14 yıllık AKP iktidarı, 15 Temmuz FETÖ Darbesinden sonra yeni bir döneme girdi. “Yeni Osmanlıcılık” hedefine kilitlendi…
Yok etmeye çalıştıkları Cumhuriyet dönemini bütünüyle bitirmek, köküne kibrit suyu dökmek amacıyla kollarını sıvadı… Çabalarını artırdı…
Zaten FETÖ çetesi ile AKP’nin de amaçları birdi aslında: Türkiye Cumhuriyetini ve 1923 Devriminin kazanımlarını tasfiye etmek, yeni bir Osmanlı yapılanması ile “Federatif şeriatçı bir cumhuriyet” kurmaktı…
Cumhurbaşkanı, o kalkışmanın arkasından şu konuşmayı yapmıştı: “Dün söyledim, Rabbimden af diliyorum, milletimden özür diliyorum, Çünkü burada hata yapmışız…”
“15 Temmuz bu milleti vatansız, devletsiz, bayraksız bırakma girişimiydi.”
Bir başka konuşmasında da “FETÖ ile menzilimiz aynı olduğu için onları destekledik, bu yüzden yanıldık” demişti… Böylece menzillerinin (erişim, varılmak istenen yer) aynı olduğunu burada itiraf etmişti…
Oysa FETÖ’nün “Milletimizi, vatansız, devletsiz, bayraksız bırakma girişimi”ne karşılık, cumhuriyetin temellerine yeniden dönmek için bir fırsat doğmuştu… Nitekim bu kalkışmanın etkisi altında kalan RTE bir süre Lozan’ı, onun komutanlarını öven konuşmalar yapmış, AKP parti binasının duvarına ve Yenikapı mitingine kalpaklı Mustafa Kemal resimleri asmıştı.
Lozan’ın 93. Yılı dolayısı ile yayınladığı mesajda şunları söylüyordu:
“Bugün, Cumhuriyetimizin kurucu belgesi olan Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanmasının 93. yıldönümüdür.
Aziz milletimizin inanç, cesaret ve fedakârlıkla elde ettiği zafer, Lozan Antlaşması ile diplomasi ve uluslararası hukuk alanına taşınarak tescil edilmiştir.
Bu anlaşma, yeni kurulan devletimizin tapusu niteliğindedir.”
Daha sonra, çok değil, üç ay sonra bu söylemi değiştirdi… Çünkü onu iktidara getiren, iktidarda kalmasını sağlayan taban ve tarikatlar bu söylemden rahatsız olmuşlardı… Zaten Cumhurbaşkanının daha önce belirlediği hedeflere giden yola, bu övgüler uymuyordu…
Bu yüzden RTE ile birlikte AKP’nin önde gelen devlet adamları ve politikacıları Atatürk’e, İnönü’ye, Misakı Milliye’ye, Lozan’a cepheden saldırmaya başladılar… Abdülhamitleri, Vahdettinleri, Şeyh Saitleri göklere çıkardılar…
Oysa Ege adaları, toprak kaybetmeler, Sevr Antlaşmaları, ihanet belgeleri bu padişahlar zamanında imzalanmış, yaşama geçirilmişti…
Ve 1683 Viyana kuşatmasından sonra durmadan yenilgiye uğrayan ve Sevr Antlaşması ile vatanını da elden çıkaran Osmanlı padişahları dünya karşısında aciz, zavallı bir duruma düşmüşlerdi. Lozan antlaşması ile Sevr’i yırtıp tarihin çöplüğüne atan Mustafa Kemal ve onun silah arkadaşları yurdumuzu ve Türklerin onurunu kurtarmıştı…
Tüm dünyanın kabul ettiği bu gerçekler karşısında TBMM Başkanı İsmail Kahraman, “Doğumunun 174. Yılında Sultan II. Abdülhamid ve Dönemi” Uluslararası Sempozyumu’nun açılışında II. Abdülhamid’e övgüler dizdi… Şunları söyledi: “Onun uyguladığı siyaset Osmanlı Devleti’nin yıkımını geciktirdi, ittifak halindeki haçlı zihniyetinin Osmanlı Devleti üzerindeki emellerine ulaşmasını erteledi. Hal edilmeseydi, güçlü bir devlet olarak tarih sahnesinde yerimizi devam ettirecek, Meriç Irmağı ile Ağrı Dağı arasında sıkışmış olmayacaktık.”
Sanki onun öve öve yere göğe sığdıramadığı Osmanlı Hanedanı değil de Sevr Antlaşmasını Atatürk imzalamıştı…
Sanki 1683’ten sonra 240 yıl boyunca toprak kaybedip, vatanı küçülten, ülkeyi “Yedi Düvel”e peşkeş çeken Atatürk’tü…
Aslında Ege adalarını veren Abdülhamit, Sevr Antlaşmasını imzalayan da Vahdettin’di… Bu gerçeği ne Fesli tarihçi değiştirebilir, ne de Millet Meclisi Başkanı…
İktidara gelmezden önce ve iktidarın ilk yıllarında Cumhuriyete, Kurtuluş Savaşına ve onun önderlerine tek kötü söz söylemeye cesaret edemeyen AKP, son zamanlarda İnönülere, Atatürklere, Misakı Millilere, Lozanlara cepheden saldırıya geçti… Abdülhamitler, Vahdettinler ön plana çıktı.
Bunun iki nedeni var: Birincisi adam gibi bir muhalefetin olmayışı, ikincisi Atatürk Cumhuriyetine son darbeyi vurma hazırlıklarının başlaması…
Şu bir gerçek ki Cumhuriyet döneminin yıkılıp, yerine İslam devletinin kurulabilmesi için önce Ulus, Ulusalcılık, tam bağımsızlık, Atatürk, vatandaşlık kavramlarına saldırmak gerekir… Ancak bu kavramların içi oyulup posası kalırsa “Ümmetçilik, şeriatçılık, kulluk anlayışını halkımıza benimsetebilirler…
Saltanatın, hilafetin yeniden ülkemize gelmesi, din sömürüsünün devamı buna bağlıdır…
Yoksa geçmişte kimlerin toprak kaybını gerçekleştirdiğini, kimlerin kaybedilen toprakları Lozan’la geri aldığını onlar senden benden iyi bilirler… Ama baskıcı, dinci bir düzeni, başkanlık sistemini muhtarların kabul edebilmesi için, bu safsatalara inandırılması gerekir…
Zaten genellikle kitap okumadıkları için, izdivaç programları takip edip, diziler izledikleri için yandaş basın da gerçekleri onlara anlatmadığı için, onların inanmaları da çok kolay olmaktadır…
İşin özeti şudur:
AKP OHAL ile büyük bir fırsat yakalamış, 15 Temmuz Darbesini fırsata çevirmiştir… O şimdi “Son mıntıka temizliğini” yapmak için uğraşmaktadır. Bahçeli gibi yandaşları da yanına, terkisine aldığından eli hayli güçlenmiştir…
Keyfiliğin, baskının, her çeşit sömürünün hâkim olduğu bir düzen kurmak üzere son sürat yol almaktadır…
Ama şunu açıklıkla söyleyelim: Bu millet çok Führer, çok Duce, Türk donanmasını darbe yapacak korkusuyla savaştırmayıp, 20 yıl Haliç’e hapseden çok kızıl Sultan gördü… Tümünün de üstesinden gelmesini bildi.
Bundan sonra da asla Tek Adam Diktasına izin vermeyecektir…