ABD, Çin’i egemenliğindeki uluslararası sistemin bir parçası haline getirmek için on yıllardır çaba gösteriyor.
Ama bir türlü ekonomik liberalleşme ve siyasi reform yolunda liderlik etme hedefini gerçekleştiremiyor.
Şimdilerde Başkan Trump ve stratejistleri; Çin’in gelişme modelinin dünya çapında ilgi çekmesi: Birçok ülkenin bundan öğrenmesi ve Batı modeline karşı bir tehdit oluşturmasına karşı,
İhtiyaç olan kapsamlı strateji değişikliğini pragmatizme feda ediyor…
*
Geçen hafta Başkan Trump, ABD ile Çin arasındaki ticari anlaşmazlığı daha da tırmandıracak kararlar aldı.
Pekin’in misilleme tehdidini yerine getirmesi durumunda Çin’den ithal edilen ürünlere uygulanan ek gümrük vergisinin 200 milyar dolar daha artırılacağını duyurdu.
Çin ise Trump’ı şantajcılıkla suçladı ve ABD’nin ek gümrük tarifesini yürürlüğe koyması durumunda karşı önlemler alınacağını ilan etti.
*
Sonuçta;
1- Dünyanın en büyük ve ikinci en büyük ekonomisi ve Avrupalı müttefikleri arasındaki ticaret savaşı daha fazla ivmelendi.
2- ABD ve Çin arasında ekonomik bir rekabetten ziyade kıyasıya jeopolitik bir rekabet başladı.
*
ABD ve Çin arasında jeopolitik rekabetin başlaması neyin gerçekte olduğu ile ilgili daha doğru bir değerlendirmedir.
Artık iki ülke de jeopolitik rekabeti; uyguladıkları uluslararası siyaset gücünün coğrafi etmenler üzerindeki etkileri üzerinden değerlendirecektir.
*
Dünya’nın Konvansiyonel ve Kitle İmha Silahlarının Yayılması: Uluslararası Terörizm : Uluslararası Örgütlü Suçlar : Küresel Salgın Hastalık Tehdidi : Etnik ve Dinsel Temelli Çatışmalar gibi tehditlerle karşı karşıya bulunduğu bu sırada,
Başkan Trump’ın başlattığı jeopolitik rekabet; Çin, Rusya hatta geleneksel müttefiklerine karşı yeni Soğuk Savaş’ı daha da körüklüyor.
ABD yönetiminin bu stratejisini adım adım planladığı bir süreçten geçiliyor…
*
Ocak’ta Trump, güneş panelleri ve çamaşır makineleri ithalatına tarife koydu.
Mart’ta haksız ticaret uygulamaları ve fikri mülkiyet hırsızlığı nedeniyle misilleme olarak Çin’in ABD’ye yaptığı ihracatına 50 milyar dolarlık gümrük vergisi uygulayacağını duyurdu.
Haziran’da dünyanın ABD’ye çelik ve alüminyum ihracatına yönelik yaptırımları uyguladı.
*
Önce bu hamleler ABD’nin haksız ticaret uygulamalarına maruz kaldığı gerekçesiyle uygulanıyor ve herhangi bir ülkeyi hedeflemiyordu.
Amerikalı imalatçı ve sanayicilere yardımcı olunması öngörülüyordu.
Doğrusu başlangıçta “Ticaret Savaşlarının iyi ve kolay kazanıldığını” söyleyen Trump, giderek ticari yaptırımlar konusunda tecrübe kazanıyordu.
O zamanlarda ticari yaptırımlar, karmaşık problemler için uygulaması rutin prosedürlere ve yönetici takdirine tabi kolay ve basit çözümlerdi…
*
Pekin, ABD’nin ihracaatına ilişkin daha fazla tarife ile karşılık veriyor,
Başkan hesapsızlık ve artan bir ivmeyle geri adım atmakla itham ediliyordu.
Öyle ki, bunlar Beyaz Saray’da bir kaosa ve dünyanın belirsizliğe doğru itilmekte olduğu endişelerine yol açtı!
*
Halbuki ABD, dünyanın en büyük ekonomisi olarak gerekli sorumluluklarını yerine getirmeliydi.
Elbette Washington’un düzensiz davranışlarının kısa vadeli olmayacağı düşünülüyor,
Küresel liderler bir yandan ABD’yi pozitif olarak, diğer yandan da belirsizlikten korunmak üzere bir mekanizma oluşturmanın çabasını sürdürüyorlardı…
*
Ama ABD ısrarlıydı.
Çünkü ABD elinin çok öncesinde kazandıklarından dolayı kuvvetli olduğunun bilgisindeydi.
Mesela Çin, 40 yılı aşkın bir süredir reformlar ve ekonomik açılımlarla fakir bir ülkeden dünyanın en büyük ikinci ekonomisi ve en büyük tüccarı haline gelirken, eşi görülmedik bir gelişme yaşamıştı.
Ancak hâlâ gelişmiş bir ekonomi haline gelmesi için gideceği uzun yolu bulunuyordu.
Geçen beş yılda 68 milyondan fazla insan yoksulluktan kurtarılmıştı yine de 2017 itibariyle 30 milyondan fazla Çinli yoksulluk sınırının altındaydı.
Aşırı yoksulluktan kurtulmuş olanların birçoğu bile temel ihtiyaçlarını karşılamakta güçlük çekiyordu.
*
Çin diğer tüm gelişmekte olan ülkelerle aynı sorunları yaşıyordu.
Çoğu Çinli gelirlerinin büyük bir bölümünü sadece gıdaya harcıyor, kaliteli sağlık hizmeti bulmakta zorlanıyor ve refahtan çok az ya da hiç pay almıyordu.
Gelişmiş ekonomilere kıyasla kamu hizmetleri, kolluk kuvvetleri ve sosyal refah gibi önemli sektörler hâlâ gerideydi…
*
Kişi başına düşen GSYİH’nin değerlendirilmesi, bir ülkenin “gelişmiş” olup olmadığını belirlemenin birincil yoludur.
Bu noktada Çin, dünyanın en büyük ikinci GSYİH’sına sahiptir ama 1,4 milyar insanın bu serveti paylaşması gerekiyor!
Geçen yıl, Çin’in kişi başına düşen GSYİH’sı 8 bin 800 ABD dolarının biraz üzerindeydi ve dünya ortalaması 10 bin dolardan daha azdı.
Halbuki bir ülkenin gelişmiş bir ekonomi olarak kabul edilmesi için kişi başına düşen GSYİH’sı 12 bin 700 dolardan daha yüksek,
Son derece gelişmiş bir ulus olarak kabul edilmesi için 40 bin dolardan daha yüksek olmalıydı.
Bu gerçek ABD’nin başlattığı jeopolitik rekabette Çin’e karşı elinin çok güçlü olduğu anlamına geliyor.
*
Mesela müttefik Avrupa Birliği ülkeleri; esasen hepsi askeri yüzü NATO olan bir sivil yapıdır.
ABD birbirine denk olmayan bu iki yüzlü yapıda NATO’yu doğrudan, Avrupa Birliği ve üye ülkeleri ise dolaylı olarak yönetiyor.
Böylece Washington, Avrupa’daki farklı idarelere farklı yöntemler uyguluyor.
Sonuçta Avrupa Birliği’ndeki güçlü Alman, Fransız, İngiliz ekonomik ve mali çevreleri üzerinde güçlü baskı oluşuyor…
Ve ABD, Avrupa üzerindeki etkisini mütemadiyen muhafaza ediyor…
*
Şimdi Çin’de, Rusya’da ve Avrupa Birliği ülkelerinde ekonomi yavaşlamaktadır.
Bu yüzden Çinli, Rus ve Avrupalı karar alıcıların, ABD’yle kavga etmekten ziyade ABD ile jeopolitik rekabeti arttırmaları gerekiyor.
Bu ülkeler kritik endüstrilerde ekonomik kalkınmalarını ve baskınlıklarını arttırmaları için bulut bilişim, yapay zeka, robotik bilimler, 5G iletişim ve benzeri sektörlerde üstünlük sağlamalıdırlar…
*
24 Haziran’da seçime giden Türkiye’de ise AKP iktidarı;
Bir yanda, kutsallaştırdığı fikirler ve metinler üzerinden İslamcı İdeoloji”siyle hem “İslam Dini’ne” hem Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Ulusu’na hem de jeopolitik rekabette dünyaya meydan okuyor.
Bir yandan Kamu Harcamalarını arttırmak: Bazı kesimlerin vergi oranları düşürmek: Kredi Garanti Fonu desteği ile kredilerin desteklemek: Taşeron işçileri devlet kadrolarına almak: İstihdama devlet desteği vermek gibi yöntemlerle yani genişletici maliye politikası uygulayarak iç talebin artmasını ve ekonomik faaliyetin canlanmasını sağlıyor.
Para politikası da bu genişletici maliye politikasıyla uyumludur.
Enflasyonda hedefe göre iki kattan fazla sapma yaşanması bunun açık kanıtıdır.
Öte yanda ABD ve Avrupa’nın krizden çıkış yolunda ciddi gelişme kaydetmesi bu ekonomilerin ithalatında artışa yol açınca dış talepte de artış ortaya çıkmıştır.
Bütün bu gelişmeler Türkiye’nin büyümesini yukarıya itmiştir ama her zorlama gibi bunun da;
İşte Yüksek enflasyon: Değer kaybeden TL : Artan cari açık: Yükselen bütçe açığı: Artan dış borç stoku gibi sıkıntılı sonuçları yaşanıyor.
*
Halbuki Türkiye’nin bu rekabette geri kalmamak için sırasıyla faizleri, tasarrufları, yatırımları ve ekonomik büyümeyi sağlaması gerekirdi.
Ama faizler yükselince yatırım maliyetleri yükselecek ve yatırımcıların hevesi düşecekti.
Ama madem ki, tasarruflar yükseltilemiyor bu durumda iç talep arttırılarak üretimin ve yatırımların ivmelenmesi sağlanacak,
İç talebi artırabilmek için tüketim eğilimi yüksek olan kesimlere yani orta gelirin altında geliri olan kesimlere ilave harcama imkanı sunulacaktı.
Bunun için kamu harcamaları kısılacak ve geliri yüksek olanlardan biraz daha fazla vergi alıp geliri düşük olanların gelirini arttırılacaktı.
Ve mutlaka orta ve uzun vadede yapısal reformlar yapılarak Türkiye’nin işbu jeopolitik rekabetle başetmesi öngörülecekti.
*
Şimdi 24 Haziran seçimlerinin Türkiye ekonomisini iflas noktasına getiren sözde “Usta”yı tasfiye etmesi gerekiyor…
Çünkü Türkiye çok değerli bir ülkedir…
21. 6. 2018