Prof. Dr. Hakkı Keskin 1.10.2016
Kalkınmamın-Çağdaşlaşmanın ve Özgür Düşüncenin Anahtarı Bilimsel Eğitimdir
Büyük bir hayret ve öfkeyle izliyoruz. Burdur İl Milli Eğitim Müdürü Mahmut Bayram: "Bir kadın evinden süslenip çıkıp evine dönene kadar kaç erkeğin şehvetini tahrik etmişse o kadar erkekle zina yapmış gibidir" (Hadis-i Şerif, Tirmizi/111); görüşünü Facebook üzerinden yayabiliyor. İzmir Karşıyaka Atakent Okul Müdürü Önder Karamustafaoğlu, AKP tarafından okullarda okutulmayan "Türküm, doğruyum, çalışkanım, ilkem; küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak,"… sözleriyle başlayan andı okuyan öğrencileri susturarak, "Kendinize gelin. Burası dingonun ahırı mi?“ diyor. "Şort giyenler ölmeli" diyen bir kişi, genç hemşire Ayşegül Terzi’yi, İstanbul/Maslak`ta otobüste yüzüne tekme indirerek yaralıyor. Önemle ve büyük bir ibretle değerlendirmemiz gereken bu üç olayı, son iki haftada medyadan izledik.
Lise öğrenimimi Erzincan’da, Orta öğrenimimi Tercan’da ve İlkokulu Tercan/Sarıkaya köyünde yapmış birisi olarak, bu olaylara sahne olan Türkiye’yi tanımakta gerçekten zorlanıyorum. Türkiye’yi, Anadolu’daki din anlayışını diğer İslam ülkelerinden ayıran en belirgin özellik, farklı inanç ve yaşam biçimlerine karşı gösterilen hoşgörüydü. Türkiye dini inançlar siyasi amaçlar için kullanılmaya başlandıktan sonra, Alevi inançlı insanlarımıza karşı Maraş, Çorum, ve Sivas’ta yapılan yüzkarası çok acı olayları yaşadı. Ne yazık ki bunlardan ders alınmadı.
Tam aksine, AKP hükümetleri genel politikalarında ve özellikle de eğitim politikalarında, insanların dini inançlarını siyasi, ekonomik, ticari çıkarları için en yaygın biçimde kullanmayı sürdürüyorlar. Milli Eğitim Balkanlığı tarafından atanan bir İl Milli Eğitim Müdürü, bu örnekteki açıklamayı yapabiliyorsa ve hemen görevden alınmıyorsa, bu son derece ürkütücüdür. Her konuda açıklama yapan Cumhurbaşkanı’nın ve değer yetkililerin, bu kişi ve kişiler hakkında tavır göstermemeleri daha da düşündürücüdür.
Bu durum, ismine "Milli Eğitim" dediğimiz Eğitim sisteminin nasıl dejenere edildiğinin, partisel amaçlar doğrultusunda nedenli siyasileştirildiğinin ve böylece de bilimsellikten tamamen koparıldığının en açık kanıtıdır.
PARALI EĞİTİM ZORLAMASI VE AİLELERİN BİTMEYEN ÇİLESİ
Yaptığım gözlemlerime göre,Türkiye’de eğitim çağında çocukları olan ailelerin en büyük sorununu, çocukların eğitimi oluşturuyor. Devlet okullarında iyi bir eğitim verilmediği yaygın bir inanç oldu. Bu nedenle birçok aile borç harçla çocuklarını paralı olan özel okullara gönderiyor.
Ana okullarda, ilk, orta lise ve üniversitelerde paralı özel okul eğitim sistemi Türkiye’ye, nasıl ve hangi "yüksek akılla" getirtildi? Paralı eğitim, Türkiye’ye 1983-84’lerde Turgut Özal zamanında geldi. "Yüksek akıl“ ise Özal’ın hayranı olduğu ABD’dir. Oysa bu tarihe değin devlet okullarında genellikle iyi bir eğitim alınabiliyordu. Bunu 50’li ve 60’lı yıllarda kendi ve bir çok öğrenci arkadaşımın deneyiminden de biliyorum. Erzincan lisesinden mezun olan tüm arkadaşlarım, üniversitelere gidebilmiş ve önemli görevler üstlenebilmişlerdir.
Çok doğru olarak Prof. Birgül Ayman Güler bu durumu şöyle değerlendiriyor: "Sömürgeciler milli eğitimi özelleştirme politikasıyla teslim aldılar; bunu birlikte yürüdükleri küresel sermaye beslemesi liberaller, dinci cemaatler ve yerelci-etnikçi güçlerle ittifak halinde gerçekleştirdiler… Bunun anlamı, eğitimin ‘piyasaya’ devredilmesiydi." (Aydınlık,28.9.22016).
ABD’deki eğitim sistemi gerçektende, parası olanlara özel okullarda ve üniversitelerde okuma şansı verirken, dar gelirli aileleri mağdur ediyor.
Oysa ana okullarından üniversite sonuna değin Eğitim, Sağlık ve Ulaşım devletin en önemli ve belli başlı görevidir, sorumluluğudur. Kıta Avrupa’sı ülkelerinin tümünde başta eğitim olmak üzere bu üç hizmet alanı devlet tarafından en iyi bir biçimde yerine getirilir. Bu nedenle çoğu kıta Avrupa’sı ülkede özel okullara giden öğrencilerin oranı son derece düşüktür. Çocuğunu özel okula gönderme eğilimi, örneğin Almanya, Avusturya, İsviçre ve İngiltere’de yok denecek düzeydedir. Bu gerçeği, ana okulu, orta, lise ve üniversite eğitimlerini Almanya’da yapan iki kızımın, devlet okullarında çok iyi bir eğitim almalarından biliyorum.
BİLİME DAYALI EĞİTİM SİTEMİNE DÖNÜLME SEFERBERLİĞI BAŞLATMALIYIZ
Yineleyerek sormak gerekir. 15 Temmuz kanlı darbe sonrası oluşan "uzlaşma ve birleşme ruhu", Cumhurbaşkanı ve AKP’nin izlediği kendi bildik ve dayatmacı politikaları nedeniyle, sözde kalmışa benziyor. Hatta daha da ileriye gidilerek, eğitim politikasında çocuklara 7. yaştan itibaren Arapça, ayet ve hadislerle din öğeli ders verme programı gündeme getirildi. Diyanet işleri Başkanı, bunun bilime yarar sağlayacağını söylüyor. Bundan daha gülünç bir iddia olamaz. Bu yaştaki çocuklara öğretilecek Arapçanın, ayet ve hadislerin bilimle ne ilgisi olabilir? Tam aksine, yukarıdaki örneklerde de görüldüğü gibi, partizan, bağnaz, bilimden tamamen uzak, ve hatta belki de kindar nesil yetiştirecek bir eğitime yeni kapılar açılmak isteniyor.
Tüm demokrat, laik, çağdaş, bilimsel eğitim ve öğretimden yana olan herkesin, Parlamento içinde ve dışındaki siyasi partilerin, işçi ve işveren sendikaların ve tüm diğer sivil toplum kuruluşlarının, bilime dayalı ve devlet tarafından sağlanan bir eğitim politikası için seferber olmaları, öncelikli görev olmuştur.
Cumhurbaşkanı ve hükümet yetkilileri, 15 Temmuz darbe girişiminin ve böyle bir ortamın hazırlanmasının, yanlış ve büyük ölçüde de paralı eğitim sisteminden kaynaklandığını, cemaat ve tarikatlara böylece büyük olanaklar sağlandığını anlamak zorundadırlar. Bu yanlışlardan artık daha fazla zaman kaybetmeksizin dönülmelidir. Milli Eğitim Sistemiyle her çocuğa, parasız, bilime dayalı ve çağdaş bir eğitim sağlamanın, devletin aslı görevi olarak bilinmeli ve yaşama geçirilmelidir.
Bir yanıt yazın