö R

             S U F L Ö R 
     
            
              ABD güçlü endüstri ve altın rezerviyle,
              Dünyaya “ne kadar altın o kadar para” ölçüsünde dolar tedavül edeceği iradesiyle;
              1944 Bretton Woods Kararlarıyla,
              Uluslararası para sisteminin, kollayıcısı IMF ve Dünya Bankasının kurulmasının amili oldu.
              Ülkelerin tuttuğu dolar karşılıklarının altın olduğu ve millî paraların dolara göre ayarlanması kararı alındı.
              Ne ki bir süre sonra  dolar tutan ülkeleri  enflasyon ile dolaylı vergilendirdi, mütemadiyen zenginleşti.
              Avrupa’nın dünya mali yapısını bozan bu sisteme karşı;
              Dolara bağlı para politikasını değiştirme isteğini engellemeyi hep başardı.          
              Sonra Suudi Arabistan ile petrolün dolar karşılığında satışında anlaştı.
              Petrolü doların belirleyeni  yaptı.
              Dolar; petrol ve  her tür mal ve hizmetin  alış-verişi  yarışında  dünyaya egemen oldu.
              Şimdi doların üzerinde müthiş bir ironiyle  “In God We Trust-Tanrıya İnanırız” yazıyor!
              Ve ABD dünyanın lideridir…
     
              *
              Her ülkeden aldığı mal ve hizmetler için dolar ödüyor.
              Ödediği  dolarlar yine faizsiz olarak ABD ye yatırılıyor.
              Yüksek döviz rezervleri, ABD’ye verilen ve faizi dahi alınmayan paralardır.
              Devletler bu sistemin  sigortası görevini yapıyor.
              Zarar halinde maliyeti kuruşuna kadar  halklarına ödetiyor…
     
              *
              Çarkın dönmesini  teminen İslam coğrafyasında,
              Başbakan Erdoğan, Yemen’den Abdullah Salih ve İtalya’dan  Berlusconi; Eşbaşkandırlar.
              Kapsama alanlarının;
              Kosova’dan Filistin’e, Somali’den Umman Denizine, Kürdistan’dan İran’a;
              Siyasal sorunların diyalogla çözülerek ekonomik  akışın temini görevindedirler.        
     
              *
              Eşbaşkan Erdoğan’ın yükümlüğü; 8 yıllık iktidarı  sürecinde,
              Türkiye’yi; Kemalizm, yeniOsmanlılık ve Kürtçülük odaklarından ayrıştırmış bulunuyor.
              Çünkü Erdoğan yeniOsmanlı felsefesiyle sorumlu olduğu coğrafyalara işlerlik sağlamak üzere,
              Karşısında  ulusalcı Kemalizmi budamak,
              Demokratik Türkiye için Kürtçü Hareketi de kollamak görevini yürütüyor.
     
              *
              O nedenle Başbakan ve Kürtçü Hareket aynı terminolojiyi kullanıyor.
              Mustafa Kemal saklı tutuluyor fakat İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak’la birlikte gelişen ekolün,
              Türkiye’nin Dinsel yapısını ve Kürtlerin  kültürel, ekonomik ve sosyal yapısını baskılayan,
              Faşist Cumhuriyetçiler olduklarını  ileri sürüyorlar.
              Darbeci, komplocu, yok edici, militer, ittihatçı özellikleriyle,
              CHP’ nin de içselleştirdiği bu hareketin;
              Özgürlükler ve Demokratik Türkiye için yok edilmesini savlıyorlar.
              Bu özelliğiyle varsaydıkları TSK mensuplarını bir bir saf dışı ediyorlar.
     
              *
              Anayasa Değişikliklerinin onaylanacağı ve “Evet” oyu alması halinde,
              “Parti benim, Devlet benim, Hukuk benim, Hak benim” diyecek olan Başbakan Erdoğan;
              Bu yüzden referandumu  milletin darbecilerle hesaplaşması olarak ilân ediyor.
              Kolaylığı bakımından yakın  tarih 12 Eylül’ü odak  alıyor.
              Kazandığı taktirde Türkiye’nin Atatürkçü ilkelerinin çok kısa sürede yok edileceğini, elbette biliyor!
     
              *
              BDP; referanduma ” Demokratik  Anayasaya Kadar Boykot” kararındadır.
              Evet-Hayır dağılımının hassas zemininde,
              Bir önceki seçimlerde Doğu ve Güneydoğu oylarının % 54 ünü alan AKP;
              PKK  korkusuyla sandığa gitmeyecek seçmenin tehditini yaşıyor.
              Doğrusu BDP;  boykot tehditini mükemmel bir pazarlık  unsuru olarak kullanmaktadır.
              İşte Abdullah Öcalan’ın telebi ” taş atan çocuklar yasası” yasalaşmış bulunuyor.
              Terörle mücadelede kolluk kuvvetlerinin işledikleri iddia edilen eylem ve tutumlarına yönelik şikayet sistemi,
              “Kolluk Gözetimi Komisyonu” yasa tasarısı TBMM de görüşülüyor.
              Ergenekon Davasında Mahkemeler daha sonra kurulması  talep edilen,
              TBMM “Hakikatleri Araştırma ve Adalet Komisyonu” na  dağ gibi dosyalar hazırlıyor!
              O da ne? Balyoz Davasıyla ilgili 102 yüksek rütbeli  muvazzaf-emekli subay hakkında tutuklama kararı çıkıyor!
              Hele bir referandum neticelensin,
              TBMM de anayasa konvansiyonu  olarak görev yapacak “Demokratik Anayasa Komisyonu” da gün sayıyor!
     
              *
              Tam bu noktada CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu,
             “12 Eylül ile hesaplaşacaksak TSK İç Hizmet Kanunu’nun darbelere dayanak 35.maddesini değiştirelim” diyor!
              Cumhuriyetin temel ilkelerini irtica ve bölücü harekete karşı siyaseten koruyabileceği inancındadır!
              Ya da köşeye sıkıştırıldığı iddia edilen Kemalist düşünceli bir siyasi partinin lideri olarak,
              YeniOsmanlıcı ve Kürtçü Hareketin ardında  dünya çarkını çeviren ABD’ye sinyal veriyor.
              Son bir çare gibidir; sorunların çözümüne el vermek ve demokratik bir anayasa hazırlığının mutlaka içinde bulunmak  iddiasını tutuyor…
              Diyalog kapısından içeri giriyor!
     
              *
              Harp Akademileri Komutanlığı’nın 2009-2010 mezuniyet töreninde ise neşeli görüntüler veriliyor.
              Tören salonunda komutanlar başarısızlıklarını saklamak çabasında “Güçlü Ordu, Güçlü Türkiye ” sloganından çark etmiş,
              “Güçlü Türkiye, Güçlü Ordu” pankartı ardına saklanıyorlar.
              Bu slogan “Ne kadar ekmek o kadar köfte” anlamına geliyor!
              Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı ve Başbakanla birlikte iktidar mensuplarının  katıldığı törende,
              En çok dikkati çeken  husus;
              Diplomasını almak üzere davet edilen Kurmay Yüzbaşı Ömer’in,
              “Ergenekon” olan  soyadı anons edildiğinde yaşanıyor.
              Komutanlar  hep birlikte  o heyete kendilerini gösterme gayretinde, kıvrılıyor, göz süzüyor,dudak büzüyor,
              Eğilip, büzüşüyor ve mahcubiyet içinde  hafif bir uğultu dalgasıyla  kıkırdıyorlar.
              İlker Bey  emeklilik  töreni provasında gibidir, alt-üst dudaklarını birbiri üzerine büzüştürmüş,avurtlarını şişirmiş  munis bir mutluluk  ifadesi içindedir.
              Ne zamandan beridir annem ise ” paşaların  birbirleriyle karşılaştıklarında  şapur-şupur  yanaktan öpüşmesini”  bir türlü anlamadığını söylüyor!
     
              *
              Küresel sermayenin güvenli döngüsünü teminen  “Türkiye diyalogu” gelişiyor.
              Eh!  Paşa Orduevinde  özel suitinden   çıkamıyor!
              Sivilleşme sağlanmıştır.
              Bölgesel sorunlar da dahil küresel çarkın çevrilmesine AKP yanında,
              Mesela CHP de aday oluyor.
              BDP Kürt sorununa siyasi muhataptır.
              O nedenle diyalog kazanacaksa; referandum ibresi ” Hayır”ı gösteriyor…

  • A L  D O L S U N

    A L D O L S U N

             A L   D O L S U N
     
              Başbakan Erdoğan, Demokratik açılım sürecini tanıtma ve destek arama çalışmalarına devam ediyor.
              Bu kez sürecin Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi kapsamını, sivil toplum örgütleri kadın temsilcilerine anlattı.
            – Açılım boşsa, bize içini dolduracak malzeme verin, dedi.
     
              *
            – Verin Dolsun, diyor!
              İyi ama,Başbakan’ın geçen hafta  muhalefet liderleriyle yaptığı,
              Açılım sürecinde Terörle Mücadele konusunda görüşmelerin  sonucunu,
              Bizzat teklifi, Özel Profesyonel Ordu kurulması noktasına sıkıştırdığını da görmek gerekiyor!
     
               *
              Halbuki Baykal’ın  açılıma kapattığı CHP’nin, Kılıçdaroğlu  ile açılması,
              Türkiye’nin; Demokratik açılım sürecini pekalâ  başarma inanç ve  isteğini gösteriyor.
              Toplumsal desteğin sağlanması ve Milli Birlik – Kardeşlik Projesinin başarısı için,  
              CHP nin aralık kapısından alınabileceklerin dahi projenin içini dolduracağı  iyimserliği  gerekiyor.
              CHP desteğinin önemi; kadirşinas bir yaklaşım ile defaatle işlenmeliydi!          
              Ne ki, verilmek istenenin  alınmadığı anlaşılıyor.                  
         
               *         
              Kılıçdaroğlu, Başbakan’a;
              Millî dayanışma ve adalet anlayışını teminen; Seçim barajının düşürülmesi,
              Yargı yetkisinin Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılması gereği; Özel Yetkili Mahkemelerin kaldırılması,
              Özel şartları nedeniyle karma ekonomi modeliyle; Doğu’da fabrikalar kurmak,
              Hayvancılığın geliştirilmesine yönelik genetik potansiyelin arttırılması, ıslah, yüksek teknoloji,kayıtlılık,yem ve pazarlama zincirinde son nokta; Et ve Balık Kurumunun yeniden güçlendirilmesi,
              Tarımsal alanların mülkiyetinin yeniden değerlendirilmesi ve kollektif tarıma neden olmak üzere;Mayınlı arazilerin temizlendikten sonra topraksız köylülere verilmesini,
              İçeren beş öneride bulunuyor.
              İlave olarak  her konuşmasında Türkiye’ye  yeni bir anayasa sözü veriyor.
              Bu sosyo-ekonomik önerilerin uygulanması  ve  vatandaşlık esasında kurgulanabilir bir anayasa,
              Barış içinde  ortaklaşılan bir toplum inşasını pekalâ sağlayabilir.
              Bu taktirde  güvenlik kuvvetleri de terörü  neden sonlandırmasın ?         
              Verildiği fakat alınmadığı görülüyor!
              
              *
              Çünkü Başbakan, Demokratik Açılım  Projesini;
              Kuzey Irak  Kürdistan Ulusal Devletinin kurulması hizmeti  karşılığında,
              Türkiye’den Kürtçü terörün kaldırılması balansı olarak düşünüyor.
              Tamamiyle kadrolaştırdığı  devlet organizasyonuyla,
              Doğu’da eğitim,sağlık ve alt yapı hizmetleri, terör mağdurlarına tazminat ödenmesi gibi sosyal projeler,
              TRT Şeş, bazı üniversitelerde Kürtçe Dili ve Edebiyatı bölümleri açıyor.
              Rağmen ötekileştiren bir anlayışla ekonominin kazancını; izindeki  islami sermayeye akıttığı gerçeğini silemiyor.
              O sermayenin istihdamı , zekatı ve sadakasıyla bölgenin işsiz ve aşsız kitlelerinden,
              Mütemadiyen büyüyen sermayesi için oy kazanma mücadelesi  haksızlık, sıkıntı ve öfke yaratıyor.
              Vizyonunda insan unsurunun kat’iyen yer almaması: kırıyor!
     
              *
              Türkiye halkı Başbakanı ile ilgili yeterli deneyimdedir.
              Başbakan, “Açılımın içi boşsa,verin dolsun” diyor.
              Onun verin dediği, mesela şu aşamada “Sultan” olmasını teminen referandumda istediği oydur.
              Hepsi budur, gerisiyle asla ilgilenmiyor!
     
              *
              Doğrusu, Demokratik açılım, Milli Birlik ve Kardeşlik Projesinin yürütülmesi,
              Orta Doğu’nun nefes alması,
              Türkiye’nin işlemesi,
              Terörün de bitmesi,
              Barış içinde ortak bir yarın için,   
              Başbakan’ın  anlayışı yetmiyor.
              Tam noktada halkın engin ferasetine inanmak gerekiyor…
                          
              *
              İşte, Al Dolsun!

  • ISRAFIN VE ZULMÜN REFERANDUMU

    ISRAFIN VE ZULMÜN REFERANDUMU

             ISRAFIN VE ZULMÜN  REFERANDUMU

     
            Mesud Barzani, Mısır OTV’de, 
             “Kürt Ulusunun meşru hak olarak, Türk-Fars-Arap ulusları gibi kendi devletine sahip olması gerekiyor.
              Bu istemimiz, savaş ya da şiddet ile değil  farklı bir süreçte,
              İlgili devletlerin bir gün gerçeği kabul etmesi ve  Kürt Ulusunun meşru hakkını desteklemesiyle olabilir. 
              Türkiye’nin Kürt Sorununa gerçekçi çözüm yolu Demokratik Açılım sürecini destekliyorum.” diyor!
     
              * 
              Barzani’nin açıklamaları;          
              Kürtlerin İran,Irak,Suriye ve Türkiye coğrafyalarından hak talebi  cüret ve cesaretinin ardında,
              Orta Doğu’da  çıkarları balansında ABD-İsrail desteğini,
              Bu suretle  Demokratik Açılımın da; 
              O odaklardan Türkiye’ye dayatılan  bir proje olduğunu gösteriyor…
     
              *
              Demokratik Açılımın,Türkiye’nin  dinamizmi  sürecinde iki aşaması,
              Tablonun anlaşılmasına hizmet ediyor.
     
               *
              Başbakan Erdoğan’ın Kürt Sorununa Çözüm ilânıyla  başlayan,
              Kürt Hareketine  büyük  umutlar  ve beklentilerin verildiği,
              Ulus-Üniter devlet, Türklük, bölünmez bütünlük gibi  haklı hassasiyetlerle,
              CHP ve MHP nin iktidardan ayrıştığı ve  Demokratik Açılıma kapılarını kapattığı,
              ABD-İsrail merkezlerinde derin kaygılar oluşturan süreç; ilk aşamayı  kapsıyor.  
     
               *
              Bu süreçte; ulusal hassasiyetlerle,
              CHP’de Deniz Baykal’ın,
              Ve MHP ‘nin ağır  muhalefetine rağmen; 
              Başbakan Erdoğan  uhdesinde demokratik açılım kozuyla  elinin kuvvetli olduğunu varsaymıştır.
              Kürt sorununu çözerek ABD-İsrail merkezlerine yaranmak  gayretkeşliği,
              Davasını yürütebilme hırsı, 
              İtham edildiği  suçlara karşı güclenmek oportunizmi ile, 
              Uzlaşmaya asla gerek duymadan, 
              Anayasa değişiklikleri ile “parti benim, devlet benim, hukuk benim,hak benim” iddiasını sürüklemiştir.
              Sonuçta Türkiye 12 Eylül’de referanduma gidiyor!
     
               *
              İkinci aşama,Türkiye’yi şok eden çirkin bir komplo ertesinde, CHP’de Kılıçdaroğlu’nun göreve gelmesiyle sürüyor.
              Geçtiğimiz hafta Başbakan Erdoğan; uhdesinde küresel Kürt Sorunu  Çözümü konusunda,
              Türkiye’yi bulunduğu zeminde  deklere etmek  üzere muhalefet liderleri ile görüşmek durumunda kalıyor.
              Bu kez CHP çözüme yönelik  kapıları kapatmıyor.
              ABD-İsrail siyaset  ve toplum mühendisleri  başarıları sevincindeyken, 
              Mesaj CHP kitlelerine aktarılıyor.
              Kitleler demlenmede bekleyedursun,
              Türk ve Kürt etnik kimliğinden varolan MHP ve BDP erozyon sürecine terkediliyor.
              Eller ovuşturuluyor! 
     
              * 
              Kürt Sorunu Demokratik Çözümünde,
              Kemal Kılıçdaroğlu’nun ağzından  düşürmediği “Türkiyelilik” ifadesi,
              Sonuç sağlayacak anahtar mıdır?       
              Tek yolun;Kürt hareketinden herhangi bir  muhatap almaksızın,
              Anayasal ulus, üniter ve bölünmez bütünlük  temelini korumak kaydıyla,
              Bir farkla ki, ilave edilecek Türkiyelilik ibaresinden vatandaşlık esasının çıkarılacağı anlamına mı geliyor?
              Türk Devleti, Türk Milleti, Türk milli menfaatleri, Türk varlığı,Türk vatandaşı yerine,
              Türkiye Devleti,Türkiye Milleti,Türkiye milli menfaatleri, Türkiye varlığı, Türkiye vatandaşı!
              Bir şekilde; AKP ve CHP  çözüme hazır olduklarını beyan etmiş bulunuyor. 
              
              *              
              Varılan nokta Genelkurmay Başkanının 14 Nisan 2009’da Harp Akademilerinde yaptığı açıklamalarla,
              Birebir örtüşüyor.
              Asker; vatandaşlık esasına dayalı Milliyetçilik,
              Irk ve din farkı gözetmeksizin,
              Her vatandaşın Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı sayılmasını istiyor.
     
               *
              Sonuçta Kürt Sorununun çözümü  anayasal düzenlemeye ihtiyaç duyuyor.
              CHP Genel  Başkanı Kılıçdaroğlu, İl Başkanlarıyla toplantısında yeni  anayasa sözünü veriyor.
              Çeşitli kesimlerden yeni  anayasa talebi geliyor.
              Kürt sorunun çözmeye yönelik ayrıca hukukun üstünlüğünü,
              Sosyal Devleti tanzim eden,
              Çoğulcu,liberal bir anayasa için Genel Seçim sonrasında niyet oluşuyor.
       
              *     
             “Evet ” oyu alması halinde,
              Başbakan Erdoğan’ın ” parti benim,devlet benim, hukuk benim,hak benim” konumunda olacağı açıktır.
              Fakat bir sonraki aşamada mutlaka yeni anayasa yapılacaksa,
              12 Eylül Referandumuna ne gerek var?
              Çözüm niyetinin oluştuğu şu aşama da Başbakan Erdoğan’ın konumu kim kabul eder ki?
              12 Eylül Referandumuna ne gerek var?
              Çözümüne yönelik bir konsensus oluşmuşken, bu referandum ile uzlaşının önünü şimdiden kesmeye kimin hakkıvar?
               12 Eylül Referandumuna ne gerek var?
               Bu referandum Kürt Sorunu çözümünü tıkamıyor mu? 
     
               *          
              Şimdiden başlayan taa genel seçimler sonrasına kadar meydanlarda bağıran, hakaret eden, kavga eden,
              Halkı kutuplaştıran,
              Bir yığın işi geciktiren,
              O kadar parayı fakir-fukara,garip-gurabanın sofrasından çalan,
              Bu fuzuli referanduma ne gerek var?
               
              *
              İşte siyasetin görünen yüzünde;
              Bakınız, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu,
              “Bunlar büyük götürdüler.
              Bunların hesabını soracağız.
              Bunları Yüce Divana göndereceğiz.”diyor.
              Başbakan Erdoğan,
              “Hangi yüzle millete gideceksiniz?” diye soruyor.
              Dalaşma,sataşma, hır-gür, iftira,yalan, gerginlik, atışma, tartışma, bağırma, küfür, kavga…
              Neler neler?
              Hepsi birlikte Başbakan Erdoğan’ın ısrafı ve zulmü değilse  ne? 
              Israf ve Zulüm! 
                    
     
     
     
     
     
     
     
     
     
                    
     
     
     
     
     
     
     
     
     
  • TÜRKİYE’ DEN TEKMİL

    TÜRKİYE’ DEN TEKMİL

              TÜRKİYE’DEN   TEKMİL

     
             Küresel “Kürt Sorunu Çözümü” nün indirgendiği  “Terörle Mücadele” konusunda, 
             Başbakan Erdoğan’ın muhalefet liderleriyle yaptığı  görüşmeler;
             O’nun vasıtasıyla dünya merkezlerine verilen, çözüm için “Türkiye Memorandumu” anlamını taşıyor.
     
              *
              Sorunun çözümünde CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun,
             “PKK sorununu iç politika konusu yapmam. Çözüm için destek veririz.” söylemi, 
              Çözüm için CHP kapılarının açık tutulduğuna işaret ediyor. 
              Öyleyse Türkiye siyaset yelpazesi yeniden konumlanıyor.
              Küreselleşme  yönünde  Kürt Sorunu çözümünden yana olanlarla, 
              Türk-Kürt, Türklük-Kürtlük,Türk-Kürt Milliyetçiliği; saflaşma sürecine giriyor…
                
              *
              Başbakan’ın muhalefet liderleriyle  görüşmesinde;
              Güneydoğu ve sınır bölgelerinde  “Özel Profesyonel Ordu” kurulması konusunun,
              Heyecan ve mutluluk ile karşılandığı anlaşılıyor.
              CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu  bu konuda ketumiyetini koruyor fakat yine kapıyı kapatmıyor;
              “İçini doldurun, bir görelim!” diyor!
     
              *
              Türkiye- Avrupa Birliği  tam üyelik  görüşmeleri sürmektedir.
              AB; sınır denetimleri konusunda sadece üye ülkeler ile değil,
              Birliğe komşu ülkelerle de yakın ya da iyi işbirliği istiyor.
              “Açık ve Güvenli Sınır Genel Stratejisi” uyarınca,
              Sınır denetimlerini Özel Sınır Birliklerinin sağlaması gerekiyor… 
     
               *        
              Diğer taraftan Küresel Serbest Piyasalar yeni tehditlere muhataptır.
              Terör, NBC imha silahları, insan ya da uyuşturucu kaçakçılığı, korsanlık, siber savaş yeni  tehditler olarak beliriyor. 
              NATO ittifakı  yeni askeri tehditlere karşı 2009 da Strazburg- Kehl zirvesinde alınan,
              Stratejik Konsept hazırlanması kararını yürütüyor.
              Bir uzmanlar kurulu ön projesini; Analizler-Düşünceler başlığında hazırlamış,
              Genel Sekreter Anders Fogh Rasmussen’e iletmiştir.
              Rötuşlar sonrasında NATO Stratejik Konseptinin, Kasım 2010  Lizbon’da,
              İttifak ülkeleri devlet ve hükümet başkanlarınca onaylanması bekleniyor.
     
              *
              NATO İttifakı  kollektif savunmasının iç ve dış operasyonlarında;
              Ortak  kriz planlamaları, tatbikatlar, lojistik destekler yanında,
              Askeri birliklerin de hazırlanması gerekiyor.
              Öte yanda NATO’nun kredibilitesi ve caydırıcılığını teminen  ilk işi ;
              Afganistan’da başarı getirecek şartlar oluşturuyor.
     
              *
              TSK; ittifakın belirlediği sorunlara global yaklaşım sağlayabilme esnekliğini teminen,
              Yeniden yapılanıyor ve askeri mevzuatı reforme ediliyor.
              Askerin Atatürkçü Düşünce temeli, bu kez, Ergenekon ve benzeri cadı avlarıyla tornalanıyor, kütleştiriliyor. 
              Fizik yapıda birlikler yeniden düzenlenirken komuta mekanizmasının  re-organizasyonu  tartışılıyor.
              Askeri görevlerde yükselmeyi belirleyen yönetmelik değişikliğinden,
              Askeri Mahkemelerin görev alanını belirleyen ve referanduma sevkedilen anayasa değişikliğine,
              Mevzuat; reforma tabi tutuluyor.
     
               *
              Bu aşamada, Başbakan liderlerle Özel Profesyonel Orduyu görüşüyor. 
              Aynı saatlerde Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, PKK ile sınır boyunda mücadele için,
              Özel Profesyonel Ordu kurulması konusunda;
              Genelkurmay’ın askeri, hükümetin hukuki bir çalışma yaptığını açıklıyor.
              Gayri nizami harp tekniklerinde eğitilmiş, uzun vadede istihdamlı, uzman askerler!
     
              *
              Özel Profesyonel Ordu!
              Hesapta; hem Avrupa Birliğinin “Açık ve Güvenli Sınır Genel Stratejisi ” hedefini,
              Hem NATO İttifakının “Kollektif Savunma” hedefini karşılıyor…
     
              *
              İyi ama?
              Paranın egemen olduğu bir askeri sistem,
              Beklentileri olmayan, aile değerleri zayıf, radikal karakterler , sivil hayatta dikiş tutturamayanlardan oluşan,
              Parayı verenin düdüğünü çalan bir ordu!
              Başbakan’ın ” profesyonel birlikler kamu vicdanını rahatlatır,infiali önler” dediği gibi,
              Ardında analarının ağlamayacağı avantajına rağmen,       
              Alınıp-satılabilen ve kiranabilen bu kaçkınlar ordusunun; tartışılması gerekiyor!
             
              *
             “Komşularla Sıfır Sorun Politikası” na rağmen,
              Türkiye’nin mütevazi “Yurtta ve Dünyada Barış” idealinin;
              Dünyanın  gelişkin Yahudi-Hristiyan ortaklığının dünya ideali,
              Yunanistan’ın Megola İdeası,
              Rusya’nın Sıcak Denizler,
              Ermenistan’ın Büyük Ağrı,
              Büyük Kürdistan ve
              Vaad edilmiş topraklarında Büyük İsrail İdealine karşı korunmasını gerekiyor.
     
              *
              Başbakanın muhalefet liderleriyle “Kürt Sorunu Çözümü”nün indirgenmişi,
            “Terörle Mücadele” görüşmelerinde,
              Ortak niyetin konulduğu ve  çözüme doğru yeni saflaşmaların yürüyeceği anlaşılıyor.
              Sınır boylarında PKK ile mücadele için  kurulacağı savlanan Özel Profesyonel Ordu ise;
              Neden hiç bitmeyecekmiş gibi PKK terörünü uzun vadeye yayıyor?
              Aslında Başbakan liderlerden başlayarak kamuoyu oluşturuyor;
              Özel Profesyonel Ordu!
              Afganistan’da, Irak’ta  nerede savaş varsa orada bekleniyor.
              Para için canını veren, can alan, idealsiz arızalılar ordusu!
              Mehmetçiğin değil, Ahmet’in ,Mehmet’in  belki John, belki Hans’ın da ordusu!
              İster TSK ya bağlı, ister Polis’e…
              Türkiye’nin idealini beklemeye hazırlanıyor!
              İdeali içinde yurt savunmasındakilerin de idealini sulandırıyor!
              Yok artık  daha neler?
               
              *
              Su katılmamış bir özel profesyonel,
              Ah,İlker Bey ahh!
              “uyma dedim,uydun eller sözüne!” 
                                 
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
    *
                    
                
               
                   
         
             
             
         
                 
                   
  • BEYAZ TÜRKLER ÇÖZÜMÜ

    BEYAZ TÜRKLER ÇÖZÜMÜ

              BEYAZ TÜRKLER  ÇÖZÜMÜ
     
              AKP Genel Başkanı  Erdoğan ve CHP Genel Başkanı  Kılıçdaroğlu,
              Terörle mücadele başlığında Kürt sorununu görüşme kararı aldılar.
              Erdoğan, terörden nemalandığını  iddia ettiği MHP ve BDP ile görüşmüyor.
              MHP;  çağırsalar da  gitmeyeceklerini,
              BDP;  savaştan yana tutum takınıldığını, söylüyor…
     
              *
              Referandumun AKP iktidarına  güven oylamasına dönüştüğü  süreçte,
              Kürt Sorunu çözümü için;
              Ulusal tavırlı Deniz Baykal’ın tasfiyesi ardından CHP’nin AKP ile  görüşmeye razı olması,
              MHP’ nin Türklük ve milliyetçiliği  özünde kararlılığı,
              Umdukları  çözümün sağlanmayacağına dair düşünceleriyle BDP’nin, 
              Duruşları; Türk siyasetinin  Orta Doğu’dan dünyaya;
              Bir “Türkiye  Memorandumu” anlamındadır.
     
              *
              BDP ve Kürtçü hareket; görünen gelecekte Türkiye’den ayrılmak talebini çaresiz saklı tutuyor.
              Kürt sorununun şu aşamada çözümü için; seçim barajının düşürülmesi,
              Terörle Mücadele Kanununun kaldırılması ve çocukların salıverilmesi,
              KCK tutuklularının bırakılması,
              Siyasi partilerin demokratikleştirilmesi  ardından,
              Demokratik anayasa talebinde bulunuyor.
              Tam bu noktada Demokratik Özerklik istiyor!
              Talepler karşılanmadığında “hımm, bak sen savaştan yanasın!” diyor…
     
              *
              ABD-İsrail’in Orta Doğu’da  etkinliğine yol verdiği  yeniOsmanlıcı AKP;
              Bir yanda HAMAS,Suriye ve İran’ı koruyor ve savunuyor.
              Bu suretle yaptırımlara tabi  İran’a diyalog kapısını açık tutarken,
              Potansiyel  İsrail-İran Savaşının müdahili olmak görevini yürütüyor.
              Öte yanda  İsrail lehinde;Türkiye’nin gücünü  Kuzey Irak’ta bir Kürt ulus devleti inşasına seferber ediyor…
     
              *
              Batıya  tek kapısı Türkiye olan  Kuzey Irak Kürdistan’ında;
              45 milyar varil petrol ve 3-6 trilyon küp doğal gaz  hesaplanıyor.
              Birkaç yıl sonra günde 1 milyar varil üretim plânlanıyor.
              2010 da 9.7 milyar dolar bütçenin  3 milyarı yatırımadır.
              5 milyon nufus, kişi başına 4500 dolar ve %7 büyüme hızı!         
              5500 okulda, 85.000 öğretmen 1.4 milyon öğrenciyi çalıştırıyor.
              Uluslararası iki hava limanı vızır-vızır işliyor.
              11 elektrik santralinden tüm evlere günde 20 saat enerji veriliyor.
              17 ülkeden 40 uluslararası  petrol firması, onlarca banka, şirket harıl-harıl çalışmaktadır.
              Toplam 1200 yabancı şirketin 620 si Türk’lerin!
              Kamu işleri,eğitim, sağlık, ticaret,inşaatta; Türkler, Gülen hareketi öncülüğünde  Kürdistanı plânlıyor…
     
              *
              Para kazanılıyor.
              PKK terör çılgınlığının  Türkiye’den bölgeye, barışı sekteye uğratacağı,
              Kuzey Irak Kürdistan’ın kazanımlarına ve geleceğine ipotek koyacağı düşüncesi, hızla yaygınlaşıyor.
              Ekonomik gelişmeyle tadlanan yaşam keyfi; terörü, şiddeti, kanı lanetliyor…
              PKK sahipsiz kalıyor, Kandil’e sıkışıyor!
              Çünkü İsrail lehinde Kuzey Irak Kürdistan’ı inşa ediliyor…
     
              *
              Ne ki  Türkiye onca yıldır terörün derin tahribatını yaşamaktadır.
              Bu saatten sonra Türklerin Kürtler,Kürtlerin Türklerle  nasıl  ortak yaşayabileceği,
              Kürt sorununun esasını teşkil ediyor.
              Bu noktada  Beyaz Türkler  devreye giriyor.
     
              *
              Bir ahid dini Yahudilikte,
              Tanrının seçilmiş  ve belli bir toprakla kimliklenmiş  Yahudi kulu,
              Yaşamı boyunca bu onurla; seçilmişliği ve toprak  kimliğinde misyonunun ah’di içindedir.
              Anadolu çok eskilerden bu yana  önemli bir Yahudi diasporasıdır.
              Kimi yahudi kimi müslüman olmuşlarla,
              Anadolu kültürü, sosyal yapısı, gelenekleri derinden etkilenmiş bulunuyor.
              1920 lerde Türkiye’de sermaye egemeni  Rum ve Ermenileri tasfiye ederek,
              Öne çıkıyor, kendilerine Yahudi Türk ya da Beyaz Türk diyorlar.
              Klüpleri,cemiyetleri ve lobileri üzerinden,         
              Küreselleşme  ile birlikte Türkiye Yahudiliği;
              Ah’dini, asli merkezinden genişleterek,
              Uluslararası  devasa gücüyle Türkiye’yi  belirliyor…
     
              *
              Gelişmelerin hemen tümünde izlerine rastlanıyor.
              Mesela inşa edilen Kuzey Irak’ta  Kürdistan Ulusal Devleti yararına,
              Türkiye’de ayrılıkçı Kürt hareketinin bastırılması gerekiyor.
              Onlara kalsa  ortağı AKP iktidarıyla ayrılıkçı Kürtlerin taleplerini;
              Kürt ulusu,Kürt dili, demokratik özerkliği hemen sağlayacaklardır.
              Fakat ya Türk Ulusunun tahammülü?
              Ya da Kuzey Irak Kürdistanı?
     
              *
              O nedenle Türkiye’nin hazırlanması gerekiyor.
              Kemal Kılıçdaroğlu  “Türkiyelilik” vurgusunu kullanıyor!
              “Türkiyelilik”  etnik kimliği değil  vatandaşlığı öne çıkarıyor.
              Millet anlamında söylenen  ya da Türk’ü, Kürt’ü ve hepsini kavrayan anayasal Türk ve Türklük kavramı,
              Yerine Türkiyelilik  lâfzı!
              CHP ‘nin hazırlamakta olduğu ulusal çözüm  belgesinde  “Türkiyelilik” lâfzının temel alındığı söyleniyor.
              Kılıçdaroğlu, Erdoğan  ile  görüşmesinde;
              “Kürt Sorununu biz çözeriz!” diyeceği  ve çözüme  adaylığını deklere edeceği anlaşılıyor…
     
              *
              Aynı çevrelerden bir başka fikir gelişiyor.
              Ayrılıkçı Türkler!
              “Ne biz Türkler, ne de siz Kürtler!  Mecbur muyuz beraber  olmaya?” düşüncesi geliştiriliyor.
              “Tamam,o halde ayrılalım! Bunun için ne gerekiyorsa yapalım!” deniyor.
              Tıpkı Irak Kürdistanında olduğu gibi yüksek standartlı Kürt vatandaşlar vasıtasıyla terör peşinde koşanların köşeye sıkıştırılması isteniyor.
              Demokratik terbiye tezgahlanıyor…
              
              *
              Kürt sorununun ;
              Türkiye’de ve Irak Kürdistan’ında da;
              Olmazsa olmaz CHP katılımı ve yeni geliştirilen ulusal politikalarla çözüleceği anlaşılıyor.
              Türk,Türkçülük, Türk Milliyetçiliği ile MHP,
              Kürt, Kürtçülük ve Kürt milliyetçiliğiyle BDP;
              Çözümde by-pass’a alınıyor ve marjinaleştirilmek isteniyor…
     
              *
              Referandum ve seçimden sonra…
              Yeni bir Anayasa!
              Dediğim  bu anda kulağımda Barış Manço  yankılanıyor.
            
              ” Hemşerim memleket nire?
              – Bu memleket benim memleket!
              Hayır,anlamadın.
              Hemşerim, esas memleket nire?
              – Dedim ya yahu, bu dünyaaa benim memleket!
              tövbe,tövbe, tövbe!”

  • HİKÂYELEŞTİREREK

    HİKÂYELEŞTİREREK

               H İ K Â Y E L E Ş T İ R E R E K
     
              Eğitim ve öğretimin karmaşık felsefesi insanın nasıl öğrendiğiyle ilgileniyor.
              Öğrenmenin anlaşılması ve sağlanmasına yönelik bir yığın teori, metod ve  yöntem bulunuyor.
              Ortak bileşke; amaç olmayınca öğrenmenin olmayacağı ilkesidir.
              Önce amaç konuyor:
              Neden öğrenmek? Bilmek için!
              Neden kazanmak?  Güc için!
              Neden bağımsızlık? Özgürlük için!  
              Sonra öğrenmenin metodları uygulanıyor.
              Öğrenme davranışlardan mı, sosyal çevreden mi ya da bilginin öğrenilmesiyle mi  sağlanacaktır?
              En iyi yöntemin ise problem çözerek, analiz-sentez teknikleriyle öğrenmek olduğu biliniyor.
     
               *
              Kemalist  Düşüncenin sürekli bir sorun olarak  kabul edilmezleri,
              İrtica ve bölücülük ,
              Ya da  yeni tanımıyla demokratik cumhuriyette din ve  etnik kimlik özgürlüğü;
              Cumhuriyetin çözüm isteyen iki temel problemini teşkil ediyor.
     
               *
              Çözüm sağlayanın bizzat irtica ve bölücü  olması;
              Problemin problem çözmesi gibi bir abukluğa ya da kaos yaşanmasına neden oluyor…
              Anayasa Mahkemesinin antilâik odak – Kemalist Düşünceye göre irtica, hükümlüsü,
              AKP iktidardır ve  demokratikleşmenin bayraktarlığını yapıyor!
              İrticayı ve  bölücü Kürt hareketini; Milli Dayanışma ve Kardeşlik projesiyle,
              Türkiye’nin legal siyaseti çerçevesine  almaya çalışıyor!
     
               *
              Sözde çözüm için tarihin en eski ve bilinen bir  yöntemi kullanılıyor.
              Bir zaman  Peygamberleri  Musa’nın yanlarından ayrılmasını fırsat bilip,
              Firavunun ineğini  kendilerine tanrı edinen Musevilerin  sonradan  Yahudiliği ılımlılaştırdıkları gibi,
              Gerçeği hikayeleştiriyorlar!
     
              *
              Mesela İttihad-ı İslam (İslam Birliği) görüşünde Said-i Nurs’î;
              Sözler, Şualar  adlı eserlerinde ya da Lâika’da  Barla’dan Mektuplarında,
              Mustafa Kemal’e, Cumhuriyet ve ilkelerine küfür ve kin kusarken,
              Bugün o çevrelerden yetişmiş, onlarla  iç-içe  ardılları  Mustafa Kemal’i yere göğe sığdıramıyor!
              Ağızlarını açtıklarında Büyük Atatürk ya da Gazi Mustafa Kemal diyorlar!
              Bölücü Kürtçü hareketin lideri  Abdullah Öcalan; İmralı’dan örgütüne  talimatlarında,
              Mustafa Kemal’in; Kürt hareketin önemini  kavramış ve  düzenlemeler yapmış bir lider olduğunu söylüyor!
              Mustafa Kemal’in Kürtlerin özerkliğine onay verdiği,
              Hatta TBMM de bu konuda yapılan oylamada 64 red, 373 kabul oyu sağlandığının altı çiziliyor.
              Ne ki bu hususta tek bir satır belge gösterilmiyor. 
              Fakat Mustafa Kemal aşkının  hem de irtica-î ve bölücü çevrelerde depreşmesi dikkat çekiyor!
     
              *
              Sonra yine bir ağız birliği sağlanıyor.
              İngilizlerin direktifinde İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak önderliğinde  İttihad ve Terakki kadrolarının,
              Mustafa Kemal’i etkisizleştirdiği söyleniyor.
     
              *
              Tam bu noktada; Mustafa Kemal’i etkisizleştirenlerin,
              Cumhuriyet algısı, yönetimleri ve sonuçlarıyla  Türkiye’yi  felakete sürükledikleri  düşüncesi işleniyor.
              Başbakan Erdoğan, Hitler’e  benzettiği İsmet İnönü için faşist suçlamasında bulunuyor!
              Ya da,
             -Biz bu CHP nin cemaziyelevvelini biliriz,hiç bir eserleri yoktur, diyor.
              Ya da hilafet yanlısı ve din elden gidiyor vaveylasıyla isyan eden Şeyh Sait,
              Dersim İsyanında Seyit Rıza,
              Kürt İstiklal Komitesi Başkanı Miralay  Cibranlı Halit’e verilen ölüm cezalarında,
              İttihad ve Terakki çevrelerinden  günümüze yansıyan; çarpıtılmış  bir Cumhuriyet algısının,
              Ya da ulus- üniter devlet  esasında  faşizm dayatmasının ,
              Kürtler için bugün de kullanıldığını söylüyorlar…
     
              *
              İki temel sorun, dinci ve etnik kimlikçi problemin  çözülmesinde,
              Türkiye’nin esası  Kemalizm; amaç olmaktan çıkarılıyor.
              Mustafa Kemal; sıradanlaştırılıyor ya da devleştiriliyor sonuçta yalnızlaşıyor.
              Oluşan hikayede Mustafa Kemal; Kemalizme yabancılaşmıştır.
              Kemalizm; İttihad ve Terakkici ve sonrasında CHP denilen kadroların algısı haline geliyor!
              Uzatılan-kısaltılan, eğilip-bükülen,kırılan-koparılan, hep değiştirilen,
              Hatta canı istediğinde  küfr’edilebilen bir Cumhuriyet oluşuyor.
              Bu temelden hareketle;
              Gücleniyorlar.., yok artık! Bizzat problemi oldukları problemi çözmeye yelteniyorlar…
     
              *
              12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 darbeleriyle  Mustafa Kemal’in hikayeleştirilmesinde en büyük pay,
              Tertemiz duygulu, yiğit Mehmetçiklerin – ne garip, Genel Komutanları ve
              En son temsilcisi İlker Bey,
              Hikayeleştirdikleri Mustafa Kemal’in aslını araya-dursunlar,
              TBMM de Dersim tartışmalarındaki rengiyle CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun da;
              Problemlerin çözümünde zorlanacağı görünüyor.
     
              *
              Kemalizm hikaye olunca,
              Türkiye  mürkiye oluyor!
              Bunu ben söylemiyorum, Başbakan Erdoğan söyledi:
              -Hem lâik hem müslüman olunmaz. Ya müslüman olacaksın ya lâik!
              İkisi bir arada ters mıknatıslanma yapar,demişti!
              Aşağıdakini de, dün Abdullah Öcalan demiş:
              -Ben demokratik-barışçıl çözüm yolunu gösteriyorum.
              Ama ittihatçı artığı CHP ve MHP zihniyeti çözüm sağlayamaz!
              Yaa…

  • K A T I L  VE  Y A P

    K A T I L VE Y A P

     
               K A T I L  VE  Y A P
     
              Gündelik, geçici ve yüzeysel, bugün yarattığını yarın öldüren popüler kültür;
              Alternatifsiz bırakıldığında,halkların büyük idealler ve çıkarlara  köle edilmesini sağlıyor.
             
              *
              Mesela tüm zamanların en iyisi  The Godfather (Baba) filminde, mafya lideri Don Vito Corleone’un,
            – Ona reddedemeyeceği bir öneri yapacağım,
              Ya da
            – Bize katıl ve bizim için birşeyler yap!
              Repliği,  kılıçtan keskin güce karşı zayıfın boynunun kıldan ince olduğu,
              Ne de güzel işliyor !
     
              *
              Yüzyılların kavgası ve birikimiyle Zenginlik; gücünü, idealini ve refahını,
              Herşeyin bir bedeli ve  katılım şartı jargonunda toplumların dokusuna işliyor ve oradan yürüyor…
              Bu düzlemde sevgi ve nefret diyalektinden; işte bu dünya çıkıyor! 
              Bencillik,sömürü ve çatışma…
     
              *
              Zenginliğin doğudan batıya, batıdan doğuya sürüklenmesini teminen;
              Türkiye  köprü görevindedir.
              Halk bu görevin askeridir, – yoksa edilmek mi isteniyor !?
     
              *
              Kanada/Toronto G-20 Zirvesinde 2013’e kadar ülkelerin bütçe açıklarının yarıya indirmesi kararı alınıyor.
              Mürekkebi kurumadan Türkiye’de Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu,
              Elektrik fiyatlarında geçerliliği  açıklanan indirim kararını kaldırıyor.
              Harcamaların giderek daha frenleneceği, özelleştirmelerle halk kaynaklarının daha da kurutulacağı,
              Halkın boğazına bir düğüm daha atılacağı anlaşılıyor.
     
              *
              İş dünyası radikal kararlar bekliyor.
              İsçinin  kolay alınması, işten kolay çıkarılması,
              Kısa süreli, kiralık ya da mevsimsel işçilik,
              Sosyal güvenlikte, kıdem tazminatında ve zorunlu sosyal yükümlülüklerde  işveren payının azaltılması,
              Bölgesel asgari ücret,
              Sendikalizme sınır getirilmesine yönelik  kararlar  isteniyor.
              Emek  değerinin  çok daha ucuzlayacağı anlaşılıyor.
     
              *
              Kıbrıs, Ege Denizi, Ermenistan gibi sorunlar çözüm bekliyor.
              Orta Doğu’laştırılan TSK’dan; Mehmetçiği , taa oralarda feda etmesi isteniyor. 
              Ya Kürtçü hareket?
              Demokratik Özerklik ilanı için gerekli diplomatik ( ! ) hazırlıklar  içinde Kürtçü hareket,
              KCK Yürütme Kurulu Başkanı Murat Karayılan,
             -Kürt sorununun çözümü için AKP yetkilileri; biz tek değiliz. MHP,CHP’si ordusu var diyorlar,  diyor!
     
               *
              Anayasa değişikliğinde  kuvvetler ayrılığı ilkesi ihlâl ediliyor.
              Öylece siyasi iktidar “devlet benim, hukuk benim,hak benim!” mertebesine çıkacaktır.
              Türkiye, bu konuda Anayasa Mahkemesinin  kritik kararını beklerken,
              Hem de Anayasa Mahkemesi adil yargı hakkının bir unsuru olan aleniyet şartını yerine getirmiyor!
              Başkan’ın işgüzarlığı kisvesiyle fakat kamuoyu atlatılarak, gizlilik içinde ve aleniyet şartı çiğnenerek,
              Kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırı hususların iptal izlenimi altında iptal edilmemesi kararı açıklanıyor.
              Karar; Zenginliğin gücü, refahı ve idealini sürükleyebilmesini teminen,
              Bir engelin daha bertaraf edilmesi ve Türkiye’nin  önünün açılması anlamına geliyor.
              Gelişmeler bana Don Vito Carleone’un  patlak gözleri, gücle şişik burun kanatları ve her an ısıracak şefkatiyle:
            – Bize katıl ve bizim için bir şeyler yap!
              Repliğini hatırlatıyor…
     
             
              *
              Referandumda  beyaz pusula “evet”, kahverengi “hayır” oylarını gösteriyor.
              Işığın tüm dalga boylarıyla aynı anda  ve birden göze ulaşması beyaz renk,
              Hiç ulaşmadığında siyah renk algısı sağlanıyor.
              Kahverengi  algısı, siyahın biraz üzerinde  bir dalga boyu gerektiriyor, farkındalığı zayıftır.
              Beyaz; saflık, temizlik, rahatlık, güven, dirlik psikolojisi,
              Kahverengi; depresyon,pasiflik, kaçış hissi veriyor.         
              Tarihin en büyük zenginliği yaşanıyor.
              Zenginlik; gücü,refahı ve  ideali  için her tür ve türde akıl, sevgi ve nefreti geliştirmiştir.
              İşte beyaz pusula seçimiyle insanı kavrıyor, kahverengiden kaçırıyor.
              Bana Don Vito Corleon’un vel-fecri patlak gözleri, sünmüş burun kanatları ve ihtiras boğuntulu sesiyle,
              -Ona reddedemiyeceği bir öneri yapacağım!
              Repliğini hatırlatıyor.
     
              *
              Referandum sandıkları kuruluyor.
              Sadaka torbaları, çeyrek altınlar,kömür, bilgisayar manüplasyonları, enerji kesintileriyle;
              İşveren, medya ,anketçi falana filana,
              Aklınıza gelebilecek türlü öneriyle;
              Bu kez sosyal devleti tam anlamıyla ortadan kaldırmak üzere;  “beyaz” pusulaya işaret ediliyor!
              Katıl ve Yap!
     
              *
              Zenginliği  ve zengini de seviyoruz.
              Fakat  ezmeye yeltendiği noktada reddedileceği tek bir alan var:
              Türklüğün insan olmak şuuru!
              Bu konuda  Mustafa Kemal,
             -Bir millet zenginliğiyle değil ahlâkıyla ölçülür,diyor!

  • İSRAİL İSTİYOR,TÜRKİYE YAPIYOR

    İSRAİL İSTİYOR,TÜRKİYE YAPIYOR

    İSRAİL İSTİYOR, TÜRKİYE YAPIYOR

    ABD Başkanı Obama ve İsrail Başbakanı Netanyahu, Washington’da biraraya geldiler.
    İki ülke ilişkilerini belirleyen çerçeveyi  bu kez de Başkan Obama şöyle ilan etti;
    “ABD ve İsrail arasında koparılamaz bir bağ vardır.
    ABD, İsrail güvenliğini tehlikeye atacak hiç birşey yapmaz! ”

    *
    İsrail’in aldığı ABD  güvencesi;
    İran’ın nükleer ve çatışmacı tezlerine karşı  ambargo ile felce uğratılması çağrısını sıklaştırdığı,
    Ya da Hizbullah’ın, Suriye’den aldığı  iddia edilen  balistik füzeleri  kullanması halinde,
    Suriye’de taş taş üstünde bırakmayacağı tehditinde bulunduğu,
    Lübnan üzerinde savaş uçaklarıyla saldırı sinyalleri verdiği,
    Savaş gemilerini Basra Körfezinde konuşladığı,
    Ya da Türkiye  ile ilişkinin  kopma noktasında olduğu şu süreçte, İsrail’i rahatlatıyor.
    Çünkü ABD güvencesi;küresel serbest piyasalar üzerinden  verilen bir dünya garantisi sayılıyor…

    *
    Orta Doğu ve Medeniyetler İttifakı projelerine de havi  ABD’ nin  ulusal güvenlik stratejisi;
    Başkan Bush’tan – Obama’ya sadece üslûbu değişen,
    ABD önderliğinde  küresel serbest piyasaların güvenliği için tüm ülkelerin işbirliğinde,
    Önce diyalog sonra çatışma esasına dayanıyor.

    *
    ABD Ulusal Güvenlik Stratejisini, nükleer ve çatışmacı tezleriyle İran;  tehdit ediyor…
    İsrail’i, Orta Doğu’yu  ve serbest piyasalardan yararlanan dünyayı !
    Obama’nın siyaset üslûbu  devrededir.
    Bir yanda  sorunlar diyalogla  çözülmeye çalışılıyor,
    Diğer yanda gerektiğinde bir çatışmanın hazırlıkları yapılıyor!

    *
    Türkiye-İsrail  diplomatik ilişkilerinde  gerilim dozu artıyor.
    Davutoğlu’nun, İsrail’den özür ve tazminat talebi karşılanmaması halinde ilişkilerin kesileceği resti,
    Dışişleri Bakanı Lieberman’ın, özür dilenmeyeceği aksine Türkiye özrünün gerektiği açıklaması,
    Karşılıklı meydan okuyuşlar anlamına geliyor.

    *
    Herşey Büyük Orta Doğu ve Medeniyetler İttifakı Projelerine,
    Ya da ABD Ulusal Güvenlik Stratejisine göre gelişiyor.
    İran’ı diyaloga çekebilmek için BM Güvenlik Konseyince ambargo uygulanıyor.
    Projelerin başrolünde Türkiye;
    Filistin’de seçimlere katılan, kazanan fakat İsrail’e muhalif kalan HAMAS’a verilen destek,
    Davos Krizi,
    Tahran Takas Anlaşmasında alınan rol,
    Mavi Marmara gemisi olayı,
    BM Güvenlik Konseyinde yaptırım kararlarına hayır oyu ile,
    Giderek ve bile-bile  İran’a yakınlaşıyor.
    Siyasetin diyalog ayağında mükemmel bir ” İran arabulucu” su oluyor!
    İran arabulucuğu; verilen güvenle ve   yakın markajla  İran’ı diyalogta tutmak,diyaloğa çekmek ve ikna etmek,
    İsrail-İran çatışması halinde İran’a her türlü obstrüksiyonda bulunmak anlamına geliyor.

    *
    Diyalog siyasetinden çatışmaya geçişte, Kürtçü PKK terör örgütü ve ardında siyasi oluşum,
    Yıllardır geliştirilen pratik, söylem , taban ve talepleriyle Irak, İran,Suriye ve Türkiye’de;
    CIA ve MOSSAD desteği ile ülkeleri birbiriyle  çatıştırma potansiyeli taşıyor.
    Afganistan ABD Kuvvetleri Kumandanı Org.David Petraeus;
    PKK için en iyi çözüm, Kuzey Irak’a BM Barış Gücünün yerleştirilmesi olduğunu söylüyor!
    Belki de o nedenle Türkiye’de terörle mücadele,  kayıkçı kavgasından öteye gitmiyor.
    Kürtçülük;Türkiye’nin arabuluculuk uğruna kendini feda etmesini sağlayacağı bir unsur oluyor…

    *
    Türkiye’nin  rolü,  İsrail ile fiili bir savaş içinde Suriye’de endişe ile izleniyor.
    Suriye Devlet Başkanı Esad; İsrail- Türkiye ilişkilerinde gerginleşmenin ;  Orta-Doğu anlaşmazlıklarında,
    Barış yoluyla çözüm şansını yok denecek kadar az,
    Savaş perspektifinin ise her geçen gün daha sezilir hale getirdiğini söylüyor.
    Orta Doğu, gelişmelerden tedirgindir…

    *
    Diyalog süreci devam ediyor.
    Nijerya’da Türkiye,İran,Pakistan, Malezya, Endonezya, Mısır,Bangladeş ve Nijerya ‘nın oluşturduğu,
    D-8  Gelişmekte olan İslam Ülkeleri Örgütü Zirvesi yapılıyor.
    İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad ;
    Dünyanın  yüzyüze kaldığı küresel kriz, siyasi güçlerin batışı ve adil düzenin kurulmasında,
    Örgütün siyasi,ekonomik ve nüfusu gücüyle,
    Uluslararası ilişkilerde  yeni bir düzenlemeyi   yapabileceğini savlıyor.
    İslam ülkeleri ve Türkiye’yi  ikaz ediyor hem  himmetlerini istiyor!

    *
    Çatışma sürecine yönelik bir gelişme İsrail’den geliyor.
    Yunanistan İsrail’e yeni stratejik ortak olarak belirleniyor.
    İsrail, Türkiye’nin boşaltığı Akdeniz’e Yunanistan’ı koyuyor.
    Bir NATO ülkesi Yunanistan ise  bu ortaklıktan diplomatik,ekonomik,askeri ve istihbarî kazanımlarıyla,
    Balkanlar ve Güney Avrupa’da etkin bir güc olmak avantajını sağlıyor.
    Türk Ordusu; Orta-Doğu’lulaştırılıyor…

    *
    Dünya’da başka hiç bir ülke Türkiye gibi  oynatılmıyor,hoplatılmıyor, zıplatılmıyor…
    Eşbaşkan ve  İlker Bey!
    Ne bekliyorduk ki?
    Gaflet ve delâlet!

  • K I R I L M A    NOKTASINDA

    K I R I L M A NOKTASINDA

              K I R I L M A   NOKTASINDA
     
              Anayasa  Mahkemesi, anayasa değişiklik paketini  görüşüyor.
              Güvenilir bilirkişiler  öngörülen değişiklikler kapsamında,
              Anayasa Mahkemesi ve HSYK yapısının değiştirilmesi maddelerini; demokrasiye aykırı kabul ediyor.
     
              *
              Devletin Cumhuriyet şeklini,niteliklerini,bütünlüğü, dilini, marşını, başkentini belirleyen, 
              Anayasanın ilk 3 maddesi;
              Bunların asla değiştirilemeyeceğini hükümlüyen 4.madde teminatındadır.
              Böylece TBMM’nin anayasa değiştirme yetkisine sınır konuyor.
              Cumhuriyet;  irtica ya da bölücü hizb’in,
              Oldu da..,  meclis çoğunluğuyla  hukuk gasp’ı tehditinden korunuyor!
     
              *
              Anayasa Mahkemesince lâiklik karşıtı eylemlerin odağı  olduğu sabit,
              AKP Lideri Erdoğan değişikliklerin görüşülmesi sürecinde,
             “Ya tarih yazarsınız ya da tarih bizi siler” diyor, değişiklikleri sahipleniyor.
              İşte şimdi AKP çoğunluğunun onayladığı anayasa değişiklik paketi; karar bekliyor..
     
              *                  
              Cumhuriyet niteliklerinin değiştirilemeyeceği  hükmünde Anayasa 4.maddesine,
              Rağmen Cumhuriyetin niteliklerini belirleyen 2.maddede hukuk devleti ilkesi değiştirilmek isteniyor!
     
              *
              Biliniyor, AKP; din ve etnik kimlik siyasetinden yükseltilen küreselleşmenin odaklarınca destekleniyor.
              Yüzyılların oluşturduğu devasa zenginlikler üzerinde,
              Yüzyıllar öncesinde ılımlılaşan ve bugün ortaklaşılan Yahudi ve Hristiyan batı medeniyeti;         
              Uluslararası anlaşmalar ve angajmanlarla oluşturulan serbest piyasalar vasıtasıyla dünya egemenidir.
              Egemenliğin güvenliği ve gönenci için İslam’ın ılımlılaştırılması gerekiyor.
              Başbakan Erdoğan bu tasarımın en önemli görevinde bulunuyor.
     
              *
              Önce siyasi istikrar için TBMM ‘de çoğunluğun tek başına bir partiye ait olması,
              Sonra bu tasarım görevinde Başbakan Erdoğan’ın  ülke ekonomisinin istikrarını  sağlaması hedeflenmiştir.
              Nitekim AKP; IMF patentli ekonomik model ve ekonomi yönetimi biçimiyle,
              Gelir artışını harcamalar üstünde tutuyor,
              Açık veren bütçeye  rağmen,  açığın milli gelire oranını düşük oranda sağlıyor,
              Özelleştirmelerle destekli faiz dışı fazla hedefi sağlanırken,
              Değerli Türk lirası ve yüksek döviz rezervi taşınması sonucu;
              Belirli kesimlerden bereket , zenginlik ve refah fışkırıyor.
              Türkiye yabancı yatırımcı ve döviz girişine güvenli bir liman oluyor.
     
              *
              Tasarının ikinci adımında  Batı  Medeniyetine karşın  İslamın ılımlılaştırılmasını teminen, 
              Türk dış politikasının Arap İslam ülkeleriyle ilişkilerinin mütemadiyen geliştirmesi devreye alınmıştır.
              Sonuçta  iktidarın ekonomik- siyasal desteği ve ilişkilerin gelişmesi sonucu islami fonları kullanan,
              İslami Sermayenin  büyüyen birikiminin  ekonomik ve siyasal etkinliği,  milyonlara istihdamı ve zekatıyla;
              Tayyip Erdoğan Türkiye’ye egemen edilmiş bulunuyor.
              Erdoğan egemenliği  pekiştikçe  İslam ülkelerinde ve islamın ılımlılaştırılması yolunda etkinleşiliyor…
     
              *
              Anayasa değişiklik paketinin Anayasa Mahkemesine sevk edildiği günden bu yana,
              Mahkemenin kararını etkilemek kastı ile medya  ya da direkt olarak,
              O odaktan müthiş bir propaganda, baskı, yıldırma, korkutma ve tehdit işleniyor.
              Eski Adalet Bakanı Seyfi Oktay’ın ve Ergenekon Davası Mahkeme Başkanı Köksal Şengün’ün,
              Anayasa Mahkemesi temayüllerini kontrol ettiği,
              Mahkeme üyesi Fulya Kantarcıoğlu’nun ihsas-rey’de bulunduğu,
              HSYK Başkanı Kadir Özbek’in etkisi, yargılarıyla  mahkeme heyeti kararında etkilenmeye çalışılıyor.
              AKP yakını 402 sivil toplum kuruluşu davaya müdahil olmak talebinde bulunuyor.
              MÜSİAD ve TUSKON değişikliklerin reddi halinde yabancı yatırımcıların  Türkiye’yi gözden geçireceklerini
    bildiriyor.
     
              *
              Diğer taraftan gidişatın anormalliğini gören kimi çevrelerden -umarım, cılız olmayan sesler de geliyor.          
              AKP takiyyeleri ile sür-git  kandırılmış  Marmara sermayesi lobiciliği etkisiyle  İngiliz Times gazetesi,
              İngiltere’den,Türkiye’nin doğudan ziyade batıya bakmasına neden olacak şekilde yardımcı olmasını istiyor.
              Ya da Avrupa’da Türkiye Derneği Onursal Başkanı Carlo Marsili,düzenlenen toplantıda,
              Dişlerinin arasında yemek kırıntılarını kürdanla temizlerken,
            “Türkiye’nin AB’ye  giriş yolu çok uzun alacak ama Türkiye’siz AB’nin mümkün olmadığını biliyoruz.”diyor!
              CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu BBC’ye,
            “Dış politika odağına AB tam üyelik müzakere sürecini yerleştireceğiz. Her şeyi biz çözeriz!” açıklamasında bulunuyor.”
              Ülkenin bölünmez bütünlüğü için terör örgütüne karşı  cansiperane  mücadele  eden Kahraman  Türk askerinin,
              Genel komutanı İlker Başbuğ Bey, 
              Cumhuriyet’in nitelikleri değiştirilmeye teşebbüs edilirken renk vermiyor!
              Pekalâ! Niçin bir düşüncesi,kararlılığı,sebatı asla duyulmuyor?         
     
              *          
              Anayasa Mahkemesi kuşatılmıştır.
              Kamuoyuna yansıyanların dışında kimbilir ne oyunlar oynanıyor.
              İzleniyorlar,dinleniyor, didik-didik ediliyor, fişleniyor,arşivleniyorlar.
              Kim, PKK eylemlerinin Kürt Açılımı sahibi AKP’nin elini güçlendirmek adına verilen gözdağı olmadığını söyleyebilir?
              Ki, AKP; ardında Büyük Orta Doğu ve Medeniyetler İttifakı Projeleriyle,
              Türkiye Cumhuriyeti niteliklerini değiştirmeye görevdedir.
              O niteliklerin yok edimi ile Türk Halkının özgün ve özgür düşüncesine pranga vurulmak isteniyor.
              Türkiye sorunlarının ulusal politikalar ile çözümü engelleniyor.
     
              *
              Gözler Anayasa Mahkemesinin onbir üyesindedir.
              Zor karar!
              Yazık!
              Lânet olsun!
              Helâl olsun’a…

  • YANLIŞTAN DOĞRU ÇIKMAZ

    YANLIŞTAN DOĞRU ÇIKMAZ

    Abdullah Öcalan, PKK terör örgütü eylemlerinin arkasında;
    Halka korku salmak ve oluşan nefretle  yıldırarak,
    Türkiye  Devletini  konfederal taleplerine razı etmeye çalışıyor!
    Avukatları aracılığıyla yaptığı son açıklamasında;
    “Kürt Sorununda çözüm gelişmezse özel savaş lobisi ülkeyi iç savaşa götürür.
    Erdoğan, AKP ile hükümetdir ve  Kürt sorununu barışçıl yollar ile mecliste çözebilir.
    Gücü yeter mi? Demokratik anayasa ile bu sorunu çözemezse;
    Daha öncelerde olduğu gibi kendileri de  komploya götürülebilir.” diyor…

    *
    Başbakan Erdoğan,
    “PKK nın kimin taşeronu olduğunu biliyoruz.
    Eğer demokratik bir mücadele verecekseniz bunu demokrasinin kuralları içinde veriniz.
    Ama bölücü terör örgütünün verdiği destekle bir yere gelmek isterseniz,buna fırsat verilmeyecektir.
    Terör örgütüyle direkt veya endirekt irtibatı olanlar bu ülkeye barış getiremezler.
    Terör örgütünün bazı örgütlerle bağlantısı olduğu iddianamelerde yer aldı.” açıklamasında bulunuyor…

    *
    Öcalan’a göre Kürt sorununda barışçıl çözüm  için önerdiği;
    Seçim barajının düşürülmesi, Terörle Mücadele Kanununun kaldırılması,çocukların salıverilmesi,
    KCK tutuklularının serbest bırakılması ve demokratik anayasa taleplerinin sağlanamaması halinde,
    Bürokraside,yargıda,orduda; özel savaş lobileri denetimi imkansız bir süreci başlatacaktır.

    Başbakan Erdoğan ise PKK terör örgütünü dışlıyor, demokratik siyasete kapı aralıyor,
    Kürt sorunu çözümünün gelişmemesi nedeni olarak,
    Terör örgütüyle bağlantılı, Ergenekon iddianamelerinde adı zikredilen örgütleri gösteriyor.
    Bürokraside,yargıda ve orduda Ergenekon varlığı!
    Bu suretle Özel Savaş Lobisi tanımının içini dolduruyor.
    İki ayrı düşüncenin Özel Savaş Lobisi  tasvirinde; ikiside aynı noktada fakat ayrı yerdedirler…

    *
    Öcalan’a göre PKK; demokratik çözüme karşı duran  devletin savaş lobisi dirayetine  eylem yapmaktadır.
    Başbakan Erdoğan ise demokratik çözümün gelişmesini engelleyenin PKK bağlantılı  Ergenekon savaş lobisi olduğunu ima ediyor!

    *
    Türk Devletini  demokratik çözüme mecbur bırakmak isteyen  PKK eylemlerine karşın,
    Başbakan’ın; PKK’yı  Ergenekon  savaş lobisine  ilişikleyen savı; ak’la sığmıyor!
    Ne yani PKK’ya yapılan  operasyonlar hükümet dışında başka odaklardan mı gelişiyor?
    Ya da PKK eylemlerini savaş lobisi planlıyor da müştereken demokratik çözüm mü engelleniyor?
    Ya da niçin yerli-yabancı savaş lobileri  PKK ile ortaklık yapsın ve Siyonist ABD nin bölge çıkarı Kürt Demokratik çözümünü engellesin?
    Sorularının yanıtı havada kalıyor.
    Başbakan Erdoğan’ın teşhisi gerçeğe uymuyor.
    Nedeni  Abdullah Öcalan’ın son açıklamalarındadır!

    *
    Öcalan göre Cumhuriyet tarihi komplolar tarihidir.
    Cumhuriyetin özel savaş lobileri Kürtleri, İslamcıları,Sosyalistleri ve Komünistleri komplolarla tasfiye etmiş,
    Cumhuriyetin ölü bir tarih oluşturmasına neden olmuştur.
    Hayatiyet Kürt sorununun demokratik çözümüyle sağlanabilir!

    *
    Elbette Öcalan’a Cumhuriyetin nitelikleri; ulus,üniter devlet ve bölünmez bütünlük anlam ifade etmiyor.
    Fakat Başbakan Erdoğan’da bir başka cumhuriyet niteliği; lâik demokrasiyi anlamıyor.
    Gelişmemiş hassasiyetler üzerinde  Türkiye Cumhuriyetine karşı ortaktırlar.
    Cumhuriyet Devrimi kazanımlı Türkiye’de iki yanlış düşünce temelinden; birlikte ya da tek başına;
    Asla doğru  çözüm çıkmıyor!
    Biri sonuç vermez çünkü devlet pes etmez; boş yere  kan dökülmesine neden oluyor.
    Diğeri  iktidardır, arka plandaki hedefi uğruna , birlikte; Türkiye’nin basiretini ve  dirayetini engelliyor.

    *
    İşte, Türkiye’nin ulusal refleksi her daim işliyor.
    Savaş Lobisi diyorlar.
    Hayır!
    Mustafa Kemal, ” Ulusal egemenlik öyle bir nurdur ki,onun karşısında zincirler erir,taç ve tahtlar batar,mahvolur.”diyor.
    Anlamıyorlar, bilmiyorlar…
    Türkiye’nin savaş lobisi o nurun sahipleri, o düşünceden; milyonlara yükseliyor.
    Sen, o , o’da ve ben!
    Onlar çözümün adresi ulusal düşünceye engel olmaktan başka hiç bir halt edemiyorlar…

    *
    O nedenle Kürt sorununun çözümü ulusal politikadan geçiyor…
    Başlangıç olarak Kemalist düşünce temelinde  yeni bir  Anayasa’dan!