HANGİ TARİH?

cepheler5

HANGİ TARİH?

HÜSEYİN MÜMTAZ

 

                Dâvutoğlu’nun, gelecekte bize lâyık gördüğü coğrafyayı şekillendirirken ilham aldığı tarihin hangisi olduğunu, hangi dilde yazılmış olduğunu ciddi şekilde merak ediyorum.

Ben öğrendiğim, okuduğum; Çanakkale ve Kanal gazisi dedemden kendi kulaklarımla duyduğum tarihten bahsediyorum da onun neden bahsettiğini bilmiyor, anlamıyorum.

Suriyeli sığınmacıların çadırlarını ziyaret ederken heyecanlanarak “vahit vahit”le başlayan bir slogan atmış ve söylediği çok şeyin arasında bir de demiş ki;

“Siz buranın ve bu toprakların asli kardeşlerisiniz ve ebediyen böyle olacaksınız. Biz size hürmeten misafirimizsiniz diyoruz. Ama siz bizim için bütün bu coğrafyanın asli sahiplerisiniz ve hep bu şekilde muamele göreceksiniz. 200 bin kardeşimiz 20 kampta. Şehirlerdekiyle birlikte yaklaşık 500 bin Suriyeli kardeşimizi misafir ediyoruz. Bundan onur duyuyoruz. Biliyoruz ki, eğer bizim başımız darda olsaydı siz de bize böyle muamele ederdiniz. Bunu biz, Gaziantep düşman işgali ile karşılaştığında biliyoruz. Halep’in kalbi 1921’de Antep’le, Urfa’yla atıyordu. Aynen şimdi Antep’in, Urfa’nın, Kahramanmaraş’ın kalbinin Halep’le, Humus’la, Hama’yla, Lazkiye’yle atıyor olması gibi”…

G:\Kendini tutamadı, Suriyelilerle slogan attı – ZAMAN.htm

Halep’in kalbi 1921’de Antep’le, Urfa’yla atıyormuş..

O günden beri kitap karıştırıyorum.. Bildiklerim mi yanlıştı, bize mi farklı öğretilmişti?

Halep’in kalbinin Antep, Urfa ile attığının izine rastlayamadım ama şunları buldum.

“Öte yandan, 23 Ekim 1918’de ileri hatlarda başlayan muharebe, 25 Ekim 1918’de Halep’in güneyine intikal etmiş, Halep o gün önemli vakalara sahne olmuştur. Bir taraftan Halep’in güneyinde muharebeler olurken, öte yandan İngilizlerle hareket eden Araplar ile Şerif Faysal’ın kuvvetleri de, doğudan şehre hücum ederek Halep’e girmişler ve Kale ile Hükümet konağını da ele geçirmişlerdi. Daha sonra 7. Ordu Karargahı’nın bulunduğu Merkez Komutanlığı’na hücum ederek burasını da ele geçirdilerse de; biraz sonra geri atıldılar, şehir ahalisinden bir kısım Araplar da silahlanarak isyancı Bedevilere katılınca sokak muharebeleri başlamıştı.

M. Kemal bu olayları şu şekilde anlatmaktadır.

‘Şehrin şark methalinde bir kalabalığın içine girdik; bunlar askeri kıyafetini taşıyan urban ve bedevilerdi, esir olmuştuk. Yanımda kuvvet olarak bir tek nefer yoktu; muhacim bedeviler otomobilin etrafını sardılar ve her tarafına yüklendiler. Tehacümü görünce şoföre: Dur! Emrini verdim. Elimde Tahsin Bey’in verdiği kırbaçla ayağa kalkarak, onlara anlayabileceği lisanla sordum: Reisiniz nerededir? Cevap verdiler: Hepimiz reisiz! Derhal karar vermek lazımdı; kırbaçla vurmağa başlayarak: Çekilin! Diye bağırdım. Gayr-i ihtiyari çekildiler; emrettim: Çabuk reisiniz karşıma gelsin! Reisleri geldi; ona dedim ki: Ben sizin yardım ettiğiniz vaziyeti galebe çaldım; herkes mağluptur. Fakat sizin iştirakinizi de mazur görüyorum; bu akşam yanıma geliniz; sizinle görüşeceklerim var. Emredersiniz dedi ve uzaklaştı. Şoföre: Çabuk geriye emrini verdim. Halep’in içindeki karargâha döndüm; biraz sonra şeyh geldi. Kendini onun anlayabileceği merasimle kabul ettim ve sordum: Benden ne istiyorsunuz? Şimdilik bin altın, silah, cephane, dedi. Bin altını o akşam verdim; silah ve cephane için vaat ettim.’

“Edip Kızıldağlı’nın 1960 yılında Antakya’da yayınlanan Son Haber Gazetesi’ndeki, ‘Atatürk’ün Halepliler’e Son İhtarı’ başlıklı yazısında da; M. Kemal Paşa, Halep’e Arap Devleti tarafından tayin edilen Valiye haber göndererek: Osmanlılar’a ait ne kadar para ve kıymetli evrak varsa derhal teslim edilmesini emretmişti. Vali emrini dinlememiş. Bunun üzerine de M. Kemal ertesi sabah Hükümet Konağı’na gidip, valiyi haşlamış ve Ziraat Bankası, Belediye, Maliye hususi muhasebe kasalarındaki kıymetli evrak ve parayı alarak otele dönmüştü.

“Hele çöl bedevilerinin altın ve kıymetli taştan başka dinleri yoktu. Sınır boylarındaki şeyhlerin göğsünde İngiliz ve Alman nişanları yan yana idi. Şeyh size kim olduğunuzu sorar,

– İngiliz misiniz?

-Yaşa İngiliz!

-Türk müsünüz?

-Yaşa Türk!

Siz vereceğiniz nişan veya altını hesap ediniz. O dakikada beklediğiniz iş yapılmıştır. İngiliz cephesinden at kaçırıp bize satan Bedeviler, dönüşlerinde bizim atlarımızı çalıp İngilizlere satarlardı. .. Büyük bozgundan sonra Şam istasyonunda bırakmaya mecbur kaldığımız en son vagonun içi bile mecidiye dolu idi”. (ZEYTİNDAĞI. Atay. S.81-82)

Dâvutoğlu bir başka vesileyle de şunları söyledi;

“Musul, Erbil, Kerkük üçgeninde barış içinde yaşamalıyız.

İki kez Musul’la Erbil arasındaki oluşabilecek muhtemel çatışmalar bizim de çabamızla önlendi. Biz isteriz ki tüm bu topluluklar birlikte bir gelecek inşa etsinler ve bunu yaparken yüzleri Türkiye’ye dönük olsun”.

G:\SURİYE\Davutoğlu’ndan Kürt devleti açıklaması  Haber8_com.htm

Yukarıdaki sözleri, Kerkük’ten iki gün önce gelmiş bir Türkmen’le tesadüfen karşılaşıp “muhabbet” ettikten sonra duydum. Türkmen kocası ağlamaklıydı, hüzünlü, üzgün ve kırgındı. “Her gün yangın, patlama.. Elektrik yok, su yok.. Yaşanır hâl kalmadı” diyordu..

Musul, Erbil, Kerkük’te barış ha? Çatışmalar iki kez önlenmiş ha?

Yahu Türkmen kenti Erbil’de daha iki gün önce 4 parçalı KÜRT KONGRESİ toplanmadı mı?

“Barış” ne anladığınıza, neyi kast ettiğinize bağlıdır..

“Herkese eşit uzaklıkta olacağız” deyip bölgeyi Barzani’ye teslim eder ve destek verirseniz “barış” elbette göreceli olacaktır, Barzani’nin vücut ölçülerine göre ölçülmüş biçilmiş olacaktır ama bire bir-yüz yüze görüştüğüm “Türkmen”e göre işgal-eziyet-tahakküm olacaktır.

Lâfı uzatmayacağım..

Herhangi bir arama motoruna “Musul bombalama”, “Erbil bombalama”, “Kerkük bombalama” yazın bakın “son altı aya” ait “sayfalarca” kaç sonuç görüntüleniyor.

Musul, Kerkük, Erbil ve “barış” ha?

“Hangi barış”? “Hangi tarih”?

Vah Kerkük!

Bir vay, iki, vay, üç vay Kerkük..

Desem vay, demesem vay Kerkük..5 Ağustos 2013

 

57’İNCİ ALAY HER YERDE

HEPİMİZ 57’İNCİ ALAYIN NEFERİYİZ

HANGİ TARİH? - T5KOwwPyFQ7z5EUb 636081621704386747