GİRDAP

ABD, bilhassa Ortadoğu’nun geniş bir alanında egemenliğini dayatmayı hedefleyen askeri saldırganlıktadır.
Suriye ve Irak’ta ABD ile Rusya bazı noktalarda uzlaşabilirken,Türkiye’nin üçüncü güç olarak araya girmesi güçler arasındaki çelişkileri derinleştirmiştir.
Diğer bir askeri saldırganlık Yemen’de sürüyor ve ABD Donanması’nın Kızıldeniz kıyısındaki hedeflere Tomahawk güdümlü füze saldırılarıyla bir tırmanma potansiyeli gösteriyor.
 
*
Yemen; Aden Körfezini ve körfezin Kızıldeniz’e açılan Mendeb Boğazını,
Öte yandan  Hint Okyanusunun Afrika’ya uzanan şeridinde Afrika ile Asya’ya, Kızıldeniz’den Avrupa’ya deniz yollarını kontrol ediyor.
2015’te boğazdan küresel deniz ticaretinin yüzde 40’ı, çoğu Çin’e giden günde yaklaşık 4,7 milyon varil petrol sevki edilmiştir.
ABD bu dar deniz yolu üzerinde denetimini geliştirmeyi, donanmasının bu stratejik geçiş yolunda her iki yöne hareket etmesini ve rakiplerini erişimden mahrum bırakma becerisine sahip olmayı güvence altına almanın peşindedir…
 
*
Amaç günlük olarak milyonlarca varil petrolün Mendeb boğazından geçişinde etkin olmak isteği olunca; bu dar deniz yolu bir kıyamet senaryosuyla da besleniyor.
Olası bir saldırıda Mendep Boğazı ve Süveyş Kanalı stratejik önemini kaybedecek ve milyarlarca dolar değerinde tonlarca petrol denize dökülürken, koca deniz alev alev yanabilecektir! 
Bu senaryo bir İran’ın stratejisi olarak algılanıyor ve bölge güvenlik açısından çok riskli bir kategoride addediliyor… 
Halbuki Aden Körfezi’nde ve Somali açıklarında savaş gemilerinin sivil gemilere eşlik etmesine izin veren BM Güvenlik Konseyi kararına uygun olarak İran filosu da uzun zamandır bölgede sivil gemilere güvenlik desteği sağlıyor.
Ama bir İran savaş gemisi güvenlik görevindeyken, her defasında ABD’ye ait bir yük gemisi bu denizlerde kendini tehlike altında hissediyor.
 
*
Çünkü Yemen’in kuzey ve kuzeydoğusunda İran’dan ekonomik ve askeri destek alan Şii Zeydiler ve operasyonel gücü Husiler yaşıyor.
Yemen’de Zeydilere destek veren İran ile Sünnilerin kontrolündeki merkezi hükümetin destekçisi ve arka planda Güney Yemen bağımsızlık hareketi ile teması olan Suudi Arabistan arasında bir vekâlet savaşı yürüyor…
 
*
Nitekim, halihazırda devriye gezen üç parçalık ABD filosundan USS Mason adlı gemiye yapılan füze saldırısının ardından,
Yemen’e karşı yapılan saldırı ile ilgili ABD Savunma Bakanlığı “Bu operasyon önemli deniz geçiş yolundaki personelin, gemilerin ve denizcilik özgürlüğünün korunması için yürütülen bir özsavunmadır” açıklaması yapıyor.
Yemen’de başkent Sana’yı ve orduyu kontrol eden Husi muhalif hareketi ise ABD savaş gemilerini hedef aldıklarını reddediyor,
USS Mason gemisine güdümlü füze saldırısını bir saldırganlık eylemi olarak kınıyor…
Doğrusu Yemen’de, ABD savaş gemilerine saldırma güdüsüne sahip başka aktörler de söz konusudur.
Mesela, Mart 2015’ten beri Yemen’e karşı bombardıman harekatı yürüten ve o zamandan beri ölen binlerce Yemenlinin büyük kısmından sorumlu Suudi Arabistan…
Suudi Arabistan’ın adının anılması Yemen’de süren savaşın derinliği ve çapının büyüklüğünü göstermeye yetiyor…
 
*
1980’de BM Genel Kurulu, İsrail’i nükleer bomba üretmekten vazgeçirmek ve Ortadoğu’nun silahlanma yarışına girmesini önlemeye yönelik bir karar çıkarmıştır.
İran, Cumhurbaşkanı M.Ahmedinejad iktidarında ABD, Rusya, Fransa, Çin ve Japonya’nın yaptığı gibi parçalanmayla değil ama füzyon yoluyla elektrik üretim yöntemine ilişkin bir araştırma programı başlatınca da,
Güvenlik Konseyi, İsrail’in yürüttüğü bir kampanyanın ardından İran’ı ekonomik ve mali olarak tamamen tecrit edilmesini hedefleyen yaptırım kararları alıyor…
 
*
2013’te İran, üzerindeki yaptırımları gevşetmek için ABD ile gizli görüşmelerde bulunuyor.
2005’te terk ettiği müzakerelere yeniden dönüyor ve ABD’nin uranyumu zenginleştirme yasağı gibi şartlarını kabul ederek füzyon araştırmalarına son veriyor.
Ne ki, ağır yaptırımların iptaliyle İran’ın kendi doğal kaynaklarını kullanacağı, ekonomik olarak ayağa kalkacağı düşünülüyor.
İran’ın etki gücünün artmasıyla birlikte dünya politikasına ekleneceği, bu suretle Ortadoğu’da  istikrarın oluşacağını ama Ortadoğu’daki gücün de Suudi Arabistan ve İran arasında dağıtılması öngörülüyor.
 
*
2013’te bir diğer gelişme Suudi Arabistan’ın, Körfez İşbirliği Konseyi üyeleri ve Sünni İslam devletlerini bir araya getiren gizli düzenlediği zirvedir.
BM Genel Sekreteri temsilcilerinin de katılımıyla gerçekleştirilen zirveye, İsrail Cumhurbaşkanı Ş.Peres görüntülü konferans yoluyla katılmış,
Hep birlikte Ortadoğu’daki asıl tehlikenin İsrail’in sahip olduğu değil ama İran’ın sahip olabileceği nükleer bomba olacağı sonucuna varılmıştır.
Zirve Suudi Arabistan’ın bu konuda yeni girişimlerde bulunacağı güvencesiyle sona ermiştir.
 
*
Yeni girişim; Suudi Arabistan ve İsrail askeri işbirliğidir.
İsrail’in Gazze’ye  cezalandırmak üzere düzenlediği  “Dökme Kurşun Operasyonu” ile yürürlüğe giriyor.
2015’te, 5+1 mutabakatı sürerken Suudi Arabistan, eğer uluslararası toplum İran’ı nükleer programına son vermeye ikna edemezse silahlanma yarışına girişeceğini açıklıyor.
1 Nisan 2015’te Şarm el-Şeyh Zirvesinde, Suudi Arabistan ve İsrail mutabakatı çerçevesinde Arap Birliği; Ortak Arap Gücü oluşturulması ilkesini kabul ediyor.
İsrail komutası altında Mısır, BAE, Ürdün, Fas ve Sudan ile Ortak Arap Gücü kuruluyor.
Kısa süre sonra, Yemen Cumhurbaşkanı H. Mansur, Husilerin son zamanda birçok noktada ilerlemeleri karşısında Ortak Arap Gücü’nü müdahaleye çağırıyor.
Aslında Suudi Arabistan ülkesinin güneyinde ve Yemen’in kuzeydoğusunda Rubülhali Çölündeki petrol sahalarının işletilmesi hedefleyen,” Kararlı Fırtına” harekâtı başlatılıyor.
Mayıs 2015’te, Ortak Arap Gücü bir yeraltı sığınağını hedefleyerek Suudi Arabistan’ın İsrail’den aldığı bir taktik atom bombası olan Nötron bombasını Yemen’de kullanıyor…
 
*
Son füze saldırıları Sana’daki Husi önderliğindeki hükümetle bağlantılı hedeflere yönelik ilk doğrudan ABD saldırısına işaret etse de,
ABD Savunma Bakanlığı’nın Suudi Arabistan’a savaş uçaklarının havadan ikmal dahil lojistik ve istihbarat desteği sağladığı,
Dahası Başkan Obama’nın görevi boyunca Suudi krallığına 115 milyar dolarlık silah akıttığı biliniyor.
Suudi Arabistan ABD/İsrail politikaları çerçevesinde hareket ederken, “Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşmasını” ihlal etmekte sakınca görmemiştir.
İran’ın bölgenin jandarması rolünü oynayamayacağından yana “Nükleerleşmiş  Ortadoğu”nun temelini atmıştır.
Husilere atfedilen bir füze saldırısının da ABD’yi savaşa daha doğrudan çekmeye hizmet edeceği açıkça görülüyor…
.
*
Bugün Yemen’de insani ve tıbbi yardımların halka dağıtılması için 72 saatlik bir ateşkes süreci yaşanıyor.
İran Donanması’na ait 40 gemi Yemen karasularında seyrediyor. 
Suudi destekli Cumhurbaşkanı M.Hadi hükümeti, Ortak Arap Gücünden Yemen deniz sahasını ihlal eden İran gemilerine karşı harekete geçmesini istiyor.
 
*
ABD’nin Suriye, Irak ve Yemen’deki pervasız eylemleri, büyük güçleri doğrudan çatışma içine çekme tehdidi oluşturan büyük bir savaş girdabı yaratıyor…
 
22.10.2010 
ABD, bilhassa Ortadoğu'nun geniş bir alanında egemenliğini dayatmayı hedefleyen askeri saldırganlıktadır.
Suriye ve Irak'ta ABD ile Rusya bazı noktalarda uzlaşabilirken,Türkiye'nin üçüncü güç olarak araya girmesi güçler arasındaki çelişkileri derinleştirmiştir.
Diğer bir askeri saldırganlık Yemen'de sürüyor ve ABD Donanması'nın Kızıldeniz kıyısındaki hedeflere Tomahawk güdümlü füze saldırılarıyla bir tırmanma potansiyeli gösteriyor.
 
*
Yemen; Aden Körfezini ve körfezin Kızıldeniz'e açılan Mendeb Boğazını,
Öte yandan  Hint Okyanusunun Afrika'ya uzanan şeridinde Afrika ile Asya'ya, Kızıldeniz'den Avrupa'ya deniz yollarını kontrol ediyor.
2015'te boğazdan küresel deniz ticaretinin yüzde 40'ı, çoğu Çin'e giden günde yaklaşık 4,7 milyon varil petrol sevki edilmiştir.
ABD bu dar deniz yolu üzerinde denetimini geliştirmeyi, donanmasının bu stratejik geçiş yolunda her iki yöne hareket etmesini ve rakiplerini erişimden mahrum bırakma becerisine sahip olmayı güvence altına almanın peşindedir...
 
*
Amaç günlük olarak milyonlarca varil petrolün Mendeb boğazından geçişinde etkin olmak isteği olunca; bu dar deniz yolu bir kıyamet senaryosuyla da besleniyor.
Olası bir saldırıda Mendep Boğazı ve Süveyş Kanalı stratejik önemini kaybedecek ve milyarlarca dolar değerinde tonlarca petrol denize dökülürken, koca deniz alev alev yanabilecektir! 
Bu senaryo bir İran'ın stratejisi olarak algılanıyor ve bölge güvenlik açısından çok riskli bir kategoride addediliyor... 
Halbuki Aden Körfezi'nde ve Somali açıklarında savaş gemilerinin sivil gemilere eşlik etmesine izin veren BM Güvenlik Konseyi kararına uygun olarak İran filosu da uzun zamandır bölgede sivil gemilere güvenlik desteği sağlıyor.
Ama bir İran savaş gemisi güvenlik görevindeyken, her defasında ABD'ye ait bir yük gemisi bu denizlerde kendini tehlike altında hissediyor.
 
*
Çünkü Yemen'in kuzey ve kuzeydoğusunda İran'dan ekonomik ve askeri destek alan Şii Zeydiler ve operasyonel gücü Husiler yaşıyor.
Yemen'de Zeydilere destek veren İran ile Sünnilerin kontrolündeki merkezi hükümetin destekçisi ve arka planda Güney Yemen bağımsızlık hareketi ile teması olan Suudi Arabistan arasında bir vekâlet savaşı yürüyor...
 
*
Nitekim, halihazırda devriye gezen üç parçalık ABD filosundan USS Mason adlı gemiye yapılan füze saldırısının ardından,
Yemen'e karşı yapılan saldırı ile ilgili ABD Savunma Bakanlığı "Bu operasyon önemli deniz geçiş yolundaki personelin, gemilerin ve denizcilik özgürlüğünün korunması için yürütülen bir özsavunmadır" açıklaması yapıyor.
Yemen'de başkent Sana'yı ve orduyu kontrol eden Husi muhalif hareketi ise ABD savaş gemilerini hedef aldıklarını reddediyor,
USS Mason gemisine güdümlü füze saldırısını bir saldırganlık eylemi olarak kınıyor...
Doğrusu Yemen'de, ABD savaş gemilerine saldırma güdüsüne sahip başka aktörler de söz konusudur.
Mesela, Mart 2015'ten beri Yemen'e karşı bombardıman harekatı yürüten ve o zamandan beri ölen binlerce Yemenlinin büyük kısmından sorumlu Suudi Arabistan...
Suudi Arabistan'ın adının anılması Yemen'de süren savaşın derinliği ve çapının büyüklüğünü göstermeye yetiyor...
 
*
1980'de BM Genel Kurulu, İsrail'i nükleer bomba üretmekten vazgeçirmek ve Ortadoğu'nun silahlanma yarışına girmesini önlemeye yönelik bir karar çıkarmıştır.
İran, Cumhurbaşkanı M.Ahmedinejad iktidarında ABD, Rusya, Fransa, Çin ve Japonya'nın yaptığı gibi parçalanmayla değil ama füzyon yoluyla elektrik üretim yöntemine ilişkin bir araştırma programı başlatınca da,
Güvenlik Konseyi, İsrail'in yürüttüğü bir kampanyanın ardından İran'ı ekonomik ve mali olarak tamamen tecrit edilmesini hedefleyen yaptırım kararları alıyor...
 
*
2013'te İran, üzerindeki yaptırımları gevşetmek için ABD ile gizli görüşmelerde bulunuyor.
2005'te terk ettiği müzakerelere yeniden dönüyor ve ABD'nin uranyumu zenginleştirme yasağı gibi şartlarını kabul ederek füzyon araştırmalarına son veriyor.
Ne ki, ağır yaptırımların iptaliyle İran'ın kendi doğal kaynaklarını kullanacağı, ekonomik olarak ayağa kalkacağı düşünülüyor.
İran'ın etki gücünün artmasıyla birlikte dünya politikasına ekleneceği, bu suretle Ortadoğu'da  istikrarın oluşacağını ama Ortadoğu'daki gücün de Suudi Arabistan ve İran arasında dağıtılması öngörülüyor.
 
*
2013'te bir diğer gelişme Suudi Arabistan'ın, Körfez İşbirliği Konseyi üyeleri ve Sünni İslam devletlerini bir araya getiren gizli düzenlediği zirvedir.
BM Genel Sekreteri temsilcilerinin de katılımıyla gerçekleştirilen zirveye, İsrail Cumhurbaşkanı Ş.Peres görüntülü konferans yoluyla katılmış,
Hep birlikte Ortadoğu'daki asıl tehlikenin İsrail'in sahip olduğu değil ama İran'ın sahip olabileceği nükleer bomba olacağı sonucuna varılmıştır.
Zirve Suudi Arabistan'ın bu konuda yeni girişimlerde bulunacağı güvencesiyle sona ermiştir.
 
*
Yeni girişim; Suudi Arabistan ve İsrail askeri işbirliğidir.
İsrail'in Gazze'ye  cezalandırmak üzere düzenlediği  "Dökme Kurşun Operasyonu" ile yürürlüğe giriyor.
2015'te, 5+1 mutabakatı sürerken Suudi Arabistan, eğer uluslararası toplum İran'ı nükleer programına son vermeye ikna edemezse silahlanma yarışına girişeceğini açıklıyor.
1 Nisan 2015'te Şarm el-Şeyh Zirvesinde, Suudi Arabistan ve İsrail mutabakatı çerçevesinde Arap Birliği; Ortak Arap Gücü oluşturulması ilkesini kabul ediyor.
İsrail komutası altında Mısır, BAE, Ürdün, Fas ve Sudan ile Ortak Arap Gücü kuruluyor.
Kısa süre sonra, Yemen Cumhurbaşkanı H. Mansur, Husilerin son zamanda birçok noktada ilerlemeleri karşısında Ortak Arap Gücü'nü müdahaleye çağırıyor.
Aslında Suudi Arabistan ülkesinin güneyinde ve Yemen'in kuzeydoğusunda Rubülhali Çölündeki petrol sahalarının işletilmesi hedefleyen," Kararlı Fırtına" harekâtı başlatılıyor.
Mayıs 2015'te, Ortak Arap Gücü bir yeraltı sığınağını hedefleyerek Suudi Arabistan'ın İsrail'den aldığı bir taktik atom bombası olan Nötron bombasını Yemen'de kullanıyor...
 
*
Son füze saldırıları Sana'daki Husi önderliğindeki hükümetle bağlantılı hedeflere yönelik ilk doğrudan ABD saldırısına işaret etse de,
ABD Savunma Bakanlığı'nın Suudi Arabistan'a savaş uçaklarının havadan ikmal dahil lojistik ve istihbarat desteği sağladığı,
Dahası Başkan Obama'nın görevi boyunca Suudi krallığına 115 milyar dolarlık silah akıttığı biliniyor.
Suudi Arabistan ABD/İsrail politikaları çerçevesinde hareket ederken, "Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşmasını" ihlal etmekte sakınca görmemiştir.
İran'ın bölgenin jandarması rolünü oynayamayacağından yana "Nükleerleşmiş  Ortadoğu"nun temelini atmıştır.
Husilere atfedilen bir füze saldırısının da ABD'yi savaşa daha doğrudan çekmeye hizmet edeceği açıkça görülüyor...
.
*
Bugün Yemen'de insani ve tıbbi yardımların halka dağıtılması için 72 saatlik bir ateşkes süreci yaşanıyor.
İran Donanması'na ait 40 gemi Yemen karasularında seyrediyor. 
Suudi destekli Cumhurbaşkanı M.Hadi hükümeti, Ortak Arap Gücünden Yemen deniz sahasını ihlal eden İran gemilerine karşı harekete geçmesini istiyor.
 
*
ABD'nin Suriye, Irak ve Yemen'deki pervasız eylemleri, büyük güçleri doğrudan çatışma içine çekme tehdidi oluşturan büyük bir savaş girdabı yaratıyor...
 
22.10.2010  - gazze gaza