Yazar: Ahmet Kılıçaslan Aytar

  • ZAMANIN GERİSİNE DÜŞMEK

    ZAMANIN GERİSİNE DÜŞMEK

     

                ZAMANIN GERİSİNE DÜŞMEK
              
              İngiliz fizikçi Stephen Hawking, “The Grand Design-Büyük Tasarım” adlı kitabında,
              Doğa kanunlarını açıklamak için Tanrı’ya gerek olmadığı mesajını veriyor.
              “Bilim giderek dinin açıklama getirdiği sorulara cevap vermeye başladı” diyor.
              
              *         
              Stephen Hawking’in “Tanrı olabilir ama bilim bir yaratıcı olmadan da evrene açıklık getirebilir.” ifadesi,
              Birbirini tamamlayan ikilemeyle düşünüldüğünde,          
              Devasa bir evren bilgisi karşında  bilge,sonsuz,yaratıcı Tanrı tasavvuru perspektifinde;
              İnsanî yetkinliğin  enginliği sergileniyor.
              Tanrı tasavvurunda insanın; ebedi mutluluğu sorusu kişinin özelini oluşturmakla birlikte,
              O mutluluğa sahip olabilmek için kişinin kendi evren algısında iyi yetkinleşmesi gerekiyor…
              İyi bir vatandaş ve iyi bir kul olmak bu vasfın kazanılması anlamına geliyor.         
              *
              İnternetle birlikte, dünya çapında ağ, siber uzay ve siber kültürle,
              İnsanı yerelinden küreselleştiren; Bilgi ve İletişim  çağı yaşanıyor.
              Denetimsiz,açık entellektüel sermaye giderek bütün üretim faktörlerinin önüne geçiyor.
              Hükümetler ve devletler girdisi-çıktısı bilgi olan bu  her an değişen dünyada,
              Daha çok bilgi üretmek ve kullandırmak üzere şeffaflık,verimlilik ve kaliteyi hedefliyor.
              Bu anlayışla  vatandaşların daha çok  entellektüel sermaye üretebilmeleri için,
              Bilgilerini geliştirdiği ve paylaştığı platformları oluşturuyor ve teşvik ediyorlar.
              *
              Bilgi ve İletişim çağında Türkiye’nin bulunduğu konumu,
              İktidar ve muhalefet  partilerinin  referandum kampanyası sürecinde söylemleri ışığında,          
              Mustafa Kemal şöyle açıklıyor!
              “Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak,önce biz kendimize,benliğimize,milliyetimize bu hürmeti;
              Hissen,fikren,fiilen,bütün ef’al ve harekâtımızla gösterelim. Bilelim ki millî benliğini bulamayan milletler,
              Başka milletlerin avıdırlar.”
              *
              Nitekim hangi çağ içinde olunursa olunsun emperyalizm,
              İşte bugün entellektüel sermayesini kullanarak gelişmekte olan ülkelerin,
              Mesela Türkiye’nin zengini-yoksulu,yaşlısı-genci,kadını-erkeği, doğulusu-batılısının;
              Gücünü ya da fiziksel,ruhsal ve entellektüel  birikimiyle varlığını satın alıyor.
              Her satışta olduğu gibi satış gerçekleştikten sonra satılan satanın değil;alanın oluyor!
             

              *
              Teknolojik alanda sağlanan ilerlemeler  önce silahlı kuvvetler bünyesinde kendini göstermektedir.
              İlgili gelişmelerin toplumsallaştırılması,
              Askerlerin toplumun  dönüşümünde daima öncü olmasını sağlıyor.
              Öyledir ama İngiliz The Times gazetesi Türkiye’de anayasa referandumuna,
              “Türk ordusu savaşı kaybetti.Sonuç Türkiye’nin askerci geleneğine büyük bir darbedir” yorumunu yapıyor!

               
              *
              Türk Ordusuna AKP iktidarı  darbe yapmıştır!
              Vay canına! Gözlerimizin çapağını silmemiz gerekiyor…
              O halde AKP iktidarının hedefinin, siyaset dilinin ve propagandasının;
              Niccola Machiavelli’nin siyaset ve ahlâkın iki ayrı alan iki ayrı gerçeklik olduğu söyleminde,
              Kabul edilen ilkesizlik ve olumsuzluk olarak algılanması  kaçınılmaz oluyor.
              Nitekim muhalifler referandum kampanyasında AKP iktidarını;
              Hırsızlık, yolsuzluk, hukuk dışılık, yalan,yandaşlık, baskı, sindirme ve tehditle suçluyorlar.
              AKP siyasetini ise Cumhuriyet’in Aydınlanma  Devriminin gerisinde olduğunu!
              Bu hasletleriyle AKP nin;
              Türkiye’nin gücünü  küresel entellektüel sermayeye ancak pazarlayabileceğini;
              Görün,diyorlar…
              *
              Tam bu noktada, küresel entellektüel sermayenin  Türkiye’den satın aldığı;
              Zenginin-yoksulun, yaşlının-gencin,kadın-erkek,doğulu-batılının,
              Gücü ya da fiziksel,ruhsal ve entellektüel birikiminin ya da varlığının,
              Nasıl olurda kalıcı bir refaha ulaşılabileceği sorusu önem kazanıyor?
              *
              Sosyal Demokrasi;kapitalizmden hareketle emperyalizmin iki temel sınıfının uzlaşabileceği öğretisidir.
              Sermaye ve  satın aldığı gücün  arasındaki uçurumun daraltılmasında yetkindir.
              Bu anlamıyla Sosyal Demokrasi; küresel entellektüel sermayenin sömürüsünü ortadan kaldırmak  için değil,
              Fakat onun  gücü kullanılanlar adına  katlanılabilir,uzlaşılabilir ve ortaklaşılabilir bir hale getirilmesinde,
              Tek yol olarak görülüyor.
              *
              İyi ama bu akımın temsilcisi CHP’nin ,  
              Ne sekiz köşeli köylü şapkası altında Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’ndan ne de teşkilatından;
              Bu  çağın  küresel entellektüel sermayesinin sömürdüğü zengin-yoksul,yaşlı-genç,kadın-erkek,doğulu-batılı vatandaşların,
              Bilgi birikimlerinin nasıl geliştirileceği, sermayeleşeceği ve paylaşılacağına,
              O  oranda daha  kalıcı refaha kavuşulacağına yönelik,
              Hukuki temellerinde katılımcı,uzlaştırıcı, ortaklaştırıcı  Sosyal Demokrat bir projeyi;
              Ahlaken ve siyaseten,
              Henüz duymuyoruz!
              *
              Bilginin mütemadiyen geliştiği,sermayeleştiği günümüzde,
              Doğrusu siyasetimiz,kurumlarımız,sermayemiz ve vatandaşlarımız için,
              Bakınız, Mustafa Kemal şunu söylüyor…
              “Anladık ki kabahatimiz kendimizi unutmaklığımızmış!”

  • S O N U Ç

    S O N U Ç

             S O N U Ç
       
              Anayasa değişikliği için yapılan referandum, değişikliklerin sahibi AKP’nin isteği yönünde sonuçlandı.
              Çok özel teknik,hukukî ve siyasi nitelikleri olan  anayasa belgesinin  bazı maddelerinin değişiklikliğine,
              Verilen %57.9 evet oyuna karşın %42.1 hayır oyu;
              Büyük çoğunlukta vatandaşın  AKP siyasetine verdiği güveni gösteriyor.
              Diğer taraftan referandumu boykot tercihinin de çok etkili olduğu,
              Bunun asla görmezlikten gelinemeyeceği de anlaşılıyor.
              *
              Referandum sonucuna gösterilmesi gerekli saygının pekişmesi,
              Birlikte özgür bir yaşam amacının sürdürülmesini gerektiriyor.
              Bu amacın sağlanabilmesi için toplumun her kesiminin farklılıklarıyla bir arada yaşama iradesini belirleyen,
              Bireyi öne çıkaran yeni bir anayasa ihtiyacı;
              Bundan böyle Türkiye gündeminin ana konusunu oluşturuyor…
              *
              Kemalist rejim yada İttihatçı geleneği faşist devlet ile özdeşleştiren rövanş peşinde,
              AKP, o noktadan devlet ile toplum ya da merkez ile çevre arasındaki çelişkileri esas alarak,
              Toplumdan ya da çevreden “muhafazakar demokrat” kimliğini geliştirmeyi başarmış bulunuyor.
              Referandum sonucuyla muhafazakar demokratlar olarak  kazanılan zafer;
              Elbette Kemalist rejimin  şu noktadaki  demokrasi zafiyetini gösteriyor!
              *
              Demokrasinin gelişmesi  sürecinde Kemalist rejimin zaafiyeti,
              Sivil toplumunun gelişmemişliği ve demokratik kurumlarının zayıflığından kaynaklanıyor.
              Bu taban üzerinde sık sık  yapılan askeri darbelerle  gelişen otoriter  siyasal kültür,
              Zamanla devlet ve toplum ya da merkez ile çevre arasında derin kırılmalar oluşturmuştur.
              Darbe yasakları ve bizzat Kemalist siyasi partilerin de siyasal örgütlülüklerini geliştirmede isteksizlikleri,
              Bugün toplumdan  ya da  çevreden  gelişen, mesela  muhafazakar demokrat reaksiyona alternatif olamayışları sonucunu veriyor. 
              Kırılmaların oluşturduğu farklılıklar arasından çekip çıkarılan kimi  çözümler de sonuç vermiyor.
              Mesela  çevreden geliştirilen muhafazakar demokrat reaksiyonuna karşın,
              Türkiye’nin Avrupa bütünleşmesine dahil olmasıyla karşı durmak teorisinin bir hayal olduğu anlaşılıyor.
              *
              Siyasi Partiler kendi  demokrasi perspektiflerinde,
              Bireyin siyasete katılımı yoluyla sosyal sermayenin kullanılmasını,
              Öylece siyasetlerinin niteliğinin arttırılmasını amaçlıyorlar.
              Bu amaca yönelik bireylerin siyasi donanımları ve birikimlerin yükseltilerek  siyasal duyarlılıkların gelişmesi,
              Nitelikli siyasi kadroların yetiştirilmesi için örgütlülük; sivil toplum düşüncesinin temelini oluşturuyor.
              AKP ve BDP nin bu amaçlar çerçevesinde mahalle ağabeyi-ablası organizasyonundan,
              Siyaset Akademilerine ulaşan sivil örgütlülüğü karşısında,
              Mesela CHP örgütlülüğü çok zayıf kalıyor.
              Öyleki o hengamede CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, referandumda oy dahi kullanamıyor!
              Kemalist siyasetin temsilcisi CHP nin yetersiz örgütüyle;
              Toplumun birarada yaşamasını teminen yeni bir anayasa hazırlanması  sürecine  katılım ve uzlaşmacılığında
      güçsüzlüğü şimdiden görülüyor!         
              *
              Ayrılıkçı Kürt Hareketinin etkili boykotu gözardı edilemez  bir başarıyı gösteriyor.
              Önümüzdeki süreçte BDP ile yapılan legal siyasetin, bölücü terör kanadının;
              Nasıl bir  yargısal yaklaşımla tasfiye edileceği de önem kazanıyor.
              Adaletin sağlanmasında terör örgütünün verdiği maddi-manevi zararın kamu vicdanına denk düşürülmesi gerekiyor.
              Şeffaf  ve açık bir toplumun  adaletle oluşmasını teminen siyasi etik yasası ve dokunulmazlıkların da,
              Elbette  gündemden düşmesi olanaklı görülmüyor.
              Örgütlülük zaafı içinde CHP nin bu konuda ağırlığı şüphe götürüyor!
     
     
              *
              Kutuplaşmanın giderilmesi, Siyasi Partiler Yasası,Seçim Kanunu çözüm bekleyen önemli sorunlardır.
              Kuvvetler ayrılığı prensibinde Yargı,Yasama ve Yürütme erklerinin çalışması da.
              Örgütü desteğinden noksanlık bu konularda etkin olmayı zorlaştırıyor…
     
              *
              Herşey için önce güclü bireye ihtiyaç bulunuyor.
              Gücün özü  bireysel duyarlılıkların yükseltilmesinden geçiyor.
              Özellikle askerin darbeler ve Kemalist siyasi partilerin üretkenliğinin kısırlaşmasıyla sağlanan,
              Bireyin duyarlılıklarının köreltilmesi, zayıf örgütlülük süreci  başlıbaşına  rejimin  zaafiyetini oluşturuyor.
              O nedenle ilgili siyasi partilerin örgütlülük içinde bireysel duyarlılıkları yükseltmesi,
              Bütün teşkilatların  bir bir elden geçirilmesi ve planlandırılması gerekiyor.
     
              *
              Muhafazakar  demokratların dayandığı Anadolu burjuvası örneğinin temel alınarak,
              TÜSİAD’ın  da bir sivil toplum kuruluşu olarak birey duyarlılıklarının artırılmasında desteği yanında,
              Kemalist rejime sür-git verdiği zarardan dolayı  TSK nın ciddi bir değişimle aslına dönmesine ihtiyaç bulunuyor.

  • DİPLOMASİ VE REFERANDUM

    DİPLOMASİ VE REFERANDUM

              DİPLOMASİ VE REFERANDUM
              Başbakan referanduma iki gün kala ATV’de konuşuyor.
              Kamera objektifine gözlerini devirmiş ve demokrasi kültürüne yakışmayan o bilinen üslûbuyla  tehdit ediyor.
              “İstanbul sermayesi işin başından itibaren bizimle para kazanmada anlaştı ama siyasette anlaşamadı.
              Bunu da zaman zaman itiraf ettiler.
              Bizler de atacağımız bazı adımları kendileriyle bu konuları çok açık net konuştuk” diyor.
              *
              Başbakan büyük sermayenin baskı grubu TÜSİAD’ı,
              Hiç fütursuz töhmet ederken, baskılarken ve tehdit ederken,
              Gücünü;
              Türkiye’yi uluslararası camiaya bağlayan iletişim,bankacılık, sermaye piyasası,sigortacılık,ithalat-ihracaat,
              Yurt içinde  tapu-kadastrodan nufusa, ilk dereceli mahkemelerden yüksek seçim kuruluna her kurumda,
              Yurt dışı ve içi  “bilgi- iletişim  enterkonnekt  sistemde” egemen olmasından alıyor.
              Uzun süredir bu gücle  uluslararası camia içinde de diplomatik bağlarını sağlıyor.
              Elde edilen güc kötü kullanıldığında  muazzam bir silahtır!
              Kim kimle ne konuşuyor,kimin ne kadar kazancı ,tasarrufu var, kim ne vergi veriyor?
              Kim ne aldı, kim ne sattı, kim nereye gitti,kim nereden geldi?
              Kim hangi  üniversitede okusun, kim memur olsun?
              Atası kim? Anası kim? Neci? İlişkileri?
              Her şey  bir-bir biliniyor ve yeri geldiğinde amansız bir silah gibi kullanılabiliyor…
              *
              Uluslararası sermayenin istediği istikrar ve güvenilirlik garantisi;
              Devletin her kademesinde kadrolaşılarak oluşturulan işbu  “parti-devlet” tarafından veriliyor.
              Uluslararası sermaye ile karşılıklı fayda esasında yeni bir diplomatik usul gelişmiştir!
              Parti-devletin amacıyla örtüşen ve onun hedefinde büyüyen sermayenin faydası aslî unsur sayılmak önceliğiyle,
              Ekonomik hayatın gelişmesi amaçlanıyor!
              Bu amaçla uluslararası sermaye ile karşılık esasında  diplomatik ilişki kuruluyor.
              Kazan-kazan diplomasisi,
              Ya da ulusal çıkarlardan, hedeflerden kaygısız pazarlamacı ya da satınalmacı diplomasi oluşuyor!             
              O nedenle  Başbakan, Türk Dışişleri Bakanlığının büyükelçilerini “Monşer” ifadesiyle aşağılıyor!
              *
              Oysa sözgelimi ,Türkiye’nin yükselen ekonomisiyle uluslararası rekabet ortamında yer alması,
              Bunun dış politika ile desteklenmesinin topyekün bir seferberlik içinde yapılması gerekiyor.
              TÜSİAD Türkiye’nin üreten,iş imkanları yaratan,pozitif farklılık koyan bir sivil toplum kuruluşudur.
              Temsil ettiği mensupları  temel yatırım kararlarını alan yatırımcılar,
              Türkiye’nin her yerinde dikey entegrasyon içinde birbirine girdi üreten tesisleri çalıştırıyorlar.
              İktidarın ekonomi ve siyasette uyguladığı  çoğulculuk ilkesine aykırı ayrıştırmacı politikaların,
              Kalkınma,gelişme ve insanların refahına aykırı olduğu  teziyle karşı çıkıyorlar.
              *        
              TÜSİAD; bu tavrını uluslararası sermaye hareketlerinin küresel boyutta güvencesi ABD’de de  seslendiriyor.
              Mesela Haziran ayında Washington Brookings Enstitüsünde,
              “Türkiye’nin  stratejik ortaklarına sadık olması gerektiği ancak ortaklarından da kendi kaygılarına karşı daha duyarlı olmalarını talep etmeye hakkı vardır” deniyor ve ilave ediliyor,
              “Aktif diplomasinin iç politika ürünü olmaması ve popülist hale getirilmemesi”nin altı çiziliyor.
              *
              Başbakan referandumu kazanabilmek için herşeyi yapıyor.
              Genel kanaat iktidarın  baskı, tehdit,yalana yönelik bir kampanya sürdürdüğü yönündedir.
              Kazanabilmek adına herşeyin göze alındığı,bilgisayar hilelerinin, sandık oyunlarının, enerji kesintileri ve benzeri planların uygulanacağından bahsediliyor.
              Fethullah Gülen’in ” referandumda mezarda bulunanlar da kalkıp evet oyu kullansınlar” talimatı, 
              Karşılığında referandumda oy kullanacak seçmen sayısının,
              Bir önceki seçime nazaran 8.6 milyon kişi artarak toplam oy sayısının %19.5 unu kapsaması,
              Şüpheleri yoğaltıyor, referandum  gölgeleniyor…
     
              *
              Ne ki  başta TÜSİAD’ın kaygısı olmak üzere diğer Cumhuriyet kuruluşlarının  kaygılarının da;         
              Uluslararası ölçekte değerlendirmeye alındığını düşünmek gerekiyor.        
              Uluslararası sermaye hareketleri güvenliğinin liderinin,
              Yapacağı  denetim Türkiye enterkonnekt sistemine referandum gününde sahip olmaktan mı geçiyor?
              Doğrusu bilgi ve iletişim teknolojilerinin pik yaptığı ve yaşanan çağa adını verdiği şu günde,
              O enterkonnekt iletişim teknolojilerin sınırını,işlem sistemini algılamak için uzmanı olmak gerekiyor.
              Ne bileyim işte!
              İhtimal  referandum gününde uluslararası istikrar adına bu denetimin yapılacağıdır.
     
              *
              Çünkü şu dönemde Türkiye’nin  istikrarı ; bölgesi  ve dünya için de çok önemlidir.
              Küresel demokrasinin,refah ve güvenliğin sağlanması ve gelişmesi karşılığında,
              Mesela TSK’ nın Türkiye’nin ulusal güc unsurlarıyla uyumlu,
              Ulusal çıkarları ve ulusal hedefleri yönünde uluslararası camiaya gösterdiği diplomatik talepler,
              Milyarlarca doların kullanımında TÜSİAD’ın; uluslararası sermaye çevrelerinden diplomatik talepleri;
              Türkiye’nin yarınını belirliyor.
              Elbette referandumun adaletini de!

  • BOYKOT VE SONRASI

    BOYKOT VE SONRASI

                BOYKOT VE SONRASI
                 
              Anayasa değişikliği çok önemli hukukî, teknik ve siyasi nitelikler kapsıyor.
              Rağmen değişikliklerin yapısal ve toplumsal dinamikleri kaygan Türkiye’de referanduma sunulma kararı ve süreci;
              Çok yetersiz bilgi ve çağdaşlaşma temelinde, kendine menkul ajandasıyla çokça oportünist,
              O nedenle küresel politikaların işbirlikçisi iktidarın ve  bağlı medyanın,
              Halkı her türde manipüle etmesine neden oluyor.
              İktidarın sekiz yıldır bilinen  karakteri, sosyo-ekonomik uygulamalar ve siyaseti ardında;
              İşgal ettiği devlet organizasyonuyla baskı,tehdit,hile,şantaj ve yalana dayalı  sürdürdüğü  kampanyası,
              Türkiye’yi son noktasında kutuplaştırmış bulunuyor.
              *
              Referandum ardından “Evet”, “Hayır” ve “Boykot” seçeneklerinin,
              Birinin diğerini kabul etmekte çok zorlanacağı bir sürece giriliyor.
              “Evet” ve “Hayır” seçeneklerinin ayırtını “ileri demokrasi” ile “diktatörlük”,
              Ya da “şerefsizlik” ile “vatan hainliği” oluştururken,
              Yeniden ortaklaşılan bir Türkiye için  sonuçta mutlaka yargı denetimi gerekiyor.
              “Boykot” seçeneği ise  yaşanılan kaos nedeniyle şu aralar  “kendin pişir kendin ye” ayırtındadır!
              Ne ki referandum ardından en çok tartışılmaya ve çözüme  o ihtiyaç gösteriyor.
              *
              Ayrılıkçı Kürt Hareketinin Demokratik Özerklik talebine yönelik referandum boykotunun,
              20 Eylül son tarihli PKK nın  çatışmasızlık kararını da destek  kapsamına alarak,
              Aktif boykota dönüşeceği ilan ediliyor.
              Vatandaşların başta Güneydoğu ve Doğu yerleşimlerinde eğitimden- adalete, maliyeden- güvenliğe devlet kurumlarını boykot etmesi düşünülüyor!
              *
              Tarihin devinimi içinde  toplumların gelişimini durdurmak ya da yasaklamanın olanağı bulunmuyor.
              Dünyanın değişik bölgelerinde millî otodeterminasyon (kendi yönetimlerini belirleme)sürecini,
              Bütün ülkeleri bağlayan uluslararası hukuk;         
              Mütemadiyen değişim ve ABD nin anlaşmazlıkları ya da karmaşık sorunları şiddet ile çözme çabaları nedeniyle  taşıdığı zaaflar nedeniyle yönetemiyor.
              Eksiklerin giderilmesi yönünde çalışmalar yapılıyor olsa da,
              Mesela uluslararası hukukta iki prensip;
              Birincisi, halkların otodeterminasyon hakları,
              İkincisi, ülkelerin toprak bütünlüğünün korunması birbiriyle çelişiyor.
              Dolayısıyla bu konuda  Birleşmiş Milletler,Güvenlik Konseyi, Uluslararası Adalet Divanı çözümsüz kalıyor.
              *   
              İspanya’da ayrılıkçı BASK örgütü ETA, terörle başaramadığı tam bağımsızlık talebini,
              Demokratik süreci harekete geçirerek sağlamak amacıyla silah bırakmıştır.
              İspanyol  hükümeti ve siyasi partilerin çoğu Bask bölgesinin bağımsızlığına ve ülkenin bölünmesine karşılar.
              Silah bırakmanın ardından ortak noktada anlaşabilmek için şimdi hükümet şiddete başvurmamışlarla müzakereye hazırlanılıyor.
              Tıpkı İspanya gibi millî otodeterminasyon süreciyle karşı karşıya bir çok ülke toprak bütünlüğü ilkesine titizlik gösteriyor.
              Mesela Türkiye;Ayrılıkçı Kürt Hareketinin özerklik taleplerini,
              Özerkliğin ayrılmayı teşvik edeceği çekincesi,
              Bir süre sonra Kuzey Irak’ta yıllardır otodeterminasyon mücadelesi veren Kürtler ile bütünleşmenin sağlanacağı düşüncesi ile reddediyor.
              *
              Avrupa Birliğinin temel belgelerinden biri  Temel Haklar Şartı;
              Irk,din,dil,cinsiyet gibi unsurlar yanında bir ulusal azınlığa mensup olmayı da,
              Farklılık gözetilmeyecek unsur sayıyor.
              O nedenle Türkiye’nin düşünce,anlatım ve örgütlenme özgürlükleri önünde engelleri kaldırması,
              Ayrımsız herkesin yasalar karşısında eşitliğinin sağlanması,
              Üstelik bu şart için  merkeziyetçi  üniter  bir devlet olarak,
              Farklılık hukukunun  grup haklarından birey haklarına indirgeyen,
              Sosyal gerginlikleri azaltıp, bütünlüğü güvence altına alan,
              Bir yöntemi;ulus bütünüyle  ortaklaşılarak uygulaması gerekiyor.
              *
              İyi ama?
              “Evet” ile “hayır” seçeneklerinde kutuplaşmış,
              Ya da “ileri demokrasi” ile “diktatörlük”  ya da “şerefsiz” ile “vatan hainliği” söyleminde ayrışmış,
              Türkiye önce kendine merhem bulmalıdır!
              Ortaklaşmanın sağlanması için iktidar  kutubu üzerine bulaşmış kirin;
              Yargı’da aklanması şart görülüyor…
              Diğer anlatımıyla Yargı’nın;
              Din bezirganlığı ile yapılan ahlaksız siyaseti mahkûm etmesi,
              Din ve ibadet özgürlüğüne rağmen cemaatlerin uydurdukları  grup haklarını bireyselliğe dönüştürmesi,
              Cemaatleri siyasetten men etmesi gerekiyor…
     
     
              *
              Aksi halde çaresi yok! Türkiye’nin lâik demokratik  ulus devleti bitiyor…
     
             
                                 
                ***
               
                   Değerli Okurlar,
                        Şeker Bayramızı kutluyor ve hayırlara vesile olmasını diliyorum.
                        Bayram sonu görüşmek üzere esen kalınız.

  • HESAP ŞAŞINCA MEN DAKKA DUKKA

    HESAP ŞAŞINCA MEN DAKKA DUKKA

              HESAP  ŞAŞINCA MEN DAKKA DUKKA
              ABD; AKP desteğiyle geçmişte Osmanlı Devletinin egemen olduğu bölgede etkin olmayı hedefliyor.
              Bu yüzden Türkiye;Balkanlar ve Kafkasya’da Rusya’ya karşı,
              Orta Doğu’da İran  başta olmak üzere ezilenlerin yanında  konumlandırılıyor.
              Bu uğurda uygulanan yeniOsmanlıcı, çok yönlü politikalar sonuçta  İsrail ve Kürdistan’ın  kazanmasını sağlıyor.
              *
              Hedef için Türkiye’nin Atatürk Devrimi kazanımı “Cumhuriyetin Niteliklerinin” değiştirilmesi gerekiyor.
              O nedenle taşeron AKP’nin  yasama ve yürütme  egemenliğini teminen,
              Yasama ve yürütmede gücü sınırlayan “Yargı Denetimi Gücü”; Anayasa Mahkemesi ve Hakimler Savcılar Yüksek Kurulunda,
              İnsiyatifin AKP ye, Başbakan ve Cumhurbaşkanına geçmesi isteniyor.
              Bu çerçevede Anayasa değişikliği teklifi 12 Eylül’de halk oylamasına sunuluyor!
              *
              Teklifin hazırlanmasından halk oyuna sunulması sürecinde AKP’nin  oldu-bittiye götürme telaşı,
              Ulusalcı ve milliyetçi kesimlerin çok etkin ve ezber bozan muhalefeti,
              Ayrılıkçı Hareketin  kaostan yararlanarak birlik ve beraberliği tehdit eden ikinci bir idari yapılanma tesis etme girişimleri,
              TSK nın cumhuriyetin niteliklerini koruma ahdi,
              Eli silahlı insanların dağda bulunduğu sürece mücadele kararlılığı bileşkesinde;
              Türkiye derin bir siyasi istikrarsızlık yaşıyor.
              Özellikle şu dönemde Türkiye’de istikrarsızlık,bölgede sür- git etkinlik peşinde  ABD’nin,
              Hesaplarında ciddi bir  kırılmanın nedeni olabilir!
              Çünkü bölge; zaten derin bir istikrarsızlığın pençesinde kıvranıyor…
              *
              Mesela Başkan Obama sözünün arkasında Irak’tan ABD muharip güçlerinin geri dönüşünü sağlamıştır.
              Amerikan kamuoyunun % 80 ni kararı destekliyor.
              Ek olarak Irak askeri harcamalarının kısılarak ekonominin canlanmasına yapacağı katkı,
              Afganistan’a daha fazla yönelerek  Temmuz 2011 de geri dönüş planı,
              Müslüman toplumla ilişkilerin düzelmesi umudu,
              Başkan Obama’nın Cumhuriyetçi Parti karşısında yelkenlerini dolduruyor.
              Fakat Irak’ta istikrarsızlığının her an aksini de yapabileceği hesaplanıyor!
              *
              Muhariplerin ardından”Irak’ın Kurtuluşu Operasyonu”, “Yeni Şafak Operasyonu” kot adıyla devam ediyor.
              Ne ki Irak’ta  işgale uğramışlık ve milyonu aşan  insan kaybından yükselen  çığlık,
              Dini grupların çatışmaları,yeni statülerin   Irak’a egemen olma mücadeleleri,
              Yok edilen alt yapı tesisleri,temel alt yapı hizmetlerinin verilememesi,
              Yüksek enflasyon,işsizlik ve yoksulluk;               
              Irak’ta yaşamın zorluğunu ve potansiyel bir iç savaş tehlikesini de gösteriyor!
                 
              *
              Mart ayında yapılan seçimlere rağmen hükümetin kurulamamış olması büyük bir handikaptır.
              Seçimleri kıl payı kazanan ABD destekli  lâik-şii İyad Allavi’nin El Irakiye koalisyonu ile,
              Nuri El Maliki’nin şii Hukuk Devleti koalisyonu; hükümetin kurulması için  Başbakanın  yetkilerinde  anlaşamıyor.
              ABD, Nuri El Maliki’nin yetkileri sınırlandırılmış başbakan,
              İyad Allavi’nin  silahlı kuvvetler ve güvenlik -istihbarattan yetkili olmasını istiyor.
              Kürdistan Özerk Bölgesi Başkanı Mesud Barzani’nin cumhurbaşkanı adayı göstermesi yanında kendisinin de cumhurbaşkanı olma hakkı bulunuyor.
              Bu zor şartlar da ABD nin Irak’tan muhariplerini  çekmiş olması, Uluslararası camiada;
              ABD nin sorumluluktan kaçtığı,
              Ya da başka bir niyetinin olup-olmadığının sorgulanmasının nedeni oluyor!
         
              *           
              Nitekim Irak Başbakanı Nuri El Maliki komşu ve bölge devletlerden,
              Çok hassas döneminde Irak’ın toprak bütünlüğünü ve bağımsızlığının korunması için,
              Irak milletinin yanında olmalarını istiyor.
              *
              Türkiye’nin  gücü ya da ana damarı ulusal kanadı Irak ile yakından ilgileniyor.
              Bölücü terör,Irak’ın bölünmesi halinde Kürt Devletinin kurulması handikapı,
              Enerji politikaları,
              Türkmen varlığı,
              Nihayetinde Türk-Amerikan ilişkileri bakımından Irak büyük önem gösteriyor.
     
              *         
              Ne ki tüm değerleri  hallaç pamuğu gibi atan,
              Toplumsal yapının harcı  ulusal unsurları kuvvetlendirmek yerine dinsel ve etnik unsurlarla ayrıştıran,
              Sekiz yıllık AKP iktidarında,Türkiye 12 Eylül’de halk oylamasına gidiyor.
              İktidar muhalefeti anti demokratik ve özgürlüklerin önünde engel,
              Muhalefet iktidarı diktatörlük özleminde görüyor.
              İktidar muhalefete şerefsiz, muhalefet iktidara vatan haini diyor.
              Halkoylamasında tavırlarını netleştirmesi için sendika ve iş çevrelerini tehdit edilirken,
              Her kademede vatandaş dinlenme,izlenme ve fişlenmenin kaygısında,
              Ya da iktidarın dağıttığı sadakaların ardında bulunuyor.
              Fırsattan istifade Ayrılıkçı Hareket ikinci bir idari yapılanma için bastırıyor.
              *
              Bu çerçevede  Türkiye’nin bölgesinde istikrara  himmeti için,
              Önce kendisinde  istikrara ihtiyacı bulunuyor.
              Halk oylamasının sonucunun hiç değilse  yakın gelecekte göreceli bir istikrar sağlanmasına yönelik;
              En optimum sonucu vermesi gerekiyor.
              Cumhuriyet niteliklerine asla zarar vermeyecek,
              Toplum yapısında adalet duygusunu tesis ederek vatandaş güvenini sağlayacak,
              Yeni bir anayasa hazırlanmasına kadar köşelerinin sivriliği alınmış bir uzlaşma ortamı yaratacak;
              Hayırlı bir sonuç gerekiyor!
     
               *
              Doğrusu  ABD yarattığı Recep Tayyip Erdoğan  efsanesi artık çuvala sığmıyor…
              Yoksa ABD ‘nin  “men dakka dukka-eden bulur” saatinde olması  şüphe  mi götürüyor?

  • ABD’ NİN AĞZINDAKİ BAKLA VE TÜKÜRÜĞÜ

    ABD’ NİN AĞZINDAKİ BAKLA VE TÜKÜRÜĞÜ

     

                ABD’ NİN  AĞZINDAKİ BAKLA VE TÜKÜRÜĞÜ

     
              Orta Doğu’da çok yönlü gelişmeler yaşanıyor.
              ABD Genelkurmay Başkanı Oramiral Michael Mullen’ın;                
              ABD’nin Irak’taki kara ve hava unsurları ağır teçhizatının Türkiye üzerinden geri dönüşü,
              Türkiye’ye erken uyarı ve füze bataryalarının yerleştirilmesi,
              TSK nın Afganistan Kabil Bölge Komutanlığı görev süresinin uzatılması talepleri için,
              Genelkurmay Başkanı Org.Koşaner ile görüşmesinin anlamı üzerinde iyi düşünülmesi gerekiyor.
              Acaba ABD ne diyor?
              *
              Amerikan kamuoyunun  Irak sonsuz savaşından ve sonu gelmez kayıplardan yorulması,
              ABD Irak Operasyonunun “askeri aşamasının” 31 Ağustos’ta resmen bitmesi nedenidir.
              Rağmen Irak’ın  dünya üretim maliyetinde en ucuz, rezervde %10  petrolü,
              Petrol ihracında Basra’da Mina El-Bakr terminali,
              Kerkük-Ceyhan,Kerkük-İsrail Hayfa , Kerkük Suriye Banyas Limanı Boru Hatları:
              ABD nin  o toprakları sürekli kontrolü altında tutmasını gerektiriyor.
              Irak’ta devasa boyutta yoksulluğun da beslediği aşırıcılık,dinsel ve etnik politikalar ve terör debdebesinde;
              ABD nin Irak’ta sürdürdüğü politik, ekonomik, güvenliğe yönelik lojistik varlığının;
              Elbette  bölgenin güçlü ülkesi müttefik  Türkiye tarafından desteklenmesi gerekiyor.
              Böyleyse Oramiral Mullen; Türkiye’de doğru adreste, Genelkurmay Karargâhında bulunuyor!
              *
              ABD Başkan Yardımcısı Joseph Biden güvenlik sağlama yetkisini teslim için bulunduğu Irak’ta,
              Kürdistan Hükümet Merkezi Erbil’de Mesud Barzani ile görüşüyor.
              Kuzey Irak  Özerk Kürdistan Bölgesinin stratejik konumunun önemi vurgulanıyor.
              ABD nin Kürdistan’a gereğinden fazla önem vereceği kayıtlanıyor.         
              Böyleyse Oramiral Mullen; Türkiye’de doğru adreste, Genelkurmay Karargâhında bulunuyor!
              *
              Bağımsız Filistin Devletinin kurulması ve İsrail’in güvenliğinin sağlanmasına yönelik,
              İsrail-Filistin arasında doğrudan görüşmeler Washington’da devam ediyor.
              Tarafların güvensizlik ve görüş ayrılıklarına rağmen,
              Başkan Obama görüşmeleri Orta Doğu’da barışın sağlanması konusunda fırsat olarak değerlendiriyor.
              İsrail’in güvenliğini teminen görüşmelerin yapılmakta olduğu şu süreçte,
              Türkiye- İsrail ilişkilerinin yeniden değerlendirilmesi  gerekiyor.
              Başkan Obama’nın Başbakan Erdoğan’a İsrail ile ilişkilerini yumuşatmadığı taktirde,
              Türkiye’ye silah satılmayacağı yönünde bir ültimatom verdiği  iddia olarakta kalsa,
              Türkiye’nin ABD ile ilişkilerinin bozulduğu yaygın kanaattir.
              Hele İran gizli servislerinin Lübnan Hizbullah Örgütüne Türkiye üzerinden bir  silah koridoru açtığı iddiası,
              Türkiye’nin İran’dan hareketle Suriye ve HAMAS ile ilişkilerinin sorgulanmasının nedeni oluyor.
              ABD ve Avrupa ülkeleri Türkiye’nin Orta Doğu politikasını tartışıyor.        
              Büyük Orta Doğu Projesinde Eşbaşkan Erdoğan’ın; İran’ın  batıyla diyalogunda arabuluculuk görevine soyundurulması,
              Türkiye’nin İran’ın İsrail’e olası saldırısına müdahil olabilmek için tahterevallinin tam destek noktasında bulunması;
              Senaryosunda İsrail ile gerginleşmesi politikasının kontrolden çıktığı,
              İran’ın nükleer gelişiminin son aşamasında Türkiye’nin bu rolde devam etmesinin anlamının olmadığı görülüyor.
              Nitekim ABD nin Erken Uyarı ve Füze Bataryalarının Türkiye yerleştirilmesi talebi bu anlama geliyor.
              Böyleyse Oramiral Mullen; Türkiye’de doğru adreste,Genelkurmay Karargâhında bulunuyor!
              *
              Başbakan Erdoğan ve iktidarı, Türkiye’nin Atatürkçü ve çağdaş kurumu TSK’yı,
              Ergenekon ve benzeri davalar yoluyla örgütçü,çeteci, işkenceci, faili meçhûlcü, darbeci,halka karşı elitçi gibi zanlar altında tutuyor.
              12 Eylül halk oylamasında  TSK nın hukuki dokunulmazlığını da oyluyor.
              Cumhuriyet niteliklerine ahdinde vefalı TSK, elbette rahatsızdır.
              Bu anlamda ABD  yukarıdaki taleplerinin sağlanabilmesi için şimdi TSK’nın sırtını okşuyor.
              Böyleyse Oramiral Mullen; Türkiye’de doğru adreste,Genelkurmay Karargâhında bulunuyor!
              *
              Türkiye’de Ayrılıkçı Kürt Hareketi iktidarın oportünizmden yararlanıyor.
              Kazandığı anlaşılan siyasi haklarında terörü bir koz gibi kullanarak  taleplerinin  dozunu arttırıyor.
              Türkiye’nin enerjisini tüketmek yanında Kuzey Irak istikrarında da güvensizliğin nedeni oluyor.
              Böyleyse Oramiral Mullen; Türkiye’de doğru adreste,Genelkurmay Karargâhında bulunuyor!
              *         
              ABD’nin elçisi Genelkurmay Başkanı Oramiral Mullen ile  ağzındaki baklası ve tükürüğü işbu anlama geliyor…
              Başbakan Erdoğan’ın küreselleşmeye kayıtsız-şartsız teslimiyetine karşın,
              TSK’nın “Küreselleşme;etkilerine maruz kalan ülkelerin olumlu ve olumsuz algılayabilecekleri hususları ihtiva etmesi nedeniyle aslında ulusal çıkarlar doğrultusunda yönetilmesi gereken bir süreçtir.” anlayışı,
              Türkiye’ye  yeni bir ufuk açıyor…

  • TOSLAMAYA MAHKÛMİYET

    TOSLAMAYA MAHKÛMİYET

             TOSLAMAYA  MAHKÛMİYET
            
              Ayrılıkçı Hareket çatışmasızlık kararının sürdürülmesi ve  boykot kararının değişmesine yönelik,
              Seçim barajının düşürülmesi, tutukluların salıverilmesi, Öcalan’ın aktifleştirilmesi, TSK operasyonlarına son verilmesinin pazarlığını yapıyor.
              İkbalini referandum kazancına bağlamak paniğinde  Başbakan Erdoğan’ın,
              3 Eylül’de Diyarbakır konuşmasının,
              Beklentileri  hangi ölçüde karşılayacağı   merak uyandırıyor!
              *
              “Güçlü Ordu Güçlü Türkiye” sloganında; 
              TSK’da devir-teslim törenleri bilinen çizgilerin bir kere daha ilan edilmesi vesilesi olurken,
              Genelkurmay Başkanı Org.Koşaner’in yaptığı,
              TSK’nın demokratik,lâik,sosyal hukuk devletinin milleti ve ülkesiyle bölünmez bütünlüğüne imanını teyid eden konuşmasında,
              Hükümete ve Ayrılıkçı Harekete göndermeler  dikkat çekti.
              *           
              “Demokrasi ve hukuk devletinin sağladığı hak ve özgürlüklerin arkasına gizlenerek bireysel seviyede kalması gereken talepler,
              Siyasi alana taşınmaya çalışılmakta ve her geçen gün adeta devletle pazarlık yaparcasına bu adımlar daha ileri götürülmektedir.”
              İfadesiyle, güvenlik ve özgürlük dengesinde  Türkiye’nin  durum tesbiti,
              Elbette ilgili taraflar hükümet ve  ayrılıkçı hareket için de  bir tembih yapılıyor.
              *
              Org.Koşaner’in,
               “….,Yasalarımızı hiçe sayarak devletimizin meşru güvenlik güçlerini hedef alan eli silahlı insanlar ülkemiz dağlarında bulunduğu sürece,
              Bu mücadele devam edecektir.Bunun bir başka alternatifi söz konusu değildir.”
              İfadesi ise terör örgütüne verilmiş bir yol haritası olmaktan öte,
              Siyasetin terörle olası bir diyaloğunun önünü kesiyor.
     
              *
              Org.Koşaner yurt içinde ikinci bir idari yapılanma tesis etme girişimleri de dahil olmak üzere,
              “Ülkemiz karşı karşıya bulunduğu geniş yelpazedeki tehdit,risk ve belirsizlikleri öncelikle caydırabilecek,
              Akıllı güc unsurlarını geliştirmek,her an hazır bulundurmak ve bunları uygun şekilde yönetmek durumundadır.”
              İfadesiyle Türkiye’nin beka’sını  teminen hükümet uyarılıyor.
              *
              “TSK ve bazı personeline yöneltilen bir çoğu henüz ispatlanmamış ve yargı sürecinde olan iddialara karşı,
              İtidalle hukuk çerçevesinde kalınmaktadır.” denirken,
              Ergenekon ve benzeri davalarla psikolojik bir harekata  tabi tutulduğu savında TSK nın,
              Hukukun üstünlüğüne verdiği değer  gösteriliyor.
              *

              Halbuki  iktidar ve referandumun “evet” çi kanadı;
              Türkiye’de TSK nın  ve buyurduğu (!) çizgilerin giderek zayıfladığının propagandasını yapıyor.
              Buna göre, Ergenekon Operasyonlarıyla  TSK içinde kimi güçler ve ardında  Derin Devlet kıstırılmış ve zordadır.
              İktidar,  devlet organizasyonunda kadrolaşmasıyla ve  medya desteğiyle büyük bir güc olmuştur.
              O halde referandumda  “boykot” kararı, Türkiye Derin Devletine nefes vermek anlamındadır,deniyor.
              Her vesileyle TSK’nın  açığa düşürülmesi gayretleri,
              Son olarak Genelkurmay 2.Başkanı  Org. Aslan Güner hakkında çıkarılan telekulak söylentileri,
              Referandum öncesi iktidarın  güc sergilemesi çabasını gösteriyor.
              
              *
              Ayrılıkçı Hareket; siyasetinin pazarlık unsuru olarak referandumda boykot kararını kaldırarak,
              “Evet” oyu verilmesi için seçim barajının düşürülmesini istiyor.           
              İktidar, barajın düşürülmesinin  kendi siyasi temsil gücünün zayıflaması anlamına mı geleceğini henüz bilemediğinden,
              Barajın ne olacağına dair bir söz veremiyor!
              İktidarın inisyatifinde etkisizlik gören Ayrılıkçı Hareket; AKP ye güvenmiyor!
     
              *                   
              Ergenekon Davasında insanların  yargısız infazla yıllardır cezaevlerinde tutulması için gösterilen titizliğe karşın,
              Diğer bir pazarlık unsuru ayrılıkçı hareketin derinini  oluşturan tutukluların salıverilmesi ya da  müsamaha görmesi,
              Biliniyor olmasına rağmen iktidarın elinin yargıda olduğunu  göstermesi anlamına geliyor.
              AKP nin 1700 KCK tutuklusu için yapabileceği  hiçbir şey bulunmuyor.
              İktidarın inisyatifinde etkisizlik gören Ayrılıkçı Hareket; AKP ye güvenmiyor!
              *
              Yalanlamalara rağmen İmralı’da Abdullah Öcalan ile yapılan görüşmelerin  gün yüzüne çıkması,
              Türkiye’nin nefreti üstünde bir kişiye gösterilen müsamaha;
              Referandum öncesinde Başbakan Erdoğan’ın  şahsında güven erozyonuna neden oluyor.
              Ayrılıkçı Hareketin bu konuda pazarlık seçeneğinin asla kabul görmeyeceği anlaşılıyor.
              AKP nin onca cakasının boş olduğu görülüyor!
     
              *
              TSK nın operasyonlarına son vermesi talebini,
              TSK kesiyor:”Eli silahlı insanlar ülkemizin dağlarında bulunduğu sürece bu mücadele devam edecektir” deniyor.
              Ayrılıkçı Hareket, iktidarın asker üzerinde de inisyatifinde etkisizliği gördükçe;
              “Bu nasıl bir hükümet!” yaklaşımıyla  o boşlukta adeta devletle pazarlık yaparcasına adımlarını daha ileri götürüyor.
              Siyasal temsil arayışında bol bol tecrübe edinirken,
              Etkisiz iktidarla birlikte ülkeyi kaosa sürüklüyor…          
              Ayrılıkçı Hareket, AKP iktidarının boşluğu ve hoşluğunu yakından tanıdıkça,
              Kürt Sorununa gerçek çözümün,
              Ancak bu ülkenin Atatürkçü Düşünce temelindeki gücleri vasıtasıyla sağlanacağını görüyor!
              *
              3 Eylül’de Diyarbakır’da Başbakan Erdoğan’a,
              Son bir umutla  ve ne alâkaysa,
              Öfke ve hışımla ve tehdit ederek,
              Bir tutam Ergenekon, bir tutam 12 Eylül Darbesi, bir tutam Diyarbakır Cezaevi ,işkence efsaneleri,
              Biraz Jitem,biraz darbe, biraz asker vesayeti,
              Ya da Nasreddin Hoca’nın ya tutarsa  hikayesini anlatmak ve eleküstü kalmışların “evet” oyunu istemekten,
              Başka söylem kalmıyor.
              İktidarının sekiz yıl sonrasında anlaşılıyor ki,
              Ne yapsa ne yapılsa,
              AKP ve devletin her kademesine sızdırdığı cemaatin irtica-i siyaseti  ve Ayrılıkçı Hareket;
              Yol gitmişlerdir fakat  toslamaya mahkûmdurlar…
              Önce Hukuka!
              Çaresi yok…

  • İKTİDAR ALTERNATİFİ OLUNURKEN

    İKTİDAR ALTERNATİFİ OLUNURKEN

     

               İKTİDAR ALTERNATİFİ OLUNURKEN
              CHP Ekonomi Politikasının Ekim ayında açıklanacağı bildiriliyor.
              Genel Başkan Yardımcısı Umut Oran,Türkiye’nin üretemediğini,sürekli dış ticaret açığı ve cari açıkla borcunun büyüdüğünü dolayısıyla daralırken işsizliğin büyüdüğünü,
              Yenilenen politikayla üreten ve kalkınan Türkiye’nin hedeflediğini, söylüyor.
              Genel Başkan Kılıçdaroğlu, 1970 lerin sonunda Bülent Ecevit’in izlediği ekonomi politikasının yanlış olduğunu,
              Açıklanacak  ekonomi politikasıyla iş dünyası ile yaşanan kırıklığın da aşılacağına dikkat çekiyor…
              *
              70’li yılların Türkiye’sinin de bir dizi uluslararası gelişmeler sonucu olduğunun hatırlanması bugünün anlaşılması  için  gerekiyor.
              Önce 44’te Bretton Woods Anlaşmasıyla ülke paralarının değerini altın cinsinden ya da belirli bir altın kalitesinin ağırlığı esas alınarak ABD Doları cinsinden ifade edilmesini sağlıyor.
              Doların giderek uluslararası malî piyasalara egemen ve rezerv para olmaya başlamasıyla;
              ABD hesapsız dolar emisyonuyla dünyanın altınını ülkesine taşıyor, zenginleşiyor ve dünya lideri olmasının temelini atıyor.
              Ne ki sınırlı  altın rezervleri, Vietnam Savaşının ağır  faturası, Avrupa’da dolaşımda bol miktarda  doların yeniden ABD ye dönmesi halinde oluşacak kriz ve Avrupa’nın  başlıbaşına ekonomik bir unsur olmak çabası,
              ABD nin Anlaşmayı 73′ te iptal etmesinin nedeni oluyor.
              Ardından Arap-İsrail savaşı bahanesiyle Petrol İhraç Eden Ülkelerin (OPEC) ambargosu ve enerji fiatlarının yükseltilmesi,
              Suudi Arabistan ile petrol ticaretini ABD dolarıyla yapılmasında anlaşmış ABD’i  rahatlatıyor.
              Tüm ülkeler petrol satın almak için ABD dolarını rezerv yapmaya başlarken,
              Avrupa dolar stoklarının ABD ye geri dönüşü riski kalmadığı gibi ekonomik rekabet gücü de azalıyor.
              *
              İşbu konjonktür Kemal Kılıçdaroğlu’nun eleştirdiği Ecevit’in ekonomik politikalarında da kendini gösteriyor…
              70’lerin ikinci yarısında yoksul Türkiye IMF desteğiyle dünya gelirinden daha fazla pay almak, rekabet edebilmek için ücretleri düşük tutmaktadır.
              Yüksek faiz oranlarıyla sığ finansal piyasalarına kısa vadeli sermaye çekerken,
              Kamu harcamalarını kısılmış ve kayıt dışı ekonomisi  büyümüştür.
              Yüksek cari açık, Kıbrıs Harekatının bedeli, enflasyon ve işsizlik yanında enerji bağımlılığı;
              Türkiye’yi 70 cent’e muhtaç etmiştir!
              *
              Kemal Kılıçdaroğlu’nun işaret ettiği  CHP ye   iş dünyasının kırgınlığı ziyadesiyle bu döneme rastlıyor!
              TÜSİAD, CHP ekonomi politikasının pazar ekonomisinden uzaklaştığını,enflasyon ve artan işsizliği,
              Gazetelere verdiği ilanlarla protesto ediyor!
              Bülent Ecevit’in istifası ardından iş dünyasıyla  CHP arasında açık güvensizlik başlıyor…
              *
              Ne ki Kemal Kılıçdaroğlu’nun  iş dünyası ile güven kurmak adına Ecevit politikalarını kurban etmesi,
              Ayaküstü  verilmiş bir demeç gibi yüzeysel kalıyor.
              Çünkü  açıklama o günlerin yukarıdaki konjonktürü gerçeğini yansıtmıyor.
              Rağmen CHP nin yeni ekonomi politikası merak uyandırıyor?
              *
              Nasıl bir Ekonomi Politika sorusunun cevabı için, 1980 ler sonrasının da  bilinmesi gerekiyor.
              ABD; petrol piyasalarını ABD dolarına bağlaması ardından,
              Dünya Ticaret Örgütü çerçevesinde bölgesel, çok taraflı, ikili bir çok ekonomik ve siyasi anlaşmayla,
              Günümüzde oluşmuş  küresel serbest piyasalarının liderliğini yapıyor.
              Ülkelerin küresel piyasalara  katılımı  belirli siyasal ve ekonomik kriterlere uyumu gerektiriyor.
              *
              Türkiye’nin 70’li yılların iş dünyasında  yegane örgüt  TÜSİAD’ın,
              Pazar ekonomisinden uzaklaşma, enflasyon ve işsizlik  konularında şikayetini gösterir gazete ilanları;
              Sermaye gruplarının 12 Eylül 1980 Askeri Darbesine yol vermesi anlamına geliyor.
              Nitekim tarihi,demokrasisi,coğrafyası, dinsel yapısı ve  hitap ettiği nufusla Türkiye’nin;
              Hazırlanmakta olan Küresel Serbest Piyasalara katılımı için gerekli anayasa, yasalar,yönetmelikler, organizasyonlar ve kurumlaşmasını teminen;
              ABD’nin onayıyla 12 Eylül Askeri Darbesi yapılıyor!
              *
              12 Eylül’ün  ekonomik ve siyasal  mayasının tutması ardından,
              Bugün Türkiye Büyük Orta Doğu Projesi ile  İslam ekonomisinin dünyaya yeniden dönüşümünde,
              Medeniyetler İttifakı ile islam medeniyetinin batı medeniyetine ilişiklendirilmesi rolünü oynuyor.
              Türkiye’nin Küresel piyasalara entegrasyonunda uygulaması gereken ekonomik ve siyasi kriterleri, bu projelerdeki aidiyeti sağlıyor.
              *
              Dolayısıyla Türkiye’ye bu çap ve bu anlamda  ekonomik politikalar gerekiyor.
              Hedefi enflasyonla mücadele, mali hesapların güçlendirilmesi ve yapısal bozuklukların giderilerek büyümenin istikrarlı temele oturtulmasını amacı elbette  ekonomi politikalarının temelini oluşturuyor.
              Döviz Kuru Politikası, İç ve Dış Borçların Büyüklüğü, Reel Ekonomi , Faiz Oranları ve İstihdam Politikasının,
              Özellikle gelirler politikasının bir  bütün olarak Sosyal Devletin yeniden inşasını sağlayacak;
              “Sosyal Diyalog Programı” ile sunulması gerekiyor.
              Bu programın kamu sektöründe ücret ve fiyatların oluşturulması,enflasyon hedefi,çalışanların hakları, sendikalizm ve verimlilik politikalarında toplumsal anlaşmayı sağlayarak;
              Uzlaşma temelinde yeni bir Anayasaya yol göstericilik yapması bekleniyor.
              *
              70 li yılların ekonomi politikasının eğrisi doğrusunun anlaşılması bir yana,
              Bugünün farklılaşmış  uluslararası ekonomik ve siyasal kriterlere uyum sağlamak gekiyor.
              İş dünyası  ve temsilcileri çeşitlenmiştir.
              Tarımdan hayvancılığa,enerjiden sanayiye, turizmden hizmet sektörüne ekonomik faaliyetlerde,
              TÜSİAD,MÜSİAD,DİSİAD(Diyarbakır Sanayici ve İşadamları Derneği)yanında,
              Bölgesellik,gelişmişlik,eğitim,sermaye benzeri farklılıklar içinde milyonlarca insanın;
              Sisteme uyumunun  sağlanması  gerekiyor.
           
              *
              Küreselleşme etkilerinin  olumlu ve olumsuz algılanabilecek hususları ihtiva etmesi nedeniyle,
              Ulusal çıkarlar doğrultusunda yönetilmesi gereken bir süreç olduğu savında,
              CHP ve MHP nin de;  Ekonomi Politikaları,
              Koşulsuz teslimiyet politikalarında AKP iktidarına alternatif olunduğu şu günlerde  büyük önem arz ediyor…

  • ALACAKARANLIKTA KIRMIZI KİTAP

    ALACAKARANLIKTA KIRMIZI KİTAP

      

                 ALACAKARANLIKTA KIRMIZI KİTAP 
     

              Başbakan’ın  “Bu yıl yenileyeceğiz. İç tehdit kavramını çıkaracağız!” diye takdim ettiği,
              Ulusal Güvenlik Siyaset Belgesi-Kırmızı Kitap’ın, Ekim ayında Milli Güvenlik Kurulunda görüşülmesi bekleniyor.
              Hazırlanması aşamasında  bilgilerin basına sızması,kamuoyunca tartışılması;           
              Ulusal Güvenlikle ilgili konuların sır olmaktan çıktığını ya da küresel demokraside ortaklaşmayı gösteriyor.
              Sızan bilgilerden anlaşıldığı üzere Ulusal Güvenliğin  köklü değişiklikleri kapsaması;
              Küreselleşme de Türkiye’nin vecibelerini  göstermesi bakımından dikkat çekiyor.
               
              *
              Ulusal Güvenlik Siyaset Belgesi  bilgileri sızıntıları arasından,
              ABD’den hareketle Türkiye’de iktidarın, TSK nın ve ayrılıkçı Kürt Hareketinin pozisyonları anlaşılabiliyor!
              *
              En güçlü ekonomi ABD; Dünya Ticaret Örgütü çerçevesinde yaptığı çok taraflı ekonomik ve siyasi anlaşmalar,
              Bölgesel ve ikili serbest ticaret anlaşmalarıyla oluşturduğu  küresel piyasa ekonomisinin güvencesi olmayı,
              Ulusal Güvenlik Stratejisinin en önemli unsuru olarak  kabul ediyor.
              O nedenle ülkelerin siyasi ve ekonomik kriterlerini belirliyor.
              Demokrasi,Hukukun Üstünlüğü,İnsan Hakları,Azınlık Hakları “siyasi kriterleri”,
              Ekonomilerin rekabetçi baskılara ve diğer serbest piyasa güçlerine dayanabileceği bir ekonomik varlık içinde bulunması “ekonomik kriterleri” oluşturuyor.
              ABD küresel güvenliğin sağlanabilmesi için;
              Bütün ülkelerden kriterlere uyum, güvenlik yükünde paylaşım, askeri ve diplomatik katılım bekliyor!
              Kimi ülkenin uyum kapasitesini arttırmak için  gerektiğinde müdahale ediyor…
              Küresel Güvenliğin tehditlerini terör, NBC kitle imha silahları, siber terör, insan kaçakçılığı gibi unsurlar oluşturuyor.
              *
              Sızan bilgilere göre hazırlamakta olan Kırmızı Kitap’ta “irtica ve bölücülük” yeniden tanımlanmaktadır.
              Başbakan’ın  tanımlamasıyla “vatandaşı iç tehdit olarak gören zihniyet” yeni konseptte yer almıyor.
              Gülen,Süleymancılık,Nurculuk  cemaatleri metinde zikredilmeyerek tehdit algılamasından çıkarılıyor.
              Tehdit önceliğinde El Kaide,Hizbullah  gibi dinci terör örgütleri yer alıyor.
              Öte yanda Genelkurmay Başkanı Org. Işık Koşaner  devir-teslim töreninde yaptığı konuşmada TSK nın duruşunu belirliyor:
              “TSK’nın ulusu dışında ayrı bir denetime ihtiyacı bulunmamaktadır.
              TSK ulus-devlet,üniter devlet ve lâik devletin korunmasında taraftır ve taraf olmaya devam edecektir.
              Cumhuriyetin ilkelerine sahip çıkmak iç siyaset değildir.” diyor…
              Anlaşılıyor ki TSK;din eksenli cemaatlerin  demokratik alanda oyuncu olmalarının karşısındadır.
              Org.Koşaner bölücü terörle mücadelede farklı yöntemler uygulanabilir önerilerine de,
              “Bu mücadelenin ancak silahla yapılabileceği” çıkışını yapıyor.
              Bu çıkışlar TSK nın; irtica ve bölücü terör örgütü ile ilgili olarak iktidarla arasındaki nüansı gösteriyor!
              
              *           
              İktidar yeni strateji konseptinde, komşularla sıfır sorun ilkesinden hareket ediyor.
              Yakın komşular Yunanistan, Rusya, İran ve Irak öncelikli tehdit kapsamından çıkıyor.
              Mesela Türkiye; Yunanistan’ın  Ege’de karasularını 12 mile çıkarmasını savaş nedeni sayan kararını siliyor!
              İktidar;Küresel Güvenlik gereğince iki komşunun diyalog ve yakınlaşmasının güvenli bir ortam yaratılmasına yeterli olacağı kanaatindedir.
              Tam bu esnada ABD Dışişleri Bakanı Hilary Clinton’dan; Kıbrıs’ta fiili durumun fazla uzadığı ve uluslararası unsurlara yorgunluk verildiği mesajı geliyor.
              Clinton’a göre Ada’nın yeniden birleştirilmesi barışın sağlanmasında tek yoldur  ve sonbaharda Kıbrıs sorununun çözümü için liderlerin alacağı “katı kararlar” taraflarca desteklenmelidir!
              Org.Koşaner bu konuda TSK’nın duruşunu belirliyor;
              İki kurucu devlet arasında tesis edilen yeni bir ortaklık devletinde; iki ayrı halk ve iki ayrı demokrasi,
              Türkiye’nin etkin ve fiili garantörlük hakları ve askeri varlığının tartışma konusu dahi edilememesi esas alınıyor.
              Ayrıca TSK,Kıbrıs Rum Yönetiminin Doğu Akdeniz’de  uluslararası hukuka aykırı ekonomik bölge anlaşmalarını,
              Bu kapsamda petrol ve doğal gaz arama sahası ilanını  ve  yaptığı anlaşmaları  izlediğini açıklıyor…
              *
              Ulusal  Güvenlik Siyaset Belgesinde Irak öncelikli tehdit sıralamasından düşürülüyor.
              İktidar, Irak ve Kuzey Irak’la  yeni işbirliği dönemi çerçevesinde  bölgesel ittifakların geliştirilmesinden yanadır.
              Org.Koşaner Irak konusunda TSK nın tutumunu belirliyor.
              Toprak bütünlüğünün  önemine işaretle,ABD güçlerinin çekilmesiyle oluşan güç boşluğunda oluşan istikrarsızlığa işaret ediyor.
              Farklı etnik ve mezhepsel grupların Kerkük’te,tartışmalı bölgelerde ve Irak’ın bütününde gösterecekleri hassasiyetlere,
              K.Irak Kürt Bölge Yönetiminin bölücü terör örgütü PKK için henüz almadığı tedbirlere dikkat çekiyor!
              *
              Konvansiyonel ve nükleer güç İran’ da  öncelikli tehdit olmaktan  çıkarılıyor.
              İktidar Büyük Orta Doğu Projesinin derin ve gizil misyonunda;
              Barışta İran’ın batıyla diyalogunun geliştirilmesinde arabulucu,
              Savaşta İsrail’e atağın engelleyicisi rolünü oynuyor.
              Org.Koşaner TSK nın İran algısını da belirliyor.
              İran’ın nükleer programının sürmesi ve sonuçta sıcak çatışmaya dönüşmesi ihtimalinin, Türkiye güvenliğini ciddi olarak etkileyeceğine dikkat çekiliyor.
              *
              İktidarın ve TSK nin ;Türkiye alanında  komşularla ilgili düşüncelerinde derin farklılıklar bulunuyor.
              Farkı Org.Koşaner’in şu açıklaması özetliyor.
              “Küreselleşme; etkilerine maruz kalan ülkelerin olumlu ve olumsuz algılayabilecekleri hususları ihtiva etmesi nedeniyle,aslında ulusal çıkarlar doğrultusunda yönetilmesi gereken bir süreçtir.”
              *
              Öte yanda Abdullah Öcalan ayrılıkçı Kürt Hareketine son mesajında  doğru bir tesbitte bulunuyor.
              Öcalan,”uluslararası sistemin AKP ye verdiği rol gereği  sınırlı,sembolik bazı haklarla Kürtlerin elde tutulması sağlanıyor.
              Erbil merkezli Kuzey Irak Kürdistan’ın da bir tür Katar Emirliği gibi- Katar Emirliği Arapları kontrol ediyor- oluşumla tüm Kürtler kontrol altına alınıyor.” diyor.
              Genelkurmay Başkanı Org Koşaner teyid ediyor.
              “Güvenlik,özgürlük dengesinde hassasiyet nedeniyle mücadeleyi kolaylaştıracak yasal tedbirler alınmamıştır.
              Demokrasi ve hukuk devletinin sağladığı hak ve özgürlüklerin arkasına gizlenerek,
              Bireysel seviyede kalması gereken talepler siyasal alana taşınmaya çalışılmakta,
              Her geçen gün adeta devletle pazarlık yaparcasına bu talepler ileri götürülmektedir.
              TSK devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü için mücadeleye devam edecektir.”diyor.
              Tam bu noktada BDP referandum öncesi AKP yi test ediyor.
              “Samimiysen askeri PKK nın üzerinden çek”diyor!
              *
              İktidar gizli gündemi peşinde; ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi ruhuna paralel bir algıda,
              Ciğeri kediye teslim eden bir hoşlukla,
              Türkiye Ulusal Güvenliğini;ABD önderliğinde küresel güvenliğin alacakaranlığına terkediyor.
              Bu ham hayal ile Türkiye’nin Ulusal Strateji Belgesini-Kırmızı Kitabını hazırlıyor…
              Bölücü Kürt Hareketiyse, yaşamın zenginliği yolunda Türkiye’nin tecrübesini  kandırdığı vatandaştan esirgeyip,
              Onları kör kurşuna ya da  yokluğa esir etmeye alışmıştır!
              O da ne?Gülen cemaatinin devletin her noktasında örgütlenerek siber terörle bireyleri ya da kurumları tehdit ettiği söyleniyor!
              TSK ya güven devam ediyor…

  • DİNLEMELERİN ARDINDAN TÜRKİYE

    DİNLEMELERİN ARDINDAN TÜRKİYE

                 DİNLEMELERİN ARDINDAN  TÜRKİYE           
                
              Diyarbakır’lı  14 iş dünyası temsilcisi halk oylamasında,
              -Değişiklik teklifindeki maddelerin içeriğinin daha demokratik özde olması,
              -Demokratik mücadelenin gelişmesini sağlayacak yüksek yargıda sağlanan demokratik genişleme,
              -12 Eylül cuntasını koruyan hukuk kalkanının kaldırması nedeniyle evet oyu kullanacaklarını açıkladılar.
              Ticaret ve Sanayi,Esnaf ve Sanatkarlar,Ziraat,Eczacılar,Mali Müşavirler Odaları ve diğerleri…
              Açıklama iş dünyası temsilcileriyle BDP arasında görüş ayrılığını göstermesi bakımından dikkat  çekti…
              *
              Görüş ayrılığını, Güneydoğu Sanayici ve İşadamları Derneği Başkanı İsmail Bedirhanoğlu,
              Bölgede  yaşanan toplumsal ve ekonomik değişime bağlıyor.
              Demokratik mücadelenin; bölgenin feodal ilişkilerden kapitalist üretime geçişle oluşan burjuvazinin gelişmesini sürdürmesi yönünde,
              Şiddet yerine demokratik kanallar kullanılarak yapılması gerektiğini söylüyor.
              *
              BDP halk oylamasını “Ne kadar boş sandık – O kadar acil yeni bir anayasa” sloganıyla boykot etmektedir.
              Diyarbakır’lı kimi sivil toplum örgütü de 14 iş temsilcisinin halk oylamasında aldığı evet kararını protesto ediyor.
              “Bireysel kaygılarla alınan ve üyelerin kararına ipotek koyan bu kararın kabul edilemeyeceğini” ileri sürüyor. 
              Abdullah Öcalan Diyarbakırlı iş adamlarının devletle anlaştığını,
              Birilerinin  onları “eğer PKK tasfiye olursa inisyatifi size veririz” diye  ikna ettiğini  söylüyor ve ilave ediyor;
              “Tabii,biz buna engel oluyoruz. Onların bu planları tutmuyor!” diyor.
              Bu ifadenin hangi anlamda kullanıldığı  meçhuldür!
              Hem PKK’ nın bölgede burjuvalaşma önünde bir engel olduğu biliniyor.
              Hem de iş dünyası temsilcilerinin aldığı karara  PKK’nın engel olması mı isteniyor?  
              *
              Anayasa 114.maddesinde genel seçimlerden önce Adalet,İçişleri ve Ulaştırma Bakanlarının çekilmesi şartının,
              Halk oylamasını seçimle eşdeğer gösteren Seçimlerin Temel Hükümleri Hakkında Kanunda bulunmayışı eksiklik gösteriyor.
              Halk oylamasında oyların rengini etkilemek üzere devlet adına  birilerinin mesela İçişleri Bakanının görev yapması  hakkaniyete sığmıyor.
              *
              Kapitalizm,İslami kültür ve ekonomiyi de kapsayan küreselleşmesi sürecinde,
              Maddî değerler yanında manevî değerleri de piyasa malına dönüştürmüştür.
              Bu durum  elbette cemaatlerin siyaset ve ticaret ilişkileri de çeşitliyor.
              Nakşibendîler şeyhlerini zihinlerinde canlandırıp zikrederlerken, canlarını şeyhlerine adamışlardır.
              O yüzden  bir Nakşibendî  olan İçişleri  Bakanı’nın  siyasi kariyeri;
              Çok açık! Cemaat-Siyaset-Ticaret ilişkilerinin örgütlülüğü hizmetinde sürüyor…
              *
              Bu noktadan itibaren halk oylamasında Diyarbakır’da nelerin yaşandığının anlaşılmasında,
              Doğrusu, Emniyet Müdürü Hanefi Avcı’nın “Haliçte Yaşayan Simonlar-Dün Devlet Bugün Cemaat” kitabı da,
              Yol gösterici oluyor… 
              *
              Bakan, Anayasa ile Seçimlerin Temel Hükümleri Hakkında Kanunun eksikliğinden yararlanıyor.
              Halk oylamasında alınacak güvenlik tedbirlerinin denetimi için gittiği Diyarbakır’da,
              Valiler, Emniyet Müdürleri ile görüşmeler dışında,
              Bölgenin sivil toplum kuruluşları yetkilileriyle  ikili görüşmeler yapıyor.
              Halkoylamasında  kitlesel evet oyu getirmeleri karşılığında,
              Kimine milletvekilliği, kimine belediye başkanlığı, kimine düşük faizli yüksek krediler vaadettiği söyleniyor!
              Ya da  görüşmelerde; ilgililer,
              Dinleme kayıtları,
              Banka veya serbest menkul piyasalarında para akışları, ithalat-ihracaat pozisyonları,üretim ve gider kalemleri ile tasarrufları ve vergi ödemelerini içeren malî portreleri ile ,
              Karşılaşmışlardır mıdır, bilinmiyor?
     
              *
              Bilinen ağızlarını her açışlarında “Pe Ke Ke” diyen 14 Sivil toplum Kuruluşunun halkoylamasında evet oyu verecekleri açıklamasıdır…
              Sonuçta sivil toplum kuruluşlarının;
              Bir tarafta hükümet diğer tarafta PKK baskısı altına olduğu görülüyor.
              Kanaat, sivil toplum kuruluşlarının  zevahiri kurtarmak için halk oylamasında  evet oyu vereceklerini ilan ettikleri yönündedir.
              Çünkü ardını Abdullah Öcalan dolduruyor:
              “Tabii biz buna engel oluyoruz.Onların planı tutmuyor” diyor!
              *
              Türkiye  hızla anayasal cumhuriyet niteliklerine aykırı Cemaat-Siyaset-Ticaret eksenine oturtuluyor.
              O denli güçlü bir eksendir ki; yargı, muhalefet partileri, cumhuriyet kuruluşları hiçbir şey yapamıyor!  
              En hazini Ordu ; kolu kanadı kırılmıştır!
              Son olarak işte Başbakan tarafından  baskın basanındır mantığıyla;
              Yargıyla ilgili  çok önemli iki maddeyi  de içeren anayasa değişiklikleri için  halk oylamasına gidiliyor.
              Öylece  bir parti-hükümetinin emrine  girmiş devletin; cemaat-siyaset-ticaret ekseninde yargı eksiğinin tamamlanması planlanıyor.
              Ne ki sonuç nasıl olursa olsun toplumun yarısının asla benimsemeyeceği bir anayasa ;
              Yasaların,yönetmeliklerin,kuralların ve ahlakın hiçe sayıldığı,
              Neyin doğru neyin yanlış olduğu karambolüne sokulmuş, kimseye yaramaz bir kaosa postalanmış Türkiye’yi gösteriyor.
             
     
              *
              Diğer tarafta Türkiye’nin  bir bölümü üzerinde iştihası kabarmış bölücü  terör destekli Kürt Hareketi yer alıyor.
              Cemaat-siyaset-ticaret ile  ırkçılık-siyaset-ticaret eksenlerinde;
              Türkiye yanıyor…

  • KÜRT SORUNUNA OSMANLI ÇÖZÜMÜ

    KÜRT SORUNUNA OSMANLI ÇÖZÜMÜ

     

                KÜRT SORUNUNA  OSMANLI ÇÖZÜMÜ
              İktidarın Abdullah Öcalan ile kurduğu temaslarda verdiği ödünlere karşılık,
              PKK’nın çatışmasızlık kararı aldığı ve referandumda boykot kararını yumuşattığı iddia edildi.
              Başbakan ile Kılıçdaroğlu ve Bahçeli arasında sert bir “şerefsiz” polemiği başladı.
              Başbakan “bizim bunlarla oturduğumuzu söyleme şerefsizliğini yapanlar iddialarını isbatla mükelleftir.” derken,
              Devlet Bahçeli “MHP günü geldiğinde herşeyi gizleyen şerefsizlerden hesap soracaktır.” dedi.
              Ertesi gün yürütmenin başı Başbakan, Show TV-Siyaset Meydanı-Referandum Özel Programında,
              Öcalan ile hükümet temsilcilerinin görüştüğüne yönelik iddiaları yanıtladı.
              Hükümet görüşmesinin mümkün olmadığını ancak devlet kurumlarının bu tür çalışmalar yapabileceğini söyledi.
              Türkiye bu kez şeref-şerefsizlikle ilgili bir polemikte “şeref “i; olması gerektiği yere ustaca  ilişikledi!
              
              *
              Aynı program da, 3 Eylül’de Diyarbakır’da yapacağı mitingde söyleyeceklerinin sorulması üzerine,
              Başbakan, “Diyarbakır özel bir konuşma olacak. Yapamayacaklarımızın istenmesi doğru bir şey değil!
              Ne yapabileceklerimize dair Van Mitinginde de konuştum.” dedi.
              *
              Başbakan, Van Mitinginde şunları söyledi.
              “Ekonomik kalkınmanın demokratikleşmeyle hak ve özgürlüklerle birlikte yürümesi gerektiğini çok iyi biliyoruz.
              Çünkü demokrasinin standartları yükseldikçe ekonomi kalkınır,ekonomi kalkındıkça hak ve özgürlükler ileri gider.
              Ekonomi ileri gittikçe,demokratik standartlar yükseldikçe,hak ve özgürlükler genişledikçe yoksulluk biter,sömürü biter,terör biter.”
              *
              El-Hak!
              Pekalâ ama Kürt Sorunu çözümünde  Kürt Demokratik Toplum Kongresinin “Demokratik Türkiye-Özerk Kürdistan” önermesi karşısında,
              Başbakan’ın  yukarıdaki önermesi nasıl hayat bulabilir?
              Ya da iki karşıt önerinin  ortak noktası nedir?
              Ya  eylemsizlik kararında ortak bileşkesi?
              Ya da referandumda boykot kararını yumuşatılması nedeni hangi ortak gelecektir?
              *
              Bu sorulara ve daha nelerin planlanmakta olduğuna;
              Son dönemlerinde Osmanlı Devleti merkez yönetiminin taşra örgütlenmesi  ışık tutuyor.
              Türkiye’nin  mevzuatından uygulamasına  il yönetimi tecrübesi;
              1861 de Avrupanın  baskısı ve azınlıkların başkaldırıları ardından Cebel-i Lübnan’a  özeklik  tanınması,         
              Vilayet Nizamnamesiyle Tuna Vilayetine(Vidin,Silistre,Niş) yeni bir mülkî düzenleme süreciyle başlıyor.
              Ardından 1.Meşrutiyet Anayasası ile anayasal hüviyete kavuşan 24 İlin Özel İdaresinde,
              Adem-i merkeziyetçi “İdare-i Umumiye-i Vilayet Kanun-u Muvakkatı” ile,
              Vilayet Genel Yönetimleri; “yetkisi güçlendirilmiş” vali, vilayet halkının seçtiği Vilayet Yerel Meclisince
    sağlanıyor.
              İl  Özel Yönetimi il ölçeğinde bir yerel yönetim kurumunu oluşturuyor.
              *
              Sonuç acı vericidir.
              Özerk ve müstakil idarelerde; yönetim,adliye ve her türlü gelir, harcama, vergi ve rüsümat işleri yerel meclislerin  ve güçlü Valinin tasarrufundadır.
              Vali Türk’tür fakat seçimini vilayet halkı yapmakta,Türk Hakim’inde maaşını yerel halk ödemektedir.
              Asker vilayetin sınırında dahi görünememektedir.  
              Sistem Osmanlı Devletinin yıkılmasının en büyük nedenlerinden biri olur.

     
              *
              Yürürlükte olan İl Özel Yasası, 1913 tarihli bu geçici yasayı esas alıyor.        
              1921 Anayasası il ve nahiyelerin tüzel kişiliğini kabul ediyor.
              Doğrudan halk tarafından seçilen il meclislerine yönetsel özerklik tanıyor.
              İller;ekonomik ve toplumsal ilişkiler bakımından birleştirilerek,”Genel Müttefiklik Mıntıkaları” kurulmuştur.
              Ne ki Yerel Yönetimlerin özerkliğinde ve yerel görevlerde  anayasal adem-i merkeziyyet ilkesi uygulamaya konmuyor!
              *
              Adem-i merkeziyyet bir idâri bölümde il,belediye,köy gibi parçaların belirli konularda kendi kendilerine idare yetkileri anlamına geliyor.
              Anlaşılıyor ki  anayasal “Adem-i Merkeziyyet” esası;
              AKP iktidarı ile Bölücü Kürt Hareketi arasında  uzlaşmanın kritik eşiğini oluşturuyor.
              Köylerin Altyapılarının Destekleme Projesi( KÖYDES),
              Belediyelerin Altyapılarının Desteklenme Projesi( BELDES),
              Başbakanlık Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı altında Bölge Yatırım Ajansları,
              Adem-i Merkeziyyet esasında İl Özel İdareleri vasıtasıyla;
              Bölgenin ekonomik kalkınmasında demokratikleşmeyle birlikte hak ve özgürlükleri de geliştireceği planlanıyor.
              Başbakan’ın Van’da yaptığı konuşma işte buna işaret ediyor!
              *
              Başbakan; referandumda alacağı destekle;
              Yüz yıl öncesinin modelini hortlatıyor!
              2011 yılında değiştirmeyi vaad ettiği anayasada;
              İdarenin Esaslarını Belirleyen maddeleri  “adem-i merkeziyyet” ilkesiyle güçlendirerek;
              Kürt Sorununu çözeceğini ima ediyor!
             
              *
              Başbakan nasılsa,Türkiye’nin yeniOsmanlı rolüyle,
              Büyük Orta Doğu Projesinde;
              Orta Doğu’nun, ekonomiden-siyasetine,ulaştırmasından-güvenliğine  küresel siyasete dahil edilmesi,
              Medeniyetler İttifakı Projesinde;
              İslam Dininin ılımlılaştırılarak Batı Medeniyetine ilişiklendirilmesi,
              Görevlerinin  Eşbaşkan’ıdır!
              Kürt Sorununun çözümüyle Orta Doğu haritasının yeniden şekillenmesine çalışıyor…
              *
              Bu çerçevede bölücü Kürt, Kürtlüğünü,
              Başbakan Başbakanlığını yapıyor…
              Cumhurbaşkanı, “Toplumun hassasiyetlerini gözeten bir dil kullanmak gerekiyor. Bu acıları bilerek,gözeterek empati yapmak zorundayız.” diyor.
              Ne ki  işbu  empatiyi yapanlara da  “Niyet Okuyucusu” diyorlar!
              Ayrışmışız,çatışıyoruz!

  • CUMHURİYETİN HEM-DERD ZORBALARI

    CUMHURİYETİN HEM-DERD ZORBALARI

     

                CUMHURİYETİN  HEM-DERD  ZORBALARI
     
              PKK Liderlerinden Murat Karayılan devletin talebiyle ateşkes ilan ettikleri,
              Açıklaması; referandum öncesinde AKP de suç üstü psikolojisi yaratmışa benziyor. 
              Başbakan “bizim bunlarla bir araya oturduğumuzu söyleme şerefsizliğini yapanlar,
              Bu alçak iftirada bulunanlar,bunun hesabını her yerde vereceklerdir.
              CHP,MHP,BDP,Türkiye Kominist Partisi,İşçi Partisi,YARSAV hepsi birarada, bu cephede başka destek kıtası
    olarak birde Kandil Dağı var.” diyor.         
        
              *
              Hem-derd,aynı dert ve kedere düşenlerin her biri anlamındadır.
              AKP ve BDP ideologları ve yandaşları  ağızlarını her açtıklarında,
             -Çanakkale ve Kurtuluş savaşlarında birlikte omuz omuza savaştık. Cumhuriyeti kuran kadrolarla yanyana çalıştık,diyorlar.
              Elbette Cumhuriyet kaynaktır…
             -Peki ama ne oldu da bugün aynı dert ve kederi paylaşıyorsunuz sorusuna, yanıtlarında;
              AKP’ nin cumhuriyetin lâik demokrasisi,
              BDP’ nin cumhuriyetin ulus devlet  anlayışından dertli ve kederli oldukları görülüyor.
              Atatürk ismini saklı tutuyorlar sonraki tüm Cumhuriyetçi yönetimlerin estirdiği faşizm (!) ile;
              İşte dinsel ve etnik kimliklerinin asimilasyona tabi tutularak bir nevi soykırıma uğratıldıkları iddiasındadırlar!
              Dertleri ve kederlerini  “demokratikleşme”  kavramı altında ortaklaştırıyorlar.
              Cumhuriyetin yöneticilerinden başlıyarak hesap vermesini,özür dilemesini ve ceremesini ödemesini istiyorlar.
              Bu gerçeklikte hem-derd oluşları onları Orta-Doğu’da geleceği peşinde Emperyalizm’in önüne çıkarıyor.
              Emperyalizm ile birlikte yaşama becerisi göstermek Cumhuriyetin faziletlerine inanmayı gerektiriyor.
              Ne gezer? O yüzden bunlar  ancak işbirlikçi oluyor ve yollarında  beraber yürüyorlar!
              *
              Cumhuriyetle hesaplaşmak için engel olan herkesin ve herşeyin yok edilmesi gerekiyor.
              Eskişehir Emniyet Müdürü Hanefi Avcı, “Haliç’te Yaşayan Simonlar;Dün Devlet Bugün Cemaat” adlı kitabında,
              Hesaplaşmaya engel olan herkesin ve herşeyin nasıl yok edildiğine ilişkin tezgahı ayrıntılarıyla açıklıyor.
              *
              Bir Emniyet görevlisi olarak Hanefi Avcı’nın anlattıkları bilineni teyid ederken başka kuşkuları tetikliyor.
              ABD ve İsrail desteğinde Gülen cemaati bürokrasi ve istihbarat  alanında kadrolarıyla  Başbakan’ın emrine özel bir güç vermektedir.
              Telekomünikasyon ve İletişim Başkanlığı, MİT, Emniyet İstihbaratı koordinasyonuyla;
              İstenilen herkes izleniyor,dinleniyor,fişleniyor ve gerekirse  köşeye sıkıştırılıyor!
              Bankacılık Düzenleme ve Denetleme,Sermaye Piyasası Kurulları ile Maliye Bakanlığı bürokrasisi koordinasyonunda;
              Herkesin, finans ve sermaye piyasası kurumlarının mali portresi izleniyor,fişleniyor  ve gerekirse köşeye sıkıştırılıyor!
              Adalet  ve İçişleri Bakanlıkları bürokrasisi  koordinasyonunda;
              Özel Yetkili Mahkemelerde Hakim ve Savcılar, gizli tanıklarla iş tutuyor!
              Ordu içine sızmış cemaat mensupları, emir-komuta hiyerarşisini bozuyor.         
              Milletvekilleri arasında bütünlük cemaatin milletvekilleriyle sağlanıyor.
              Bu özel güç -maazallah, bir butona basarak Türkiye’nin hem de dünyadan;
              İletişimini,finansmanını, enerji,üretim ve ulaştırmasını da bir anda kaosa sürükleyecek güçtedir.
              Yandaş medya bu gücü halka  sür-git pompalıyor…
              *
              Cumhuriyetin tarafsız yargı mensupları, bürokratlar,askerler, Emniyet mensupları, aydınlar, akademisyenler, yazarlar, işadamları;
              Korkutulmuşlardır!
              Necmettin Erbakan’ın “…geçiş dönemi sert mi olacak,yumuşak mı,kanlı mı olacak kansız mı?” sözü, 
              Kulaklarımızda çınlıyor.
              Cumhuriyet kuruluşları çalışamıyor!
               *
              Bundan faydalanan diğer ortak;
              Bir hukuk devleti Türkiye’de, AKP iktidarının gözünün içine baka-baka,
              Çalışamayan-çalıştırılmayan Cumhuriyet Kuruluşlarının tam orta yerinde;
              İşte Bölücü Abdullah Öcalan, Ayrılıkçı Kürt Hareketinin çözüm yolu olarak Demokratik Özerkliği savlıyor!
              Demokratik Özerkliğin siyasi,hukuki,ekonomik,kültürel,diplomasi alt yapılarında her tür çalışma alenen yapılıyor.
              Demokratik Özerklik oluştuğunda yerel meclis durumuna geçecek,Demokratik Toplum Kongresinin,
              101 kişilik Daimi Meclisi Diyarbakır’da ” Demokratik Özerklik Çalıştayı”nda toplantıdadır.
              Anayasa Mahkemesince siyaset yapmak yasağında Ahmet Türk,
              Hepsi bilinen akademisyenler, yazar ve siyasetçiler; Demokratik Özerklik uğrunda  Türkiye Cumhuriyeti’ni karalıyorlar!
              Cumhuriyetin AKP hükümeti seyrediyor.
              Biliyor ki cumhuriyet ne kadar zayıf düşerse hedefine daha kolay varacaktır!
              Ortaklık işliyor…
     
              *
              Mustafa Kemal,
              “…memleketin her köşesi birfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elim ve daha vahim olmak üzere,memleket dahilinde,iktidara sahip olanlar gaflet ve delâlet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler.
              Millet,fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.” diyor.                          
              Sıra bağımsız Türk Yargısının Referandum ile düşürülmesindedir.
              Bağımsız yargının yok edilmesi ardından  Cumhuriyetin nitelikleriyle oynanması işten bile sayılmıyor.
              “Bu ahval ve şerâit içinde dahi Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmak” üzere
              Yegane güc Türk Halkı;
              Bu inanç ve azimle yeniden bu kez referandum sandıklarından dünyayı aydınlatmaya gün sayıyor…

  • AMERİKAN PENÇESİ

    AMERİKAN PENÇESİ

    AMERİKAN  PENÇESİ
            Ay sonunda ayrılacak 6.000 asker arasında  son muharip birliklerinin de çekilmesiyle,
            ABD nin Irak’ta eğitim ve terörle mücadele operasyonlarında kullandığı personeli dışında askeri kalmıyor.
            Kalan 56.000 ABD askerinin  de  önümüzdeki yılın sonuna kadar geri çekilmesi  planlanıyor.
           “Status of Forces-Güçlerin Durumu-SOFA” Anlaşması uyarınca muharip askerlerin çekilmesine rağmen,
            ABD nin Irak’ta varlığı tüm boyutlarıyla devam ediyor.
            Çünkü dünya petrolünün %65 i,  tüketilen petrolün %40 nın Orta Doğu’dan sağlandığı gerçeği,
            ABD’nin  kanla  sağladığı üstünlüğünü terketmemesini gerektiriyor!
            Nitekim ilgili anlaşmaya göre;
            Mesela, Irak mahkemeleri Iraklılara karşı işlenen suçlara bakamazken, ABD cezaevi dahi açabiliyor!
            Güvenlik gereğince ülkede bulunma hakkını saklı tutuyor,
            Irak’a  başka bir ülkeden tehdit olduğunda savaş kararı alabiliyor!
            Anlaşma eki kimi gizli maddelerle ABD’nin Irak üzerinde açıklanmayan kimi haklar sağladığı da söylenenler arasındadır.
            ABD Irak içişlerine doğrudan müdahale hakkına sahiptir!
            İşgal şimdi başka bir boyutuyla sürüyor…
            *
            Irak’ta 7 Mart seçimlerinden sonra hükümet kurma çalışmaları tıkanmış görünüyor.
            Başbakanın kim olacağı hususunda Nuri El Maliki’nin,
            Bulunduğu Şii taban üzerinde Hukuk Devleti İttifakı, diğer liderler Sadr ve Hekim arasında  ciddi ihtilaflar yaşıyor.
            Rağmen Iyad Allavi’nin Irakiye Listesi, Suudi Arabistan’dan  mali destek almasının ortaya çıkması nedeniyle bu fırsatı kullanamıyor.
            Elbette ABD, Allavi’den yana durmasına rağmen sonuçta Irak için tıpkı Mısır ya da Pakistan benzeri yönlendirilen bir demokrasi istemektedir.
            Irak yönetiminin nasıl oluşacağı bilinmiyor.
            *
            Kuzey Irak’ta statüsü belli olmayan topraklarda işte  Kerkük’te, Ninevah,Tamim, Diyala’da,
            Rezervi bilinmeyen petrol ve doğal gaz için Araplar,Kürtler,Türkmenler ve başka azınlıklar mücadele ediyor.
            Kürtler işgal sonrasında güvenlik boşluğundan yararlanarak tarihsel miras kabul ettikleri bu bölgelere yerleşmeye başlayınca,
            Gerginlik yükselmiş,ABD muharip güçleri bölgede önlem almıştır.
            Her gücün petrol ve doğal gaz çıkarmak için iştahı ve yabancı firmalarla anlaşması  sorunu çetrefil kılıyor.
            Statüsü tartışmalı toprakların durumu ,güç paylaşımı,
            Güvenlik ve peşmergeler sorunu,
            Federal bir hidrokarbon yasası,
            Kerkük ve diğer tartışmalı bölgelerde yerleşim,seçmen kütükleri ve mülkiyet konuları çözülünceye kadar;
            ABD askerlerinin çıkması sonucunda Kuzey Irak;
            Türkiye,İran ve Suriye’yi  de içine sürükleyebilecek bir tehdit bölgesi olarak algılanıyor.
            *
            Irak İşgal komutanı Org.Ray Odierno,
            BM Ana Sözleşmesi gereğince  Kuzey Irak’ta BM Barış Gücünün konuşlanmasının  gerekebileceğine işaret ediyor.
            BM Barış Gücü fikrinden hareketle,
            Türkiye’nin ayrılıkçı Kürt Hareketi  durumdan vazife çıkarıyor;
            Silahlarını Türkiye’de de konuşlanmasını istedikleri  BM Barış Gücüne teslim edebileceklerini,
            Demokratik Kürt Açılımının BM Barış Gücü nezaretinde yürüyebileceğini ilan ediyorlar!
            *
            Kuzey Irak’ta ve ayrılıkçı Kürt Hareketinin istediği gibi Türkiye’de de konuşlanacak  BM Barış Gücü;
            Türkiye’nin,Suriye ya da İran’ın Kürdistan üzerinde potansiyel operasyon gücünü önlemeyi,
            ABD nin Kürdistan üzerinden bölge ülkelerine operasyon yapabilmeyi,
            Kürt Sorununun uluslararasılaşmasının  yolunu açmayı amaçlıyor.
            *
            Bu seçeneğe karşı Türkiye Genelkurmayı ve o odaktan hareketle AKP iktidarı,
            NATO’nun coğrafi alanı içerisinde hareket etmekle kalmayıp,üye ülkelerin kollektif çıkarlarının tehdit altında bulunduğu bölgelerde de,
            Mesela Kuzey Irak’ta  aktif görev alması önerisinde bulunuyor.
            Bu suretle kısmen içinde olabileceği ve Ayrılıkçı Kürt Hareketini enterne edebileceğini kurguluyor.
            İyi ama BM kararlarının NATO’ya bir etkisinin olmayışı nedeniyle birçok ülkenin muhalefet ettiği NATO’nun;
            Bölge güç paylaşımında, statüsü belirlenecek tartışmalı topraklarda,mülkiyet konularında müşavir hizmeti,         tartışmalıdır!
            *
            TSK nın tamamiyle paçalarından yakalanmış kimi generalleri yüzünden bir o yana bir bu yana savrularak sersemletilmesinden de,
            Anlaşılıyor ki bir süre sonra bölgeye BM Barış Gücünün yönlendirilmesi  kuvvetli bir seçenek olarak görülüyor.
            Türkiye AKP iktidarıyla  ABD çıkarları doğrultusunda yönetilen bir demokrasi olmak yolunda son hızla ilerlerken,
            Hah!İşte ayrılıkçı hareket; referandumda  AKP ye kıyak çekiyor !
            Giderek uluslararası siyaset arenasında boy göstermeye aday Kürt Sorunu;
            Kuzey Irak fiili özerkliği üzerinden hareketle Türkiye’de,
            Giderek dört coğrafyada Kürdistan Konfederalizmine gidiyor…

            *
            Kuzey Irak’a BM Barış Gücünün ne zaman geleceği bilinmez!
            Hazır orada  ABD askeri de kalmadığına göre;
            O bölgeye adım adım sinmiş İsrail’e dikkat etmek gerekiyor.
            Görevi İran gizli servislerinin hareketini izlemek ve nükleer programında  erken uyarı vermek olan,
            Özel operasyonlar ve İstihbarat Servisi (MOSSAD) yanında,
            Gerektiğinde İran’a baskın için  Kürt Komandolarını eğiten Askeri İstihbarat Servisine (AMAN),
            Göz-kulak olmak!
            İyi ama nasıl, hangi istihbarat gücüyle?
            Siz deyiniz 15, ben diyeyim 25 ardışık generaller silsilesinde;
            Bırakınız İstihbaratta gelişmeyi,  kimi generalin  sadece paçalarını kaptırmış oldukları anlaşılıyor.
            İşte Balyoz’da 1 numaralı sanık, Yüksek Askeri Şura’da  itilip-kakılan Org.Saldıray Berk!
            Yediği pençeden şaşkına dönmüştür!
            Kendisini sanki o üniformayı sür-git giymek zorunda hissediyor?
            Şimdi de Başbakan’ın  açtığı hakaret davasıyla karşı-karşıya, şanlı TSK nın  prestijinden yediriyor…
            “Vallahi,Billahi ben başbakana kötü söz söylemedim”diyor.
            “Göz-Gez-Arpacık” diyemiyor!
            Pardon ne diyordum?
            -MOSSAD’ a dikkat!

  • BASKI VE ÖDÜNLE SULTANLIĞA

    BASKI VE ÖDÜNLE SULTANLIĞA

     

                 BASKI VE ÖDÜNLE  SULTANLIĞA
              CHP ve MHP; referandumu  genel seçim atmosferine çevirmiş bulunuyor.
              Referandum da verilecek “Hayır” oyu; Recep Tayyip Erdoğan siyasetinin reddedilmesi anlamındadır.
              “Hayır” ın kazanması halinde halk’ta beklentisi oluşturulan Erdoğan’ın Yüce Divan yolu sürecinde,
              Türk Halkının varolmak umudunu belirleyen;         
              Atatürk’ten itibaren modern Türkiye tarihine sataşma sona erdirilirken,ulusal bir devletin olmazsa olmazı ulusal tarihi kurtarılabilecektir.
              Devletin partileştirilmesine son verilirken o noktadan yeniden bir sosyal devlet inşası,
              Yargının parti-devlet emrinde siyasallaşmasının önüne geçilerek hukukun üstünlüğü sağlanabilecektir.
              Yenilmiş bir ülkenin  yenilmiş ordusu görüntüsünde TSK; güçlenirken,          
              Türkiye’nin ihtiyacı yeni bir Anayasa uzlaşma ile oluşacak,
              Şeffaf,demokratik ve güvenilebilir bir ülke  yeniden oluşabilecektir.
              *
              Elbette Erdoğan ve çevresi de referandum kampanyasında bir “evet” oyu uğrunda;
              Müthiş örgütlülüğüyle birlikte  mütemadiyen yeni stratejiler geliştiriyor.
              *
              Yandaş yazar-çizer,akademisyen-siyasetçi takım seferberdir.
              Büyük medya gücü vasıtasıyla muhalefetin referandumu şirazesinden çıkardığını savlıyorlar.
              Bu haliyle muhalefetin Türkiye gerçeklerini saptırdığı bu anlamıyla çağcıl olmadığını  işliyorlar.
              Gelecekte iktidarın işine yaramayacağı çok açık “Türk milliyetçiliği” ideolojisinde;
              Mesela MHP’nin  kampanyasını medyadan  kamuya iletimini  olanca hızıyla  sansürlüyorlar.
              Yaşanan dezenformasyonun; CHP ve MHP nin  sadakaya el açmayan örgütlülüğünün,
              Ya da 8 yıllık AKP iktidarının bizzat ayrıştırıp kutuplaştırdığı Türk halk’ının 
              Ne kadarınca kabul ya da reddedileceği  merak uyandırıyor!
              Türkiye bir çağdaşlık sınavına giriyor gibidir…
              *
              Türkiye’yi manen ve madden telâfisiz zararlara uğratan ayrılıkçı Kürt Hareketi liderlerinden Murat Karayılan;
              “13 Ağustos eylemsizlik kararı Devlet ile Öcalan arasında sağlanan temaslar sonucu, talep üzerine önderliğimizin devreye girip hareketimize  ilettiği mesaj ile alınmıştır.” diyor.
              Ardından koca Türkiye Devletine eylemsizlik kararının devamı için kimi şartlar ileri sürüyor!
              Türkiye’nin Cumhuriyet ilanından  itibaren tarihiyle yüzleşmesi,hesap vermesi, özür dilemesi ve tazminatlar ödemesiyle  Kürtlerin Demokratik Özerkliğine prim verilmesi isteniyor.
              Hiç sektirmeden Başbakan Erdoğan, referandum kampanyasında Dersim İsyanını işliyor.
              “İsmet İnönü ve CHP” yi suçlayarak;
              Bir ulus devlet ve laik kimlikte Türkiye’nin modern tarihini tartışmaya açıyor ve bunu defaatle yapıyor!
              Lâik demokrasiden rahatsızlığı sonucu Cumhuriyet’ten ve tarihinden rövanş  almak kini ve tutkusuyla,
              Bir başka hemdert ayrılıkçı Kürt Hareketine  açık açık göz kırpıyor.
              Yeter ki ayrılıkçı hareketin boykot kararı yumuşasın ve oylar “evet”e dönüşsün!
             
              *      
        
              Erdoğan “TÜSİAD anayasa değişikliğini beğenmiyorsa çıksın açıkça “hayır” desin.Diyemiyorsa desteklediğini açıklasın.Çünkü bitaraf olan bertaraf olur!” açıklamasıyla;
              Türkiye’nin laik demokratik ve en güçlü sermaye grubuna baskı uyguluyor.
              Anayasa’nın 25., ” Herkes düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebeple olursa olsun kimse düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz.” hükmünü çiğniyor.
              Erdoğan baskıyla yetinmiyor, bir sultan edasıyla tehdit ediyor;
              “Bilesiniz ki yarın huzurumuza geldiğinizde bizde sessiz kalırız!” diyor!
              Nutkumuz tutuluyor…
     
              *
              Hükümetle memur sendikaları arasında zam pazarlıklarına referandumun gölgesi sinmiştir.
              Yanında hükümet yanlısı Memur-Sen ile birlikte KESK;
              Görüşmelerde başarılı sendika imajı vermek için fakat gerçekte ayrılıkçı Kürt Hareketinin de destekçisi bir demokratik örgüt olarak referandumda  memur oylarını “evet” yönüne çekmeye tevessül ediyor.
              Anayasa taslağında yer alan toplu sözleşme maddesi gereğince “oylamadan sonra halkımız evet verip kabul ederse toplu görüşme değil,toplu sözleşme yaparız” diyor!
              Kamu çalışanları üzerinde “evet” oyu kullanma baskısı,diğerlerince anlaşıldığın da,
              Ayıp oluyor…
              *
              HSYK da; kurulun seçilmiş üyeleri ile Adalet Bakanı arasında,
              İstanbul, Ankara ,İzmir’den 24 Özel Yetkili Savcı ve Hakim atamalarında görüş birliği sağlanamıyor.
              Bakan ve Müşteşar toplantıyı terkederken,kararnameyi geri çekiyor!
              YARSAV’ yapılan baskılar ardından HSYK da kriz;AKP siyasetinin yargıya bulaştırılma tutkusudur.
              Referandumda Anayasa Mahkemesi ve HSYK nın yeniden yapılandırılmasının ne anlama geldiği  görülüyor.
              Tahammülü çok güçtür…
              *
              Erdoğan hükümeti bir “evet” oyu karşılığında kimilerine kimbilir ne ödünler verirken,
              Kimilerine giderek dayanılmaz baskılar kuruyor.
              Erdoğan,referandumu kazanmak ve ardından 2011 genel seçimlerini alarak;
              Başbakanlığını sürdürmeyi düşlüyor.
              2012 de Abdullah Gül’ün süresinin 5. yılında da halkoyuyla Cumhurbaşkanlığını!
              Artı 5 i de siz ilave ediniz!
              Aksi taktirde pabucun pahalı olduğunu biliyor?
              İyi ama çekirge bir sıçrar,iki sıçrar,…!

  • İN MİSİN CİN MİSİN DİYOR

    İN MİSİN CİN MİSİN DİYOR

    Başbakan Erdoğan Gaziantep’te gürlüyor!
    “Buradan muhaliflere sesleniyorum;önemli olan boy değil ,önemli olan soy,soy!” diyor.
    Kılıçdaroğlu yanıtlıyor.
    “Eline bir cetvel,pergel al.Gel benim kafatasımı da ölç! Recep Bey ,soya sopa girersen sınıfta kalırsın.”diyor…
    *
    Son zamanlarda dünya, bilgi ve teknolojinin bir aşamasından; iki düşünceden yol alıyor.
    İki düşünce tarzından; yaratılış,evrim,soy-sopun kavranmasından hareketle doğruluk iddiasında bulunuluyor!
    Sonra o doğrunun egemenliği  isteniyor!
    Günümüz uygarlıklar çatışması bu noktadan çıkıyor.
    *
    Birinci düşünce tarzı; İngiliz evrenbilimcisi Stephen Hawking’in,
    “Biz yalnızca çok sıradan bir yıldızın küçük bir gezegeninin üstündeki ileri bir maymun soyuyuz.Fakat biz evreni anlıyoruz. Bu bizi özel kılıyor.”
    İfadesiyle işaret ettiği Materyalizm; Evrim Kuramı ile Materyalist Diyalektik’dir.
    İkincisini,Avrupa Uzay Ajansı (ESA) Planck Gözlemevinin,
    Planck uydu teleskobunun, Big Bang’den 380 bin yıl sonra foton işımalarından-ilk radyasyona ve küçük sıcaklık dalgalanmalarının da algılandığı fotoğraflarla hazırlanan “evren fotoğrafı”ı karşısında,
    Bir gözlemcinin düşüncesi oluşturuyor!
    Evren fotoğrafı sayısız gök ada üzerinde trilyonlarca gök cismini gösterir sınırlı bir elipsoidten oluşmaktadır.
    Gözlemci tıpkı kuantum fizikçisi Hugh Everett’in paralel evrenler teorisindeki gibi düşünüyor.
    O gördüğü maddesel evrenin dışını anlamak için  herşeyi bilen,her yerde her zaman olan fakat bilinmedik boyutlarda bir varlık gerektiği bilincinden algılıyor!
    İdealizm; Yaratılış Kuramı ve İdealist Gerçeklik bu temelden çıkıyor!
    *
    Birincisi,Hawking’in dediği anlamda maymun’sak sonuçta soya-sopa gerek kalmıyor!
    Başbakan Erdoğan’ın ya da Kılıçdaroğlu’nun  ve taraftarlarının soyunun goril,orangutan,şempanze gibi bir primata dayanıyor olması;
    “Maymun maymundur,yok birbirlerinden farkı!” anlamından ileri gitmiyor!
    Can sıkıcı, tekdüze,sebepsiz ve olmaz bir sonuçla karşı-karşıya kalınıyor.
    *
    Evrenin fotoğrafı, Big-Bang’den 380 bin yıl sonrasından bugünü kapsıyor.
    Öncesi -işte, Cern deneyiyle  algılanmak isteniyor.
    İkinci düşünce tarzında evreni taa başlangıcından itibaren düşünebilmek için;
    Gözlemcinin yetisi ve inancı gerekiyor.
    Fotograftaki maddi evrenin ötesinde muhayyel varlık;
    Gözlemcinin yetisi ve inancına, Bakara3’te  vurgu yapıyor: “Onlar gaybe inanırlar” diyor.
    Hangi gayb?  101′ de yanıtlanıyor.  ” O,göklerin ve yerin eşsiz yaratıcısıdır.”
    Gökler kelimesinin anlamı elbette bu evrenin de ötesinde paralel evrenleri de kapsıyor…
    Yer kelimesinin anlamı da evreni gösteriyor.
    İkinci  düşünce tarzına  bu noktadan başlamak gerekiyor…
    *
    Gökler ya da paralel evrenler ile  evren fotoğrafında görülen gökler ve  yerler de yaratılıyor.
    Giderek evrende bilinen hayatın olduğu tek yer Dünya’da  muazzam bir evrim yaşanıyor.
    Atmosfer oluşumu ardından canlı yaşam zincirinde;
    Benlik oluşuyor, hayal ediyor,kurguluyor,gelişiyor, bir sosyal hayvan maymun haline geliniyor…
    *
    Sonra Bakara 30-31 bildiriyor;
    “Hatırla ki Rabbin meleklere:ben yeryüzünde bir halife yaratacağım,dedi.” ayeti,
    “Allah Âdem’e bütün isimleri,öğretti ” ayetiyle devam ediyor.
    Anlaşılıyor ki önceden yaratılmış tüm evrenlerin süren evrimlerinin anonim bir aşamasında,tüm isimleri öğrenen ya da ak’lın simgesi insan yaratılıyor!
    *
    Ayetler devam ediyor.
    Bakara 34,35,36,38 de;
    “Hani biz meleklere Âdem’e secde edin ,demiştik. İblis hariç hepsi secde ettiler.O yüz çevirdi,büyüklük tasladı,böylece kâfirlerden oldu.”
    “Biz,Ey Âdem!Sen ve eşin beraberce cennete yerleşin,..sadece şu ağaca yaklaşmayın.”
    “Şeytan onların ayağını kaydırıp haddi tecavüz ettirdi ve içinde bulundukları cennetten çıkardı.”
    “Dedik ki:Hepiniz cennetten inin.”
    Adem,Havva ve İblis’in; cennetten çıkarılıp aşağıların en aşağısına dünyaya gönderildiği anlaşılıyor.
    *
    Bu noktada tahayyül gerekiyor.
    Vaktiyle  toplumsal yaşam seviyesinde  hamile bir maymun;doğum yapmaktadır.
    Hiç  görülmedik ve alışılmadık bir durumla karşılaşılıyor!
    Doğan yavrunun göbeği kesildikten sonra görülüyor ki onlara benzemekle birlikte çok büyük bir fark göstermektedir.
    Nur’u parlıyor ve o ana kadar bilinmedik bir sıcaklığı, sevgiyi, duyguyu ve büyüdükçe ak’lı  gösteriyor.
    İlk insan dünyaya gelmiştir!
    Havva’da bir başka yerde dünyaya geliyor…
    *
    Soy ve sop budur!
    Kimdensin?
    -Orangutan’dan!
    Ya sen?
    – Adem’den!
    *
    Adem ve Havva’nın dünyaya gelmesi tarih’in en büyük,en köklü ve en  büyük devrim’ini oluşturuyor.
    O günden bu güne  kendine özgün bir soyla insanoğlu dünyaya akıl katıyor.
    Onlar maymun emperyalizmini yıktıklarından dolayı ne çok şük’re lâyıktırlar!
    *
    Aynı şekilde Mustafa Kemal’in ezilmiş Türk Ulusunu zilletten çekip çıkaran,
    Cumhuriyet Devrimini düşününüz.
    Türk İnsanının karartılmış benliğine gösterdiği bağımsızlık ruhu ,
    Türk insanının yönünü akıl ve müsbet ilimlere çevirmesi;
    O’nun değerini göstermeye yetiyor.
    *
    Asıl derdi Mustafa Kemal’e sataşarak onun ulusal Devriminden rövanş almak olan;
    Ilımlı İslam’la islamı materyalizmin sığlığına gömmek isteyen Başbakan Erdoğan’ın;
    Kılıçdaroğlu’nun dediği üzre soyu-sopu karıştırmaması gerekiyor.
    Aksi taktirde  inanç alanını ilgilendiren çok özel bir soru ortaya çıkıyor!
    – Kimsin bakiim!
    İn misin,cin misin!
    Ya da;
    – Söyle bakiim!
    Maymundan mı geliyon, Âdem’den mi?
    Sana ne  bundan yahu?
    *
    Epictetus,
    “Akıldan uzaklaşıldığında hayvan ortaya çıkar!” diyor.

  • BELÂ GELİYORUM DİYOR

    BELÂ GELİYORUM DİYOR

               BELÂ GELİYORUM DİYOR
            Ayrılıkçı Kürt Hareketi 13 Ağustos-20 Eylül için  çatışmasızlık kararı aldı.
            Kürt sorununda demokratik çözümün Demokratik Özerklik olduğu ve inşasına başlanıldığı duyuruldu.
            Çatışmasızlık sürecinde,
            1-Çift taraflı ateş-kes’in gerçekleşmesi,
            2-Hareketin yeraltı faaliyetlerini oluşturan KCK nın tutuklu 1700 militan-siyasetçisinin salıverilmesi,
            3-Abdullah Öcalan’ın  barış görüşmelerine aktif katılımının sağlanması,
            4-Yüzde 10 Seçim barajı uygulanması konularını içeren, 4 maddelik  bir barış planı sunuldu…
             *
            Hükümet, ayrılıkçı Kürt Hareketi çatışmasızlık kararına olumsuz bir tepkide vermedi.
            Bunda ilk bakışta referandum sürecinin operasyonlar ve şehit cenazeleri gölgesinde kalmaması,
            Ramazan ayında müslüman kamuoyunda barışcıl bir  imaj verilmesi,
            Ve referandumu boykot edecek bölge halkının serbest kalabileceği düşüncesinin etkili olduğu anlaşılıyor.        
            Fakat Kürt Sorununun Orta Doğu’da çok etkin bir değişken ve belirleyen olduğunu da görmek gerekiyor!
             *
            ABD güclerinin  Irak’ta tabi olacakları esasları  belirleyen SOFA Anlaşması sürüyor.
            Uyarınca ABD muharip güçlerinin Irak’tan  geri çekilmesine başlanılmış ve ilkin İran sınırında Diyala ilinde görevli 15.000 muharip asker geri alınmıştır.
            O esnada İsrail-İran arasında din ve etnik kimlik esaslı soğuk savaşta bütün şiddetiyle devam ediyor!
             *
            The Atlantic Dergisi, İsrail ve ABD politikalarını belirleyen 40 güçlü insanla görüşmüştür.
            Bu insanlara göre İsrail’in  önümüzdeki bir yıl içinde İran’a saldırma olasılığı %50 üzerindedir.
            İran’ın Vurulması Planı şöyle gelişiyor;
            İsrail savaş uçakları  Suudi Arabistan hava sahası ve Irak üzerinden İran nükleer tesislerini vuruyor,
            Ardından Filistin’de İslami Direniş Hareketi (HAMAS) ve Lübnan’da Şii Hizbullah Örgütüne fırsat verilmemesi için hemen İsrail’e  geri dönüyorlar.
            İran vurulduktan sonra  kalan bakiyenin; Kuzey Irak’tan çıkacak komandolarca temizleneceği  planlanıyor!
             *
            İsrail’in İran’ı vurmak hedefine karşı elbette İran’da boş durmuyor!
            İsrail’i Filistin İslami Direniş Hareketi (HAMAS) ve Lübnan Hizbullah Örgütü ile sürekli meşgul ediyor…
             *
            İsrail yerleşim birimlerinin inşaatlarının durdurulmaması halinde müzakerelerin yapılmayacağını savunan,
            Özerk Filistin Yönetimi lideri Mahmut Abbas, ABD ve AB den yoğun baskılar karşısında geri adım atmıştır.
            HAMAS ise  Mahmud Abbas’ın dini  alanda kimi uygulamalarından yola çıkıyor,
            Ve Mahmut Abbas’ın sadece direnişçilere değil kutsal islam dini ve değerlerine karşı da savaştığı argümanını ileri sürüyor.
            İsrail-Filistin Barış Görüşmeleri öncesinde  Mahmut Abbas’ın elini zayıflatmaya çalışıyor…
             *
            2005’te bir suikastte  öldürülen Başbakan Refik Hariri davasında, Lübnan Özel Mahkemesi iddianamesini açıklamak üzeredir.
            İddianamede Şii Hizbullah Örgütünün  suikastle bağlantılarının açıklanması,
            Bu durumda Hizbullah Örgütü liderlerinin Mahkemeye çağırılması  beklentisi, Lübnan’da tansiyon yükseltiyor.
            2008 Doha Anlaşmasının oluşturduğu istikrarın bozulmasından endişe ediliyor.
             *
            Lübnan’da  iktidar 14 Mart İttifakı Suudi Arabistan’ın,
            Muhalefeti Şii Hizbullah Örgütünün 8 Mart İttifakı  ise İran ve Suriye’nin  desteğindedir.
            Bu ortamda  Suriye Lideri Beşar Esad ve Suudi Kralı Abdullah’ın  Beyrut görüşmesi dikkat çekiyor.
            Suriye’nin Lübnan’dan askerlerini çektikten sonra boşluğun İran ideolojisinde Hizbullah  tarafından doldurulması,
            Lübnan’da giderek İran etkisinin artması, İran’la müttefik olmasına rağmen Suriye’nin  işine gelmiyor.
            Şii temelinde Orta Doğu’da  İran yayılmacılığı en ziyade Suudi Arabistan’ı endişelendirmektedir.      
            Her ikisinin Lübnan’da konumunu güçlendirmek  istemesi farklı nedenlerle de olsa;
            İsrail ile birlikte üçünü de hemzemin ediyor.
            İki liderin Beyrut görüşmesi tansiyonu düşürüyor.         
             *
            İran’ın , İsrail tehditine karşı kullandığı  Hizbullah ve Hamas kartını,
            İsrail her defasında  bir şekilde aşmayı beceriyor…
             *
            Türkiye iktidarı  kamufle ettiği  Büyük Orta Doğu Projesinden gelen göreviyle İsrail karşıtı politikaları bile bile uyguluyor.
            Dini argümanları da kullanarak Orta Doğu halklarından İran’a yakınlaşıyor.
            Bu suretle İran’ın nükleer gelişmesi yolunda İran’a güven veriyor ve İran’ın batıyla diyaloğunun kapısını tutuyor.
            Bölgenin en güçlü ekonomisi,siyaseti ve askeri gücüyle  İsrail- İran dengesinin odağında  duruyor!
             *
            Bu esnada K.Irak Kürt Yönetimi bölgesinde Türkiye- İran ilişkilerini bozacak nitelikte PKK ve PJAK hareketliliği dikkat çekmektedir.
            Irak anayasasında siyonizm ile işbirliği yasağına rağmen İsrail Kontgerillasının  bölgede açıkça çalışmalarına göz yumuluyor.
            İsrail; ayrılıkçı Kürt Hareketine verdiği imkan ve destekle,
            Türkiye ve İran’ın ulusal  güvenliğiyle birlikte bölgesel güvenliği ve dayanışmayı tehlikeye düşürüyor.
            Özellikle İran, Kuzey Irak Kürt Bölge Yönetiminin işgalci ABD den sonra İsrail Kontgerillası faaliyetlerine destek vermesinden rahatsız oluyor!
             *
            Ayrılıkçı Kürt Hareketi çatışmasızlık kararı; üstelik referandum ardından genel seçim sürecinde talep ettiği hususlarda hiçbir gelişme olmayacağı bilinerek alınıyor.
            Demokratik Özerklik ilanıyla tehditi sürdürüyor!
            Demokratik Özerklik!
            Türk bayrağı yanında Kürt Bayrağı,
            Türk Parlamentosu yanında Kürt Parlamentosu.
            Bölgenin coğrafyasından tarihine, eğitiminden sağlığına Kürtçe,
            Yönetime el koymak, her kademede atamalar yapmak,gelir ve harcamalarda ful yetki kullanmak,kendi yargı sistemini oluşturmak…
            *
            Belâ geliyorum diyor…
            Başbakan Erdoğan referandum kampanyasında  Sakarya’dan  bağırıyor!
            -“Bana kalpazan diyor! Edep yahu! Edep! ” diyor.
            Kılıçdaroğlu Akçakoca’dan cevaplıyor.
            – “Ben sana kalpazan demiyorum! Savcılar sana kalpazan diyor!”diyor.
            Şu sıralar asabı da bozuk Başbakan Erdoğan; referandumdan “evet” çıkartıp, dokunulmazlığına çöreklenmekten,
            Başka hiç bir şey dü-şü-ne-mi-yor!

  • BU TOPRAĞIN ÇOCUĞU BİR DOĞA DELİSİ

    BU TOPRAĞIN ÇOCUĞU BİR DOĞA DELİSİ

            BU TOPRAĞIN ÇOCUĞU  BİR DOĞA  DELİSİ
            Aaron Wolf, “Orta Doğu Jeopolitiğinde Su Politikaları ve Sorunların Çözümü” başlıklı kitabında,
            Orta Doğu’da su paylaşımının,  politik güc paylaşımına  eşdeğer olduğu,
            Önümüzdeki kısa sürede şimdiye kadar görülmemiş bir kaos yaşanacağını,
            Su kaynakları bakımından Türkiye’nin  bölgenin en problemli coğrafyasında bulunduğunu yazıyor.       
     
            *
            Rize-İkizdere’de yapımı tamamlanan Cevizlik Hidroelektrik Santrali (HES) açılış töreninde;
            HES’lerin doğal çevreye,flora- faunaya,tarım ve hayvancılıkla ilgili insanlara zararını ortaya koyanlara karşı,
            Başbakan Erdoğan, “Ben bu toprakların çocuğuyum.Çevreci adı altında tipler çıkıyor,gruplar çıkıyor.Bu sıfatla da HES’lere karşı çıkıyorlar.Tabiat bize emanettir ve onu koruruz.Biz doğa aşığıyız, doğa delisiyiz.” diyor.
         
            *
            Su kaynakları,akarsular,havzaları;büyük boyutlarda eko-sistemi,biyo çeşitliliği,makro-mikro klimayı besliyor,
            Yerleşim planlamalarını belirliyor.
            Sulama,tarım ve hayvancılığa kaynak, eko ve sağlık turizminin nedeni oluyor.
            Anayasa’nın 168. maddesi ve Türk Hukuk sisteminin kabulüyle,
            Türkiye suları kural olarak devletin hüküm ve tasarrufu altında kamusal mülkiyet ve yönetimindedir.       
            Hayat kaynağı olması yanında suyun müthiş bir rant kapısı olduğunun keşfi,
            Neticede Orta Doğu politikasında da gücün belirleyicisi olması;
            Türkiye’nin sularından hareketle suyun kullanımı, enerji üretimi ve dağılımıyla ilgili bir dizi yasa çıkarmasına sonuc veriyor!
            *       
            Kentsel Dönüşüm Yasası; Belediyeleri Kıyı ,Orman, Boğaziçi Kanunlarına uymaksızın  imar planlarını yapmakta yetkili kılmaktadır.
            Bu suretle yerel yönetimlerin kentsel dönüşüm ve gelişim alanlarında özel sektör ile işbirliği sonucu, o bölge arsa ve arazileri üzerinde proje temelli yatırım ortaklıkları kurması sağlanıyor…
            *
            İller Bankasının yerel yönetimlere harita,imar planı,içme suyu,kanalizasyon,yapı,sondaj benzeri sorumluluklarında finansman sağlama dışında plan,proje yapma görevlerini tasfiye eden yasa tasarısı bekleye-dursun,
            Şehir içme suyu ve kanalizasyon işlerinde Devlet Su İşleri yetkili kılınmıştır.
            Bu suretle içme suyu ve kanalizasyon alanları büyütülüyor,
            Bir bölgenin tüm şehir,kasaba ve beldelerinin su ve kanalizasyon işlerinde proje oluşturmak ve o büyüklüğe uygun bir uluslararası  tekel kuruluşa  taahhütte bulunmanın yolu açılmış bulunuyor!        
            *
            Sadece Güney Doğu Anadolu (GAP) projesinde 13 adet büyük enerji ve sulama projesi,
            Fırat  üzerinde 14 baraj,11 HES,
            Dicle’de  8 Baraj,8 HES ile sulama amaçlı 1 HES ve 12 depolamasız sulama projesi toplamında,
            8 Baraj ve 2 HES ile 10 sulama projesi bitirilmiş bulunuyor.
            Türkiye bu projelere bütçesinden kaynak oluşturamıyor.
            O nedenle sulama , Enerji Üretim-Dağıtım ve içme suyu projelerinde;Fırat,Dicle gibi bir çok akarsuyun
    kullanım hakları,
            Elektrik piyasasında da üretim faaaliyetlerinde bulunmak üzere 49 yıla kadar özel sektöre veriliyor.
            *
            Hafta içinde yapılan  Türkiye Elektrik Dağıtım AŞ. (TEDAŞ) özelleştirmesinde,
            Çukurova Grubu patronu Mehmet Emin Karamehmet ile  Kazancı Holding menşeli Mehmet Kazancı’nın,
            MMEKA- Makina ortaklığı; İstanbul Avrupa yakasında Boğaziçi ve İzmir-Manisa bölgesinde Gediz Elektrik Dağıtımını,
            Trakya bölgesi dağıtımını da Kazancı Holding’ten  AKSA Enerji  alıyor.
            *
            Türkiye, suyun kullanımı,enerji üretimi ve dağıtımı özelleştirilmesiyle  ilgili bir çok deneyim yaşamıştır.        
            Nitekim, Antalya’da şebeke suyu işletmecisi ANTSU, su tarifelerine her ay %7 zam yapınca,
            Yasalara aykırı tarife kullanmaları nedeniyle taahhütü iptal edilmiş, sorun uluslararası tahkimde görüşülmektedir.
            Ya da dünyanın en güzel 200 vadisinden biri  Rize-İkizdere vadisinde  planlanan,
            Türkiye üretiminin binde 7.02 mertebesinde elektrik enerjisi üretecek,16 HES;
            Uğruna dere yatakları kuruyor, sucul yaşam,orman,orman altı bitki örtüsü,çay tarım alanları yok oluyor.
            Kesilen ağaçların heyelan oluşturma tehlikesi, katı atık ve atık suların flora ve faunaya zararı da cabasıdır.
            Bütün geçimini  vadiden sağlayan insanların harikulade tabiatı hallaç pamuğu gibi atılıyor.
            Ilıman yağmur ormanları yok ediliyor!
            Daha nice örnekler bulunuyor…
            *
            Diğer taraftan Bahreyn ve Birleşik Arap Emirliklerinin,
            Ithmaar Bank BSC, Gulf Finans House ve Abu Dhabi Investment House ile Başbakanlık Yatırım Ajansı,
            Güneydoğu’da organik tarım için  6 milyar dolarlık bir anlaşmayı imzalamıştır.
            Köy  Altyapısı Destekleme Projesi (KÖYDES) ise köylere götürülen içme suyu, yol yatırımları ile islami sermaye birikim sağlıyor.
            *
            Sermaye küçüğü yutarken büyüğe hizmet ediyor.
            Rant uğruna doğa ve ekolojik denge tahrip oluyor ,yöre insanının  iyice yoksullaşmasına neden olunuyor.
            Daha fenası;
            Doğu ve Güneydoğu’da Kentsel Dönüşüm Projeleri, Devlet Su İşlerinin Yeniden Yapılanması,Elektrik Piyasasında Üretim Faaliyetleri, Su Kullanma Hakkı benzeri yasalar ile Başbakanlık Yatırım Ajansları;
            Suyun kullanılması ve enerji faaliyetlerinde bulunmak üzere büyük sermaye tekellerine kucak açıyor.
            Su için kıvranan Orta Doğu’nun ve arkasında yahudi sermayesinin iştahına diyecek yoktur!
            Üstelik sınır aşan sular için uluslararası hukuk; suyun döküldüğü ülkeye daha büyük haklar tanıyor.
            Ayrılıkçı Kürt Hareketi de  alt yapıları hazır bölgenin zenginliğinin farkında, Demokratik Özerklik talep ediyor…
            Türkiye ya sermaye akışı üzerinden uluslararası hukuk ve tahkim süreciyle ayrışmaya göz kırpıyor!
            Ya da Yahudi itelemesiyle Kürt Hareketinin Demokratik Özerklik talebi ayrışmanın pimini oluşturuyor!
            *      
            Anlaşılıyor ki, Türkiye’nin  nufus,sosyo-ekonomik gelişmeler,kirlilik, küresel ısınma ve sınırı aşan sularda dış politikadan kaynaklanan ihtilaflarda uluslararası hukuk’un gereklilikleri çerçevesinde;
            Suyun kaynağından- kullanımına,  elektrik üretiminden- dağıtımına,
            Ulusal Su Kaynakları ve Kullanımı Stratejisine  ihtiyacı bulunuyor.       
             *
            Ben tek bir doğa aşığı  tanıyorum;
            “Hey Manisa! Seni giydirmek için soyunuyorum” dedikten sonra  Spil Dağına çıkan ve yaşamı boyunca binlerce ağaç diken,
            Manisa Tarzanı Ahmeddin Carlak!
            Başbakanı  ise doğa’ya aşık  olmak ile doğa’nın delisi olmak ayrımında kararsız görüyorum…
            Kararsızlık ise şöyle tanımlanıyor;” en kötü karar kararsızlıktan iyidir,belkide değildir!”

  • GÖZDEN DÜŞÜNCE

    GÖZDEN DÜŞÜNCE

                GÖZDEN  DÜŞÜNCE 
     
             “Bu memleket; dünyanın beklemediği, umut etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine sahne oldu.
              Bu sahne yedibin senelik, en aşağı bir Türk beşiğidir!
              Beşik tabiatın rüzgârlarıyla sallandı.
              Beşiğin üzerindeki çocuk tabiatın yağmurlarıyla yıkandı.
              O çocuk tabiatın şimşeklerinden,yıldırımlarından,kasırgalarından evvelâ korkar gibi oldu;
              Sonra onlara alıştı,onları tabiatın babası tanıdı,onların oğlu oldu.
              Bir gün o tabiat çocuğu: tabiat oldu!
              Şimşek,yıldırım,güneş oldu;Türk oldu!
              Türk budur; Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir”
     
              *
              Ulu Atatürk bu  şiirsel anlatımıyla Yaratılışı ve Türk’ün misyonunu belirliyor.
              Buna göre Türkler en aşağıda dünya’nın, muazzam bir  çekim hâlesinin odağını oluşturuyor!
     
              *
              Bu muazzam hâle;
              Yunan’ın “Megalo İdeası”, İngiliz’in  “Büyük Oyun”, Alman’ın “Bitmeyen Oyun”, Rus’un “Sıcak Denizler”,
              Ermeni’nin “Büyük Ağrı”, Kürtlerin “Büyük Kürdistan”ı ve tüm batının “Şark Meselesi”  idealleriyle kuşatılmıştır!                         
              O idealler ve işbirlikçileri tarih boyunca Türk’lere istikrarsızlıklar,krizler, darboğaz ve açmazlar dayatıyor.
              Dayatmalara karşı Türk’ün ayakta kalmak mücadelesi; her devirde Türklüğün  çağdaş gelişmesini engelliyor.
     
              *
              Bugün tüm idealler Yahudi-Hristiyan inanışı ortak bileşkesi;
              “Vaadedilmiş Topraklarda Tanrı Krallığı” idealinde  ortaklaşıyor.
              Uzun bir tarih sürecinin bilgi ve teknoloji birikimiyle  ulaşılan  devasa zenginlik;
              Ortak ideallerin temininde gücün amili olarak kullanılıyor…
     
              *
              Türkiye’nin gücünü ise  Atatürkçü Düşünce ve  ilkelere bağlılık belirliyor.
              O nedenle,  Cumhuriyetçilere ve  Cumhuriyetin kuruluşlarına baskılar yapılıyor…                  
              Bir zamanlar  su çıkan -ki kimisi  derin olduğu için  düşeni yutan-  yere göz denirken,
              “Göze düşmek” deyimi  zamanla  rağbetten düşmek anlamında “gözden düşmek” deyimine değişmiş bulunuyor.
              Şimdi Türk Yargı kurumları ve Türk Ordusu mensupları ve kurumsal kimliklerine yapılan baskıda;
              Gözden düşürme yaygın yöntem olarak kullanılıyor.
     
              *
              Başbakan Erdoğan referandum kampanyası konuşmalarında;
              Mesela “CHP, MHP, BDP, YARSAV ve malûm medya hepsi ittifâk ettiler” derken,
              Bir illüzyon yapıyor!
              Yanlış merkezin etrafına yerleştirdikleriyle hepsinin aynı bütünde değerlendirilmesine neden oluyor.
              Atatürkçü siyasi partiler ve Türk Yargı mensupları ve işlevlerini,
              Birlikte gözden  düşürmeyi hedefliyor!
     
              *
              Sonuçlarıyla hissedilir ve görünür en ciddi gözden düşürme Türk Ordusuna uygulanmıştır.
              Genelkurmay Başkanları Özkök ve  Büyükanıt’ın Türk hasletlerinde  inançsızlıklarından zayıf komutanlıkları; kullanılmalarını sağlamış, TSK’ya sızılmıştır.
              Sonuçta son Askerî Şura birçok mensubuyla TSK nın, kurumsal kimliğinin de gözden düşürülmesiyle  sonuçlanmış bulunuyor.
              Kale düşmüştür!
     
              *
              Cumhuriyet geçmişiyle TSK;  yargıda siyasallaşmış  bir kesiminin  sistematik kurgusuyla,
              Darbeler, terör, çeteleşme, faili meçhuller,suikastler ve katliamlarla  sanki oligarşik  bir Cumhuriyetin teminatıymış gibi gösterilmiştir.
              Yok efendim,  Balyoz Darbe planıyla öyle ya da böyle bu suçlardan birine bulaşmışlardır.
              Ya da şu general Cumhurbaşkanının türbanlı hanımını hava alanında karşılamamıştır.
              Benzeri algılarla haklarında yakalama kararı çıkarılmış bir dolusu yanında,
              11 generalin terfisinin donması ve bulundukları görevde pasifize edilmeleri,
              Hasan Iğsız’ın uğratıldığı alçaltılma;
              TSK nın gözden düşürülmesinde  son adımdır.
              O komutanlar nezdinde astlar ve halk  sindiriliyor!
     
              *
              Sanılıyor!
              Aslında  en aşağının işbirlikçisinin  taarruzu ile  maruz kalınan gözden düşürülmeye;
              Onların bir asker olarak, Ulu Atatürk’ün ” Türk budur: Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir” ifadesi,
              Ve ocaklarında belledikleri  “Yıldırımlar yaratan bir ırkın ahfâdıyız/Tufanları gösteren tarihlerin yâdıyız”,
              İnanışıyla; “Al atını ver tımarımı” demeleri gerekiyor.
              Ya da birlikte bir açıklamayla “Yolundayız” mesajı verilmesi!       
              Çünkü er meydanı artık halk meydanında kuruluyor…
     
              *
              Aksi düşünülemez.
              O taktirde gözden düşmüş siliğin yaptığı;
             “Devenin sevdiği diken, insanın sevdiği öpen”  meselindekine benzer.
              İtibarsıza itibar edilir!
     
              *
              Mustafa Kemal,
              “Milletleri yükselten özelliklere bir etken daha ilâve edelim: İntikam hissi!
              Milletlerin kalbinde intikam hissi olmalı.
              Bu alelâde bir intikam değil; hayatına, ikbaline,refahına düşman olanların,
              Zararlarını  yoketmeye yönelen bir intikamdır” diyor.
     
              *
              Türk halkı istifa eden Deniz Harp Okulu Komutanı Tüğamiral Türker Ertürk’ü bağrına basıyor…