Hiç kimse Atatürk olamaz…

O bir dahiydi.

O bir gerçek devlet adamıydı.

Tarihte çok az lider tarihin akışını değiştirmiştir.

Savaşlarda yenilgiye uğrattığı devletlerin dahi saygısını kazanmış ardından övgü dolu sözler edilmiştir daima.

57 yıllık ömrünün büyük bir bölümü savaş meydanlarında geçmiştir.

O gerçek bir komutan ve önder olmuştur Türk Milletine.

Türk düşmanı olarak bilinen İngiltere başbakanı Lloyd George ona yenilgiden sonra Parlamento’da kendisine yöneltilen suçlama ve tenkitleri şöyle cevaplandırmıştır: “Arkadaşlar, yüzyıllar nadir olarak dahi yetiştirir. Şu talihsizliğimize bakın ki o büyük dahi çağımızda Türk Milleti’ne nasip oldu. Mustafa Kemâl’in dehasına karşı elden ne gelirdi” dediği bilinmektedir.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk yalnız Türklerin değil dünyanın kaderini değiştiren gerçek bir liderdir.

Ölümünün ardından dünyadaki liderler ve basın mensuplarının onun hakkında söylediklerini kabul etmeyenler büyük bir kıskançlık krizi içinde ona ve devrimlerine saldırmaktadırlar…

***

Onun tarihi değiştirdiği zor yıllarda da kumpaslar vardı.

Padişaha körü körüne itaat eden, kulluğu önemseyen ve cumhuriyet kurulmasını istemeyen zavallı gerici adamlarla mücadelesi ders niteliğindedir.

Onun ağzından asla kötü bir söz çıkmamıştır.

Bize şunu yutturdular gibi…

Veya ”… …  Görüşen şerefsizdir, alçaktır; bunu ispat edemeyen de şerefsiz ve alçaktır, her yerde bunun hesabını vereceklerdir ”gibi.

***

2 Aralık 1922 günü Meclisin 2. Başkanı Adnan Bey yapılan oturumunda kürsüsünden şöyle diyor;

“Efendim Milletvekili Seçimi Kanunu’nda değişiklik yapılmasıyla ilgili teklifin görüşülebileceği yolunda Tasarı Komisyonu’nun tutanağı var.

Bu sözleri “Mecliste okunsun sesleriyle karşılanıyor.”

İki milletvekili “önemlidir, okunmasını teklif ederiz” diyerek genel havayı açığa vuruyorlar.

Başkan: ”Baylar bu önergenin okunmadan önce komisyona gönderilmesi usuldendir ”diyor.

***

Mustafa Kemal’i Vatandaşlık Haklarından Mahrum Etmek için verilen bir önergedir bu ve değişiklik önergesi okutulmadan komisyona gönderilmek isteniyor.

Mustafa Kemal: Efendim bu kanun tasarısı özel bir amaç taşıyor.

“Bu özel amaç doğruca şahsımı ilgilendirdiğinden, izin verirseniz birkaç kelimeyle düşüncemi arz etmek istiyorum” diyerek söz alıyor.

Ve başlıyor konuşmaya…

Erzurum Milletvekili Süleyman Necati, Mersin Milletvekili Salahattin ve Canik (Samsun) Milletvekili Emin Beyefendiler tarafından teklif edilen kanun tasarısı, doğrudan doğruya benim şahsımı vatandaşlık haklarından yoksun bırakmak amacını güdüyor.

  1. Maddede yazılı olan satırları gözden geçirecek olursanız orada deniliyor ki:

 Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne üye seçilebilmek için Türkiye’nin bugünkü sınırları içindeki yerler halkından olmak veya kendi seçim bölgesi içinde yerleşmiş bulunmak şarttır. Ondan sonra göçmen olarak gelenler yerleştirildikleri tarihten itibaren beş yıl geçmiş ise seçilebilirler.

Maalesef benim doğum yerim bugünkü sınırlar dışında kalmış bulunuyor ve herhangi bir seçim bölgesinde beş yıl oturmuş değilim. Fakat bu böyle ise, bunda benim en küçük bir kasıt ve kabahatim yoktur.

Bunun sebebi bütün memleketimizi ulusumuzu batırıp yok etmek isteyen düşmanların işgal ve yayılma hareketlerinin kısmen önlenememiş olmasıdır. Eğer düşmanlar amaçlarında tam bir başarıya ulaşmış olsalardı, Allah korusun, bu tasarıya imza koymuş efendilerin de doğum yerleri sınır dışında kalabilirdi.

Bundan başka teklif edilen şartlar bende yoksa yani beş yıl sürekli olarak bir seçim bölgesinde oturmamışsam o da vatana yaptığım hizmetler yüzündendir. Eğer bu maddenin istediği maddenin şartı yerine getirmeye çalışsaydım, İstanbul’u kazandırmaktan ibaret olan Arıburnu ve Anafartalar’daki savunmalarımı yapmamam gerekirdi.

Eğer ben beş yıl bir yerde oturmaya mahkûm olsaydım, Bitlis ve Muş’u aldıktan sonra, Diyarbakır’a doğru yayılan düşmanın karşısına çıkmamam, Bitlis ve Muş’u kurtarmaktan ibaret olan vatan görevimi yapmamam gerekirdi.

Bu bayların istediği şartları taşımak isteseydim, Suriye’yi boşaltan orduların döküntülerinden Halep’te bir ordu kurarak düşmana karşı savunmaya geçemem ve bugün ulusal sınırlar dediğiniz sınırları çizmemem gerekirdi.

Zannediyorum ki ondan sonraki çalışmalarım herkesçe bilinmektedir. Hiç bir yerde beş yıl oturamayacak kadar çalışmış bulunuyorum.

Ben zannediyorum ki. Bu hizmetlerimden dolayı ulusumun sevgi ve saygısını kazandım. Belki bütün İslam dünyasının sevgi ve saygısını kazanmış bulunuyorum.

Fakat bu durumumdan dolayı, bu sevgi ve saygılara karşılık vatandaşlık haklarımdan yoksun bırakılacağımı asla hatırıma getirmezdim.

Tahmin ediyorum ki yabancı düşmanlar bana suikast yapmak suretiyle, beni memleket hizmetinden alıkoymaya çalışacaklardır. Fakat hiçbir zaman hatır ve hayalime getirmezdim ki yüce mecliste iki üç kişi bile olsa aynı zihniyette kimseler bulunabilsin. Bu bakımdan ben anlamak istiyorum; Bu efendiler gerçekten kendi seçim bölgelerinin duygu ve düşüncelerini mi aksettiriyorlar?

Yine bu baylara karşı söylüyor ve soruyorum. Milletvekili oldukları için elbette bütün ulusun vekili sıfatını taşıyorlar. Yalnız bu baylar acaba ulusun da kendileri gibi düşündüğünü söyleyebilirler mi?

Baylar, beni vatandaşlık haklarından yoksun bırakmak yetkisi bu baylara nereden verilmiştir?

Bu kürsüden resmen yüce kurulunuza, bu bayların seçim bölgesi halkına ve bütün ulusa soruyorum ve cevap istiyorum!

*******

Mustafa Kemal,  Nutuk’ta ulusun kendisine göstermiş olduğu sevgi ve güveni anlatan telgraflardan ve Meclise yağan protesto telgraflarından söz ederek bu telgrafların o zamanki basında yer aldığını anlatıyor.

Ulu önder şahsına seçim bölgesi Rize’den gelen telgrafı Nutuk’a aynen almış.

O telgrafta övücü sözler yanısıra üç milletvekili lanetleniyor ve “şu zamanda vatansızların bile katılamayacağı muhalefet ve bozgunculuk düşüncesini bize öneren milletvekili efendinin (Milletvekili Osman Efendi)görüşünü benimseyecek bir tek kişinin bile sancağımızda mevcut olmadığını, bundan duyduğumuz şükran duygusuyla ve yüksek şahsiyetinize olan üstün saygılarımızla arz ederiz efendim” deniyor.

O, Atatürk olmayı hak eden, vatanını, halkını seven ve kurduğu cumhuriyeti çağın ilerisine taşımaya azmeden bir liderdi.

Sekiz ay müzakerelerden sonra yapılan Lozan Antlaşması’na gelince Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu akti; meşruiyeti dünya tarafından resmen tanınan devlet olabilme belgesidir.

Kimsenin bu akti karalamaya hakkı yoktur…

Tünay Süer

03.10.2016

 

O bir dahiydi. - tunay suer

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir