Türkiye çöküyor, Türkiye Paramparça…

?
?

Çok kötü bir dönemden geçiyoruz. Bir fesli deli çıkmış açık açık şeriatı, hilafeti savunuyor, savcılar seyrediyor: “Keşke Yunan galip gelseydi, ne hilafet yıkılırdı, ne şeriat…” diyor.

Bir televizyon dizisinde bir başka PKK’lı deli çıkmış, açık açık bölünmeyi savunuyor, savcılar seyrediyor: “Bu iş memleketin bölünmesine kadar gidebilir, yok olmaktansa bölünmeyi tercih ederim…” diyor…

TV’lerde insan beyinleri çarpık ilişkilere, maddiyata dayanan bir anlayışa göre yeniden şekillendiriliyor…

Para her şeyin önüne geçiyor… Aile ilişkileri bile buna göre yeniden düzenleniyor… Yarışmaya katılan bir kadın eşine “Ne yap et, bu parayı kazan…” diye bağırıyor.

Çok kötü bir dönemden geçiyoruz. Sapla saman birbirine karışmış durumda. Sabah akşam boş işlerle uğraşan, vatan sorunlarından uzaklaştırılmış bir halk var karşımızda… Öte yanda soyguncular malı götürüyor…

Millet, cumhuriyet düşmanı politikacılar yaşantımızı çaldılar… Mutluluğumuzu, geleceğimizi çaldılar… Milli duygularımızı, vatanseverliğimizi çaldılar…

Ve hâlâ da çalmaya devam ediyorlar…

Ben Türkiye’yi Türk filmleri ve televizyonlarında olduğu gibi, iki döneme ayırıyorum: Biri “Siyah – Beyaz Türkiye”, yani saf, temiz duyguların ön plana çıktığı dönem, ikincisi “Renkli Türkiye”, yani yoz, duygusallıktan uzak, hile – hurdanın egemen olduğu, gemisini kurtaran kaptan dönemi…”

Siyah – Beyaz Türkiye döneminde, günümüze göre belki daha az moderndik, bilim ve teknoloji yönünden belki daha az gelişmiştik ama milli ruh, milli duyarlılık, milli birlik ve beraberlik, dayanışma, komşuluk açısından daha tutarlıydık…

Yurdumuzu mülteciler, şeriatçılar, bölücüler, tarikatçılar, FETÖCÜLER işgal etmemişti… Her gün onlarca insanımız ölmüyordu… Halkımız ve siyaset adamlarımız şehitleri “günlük olaylardan” saymıyordu…

İnsanlar birbirlerinin sorunları ile daha yakından ilgileniyor; paylaşmaya bölüşmeye, yardımlaşmaya daha çok önem veriyorlardı…

Renkli Türkiye dönemi 12 Eylül Darbesi ile başladı.

Diziler, yarışmalar, eğlence programları, neoliberal düşünceler bu dönemde insanlarımızın yaşantısına balıklama daldı.

Bir de buna Özal’ın “Köşe dönmece, su akarken testiyi doldurma, bir kez suç işlemekle bir şey olmaz, bir koyup üç alma…” politikası eklenince, halkımız geleneksel rotasından çıktı…

Bu Özal yönlendirmelerinden önce de Evren Paşa, baskınlarda ele geçirilen kitapları tabanca, tüfek, bomba gibi suç aletleri ile birlikte sergileyerek, onların silahtan bir farkının olmadığını, kitaptan uzak durulması gerektiğini halka anlatmaya çalışıyordu…

Bu dönemde kitap patlayıcı, öldürücü madde gibi bir suç unsuru olup çıkmıştı.

Halk bu nedenle bırakın okumayı, evinde basılı tek sayfa bulundurmaya bile korkuyordu…

TDK, Türk Tarih Kurumu gibi Kemalist kurumlar, 12 Eylül cuntası zamanında birer birer kapatıldı… Kitap kapaklarından Atatürk resimleri 12 Eylül paşaları zamanında çıkarıldı. Okullarda din dersleri onların emirleri ile zorunlu hale getirildi…

Bütün bu köklü değişimlerin sonucunda milletimiz, şiirden, romandan, makaleden, okuma – yazma alışkanlıklarından, kısaca kitaptan kopma, uzaklaşma yolunu tercih etti…

Çünkü bunun dışındaki yollar en kazasız,  en belasız yollardı…

Halkımız, “Azıcık aşım, ağrısız başım…” diyordu artık…

UNESCO tarafından yapılan bir araştırmaya göre, Türkiye’de okuma alışkanlığı günümüzde yok denecek kadar az. Avrupa’da yüzde 21 olan kitap okuma oranı, Türkiye’de sadece on binde bir. Bu siyasi iktidarların tercihiydi… Çünkü onların yaşamlarını devam ettirebilmeleri için halkın cahil olması gerekiyordu. Köy Enstitülerini bu nedenle kapattılar…

2002’de AKP’nin iktidar olmasıyla halkın sosyal ve ekonomik durumu daha da kötüleşti… Türkiye Sadaka Ekonomisi ile yönetilmeye başlandı. Üretim durdu…

Üstüne üstlük halkın sırtına bir de din baskısı, din sömürüsü bindi… İnanç aklın, bilimin önüne geçti…

Bu yönlendirmelerle birlikte tek tip devlet, tek tip hükümet, tek tip yargı,  tek tip muhalefet, tek tip emniyet, tek tip basın, tek tip TV dönemi başladı…

“Taraf olmayanlar bertaraf” edildi… AKP iktidarının uygulamalarına, düşüncelerine, gidişatına, yolsuzluklarına karşı çıkan medya, basın vergi, baskı, tehdit, şantaj yoluyla hizaya getirildi…

Bu çabaların sonucunda durmadan masal dinleyen, masalla uyutulan bir toplum yaratıldı…

Önce halkı çeşitli tertiplerle, kumpaslarla aldatan, sonra da kendisinin aldatıldığını ileri süren bir liderler, önderler çetesi türedi…

Kısaca, Türkiye çöküyor, Türkiye parçalanıyor ey halkım…

Tarihimizin hiçbir döneminde bu kadar yurt sorunlarına ilgisiz, duyarsız ve her emre itaat eden robot bir nesil yetişmedi… Görmedik…

Yazımı, bir “Çağrı” olması amacıyla “Ötekileştirenler” sitesinde yayınlanan bir kısa yazı ile sonlandırıyorum:

“Sağ’ı sol’u yok, Ali’si Fırat’ı yok, Alevi’si Sünni’si yok, Ok’u Hilal’i yok.

ARKADAŞ;

ARTIK ŞAKASI YOK, vatan için birlik, başka yolu yok…”

(alieralp37@gmail.com)

Çok kötü bir dönemden geçiyoruz. Bir fesli deli çıkmış açık açık şeriatı, hilafeti savunuyor, savcılar seyrediyor: “Keşke Yunan galip gelseydi, ne hilafet yıkılırdı, ne şeriat…” diyor. - A 1