Cemil CAN·24 NISAN 2016 Pazar
Güncemmeme 28.4.2016
TSK’nın geçmişinde darbeler var diye, “Ergenekon Terör Örgütü”nün varlığını peşinen kabul etmek; daha önce hırsızlık suçundan mahkum olan birine, şehirde yapılan tüm hırsızlıkları yüklemek gibi saçmadır…
Hırsızın, hırsızlığı sabittir diye, onu işlenmemiş gasp suçundan da sorumlu tutup, ilelebet hapse tıkmak, adaleti katletmektir.
Ceza bireyseldir ve suçu işleyene verilir.
Cezanın amaçlarından biri de ıslahtır…
Daha önce suç işledi diye, kişiyi toplumdan dışlamak veya intikam hisleri ile ağır cezalara çarptırmak, toplumsal tatmini sağlasa da çağ dışıdır…
Nokta.
***
2007 yılında Oval Ofis’te Tayyip Erdoğan’ın Bush ile anlaşarak, düğmeye basması ile başlayan “Ergenekon Davası”, Türk yargısına çarparak param parça oldu…
Bu şekilde ABD’nin “yargı gücü” de hendeklere gömüldü!..
Türk halkı, yürekli hukukçularının olağanüstü çabaları ve sanıkların kahramanca duruşları ile Türkiye Cumhuriyeti’ni teslim alıp, yok etmeye yönelik; bu dış kaynaklı ve planlı davadan şimdilik kurtuldu…
İhanet senaryosunu hazırlayan sahtekarlar, bu davada (yalan, sahtecilik, ahlaksızlık, hile, ve savunma hakkının kısıtlanması gibi..) çağ dışı uygulamaların hemen hemen tümüne başvurdular…
Onlar için önemli olan; dünya tarihinde ilk defa emperyalizmi yenen Türk Ordusu’nu, başına çuval geçirip, teslim almaktı…
Muhalefeti kaset operasyonları ile zaten ele geçirip, borazanları haline getirmişlerdi.
Türk aydınlarını da susturduktan sonra, işgali tamamlayacaklardı.
Ömürleri yetmedi.
İhanet işlerinde; birinci derecede rol alan; daha sonra Erdoğan’ın “ne istediler de vermedik” diyerek yakındığı, iktidar ortağı Fetullah Gülen Cemaati idi…
***
Öz yeğenini pazarlamaktan hüküm giymiş olan Osman Yıldırım’a oynatılan rol, durumu bütün çıplaklığı ile anlatmaya yettiği için, bu yazıda Yargıtay’ın “bir kuzudan üç post çıkarttılar” diyerek eleştirdiği yerel mahkeme kararının, hukuki-teknik ayrıntılarına girmeyeceğiz!
Yıllarca teröre karşı mücadele vermiş komutanları mahkum ettirmek için, tanık olarak dinlenen PKK’nın 18 yıl dağda çatışmış militanı Parmaksız Zeki, (Şemdin Sakık) gibiler, bu işin tuzu biberi oldu…
Bilenler bilir, Danıştay saldırısının azmettiricisi olarak hüküm giyen “Osmanım”, komutanların yargılandığı davada “gizli tanık” olarak dinlenmişti…
Gizli tanığın ifadeleri, başka kanıtlarla doğrulanması gerekir…
Başka kanıt uydurulamadığı için “Osmanım”, gizli tanık olarak anlattığı yalanları doğrulamak için bu defa “tanık” olarak da dinlendi…
Yani, tanık Osman Yıldırım, gizli tanık Osman Yıldırım’ın anlattıklarını doğruladı…
Böylesi tiyatro yazarlarının bile aklına gelmez!
Savcı Zekeriya Öz ile Özel Görevli Ağır Ceza Mahkemesi hakimlerinin canı ciğeri olan Osman’a; mecburen hem “sanık”, hem “tanık” hem de “gizli tanık” olarak görev verildi…
Bu kadar işi yapmaya zekası yeterli miydi, onu bilemem!
İşte o meşhur mahkeme, bir eşekten üç postu böyle çıkartmıştır…
Yargıtay da “bir kuzudan üç post çıkarttılar” diyerek, özel görevli mahkemeyi kibarca eleştirmiştir…
“Ergenekon Davası”nda sanıkların hazır ettiği tanıklar ise hiç dinlenmemiştir!
AB ve Atlantik yargısı, bu davaya özgün olarak “Savunma hakkı”na zerre kadar değer verilmemiştir.
Bu şekilde, “vicdani kanı”ya ulaşan Özel Görevli 13. Ağır Ceza Mahkemesi, karar duruşmasında sanıkların başına dolu yağar gibi cezaları yağdırdı…
“Yüzyılın Davası” diye sunulan bu kumpas davası, özetle böyle işlemiştir…
Bu ihanetin içine gönüllü olarak atlayan, “hakim” ve “savcılar” şimdi firardadır…
Kalan ömürlerini, ABD’de CIA’nın koruması altında geçirecekler!
Yine bilenler bilirler, dava dosyasına giren toplam belge sayısı, 120 milyon sayfayı aşmıştı…
Hazırlık soruşturmasında görev yapan “F Tipi” polislerden biri, Amerika’nın arkalarında olmasından kaynaklanan özgüven ve şımarıklıkla; bu davada hakim ve savcıların konu mankeni olduğunu afkırıyordu:
Bu utanmaz, rezil:
“Soruşturma Ergenekon olduğu zaman s…kerim hakimini de savcısını da…” diyerek, meslektaşlarına da gözdağı vermişti…
Bunu duyan polislerin en küçük şüphesi kalmamıştı:
Bu soruşturma, düğmeye basılan yerden, Oval Ofis’ten yürütülüyordu…
Öyle bile olsa, emperyalizmin “rest”i görüldü; 3 bin 868 klasörden üretilen ve 16 bin 798 sayfa tutan gerekçeli kararla, Amerika’nın kumpası hendeğe gömüldü; tarihin çöplüğündeki yerini aldı!
***
Bir gerçeğin daha altını çizip, bu bahsi bitirelim:
CIA’nın kucağında oturup, din duygularını emperyalizmin hizmetine sunan, kendi ülkesine ihanet etmekte en küçük bir tereddüt göstermeyen eski Vaiz Fetullah Gülen’in etkisinde kalanlar, geç de olsa, vicdan muhasebesi yapmaya başladılar…
“Allah! Allah!.. Allah! Allah! “diyerek düşmana taarruz eden Türk Ordusu’nun, Camileri bombalayacağı yalanına inanan bu zavallı güruh, 21 Nisan Perşembe günü, öğleden önce, eşekten düşmüş karpuza döndü…
Yine de dini ve dince kutsal sayılan değerleri siyasete bulaştıranların, bu olaydan ders aldığını, hiç sanmıyorum.
Hani bir musibet, bin nasihatten iyiydi?
Nerede!..
Hiç değilse; demokrasinin olmazsa olmazı, “Laiklik İlkesi”nin, önemi kavranmış olsaydı…
ABD BU HENDEK SAVAŞINI DA KAYBETTİ
ABD’nin Kandil’deki “kara gücü”nün komutanı Cemil Bayık, militanlarına emirler yağdırıyor:
“Örgütteki çözülmeyi telsiz konuşmaları ile ifşa etmeyin.
Kahramanca direnişe devam ettiğiniz görüntüsünü verin ve sık sık dile getirin; bize yakın medya organlarıyla paylaşın.
Telsizleri nadir kullanmaya devam edin.
Arkanızda yaralı bırakmayın, her şeyi döküyorlar, susturun.
Tecrübe kazanmış, güvendiğiniz YPS’lileri yanınızda kırsala götürün.
İhanet eden halkla ilişki kurmayın, yakaladıklarınızı cezalandırarak bölgeyi terkedin.
Yakın, patlatın ve binalardan öyle çıkın.
Vakit bulamadığınızda da kazdığınız tüneller dahil her şeyi tuzaklayın…”
İSLAMIN EN BÜYÜK DÜŞMANLARI
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan; Hz. Peygamber, Tevhid ve Vahdet temalı Kutlu Doğum programında konuştu:
“DAEŞ, Boko Haram, El-Kaide’nin tüm zulümleri sadece Müslümanlara karşıdır.
Bu örgütlerin İslam’a verdiği zararları, İslam düşmanları dahi vermemiştir” dedi…
Doğrudur, fakat eksiği var:
Diğer İslami örgütler de öyledir…
Y-CHP’NİN “SAĞCILIK İLKESİ”
Y-CHP’nin Ankara Büyükşehir Belediye Başkan Adayı MHP’li Mansur Yavaş CHP’den istifa etti.
Fetullah Gülen’in 2011 Genel Seçimlerinde Y-CHP’den seçtirdiği Faik Tünay da CHP’den ayrılıp gitti.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde “tıpış tıpış” oy vermek zorunda bırakıldığımız MHP Milletvekili Ekmeleddin İhsanoğlu, Osmanlı hanedanı mensuplarına ömür boyu maaş bağlanması için yasa teklifi verdi…
Atatürk’ün partisine mensup insanları, sağ partilere oy vermeye mecbur bırakan Kılıçdaroğlu’nun, dolaylı yola sapmadan, doğrudan sağa oy vermemizi ne zaman isteyeceğini çok merak ediyorum!..
Bu adam Yargıtay’ın bozma kararı üzerine:“Geçmişte yaptığımız eleştirilerin ne kadar haklı olduğunu gösteriyor” demez mi!
Kafayı yiyeceğim.
Birisi, dişe dokunur bir tek eleştirisini göstersin, bileklerimi keseceğim…
***
Yetmezmiş gibi, bir de AKP’nin dokunulmazlıkların kaldırılması konusunda yapacağı düzenlemeye “evet” diyecekmiş!
Düzenlemeyi anayasaya aykırı bulan Dersimli Kemal; bu aykırılığa rağmen, “evet” diyecekmiş!
Aksi halde, AKP, CHP’yi teröre destek vermekle suçlayabilirmiş!?
Anayasaya aykırılığı desteklemenin gerekçesi bu kadardır…
Mantığa bakar mısınız; anayasaya aykırı bir düzenlemeye “hayır” demeyi, halka anlatamazmış ama “evet” demeyi anlatabilir!…
Kılıçdaroğlu, halkı kendi gibi sanıyor galiba?
“KARŞI DEVRİM”İN MAHKEMELERİ
Karşı devrim mahkemelerinde; karşı devrimcilerin mahkum olmasını beklemek, hayal dünyasında gezinmekten farksızdır…
Bekleyiş, rüyada koşmak gibidir, bir türlü bitmez…
Kaldı ki, adamlarına mahkumiyet kararları verilse bile, infazında sorun yaşanacağı kesindir.
Bu konudaki son örneğimizi, İzmir’in Urla ilçesinden vereceğiz.
Y-CHP’li Belediye Başkanı Sibel Uyar, Danıştay’ın nihai kararını beklemeden, genel merkezin başını sallaması ile vatandaşın 74 evini başlarına yıktı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yakın arkadaşı Latif Topbaş’a ait kaçak villalar hakkında, İzmir 2. İdare Mahkemesinin verdiği ve Danıştay tarafından da onanan, kesinleşmiş yıkım kararını ise, uygulamıyor…
Dersimlinin “halkçı belediyecilik” dediği budur işte…
İlaveten; Sibel Hanım, 2015 yılında, çocuklara tecavüz olayları ile gündeme gelen Ensar Vakfı’nın DHMİ’nden devraldığı tesislere “gençlik kampı” kurmasına da izin vermiştir…
Dersimli Kemal’in kadroları bir bir kendilerini gösteriyor…
Oylarımız yine de Y-CHP’ye!..
“ENSAR YARGISI”!
Ensar Vakfı’nın tecavüzcü öğretmeni Muharrem Büyüktürk, mahkemedeki savunmasında:
“İki yıl Ensar Vakfı’nda, 3 yıl KAİMDER’de kaldım.
Bu dönem hiç şikayet çıkmadı.
Çocuklar 6 ay yalnız kaldılar.
Aralarında cinsel ilişkiye girmişler.
Ailelerini uyardım, hakkımda şikayette bulundular…
Sınav dönemlerinde, teselli için yanlarında yatıyordum” dedi…
Müdahil avukatların, ihmali olan tüm yetkililerle, Ensar Vakfı ve KAİMDER’in soruşturmaya dahil edilme isteği reddedildi…
Mahkeme, ilk celsede Büyüktürk’e 508 yıl hapis cezası vererek yargılamayı bitirdi.
Öğretmen Muharrem “paralelci” değil ki!
Böylesine hızlı ve savunmaya izin verilmeyen bir yargılama ilk defa görülüyor!
Sanığın “savunma hakkı kısıtlandığı” için, kararın Yargıtay’dan dönme olasılığı oldukça yüksektir.
Temyiz üzerine, Yargıtay “onama” kararı verse de, Anayasa Mahkemesi’ne yapılacak bireysel başvuru sonucu “hak ihlali” kararı almak mümkün gözüküyor.
Anayasa Mahkemesi dahi başvuruyu reddetse, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, sözleşmenin ihlal edildiği sonucuna varıp, Türkiye’yi mahkum edebilir…
Toplumda infial yaratan bir suçluyu mahkum edelim derken, mahkum olabiliriz!..
İyi mi!
Yargının bağımsız ve tarafsız olmasının ne kadar önemli olduğu ve hala Türkiye’nin gündeminin ilk sırasında bulunduğu, her gün yaşadığımız bu olaylardan görülmektedir…
Bir yanıt yazın