Tam da cumhurbaşkanının “Türk tarihini adeta 1919’dan başlatan tarih anlayışına karşıyım…” dediği günün ertesi akşamı, Habertük’te çok güzel bir tarih programı izleme fırsatı bulduk. 30 Nisan akşamı Hazar ve Karay Türklerini konu alan program gerçekten de tek kelimeyle süperdi. Malum Hazarlar ve Karaylar, Yahudiliği kabul eden Türklerdir. Hazarlar, M.S. 7-10 yüzyıllar arasında Karadeniz’in kuzeyinde çok güçlü bir Türk devleti kurmuşlardır. Emevilerle yaptıkları bir savaşta yenilgiye uğradıkları için, halifenin İslam’a girme teklifini, egemenliklerini düşünerek kabul etmemişler ve Museviliği benimsemişlerdir. Halife de bu geniş bozkırları kontrol altında tutmanın zorluğunu düşünerek Hazarları İslam’a girmeleri konusunda fazla zorlamamıştır. İslam’ı kabul etmeme cesareti gösterdiklerine göre; Araplar karşısındaki yenilgilerine de kesin bir yenilgi denilemez herhalde.
Akşam konunun uzmanlarından öğrendiğimize göre; eski Türk dini olan Göktengri Dini’ne mensup Hazar Kağanı, Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet olmak üzere üç büyük dinin temsilcisini huzuruna çağırmış ve onlarla yapmış olduğu görüşmeden sonra Yahudiliği kabul etmiştir. Hazar Kağanı, önce Hıristiyan temsilcisine “Hıristiyanlık dışında İslamiyet ve Yahudilik dinlerinden hangisini daha kabule şayan buluyorsun?” diye sormuş, o da “Yahudilik” cevabını vermiş. Aynı soruyu Müslüman temsilciye sormuş o da İslamiyet dışında Yahudiliği tercih edebileceğini söyleyince Hazar Hakanı “Şu halde en doğru din Yahudilik” deyip, Yahudiliği kabul etmiştir. Bu durum, elbette işin biraz magazinsel yönüdür.
Gerçekte ise; Hazar Hakanı, İslamiyet’i kabul ettiğinde devrin süper güçlerinden Emevilere, Hıristiyanlığı kabul ettiğinde ise diğer süper güç Bizans’a tabi olacağını bildiği için, egemenliğini ancak Yahudiliği kabul ettiğinde devam ettireceğini görmüş ve Yahudiliği tercih etmiştir.
Programda, Hazarlara ilişkin verilen ilginç bilgilerden birisi de; üzerinde Arapça “Lâ ilahe illallah, Muhammed’ür Resûlullah” yazan Emevi ve Abbasi paralarının, o gün için bilinen dünyada geçerli bir para olduğunu gören Hazar Kağanı, kendi parasını da Arap İslam Devleti’nin parasına benzeterek bir nevi devlet kalpazanlığı yapmıştır! Bir farkla ki; Hazar Kağanı, parasının üzerine “Lâ ilahe İllallah Mûsa Resûlullah” yazdırmıştır. Arapça okumayı bilmeyen Avrupalılar ise iki para arasındaki farkı bilemedikleri için bol bol Hazar parası biriktirmişlerdir!…
Karaylar ise, Yahudiliğin içinde bir Mezheptir. “Karay” kelimesi, Arapça “Karae” kelimesinden gelmektedir ve Türkçede “okuyucular” anlamındadır. Yani “Karîler” demektir. “Kıraathane”deki “Kıraat” kelimesinin aynı Arapça kelimeden türediğini söylemiş olalım. Galiba Nur cemaatinden bir grubun adı da “Okuyucular” dır. Diğer bir grup ise “Yazıcılar” olarak bilinmektedir.
Karayların, diğer Yahudilerden farkı, onların Hz. Muhammed’i Peygamber olarak kabul ediyor olmalarıdır. Bu durum, sadece etnik köken olarak Türk olan Karaylar için geçerlidir. Anlaşılacağı üzere; Karay mezhebine mensup Türk olmayan Yahudiler de bulunmaktadır kimi ülkelerde. Türk Karayların İbadetleri ve ibadethaneleri de zaten Müslümanlara çok yakındır. İbadet dilleri tamamıyla Türkçedir. Yani onlar, Tevrat’ı Türkçesinden okuyorlar.
Programda gördüğümüz kadarıyla Türk Karaylar, tıpkı Müslümanların namaz ibadetine benzer bir ibadet ediyorlar. Rükû ve secdeye benzer hareketlerde bulunuyorlar. Şu farkla ki; onlar ibadet ederken ellerinde okudukları Tevrat veya Zebur sayfalarının üzerine secde etmektedirler. Tıpkı Caferilerin namaz kılarken küçük taşlara secde ettikleri gibi!
Bilmeyenler için söyleyelim; tıpkı Sünnilere ait camilerde 99’luk tespihler bulundurulduğu gibi, Şii-Caferi camilerinde de okey oyunundaki taşlara benzer şekilde ve tuğla renginde küçük taşlar bulunmaktadır ve bu taşlar, namazda secde yapılırken alnın geleceği noktaya konulur ki; bundan maksat, Hz. Peygamber, namaz kılarken alnını toprağa koyduğu için Caferiler de aynı sertliği hissetmek için alınlarının geleceği yere bu taşları koymaktadırlar. Vaktiyle Iğdır’da bir Caferi camisini gezerken gördüğümüz bu taşlar konusunda bize verilen bilgi, bu taşların Kerbelâ toprağının çamurunda imal edilen bir tür küçük tuğla olduğu yönündedir. Yani, Caferiler bu yolla bir anlamda Kerbela’da şehit edilen Hz. Hüseyin ve diğer Ehl-i Beyt mensuplarının acılarına da ortak olduklarına inanıyor olmalılar.
Televizyonda yayınlanan programdan hareketle yukarıda dedik ki; Türk Karaylar, aynı mezhebe mensup diğer etnik gruplardan farklı olarak Hz. Peygamber’in peygamberliğini de kabul etmektedirler. 1997 yılında Azerbaycan’a yapmış olduğum bir iş seyahatinde, Azerbaycan’ın Kusar şehrinde yaşayan Karaylarla (Karaimler) ilgili şu ilginç anekdotu aktarmışlardı bana: Karaylar (Karaimler) tıpkı Müslümanlar gibi, defnedilen cenazenin mezarının başında cenazelere telkinde (Talkın) bulunurlar ve talkın verirken “Ey Mişon sakın unutma; dinin nedir diye sorarlarla Müselmanlıktır diyeceksin. Ey Mişon unutma, Peygamberin kimdir derlerse Mehemmet Peygamberdir diyeceksin…”
Yine programdan öğrendik ki; şu anda İstanbul’daki sayıları 50 civarında olan Karaylar, bir zamanlar İstanbul’un Karaköy semtine isimlerini verecek kadar İstanbul’un sosyo-ekonomik yaşamında etkili imişler. Karaköy’ün aslı, Karaköy imiş çünkü. Kırım’dan gelip İstanbul’a yerleşen Karaylar, Osmanlı döneminde Türkiye’nin tütün piyasasını ellerinde tutuyorlarmış. Tıpkı Kırım’da olduğu gibi. Bugün İstanbul’un Çıksalın semtinde bir de mezarlıkları varmış.
Tarihe damgasını vurmuş veya tarihte iz bırakmış ünlü Karaylar da varmış ki; bunlardan birisi de, Çarlık Rusyası döneminde 1916–1917 yılları arasında Karadeniz’deki Rus Donanmasına komuta eden Amiral Aleksandr Kolçak’tır. Rus ordusunda Mareşal rütbesine kadar yükselen Amiral Kolçak’ın, Rus iç savaşı sırasında Kızıl Ordu’ya karşı mücadele eden Beyaz Orduya kumanda ettiği de bilinmektedir.
Hazarların ve Karayların konu edildiği dün akşamki programda, akademisyenlerin ortak görüşü, Türk tarihini sadece Osmanlılardan ibaret gören anlayışın sakatlığı yönünde idi. Hatta Prof. Dr. Mualla Uydu Yücel, Babür İmparatorluğu’nun da üzerinde durulması gereken büyük bir Türk devleti olduğunu söyledi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Kut’ül Ammare Zaferi” etkinlikleri sırasında yapmış olduğu tarih çıkışının hemen ertesi günü böyle güzel bir programı hazırlayıp sunan Nevzat Çiçek’e teşekkürler. Umarım, bu programı konukları önceden belirlediği için onlara karşı ayıp olmasın düşüncesiyle ve mecburen yapmamıştır Nevzat Çiçek. Umarım programına son verilmez televizyon yönetimi tarafından. Malum; devir, “Alo Fatih” yöntemiyle program yapma devridir. Tekrar kutluyorum Nevzat Çiçek’i…
Bir yanıt yazın