Erdal Şafak
Önce görüşümüzü özetleyelim: Biz Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerin normalleşmesi gerektiğini düşünüyoruz. Hem Kafkaslar’daki barış ve istikrar, hem de Türkiye’nin “Komşularla sıfır sorun” politikası adına.
Biz 1915 olaylarının siyasal değil tarihi bir konu olduğunu, o nedenle tarihçiler tarafından ele alınmasını, oluşturulacak bilim kurulunun tüm arşivlerdeki belgelerin ışığında varacağı sonucun ilgili taraflarca kabul edilmesini savunuyoruz.
Şimdi konuya geçebiliriz…
Bir grup akademisyen ve meslektaşımızın başlattığı “Özür diliyoruz” kampanyasına imza verenlerin sayısı, bizim bu yazıyı hazırladığımız saatlerde 5625’e ulaştı. Kampanyanın öncülerini ve destekçilerini incitmek aklımızın ucundan bile geçmez. Ancak bu girişimin yarardan çok zarar getirebileceği kaygısı taşıyoruz. Şöyle:
Her ne kadar 1915 olaylarından “Büyük Felaket” diye söz edilse de, bu girişim başta Ermenistan olmak üzere konuyla ilgilenen tüm ülkelerde ve platformlarda, “Soykırım”ın itirafı veya kabulü olarak değerlendirilecek. Zaten kampanya metnindeki “1915’te Osmanlı Ermenileri’nin maruz kaldığı Büyük Felaket’e duyarsız kalınmasını, bunun inkar edilmesini vicdanım kabul etmiyor” ifadesi de bu tür yorumların kapısını açıyor.
Aydınların bu girişimi Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile Hükümeti’nin 1915 olaylarının ve tehcir sırasındaki trajedilerin objektif ve soğukkanlı bir şekilde aydınlatılabilmesi için iki tarafın, hatta gerekirse üçüncü ülkelerin tarihçilerinin de yer alabilecekleri bir bilim kurulu oluşturulması önerisine ciddi zarar veriyor. Çünkü o komisyonun çalışmaları ve ulaşacağı sonuçlar beklenmeden, aralarında tarihçilerin de bulunduğu kampanya destekçilerince Türkiye mahkum ediliyor.
Bu girişim, “O yıllarda iki taraf da tarifsiz acılar yaşadı” saptamasını, eniştesi Ermeni olan değerli yazar Ayşe Kulin’in ifadesiyle “1915’te tek taraflı suç işlenmediği”ni bile dikkate almıyor.
Ne sadizm, ne de mazoşizm…
Bu girişim Osmanlı’nın tüm arşivlerini açan Türkiye’nin Ermenistan’a ve o dönemle ilgili belgelere sahip diğer ülkelere, kurumlara, kütüphanelere, müzelere de “Haydi siz de aynı cesareti gösterin” önerisini anlamsız kılıyor.
Bu girişim kamuoyunda tetikleyebileceği kamplaşma ve onun yolaçabileceği psikolojik baskılar nedeniyle Türkiye’nin Ermenistan açılımının devamını zora sokuyor.
Üstelik bu girişimin destekçileri, boşa kürek sallıyorlar. Çünkü Ermenistan’ı tutsak almış olan diyaspora, “Türk halkının sivil toplum aracılığıyla özür dilemesi hiçbir anlam taşımaz ve tarih önünde hiçbir geçerliliği olmaz. Türkiye Cumhuriyeti Devleti soykırımı tanıyıp özür dilemeli” diye özetleyebileceğimiz mevzilerinden bir milim bile geri çekilmiyor.
Ondan da önemlisi bu girişim, seçim kampanyasında Ermeni soykırımını tanıma sözü veren ABD Başkanı Barack Obama’ya bu vaadini yerine getirmesi için hiç beklemediği, olağanüstü bir gerekçe sağlıyor. Tabii Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ile Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’ye de.
Daha elimi, bu girişimde 2’nci Abdülhamit’e bombalı suikastle başlayan, 1910’lar boyunca Ermeni çetelerinin kıyımlarıyla, 1970-80’lerde de ASALA terörüyle süren Ermeni saldırılarında can vermiş yüzbinlerce şehidimizin adı bile geçmiyor.
Bu girişimle Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne “Soykırımcı devlet” yaftasını asmak isteyen, hatta fırsat kollayan çevrelere cesaret veriliyor; siyasal ve diplomatik açıdan vahim sonuçlara, toplumsal açıdan ise derin kırılmalara yol açabilecek gelişmelerin tohumları ekiliyor.
Tarihimizle, uzak-yakın geçmişimizle yüzleşmeye elbette evet. Ama mazoşizme hayır.
Tarihçilerin 1915’i tüm uluslararası platformlarda tartışmalarına evet. Ama yargısız infaza hayır.
Geçen hafta Erivan’da konser veren Kardeş Türküler’in sloganında vurgulandığı gibi, “Halkların kardeşliği”ne evet. Ama yeniden Habil’i Kabil’e veya Kabil’i Habil’e düşman etmeye hayır.
Ve nihayet iki halkın gözbebeği, simgesi, ortak değeri, ortak yaşamlarının kesişme noktası, sevginin, barışın bayrağı, bayraktarı Sarı Gelin’in mezarında ağlatılmasına, bin kere hayır!
Önce görüşümüzü özetleyelim: Biz Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerin normalleşmesi gerektiğini düşünüyoruz. Hem Kafkaslar’daki barış ve istikrar, hem de Türkiye’nin “Komşularla sıfır sorun” politikası adına.
Biz 1915 olaylarının siyasal değil tarihi bir konu olduğunu, o nedenle tarihçiler tarafından ele alınmasını, oluşturulacak bilim kurulunun tüm arşivlerdeki belgelerin ışığında varacağı sonucun ilgili taraflarca kabul edilmesini savunuyoruz.
Şimdi konuya geçebiliriz…
Bir grup akademisyen ve meslektaşımızın başlattığı “Özür diliyoruz” kampanyasına imza verenlerin sayısı, bizim bu yazıyı hazırladığımız saatlerde 5625’e ulaştı. Kampanyanın öncülerini ve destekçilerini incitmek aklımızın ucundan bile geçmez. Ancak bu girişimin yarardan çok zarar getirebileceği kaygısı taşıyoruz. Şöyle:
Her ne kadar 1915 olaylarından “Büyük Felaket” diye söz edilse de, bu girişim başta Ermenistan olmak üzere konuyla ilgilenen tüm ülkelerde ve platformlarda, “Soykırım”ın itirafı veya kabulü olarak değerlendirilecek. Zaten kampanya metnindeki “1915’te Osmanlı Ermenileri’nin maruz kaldığı Büyük Felaket’e duyarsız kalınmasını, bunun inkar edilmesini vicdanım kabul etmiyor” ifadesi de bu tür yorumların kapısını açıyor.
Aydınların bu girişimi Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile Hükümeti’nin 1915 olaylarının ve tehcir sırasındaki trajedilerin objektif ve soğukkanlı bir şekilde aydınlatılabilmesi için iki tarafın, hatta gerekirse üçüncü ülkelerin tarihçilerinin de yer alabilecekleri bir bilim kurulu oluşturulması önerisine ciddi zarar veriyor. Çünkü o komisyonun çalışmaları ve ulaşacağı sonuçlar beklenmeden, aralarında tarihçilerin de bulunduğu kampanya destekçilerince Türkiye mahkum ediliyor.
Bu girişim, “O yıllarda iki taraf da tarifsiz acılar yaşadı” saptamasını, eniştesi Ermeni olan değerli yazar Ayşe Kulin’in ifadesiyle “1915’te tek taraflı suç işlenmediği”ni bile dikkate almıyor.
Ne sadizm, ne de mazoşizm…
Bu girişim Osmanlı’nın tüm arşivlerini açan Türkiye’nin Ermenistan’a ve o dönemle ilgili belgelere sahip diğer ülkelere, kurumlara, kütüphanelere, müzelere de “Haydi siz de aynı cesareti gösterin” önerisini anlamsız kılıyor.
Bu girişim kamuoyunda tetikleyebileceği kamplaşma ve onun yolaçabileceği psikolojik baskılar nedeniyle Türkiye’nin Ermenistan açılımının devamını zora sokuyor.
Üstelik bu girişimin destekçileri, boşa kürek sallıyorlar. Çünkü Ermenistan’ı tutsak almış olan diyaspora, “Türk halkının sivil toplum aracılığıyla özür dilemesi hiçbir anlam taşımaz ve tarih önünde hiçbir geçerliliği olmaz. Türkiye Cumhuriyeti Devleti soykırımı tanıyıp özür dilemeli” diye özetleyebileceğimiz mevzilerinden bir milim bile geri çekilmiyor.
Ondan da önemlisi bu girişim, seçim kampanyasında Ermeni soykırımını tanıma sözü veren ABD Başkanı Barack Obama’ya bu vaadini yerine getirmesi için hiç beklemediği, olağanüstü bir gerekçe sağlıyor. Tabii Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ile Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’ye de.
Daha elimi, bu girişimde 2’nci Abdülhamit’e bombalı suikastle başlayan, 1910’lar boyunca Ermeni çetelerinin kıyımlarıyla, 1970-80’lerde de ASALA terörüyle süren Ermeni saldırılarında can vermiş yüzbinlerce şehidimizin adı bile geçmiyor.
Bu girişimle Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne “Soykırımcı devlet” yaftasını asmak isteyen, hatta fırsat kollayan çevrelere cesaret veriliyor; siyasal ve diplomatik açıdan vahim sonuçlara, toplumsal açıdan ise derin kırılmalara yol açabilecek gelişmelerin tohumları ekiliyor.
Tarihimizle, uzak-yakın geçmişimizle yüzleşmeye elbette evet. Ama mazoşizme hayır.
Tarihçilerin 1915’i tüm uluslararası platformlarda tartışmalarına evet. Ama yargısız infaza hayır.
Geçen hafta Erivan’da konser veren Kardeş Türküler’in sloganında vurgulandığı gibi, “Halkların kardeşliği”ne evet. Ama yeniden Habil’i Kabil’e veya Kabil’i Habil’e düşman etmeye hayır.
Ve nihayet iki halkın gözbebeği, simgesi, ortak değeri, ortak yaşamlarının kesişme noktası, sevginin, barışın bayrağı, bayraktarı Sarı Gelin’in mezarında ağlatılmasına, bin kere hayır!
Bir yanıt yazın