Başbakan Erdoğan büyük infial yaratan Suriye’deki kimyasal silah saldırısıyla ilgili Ülke Tv’de,” BM yaşanan birçok olaya sessiz kalıyor.BM Güvenlik Konseyi’nin adil bir çizgiye getirilmesi gerekir. Reforme edilmesine yönelik başlattığım bir kampanya var.Dün sabahtan itibaren bir çok ülkenin liderini aradım, aramaya devam ediyorum. BM’nin 196 üyesi var. Bu üyelerin kahir ekseriyetinin bir direniş ortaya koyması lazım. Hatta daha da ileri gidilebilir diğer ülkeler çekilebiliriz diyebilir. Bu Güvenlik Konseyini reforme edebilir. Gerçekten dünya 5’ten büyük diyorsak o zaman da diğer ülkeler ortaya gelmek suretiyle kendi Birleşmiş Milletlerini kurar” diyor.
*
Bay Erdoğan, ABD’nin verdiği destekle,Türkiye’de -bir yanda, Kemalist bir esas olan ve nihai amacı dini bireyselleştirmek ve kamusal hayatta görünürlüğünü sınırlamak anlamında lâikliği-diğer yanda, merkez sağ partilerin sahip çıktığı devletin çeşitli dinlere karşı tarafsızlığı ve dinin kamusal alanda görünürlüğüne izin veren lâikliği reddeden kişidir.
Eğitildiği “La şarkıyye la garbiyye illa İslamiyye illa İslamiyye’ felsefesiyle Türkiye’yi Müslüman Ortadoğu’nun bir parçası olarak algılıyor.
İslamiyet’in sadece bir din değil topyekün bir hayat tarzı olduğu,onun emirlerinin ancak mutlakiyetçilikle uygulanabileceği algısı ve Müslüman dünyasında lider olmak hırsıyla -üstelik, dinden demokrasi çıkarmanın şarlatanlık kabul edildiği bu zamanda bugünlere kadar gelebilmiştir…
*
Bugün- bu yılın başlarından beri BM Güvenlik Konseyinin 5 ülkesi farklı görüşlerine rağmen, İsrail-Filistin arasında yeni bir barış planını merkezleyip, çevresinde iç savaşı komşu ülkelere ya da dünyaya yayılma potansiyeliyle tek başına küresel dengeye tehdit oluşturan Suriye sorununu çözmek, bölgeyi cihadçı radikal örgütlerden temizlemek ve müzakerelerle İran’ın nükleer gelişmesinde ortak bir çözüm sağlayarak Ortadoğu’da barışı gerçekleştirmek düşüncesindedir.
*
Kimi diğer sorunların da çözülmesi ardından Ortadoğu’da barışın gerçekleşmesi halinde meşruiyeti ve güvenilirlik sorunu ile tartışılan BM Güvenlik Konseyinin, ulusal çıkarları için ayrıcalıklı pozisyonlarını dünya siyasetinin belirleyicisi yapan mevcut statükonun, uluslararası hukukun üstünlüğünün küresel sistem ağlarına yeniden yansıması,
Ardından dünyayı düzenleyen IMF,Dünya Bankası,Dünya Ticaret Örgütü,NATO ve AB gibi gerek ekonomik gerek siyasi kuruluşlarla küresel güvenlik,istikrar ve gelişmenin sağlanması öngörülüyor…
*
11 yıllık iktidarında hırsı ve algısı balon yapmış Erdoğan’ın BM Güvenlik Konseyindeki mevcut statüden rahatsızlığı ise Suriye Dostları Grubunun Esad’ı reddetmeleriyle sonuç vermeyen 1.Cenevre Konferansıyla gelişti.
Sonraki Kahire, Paris toplantılarında ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton,”Esad rejimini desteklediği için Rusya ve Çin bedel ödemelidir” ifadesiyle toplantıya katılan ülkelerden Rusya ve Çin’in Suriye’ye desteklerini kesmeleri için baskı yapmaları talebine,
Türkiye iktidarı,”Artık Suriye rejimine destek olan rejimleri de izole etmeliyiz” ifadesiyle katılmış ve Türkiye’nin Suriye’ye giden Rus uçaklarını kontrol etmeden geçirmeyeceğini açıklaması üzerinden BM Güvenlik Konseyinin mevcut statüsüne tavır alınmıştır.
*
Rusya’nın tepkisi ağır olmuştur,Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Lukaşeviç Paris toplantısının,”tek taraflı,siyasi açıdan yanlış ve ahlâksız” olduğunu açıklarken, bunun sonucunda Suriye’de kan akmasının ve yeni acılar yaşanmasının mukadder olduğunu bildirmiş,
Doğrusunu da, Cenevre kararları yönünde muhalefetin birleştirilmesi, hükümet ile diyalogun geliştirilmesi ardından siyasi sürecin sadece Suriyelilerin egemenlikleri,bağımsızlıkları,ulusal birlikleri ve toprak bütünlükleri bağlamında kendi geleceklerini belirlemeleri olduğunu savunmuştur.
*
Çünkü Rusya ve Çin’e göre sorunun esası Batı’nın bütün gelişmelere “dost-düşman” ya da “kimin müşterisi”düşüncesinden geliştirdiği kapitalist ahlâk’tır.
Gerçekten,ABD buyruğundaki küresel sermayenin dünyanın her yerindeki dağılımında bireyden ülkelere karşılıklı bağımlılıklar oluşturuluyor,karşılıklı bağımlılık küresel ekonominin ortaklaşa denetimiyle ekonomik güvenlik,istikrar ve büyümeyi sağlıyor -bu işbirliği, gerektiğinde uyarıcı siyasi,ekonomik paketlerle ya da hukukun dahi aşılmasıyla sağlanıyor…
Rusya ve Çin bu işleyişe,”Tek egemenliğin,tek efendinin olduğu bir dünyanın,tek kutuplu dünyanın kabul edilemezliği yanısıra modern uygarlık için ahlâkî bir temel olmadığı” düşüncesiyle muhaliftir.
Bu noktada Türkiye iktidarı ise,”Yeni,gerçek ve herkesi kapsayan bir küresel düzene ihtiyaç var”diyordu…
*
BM’ye üye ülkeler,12 Mayıs 1965’te Atina’da,BM Kuruluş Anlaşmasında yer alan temel insan haklarına ve insanların onur ve değerlerine saygı duyulması kuralı gereğince,Haklar’ın yanı sıra insanların yalnızca fiziksel ve maddi gereksinimlerini değil aynı zamanda entellektüel,ahlaki ve sosyal gereksinimleri de olduğu ve ancak söz konusu gereksinimler karşılandığı taktirde haklarından gerçek anlamda yararlanabileceklerinden hareketle, Atina Yasası’nı ya da Uluslararası Ahlâk Yasasını kabul etmişti.
*
Bu çerçevede bütün ülkeler insanların,”İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi”nde belirtilen geri alınamaz haklarından tümüyle yararlanmalarını sağlayan ahlaki ve kültürel koşulları oluşturmaya katkıda bulunmak,
İnsan onuruna saygı göstermek ve korumak, her bireyin kendi adına karar verme hakkına sahip olduğunu kabul etmek,
Ahlak dışı, dürüst olmayan ya da insan onuru ve dürüstlüğüne zarar verebilecek herhangi bir etkinlik ya da taahhüte katılmamak,
Gerçek anlamda diyalog kurmak için gereken ahlaki, psikolojik ve entelektüel koşulları oluşturmak benzeri amaçlarda ortaklaşması gerekiyor.
*
Halbuki Bugün -bir yanda, farklı entellektüel gelenekler,siyasal ve tarihsel durum,toplumsal gelişmeler ve koşulları,küresel sermayenin karşısında insanın ihtiyaçları ve sorunlarına bir biçimde ilişiklenmiş Marksist materyalist teoriden gelişen ahlâkın -öte yanda, yüzyıllardan gelen analitik felsefe ve pragmatizme dayanan kapitalist ahlâkın öngördüğü toplum bilim ve devlet teorileri çatışıyor.
*
Bu noktada ABD, Rusya ve Çin’in çatışması -eğer,materyalizm kapitalizmin aksine herkesin dikkat ettiği genel değerlerin bulunduğu ahlaklı bir toplum olacaksa,Marksist ahlak bilim bir taraftan burjuva ahlak biliminin kazanımlarını kabul ederken,diğer taraftan bunu köklü bir eleştiriye tabi tutarak açmazlarını göstermeye çalıştığı noktadan çıkıyor.
Bu Rusya ve Çin’in kapitalist toplumculuğa karşı,”İnsanlığın Kurtuluşu”nu gösteren olmazsa olmaz ahlâk olarak kabul ediliyor, dinler ve öğretileri bu tartışmanın konusu bile olmuyor.
*
İşte,BM Güvenlik Konseyinin 5 ülkesi – işbu, farklı görüşlerine rağmen, Ortadoğu’da barış koşullarını geliştiriyor.
“Yeni,gerçek ve herkesi kapsayan bir küresel düzene ihtiyaç var” diyen Türkiye iktidarının Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’a gelince;
O, ABD’den bir zaman aldığı yetkiyle Türkiye’nin akıl ve bilimin düşünsel türevi lâik temele dayandırılan halklar ya da ulus özdeşliği ile uygarlık hedefini,
Sonra o sınırsız uygarlık çizgisinde halkların millete ve insanlığa adanmış vicdan ve düşünce özgürlüklerinde ve dileyenin hamd etmesini de amaçlayan özgür insanlar yetiştirmeyi uygarlık kabul eden devlet rejimini ve işleyiş sistematiğini dönüştürmenin,
Üstelik bu dönüştürmeyi Ortadoğu’nun Arap İslam ülkeleri rejimlerine musallat olarak sağlamak isteyişindeki kapitalist ahlakın değnekçiliğini yapmakla suçlanıyor.
Bu suç İslami radikalizmi üretiyor -işte,o hâlâ dünyayı islamcılıkla bölmekle tehdit ediyor…
*
İlk yanıt Çin’in yeni BM Daimi Temsilcisindendir, “Çin’in BM’nin dünya ülkelerinin küresel meydan okumalara karşı çıkması, karşılıklı yarar ve ortak kazancı gerçekleştirmesi, uzun vadeli barış ve ortak refah içinde uyumlu bir dünya oluşturması için önemli bir platform olduğunu desteklediğini” söylüyor.
25.8.2013