1 Nisan’da R.T. Erdoğan, İsrail Başbakanı B.Netanyahu’nun Afrin operasyonuyla ilgili açıklamalarına sert tepki verdi.
“Afrin’de askerimizin mazlumlara zulmettiğini söylüyor. Ey Netanyahu, sen çok zayıfsın, çok garipsin. Kendine çeki düzen ver. Biz teröristlerle uğraşıyoruz ama senin derdin teröristler değil. Çünkü sen terör devletisin” dedi.
*
4 Nisan’da Netenyahu, Kudüs’ün başkent olarak tanımlanmasıyla Ankara ile ilişkisi bozulan İsrail’in,
İlişkilerini önemli ölçüde iyileştirdiği Yunanistan ve Kıbrıs Rum kesimi başbakanlarıyla konuştu.
*
Bu ülkeler arasında Aralık’ta boru hattı ile ilgili bir mutabakat anlaşması,
Şubat’ta da İsrail, Mısır’a gaz ihraç etmek için 15 milyar dolarlık bir anlaşma imzalamıştı.
*
Görüşmelerde İsrail’den Kıbrıs’a oradan Yunanistan ve İtalya’ya doğru bir boru hattının fizibilitesinin tartışıldığı,
Gelecek Mayıs’ta Netanyahu’nun, Yunanistan Başbakanı A.Tsipras ve Kıbrıs Rum Kesimi Başbakanı N.Anastasiades ile Lefkoşa’da bir zirve yapacakları açıklandı…
*
Türkiye, iki destek gemisi eşliğinde Barbaros adlı sismografik araştırma gemisini,
Karpazya yarımadası ile Suriye-Türkiye sınırındaki kıyı şeridine doğru uzanan bölgede hidrokarbon rezervleri için sismik araştırmalar gerçekleştirmeye gönderdi.
*
Cumartesi günü, Atina’da hükümet sözcüsü D. Tzanakopulos Türkiye’yi duyarlı olmaya davet etti.
“Türkiye Kıbrıs’ın münhasır ekonomik bölgesinde kışkırtıcı eylemler düzenliyor. Türkiye’nin stratejisi ne Türkiye’ye ne de bölgeye fayda getirir” dedi.
Doğu Akdeniz ve Ege’de ipler yeniden gerildi…
*
Doğu Akdeniz ve Ege; Suriye’de devam eden iç savaşın, Avrupa göç krizinin, Irak ve Şam İslam Devleti’nin(İŞİD) ve Kuzey Afrika kıyılarına karşı önemli güvenlik operasyonlarının ortasında bir gerilim ve çatışma ortamıdır.
Batı, Türkiye’yi Kıbrıs’ın kuzey kesiminde işgalci olarak tanıyor.
Şimdi Suriye ve Irak’ta devam eden askeri operasyonlarla Türkiye’nin bu topraklarda kalıcı olacağı düşüncesi esiyor ve “İşgalci Türkiye” ve “Fatih Sultan Erdoğan” kavramları kök salıyor.
Dünyanın dikkati, bu büyük güvenlik ve insani meselelere doğal olarak odaklanmıştır.
Doğu Akdeniz ve Ege’nin bölgede bir sonraki parlama noktası olabilme potansiyeli giderek yükseliyor…
*
İki NATO müttefiki Türkiye ve Yunanistan’ın Ege Denizi sularında ve hava sahasında sürekli provokasyonları,
NATO ittifakına verebileceği zarardan ziyade bölgenin barış ve istikrarına doğrudan bir tehdit oluşturuyor…
*
Herşey Aralık 1982’de 120 ülkenin BM Deniz Hukuku Sözleşmesini (The United Nations Convention on the Law of the Sea) imzalamasıyla başladı.
Sözleşmenin V. Bölümü ya da 55 ila 75. maddeleri, bütün kıyı devletlerin yetki alanını;
Kıyıdan 200 deniz mili öteye uzanan Münhasır Ekonomik Bölge (MEB)- Exclusive Economic Zone- olarak belirledi.
Bu alandaki deniz tabanı ve toprak altı doğal kaynaklar : Su akımı ve rüzgarlar: Denize verilen atıklar: Denizle ilgili bilimsel araştırmalar :Navigasyon ilgili devletin egemenlik hakkından sayıldı.
*
MEB hükümleri uluslararası uygulamaların ayrılmaz bir parçasıdır.
2016’da 137 ülke 200 mil MEB talep etti ya da 200 millik bir Özel Balıkçılık Bölgesi kurdu.
Akdeniz’ de bundan en çok Yunanistan, Kıbrıs, İtalya ve Malta yararlandı.
*
Kıbrıs Rum Kesimi önce MEB’in Mısır ile sınırlandırılmak üzere Şubat 2003’te anlaşma imzaladı.
2004 Nisan’ında çıkardığı bir yasa ile kendi MEB ilanında bulundu.
Yunanistan hükümeti, kendisinin aynı şeyi neden yapmadığına dair bir açıklama yapmadan Kıbrıs’ın girişimini memnuniyetle karşıladı.
O güne kadar Türkiye, Kıbrıs ve Yunanistan halkları Türkiye ve Yunanistan arasındaki uyuşmazlığın ” kıta sahanlığı” ile ilgili olduğu bilgisindeydiler…
*
Kıbrıs Rum Kesimi daha sonra 2007’de Lübnan’ın MEB’sinin sınırlandırılması için benzer bir anlaşma yaptı.
Rumların en önemli MEB sınırlama anlaşması, İsrail Hükümeti arasında Aralık 2010′ da imzalandı.
*
Türkiye hükümeti, Kıbrıs Rum Kesimi’nin her MEB girişimine derhal tepki veriyor ve bunları reddediyordu.
Aynı zamanda deniz alanlarına dair bir tez ileri sürdü.
Mısır ve Lübnan bölgesinin Akdeniz’de “Bir Türk Bölümü ” içerdiğini, bir anlaşma imzalamadan önce Türkiye’nin görüşünün sorulması gerektiğini iddia etti.
*
1994′ te yürürlüğe giren yeni BM Deniz Hukuku Sözleşmesi; kıyı bölgelerde bitişik bölgeleri, MEB’leri ve kıta sahanlığını kodladı.
Akdeniz’deki deniz sınırlarını büyük ölçüde değiştirdi.
Akdeniz ülkelerine karasularını 12 mile kadar uzatma hakkı verildi: Bitişik bölge 12 deniz mili’nden 24’e arttırıldı : Akdeniz’de MEB kavramı tüm kıyı devletlerin yetki alanına tabi tutuldu : Kıyı devletleri tarafından askıya alınamayan denizde ve havada uygulanan yeni bir “transit geçiş” kavramı getirildi.
*
En önemlisi, Akdeniz için geçerli olmayan birbiriyle yakından ilişkili ve içsel bir yapıya sahip olan bir grup adaya ve birbirine bağlı suya atıfla “Takımadalı Devletler” terimi geliştirildi.
Ege Denizi’ndeki sayısız adaları ile Yunanistan bu kavramı kullanmaktan alıkonuldu.
*
İlerleyen süreçte bu kez Türkiye yarı kapalı alanlarla ilgili ;
“Bölgesel denizlerin, özel ekonomik bölgelerin ve yarı kapalı denizleri çevreleyen bitişik ya da karşıt devletler arasındaki kıta sahanlığının sınırlandırılması,
Bu Sözleşme’nin ilgili hükümlerine uygun olarak ve ilgili tüm koşullar dikkate alınarak gerçekleştirilecektir” hükmünü kabul ettirdi.
*
Böylece MEB kavramının Akdeniz’de uygulanması engellendi.
Yunanistan ise yarı kapalı denizlerin genel hükümlerin bir parçası olduğunu ve yarı kapalı denizlerde MEB’ler çin özel bir düzenlemenin gerekli olmadığını açıkladı.
Türkiye’nin pozisyonuna karşı çıktı.
Bir süre sonra BMİ Yunanistan’ın argümanı doğrultusunda, Türkiye’nin fikrini reddetti.
1982 Sözleşmesi’nin, “kapalı veya yarı kapalı bir deniz” kavramını kabul ettiğini ancak bu denizleri sınırlayan devletler için herhangi bir sınırlama getirmediğini gerekçe gösterdi.
*
Nihayet Avrupa Birliği (AB), MEB ile ilgili konularda sadece 1982 Sözleşmesi imzalayan taraf olmakla kalmamıştır.
Aynı zamanda Sözleşmenin Bölüm V’in kıyı devletleri üzerindeki hak ve görevlerini verdiği tüm alanlarda yetkinliğini arttırmasına yönelik 1998 tarihli Sözleşmeyi de onaylamıştır.
Son zamanda Türkiye’nin zorlaşan konumundan hareketle;
Bugün AB,Türkiye’nin tam üye olabilmesi için en kısa zamanda BM Deniz Hukuku Sözleşmesini onaylaması gerektiğinde ısrar ediyor…
*
Çünkü AB, Ege’de ” Ortak MEB politikasına ” çok önem veriyor.
Yunanistan AB üyesidir ve Yunanistan MEB’ sini, karasuları ve kıta sahanlığı meselelerini içermeyen bir Ege Denizi’ni öngörmüyor.
Türkiye- Yunanistan ihtilafının sadece Türkiye ve Yunanistan’ı değil,
Aynı zamanda NATO ittifakını, Avrupa Birliği’ni ve Doğu Akdeniz’in barış ve istikrarını da tehdit ettiğini düşünüyor.
Bu öngörü ve düşüncenin bağlayıcılığı ve MEB sorununun altından kalkılması çok zor olan karmaşıklığı bağlamında, Türk-Yunan anlaşmazlığının çözülmesini umud ediyor.
*
Şimdi İsrail Başbakanı B. Netenyahu’nun verdiği ivmeyle,
AB, Yunanistan, İsrail, Mısır ve Kıbrıs Rum Kesimi yalnızca enerji sorunlarıyla uğraşmak için değil,
Aynı zamanda ekonomik ve askeri bir ittifak içerecek farklı bir mutabakata doğru ilerliyor…
9. 4. 2018