Nazmi Çelenk [nazmicelenk@hotmail.com]
Türkiye geçmişte Emperyalistlerin Osmanlı İmparatorluğunu bölme, parçalama stratejisi adına hayata geçirdikleri “Şark Meselesi”nin bir parçası sayılan “ermeni Meselesi”nin yeni ve tehlikeli bir versiyonu ile karşı karşıya. Sözde Ermeni Soykırımı iddiaları günümüzde Batı – Hıristiyan dünyasında giderek küresel bir tehdit haline dönüşüyor. Avrupa Birliği’nin lider ülkeleri sayılan Almanya ve Fransa’nın Türkiye’ye Ermeni Soykırımı yapıldığını kabul ettirme yolundaki girişimleri AB’nin giderek temel politikalarından biri haline gelmiştir. Ermeni diasporasıyla tıpkı Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Avrupa hükümetlerinin yaptığı iş birliğini hatırlara getiren bu süreç, Atlantik’in öte yakasındaki ABD’den Avusturulya’ya kadar, bölücü tehditten sonra, ülkemiz açısından ikinci büyük tehdidi oluşturuyor.
Türkiye hem de AKP hükümeti gibi AB’ye girmek adına “her şeyi yapabilecek” bir siyasi zihniyetin iktidarı döneminde yalnızca soykırım iddialarını kabul ettirme, tarihten özür dileme v.b gibi dayatmalarla karşı karşıya değildir. Bu, “Ermeni Meselesi”nin yalnızca görünen yüzüdür. Başını AB ile onunla ittifak yapan Ermeni diasporası’nın çektiği odaklar ikinci aşamadan tıpkı bugün Güney – Doğu bölgemizde de Ermeni problemini kışkırtacaklardır. Üstelik Ermenistan’la sınır komşusu olan Türkiye bu konuda Erivan’ın kuzeyden stratejik baskısıyla karşılaşacaktır. Bir yandan Brüksel’in bir yandan Washington’un “Ermenistan’la sınırınızı açın” kampanyası Ankara tarafından uygulama alanına konulduğunda yakın gelecek açısından şöyle bir senaryo öngörebiliriz ;
Güney Doğu Anadolu bölgesinde bölücü Kürt tehdidi Kuzey Irak’taki kukla Kürt devleti ile bütünleşecek, Türkieye Kuzey Irak’taki Kürt devleti ile onunla işbirliği yapan Güney Doğu bölgemizde bölücü Kürt unsurlarının sıcak tehdidine girecektir.
Aynı şekilde kuzeyde Ermenistan devleti ile bütünleşebilecek Kuzey Doğu Anadolu bölgemizde yeni bir Ermeni bölücü tehdidi ortaya çıkacak. Bu gelişme hem diasporanın hem AB ve batının hem de Ermenistan’ın Türkiye’nin bu bölgesindeki toprak, özerklik taleplerini gündeme getirecektir. Sınır açıldıktan sonra, Ermenistan’dan Türkiye’ye ticari bir akım başlayacak. Bu beraberinde “ Sözde Soykırıma ” uğramış Ermeni ailelerinin mirasçılarının hak ve tazminat taleplerini de getirecektir. Ermeniler’in tarihsel olarak kendi Büyük Ermenistan toprakları içinde saydıkları illerimizde AB İnsan Hakları Mahkemesi’nce davalar açılacak, Ermeni tapuları ortaya çıkarılacak.
Buna bağlı olarak Ermenistan’ın sınırından desteklenecek yeni Ermeni terör hareketleriyle bir tür Ermeni PKK’sı ortaya çıkabilecek ya da çıkarılması yolunda önemli kazanımlar elde edilmiş olacaklardır.
Türkiye kuzeyden ve güneyden iki etnik tehdidin sıcak çatışma alanına dönüşebilecektir : Kuzey Irak’taki Kürt devleti destekli Kürtçü bölücülük, Kuzey Kafkasya’dan Ermenistan destekli Ermeni bölücülük hareketleri…
İşte Sevr planının yeni versiyonun en önemli boyutu bu senaryonun gerçekleşmesi yolunda Sözde Ermeni soykırımı iddialarının tanınmasından geçiyor. Gerçekte Batı – Ermeni – Kürt ittifakı bu konuda bugüne kadar hayli yol almışlarıdır.
DÖRT “T” PLANI
Bu tehdidin gerçek anlamını dört “T” planı olarak tanımlayabiliriz.
Geçmişte Ermeni terörizmin amacı sözde soykırım iddialarını ve Ermenilerin taleplerini dünya kamuoyuna duyurmaktı. Bugün de aynı politika daha geniş biçimde sürmektedir. Nihai hedef ise Büyük Ermenistan rüyasıdır. Büyük Ermenistan’a giden yolda atılması gereken en önemli adım, sözde iddialar karşısında kamuoyu oluşturmak ve Türkiye’ye yönelik emelleri gerçekleştirmektir.
Bunun için uygulamaya konan ve “Dört T “ şeklinde adlandırılabilecek bu plan şu dört kavrama dayanmaktadır. Tanıtım, Tanınma, Tazminat, Toprak. Yani sözde Ermeni sorunu tüm dünyada terör yoluyla ve soykırım kampanyalarıyla tanıtılacak sözde iddialar dünya kamuoyunda kabul edilip Türkiye’ce tanınacak, sözde soykırımdan dolayı Türkiye’den tazminat alınacak ve büyük “Ermenistan” rüyasını gerçekleştirmek için gerekli olan toprak Türkiye’den koparılacaktır.
Dört T planına dayanak oluşturacak Ermeni iddiaları şunlardır ;
1 – Türkler Ermenistan’ı işgal ederek Ermenilerin topraklarını ellerinden almışlardır.
2 – Türkler, 1877-78 savaşından itibaren Ermenileri sistemli olarak katliama tabi tutmuşlardır.
3 – Türkler 1915 yılından itibaren Ermenileri planlı şekilde soykırıma tabi tutmuşlardır.
4 – Talat Paşa’nın Ermeni’lerin soykırıma tabi tutulması konusunda gizli emirleri olup soykırımda hayatlarını kaybeden Ermeni’lerin sayısı 1.5 milyondur.
Bugün amaçlı olarak gündeme getirilen ve tutulmaya çalışılan Sözde Ermeni sorununun ne derece mesnetsiz olduğunu ne tür çıkar kaygılarıyla ortaya atıldığını anlamak Türk – Ermeni ilişkilerinin tarihsel geçmişinden geleceğine uzanmakla mümkündür.
TÜRKİYE ÇARESİZ Mİ ?
Türkiye’nin şu anda karşılaştığı genel stratejik tehdidin jeopolitiği “Ermeni meselesi” boyutu, hükümetlerin Osmanlı İmparatorluğu adına sözde soykırıma uğramış Ermeni’lerden özür dilemesi yada karşılıklı olarak “trajedi yaşanmıştır” sözleriyle geçiştirilecek bir olay değildir. Biz de kimi saf kimisi kötü niyetli kimisi de batı işbirlikçisi aydın, siyasetçi kesiminin meydana son günlerde sık sık dile getirdiği sözümona bu iyi niyet gösterileri, ancak buzdağının görünen küçük bölümüne odaklanıp “merak etmeyin bunun altında başka büyük bir bölüm yok. Ermeni meselesi de hallolur” şeklindeki aldatmacalardan ibarettir. Öylesine ki, 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel bile bir Tv programında “özür dileme” konusunu gündeme getirmiştir.
Oysa böylesi girişimlerin, iyi niyet gösterilerinin tarihi yardıma çağırma gibi çabaların Türkiye’ye yönelik arkasında büyük emperyalist güçlerin durduğu bölücü Ermeni – Kürt tehditlerinin yeni Sevr platformunda birleşmelerini önlemek açısından hiçbir pratik işlevi yoktur.
Peki öyleyse ne yapılması gerekiyor? Ya da soruyu şu şekilde sormak daha doğru :
Türkiye Ermeni Meselesi ve ondan kaynaklanan jeo-stratejik tehdit karşısında milli varlık ve bütünlüğünü korumak amacıyla neler yapabilir?
Öncelikle bu konuda ulusal bir strateji oluşturmak gerekiyor. Bu strateji yakın çevreden uzak çevreye doğru genişletilebilecek öğeleri de içinde taşımalıdır.
Öncelikle Ermenistan Cumhuriyeti’nin işgal atında tuttuğu Karabağ Azeri toprakları konusunda Türkiye’nin Azerbaycan’la her platformda işbirliği yapması şarttır. Yakın gelecekte Ermeni’lerin Azerbaycan’da yeni bir savaş çıkarma olasılıkları yüksektir. Erivan’daki Taşnak faşisti Robert Koçaryan yönetimi kendi ülkesinde de “Turuncu Devrim” tehdidi ile karşı karşıyadır. Bu nedenle dikkatleri dışarı çevirmek amacıyla Azerbaycan topraklarında yeni bir maceraya girişmesi sürpriz sayılmayacaktır.
Türkiye Ermenistan’la diplomatik ilişki kurmamak ve sınırı açmamak yolundaki bugün terk edilen devlet politikasını daha da güçlendirmeli ve bunun için şartlarını açık, net, tartışılmaz biçimde ortaya koymalıdır.
Bunlar Ermenistan’ın işgal ettiği Azeri topraklarından çıkması, Kars anlaşmasıyla çizilen Türk – Ermeni sınırını resmen tanıması olarak özetlenebilir.
Aynı şekilde Türkiye Türk ve İslam dünyası ile Ermeni iddialarına karşı ortak bir platform oluşturulmalı, bu konuda tarafsız duran Asya ve Afrika ülkeleriyle dayanışma ve işbirliği içinde olmalıdır.
Yine bu Kafkas alanında Gürcistan yönetimi ile ülkedeki Ermeni azınlığının özellikle Cevaheti yöresinde ( Türkiye Sınırında ) ki ikinci Karabağ yaratma tehdidine karşı Şaakaşvili yönetimine destek verilmelidir.
Ermenistan’dan Türkiye’yi izinli göç ve ticarete göz yumulmamalı, bu konudaki birtakım uygulamalar ( örneğin Ermenistan hava yollarının yolcu ve kargo seferleri ) kaldırılmalıdır.
Türkiye Ermeniler karşısında 1915 olaylarıyla ilgili olarak bir suçlu kompleksi havasından hızla arınmalıdır.
Kuzey Irak konusunda yapılan yanlışlar Kuzey Irak’ta adı konmamış (yakında konacaktır ) bir Kürt Devletinin ortaya çıkmasıyla sonuçlanmıştır. Kafkasya konusunda aynı yanlışa düşülmemeli, vakit geçmeden Ermeni meselesi ulusal stratejisinin aktif bir parçası haline getirilerek harekete geçilmelidir.
Türkiye güçlerini harekete geçirdiği takdirde çaresiz değildir.
Bir yanıt yazın