Bilge diplomat Şükrü Elekdağ, gündemi Uğur Dündar’a değerlendirdi.
Tüm öngörüleri doğru çıkan bilge diplomat Şükrü Elekdağ’a göre iktidarın IŞİD’le mücadele konusunda bir stratejisi yok!
IŞID belasını Türkiye’nin başına AKP iktidarı sardı
Elekdağ, Atatürk Havalimanı’ndaki saldırı sonrası çarpıcı tespitler yaptı Yaşananların, hükümetin hatalı politikaları sonucu olduğunu söyleyen Elekdağ, “Ellerini kollarını sallayarak topraklarımıza girip çıkan cihatçı katiller, ülkemiz sathında örgütlenip hücreleştiler. Her şehrimiz kanlı eylemlere açık. İktidarın IŞİD’le nasıl mücadele ettiği bilinmiyor” dedi.
Sevgili okurlarım,
Dün, TSK’nın 26. Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ ile Atatürk Havalimanı’na yapılan son terör saldırısından yola çıkarak, ülkemizin içine sürüklendiği terör sarmalını ve ardındaki gerçekleri konuşmuştuk.
Bugün de dış politika konularında tüm öngörüleri doğru çıkan bilge diplomat olarak tanıdığımız emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ ile IŞİD terörünü ele alacağız.
* * *
UĞUR DÜNDAR (U.D.): Sayın Elekdağ, Brüksel’deki havalimanı saldırısından sonra Belçika Hükümeti’nin İçişleri, Adalet ve Ulaştırma Bakanları istifa etti. Ulaştırma Bakanı’nın istifası, havaalanından sorumlu olması nedeniyle kabul edildi. Türkiye’de ise bir yılda 11 patlamada 295 kişiyi kaybettik, bine yakın insan da yaralandı. Ama bu korkunç tabloya rağmen hiçbir sorumlu istifayı düşünmedi. Büyük bir sorumsuzluk ve ciddiyetsizlik olarak yorumlanan bu tutum, terörle mücadeleyi olumsuz yönde etkilemez mi? İstanbul Atatürk Havalimanı’nda 44 kişinin hayatını kaybetmesine, onlarca masumun da ağır yaralanmasına neden olan lanetlediğimiz eylemde vahim bir güvenlik zaafı yok mu?
SALDIRI TÜM UYARILARA RAĞMEN GERÇEKLEŞTİ
ŞÜKRÜ ELEKDAĞ (Ş.E.): Kesinlikle var!.. Nitekim gazeteci Hande Fırat tarafından TV ekranından yapılan ve resmi makamlarca yalanlanmayan şu açıklama da bunu doğruluyor: “Türk istihbarat birimleri, 20 gün önce Atatürk Havalimanı’na IŞİD saldırısı olabileceğine dair bilgileri devletin tepesine ve tüm kurumlarına birer uyarı yazısı ile göndermiş!..” Daha önce de CIA Başkanı John Brennan, ABD Senatosu İstihbarat Komisyonu’nda “30 IŞİD militanının Türkiye’ye gönderildiğini” söylemiş. Bu haber, NBC televizyon kanalında saldırıdan bir hafta önce verilmiş. Bu açık uyarılara rağmen, 3 terörist nasıl oluyor da Kalaşnikof tipi silah ve vücutlarına sarılı bombalarla dış hatlardaki X-ray cihazına kadar gelip, oradan ateş edebiliyorlar? Böylesine net uyarılardan sonra, ve özellikle IŞİD’in Türkiye’yi “asli hedef” ilan ettiği dikkate alınarak, güvenliğin artırılması, yolcuların ve araçların terminal binasına ulaşmadan kontrol edilmeleri gerekmez miydi? Bu büyük ihmal TBMM’de ele alınıp soruşturulmalı ve havaalanlarımızın güvenlik kontrolü terminal binalarından önce başlamalıdır. IŞİD, Türkiye’yi “darül-harb” yani “küfür devleti” (İslam düşmanı kâfir devlet) olarak görüyor. Türk halkını da “tekfir” yani kâfir “katli vacip” kişiler olarak kabul ediyor. Atatürk Havalimanı’nda polislerimiz teröristlerle kahramanca çarpıştılar. Ancak, bu yeterli değil; önemli olan istihbarat çalışmasıyla teröristlerin hedeflerine gelmeden yakalanmalarıdır.
SEBEP, AKP İKTİDARININ HATALI POLİTİKALARI
U.D.: Şimdi, IŞİD belasının Türkiye’nin başına nasıl sarıldığına gelelim… Bunun sebebi, Erdoğan’ın Esad’ı düşürme saplantısı ile Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun IŞİD’e karşı izlediği hatalı politikalar değil mi?
Ş.E.: Önce Davutoğlu’nun hatalarından başlayayım… IŞİD’e karşı sempati duyan, tolerans gösteren ve bu nedenle onları “öfkeli Sünni gençler” diye tarif eden Davutoğlu, 2014 yılı sonuna kadar IŞİD’e terörist örgüt diyemedi ve açıklamalarında onlara meşruiyet sağlamaya çalıştı. Bu şekilde hareketinin kendine göre iki nedeni vardı. Birincisi; korkunç vahşet ve barbarlık timsali IŞİD, Sünni eksenli bir siyaset izleyen Türkiye’ye düşman gözüyle bakamazdı!.. Buna, o kadar inanmıştı ki, Musul Başkonsolosluğumuzun IŞİD tarafından basılmasından 20 saat önce “Musul Başkonsolosluğumuzun güvenliği için her türlü önlemi aldık” diye tweet atmıştı! İkinci neden de, PKK ve PYD’ye karşı savaşan IŞİD’e, “düşmanımın düşmanı, dostumdur” perspektifinden bakmasıydı!.. Ülkemizin bugün karşılaştığı IŞİD tehdidi, bir taraftan Davutoğlu’nun bu hatalı değerlendirmesinden, diğer taraftan da, Erdoğan’ın, Esad’ı düşürmek için her şey mubahtır görüşüyle sınırlarımızı cihatçı, radikal İslam gruplarına açmasından kaynaklanmıştır.
U.D.: Terörün önde gelen hedefi olan Türkiye’nin IŞİD’le mücadeledeki samimiyet ve iradesinin uluslararası kamuoyunda sorgulanmasının nedeni bu politikalar mı?
Ş.E.: AKP iktidarı bu hatalı politikaları nedeniyle, IŞİD’in ülkemizde bürolar açmasını, terörist devşirmesini ve propaganda faaliyetlerinde bulunmasını yasaklamadı. Hükümet ayrıca, IŞID’in diğer bazı karanlık Selefi örgütlerle birlikte, Türkiye topraklarını ve Güneydoğu sınır bölgesini geçiş ve lojistik üssü olarak kullanmasına da göz yumdu. Bombalı katliamlar düzenlemeye hazır cihatçı katillerin, şehirlerimizde kurdukları hücrelerde yuvalanmaları ve sınırlarımızın terör örgütlerinin cirit attığı yolgeçen hanına dönüşmesi, bu tutumun sonucudur. Washington’un ısrarlı uyarılarına direnerek uzunca bir süre bu politikayı uygulayan AKP iktidarı, sonuçta baskılara dayanamayıp, IŞİD’e karşı aktif konuma geçmeye karar verdi ve ABD ile müzakere edilen mutabakat muhtırası uyarınca, Temmuz 2015 sonunda İncirlik Üssü’nü Amerika önderliğindeki koalisyona operasyonel anlamda açtı. Bu şekilde, İncirlik/Türkiye, Batı’nın IŞİD’e karşı uzun erimli savaşının merkezi haline geldi. Bu andan itibaren de, Türkiye, IŞİD için Suriye ve Irak gibi bir savaş alanı oldu. Özetlersem, yıllardır ellerini kollarını sallayarak topraklarımıza girip çıkan cihatçı katiller, ülkemiz sathında örgütlenip hücreleştiler ve Türkiye için acil bir tehdit oluşturdular. Her şehrimiz yeni ve kanlı eylemlere açık ve savunmasız bir konumda. Gelişmeler, ülkemizin IŞİD ile eş zamanlı olarak bir de PKK eylemlerinin hedefi haline geleceğine işaret ediyor. Sonuç olarak İŞİD belasını bu şekli ve boyutlarıyla Türkiye’nin başına saran AKP iktidarıdır.
U.D.: Peki Türkiye, IŞİD’le mücadelede nasıl bir strateji izliyor? Çünkü hükümet bu konuda net açıklamalar yapmıyor!
TÜRKİYE’DE, ÜRKÜTÜCÜ SAYIDA CANLI BOMBA VAR
Ş.E.: Hükümet, PKK’ya karşı mücadelesinde nasıl bir strateji izlediği hakkında ara sıra açıklamalarda bulunuyor. Fakat IŞİD’e karşı izlenen strateji konusunda bugüne kadar topluma hiçbir bilgi verilmedi! Oysa, kamuoyu bunu çok merak ediyor. Zira, ABD’li bir araştırma şirketi olan PEW’ın yaptığı bir anket, Türk halkının yüzde 8’inin – yani 6 milyon kişinin – IŞİD’e sempati duyduğunu ortaya koydu. Yüzde 78 oranında bir çoğunluk ise IŞİD’e olumsuz bakıyor. Yüzde 19’un ise fikri yok. Bu 6 milyonun sadece binde birinin – yani 6.000’inin – bile terör eğilimli olduğunu farz etsek, bu dahi çok ürkütücü bir rakam. Aynı zamanda Müslüman ülkelerden IŞİD’e en fazla katılımda bulunan ülkeler arasında, 2100 kişiyle, Türkiye’nin ismi başlarda geçiyor. Bu gerçekler ışığında Türkiye’de ürkütücü adette potansiyel canlı bomba adayı ve IŞİD hücresi olduğunu tahmin etmek, herhalde yanlış olmaz. Bu durum, örgütün Türkiye’deki eylem imkân ve kapasitesinin yok edilmesinin Türkiye ve uygar dünya için en öncelikli bir hedef olduğunu ortaya koyuyor. Ancak, bu noktada üzücü bir bilgi vereyim. Geçen hafta Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesi’ne sunulan bir IŞİD iddianamesinde, savcılık, IŞİD militanlarının Suriye’den giriş yaptığını, Türkiye’den militan adayı devşirdiğini ve bunları kırsal kesimde eğittiğini iddia ediyor. Bu iddianame, IŞİD’e karşı henüz ciddi bir mücadele stratejisi uygulanamadığını gösteriyor.
IŞİD’in yok edilmesi hoşgörüye bağlıdır
U.D.: ABD Dışişleri Bakanı Kerry, IŞİD’e ağır zayiat verdirildiğinden bahsediyor. Bu durumda, IŞİD’in kökünün kazınması ihtimalinden söz edilebilir mi?
Ş.E.: Maalesef edilemez!.. Çünkü, Irak’ta azınlık Suriye’de çoğunluk olan Sünnilerin mağduriyeti giderilmeden, bu iki ülkede barışın tesisi çok zor olduğu gibi, IŞİD’i yok etmek de mümkün olmaz!.. IŞİD’ın ortaya çıkmasının iki temel nedeninden birincisi, Irak’taki şiddetli siyasi mezhepçilik ve mezhep kavgasıdır. Bu, IŞİD’i yaratan esas faktördür. Yani, IŞİD’in “kuvözü” Irak’tır. İkincisi de, Suriye’de Esad rejiminin, Sünnilere yönelik ayrımcı siyaseti ve Sünni muhalefeti orantısız askeri güçle bastırması sonucunda ülkenin sürüklendiği kaos ortamıdır. IŞİD, 2009-2012 yıllarında, Irak El-Kaide’si ile eski Irak Ordusu subayları ve Baasçı bürokratlarının ittifakından doğdu. Irak’taki çatışma ve yozlaşma ortamında da yaşam imkanı buldu. Esad Suriye’nin doğusunda kontrolü kaybedince, bunu fırsat bilen IŞİD, kuvvetlerinin bir kısmını Suriye’ye kaydırarak bu boşluğu doldurdu ve Rakka’ya yerleşti. IŞİD’i ortadan kaldırmak için, sadece IŞİD ordusunu, yani terör unsurlarının tümünü yok etmek kâfi gelmiyor. Böyle bir temizlik, bataklığın ürettiği sivri sineklerin imha edilmesi gibi geçici bir önlem olur. Oysa asıl hedef bataklığı kurutmak olmalı. Bataklığın kurutulması için ise, Irak ve Suriye’de, meşru, istikrarlı ve adil devlet yönetimleri oluşturmak gerekiyor. Bu da, Ortadoğu’yu kaosa sürükleyen ABD’nin ve diğer Batılı ülkelerin sorumluluğudur. Her iki ülkenin yeniden inşasını (reconstruction) gerektirmesi ve yüksek maliyeti nedeniyle Batılı ülkeler soruna bu gerçekçi perspektiften bakmaktan kaçınıyorlar. Sorunun bir başka yönü de, dinin bir siyaset enstrümanı olarak kullanılması nedeniyle İslam’ın ciddi bir kriz içinde olmasından ileri geliyor. Bu krizin ve İslami radikalizmin kaynağı olan Sünni-Şii çatışması bölgeyi kan gölüne çeviriyor. El Kaide’nin ve IŞİD’in ideolojisinde İslamiyet’in 18. asır versiyonu olan Şii ve Sufi Müslümanları, Hristiyanlar ve Müslümanlarla birlikte yok edilmesi gereken kâfirler sayan Vehhabiliğin büyük payı vardır. Nitekim, IŞİD’in bölgede mantar gibi süratle bitmesinin nedeni budur. Yani Ortadoğu, bugün, Reformasyon çağında Roma Katolikliğinin Protestanlardan nefret ettiği ve onların ortadan kaldırılmasını dinen vacip (yapılması zorunlu) saydığı çağı yaşamaktadır.
Bu gerçekler dikkate alındığında, IŞİD’in ve cihatçı terörün yok edilmesi, İslam dünyasının, mezhep taassubundan vazgeçerek karşılıklı hoşgörü ve birbirine tahammül temelinde bir yaşam tarzını benimsemesine bağlıdır.
Bir yanıt yazın