“Nilgün Hanım! Ben görmezden gelmenin özrü ve bu kadar insanın tehcir sonu yaşamlarını kaybedip (belki) yüzlerce çocuk (Rakel-Hrant Dink gibi) öksüzler evinde büyüdüğü; bunun ağırlığını vicdanen taşıdığım için imzamı attım. Sade bunun için mi? Hayır. Şimdiki Türkiye’de yaşayanları öldürebilen (H. Dink), onlara ‘çek git!’ diyebilen ideolojiye karşı vicdanım elvermediği için imzamı attım. Ancak geçmişle yüzleşerek geleceğe kapılar açabiliriz. Türkiye’nin evet daha demokratik, daha uygar, insan haklarına saygılı bir ülke olabilmesi için imzaya açması gereken meseleleri var… Sevgiler. P.A.”
“Ermenilerden Özür Bildirisine” imzasıyla destek veren bir okur; bu konudaki yazılarım üzerine, bana böyle bir açıklama göndermek ihtiyacını hissetmiş.
Bildiriye böyle “halisane niyetlerle” imza atan çok sayıda “sıradan destekçinin” bulunduğundan kuşkum yok…. Bu mektubu bu nedenle başa aldım.
Kampanyayı böyle tamamıyla “bir iyi niyet göstergesi” olarak algılayan “sade”, “sıradan yurttaşlar”; bu büyük sorunla yüzleşmek yerine yıllardır başını kuma gömen devlet politikaları; sapla samanı karıştıran kavram kargaşaları, Hrant Dink travması, bu travmanın yol açtığı vicdan yarası, acı ve duygusallık, “sağırlar diyaloğuna” dönüşen keskin kutuplaşmalar sarmalında; “değişim” ve “açılımı” iteklemek dürtüsüyle, bir “karşıt duruş” ifadesi olarak böyle bir bildiriye imza atmış olabilirler.
Böylesi bir konjonktürde kafaların karışması normaldir. Sade yurttaşa söyleyecek bir sözüm yok.
Ama “fikir önderliği” yapmasını beklediğimiz aydınlardan; bu “özür davasının” nereden çıktığını, neyin nesi olduğunu açıklamalarını beklemek hakkımız…
Ağrı eteklerinde ‘duygu fırtınası’
Bazıları “neyin imzasını” verdiklerini açıklamaya çalışıyor şimdi. Ama henüz “net” ve “tutarlı” bir duruşla karşılaşmadım.
En son Hasan Cemal yazmış:
“Ben de imzaladım ‘Bildiri’yi” diyor: “Tepkileri geçiyorum. Yanıtlamak içimden gelmiyor. Büyük çoğunluğu acıklı… Tabuları, resmi ezberleri, devlet klişelerini sorgulamak da, sorgulayarak düşünmek de zordur… Gerçekler acıdır!”
“Tepkilere yanıt vermek” Hasan Cemal’in “içinden gelmemiş!”.
Kibre bakın?
Yazarın tabiriyle “geçelim”…
Bu girizgâh altına Cemal, eylül başı Erivan’da soykırım anıtına yaptığı ziyareti anlatan bir eski yazısını eklemiş: İmzasının “ipuçlarını”(!), bu yazıda bulabilirmişiz. “Elle uzanılsa tutup yakalanılabilecek, sisler arasında; kendini bir gösteren, bir kaybolan Ağrı Dağı’nın karlar altındaki soylu, zarif zirvesine karşı” Hasan “bir duygu fırtınası” yaşıyor; Dink’in anısıyla baş başa onun söylemlerini hatırlıyor, anıta onun için “karanfiller” bırakıyor ve şu saptamayı yapıyor:
“Acıları parantezlere almak ille kategorize etmek şart mı? Elbette önemsiz değil bu. Ama ille de gerektiğini sanmıyorum.”
‘Kategorizasyon önemli değilmiş!’
Tartışma tam da bu, TC’ye dayatılan bu korkunç “kategorizasyon” üzerine değil mi? “Soykırım yaptın ya da yapmadın?”
Böyle bir kategorizasyona gitmek “illa şart değilmiş”!
Adına ne denirse densin; “zorunlu göç”, “tehcir”, “katliam”, “soykırım”…
İmza verdiği bildiriye “açıklama vezninde” eklediği bu yazıyla Cemal; “Ermeni halkına geçmişte verdiğimiz acılar yüzünden”, -her durumda- “özür borcumuz var” demeye getiriyor…
Sıradan destekçileri anlarım da; “kanaat önderi” kişilerin; konuya “acıları kategorize eden sözcükler önemli değil” lagarlığıyla yaklaşmasını anlayabilmem mümkün değil.
“Soykırım” insanlık suçlarının en ağırı. Yalnız geçmiş kuşakları değil, gelecek kuşakları bağlıyor. Bir kez üstünüze yapıştı mı, kurtulamıyorsunuz. Başlı başına bu suçu düzenleyen bir hukuk, o hukukun kaçınılmaz sonuçları var. Ağrı eteklerindeki “bir duygu fırtınasıyla”; “Canım efendim bu kategorizasyonların ne önemi var?”, “Öyle ya da böyle ne fark eder?”, “Hayat bayram olsun, insanlar el ele tutuşsun” romantikliğiyle dalış yapılacak bir konu değil bu…
Vahşi, faşist bir cinayete kurban giden Hrant Dink’le “empati kurmak” farklı; tüm TC vatandaşlarının kaderini içeren “kolektif bir soykırım suçunu kabullenmek” ve bir “toplu sorumluluk” adına “özür dilemeye” girişmek çok farklı şeyler…
Fırsat bulduğumda devam edeceğim.
nilgun@cumhuriyet.com.tr
Bir yanıt yazın