Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan geçen hafta Almanya’nın RTL kanalına verdiği demeçte Yenikapı’daki mitingi örnek göstererek “Oradaki 5 milyon insan ‘idam isteriz’ dedi. Parlamentodan çıkarsa ben onay makamıyım, bana gelir, ben de onaylarım” demiştir. Benzer şekilde Başbakan Yardımcısı Veysi Kaynak CCN Türk’te “şahsi görüşüm” diyerek idam cezasının getirilmesini savunmuştur.
Darbe girişimine karşı Avrupa’nın yanlarında olmasını beklediklerini açıklayan Cumhurbaşkanı, Paris’te teröre karşı bir araya gelen Avrupalılardan aynı şeyi göremediklerini belirtmiştir: “Türk demokrasisine yapılan bu saldırının ardından sadece Avrupa Konseyi Genel Sekreteri, bir Avrupa bakanı ve Katar Dışişleri Bakanı geldi. Bunun böyle olmasından üzülüyoruz.”
Darbe girişimine yönelik Avrupa’nın bu tepkisizliğini, Avrupa Birliği ülkelerinin Türkiye’ye karşı uyguladıkları BOBON Kriterleri ile açıklamak mümkündür. Kriterin açılımı şöyledir: Bo: Bizden Olanlar, Bon: Bizden olmayanlar. Avrupa ve özellikle bazı Avrupa Birliği üyesi ülkeler Türkiye’yi “Bon” kapsamında gördükleri için Türkiye’deki darbe girişimine tepkisiz kalmışlardır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın idamın geri getirilmesi konusundaki görüşü kendisi açısından makul karşılanabilir. Fakat AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hayati Yazıcı ile Adalet Bakanlığı yapmış Mehmet Ali Şahin idam cezasının geri getirilmesinin yanlış olacağını, getirilse bile geçmiş suçları kapsamayacağını açıklamışlardır. Başbakan Binali Yıldırım da idam cezası konusunda “Hainlerin en ağır şekilde (ağırlaştırılmış müebbet) cezalandırılacağını” belirtmiştir.
Hükümet sözcüsü Numan Kurtulmuş ise hükümetin AİHS’nin 15’nci maddesini işleterek Sözleşme’nin belirli maddelerini askıya almaya (derogation) karar verdiğini ve Konsey Genel Sekreteri’ne gerekli beyanın yapıldığını açıklamıştır. Fakat AİHS’ye göre yaşam hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı, kölelik, suçların ve cezaların kanuniliği ile ilgili maddeler askıya alınamaz. Geri kalan maddelerin askıya alınması ise ulusun yaşamına yönelen bir tehdidin bulunması ile alınan önlemlerin tehdit ile orantılı olması gerekir.
1990’lı yıllarda Türkiye Sözleşme’nin 5’nci maddesi dahil (Aksoy/Türkiye davası 1996) bazı maddelerini askıya almış, bu dava dahil birçok davada Mahkeme koşulların gerçekleşmediği gerekçesiyle Türkiye’nin askıya alma taleplerini reddetmiştir.
Türkiye, 47 Avrupa Konseyi üyesi ülkeden biridir. Konsey üyesi ülkeler için idam cezası; 1983 yılında yürürlüğe giren Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS) Ek 6 No’lu Protokol ve 2002’de yürürlüğe giren 13 No’lu Protokol ile kaldırılmıştır. 6 No’lu Protokol barış dönemi, 13 No’lu Protokol ise hem barış hem de savaş döneminde idam cezasını yasaklamıştır. 6 No’lu Protokol’e 47 Avrupa Konseyi üyesinden Rusya dışında 46 üye ülke taraftır. Rusya Protokolü imzalamış, fakat onaylamamıştır ama idam cezasını uygulamayacağını açıklamıştır. Azerbaycan, Ermenistan ve Rusya ise 13 No’lu Protokole taraf değildir.
Türkiye’nin idam cezasını kaldırması, Öcalan’ın, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) açtığı dava sonucunda mümkün olmuştur. AİHM, karar verilene kadar Öcalan’ın idam edilmemesini öngören ihtiyati tedbir kararı kabul ettiği için Ecevit Hükümeti karara uyarak Öcalan’ı idam etmemiştir. 12 Kasım 2003 tarihinde AK Parti Hükümeti önce 6 No’lu Protokole, 23 Şubat 2006 tarihinde de 13 No’lu Protokole taraf olmuş, daha sonra Anayasa ve TCK’nın ilgili maddeleri değiştirilmiştir.
Eğer Avrupa Konseyi üyeliğimiz devam edecekse, Türkiye’nin protokollerden çekilmesi gerekir ki bu mümkün değildir. Çünkü; protokollerin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) parçası olduğu, protokollerden çıkmak isteyen bir üyenin AİHS’den çekilmesi gerektiği, AİHS’nin 58’nci maddesine göre Avrupa Konseyi Genel Sekreteri’ne 6 ay önceden ihbarda bulunarak bunun mümkün olduğu, fakat AİHS’den çekilen ülkenin Avrupa Konseyi üyeliğinin sona ermesi gerektiği, tüm taraflarca bilinen bir gerçektir.
Avrupa Konseyi’nden çıkmak Türkiye’nin demokrasi, insan hakları, hukuk devleti gibi alanlarda Batı standartlarından uzaklaşması ve AB ile bağların da kopmasına yol açacaktır.
Nitekim AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton’ın sözcüsü Maja Kocijancic, idam cezasının düşünülemez olduğunu açıklayarak, “İdam cezası bulunan ülkeyi AB üyeliğine kabul etmemiz mümkün değil” demiştir.
AB üyesi Avusturya’nın Dışişleri Bakanı Sebastian Kurz ise Türkiye’nin AB üyeliğiyle ilgili müzakerelerin ilerlemesini engelleme tehdidinde bulunmuştur: “Avrupa Birliği Dışişleri Bakanları konseyinde bir koltuğum ve oyum var. Burada Türkiye’yle yeni fasılların açılıp açılmayacağına dair soru var. Ve ben buna karşıyım.” Avusturya Başbakanı Christian Kern de Türkiye’nin AB’ye katılım müzakerelerinin sonlandırılması için Avrupa liderleriyle görüşeceğini belirtmiştir.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Türkiye karşıtı açıklamaları çok çirkin olarak nitelendirip, Avusturya’nın radikal ırkçılığın başkenti olduğunu söylemiştir. İki ülke arasındaki ilişkilerde gerilim sürerken, Avusturya Türkiye’nin Viyana Büyükelçisi Mehmet Hasan Göğüş’ü Dışişleri Bakanlığı’na çağırarak son söylemler hakkında açıklama istemiştir.
Bu gelişmeler üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan Saint Petersburg’da, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile yapacağı görüşme öncesi Rus haber ajansı Tass ve devlet televizyonu Rossiya 24’e verdiği röportajda Türkiye’nin AB üyeliği sürecinin 1963’te başladığını hatırlatarak şunları söylemiştir: “O günden bu güne bizi hep oyalıyorlar. Ve 53 yıl geçti maalesef ve hala da oyalamaya devam ediyorlar… Nereye kadar bu böyle gidecek, biz dürüstlük istiyoruz ve biz bu dürüstlüğün gereğini yaparken AB bu dürüstlüğün gereğini yapmıyor, sözünü tutmuyor. Biz de diyoruz; sözünüzü tutun, eşzamanlı olarak atılacak adımları da birlikte atalım.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan haklıdır. Türkiye AB kapısında yarım yüzyıldır bekletilmektedir. Daha ne kadar bekletilecektir belli değildir. Fakat gerek Avrupa Konseyi üyeliği ve gerekse AB üyeliği Türkiye açısından vazgeçilmezdir. Aksi bir durum, Türkiye’de “eksen tartışmalarını” gündeme getirir. Bu eksen hiçbir zaman “Şanghay Beşlisi” ya da “Şanghay İşbirliği Kuruluşu” olamaz.
Türkler Batı’ya yönelmiş bir millettir. Atatürk’ün 29 Ekim 1923 tarihinde açıkladığı hedeften şaşmamak gerekir: “Memleketimizi asrileştirmek istiyoruz. Bütün çalışmamız Türkiye’de asri binaenaleyh batılı bir hükümet vücuda getirmektir. Medeniyete girmek arzu edipte Batı’ya yönelmemiş millet hangisidir?”
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeni AB Komisyonu Başkanı olan Jean Claude Juncker’ı telefonla aradığında AB üyeliğinin Türkiye için stratejik bir tercih olduğuna dikkati çektiğini unutmamak gerekir. Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek Pazar günü CNN Türk’teki programda Türkiye’nin Batı’dan kopmaması gerektiğini özellikle belirtmiştir.
Bu kapsamda bir anımı sizlerle paylaşmak istiyorum.
Yıl 1986 olabilir. Yusuf Bozkurt Özal DPT Müsteşarı. Paris’te Orly Havaalanına benim kullandığım otomobil ile yanımda merhum Cumhurbaşkanımızın yeğeni ile evli, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı da olmuş, Brüksel’de görevli şimdi Milletvekili olan, çok sevdiğim bir arkadaşım rahmetli Özal’a şu serzenişte bulundu: “Sayın Müsteşarım, C.A.’nu Washington’a, beni Brüksel’e, Rıdvan’ı Paris’e atadınız. Fakat C.A. farklı bir düşünce yapısında olmasına rağmen onu en prestijli konumdaki Washington’a gönderdiniz. Neden?” diye sorunca rahmetli Özal şu çok önemli cevabı vermiştir:
“Bak İ., bir yöneticinin etrafında mutlaka farklı düşüncede olan kişiler olmalıdır. Sizler ve ben aynı dünya görüşünde olduğumuz için bizim her icraatımıza uygun görüş belirtirsiniz. Oysa C.A. olayları daha farklı açıdan değerlendirdiği için, bizim hata yapmamızı engeller. Ben, C.’in görüşünü alırım. Uygunsa gereğini yerine getiririm. Değilse uygulamam. Böylece daha az hata yaparım.”
Acaba rahmetli Yusuf Bozkurt Özal’a hak vermememiz gerekmez mi?
Saint Peterburg’da Kırım’ın Rusya’ya İlhakı Gündeme Geldi mi?
Saint Petersburg’daki görüşmelerde Kırım’ın Rusya’ya ilhakı ve Kırım Türklerine yapılan baskılar yoğun gündem sebebiyle sanırım ikinci planda kalmıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan Türkiye ve Rusya’nın bölgede iki dost ülke olduğunu belirtmiş, Türkiye’nin Kırım Tatarlarıyla ilgili sorunu olduğuna işaret ederek, “Yani bu sorunu Sayın Vladimir çözeceğini, bundan endişe etmemem gerektiğini bana daha önce de söylemişti” demiştir. Kırım Türklerine yapılan baskılar, ancak Erdoğan’ın Putin nezdinde yapacağı girişim ile giderilebilir.
Bilindiği gibi Kırım’da Yüksek Mahkeme Nisan ayı sonunda Kırım Tatar Meclisi’ni “aşırıcı örgüt” olarak kabul edilip tüm faaliyetlerinin yasaklanmasına hükmetmişti. Kırım Haber Ajansı ise Kırım Tatarları ve Kırım’ın işgali sorununun görüşmede gündeme getirilmediğini, bu sorunun Suriye gibi kapalı kapılar arkasında konuşulabileceğini açıklamıştır.
***
Avrupa Birliği Jean Monnet Burs Programı’nın (2016-2017 Akademik Yılı) Türkiye tarafından iptal edilmesine ben bir anlam veremedim. İptal nedeni; “Türkiye’deki son gelişmelere bağlı olarak Program’ın hedef ve amaçlarına ulaşılmasının mümkün olmayacağı değerlendirilerek ihale süreci (2016-2017 akademik yılı uygulama süreci) Programın itibarının tehlikeye atılmaması amacı” olarak belirtilmiştir.
Bir yanıt yazın