Vay Bölgem Vay: Satirik Bir Eleştiri
Sefa Yürükel
Bin yıllardır şekillenen Orta Doğu coğrafyasında, “dirlik” ve “birlik” kelimelerinin neredeyse tüm düşman sözlüklerine girmiş birer yalan olduğu bir yer var; öyle bir yer ki, burada yeşil bitkiler değil, yalnızca kan ve duman vardır. Yine de, her şey birbirine karışıp kaynarken, “dirlik” ve “birlik” demek, sadece utanç verici bir şaka haline gelir. Tıpkı her gün biraz daha kaynamaya devam eden BOP tenceresinde olduğu gibi…
Burası, Emevi Camii sevicilerinin ve kovboyların, çıkar peşinde koştukları, ulusal, etnik ve dini kimliklerin birbirine düşman edildiği topraklardır. İnsanlar burada bir araya gelmek yerine, birbirine düşüp, bir parçadan daha fazla kaybolurlar. “Al birini, vur ötekine” sloganının yankılandığı bu coğrafyada, ‘dirlik’ ve ‘birlik’ gibi kavramlar hiç var olmamış ve var olmayacaktır gibi sanki.
BOP Tenceresinde Kaynayanlar
BOP tenceresindeki bu kaynamaya devam eden karışım, ne kadar uzun süre pişerse, o kadar fazla ateşin harareti artacaktır. Tencerede dönenin içi, ne kadar fazla kaynamaya devam ederse, bizler o kadar fazla ‘kızartılacağız’. İlk kıvılcım bir “kavga” olacak, ardından bir dizi etnik, mezhebi ve dini kimlik birbirine karıştırılacak ve; Arap, Kürt, Türk, Asuri, Ezidi, Alevi, Şii, Sunni, Maruni, Yahudi, Dürzi, Keldani… Hepsi birer tavuk parçası gibi eklenip, kaynamaya başlanacaktır.
Ama burada, pişen, kaynayan yalnızca bizleriz. Her bir etnik kimlik, bir diğerine karıştırılarak, “Büyük Güçler”in işini kolaylaştıracaktır. Dünya, çıkarlarını savunan devasa güçler için dönen bir çorbadan ibaret hale gelmiştir ve biz, her geçen gün, tencerede kaynamaya devam edeceğiz gibiyiz.
Emperyalizmin Planı ve Küresel Oyuncular
ABD’nin küresel planı içinde, Orta Doğu’nun bu tencereyi kaynatan rolü, bizlerin acıları ve parçalanmışlıklarımız üzerinden şekilleniyor. Erdoğan, Bahçeli, Kalın, Fidan, Golan ve Abdi gibi figürler, birer satranç taşına dönüşüyor; piyonlardan vezirlere, sonra yine tencereye atılacak olan taşlara. Ne kadar ileri gitmeye çalışsalar da, onlar da bir şekilde aynı kaynayan tencerenin içine düşecekler.
“Büyük Güçler”in amacına ulaşmak için bu karışımda kaynayan kimlikler ve halklar sadece birer malzeme. Onlar, bu tencerede pişerken, üstlerine konan baharatlarla şekillendirilecek, kaynadıkça birbirini yiyerek birer yemek olacaklar. Sonunda ise, öğle yemeği niyetine yenecek, kimlikler kaybolacaklar.
Halkların Üzerine Sürülen Ateş
Her geçen gün daha fazla kaynayan bu tencere, farklı kimlikleri ve halkları sadece yok etmekle kalmaz, aynı zamanda bölgenin üzerine sürekli ateş sürer. Bu kimlikler –Arap, Kürt, Türk, Asuri, Suryani, Sunni, Alevi, Şii, Yahudi, Maruni, Dürzi, Keldani– tencerede kavrulurken, asıl kazanan hep aynı küresel güçler olur. Bizlere sunulacak olan, bir sabah öğle yemeği olarak karşımıza çıkacak olan “yemek”, yine onların çıkarlarını savunacak bir çorba olacak.
Bu kaynayan tencerede pişenler asla gerçek bir ‘birlik’ ya da ‘dirlik’ oluşturamayacaklar. Her kimlik, kendini savunma adı altında daha büyük güçlerin oyunlarına dahil olacak. Burada Ne zaman bir umut doğsa, bir dış müdahale gelecek ve o ışığı söndürecek. Sanki burada hangi halk bir araya gelse, hemen bir başka oyun ortaya çıkacak ve o birlik parçalanacak gibi hep.. .
Vahşi Bir Döngü: Kovboylar ve Emevi Camii Sevicilerinin Düğümü
Ve işte burası, Orta Doğu’nun karanlık ve kaynayan tenceresinin bir başka gerçeği: her bir lider, kendi halkını savunduğunu iddia ederken, aynı zamanda o halkı birbirine düşürebilmek için her türlü stratejiyi kullanacak. Erdoğan, Bahçeli, Kalın, Fidan gibi figürler, birer piyon olacak, ama bu piyonlar ne kadar ileri giderlerse gitsinler, hep aynı kazanı kaynatacaklar. Tencerede kaynayanlardan her biri, günün birinde savaşın bir parçası olacak; kimlikler kaybolacak, insanlar birbirine düşecek, ama asıl kazananlar, dışarıdaki küresel emperyal odaklar olacak.
Burada kazanan yok, kaybedenler her zaman halklar olacak. O yüzden bu tencerenin kaynaması her geçen gün daha fazla acıya dönüşecek. Ancak hala sorulması gereken en önemli soru: Sonunda kim kazanacak?
Ve Sonunda Birlik ve Kardeşlik
Belki de bu döngü, halkların birbirini anlaması, ortak acılara saygı duyması ve geçmişin kirli hesaplaşmalarından sıyrılarak gerçek bir diyalog kurmasıyla sona erer. Gerçek bir ‘birlik’ ancak, tüm bu karanlık yılların ardından halkların birbirini kardeş olarak kabul etmesiyle doğar. Bu halklar, birbirlerinden farklı olmanın zenginlik olduğunu kabul edip, yeniden bir araya gelirlerse, bu tencere devrilebilir. Tencerenin kaynadığı bu dünyada, ancak ortak bir değerle, gerçek barış ve huzur doğabilir.
Vay Bölgem Vay: Ama Belki de Sonunda…
Evet, her şey değişebilir. Eğer halklar bir araya gelip, birbirlerinin acılarını anlamak için el birliğiyle çaba gösterirse, bu eski tencere devrilebilir. Ve böylece, her birimiz için kaynayan ateşe dönüşen bu tencere, bir gün gerçekten aydınlık bir barışa dönüşebilir. Çünkü gerçek kazananlar, her zaman halklar olacaktır. Bu halklar, kardeşçe dayanışarak, geçmişin hatalarından ders alarak ve birbirlerine yeni bir şans tanıyarak, bu karanlık döngüyü sonlandırabilirler.
Kovboylar ve Emevi Camii Sevicileri, BOP’un Uşakları ve Kan Emiciler…
İşte bu büyük güçler, sürekli olarak bu toprakları kullanmaya devam edecekler. Ama nihayetinde halkların birliği, gerçek bir kardeşlik doğuracaksa, o tencere bir gün devrilecek, ve bizler kaynayan ateşin içinde birbirimizi bulacağız. O zaman belki, bu tencerenin sonunda barışın, özgürlüğün ve kardeşliğin doğuşunu görebileceğiz.
Birlik Hayali ve Gerçeklik
Orta Doğu’nun bu karanlık tenceresinde kaynayan halklar, her geçen gün biraz daha acı çekiyor. Hangi kimlik, hangi mezhep olursa olsun, tencerenin içinde kaynayan her bir birey, bir şekilde dış güçlerin birer figüranı oluyor. Her bir halk, bir zamanlar kendi topraklarında bir arada yaşamayı hayal etti, ama bu hayal ne zaman gerçek olabilecek?
Tüm bu kimlikler, aralarındaki derin ayrılıkları bir kenara bırakıp, birleşecek mi? Yoksa bu bölünmüşlük, sürekli kaynayan bir çorba gibi varlığını sürdürecek mi? Bölgenin gidişatında, bu birleşme umudu, her geçen gün daha da silikleşiyor. Fakat yine de, bir umut var. Çünkü bu halklar, bu topraklarda, bu kavganın içinde öylesine uzun süre birbirlerini ezerek, birbirlerini yok ederek var olamayacaklarını bir şekilde fark etmek zorunda kalacaklar.
Bir gün belki, halklar birbirini anlamaya başlayacak ve bu tencere kaynamadan önce son bir kez, başlarını birleştirerek “birlik” ve “dirlik” diyecekler. O zaman, bu kaynamış acıların içinde, herkesin payına düşen bir “barış” olacaktır.
Kan Emicilerin Gölgesi
Bütün bu olan biteni kontrol edengüçler, gözle görülemeyen bir biçimde etrafımızda dolaşıyor. ABD, Rusya, Çin, Avrupa; her biri Orta Doğu’nun bu kaynayan tenceresinde birer figüran, birer güdücü güç. Onlar, bu coğrafyada halkların birbirini kırması için ellerinden geleni yapıyorlar. Ülkeler kendi çıkarları için savaşırken, halklar sadece birer figürana dönüşüyor.
ABD, eskiye dair tüm hataları, Orta Doğu’nun geçmişine bir anı olarak kazındırmışken; diğer büyük güçler de aynı stratejiyi izliyor. Hiçbir şekilde bu topraklarda kalıcı barış ya da huzur sağlanamayacakmış gibi davranıyorlar. Oysa bu halklar, dışarıdan gelen baskılarla daha da kırılmakta. Kiminin eli petrolün zenginliğinde, kiminin elinde başka çıkarlar var. Tüm bu yönlendirmeler, halkların birbirine kırdırılmasında temel bir stratejiye dönüşüyor. Ama yine de bir umut var. Çünkü her halkın kendi kimliğiyle baş başa kaldığında, birbirini anlamak için içsel bir arayışa girecektir.
Geçmişin Laneti ve Geleceğin Umudu
Bundan yüzlerce yıl önce, bu topraklar başka bir dünyaya ev sahipliği yapıyordu. Araplar, Kürtler, Türkler, Asurlar, Ermeniler, Yahudiler, Hristiyanlar ve daha pek çok etnik ve dini grup, Orta Doğu’nun çeşitliliği içinde bir arada yaşamayı başarabiliyorlardı. O zamanlar, farklı kimlikler arasındaki ayrımlar, birbirine saygı ve anlayışla yönetiliyordu. Fakat zamanla, dış güçlerin müdahaleleri ve kendi içindeki ayrılıklar, bu topraklarda kalıcı bir çatışma ortamı yaratmaya başladı.
Bugün, geçmişin acı hatıralarını silmeye çalışırken, halklar bir yandan da birbirlerini anlamak için yeni bir dil geliştirmek zorunda kalacaklar. Bu, o kadar kolay bir şey olmayacak. Geçmişin laneti, birbirinden farklı kimlikler arasındaki tarihi öfkeyi, düşmanlığı ve önyargıyı getirecek. Ama bir gün, geçmişin yaralarına yeni bir iyileşme katmanını eklemek, bu halkların ortak bir geleceğe doğru yol almalarını sağlayabilir.
Ve belki de, bu yeni dil, barışı ve dayanışmayı getiren bir çözüm olacak. Çünkü ne kadar uzun süre birbirimize düşmanlık beslersek, birbirimizin acısını daha da büyütürüz. Fakat o acının içinden bir umut doğabilir. Bir gün, gerçekten birbirini anlayan, birbirine saygı duyan ve geçmişin utancını taşımayan bir halklar bütünlüğü doğarsa, tencere bir anlığına kaynamayı bırakacaktır.
Büyük Güçlerin Satranç Tahtasında
Günümüzün büyük emperyalist güçleri, Orta Doğu’yu bir satranç tahtasına çevirmiş durumda. ABD, Rusya, Çin, Avrupa Birliği; her biri bu bölgenin kaderini belirlerken, halklar sadece taşlara dönüşüyor. Bu taşlar, sadece büyük güçlerin oyununu izlemekle kalmayıp, bazen onlara hizmet ederken bazen de kendilerini yok etmeye yönelik adımlar atıyor. Her bir büyük oyuncu, tıpkı bir satranç oyuncusu gibi, bölgedeki her hareketi dikkatle izliyor ve zaman zaman kendi menfaatleri doğrultusunda oyun kuruyor.
Fakat satranç tahtasında yer alan taşlar, sonunda ne kadar uzun süre oyun oynarlarsa oynasınlar, kaybedecek olan yine halklar olacaktır. Bu yüzden, halkların kendi egemenliklerini kazanmak ve kendi kaderlerini kendilerinin belirleyebilmesi için bir araya gelmeleri şarttır.
Bunun için gerekli olan tek şey, geçmişteki hatalardan ders almak ve her kimlik, her halkın bir araya gelerek kendi hakları için mücadele etmesidir. Ancak bu şekilde, bu satranç tahtasındaki oyunları bozmak mümkün olabilir. Eğer halklar, emperyalizmin oyunu olarak tasarlanan bu satranç tahtasına boyun eğmezlerse, işte o zaman kazanacak olanlar halklar olacak.
Son Söz: Tencere Bozulacak mı?
Orta Doğu’nun kaynayan tenceresinde, bir gün halklar bir araya gelip, kendi kaderlerini kendileri belirlemeye karar verirse, bu çorba bir şekilde bozulacaktır. Ve o gün geldiğinde, bölgedeki her bir halk, kendi kimliğine saygı göstererek, ancak bir arada yaşayabileceğini anlayacaktır. Tüm bu geçmişin yaralarını sararak, birlikte yaşamanın gücünü keşfedeceklerdir.
O zaman, bu tencere kaynamaktan çıkacak, yeni bir huzurun temelleri atılacaktır. O zaman, iç içe geçmiş kimlikler birbirlerine anlayış ve saygı gösterecek, geçmişin tüm karanlıklarının gerisinde, bir birlik ve dirlik doğacaktır.
Ve belki de o zaman, gerçekten de bu coğrafyanın içindeki halklar, birbirlerinin kardeşi olacak ve bu tencere, bir daha kaynamayacak.
Halkların laneti üzerinize olsun: kovboylar, emevi camiicileri..
Bahçenize bahar gelmesin emi..
Ama bir şey kesin:
Bir gün mutlaka güneş bu bölgenin benim bölgemin de üzerine doğacak,
Çağlardan pınarlardan gelen bir melodi bir ninni gibi, safça, temizce, çocukça, insanca .. bunu unutmayın sakın!
Bir yanıt yazın