LEVENT GÜLTEKİN
“Bütün dünya toplanmış PKK, IŞİD ve FETÖ’yü kullanarak Türkiye’ye saldırıyor.”
Türkiye’ye yapılan saldırılarla ilgili iktidarın ve yandaşlarının topluma verdiği mesaj bu.
İktidarın bu mesajı üzerinde hepimizin düşünüp sorması gereken sorular var.
Mesela dünya Türkiye’den ne istiyor? Bunca düşmanlık niçin? Irak ve Suriye felaketinin altından kalkamayan Batı, bir de Türkiye’yi niçin benzer bir yıkıma götürmek istiyor?
Diyelim Türkiye’yi Suriye gibi yaptılar, bunda ne çıkarları var?
Bu sorulara tatmin edici, gerçekçi cevaplar vermek neredeyse imkansız.
Hal böyleyken iktidar, “Türkiye’yi yok etmek isteyen dış güçler” var görüşünü niçin bu kadar sık kullanıyor?
Bunun iki nedeni var.
Birincisi: Ülkenin esasında iktidarın yanlış politikalarının sonucunda bu hale geldiği gerçeğini örtmeye çalışıyorlar.
Mesela PKK meselesi. Barış sürecinde oy kaygısıyla kalıcı adımlar atmadığını söylemiyor.
PKK’nın süreci istismar etmesine göz yumduğunu söylemiyor.
“Suriye’de PYD güçleniyor, bu nedenle barış sürecinde elinizi çabuk tutun” diyenlere kulak asmadığını söylemiyor.
“Seçimde barış sürecinin zararını çok gördük” diyerek barış sürecini başkanlık hırsına feda ettiğini söylemiyor.
Çatışmalar başladıktan sonra toplumda düşmanlıkları kışkırtıcı politika uyguladığını söylemiyor.
PKK’yı daha da marjinalleştirecek, köşeye sıkıştıracak özgürlükçü politikalara ağırlık vereceğine “Çatışmayla bir yere varamazsın” diyen herkese “Ülke düşmanı” diyerek bu yarayı daha da derinleştirdiğini de söylemiyor.
Ne söylüyor? “PKK’yı kullanan odaklar ülkeyi yıkmak istiyor.”
Bir diğer konu IŞİD. Suriye’de daha ilk günlerde çatışmanın tarafı olduğunu, yangına odun taşıdığını, Suriye’den sonra sıranın Türkiye’ye geleceğini gördüğü halde dünyanın dört bir yanından gelen İslamcı militanlarla ideolojik amaçla ittifak yaptığını söylemiyor.
Bu militan grupların büyümesine, gelişmesine destek olduğunu, büyüttüğü grupların şimdi ülkeyi hedef aldığını söylemiyor.
Sadece bunlar da değil. İdeolojik amaçla Suriye’de iş tuttuğu radikal örgütler yüzünden Rusya, ABD, AB ülkeleri ile arasını bozduğunu da söylemiyor.
Şimdi yeniden Rusya ve İran gibi ülkelerle barışmak için geçmişte destek verdiği İslamcı radikal örgütleri yüzüstü bıraktığını, bırakmak zorunda kaldığını, bu nedenle bu militanların Türkiye’ye saldırdığını da söylemiyor.
Siyasetin odağına oturttuğu dini söylemle IŞİD kafasının ülkede kök salmasına neden olduğunu söylemiyor.
Bunun neticesinde IŞİD gibi örgütlerin ülkede cirit atar hale geldiğini de söylemiyor.
Ne söylüyor? “Dış güçler IŞİD’i kullanarak ülkemizi bölmek istiyor.”
Bir diğer konu FETÖ. ‘Alnı secde gören adam’ takıntısıyla ülkenin bütün ayarlarını bozduğunu söylemiyor.
Yargının, polisin, bürokrasinin yani devletin mutaassıp din anlayışından beslenen bir cemaatin eline geçmesine yardımcı olduğunu söylemiyor. Ergenekon, Balyoz, KCK davalarındaki kumpaslarla hatta Hakan Fidan meselesinde bile bu örgütün ne yapmak istediğini, nasıl bir örgüt olduğunu anlamadığını sadece kendisine bir saldırı olduğunda ancak‘uyanabildiğini’ söylemiyor.
FETÖ diye bir örgüt varsa esasında büyük oranda kendisinin yarattığını, bu örgüte güç kattığını, bunun neticesinde de çıkan iktidar savaşında bu gözü dönmüş canilerin ülkeyi de gözden çıkaracak bir savaş yürüttüklerini söylemiyor.
Ne söylüyor? “Dış güçler FETÖ ile ülkemize saldırıyor.”
Sorunları yaratan sen, kullanan dış güçler ise burada kime kızılması gerekiyor?
Bir diğer konu Batı’daki Türkiye düşmanlığı.
Batı niçin Türkiye’ye düşman? sorusunu ekonomik nedenlere bağlayarak hamasetle gerçeği örtmeye çalışıyor.
Mesela büyük devlet olmadan büyük devletmiş gibi davrandığını söylemiyor. “Dünya beşten büyüktür” gibi duyguları kabartmaktan başka reelde hiçbir karşılığı olmayan sloganlarla gereksiz bir gerginliğe neden olduğunu söylemiyor.
Dini hamasete dayalı dış politika ve diplomatik dilden uzak kabadayı üslupla Batı dünyasını kendine düşman ettiğini de söylemiyor. Başkanlık hırsı yüzünden demokrasiyi, bağımsız yargıyı, bağımsız medyayı yok ettiğini bundan dolayı Batı’da Türkiye karşıtlığının yükseldiğini, ülke çıkarı mesele olduğunda yarattığı bu karşıtlığın Batı’nın tutumunda belirgin rol oynadığını da söylemiyor.
Ne söylüyor? “Köprü ve havaalanı yapıyoruz, bu yüzden Batı bize düşman.”
İktidarın bütün saldırıları ‘dış güçlere’ bağlama politikasının ikinci nedeni ise şu: Erdoğan’ın uzun süredir uyguladığı kendi geleceğini Türkiye’nin geleceği yapma politikası.
Bu konuda ne yazık ki büyük bir mesafe kat etti. Evet geldiğimiz noktada aynen Irak’da, Suriye’de, Libya’da olduğu gibi liderin kaderi ülkenin kaderi oldu.
Erdoğan hatalı politikalarıyla, yanlış üslubuyla, ideolojik takıntısıyla kendisine yönelik yaratığı öfkeye, oluşturduğu düşmanlıklara ülkeyi kalkan yapıyor.
Bu yüzden, “Onun başına bir iş gelirse ülke yıkılır” sözünü sıklıkla vurguluyorlar.
Ülkeye bir saldırı olduğunda birlik bütünlük içinde ülkenin yanında durduğumuzda kaçınılmaz olarak Erdoğan’ın yanında durmuş olacağız.
Elbette durabiliriz. Fakat Erdoğan nerede duracak? Asıl soru bu.
Sakın yanlış anlaşılmasın, “Bu örgütleri kullanan ‘dış güçler’ veyahut bir odak yoktur” diyenlerden değilim. Elbette her devlet kendi çıkarına göre politika üretir. Bir başka devletin zaaflarını kullanır. Oradan kendisine alan açmaya çalışır. Türkiye için kötülük düşünen odaklar da mutlaka vardır.
Fakat bu durum ülkeyi yönetenlerin sorumluluğunu ortadan kaldırmıyor.
Eğer sorunlarını çözmez hatta siyasi hesaplarla o sorunları daha da derinleştirirsen biri de gelir kendi çıkarı için o sorunları kullanır.
Bu kadar net.
Şimdi ortada devasa bir soru var: Erdoğan kendi kaderini Türkiye’nin kaderi yaptığına göre ne yapacağız?
Bu açmazdan nasıl çıkacağız? “Erdoğan’ı yedirmeyelim” deyip Türkiye’nin yıkılmasına razı mı olacağız? Veyahut Erdoğan’dan vazgeçelim demek bu saatten sonra nasıl mümkün olacak?
“Topunuz birden gelin” diyerek meydan okuduğumuzda girdiğimiz bir kavganın sonunda ne kazanıp, ne kaybedeceğiz?
Yani asıl düşünülmesi gereken neyi kazanmak için neyin kavgasını veriyoruz ve sonunda ne kaybedeceğiz?
Peki bu açmazdan çıkmak için ne yapmalıyız?
İktidarın ‘her şeyin en doğrusunu ben biliyorum’ yaklaşımının ülkeyi sürüklediği felaket ortada.
Hal böyleyken Meclis’i tatile gönderip tek kişinin aklıyla ortaya çıkan KHK’ler ile bu yıkımdan çıkmaya çalışmak olacak iş değil.
Meclis’te, medyada, üniversitelerde farklı görüşlere, farklı seslerle oluşacak ortak bir akla ihtiyacımız var.
Bunun oluşmasının önünün açılması gerekiyor.
Özellikle Erdoğan’ın Batı’ya karşı kullandığı hiç bir karşılığı olmayan kabadayı üsluba dayalı dini hamasetle yoğrulmuş konuşmalardan vazgeçmesi gerekiyor.
Hatta mümkünse bir adım geride durup Binali Yıldırım’a alan açmalı.
Erdoğan ülke için gerçekten sorumluluk almalı. Kendisini değil ülkeyi düşünmeli.
Kendi ödeyeceği bedelden kaçarak ülkeye bedel ödetmemeli.
Ülkeye bir iyilik yapmak istiyorsa hukuka, akla, demokrasiye dönmek zorunda.
İçeride tekliği çağrıştıran söylemlerden süratle vazgeçip çoğulculuğa yönelmeli.
Sözde değil özde bir demokrasi sağlanmalı.
Kürt sorununun çözümünde gurur, kibir bir tarafa bırakılıp süratle masaya dönülmeli. Çatışmalara son verilmeli.
Erdoğan’ı Batı düşmanlığına teşvik eden, Batı’daki Erdoğan düşmanlığını daha da kışkırtan yandaş medyadaki akılsız, ahlaksız, trol kafalı isimler ülkenin gündeminden çıkarılmalı.
Erdoğan bu çizgiye gelmezse toplumun bütünü onun yanına gitmeyecek.
Sonunda da hem Erdoğan hem de ülke kaybedecek.
acikcenk / @acikcenk
Bir yanıt yazın