İnsanlık tarihi boyunca din, yalnızca bir inanç sistemi olmaktan öteye geçmiş; siyasi, ekonomik ve kültürel güçlerin çıkarları için kullanılan bir araç haline gelmiştir. Hristiyanlık, İslam ve Yahudilik gibi büyük dinler, kolonyalizmden bu yana emperyalist düzenin en etkili baskı ve kontrol mekanizmalarından biri olarak işlev görmüştür. Cami, kilise ve havra gibi dini yapılar, insanları ruhsal ve fiziksel olarak teslim alan, köleliği meşrulaştıran ve eşitsizliği kutsayan ritüellerin sahnelendiği sembolik mekanlar olarak işlev görmüştür.
İnsanlık tarihinin en büyük çatışmaları, baskıları ve sömürüsü, genellikle “kutsal” olarak adlandırılan sistemlerin gölgesinde gerçekleştirilmiştir. Din, kolonyalizm ve emperyalizmle iç içe geçmiş, bu süreçte halkları kontrol etmenin ve sömürmenin en etkili araçlarından biri olmuştur. Hristiyanlık, İslam ve Yahudilik gibi büyük dinler, bir yandan ruhsal tatmin sunarken, diğer yandan emperyalizmin hizmetinde bir manipülasyon mekanizmasına dönüşmüştür.
Din ve Kolonyalizm: Kenyatta’nın Çarpıcı Tespiti
Afrika’nın sömürgeleştirilmesi sırasında dinin nasıl kullanıldığını Kenyanın Milli Lideri Jomo Kenyatta’nın şu çarpıcı sözleri özetler:
“Beyaz adam geldiğinde elinde bir İncil, bizim elimizde ise topraklarımız vardı. Gözlerimizi kapattırdı ve dua ettirdi. Gözlerimizi tekrar açtığımızda bizim elimizde İncil, onların elinde ise topraklarımız vardı.”
Bu sözler, dinin nasıl bir manipülasyon aracı olarak kullanıldığını ve yerel halkların zenginliklerinin nasıl gasp edildiğini açıkça ortaya koymaktadır. Sömürgeciler, dini yalnızca ruhsal bir teselli aracı olarak değil, aynı zamanda toplumsal direnişi kırmak ve halkları itaate zorlamak için kullandılar.
Kutsal Kitaplar: Mitlerden Üretilen Manipülasyon Araçları
Hristiyanlığın İncil’i, İslam’ın Kuran’ı ve Yahudiliğin Tevrat’ı, insanlık tarihinin en etkili ideolojik metinleri olmuştur. Ancak bu kitaplar, emperyalizmin ihtiyaçlarına göre şekillendirilmiş, mitolojik anlatılar ve ritüellerle zenginleştirilmiş birer manipülasyon aracından öteye geçmemiştir. Bu metinler, bireylere kölelik ve itaatin “kutsal bir görev” olduğunu öğretirken, eşitsizliğin ve adaletsizliğin ilahi bir düzenin parçası olduğunu savunur.
Mahmut Daoud’un şu sözü, bu durumu en iyi şekilde özetler:
“Beyaz adam geldiğinde elinde bir kitap vardı ve bizim elimizde topraklarımız. O, bize dua ettirmeye başladı. Gözlerimizi kapattığında biz, ona ait olmayan bir dünyaya tutsak olduk; gözlerimizi açtığımızda ise, elindeki kitap ve topraklarımız ondan alındı.”
Bu tespit, dinin sömürgeci projelerde nasıl bir araç haline getirildiğini çarpıcı bir şekilde açıklar. Kutsal kitaplar, yerel halklara “boyun eğmeyi” öğretmek için mistik korku ve manevi tatmin duygusuyla aşılanmıştır.
Kutsal Kitapların Söylemleri: Köleliği Meşrulaştıran Mitler
Kutsal kitaplar, sıradan insanlara dokunulmaz bir otoriteyi temsil eden ilahi metinler olarak sunulmuştur. İncil, Kuran ve Tevrat, bu bağlamda sadece bireysel maneviyatı değil, toplumsal düzeni de şekillendirmek için kullanılan siyasi araçlardır. Bu kitapların metinleri incelendiğinde, kölelik, itaat ve hiyerarşik düzenin açıkça savunulduğu görülmektedir.
İncil’deki Kölelik ve İtaat Öğütleri:
İncil’in Eski Ahit ve Yeni Ahit bölümleri, kölelerin sahiplerine mutlak bir itaat göstermesini öğütler:
“Köleler, efendilerinize dünyadaki Rab’binize olduğu gibi itaat edin.” (Efesliler 6:5).
Bu tür ifadeler, sömürgeciler tarafından köle ticaretini ve köle emeğini meşrulaştırmak için kullanılmıştır.
Kuran’da Boyun Eğmenin Kutsallaştırılması:
Kuran, itaatin dini bir zorunluluk olduğunu belirterek, bireyleri hiyerarşik otoriteye teslim olmaya çağırır:
“Allah’a itaat edin, Peygamber’e itaat edin ve aranızdaki ulul emre (otorite sahibi kimselere) de itaat edin.” (Nisa Suresi, 59).
Bu ayet, dini liderlerin ve siyasi otoritelerin halkı kontrol etmek için dini söylemleri nasıl kullandığını açıkça göstermektedir.
Tevrat ve Seçilmiş Halk Miti:
Tevrat’ta Yahudilerin “Tanrı’nın seçilmiş halkı” olarak tanımlanması, bir yandan toplumsal üstünlük iddiasını güçlendirirken, diğer yandan diğer toplumları boyun eğmeye zorlamak için bir gerekçe sunmuştur. Bu mit, modern çağda da etnik çatışmaları ve emperyal projeleri meşrulaştıran bir unsur olarak işlev görmüştür.
Dini Yapılar: Ruhsal Tatmin ve Baskı Mekanizmaları
Cami, kilise ve havralar yalnızca ibadet mekanları değil, aynı zamanda toplumsal kontrol mekanizmalarıdır. Bu yapıların içinde gerçekleştirilen ritüeller, bireylerin yalnızca ruhani tatmin duymasını sağlamakla kalmaz; aynı zamanda onları içinde bulundukları baskıcı düzeni kabullenmeye zorlar. Kilisede papaz, camide imam, havrada haham; hepsi, insanları itaate ve boyun eğmeye ikna eden birer aracı olarak kullanılmıştır. Bu din adamları, emperyalizmin paralı ya da gönüllü askerleridir.
Antropoloji ve Sosyoloji Perspektifinden Din: Güç ve Baskı
Antropologlar ve sosyologlar, dinin toplumsal düzeni kuran ve sürdüren bir mekanizma olduğunu uzun zamandır savunmaktadır. Marx’ın ifadesiyle din, “halkın afyonu”dur. İnsanları pasifleştirmek, içinde bulundukları adaletsizliği sorgulamamaya itmek ve “öteki dünya” umuduyla mevcut düzeni kabullenmelerini sağlamak için kullanılır. Emperyalizm, bu sosyolojik gerçekliği çok iyi kavramış ve dini, kendi sömürü düzeninin en etkili araçlarından biri haline getirmiştir.
Antropologlar ve sosyologlar, dinin toplumsal düzeni korumanın yanı sıra bireyleri baskı altında tutmanın bir aracı olduğunu savunmuştur. Bu perspektiflerden birkaçını ele alalım:
Karl Marx:
Marx, dini “halkın afyonu” olarak tanımlamış, bu söylemiyle dinin bireyleri uyuşturarak sömürü düzenine boyun eğmelerini sağladığını ifade etmiştir:
“Din, ezilen yaratığın iç çekişi, kalpsiz bir dünyanın kalbidir. Halkın afyonudur.”
Frantz Fanon:
Sömürgecilik karşıtı düşünür Frantz Fanon, dinin sömürgeciliğin kültürel bir uzantısı olduğunu ve bireylerin kimliklerini silmek için nasıl kullanıldığını açıkça göstermiştir. Ona göre, din aracılığıyla bireyler kendi öz benliklerinden koparılmış ve sömürgeci düzenin ihtiyaçlarına göre yeniden şekillendirilmiştir.
Michel Foucault:
Foucault, bilgi ve güç arasındaki ilişkiyi analiz ederken, dini kurumların bireyleri disipline etme ve kontrol altına alma araçları olarak işlev gördüğünü vurgulamıştır. Ona göre, cami, kilise ve havra gibi yapılar, bireylerin düşünce ve davranışlarını şekillendiren disiplin mekanizmalarının merkezidir.
Dini Yapılar: Baskının ve İtaatin Sembolleri
Cami, kilise ve havra gibi dini yapılar, ibadet mekânı olmanın ötesinde, toplumsal kontrolün somutlaşmış hali olmuştur. Bu mekânlarda gerçekleştirilen ritüeller, bireylerin düşünce özgürlüğünü sınırlandırmış, onları ruhsal tatmin vaatleriyle teslim almaya odaklanmıştır.
Kilise: Papazın Gücü ve Katolik Emperyalizm
Orta Çağ Avrupa’sında kilise, siyasi otoriteyle iç içe geçmiş, halkları vergilendiren ve cezalandıran bir kurum haline gelmiştir. Engizisyon mahkemeleri, kilisenin korku salarak toplumsal düzeni kontrol altında tutmasının en somut örneklerindendir.
Cami: İmamın Emri ve İtaat Kültürü
Cami, Müslüman topluluklarda yalnızca ibadet değil, aynı zamanda politik söylemin de bir merkezi olmuştur. İmamların, otoriter yönetimleri desteklemek için halka hutbeler aracılığıyla itaat çağrısı yapmaları, bu yapının siyasi gücünü gösterir.
Havra: Teolojik Güç ve Toplumsal Ayrışma
Havralar, Yahudi topluluklarını bir arada tutmanın ötesinde, dini liderlerin toplumu kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirdiği mekânlar olmuştur. Bu mekânlar, seçilmiş halk mitini sürekli canlı tutarak toplumsal hiyerarşiyi pekiştirmiştir.
Ritüeller ve Tabular: Korku ve Teslimiyet
Dinlerin sunduğu ritüeller ve tabular, bireylerin zihinsel özgürlüklerini sınırlamak ve onları kolektif bir korku içinde tutmak için kullanılır. Örneğin; İslam’ın cennet-cehennem kavramı, Hristiyanlığın günah kavramı ve Yahudiliğin seçilmiş halk miti, bireyleri ilahi bir otoriteye boyun eğmeye zorlar. Bu ritüeller ve korkutucu semboller, halkın tepkisini kontrol altında tutarak emperyalist düzenin çıkarlarına hizmet eder.
Düşünürlerin Görüşleri: Emperyalizmin Din Kullanımı
Felsefe, antropoloji ve psikoloji gibi disiplinlerdeki aydınlar, dinin nasıl bir kontrol aracı olarak kullanıldığını açıkça göstermiştir. Michel Foucault, bilgi ve gücün nasıl birbiriyle ilişkili olduğunu anlatırken, dini kurumların bireylerin üzerinde hegemonya kurmada oynadığı role dikkat çeker. Frantz Fanon, sömürgeciliğin kültürel ve dini araçlarla bireylerin kimliğini nasıl yok ettiğini tartışır. Aynı şekilde Edward Said, “Oryantalizm” adlı eserinde Batı’nın Doğu’yu kontrol etmek ve ötekileştirmek için dini söylemleri nasıl kullandığını ortaya koyar.
Sonuç: Din ve Emperyalizmden Özgürleşme Zorunluluğu
Din, yüzyıllardır bireylerin zihinlerini ve bedenlerini köleleştirmek için kullanılan en etkili ideolojik araç olmuştur. Bu süreçte dini semboller, kutsal metinler ve ritüeller, eşitsizliğin, sömürünün ve baskının meşrulaştırılmasında kilit rol oynamıştır. İnsanlık, özgürlüğe ulaşmak istiyorsa, dinin bu manipülatif rolünü sorgulamak ve onu aşmak zorundadır.
Kutsal kitaplar, dini semboller ve ritüeller, bireyleri yalnızca ruhsal tatmin sunarak pasifleştirmekle kalmamış, aynı zamanda eşitsizliğin ve baskının meşrulaştırılmasına hizmet etmiştir.
Bugün, gerçek bir özgürlük ve eşitlik mücadelesi, dinin bu manipülatif rolünün sorgulanmasını ve aşılmasını gerektirir. İnsanlık, toplumsal düzenin araçsallaştırılmış din söylemlerinden kurtulmadan, gerçek anlamda adalet ve özgürlük sağlayamaz.
Din, bireysel bir inanç sistemi olarak kalmalı, toplumsal siyasi, sosyal ve kültürel kontrol ve baskı mekanizması olmaktan çıkmalıdır. Ancak bu şekilde, gerçek özgürlük ve eşitlik mücadelesi mümkün olabilir.
Kaynakça
1. Fanon, Frantz. Black Skin, White Masks. Grove Press, 2008.
2. Foucault, Michel. Discipline and Punish: The Birth of the Prison. Vintage Books, 1995.
3. Kenyatta, Jomo. Facing Mount Kenya: The Traditional Life of the Kikuyu. Vintage Books, 1965.
4. Marx, Karl. A Contribution to the Critique of Hegel’s Philosophy of Right. Cambridge University Press, 1970.
5. Said, Edward. Orientalism. Pantheon Books, 1978.
6. Daoud, Mahmut. The True Face of Imperialism. Cairo Press, 2005.
7. Althusser, Louis. Ideology and Ideological State Apparatuses. Monthly Review Press, 1971.
8. Zizek, Slavoj. The Sublime Object of Ideology. Verso, 2008.
9. Gramsci, Antonio. Selections from the Prison Notebooks. International Publishers, 1971.
10. Tocqueville, Alexis de. Democracy in America. University of Chicago Press, 2000.
Bir yanıt yazın